dini sohbet

Başkasına kuyu kazan...


Niyeti bozuk olan, başkasına zarar vermek isteyen, başkasının kuyusunu kazmak isteyen kendi kazdığı kuyuya kendisi düşer.
Bir padişah varmış, iki de veziri. Biri çok iyi ve padişah bunu çok seviyor. Diğeri niyeti bozuk kötü biri. Kötü olan, iyi olanı evine mantı yemeğe çağırıyor. Mantıya sarmısak dolduruyor. Yemeğe başlıyorlar. Ne mümkün yemek. Israrla, Allah aşkına derken bir iki kaşık epeyce bir sarmısaklı mantıyı vezire yediriyor.
Tabii bu arada boş da durmuyor. Padişaha gidiyor. Padişahım diyor ortalıkta bir laf dolaşıyor. Bunu size söylemezsem içim rahat etmeyecek. Ama nasıl söyleyeyim. Padişah ısrar ediyor. Efendim bu vezir sağda solda sizin ağzınızın çok kötü koktuğunu söylüyormuş. Padişah olduğunuz için buna mecburen katlanıyormuş. Yarın sizinle konuşurken dikkat edin ağız kokunuzu almamak için elini böyle ağzına burnuna tutacaktır. Hakikat bu.
Padişah sabahı zor bekliyor. Sabah veziri çağırıyor ve bir yazı veriyor, bunun içinde neler var bana bir anlat. Tabii vezirin ağzı sarmısaklı olduğu için elini ağzına götürerek sıkıla sıkıla konuşuyor. Padişah tamamdır doğru çıktı diyor.
Mektuba, mektubu getirenin kellesini bana gönder yazıp zarfa koyup kapatıyor ve vezire veriyor. Bunu falanca valiye götür, diyor. Genelde, mükafatlandırmak istediği kimseleri bu valiye gönderirmiş. Kötü vezir bu durumu bildiği için mektubu ben götüreyim diye iyi olan diğer vezirin önüne çıkıyor. Allah aşkına ben götüreyim diyerek mektubu elinden alıyor.
Bir müddet sonra Padişah bir bakıyor ölmüş olması gereken vezir orada. Mektubu soruyor kendisine. Allah aşkına ben götüreyim diye yalvarınca diğer vezire verdim. Valiye o gitti, der.
Padişah ben bu işten bir şey anlamadım. Gel bakalım diyor. Sen dün niçin elini böyle ağzına tutuyordun. Vezir de olan biteni olduğu gibi anlatıyor. Ağzım sarmısak koktuğundan sizi rahatsız etmesin diye öyle yaptım. Peki sen sağda solda benim ağzımın koktuğunu söylüyormuşsun? Vezir yeminler ediyor ki, bunu ben nasıl söylerim diye.
Padişah da; belli oldu zaten diyor. Eden kendine eder. Kuyuyu kazdı kendisi içine düştü. Zalim zulmünün cezasını çekmeden ölmez. Herkes ne yaparsa kendisine yapar.
 
İÇİ BOŞTUR ÇOK SES ÇIKARANLARIN


Filozof Beydebâ’nın Kelîle ve Dimne’sinden:
“Davulcunun biri ormanda davulunu bir dala asmış ve giderken de orada unutmuş. Rüzgâr estikçe ağacın dalları davula tokmak gibi dokunup gürültü çıkarmaya başlamış. Oradan geçen bir tilki ‘Bu acâyip şey bu kadar gürültü çıkardığına göre çok değerli olmalı… içi belki de yağla-balla doludur!” diye düşünerek sıçramış bir pençe darbesiyle davulun derisini parçalamış. Fakat bu gürültücü şeyin içinin boş olduğunu görünce hayretten donakalmışâ€¦
Kıssadan hisse: ‘içi boştur çok ses çıkaranların!”Yûsuf Has Hâcib merhum da Kutadgu Bilig’de diyor ki:
“Sözü çok söyleme sırasında ve az söyle… Binlerce söz düğümünü bu bir sözle çöz. insan söz ile yükseldi ve sultân oldu. (Keza) çok söz başı gölge gibi yere serdi.”
Görüldüğü gibi eski ahlâk kitaplarında hikmet ehli insanlara susmayı öğütlüyor. Hemen bütün hikemî eserlerde susmanın dilini tutmanın fazîletine dair bâblar vardır. Fakat modern insan durmadan (düşünmeden) konuşuyor istesek de istemesek de… Tâbir câizse “ağzı olan konuşuyor!” Bilhassa Sa‘dî-yi şirâzî’nin Bostan’ında anlattığı kıssadaki Mısırlı’ya benzeyen insan tipleri her dalda her yerde âdeta nefes almadan konuşuyor. Halbuki Yunus Emre’nin dediği gibi
“Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı…
Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz.”

ALINTI
 
Sır saklamanın önemi



Sır, gizli kalması ve herkese söylenmemesi gereken şeydir. Başkaları duyunca, ya mahçup oluruz veya o işi başaramayız. Bu bakımdan sır saklamak, başarının önemli sebeplerinden biridir. Sır sayılabilecek işler gizli tutulmalıdır.
Birçok devlet adamı, başarılarının en mühim sebebinin sır saklamak olduğunu bildirmişlerdir.
Padişahlar daima öyle bir yol tutmuşlar ve öyle hayat sürmüşlerdir ki, sırlarını hiç kimse, hatta hanımları da bilmezdi.
Fatih Sultan Mehmet Hanın, “Yapacağım işleri, sakalımın bir kılı bile bilse, onu kopartırım” dediği meşhurdur.
Hikmet ehli diyor ki
Sır, insanın esiridir. Açıklayınca, insan ona esir olur. Sırrını hiç kimseye söyleme! Akıllıya söylersen, seni zelil görür. Ahmağa söylersen, başkalarına söyleyerek sana hıyanet eder.
Ahmağın kalbi ağzında, akıllının dili kalbindedir. Yani ahmak sır saklayamaz, akıllı sırrı ifşa etmez.
Bir kişiye söylenen sır, sırlıktan çıkar.
Kime sır söylersen onun kulu olursun.
Sırrını söyleyen ekseriya pişman olur.
İnsan, söylemediği sözün hakimi, söylediği sözün mahkumudur.
Açıklanan sır yayılır muhakkak,
Sır saklayamayana denir ahmak.
Kerem sahibi ile, aran açılsa bile,
İyiliğini söyler, kötülüğünü gizler.
Kötülere gelince, dostluk sona erince,
İyiliğini gizler, kötülüğünü söyler.
Sırrı gizleyebilen mertler azdır. Başkalarının söylediği gizli şeyleri, adeta unutmalı, hiç kimseye söylememeliyiz! Cenab-ı Hakkın bir ismi de Settardır. Ayıpları, çirkin işleri gizler. İnsanların ayıplarını gizleyen kulunu da sever. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arkadaşının aybını gizleyen, bir ölüyü diriltmiş gibi sevab kazanır. Allahü teâlâ böyle kimsenin dünya ve ahırette ayıplarını örter.)
Bir sözünün duyulması, o kimseye zarar verecekse, o kimse “Bunu kimseye söyleme” demese bile, o sözü gizlemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, etrafına bakınarak bir söz söylerse, o söz dinleyene emanettir. Bunu başkasına söylemesi helal olmaz.)
Birine sır emanet edilse, o kimse de bu sırrı başkalarına söylese, yani hıyanet etse, bu işler münafıklık olur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Emanete hıyanet münafıklık alametidir.)
Söz taşımak
Doğru olarak söz taşımak da günahtır. Yalan katılırsa iftira da olur. Vebalinin ağırlığı düşünülerek “Taş taşı da, söz taşıma” derler.
Peygamber efendimiz, piç olan kimsenin kendisine söylenen sözleri saklayamayacağını bildirmiştir. Bir kimse, sır saklamaya muvaffak olamıyorsa, piç değilse bile, muhakkak onda karışıklık vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Söz taşıyan, veled-i zinadır veya zina karışıklığı bulunan kimsedir.)
(Söz taşıyan melundur, helalzade değildir.)
(Sizin en kötünüz, söz taşıyan ve ayıp araştırandır.)
(Söz taşıyan benden değildir.)
(Söz taşıyan, kıyamette maymun suretinde haşrolunur.)
(Söz taşıyana, kabrinde bir ateş musallat olur, onu kıyamete kadar yakar.)
 
ZAMAN ................................

Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 $ para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabi ki hepsini harcamaya çalışırsın. Hepimiz Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edilemez. Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini ŞU AN`ı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla iyi bir yatırım yap. Sağlık, mutluluk ve başarı için! Zaman kaçıyor. Her gün işinin en iyisini yap.

Bir yılın değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.

Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir editöre sor.

Bir saatin değerini anlamak için kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

Bir dakikanın değerini anlamak için trenini kaçıran yolcuya sor.

Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.

Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş.

Zamanında ortak edebileceğin kadar özel biri. Unutma zaman hiç kimse için durmaz.

Geçmiş zaman Tarih, Gelecek zaman Gizemli, ŞU AN ise sana verilen gerçek bir armağandır.
 
en kötü şeyler


Kötü olan çoktur; fakat bazıları daha kötüdür. Hadis-i şerifte bildirilen birkaçı şöyledir:
(İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayandır.) [Buhari]
(İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır.) [Tirmizi]
(İnsanların en kötüsü, ikiyüzlü olandır.) [Buhari]
(İnsanların en kötüsü, tez kızan, geç yatışandır.) [Tirmizi]
(İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren, onları incitendir.) [İ. Ahlakı]
(insanların en kötüsü, kötü âlimlerdir.) [Bezzar]
(İnsanların en kötüsü, imkânı varken, çoluk çocuğunun rızkını kısandır.) [Taberani]
(Ahmaklığın en kötüsü, Müslümanlığı bırakıp, başka dine meyletmektir.) [Deylemi]
(İşlerin en kötüsü bid’attir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
(Yaratıkların en kötüsü, bid’at ehlidir.) [Ebu Nuaym]
(En kötü hastalık, cimriliktir.) [Dare Kutni]
(En kötü yemek, zenginlerin davet edilip, fakirlerin çağırılmadığı ziyafettir.) [Buhari]
(En kötü hırsız, namazından çalandır. Rükû ve secdeden çalar. [Taberani]
(En kötü pişmanlık, Kıyamet günü duyulan pişmanlıktır.) [Beyheki]
(En kötü ihtiyar, gaflet ve nefse uymakta gençlere benzemeye çalışandır.) [Taberani]
(En kötü vasıf, cimrilik ve aşırı korkaklıktır.) [Buhari]
 
: En faziletli şeyler 1


Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zamana ve kişinin durumuna da bağlıdır. Onun için, (En faziletli şey şudur) diye kesin bir şey söylenemez. Peygamber efendimiz, en faziletli şeyi, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin, ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha kıymetlidir. Faziletli şeylerin bazıları, hadis-i şeriflerde şöyle bildiriliyor:
(En faziletli amel, imandır. En faziletli iman, Allah’ı hatırından çıkarmamaktır.) [Taberani]
(En faziletli amel, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.) [İ. Ahmed]
(En faziletli amel, namazdan sonra, ana babaya iyilik etmektir.) [Müslim]
(En faziletli amel, namazdan sonra, zekâttır.) [Taberani]
(En faziletli amel, zikirdir. En faziletli zikir ise, La ilahe illallah demektir.) [Taberani]
(En faziletli amel, Allah’a hüsnü zandır.) [Begavi]
(En faziletli amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl]
(En faziletli amel, selamlaşmayı yaymaktır.) [Berika]
(En faziletli amel, Kur’an okumaktır.) [İbni Kani]
(En faziletli amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi]
(En faziletli amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hâkim]
(En faziletli amel, nefse zor gelendir.) [İ. Gazali]
(En faziletli amel, herkes uykudayken, gece namaz kılmaktır.) [C. Yolu]
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebu Davud]
(En faziletli amel, bir müminin ayıbını örtmek, karnını doyurmak veya bir ihtiyacını karşılamak suretiyle onu sevindirmektir.) [İsfehani]
(En faziletli amel, seni yoklamayanı yoklamak, seni mahrum edene vermek, sana kötü muamele edene af ile muamele etmektir.) [İ. Ahmed]
(En faziletli amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani]
(En faziletli mümin, Allah’ı çok anandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi]
(En faziletli mümin, görülünce Allah’ın hatırlandığı kişidir.) [Hâkim]
(En faziletli mümin, yokken aranıp sorulmayan, hazırken itibar görmeyendir.) [Ebu Nuaym]
(En faziletli mümin, dini uğruna yurdunu terk eden garip kimsedir.) [İbni Mace]
(En faziletli mümin, az yiyip, bedeni hafif olandır.) [Deylemi]
(En faziletli mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani]
(En faziletli mümin, herkesin, elinden, dilinden selamette olduğu kişidir.) [Müslim]
(En faziletli mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.)
[Kudai]
(En faziletli mümin, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki]
(En faziletli mümin, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari]
(En faziletli mümin, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai]
(En faziletli mümin, ahlakı en güzel olandır.) [Buhari]
(En faziletli mümin, yemek yedirendir.) [Hâkim]
(En faziletli mümin, geç kızıp, tez yatışandır. En kötüsü de, tez kızıp, geç yatışandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir.) [Hatib]
(En faziletli mümin, sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.) [Deylemi]
(En faziletli mümin, en akıllı olandır.) [İ. Gazali]
(En faziletli mümin, malıyla, canıyla Allah yolunda cihad edendir.) [Buhari]
(En faziletli mümin, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına öğretendir.) [İbni Asakir]
(En faziletli sadaka, ilim öğrenip, başkasına da öğretmektir.) [İbni Mace]
(En faziletli sadaka, su vermektir.) [Nesai]
(En faziletli sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki]
 
En faziletli şeyler 2


(En faziletli sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani]
(En faziletli sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi]
(En faziletli sadaka, gizli verilendir.) [Taberani]
(En faziletli sadaka, kin güden yakınına verilendir.) [Taberani]
(En faziletli cihad, Allah yolunda, nefsle yapılandır.) [Ebu Davud]
(En faziletli cihad, farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed]
(En faziletli cihad, canıyla, malıyla müşriklerle mücadeledir.) [Nesai]
(En faziletli kazanç, el emeğiyle kazanılandır.) [Ahmed]
(En faziletli sure, Fatiha’dır.) [Hâkim]
(En faziletli namaz, farzlardan sonra, teheccüd namazıdır.) [Müslim]
(En faziletli namaz, Cuma günü, cemaatle kılınan sabah namazıdır.) [Beyheki]
(En faziletli tesbih, “Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber”dir.) [Müslim]
(En faziletli ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Taberani, Ebu-ş-şeyh]
(En faziletli ibadet, duadır.) [Hâkim]
(En faziletli dua, Arefe günü yapılanıdır.) [Beyheki]
(En faziletli dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi]
(En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani]
(En faziletli isim, Abdullah ve Abdurrahman’dır.) [Müslim]
(En faziletli söz, doğru olan sözdür.) [Buhari]
(En faziletli yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.) [Taberani]
(En faziletli oruç, Davud aleyhisselamın orucudur. O, bir gün tutar bir gün yerdi.) [Müslim]
(En faziletli iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym]
(En faziletli huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni Mübarek]
(En faziletli yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani]
(En faziletli söz, “Sübhanallahi ve bihamdihi” demektir.) [Müslim]
(En faziletli ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki]
(En faziletli hazine, saliha kadındır.) [Hâkim]
(En faziletli iş, vasat [orta] olanıdır.) [Beyheki]
(En faziletli arkadaş, Allah’ı anınca yardım eden, unutunca sana hatırlatandır.) [Hâkim]
(En faziletli arkadaş, sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti hatırlatandır.) [Hâkim]
(En faziletli kadın, namusunu koruyan, gözü dışarıda olmayandır.) [Deylemi]
(En faziletli kadın, kendisini kocasına sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içinde olandır. En kötüsü de, açılıp saçılan, böbürlenendir.) [Beyheki]
 
Kavanoz & Kahve
Sevdiklerinize Bir Fincan Kahve İçecek Kadar Zaman Ayırın

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse,
Ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa,
İşte o zaman kavanozu ve kahveyi hatırla:

Bir gün bir profesör, masasının üzerinde birkaç kutu ile felsefe dersindedir.
Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne bir kavanozu alır ve içerisini tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler,
Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker,
Böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, Onlar da "evet" doldu derler.
Tekrar profesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde "evet" derler.
Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen kahveyi alır ve kavanoza boşaltır.
Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek; "eveet" diyerek;

Ben "Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım" der. Şöyle ki;

Bu tenis topları,hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet
diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.

O çakıl taşları ise sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs.

Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

Şayet kavanoza önce kum doldurursanız..." diye, anlatmaya devam eder, "çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir.
Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın, Sıhhatinize dikkat edin, Eşinizle yemeğe çıkın, Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın,
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.

Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; "Pekiyi, o iki fincan kahve nedir?"
Profesör gülerek: "Bu soruyu sorduğuna sevindim. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!"....anlayana ne mutlu
 
Sevgili kul olmak için



Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlânın, yarattıkları içinde en çok sevdiği zat, Peygamber efendimizdir. Bir hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.)
Allahü teâlâ indinde, ondan daha makbul, ondan daha sevgili kul yoktur. Ondan razı olması kesindir. Kim ona benzerse, ondan da elbette razı olur. Kim onu severse, onun sünnetine yapışırsa, Peygamber efendimize benzemeye çalışırsa, onu daha çok sever. Nitekim Ehl-i sünnet âlimleri, (Mütâbeat gibi hiçbir üstünlük yoktur) buyuruyor. Mütâbeat, Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmak, yani ona uymak, onun ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Peki, Peygamber efendimizin ahlâkı nasıl bir ahlâktır? Peygamber efendimiz, (Rabbim beni terbiye etti) buyuruyor.
Peygamber efendimizin vefatından nice seneler sonra gençler, yani Peygamber efendimizin son zamanlarına yetişenler veyahut da tabiinden olanlar, Hazret-i Aişe validemize geldiler, dediler ki:
- Ey annemiz, Peygamber efendimizin ahlâkından bize bir şeyler anlatır mısın?
Hazret-i Aişe validemiz de buyurdu ki:
- Onun ahlâkı, Kur’an ahlâkıydı.
Kur’an ahlakı ne demektir? Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ ne bildiriyorsa, ne buyuruyorsa, Kur’an-ı kerimin sanki şekillenmişi, tecessüm etmiş hâliydi, her hareketi Kur’an-ı kerime uygundu. Yani, Allahü teâlânın rızasına uygundu. Hiçbir fiili, hiçbir sözü, hiçbir hareketi Allahü teâlânın rızası dışında değildi. Öyle bir ahlâk ki, her şeyi Allahü teâlânın rızasına uygun. Onun için Peygamber efendimize benzemek, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın sevgili kulu olmak demektir.
İşte evliya, hakiki Ehl-i sünnet âlimleri, Peygamber efendimize o kadar benziyorlar, Onun sünnetine o kadar yapışıyorlar, Onun dinine o kadar sarılıyorlar ki, artık onlar için Peygamber efendimize tâbi olmanın dışında herhangi bir harekette bulunmak mümkün değildir. Adeta Peygamber efendimizde fani olmuşlar. Ona zaten tasavvufta, (fena-firresul) yani Resulullah efendimizde fani olmak deniyor. Onun gibi oturmak, Onun gibi konuşmak, Onun gibi yatmak, Onun gibi dinlemek, Onun gibi söylemek... Her hâl ve hareketinde tam ve noksansız olarak Peygamber efendimize benzemek... Kimde teşekkül ederse, o Allahü teâlânın sevgili kuludur; çünkü Peygamber efendimize benzemekle, Allahü teâlânın razı olduğu ahlâkla ahlâklanmış oluyor. İşte ancak buna, sevgili kul denir.
 
Çocuklara İmanı Öğretirken Dikkat Edilecek Hususlar





Allah Sevgisi Esas Olmalıdır


Çocuklara her zaman ve her hususta sevgi ile davranılması İslamî prensiplerden biridir. Kur`an-ı Kerim`de baba-oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında, her defasında, babanın oğula hitap tarzının, "Yavrucuğum/ Oğulcuğum" şeklinde olduğu görülecektir (2). Aynı özellik hadislerde de göze çarpmakta ve Hz.Peygamber`in (sav), çocuklara karşı, "Yavrucuğum" şeklinde sevgi ve şefkat ifadesiyle hitap ettiği görülmektedir (3). İslam eğitimcilerinden İmam Gazâlî, Feridüddin Attar ve Keykavus da, çocuklara yönelik yazmış oldukları müstakil eserlerde, nasihatlerine, "Ey sevgili ve aziz oğlum / Yavrum / Oğlum / Ciğerparem/ Ey aziz can / Biricik yavrum / Ey sevgili evladım" gibi sevgi ve şefkat yüklü ifadelerle başlamışlardır (4). Yıllar sonra Rousseau`da da aynı hitap şeklini görmekteyiz. "Emil" adlı eserinde o da, "Azizim Emil/ Sevgili Emil/ Sevgili çocuğum Emil" gibi ifadeler kullanmaktadır. Bütün bu örnekler çocuğa sevgiyle hitab etmenin, önce ona sevgiyle yaklaşarak gönlünü kazanmanın gereğine işaret etmektedir (5).

İnanç duygusunun temeline bakıldığında, iki esas duygu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu. Bu duygular aynı zamanda ibadete yönelten faktörlerdir. Ancak bizim için söz konusu olan, henüz ibadet ile mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl etki bıraktıklarıdır. Yerli-yersiz yapılan Allah korkusu telkinlerinin çocuk ruhunda birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir (6). Bu nedenle, denilebilir ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken bu faaliyette Allah sevgisi esas olmalıdır. Zira henüz mücerred kavramların, suç ve cezanın, günahın ne demek olduğunu kavrayamayan küçük yaştaki çocukların, hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun, "Allah korkusu" şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi, çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların, çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde "Allah seni taş yapar/ Gözünü kör eder/ Cehennemde yakar" vb. ifadelerle vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Her şeyden önce, çocuğa Allah Teâlâ`yı sadece "cezalandıran, azab veren biri" olarak tanıtmak, İslam akidesine ve eğitim ilkelerine ters düşmektedir. Çünkü, Allah Teâlâ`nın, "Celâl" (zâlimleri kahreden, kötüleri cezalandıran) sıfatları yanında, pekçok "Cemâl"(kullarını seven, koruyan) sıfatları da vardır. Gerçekte kullarını çok seven ve "sayılamayacak" kadar nimetler veren AllaH Teâlâ`yı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve saf zihninde, "kızan, azab veren, cezalandıran" biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. Şurası unutulmamalıdır ki, çocuk ruhunu AllaH korkusuyla disipline etmek, belki -bir müddet için- mümkündür; ama bu, kalıcı olmadığı gibi, birtakım zararlı sonuçlar da doğuracaktır. Oysa, çocukların disipline edilmesinde başvurulacak en tutarlı ve sağlıklı metod AllaH sevgisine dayalı bir öğretimdir.

Öte yandan, insandaki duyguları ve bunların nasıl geliştiğini inceleyen Psikanaliz de insanda en temel duygunun sevgi ve bağlanma duygusu olduğunu ileri sürmektedir. Gerçekte iman, ümit ve korku duygularını bir arada ihtiva eden bir kavramdır. Kur`ân-ı Kerim`de, müminlerin vasıfları anlatılırken, onların hem AllaH`ın rahmetini ümid ettiklerinden hem de azabından korktuklarından bahsedilmektedir (7). Nitekim iman duygusu, sevgi ve korkudan kaynaklanarak, sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık duygularına dönüşmektedir. Duygusal gelişmenin, zihinsel gelişmeden önce olduğunu tesbit eden psikologlar, her şeyden önce, çocuğun kalbini kazanarak ondaki güven, ümit ve bağlanma duygularını geliştirmenin gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu nedenle, özellikle 3-8 yaşları arasında verilecek din eğitiminde, AllaH`a iman öğretimi söz konusu olduğunda çocuklara AllaH sevgisine dayalı bir öğretim metodu tercih edilmeli, AllaH korkusu, ancak vicdan gelişiminin başladığı 8-10 yaşlarından sonra bahse konu olmalıdır. Öte yandan, lise öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada da gerek öğretmenler, gerekse öğrencilerin, çocukluk yıllarında ailede gerçekleştirilen din eğitimi-öğretiminde, AllaH korkusundan ziyade, AllaH sevgisinin esas olması gerektiği hususunda görüş birliği içinde oldukları tesbit edilmiştir (8). İki örnek aktarmak istiyoruz.


Bir din görevlisi, 3-4 yaşındaki kızına, bir kandil gecesinde dini konularda bilgi vermek ister. En çok herşeyi yaratan AllaH`ı, sonra da bize iyi ve güzel davranış şekillerini öğreten Peygamberimizi sevmemiz gerektiğini söyleyince, çocuk:

--"Ben Peygamberi Allah`tan daha çok seviyorum" der. Babası şaşkınlıkla sebebini sorunca,

--"Annem bana, "Allah yalan söyleyeni cehennemde yakar" dedi. Allah`ın cehennemi varmış, Peygamber`in cehennemi olmadığı için ben onu daha çok seviyorum" cevabını verir.

***

Altı yaşlarında bir oğlan çocuğu, yaramazlık yaptığı zaman mütemadiyen, "Allah seni sevmez, cehennemde yakar" telkinleriyle vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Bir sabah kahvaltısında çocuk birden bire, --"Baba, bizim köyde de Allah var mı?" diye sorar. Çocuğun bu sorusunu merak eden babası: --"Oğlum Allah her yerde vardır; ama niçin soruyorsun?" deyince çocuk: --"Eğer bizim köyde Allah yoksa, oraya gidecektim de" cevabını verir.


Allah Sevgisi Esas Olmalıdır


Çocuklara her zaman ve her hususta sevgi ile davranılması İslamî prensiplerden biridir. Kur`an-ı Kerim`de baba-oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında, her defasında, babanın oğula hitap tarzının, "Yavrucuğum/ Oğulcuğum" şeklinde olduğu görülecektir (2). Aynı özellik hadislerde de göze çarpmakta ve Hz.Peygamber`in (sav), çocuklara karşı, "Yavrucuğum" şeklinde sevgi ve şefkat ifadesiyle hitap ettiği görülmektedir (3). İslam eğitimcilerinden İmam Gazâlî, Feridüddin Attar ve Keykavus da, çocuklara yönelik yazmış oldukları müstakil eserlerde, nasihatlerine, "Ey sevgili ve aziz oğlum / Yavrum / Oğlum / Ciğerparem/ Ey aziz can / Biricik yavrum / Ey sevgili evladım" gibi sevgi ve şefkat yüklü ifadelerle başlamışlardır (4). Yıllar sonra Rousseau`da da aynı hitap şeklini görmekteyiz. "Emil" adlı eserinde o da, "Azizim Emil/ Sevgili Emil/ Sevgili çocuğum Emil" gibi ifadeler kullanmaktadır. Bütün bu örnekler çocuğa sevgiyle hitab etmenin, önce ona sevgiyle yaklaşarak gönlünü kazanmanın gereğine işaret etmektedir (5).

İnanç duygusunun temeline bakıldığında, iki esas duygu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu. Bu duygular aynı zamanda ibadete yönelten faktörlerdir. Ancak bizim için söz konusu olan, henüz ibadet ile mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl etki bıraktıklarıdır. Yerli-yersiz yapılan Allah korkusu telkinlerinin çocuk ruhunda birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir (6). Bu nedenle, denilebilir ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken bu faaliyette Allah sevgisi esas olmalıdır. Zira henüz mücerred kavramların, suç ve cezanın, günahın ne demek olduğunu kavrayamayan küçük yaştaki çocukların, hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun, "Allah korkusu" şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi, çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların, çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde "Allah seni taş yapar/ Gözünü kör eder/ Cehennemde yakar" vb. ifadelerle vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Her şeyden önce, çocuğa Allah Teâlâ`yı sadece "cezalandıran, azab veren biri" olarak tanıtmak, İslam akidesine ve eğitim ilkelerine ters düşmektedir. Çünkü, Allah Teâlâ`nın, "Celâl" (zâlimleri kahreden, kötüleri cezalandıran) sıfatları yanında, pekçok "Cemâl"(kullarını seven, koruyan) sıfatları da vardır. Gerçekte kullarını çok seven ve "sayılamayacak" kadar nimetler veren AllaH Teâlâ`yı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve saf zihninde, "kızan, azab veren, cezalandıran" biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. Şurası unutulmamalıdır ki, çocuk ruhunu AllaH korkusuyla disipline etmek, belki -bir müddet için- mümkündür; ama bu, kalıcı olmadığı gibi, birtakım zararlı sonuçlar da doğuracaktır. Oysa, çocukların disipline edilmesinde başvurulacak en tutarlı ve sağlıklı metod AllaH sevgisine dayalı bir öğretimdir.

Öte yandan, insandaki duyguları ve bunların nasıl geliştiğini inceleyen Psikanaliz de insanda en temel duygunun sevgi ve bağlanma duygusu olduğunu ileri sürmektedir. Gerçekte iman, ümit ve korku duygularını bir arada ihtiva eden bir kavramdır. Kur`ân-ı Kerim`de, müminlerin vasıfları anlatılırken, onların hem AllaH`ın rahmetini ümid ettiklerinden hem de azabından korktuklarından bahsedilmektedir (7). Nitekim iman duygusu, sevgi ve korkudan kaynaklanarak, sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık duygularına dönüşmektedir. Duygusal gelişmenin, zihinsel gelişmeden önce olduğunu tesbit eden psikologlar, her şeyden önce, çocuğun kalbini kazanarak ondaki güven, ümit ve bağlanma duygularını geliştirmenin gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu nedenle, özellikle 3-8 yaşları arasında verilecek din eğitiminde, AllaH`a iman öğretimi söz konusu olduğunda çocuklara AllaH sevgisine dayalı bir öğretim metodu tercih edilmeli, AllaH korkusu, ancak vicdan gelişiminin başladığı 8-10 yaşlarından sonra bahse konu olmalıdır. Öte yandan, lise öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada da gerek öğretmenler, gerekse öğrencilerin, çocukluk yıllarında ailede gerçekleştirilen din eğitimi-öğretiminde, AllaH korkusundan ziyade, AllaH sevgisinin esas olması gerektiği hususunda görüş birliği içinde oldukları tesbit edilmiştir (8). İki örnek aktarmak istiyoruz.


Bir din görevlisi, 3-4 yaşındaki kızına, bir kandil gecesinde dini konularda bilgi vermek ister. En çok herşeyi yaratan AllaH`ı, sonra da bize iyi ve güzel davranış şekillerini öğreten Peygamberimizi sevmemiz gerektiğini söyleyince, çocuk:

--"Ben Peygamberi Allah`tan daha çok seviyorum" der. Babası şaşkınlıkla sebebini sorunca,

--"Annem bana, "Allah yalan söyleyeni cehennemde yakar" dedi. Allah`ın cehennemi varmış, Peygamber`in cehennemi olmadığı için ben onu daha çok seviyorum" cevabını verir.

***

Altı yaşlarında bir oğlan çocuğu, yaramazlık yaptığı zaman mütemadiyen, "Allah seni sevmez, cehennemde yakar" telkinleriyle vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Bir sabah kahvaltısında çocuk birden bire, --"Baba, bizim köyde de Allah var mı?" diye sorar. Çocuğun bu sorusunu merak eden babası: --"Oğlum Allah her yerde vardır; ama niçin soruyorsun?" deyince çocuk: --"Eğer bizim köyde Allah yoksa, oraya gidecektim de" cevabını verir
 
Evlenecek genç karşısındaki insandan ne beklemelidir?



Değerli Kardeşimiz;

“İçinizden bekâr olanları evlendirin” mealindeki âyeti bizim arkadaşlar “Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı yayınlayın” diye de tefsir ettikleri için, hayli zamandır sıkıştırıyorlardı beni. Tarkan’dı, İkiz Kuleler’di derken, sonunda sıra geldi bu konuya. Ve, evlilik hazırlığı yapan gençlerin çeyizinde bulunsun diye tavsiyelerimi kaleme aldım. Yazdıklarım kişisel fikirlerim sayılmaz; çoğu terapistin de katılacağı tavsiyelerdir bunlar. Şanslı olduğunuzu da bilin. Bizim zamanımızda bu konularda pek konuşulmaz, fikir verilmezdi. Evli-barklı, olgun-oturaklı abilerimiz hep çok daha mühim mevzuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı. Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, gençlerin zihni dağılmasın(!) diye. Öyle olunca da biz fısır fısır konuşurduk aramızda: “Evlensek mi acaba? Nasıl biriyle evlensek?” “Hoşlandığım bir kız var ama namaz kılmıyor, problem olur mu dersin?” “Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum sence?” Siz bu tür açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha rahat konuşuluyor zaten. Doğru karar vermenizde yazacaklarımın da biraz faydası olursa ne mutlu bana.

EVLENMEK ŞART MI?

Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan ve hatta doğrudan Rabbine muhatap olabilen Peygamberimiz (a.s.m.) bile, bazen eşine“Yâ Âişe, konuş benimle!” dermiş, kitaplarda böyle nakledilir. Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak bu zorlu imtihan dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil [karşılık> bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler [paylaşsınlar> ve lezaizde [güzel şeylerde> birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.” “Evet, bir işte mütehayyir [hayret veya tereddüt içinde> kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun [hayalî bile olsa>, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.” “Kalplerin en latifi [duyarlısı>, en şefiki [şefkatlisi>, ‘kısm-ı sani’ [diğer yarım> ile tabir edilen kadın kalbidir.” Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en temel ihtiyaçlarını—barınma, beslenme ve üreme—dahi karşılayan bir kurum olduğu içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde el üstünde tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır. Gelin görün ki, en fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda. Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğindeki ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle. Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi. Hem evlenir, hem şikayet ederler; hem şikayet eder, hem de evlilikten vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır: “Evlenmesek mi?” Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de “Bekâr bayan yarımdır, evlenince tam olur. Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen biter” gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkça da görüyorum ki; bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatım, evlenince, bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddî, manevî, sosyal sahalarda bugüne dek ne ürettiysem, hep evlendikten sonra oldu. (Eşime buradan teşekkürler!) Eski resimleri karıştırdığımda zaman zaman kendi kendine konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci görüp bugünkü hâlime şükrediyorum. Geçenlerde Ulusal Psikiyatri Kongresi’ne katılmıştım. Epeydir görmediğim birçok meslektaşım ve dostumla görüştüm. Son katıldığım kongreden bu yana peşpeşe iki çocuğum daha olduğu için benimle sohbet eden arkadaşların konuşmaları evlilik, çoluk-çocuk gibi konulara yöneldi genellikle. Benim de dikkatim bu konuya çevrildi tabiî. Kim evlenmiş, kim bekâr kalmış, kim boşanmış, kimin kaç çocuğu var? Dikkat ettim, kim ki evlenip yuva kurmuş; daha huzurlu, daha verimli, hedeflerini gerçekleştirmiş. “Nasılsın?” diye sorunca gevrek gevrek gülerek “İyii” diyor. Kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış; huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başıboş dolanıyor. “Yaa, bildiğin gibi işte, birşey yok, ne olsun?” O yüzden Bediüzzaman’ın “Bekârlık, bikârların kârıdır” sözüne aynen katılıyorum. Bekârlık, bu hayatta kazancı olmayanların işidir yani. Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok daha hakikatli bir sözü daha var ki; “Bekâr erkek üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekâr kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir.” Yani erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lâzımdır.Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?

ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN

“Ne iş olsa yaparım abi” diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de tabiî önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce. İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir. En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun. Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen. Adam arkadaşına sormuş: —Evlenmiyor musun? —Şartlarımı tutarsa olur. —Ne istiyorsun ki? —Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun. —Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık! Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. On cümle lütfen
 
Müminlere İyi Davranmak ve Sıkıntılarına Yardımcı Olmak

Mü'minlere iyi davranarak onların sıkıntısını gidermenin mükâfatları şöyledir: 1- Allah-u Teala, mü'min kardeşinin bir üzüntüsünün kalkmasına sebep olan kimsenin, kıyamet gününde ahiret üzüntüsünü kaldırır.

2- Allah-u Teala, dünya hayatında onun rızkını bollaştırır.

3- O dehşetli kıyamet gününde Allah-u Teala'nın azabından emin olur.

4- Mü’min kardeşine yardım edene bütün hayır kapıları açılır ve iyilik yaptığı kişileri rencide etmediği sürece, Allah'ın nimetleri o kimsenin yanında sabit kalır.

5- Mü’min kerdeşine yardım eden kişi, yardım ettiği zamanı, Allah'a ibadet ve taatte geçirmiş sayılır. Ve bu davranışı, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in mescidinde bir ay itikâf etmekten daha sevimlidir.

6- Binlerce melek ona dua ve rahmet talep ederler.

7- Mü’min kardeşine yardım edenin yardımı, onun ateşten muhafaza olmasına sebep olur.

8- Her bir adımda yetmiş şehit sevabı yazılır, yetmiş günahı affolunur.

Bu büyük hayrı kazanmak ve buna nail olmak için bir mü'min kardeşinin sıkıntısını karşılıksız olarak gidermek gereklidir. Elimizden geldiği kadar mü'min kardeşlerimizin ihtiyaçlarını giderelim. Bu fırsatı ve bu büyük hayrı kaçırmayalım.

Çünkü biz mü'min kardeşimize yardımcı olduğumuz zaman, Allah-u Teala da kıyamet gününde bizlere yardımcı olacaktır. İnşaallah-u Teala...
 
NEBE SÜRESİ- AĞLA EY GÖZLERİM


Nebe suresi

39-işte ogün (kıyamet günü) kesin olarak gelecek gündürO halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun(karşısına çıkacak yüz edinsin)
40-Biz yakın bir azap ile sizi uyardık ogün kişi önceden yaptıklarına bakacak (bu dünyadan gönderdiği amellere) ve inkarcı kişi ;keşke toprak olsaydım diyecektir


müslüman akıllı kimsedir bu dünyada iyi ameller işleyip Rabbiminin huzuruna hazırlıklı çıkarÇünkü karşısına çıktığında yüzü olsun Düşünün ki bir misafirliğe yada önemli bir kişiye ziyarete gittiğimizde hemen birşeyler yani hediye götürürüz ayıp olmasın diyePeki bizi yaradana ne götüreceğiz hiç düşündük müYaptığımız ibadetlerin çoğunu kendimiz için yapıyoruz Ya ALLAH 'a cc ne götürelimBelki ALLAH cc için akıttığımız bir kaç damla gözyaşı başka neyimiz varkiALLAH 'ım bu gözyaşlarımı senin korkundan döktüm yaptıklarım yetmicek biliyorum ama şu iki damla gözyaşını kabul etSana getireceğim en güzel hediye belki buben senin yolunda kanımı veremedimDökemedim kanımı hazreti Hamza gibi ama birkaç damla gözyaşı döktüm onu kabul etne demiş şair

Yaradan Rahmetini kahrından üstün saydı
Ne olurdu halimiz Gözyaşı olmasaydı ((necip fazıl) )

Biz hz Musab gibi belki kolumuzu başımızı veremeyiz O' nun yolunda O'nun yüzü var Rabbinin karşısına çıkmaya ya biz napalım ALLAH için bir tokat bile yemedikKeşke bir kaç damla gözyaşı dökebilsek en azından

sinek başı kadar ALLAH yolunda gözyaşı dökeni cehennem yakmazmışÖyle diyo Efendimiz aleyhisselam

Tirmizî;nin Sahih ve hasen olarak Ebû Hureyre;den rivayetinde, Resûl-i Ekrem;
;Sağılan süt memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan kimse de cehenneme girmez Allah yolunda çarpışırken meydana gelen tozla, cehennemin dumanı birleşmez; buyurmuştur

Buhâri ile Müslim;in rivayetinde Resûl-i Ekrem, Allah;ın cc azâbını hatırlayarak gözyaşı akıtanları da kıyamette Arş;ın altında gölgelenecek yedi sınıf insanlar arasında saymıştır

Mahşerde o büyük günde meydanda toplanmış ümmeti Muhammed Cehennem solda ateşini kusuyo ümmetin üstüne Peygamber efendimiz sa ümmetim diye diye feryat ediyo koşuşuturuyo sağa sola ateş yakacak ümmetini yoksaNe yapsa ateş sönmüyoTam bu sırada cebrail aleyhisselam gelir yanına

Bir bardak su verir
-Al şu bir bardak suyu dök cehennem ateşine der
Bir bardak suyu döker hemen cehennem ateşineAteş anında sönerHiç bir bardak suyla sönermi cehennem ateşi merak eder
-Ey Cebrail as bu birdak su neydiki hemen söndürüd ateşi
Şöyle der Cebrail as
-O birdak su varya ümmetinin ALLAH cc korkusundan, ALLAH cc rızası için döktüğü gözyaşlarıdır

Nedemiş bir büyük
-neden ağlıyorsunuz demişler
o mubarekte
-ağlamadan geçirdiğim o günlerime ağlıyorum demiş

Amr bin el-Âs;ın oğlu Abdullah da ;Allah cc korkusundan ağlayan gözden gelen bir damla yaş, benim için altın sadaka vermekten daha sevimlidir; derdi

Kabirde sorgu sual çetin geçer Yaptıkları boşa çıkmıştırve kulun cehennemlik olduğu görülür
bakalım sonra nolmuş

MELEK: Ey melekler bunu götürün cehenneme atın
MEFTAayır durun ne olur,Allah (cc) aşkına götürmeyin beni o cehennem ateşine,durun,ne olur size yalvarıyorum,bir şans daha istiyorum lütfen,lütfen
KİPRİKLER: Durun,durun,götürmeyin onu
MELEK: Siz ne demek istersiniz ey kirpikler?
KİPRİKLER: Evet ey melek bu kul dünyada iken harama baktı,haram yedi,haram olan yerlere gittiAma buna rağmen bir gece Allah(cc)aşkı ile,iman tohumlarının verdiği sevgi ile büyük bir içtenlikle ağlamıştıHalbuki Allah teala;Benim için bir damla gözyaşı dökene cehennem haramdır buyurmuyor mu?Müjde müjde ya kul yüce Allah cc seni affetti cennetliklerdensin


Ağla ey gözlerim ağla dünyalık şeylere ağladığına ağla
ağlamadan geçen günlerine ağla
namazsız geçen günlerine ağla
Kıymetini bilmediğin boş zamnlarına ağla

ibadetle geçirmediğin gençliğine ağla
ağla gözlerim ağla hiç olmazsa sinek başı kadar bir kaç damla
ağla gözlerim ağla ağladığın filmlere ağla
savaşların ortasındaki zulme uğrayan müslümanlara ağla
komşun açken onun farkında olmadığına ağla

gaflet içinde geçirdiğimiz ve ALLAH 'ı cc anmadan zikretmeden geçirdiğimiz anlara ağla
ağla gözlerim gülerek işlediğimiz günahlarımıza yalanlarımıza ağla
Ağlaki kıyamette O bardak içinde benimde bir damla gözyaşım olsun olsun ki bizi cehennem ateşinden korusunAmin,Amin,Amin
 
Namaz kılan askerin muhteşem cevabı

Bir asker,namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere
sordu:
Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup her
gün 5defa namaz kılıyorsun.
Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:
-Şu insan; niçin yanından geçerken toplanıyor,
selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. 'yat'dese yatıyor, 'kalk'dese
kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan birinsan
değil mi?'

Diğer asker cevap verdi:
-'Evet! O da benim gibi birinsan ama rütbesi var,omuzun da yıldızı
var'
Namaz kılan askerin cevabı müthişti:

'-Ey arkadaş!Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana
itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini
tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren birzata niçin itaat etmeyeyim?
Niçin namaz kılıp emrini yerinegetirmeyeyim?
 
EY KENDİM KENDİNE GEL!!




Ey Kendim!
Bilmiyorum beni dinler misin ama sana birkaç şey söylemek istiyorum.



ALLAH yeni kapılar açtı yeni yeni insanlar yeni yeni kitaplar yeni yeni kavramlarla tanıştın. Ne büyük bir heyecandı senin için. Sanki dünyaya tekrar gelmiş gibiydin


Birdenbire kendini dünyanın en şanslı en kısmetli kişisi sandın. Dedin ki kendi kendine bunları neden başkaları da bilmiyor


Sonra etrafındakilere bakışın değişti. Yahu dedin bu insanların hali ne olacak? Bir silkelenseler de kendilerine gelseler


Sonra kimseyi beğenmez oldun. Ne bu avam tavırlar hiç mi tefekkür etmezsiniz dedin.
Evet evet Bunları dedin Üstelik sadece bir iki sayfa bir şeyler okudun da “oldum” sandın “Piştim” sandın. Uzaktaki mum alevini gözüne kestirdin diye “yanmışâ€ mı oldun a saf “benim”
Altında çelimsiz merkep varken sanki son model mercedese binermiş gibi milletin faytonuna laf ettin!



Ne büyük “zan” altındaki merkebi mercedes zannetmek.


Ey Kendim! Kendine gel.


Farzlar halâ farz Sünnetler halâ sünnet Bu okuduğun bir iki sayfa senin bunlara daha sıkı yapışmana vesile olmuyorsa orada dur İşte asıl tefekkürü orada yap Görelim bakalım tefekkür nasıl olurmuş


Ey Kendim! Dediğim gibi kendine gel Yoksa ben getirmesini bilirim.

alıntı
 
nasihat ve yine nasihat


(dünyanın insanlara nasihati)

EY ADEMOĞLU!

Üzerimde ; gezip dolaşıyorsun!
İçimde ; hareket edemeyeceksin!
Üzerimde ; günah işlersin!
İçimde ; hesap vereceksin!
Üzerimde ; gülüyorsun!
İçimde ; ağlayacaksın!
Üzerimde ; neşelenirsin!
İçimde ; mahzun olacaksın!
Üzerimde ; mal topluyorsun!
İçimde ; pişman olacaksın!
Üzerimde ; haram yiyorsun!
İçimde ; kurtlar seni yiyecek!
Üzerimde ; hile yapıyorsun!
İçimde ; zelil olacaksın!
Üzerimde ; sevinçlisin!
İçimde ; üzüntüye düşersin!
Üzerimde ; ışıkta geziyorsun!
İçimde ; karanlığa düşersin!
Üzerimde ; herkesle berabersin!
İçimde ; yalnız kalacaksın


Şu 4 şeyin değerini ancak aşadaki 4 kimse bilebilir.

1. Gençliğin değerini ancak yaşlılar bilir.
2. Huzurun değerini ancak bela çekenler bilir.
3. Sağlığın değerini ancak hastalar bilir.
4. Hayatın değerini ancak ölüler bilir.
 
Üç ortak nasihat



Avf bin Abdullah hazretleri anlatır: Hayır sahibi sâlih insanlar, birbirlerine yazdıkları nasîhat mektuplarında şu üç şeyi yazarlardı:
1- Her kim âhıret için çalışırsa, dünya işleri de kendiliğinden olur, Allah ona kâfîdir.
2- Kim Allah ile arasını düzeltirse yâni Allahü teâlânın emirlerini yapar, yasaklarından kaçınırsa, Allah da insanlarla onun arasını düzeltir. Herkes ona iyi muâmele eder. Geçimleri iyi olur.
3- Kim kalbini, niyetini düzeltirse Allah da onun diğer işlerini düzeltir. Yâni kalbini düzeltir. Yaptıklarını Allah rızâsı için yaparsa, Allahü teâlâ da, dinin emirlerine uymayı ona kolay eyler.
Büyüklerden biri buyurdu ki: Allahü teâlâ bir kimseyi mahvetmek isterse onu üç şeyle cezâlandırır: 1- İlim verir, fakat ilmi ile amel etmeyi nasip etmez. 2- Sâlihlerle arkadaşlık eder, onların hâlleri ile hâllenmeyi nasip etmez. Onların kadrini, kıymetini bilemez. 3- İbâdet kapılarını açar fakat, ihlâs kapılarını kapar.
Bunların üçüne de sebep, o kişinin kalbinin bozuk olmasıdır. Kalbini düzelten kimseler, böyle cezâlara mübtelâ olmazlar.
İhlâs ile yapılan az bir ibâdet, riyâ, gösteriş ile yapılan çok amelden faydalıdır. Allahü teâlâ ihlâs ile yapılan ibâdeti kat kat çoğaltır. Âyet-i kerîmede, “Bir iyilik olursa, onu kat kat artırır. Büyük ecir verir.” buyurulmuştur.
Riyâ, gösteriş için ibâdet yapan kimsenin hâli, para kesesine çakıl taşı doldurup çarşıya çıkanın hâline benzer. Onu görenler “Bu adamın kesesinde ne de çok para var.” derler. Fakat, o kesenin onu görenlerin sarfettiği sözlerden başka, sahibine faydası yoktur. Çünkü, içindekiler ile birşeyler almak istese, kimse, ona birşey vermez. Onunla birşey alamaz. Riyâ için, gösteriş için amel yapanların hâli de buna benzer.
Bir kimse gelip Peygamber efendimize: “Yâ Resûlallah, ben sadaka veriyorum. Bununla Allahın rızâsını kazanmak istiyorum. Aynı zamanda, insanlar tarafından benim hakkımda “hayırlı insan” demelerinden de hoşlanıyorum” dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu: “Kim ki, Rabbinin rızâsını, O’na kavuşmayı diliyorsa, sâlih karşılıksız bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi ortak etmesin!”
 
çok kıymetlı nasıhatler





Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyor ki: Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hallerini gözetmeli, fânî dünyanın haram olan işlerinden yüz çevirip, baki olan ahiret işlerine dönmeli. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, diğer vakitlerde, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır. Sözün kısası, Allahtan gayrı şeylerin sevgisinden korunmalı ve bedeni dinin hükümlerine uymakla süslemeli, onunla meşgul olmalıdır. İş budur, bundan gayrısı hiçtir.
Abdül Kuddüs hazretleri de buyuruyor ki: Vaktin kıymetini bil! Gece gündüz ilim öğrenmeye çalış! Her zaman abdestli bulun! Beş vakit namazı, sünnetleri ile ve tadil-i erkan ile, huzur ve huşu ile kılmaya çalış! Bunları yapınca, dünyada ve ahirette, sayısız nimetlere kavuşursun. İlim öğrenmek, ibadet içindir. Kıyamette, işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibadet de, ihlas elde etmek içindir. İhlas da, hakiki mabut ve kayıtsız, şartsız var olan sevgiliyi [Allahü teâlâyı] sevmek içindir.
İbrahim-i Edhem hazretleri buyuruyor ki: 1- Günah işleyeceksen, Allahın verdiği rızkı yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan edilir mi? 2- Günah işleyeceğin zaman, mülkünden çık! Onun mülkünde Ona isyan edilir mi? 3- Günah işlerken Onun görmediği bir yerde işle! Onun mülkünde, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah işlenir mi? 4- Can alıcı melek, ruhunu almaya gelince, bir müddet izin isteyebilir veya o meleği kovabilir misin? O zaman hemen tövbe et! Çünkü o melek ani gelir. 5- Mezarda, melekler, sual sorunca, (beni imtihan etmeyin) diyerek onları kovabilir misin? Öyle ise, şimdiden onlara cevap hazırla! 6- Kıyamette (Günahkârlar cehenneme) dendiği zaman, ben gitmem diyebilir misin?
Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyin! Kabul eder, veririm) buyuruyor. Ama verilmeyenler de oluyor. Çünkü Ona dua eder, ama itaat etmezler. Peygamberini tanır, Ona uymazlar. Kur’anı okur, gösterdiği yolda gitmezler. Nimetlerinden faydalanır ama şükretmezler. Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilir, hazırlıkta bulunmazlar. Cehennemi, asiler için yarattığını bilir, Ondan sakınmazlar. Ecdadının ne olduklarını görür, ibret almazlar. Kendi ayıplarına bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırlar. Böyle kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına şükretsin! Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?
Osman Gazi’nin oğluna vasiyeti: Allahü teâlânın emirlerine aykırı iş yapma! Bilmediğini İslam âlimlerine sor! İyice bilmeyince bir işe başlama! Ulemaya riayet eyle ki, din işleri nizam bulsun! Nerede bir ilim ehli varsa, ona rağbet et ve saygı göster! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allahın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Herkese ihsânda bulun! İnsan, ihsânın kuludur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ölmek felaket değil, öldükten sonra başa gelecekleri düşünmemek felakettir. Mezhepsizlik ilhaddır. Ehl-i sünnet alimlerine uyanlara müjdeler olsun.
 
Ahirete yarayacak işler



Süleyman bin Ceza’ hazretleri buyurulur ki: “Bütün ibadetlerin kabul olmaları için, önce insanın Ehl-i sünnet itikadında olması ve ibadetlerinin sahih olmaları, sonra, ihlas ile yapılmaları ve insanın üzerinde kul hakkı bulunmaması şarttır.
Hadisi şerifte, “Başkalarına gösteriş için namazını güzel kılan, yalnız olduğu zaman böyle kılmayan, Allahü tealayı tahkir etmiş olur” ve “Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey, şirki asgara yakalanmanızdır. Şirki asgar, riya demektir” ve “Dünyada riya ile ibadet edene, kıyamet günü, ey kötü insan! Bugün sana sevap yoktur. Dünyada kimler için ibadet ettin ise, sevaplarını onlardan iste denir” ve “Allahü teala buyuruyor ki, benim şerikim yoktur. Başkasını bana şerik eden, sevaplarını ondan istesin. İbadetlerinizi ihlas ile yapınız! Allahü teala, ihlas ile yapılan işleri kabul eder” buyuruldu.
Resulullah Muaz bin Cebeli, Yemene vali olarak gönderirken, “İbadetlerini ihlas ile yap. İhlas ile yapılan az amel kıyamet günü sana yetişir“ ve “İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler” ve “Dünyada haram edilmiş olan şeyler melundur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir” buyurdu.
Dünya nimetleri geçicidir. Ömürleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dinini vermek ahmaklıktır. İnsanların hepsi acizdir. Allahü teala dilemedikce, kimse kimseye fayda ve zarar yapamaz. İnsana Allahü teala kafidir. “
Dünyada iki çeşit iş vardır: 1) Dünyaya yarayan işler. 2) Ahirete yarayan işler...
Dünyada dünya için yapılan işlerin hepsi dünyadır, dünyada kalır. Namaz dahi olsa... Ahiret için yapılan işler, yani ahirete gönderilebilen işler, ahiret işidir... Her işimizi yaparken bakmalıyız; biz bu işi niçin yapıyoruz. Allah rızası için yaptıklarımız ahirette karşımıza ecir olarak çıkacak.
İş ahiret işidir. Bu yüzden mümin çok iyi bir tüccar olmalı. Ahiretteki niçin sorusuna cevap aramalıyız. Niçin yemek yiyoruz, niçin evleniyoruz, niçin konuşuyoruz... Haramları zaten geçin... Allahü teâlânın rızası için olmayan her iş dünyalıktır.
 
namaz insanlara acılara dayanma gücü verir


Ebû Hüreyre (ra) buyuruyorlar ki:

"Bir gün karnım çok ağrıyordu. Kıvrılarak yatmakta iken, Aleyhisselâm Efendimiz beni görüp:

- Karnın mı ağrıyor? buyurdular. Cevaben:

- Evet yâ Resûlâllah, dedim. Bana o vakit:

- Kalk namaz kıl! Zira namaz kılmak şifa vasıtasıdır, diye emrettiler." Peygamberimizin bu tavsiyesinin sebeb ve hikmetini, âlimler şu şekilde îzah etmektedirler: Nefis, namaz kılmakla meşgul iken duyduğu maddî acıları unutacak, böylece keder ve elemden kurtulacaktır. Ünlü tabibler vücudun kuvvet ve direncini desteklemek üzere pek çok yolları denerler. Bâzan gıdalarla, bâzan ümitlendirmek ile, bâzan utandırmak veya korkutmak suretiyle insandaki tabiî kuvveti yani, vücudun mukavemet gücünü takviye etmek yoluna giderler. Namaz kılmak ise, tabiblerin başvurdukları bu gücü artırma ve şiddetlendirme yollarının çoğunu kendisinde toplamıştır. Şöyle ki:

Bir kul için namazda bulunduğu sırada korku, dehşet, ümid, sevgi, utanma, âhireti hatırlama gibi insanın tabiî gücünü takviye edecek ve göğsünü genişletip ferahlatacak mânevî tecellilerin meydana geleceğinde ve bu sebeble hastalığın eleminin def`edileceğinde şübhe yoktur. Misâl olarak, Hz. Ali`yi (ra) gösterebiliriz. Bedeninde meydana gelen yaranın tıp açısından, kesilmesi, açılması gerekiyordu. Halbuki buna imkân bulunamamıştı. Bunun üzerine bizzat kendileri razı oldular. Ve ameliyat sırasında namaza durdular. Tabibler hemen ameliyata başladılar. Hz. Ali`nin ise namazı edâ esnasında aldıkları lezzetten dolayı, yaranın açılmasını bile duymadıkları bilinen sağlam ve mevsuk rivayetlerdendir. Ebu Eyyûbe`l-Ensarî Hazretleri evinde iken aile efradına susmalarını emrederler, fakat namaza durunca konuşmalarına müsaade buyururlar, sebeb olarak da aile ferdlerine: - Ben namazda iken sizin söylediklerinizi işitmem, derlerdi. Hattâ bir defa namazda iken mescidin duvarı yıkıldığı halde onunla hiç ilgilenmedikleri de sahih rivayetlerdendir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst