dini sohbet

biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedin: وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205



Dedim: Buda senin yardımını ister
Dedin: أَلَا تُØ*ِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22




Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.
Dedin: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ(Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90




Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?
Dedin:أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104.




Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.
Dedin: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (2) غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِِ ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3.



Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?!
Dedin: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًاALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53.



Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın?
Dedin: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135.


Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.
Dedin: إِنَّ اللّهَ يُØ*ِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُØ*ِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.
Birden 'İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var' dedim.
Sen de أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedin.


Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّØ*ُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَØ*ِيمًا
Ey inananlar! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.



Kendi kendime dedim: ALLAH'ım seni çok seviyorum.
 
Bu fani ömür bitti; az önce!

Kendimize göre ne kadar emîniz. Hayatımızda hiç kimseyi aldatmadık! Belki alenen kimseyi aldatmadık, oyalamadık. Fakat farkına varmadan oyaladığımız, aldattığımız birisi var: Kendimiz...
Her zaman sığındığımız bir kelime: “Biraz sonra yaparım.” Dilimizde küçük bir cümle… O anda rahatlatıcı bir ilaç gibi.

Çocukken alışmışızdır; annemiz çağırdığında, “Biraz sonra giderim.” “Ödevlerimi yarın yaparım.” Derken gençlik zamanımız geldi. Ertelemekten hiçbir şey yapamadık! Kazandığımız bir tek kuytu kafes var: “AZ SONRA!”
Yememizde, içmemizde kısacası fânî ömrümüzde hiç aksama yok. Hatta sipariş verdiğimiz bir yemek on dakika gecikse kıpır kıpır olur, yerimizde duramaz, “Vücûdumuzun gıdası!” deriz. Peki, ya rûhumuzun gıdası olan namazımız, ibâdetlerimiz gecikince neler oluyor? O kadar huzursuz oluyor muyuz? Niye huzursuz olalım ki, ilâcımız hazır: “AZ SONRA!”

“Bugünün işini yarına bırakma!”,”Bir günün öncekinden daha mükemmel olsun!” düsturlarına rahatlıkla göz yumabiliyoruz! Derken bir gün, bir ay, bir yıl, bir ömür geçip gidiyor…

Az bir ömür olan dünya hayatı için “Az sonra!” denilebilir. Fakat ilim veya ibâdet cihetinde bu kafes bizi hüsrâna sürüklüyor. Söz gelimi ibâdetteki sabrımızı sağa sola dağıtırsak, merkezi zayıflatırız. Yani o andaki vakti öldürür, nefis düşmanının silahını kuvvetlendiririz.
Gençliğini hep ertelemekle geçiren bir insan sayısız nimetleri kaybeder. Başta Peygamberimiz (sav)’in, “Sancağımdan başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Allah’a ibâdet ile büyüyen gençler benimledir.” mükâfatından mahrum kalır. “İhtiyarlayınca yaparım!” der, ömür biter!
İşlediği bir kusurda tövbesini erteleyen kimse kiri birikmiş çamaşır gibidir. Bedîüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Günah, kalbi siyahlandıra siyahlandıra nûr-ı îmânı kalpten çıkarır.” Tövbesiz bir seher vakti, bir Berat, bir Kadir, geçer giderken diğer Berata kadar belki ömrü biter. Beynimizde yine aynı efsunlu bir levha: “BİR DAHAKİ SENEYE!”
Hiç düşündük mü? Sahâbe-i Kirâm, Kur’ân ve sünneti yaşamakta bizim gibi değillerdi. Doğrusu biz onlar gibi hiç olamadık! Onlar, kızgın kumlarda namaz kıldılar, oklar arasında tövbe ettiler. Hatta bazı sahâbeler îman ettiler, cihat ettiler, bir namaz vaktine dahi erişemeden şehit oldular.
Rahmetli dedem anlatırdı: Bir gün dokuma tezgâhında çalışan bir işçi, patronundan namaz kılmak için izin ister. Îman ve itâatten nasipsiz zavallı patron, işçiye der ki: “Namaz kazâ olur, iş kaza olmaz!” Bu hâtıra zaman zaman aklıma gelir. Bizim namazımız, ilmimiz gibi uhrevî hayatımız hep kazalarla süslü, hep ertelemelerle dolu. Oysa dünya hayatımız dakik mi dakik. Dünyamızla ilgili neleri erteliyoruz Hak aşkına? Uhrevî işlere gelince, “Ebedî dünyada kalacak gibi” nazlanıyoruz maalesef! “Hiç kat î senedimiz var mı ki gelecek seneye belki yarına çıkacağız!”
Ne bir dakika geri ne bir dakika ileri; ertelenmeyen ölüm zamanı gelince kimse demiyor, diyemiyor: “AZ SONRA!”
Daha önce hiç karşılaşmadığımız ve îfâ etmediğimiz gibi aceleci bir tavırla işlemlerin tamamlanıyor. Ertelediğin amellerin, ilimlerin, tövbelerin ile baş başa kalıyorsun! O anda, yepyeni bir nidâ yükseliyor: “BU FANİ ÖMÜR BİTTİ; AZ ÖNCE!”


irfan mektebi dergisi
 
Ey Allah' ın Kulu!



Nefsin ve şeytanın istediklerinden vazgeç. Keyfine göre hareket etmeyi bırak. Eğer bu dediklerimizi yaparsan, salih kullardan olursun. Tehlikeli bulduğun şeylerden herhangi bir işi yapmaz, hatta düşünmez ve gönül aleminde daima Allah-u Zülcelal' in korkusunu içinden çıkarmazsan, doğrulardan olursun. Sakınmak istediğin nefsanilikden, çevre, arkadaş ve iş dolayısı ile kendini kurtarmazsan, derhal oradan ayrıl! O arkadaşı terk et, işi bırak! O zaman muhacirlerden (hicret edenlerden) olursun.

Gusle, abdeste, namaza, oruca, sabıra, Kur'an okumaya, zikre ve diğer ibadetlere dikkat eder ve onların üzerinde devam edersen, nefis yoluyla gelecek her türlü kötülükten kurtulursun. Bütün bunları yerine getirmekle beraber yinede nefsin arzularına boyun eğersen, iman kalesinde saklanıp korunmaktan başka çaren yoktur. İman kalesi içinde de nefsin afetleri yakanı bırakmazsa, tevhid, iman, marifetullah ve Allah sevgisi ile meşgul olmaya çalış. Mü'min olan kimse, nefsini keyfi arzusu üzerinde zelil etmez. Fakirlik, su-i zan, insanların saygısını yitirme korkusundan dolayı nefsini arzularından men eden kimse, nefsine mağlup olmuş demektir.

İnsanların en merhametlisi, kendi nefislerine merhametleri olamayanlara karşı, merhamet edendir. Görmeye dayanan gerçeklerle meydana gelmeyip, muamelelerden de kurtulmayan kimsenin derdinin çaresini bilir misin?
 
Zaman geri gelmez!..



Geçmiş zaman ne kadar güzel olursa olsun bir daha yaşanmıyor. Şu gençliğini düşünerek ah çeken ihtiyar, şu parlak devirlerini hatırlayarak dövünen toplum, eninde sonunda anlar ki geçen geçmiştir artık. Onu geri getirmek, tekrar yaşamak hiç kimse için bugüne kadar mümkün olmamıştır, olamaz da...
Gerçekten de insanlar, iradelerinin geçmiş zamanla ilgili acı ve tatlı hatıraları önünde aciz kaldığını anlar ve hepsinin bir rüyâ gibi geçtiğini hisseder. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor: “İnsan, rüyâ gördüğü zaman onun rüyâ olduğunu bilmez, gerçek zanneder, uyanınca kendi kendine; meğer bu gördüklerim rüyaymış, der. Aynen bunun gibi ölünce de dünya hayatının bir rüyâ gibi olduğunu anlar.
Bunun içindir ki, kıyamet gününde insanlar dünyada geçirdiği hayatı hayat saymayacak. Fecir suresi 24. ayeti kerimesi buna işâret buyuruyor: “Diyecek ki; keşke ben hayatım için önceden hazırlık yapsaydım.” Bu ayet-i kerimeyi tefsir eden müfessirler dikkatimizi şu noktaya çekiyorlar: “Buradaki hayatım için” demiyorlar, “Hayatım için” diyorlar. Bu da, dünya hayatını hayat saymadığının açıkça göstergesidir.

BİZE DÜŞEN, İBRET ALMAKTIR
Bilmem siz de öyle misiniz? Ben, bir tarih kitabı okurken, meydana gelen olayları, alınan kararları ve yapılan işleri kritik ederim. Sanki o devirde yaşıyormuşum gibi gelir bana...
Böyle olunca, zaman zaman durur, “Keşke bu karar alınmasaydı...” diye kendi kendime hayıflanırım. Sanki, geçmiş zamana sözüm geçecekmiş gibi!..
Zamanı tersine çevirmek, o zamanlara geri dönmek ve o hadiselere tesir etmek artık mümkün değildir. Bize düşen onların yaptıklarından ibret almaktır. Yapmak istediğimiz ne olursa olsun, onun bir benzeri geçmiş zamanlarda yapılmıştır. Başaranlar olmuş, başaramayanlar olmuş. Başarılı olanlar nasıl bu başarıyı elde ettiler. Başaramayanlar niçin başaramamışlar... Bunları öğrenir ve başarılı olanlar gibi hareket edersek, başarılı olmamak için sebep kalmaz.
Zamanı geri getirmek mümkün değil ama, ibret almak mümkündür. Zamanı geri getirme temennisi ise boş bir hayaldir. Şair demiş ki: “Keşke gençliğim bir gün olsun geri gelseydi de ihtiyarlığın benim başıma neler getirdiğini ona anlatsaydım...”
Zaman geri gelmediği gibi onu durdurmak da mümkün değildir. Su gibi akıp gidiyor. Vakit insanın sahip olduğu en değerli şeydir. En kıymetli mücevherden daha kıymetlidir. Kaybedilen mücevher tekrar alınabilir, fakat kaybedilen zaman bir daha ele geçmez.
Her insan için belli bir ömür tahsis edilmiştir. Bu kısacık ömrüyle yaşadığı ve yaşayacak olan üç hayatını kazanmak zorundadır. Dünya hayatı, kabir hayatı ve ahiret hayatı. Bunların en kısası dünya hayatıdır. Önemli olanı da budur. Çünkü üçü de burada kazanılır.
Çalışacak, kendi rızkını ve bakmakla mükellef olduklarının rızkını helâlinden kazanmaya girmek mecburiyetinde olduğu kabrini mamur etmeye ve nihayetsiz yaşayacak olan ahiret hayatında ebedi saadete kavuşmaya...

“ONLAR ÖYLE İNSANLARDI Kİ...”
Bunun için de vaktini boşa harcamamalıdır. Ömür sona erince, Azrâil aleyhisselâmı görünce yalvarır, “N’olur bana bir gün müsaâde et!” O da “Günlerin bitti” der. “Öyle ise bir saat zaman tanı, ne yapacaksam yapayım” der, ancak, ölüm meleği bunu da kabul etmez, ve der ki: “Sana Rabbimiz binlerce saat ömür vermişti onları niçin değerlendirmedin; şimdi bir saat için yalvarıyorsun!”
Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh Tabiinin büyüklerindendir. Eshab-ı kiramı, görmeyenlere tarif ediyor. Diyor ki: “Onlar öyle insanlardı ki; siz nasıl paranızı acıyarak harcıyorsanız onlar da vakitlerini öyle acıyarak harcarlardı. Ne yapsam daha çok sevâp kazanırım düşüncesi ile hareket ederlerdi.”
Kaybedilen para tekrar ele geçebilir ama vakit asla.
alıntı
 
Tevbe ve Gözyaşı


Bir terzi, sâlihlerden bir zâta;

"-Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in:«Allâh Teâlâ, günahkâr kulunun tevbesini, canı boğazına gelmeden kabûleder.» hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz? diye suâl etti.

O zât da sordu:

"-Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?"

"-Terziyim elbise dikerim."

"-Terzilikte en kolay şey nedir?"

"-Makası tutup kumaşı kesmektir."

"-Kaç seneden beri bu işi yaparsın?

"-Otuz seneden beri."

"-Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?"

"-Hayır, kesemem."

"-Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin veotuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiçyapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasib olmayabilir... Sen hiç: «Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!» hadîsini duymadın mı?"

Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da sâlihlerden oldu.

Bu kıssada görüldüğü gibi kulların önünde binbirtürlü dünyâ ve nefsâniyet çukurları vardır ki, bunların en tehlikeliside samîmî tevbeyi devamlı sonraya bırakmaktır. Oysa tevbeyesarılmak, bütün bir ömrümüzün can simididir. Nitekim Rasûlullâh-sallallâhü aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâma «en büyük derdin günâhderdi, ilâcının da gece karanlığında istiğfâr» olduğunu beyânbuyurmuştur.

Çünkü Allâh'a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviyekazanmasında mühim bir yeri olan istiğfâr, mânevî kirlerdentemizlenmenin de yegâne vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır ki, amel-i sâlihler için bu hâl son derece mühimdir. Zîrâ hedefe varmaya mânî olan hususları ortadan kaldırmak ve böylece gönlü asıl gâyeye müsâid hâle getirmek gerekir. Bundan dolayıdır ki rûhî tekâmül için bütün tasavvuf yollarında seherlerdeki evrâda istiğfâr ile başlanır.

İlk tevbe, ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'la başlamıştır. O, tevbesinde:

"Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyân edenlerden oluruz." (el-A'raf, 23) diye niyazda bulunmuştur. Bu duâ, kendilerinden sonra kıyâmete kadar gelecek evlâdlarına bir istiğfâr nümûnesidir.

Ehlullâh hazerâtı tevbeyi üçe ayırır:

1- Avâmın tevbesi: Bunlar günahlarından tevbe ederler.

2- Havâs, yâni seçkin kulların tevbesi: Bunlar gâfil bulunmaktan tevbe ederler.

3- Hâssu'l-hâs, yâni en seçkin has kulların tevbesi: Bunlar da Allâh'a daha yakınlık peydâ edebilmek için tevbe ederler.
 
HIRS :
1638 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs".

(Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047); Tirmizî, Zühd 28. (2340), : İbnu Mâce, Zühd 27, (4234).

1639 - Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin ma1 ve şeref hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir."

Tirmizî, Zühd, 43, (2377).

Mânası şudur: Kişinin mal ve şeref için gösterdiği hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine fesad ve zarar getirir, tıpkı aç iki kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman hâsıl edecekleri zarar gibi...

1640 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."
 
YANLIŞTA OLANLAR OKUYUN-1



SÜNNETE UYMAK ve DÎNDE BİD’AT ÇIKARMAKTAN YASAKLAMA KONUSUNDA

EHL-İ SÜNNET İMAMLARININ SÖZ ve TAVSİYELERİ

1. Muâz b. Cebel-Allah ondan râzı olsun- şöyle der:

" Ey insanlar! İlim kaldırılmadan önce, ilim öğrenmeye bakınız. Şunu biliniz ki ilmin kaldırılması, ilim ehlinin gitmesidir.Bid’atlerden, bid’at çıkarmak-tan ve aşırıya gitmekten sakınınız, siz eski halinize uymaya bakınız."[1]

2. Huzeyfe b. Yemân-Allah ondan râzı olsun- şöyle der:

"Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbının ibâ-det diye yapmadığı hiçbir ibâdeti siz de yapmayın. Çünkü önce gelen, sonra gelene söyleyecek söz bırakmamıştır.Ey âlimler topluluğu!Allah’tan korkun. Sizden öncekilerin izlediği yolu tutun."[2]

3. Abdullah b. Mes’ud-Allah ondan râzı olsun- şöyle der:

"Sizden kim başkasının izinden gidecekse, ölenlerin sünnetine uysun.Onlar bu ümmetin en hayırlısı, kalpleri en iyi, ilimleri en derin ve kendilerini en az külfete sokan Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbıdır.Onlar, Allah Teâlâ'nın Peygamberine arka-daşlık yapmaları ve dînini taşımaları için seçtiği bir topluluktur.Siz de ahlâkınızı onların ahlâkına ve yolunuzu da onların yoluna benzetin.Çünkü onlar dosdoğru yol üzereydiler."[3]

Yine şöyle der:

"(Sünnete) uyun,bid’at çıkarmayın.Sizin başka bir şeye ihtiyacınız yoktur (dîniniz tamamlanmıştır). Siz eski yola uymaya bakınız."[4]

4. Abdullah b. Ömer-Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle der:

"İnsanlar öncekilerin izlerine uydukları sürece doğru yol üzere kalmaya devam edeceklerdir."[5]

"İnsanlar onu güzel görseler dahi, her bid’at dalâlettir."[6]

5. Büyük sahâbî Ebud-Derdâ-Allah ondan râzı olsun- şöyle der:

"Sen öncekilerin izini izlediğin sürece asla sapıtmazsın."[7]

6.Mü’minlerin emîri Ali b. Ebî Tâlib-Allah ondan râzı olsun- şöyle der:

"Eğer dîn görüşe göre olsaydı, mestlerin alt tarafının meshedilmesi, üst tarafının meshedilmesin-den daha uygun olurdu.Ancak ben Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’i mestlerin üstünü meshederken gördüm."[8]

7. Abdullah b. Amr b. el-Âs-Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle der:

"Hiçbir bid’at çıkarılmasın ki o devam etmiş olmasın. Hiçbir sünnet ortadan kaldırılmasın ki onun ortadan kayboluşu devam etmiş olmasın."[9]

8. Âbis b. Rabîa’dan rivâyet olunduğuna göre o şöyle der: Ben, Ömer b. Hattâb’ı Hacer-i Esved’i öperken ve bu arada şunları söylerken gördüm:

"Ben, senin ne fayda, ne de zarar verebilen bir taş olduğunu çok iyi biliyorum. Eğer Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’i seni öperken görmüş olmasaydım, ben de seni öpmezdim."[10]
 
YANLIŞTA OLANLAR OKUYUN-2


9. Adâletli halife Ömer b. Abdulaziz-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"O kavmin durduğu yerde sen de dur.Çünkü onlar bilerek durmuşlardır.Derin bir görüş ile uzak kalmışlardır.O durdukları noktayı açığa çıkarmakta onlar daha güçlü idiler.Eğer bu işte bir fazîlet olsaydı, onu yapmaya da daha layık idiler. Şâyet sizler 'onlardan sonra meydana geldi' diyecek olursanız, şüphesiz onların yoluna aykırı hareket eden ve sünnetinden yüz çevirenden başkası bu yeni şeyi ortaya çıkarmış değildir. Onlar şifâ için yeterli olacak kadarını söylediler, yetecek kadar söz söylediler. Onlardan öteye giden aşırıya gitmiş, onlardan geri kalan hata yapmış olur. Birtakım kimseler onlardan geriye kaldığından dolayı onlar uzak düştüler, kimisi de onları geride bıraktığından dolayı aşırıya gittiler. Onlar ise bu ikisi arasında hiç şüphesiz dosdoğru bir yol üzerinde idiler."[11]

10. İmam Evzaî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"İnsanlar seni reddetseler bile sen selef’in izinden gitmeye bak. Sözleriyle sana süslü gösterseler bile insanların görüşlerinden uzak dur. Çünkü böyle yapacak olursan, sen dosdoğru yol üzere olduğun halde mesele senin için açıklık kazanır."[12]

11. Eyyûb Sıhtiyanî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bid’at sahibinin gayreti ne kadar artarsa, Allah’tan da o kadar uzaklaşır."[13]

12. Hassân b. Atiyye-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bir topluluk dînleri hakkında bir bid’at çıkardılar mı, mutlaka onun benzeri olan bir sünnet onların arasından çekilip alınır."[14]

13. Muhammed b.Sîrîn-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Şöyle diyorlardı:Kişi öncekilerin izi üzere yürümeye devam ettikçe,doğru yol üzerinde devam ediyor demektir."[15]

14. Süfyan-ı Sevrî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bid’at çıkarmak, İblis'e günah işlemekten daha sevimlidir. Çünkü kişi günahtan tevbe eder, bid’atten ise tevbe edilmez."[16]

15. Abdullah b. Mubârek-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Dayandığın şey, eser (öncekilerin izlediği yol) olsun. Sen, görüşlerden hadisi açıklayacak kadarını al."[17]

16. İmam Şafîi-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Sünnete aykırı olarak hakkında konuştuğum ne kadar mesele varsa, ben ondan hayatımda da, ölümümden sonra da dönüyorum, vazgeçiyorum."[18]

Rabî’ b. Süleyman’dan rivâyet olunduğuna göre o şöyle der:

"Şafiî bir gün bir hadis rivâyet etti.Bir adam ona: Ey Abdullah’ın babası sen de bu hadisi delil olarak alıyor musun? deyince, Şâfiî ona şöyle dedi: "Ben Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sahih bir hadis rivâyet edip de onu delil olarak kabul etmezsem şâhit olunuz ki aklımı başımdan yitirmişim demektir."[19]

17. Nuh el-Câmî’den rivâyet olunduğuna göre o şöyle der:
FORUMDAKİ FELSEFECİLER DİKKATLİ OKUYUN

"Ebu Hanife'ye-Allah ona rahmet etsin- şöyle dedim: İnsanların ârâz ve cisimler hakkında söylediklerine ne dersin? O şöyle dedi:"Bunlar felsefecilerin görüş-leridir.Sen esere ve selefin izlediği yola uymaya bak. Sonradan çıkarılmış, her şeyden sakın.Çünkü o bir bid’attir."[20]
 
YANLIŞTA OLANLAR OKUYUN-3



18. İmam Mâlik b.Enes-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Sünnet Nuh'un gemisidir. Ona binen kurtulur, ondan geri kalan suda boğulur."[21]

Yine şöyle der:

"Şâyet kelâm bir ilim olsaydı, sahâbe ve tâbiîn, ahkâm hakkında konuştukları gibi, kelâm hakkında da konuşurlardı.Ancak o bir bâtıla delâlet eden bir bâtıldır."[22]

İbn-i Mâcişûn’dan rivâyet olunduğuna göre o şöyle der: "Ben Mâlik’i şöyle derken işittim:

'Her kim İslam’da güzel görüp bir bid’at çıkarır-sa, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in risâleti edâ etmede ihânet ettiğini iddiâ etmiş olur. Çünkü Allah Teâlâ: 'Bugün sizin için dîninizi tamamladım' diye buyurmaktadır.Bu sebeple o gün dîn olmayan hiçbir şey bugün de dîn olamaz."[23]

19. Ehl-i sünnet imamı İmam Ahmed b. Hanbel -Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bize göre sünnetin esasları, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbının izlediği yola sımsıkı sarılmak, onları örnek almak ve bid’atleri terketmektir.Çünkü her bid’at bir sapıklıktır."[24]

20. Hasan-ı Basrî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bir kimse eğer ilk selef’e yetişmiş olup da, sonra bugün diriltilmiş olsaydı,İslam’dan bildiği hiçbir şey göremezdi. -Bu arada elini yanağına koyduktan sonra sözlerine şöyle devam etti: Ancak şu namaz müstesnâ -Sonra şunları söyledi- : Allah’a yemîn ederim, ancak şu tanınmadık hal içerisinde yaşayıp da o selef-i sâlih’e de yetişmemiş olan kimse bir bid’atçinin bid’atine dünyalık isteyen bir kimsenin dünyasına dâvet ettiğini görmekle birlikte, Allah bu işten o kişiyi koruyup da kalbinin o selef-i sâlih’e arzu duymasını sağlar, böylece o kimse onların yolunu sorup,izini takib etmeye, yolunu izlemeye koyulursa, hiç şüphe yok ki bunların (bid’at ve dünyalığın) yerine ona pek büyük bir ecir verilecektir. Allah’ın izniyle siz de böyle olun."[25]

21. İlmiyle âmil Fudayl b. İyâd'ın-Allah ona rahmet etsin- şu sözleri ne kadar güzeldir:

"Hidâyet yollarına uy.O yolu izleyenlerinin az oluşu sana zarar veremez. Dalâlet yollarından ise sakın.Helâk olanların çokluğuna da aldanma."[26]

22. Abdullah b. Ömer-Allah ondan ve babasından râzı olsun- kendisine bir mesele hakkında soru sorup da baban bu işi yasaklamıştı, diyen kimseye şöyle söylemişti:

"Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in emrine uyulması mı daha uygundur? Yoksa babamın emrine mi?"[27]

Abdullah b. Ömer, sahâbe arasında bid’ate karşı en sert tepki gösteren ve sünnete de en çok uyan kimse idi. Adamın birisi aksırıp, "elhamdulillah ves-salâtu ves-selâmu alâ rasûlillah" dediğini duyunca, İbn-i Ömer ona şöyle demişti:

“Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- bize böyle öğret-medi.Aksineizden biriniz aksırdığında elhamdulillah desin, diye buyurdu.Rasûlullah’a salât ve selâm getirsin, demedi."[28]

23. İbn-i Abbas-Allah ondan ve babasından râzı olsun- Ebu Bekir ve Ömer'in sözleri ile sünnete karşı çıkana şöyle demiştir:

"Bu gidişle fazla geçmeden gökten üzerinize taş yağacaktır.Ben sizlere Rasûlullah-sallahu aleyhi ve sellem- buyurdu diyorum, siz bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle şöyle dedi, diyorsunuz."[29]

İbn-i Abbas-Allah ondan ve babasından râzı olsun- sünneti nitelendirdiği bu sözleri ne kadar doğrudur:

"Sünnet ehlinden bir kimseye bakmak, sünnete dâvet eder ve bid’ati yasaklar."[30]

24. Süfyan-ı Sevrî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Doğuda bir adamın sünnete bağlı olduğuna dâir sana bir haber ulaşırsa, sen de ona selâm gönder. Çünkü sünnet ehli (sünnete bağlı) kimseler azalmıştır."[31]
 
YANLIŞTA OLANLAR OKUYUN-4


25. Eyyûb Sıhtiyanî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Bana sünnet ehlinden birisinin öldüğü haber verildiğinde sanki organlarımdan birisini kaybetmiş gibi oluyorum."[32]

26. Câfer b. Muhammed-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Ben Kuteybe’yi-Allah ona rahmet etsin- şöyle derken işittim: 'Bir adamın Yahya b. Saîd, Abdurrahman b. Mehdî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhaveyh -ve daha başka kimseleri de zikrederek- gibi hadis ehli olan kimseleri sevdiğini görürsen, şüphesiz ki o kişi sünnete uyan bir kimsedir. Bunlara muhalefet eden kimse de bil ki o bid’atçi birisidir."[33]

27. İbrahim Nehaî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Eğer Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbı bir tırnağın üzerini meshetmiş olsalardı, ben de onlara uymanın fazîletini elde etmek için onu yıkamazdım"[34]

28. Abdullah b. Mubârek-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Ey kardeşim, şunu bil ki bugün ölmek; sünnet üzere Allah’ın huzuruna çıkacak her müslüman için bir lutuf ve ikramdır.Elbette biz Allah’a âitiz ve O’na döneceğiz.Yalnızlığımızdan, kardeşlerin gidip bizi bırakmasından, yardımcıların azlığından, bid’atlerin ortaya çıkmasından ötürü Allah’a şikayet ederiz. İlim adamlarının,sünnet ehlinin gitmesi, bid’atlerin ortaya çıkması gibi, bu ümmetin başına gelen büyük musibetlerden dolayı da şikâyetimiz Allah’adır."[35]

29. Fudayl b. İyâd-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

"Şüphesiz Allah’ın kendileri vasıtası ile ülkelere hayat verdiği kulları vardır ki onlar sünnet ashâbı kimselerdir."[36]

30. İmam Şafiî’nin ehl-i sünneti nitelendirdiği şu sözleri ne kadar doğrudur:

"Ben, hadis ashâbından bir adamı gördüğüm zaman sanki Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbın-dan birisini görmüş gibi oluyorum."[37]

31. İmam Mâlik-Allah ona rahmet etsin- sözünü ettiğimiz bütün imamların sözlerini özetleyen büyük bir kâideyi şu sözleriyle ortaya koymaktadır:

"Bu ümmetin başı ne ile düzelmişse, sonu da ancak onunla düzelir.O gün dîn olmayan hiçbir şey bugün de dîn olamaz."[38]

Bunlar Ehl-i Sünnet vel-Cemaat olan selef-i sâlih’in önderlerinden bazılarının söyledikleri sözlerdir. Onlar insanlara en iyi nasihat eden, insanlar arasında ümmetinin iyiliğini en çok isteyen, onların ne ile düzeleceklerini ve ne ile hidâyet bulacaklarını en iyi bilenlerdi.Onlar, Allah Teâlâ'nın kitabı ve Rasûlünün sünnetine sımsıkı sarılmayı tavsiye etmekte, sonradan ortaya çıkmış işlerden ve bid’atlerden sakındırmakta, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in onlara haber verdiği şekilde kurtuluş yolununun Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetine ve onun yoluna sımsıkı sarılmak olduğunu bildirmektedirler.

Selef-i Salih'in Akidesi - Ebu Muhammed Abdullah b. Abdulhamid b. Abdulmecid el-Eserî
 
YANLIŞTA OLANLAR OKUYUN-5 DELİLLERİ


[1] İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"
[2] İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[3] Beğavî, "Şerhus,Sünne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[4] Dârimî, süneninde rivâyet etmiştir.
[5] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[6] Adı geçen eser.
[7] İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[8] İbn-i Ebî Şeybe, "el-Musannef" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[9] İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[10] Buharî ve Müslim
[11] İbn-i Kudâme; "Lum'atul-İ'tikâd el-Hâdî İlâ Sebîlir-Raşâd"
[12] el-Hatîb; "Şerafu Ashâbil-Hadîs" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[13] İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"
[14] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[15] Adı geçen eser.
[16] Beğavî, "Şerhus,Sünne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[17] Beyhakî; "Sünenül-Kübrâ"da rivâyet etmiştir.
[18] El-Hatîb; "el-Fakîh vel-Mütefakkih" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[19] İbn-i Batta, "el-İbâne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[20] El-Hatîb; "el-Fakîh vel-Mütefakkih" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[21] Suyûtî; "Miftâhul-Cenne Fil-İ'tisâm Bis-Sünne"
[22] Beğavî, "Şerhus,Sünne" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[23] İmam Şâtıbî; "el-İ'tisâm"
[24] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[25] İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"
[26] İmam Şâtıbî; "el-İ'tisâm"
[27] İbn-i Kayyim; "Zâdul-Meâd"
[28] Tirmizî süneninde hasen bir senedle rivâyet etmiştir.
[29] Abdurrezzâk; "el-Musannef" adlı eserinde sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[30] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[31] Adı geçen eser.
[32] Adı geçen eser.
[33] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[34] Ebû Dâvûd, süneninde rivâyet etmiştir.
[35] İbn-i Vaddâh; "el-Bideu ven-Nehyu Anhâ"
[36] El-Lâlekâî; "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat İtikâdının Esasları Şerhi"nde rivâyet etmiştir.
[37] el-Hatîb; "Şerafu Ashâbil-Hadîs" adlı eserinde rivâyet etmiştir.
[38] Kadı İyâd;" eş-Şifâ". Cilt: 2, sayfa: 88
 
: Ayıpları Araştırmayın...!!!


Sadi Şirazi bir nasihatinde şöyle söyler:
"İyi olsun, kötü olsun, hiç bir kimse için fena söyleme, ey aklı başında olan yiğit gönüllü!
Yoksa fenayı kendine düşman edersin, iyiyide kötü yaparsın. Kim sana:

"Filan kişi fenadır" derse bil ki kendi ayıbını belirtmektedir. Çünkü o filan kişinin hareketi
isbata muhtaçtır. Ama berikinin kötülüğü meydanda duruyor.
Elalemin kötülüğünden bahsettiğin taktirde , sözün doğru olsa bile, özün kötü sayılır."

Bu nasihatten ders almalı.
Başkasınınkötülüğünü ortaya dökerek boş yere kendi içimizi karartmak insanlığa yakışmaz.

İnsanların iyi veya fena olduğu bizden sorulmayacaktır değerli arkadaşlarım.

Bize ancak bizi soracklardır
Dilini koruyup koruyamadığının hesabını isteyeceklerdir.
Ona göre konuşalım arkadaşlar.
 
Dünya ve âhiret iyilikleri verilen kimse




Peygamber Efendimez, her Müslümanın güzel ahlak sahibi olmasını, herkese iyilik yapmasını, sertlik gööstermeyip yumuşak huylu olmasını emretmiştir. Bununla ilgili hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve âhiret iyilikleri verilmiştir” “Haya, imandandır. İmanı olan Cennetdedir. Fuhş, kötülüktür. Kötüler Cehennemdedir” “Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz. Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mümindir” “Yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, hayvanın üzerinde, yularını tutan kimse gibidir. Durdurmak isterse, hayvan ona uyar. Taşın üzerine götürmek isterse, hayvan oraya koşar” “Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir kimse kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin ortasında çağırır, “Cennetde istediğin hûrinin yanına git” der”
“Cennete gidecek olanları haber veriyorum dinleyiniz! Zayıftırlar, güçleri yetmez. Birşey yapmak için yemîn ederlerse, Allahü teâlâ, bunların yemînlerini, muhakkak yerine getirir. Cehenneme gidecek olanları bildiriyorum, dinleyiniz! Sertlik gösterirler. Acele ederler. Kendilerini üstün görürler” buyuruldu. “Bir kimse ayakta iken kızarsa, otursun, oturmakla geçmezse, yatsın!” “Sarı sabır maddesi balı bozduğu gibi, kızgınlık da, imanı bozar” “Allah için aşağı gönüllü olanı, Allahü teâlâ yükseltir. Bu, kendini küçük görür. Fakat, insanların gözünde büyüktür. Bir kimse, kendini başkalarından üstün tutarsa, Allahü teâlâ onu alçaltır. Herkesin gözünde küçük olur. Kendini yalnız kendisi büyük görür. Hatta köpekden, domuzdan daha aşağı görünür” “Bir kimse, dilini tutarsa, Allahü teâlâ onun utanacak şeylerini örter. Gadabını tutarsa, kıyâmet günü, Allahü teâlâ azâbını ondan çeker. Bir kimse Allahü teâlâya yalvarırsa, onun duâsını kabûl eder” “Bir kimse insanların kızacakları şeyde Allahü teâlânın rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onun işini insanlara bırakır”
 
Âlimlerin güzel bazı nasihatleri




Peygamberlerin yaptıkları gibi, onların vârisleri olan büyük âlimler de, insanların hem dünyâda, hem de âhirette mes’ûd ve bahtiyar olmaları için, onlara zaman zaman güzel nasîhat ve tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Meselâ bazı âlimler, yapmış oldukları nasîhatlerinde buyuruyorlar ki:
İlimler çoktur; fakat ömür kısadır. O hâlde önce dinde zarûrî lâzım olan ilimleri öğrenmelidir. Dünyâ hayâtı âdetâ bir hayâldir. İnsanların çoğu hayâl peşinde koşuyorlar. Ne ahmaklıktır hayâl peşinde koşmak... Dünyâ geçici ve kısadır; dünyâ hayâtı ise azın azıdır; bunun da çoğu gitti, azı kaldı.
Dünya bir hiçtir; hiç ile uğraşan da hiçtir. Tövbeyi yarına bırakmamalıdır, zira ölüm ansızın gelip yakalar.
Dünya bir deniz gibidir; çok kimse orada boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olursa kurtulursun.
Allah, bir kuluna imân vermiş ise, ne vermemiştir? İmân vermedi ise, ne vermiştir? Her namazı, “bu son namazım” diye kılmalıdır.
Allahü teâlâ, iyilik murat ettiği kullarını iyilikte, felâket murat ettiği kullarını felâkette kullanır. Müslüman için en büyük felâket, Ehl-i Sünnet i’tikâdına sâhip olmamak, olunca da bu ni’metin kıymetini bilmemek olur.
Rahmet, karşılıksızdır; azâp ise isyânın cezâsıdır, karşılığıdır. Azâba ma’rûz kalmamak için itâat şart. İtâat ettin mi korkma. Sevgi ise itâat demektir. Sevginin derecesi de itâatteki sür’at ile ölçülür.
Şu 3 şeye sarıl, bunlara mâni olan her şeyi terk et:
1- Namazları vaktinde kıl, 2- Harâmlardan sakın 3- Helâl kazanç edin.
Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerde zerre kadar iyilik yoktur.
Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamah etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.
Allahü teâlâdan ümit kesmek küfürdür. Onun için Rabbimizin mağfiretinden dâimâ ümitli olacağız. Hepimizin günâhı çok, tövbemiz de bozuk. Tövbenin kabûl olabilmesi için, şartlarına uygun olması lâzım. Bizler, tövbemizi unutuyoruz. “Yüz kere tövbeni bozsan, yine de ümidini kesme” buyuruluyor. [Burada, Hazret-i Mevlânâ’nın sözünü hâtırlıyalım.] İşte bu, bizler için büyük müjdedir.
Hastalıklar, mü’minlere, îmânı olanlara, Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Cenâb-ı Hak’tan kuluna gelen her şey, o kul için hayırlıdır. Her ne gelirse yahşidir (güzeldir). Zira dostun bahşıdır. Allahü teâlâ, kullarına kötülük yapmaz, zulmetmez. İnsanlar kendi kendilerine kazdıkları kuyuya düşüyorlar. Allahü teâlâ Rahîm’dir; ama aynı zamanda O’nun azâbı da çok şiddetlidir.”
Yine İslâm âlimleri buyuruyorlar ki:
Şu üç kimsenin hâline şaşılır:
1- Ölüm kendisini yakalamak üzere olduğu hâlde, o dünyâlık peşindedir.
2- Gaflete dalıp, kendini unuttuğu hâlde, unutulmamış olup, hesâba çekilecektir.
3- Kendisinden, Rabbinin râzı olup, olmadığını bilmediği hâlde, râhatça güler.
Ölümden şüphen varsa, yatıp uyuma. Uyumak zorunda kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphen varsa, hiç uyanma. Uykudan uyandığın gibi, öldükten sonra da dirileceksin. Her gün uyuyup uyandığımız için, bu enteresan hâdise, bize artık normal bir iş gibi geliyor.
Nasîhat ederken kendini unutma! Muma benzeme. Mum başkasını aydınlatırken kendisini yakıp eritir. Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabâh zikrederken, sen uykuda olma. [Bu nasihati, Hazret-i Lokmân Hakîm, oğluna yapmıştır.]
Eski âlimler “Eğitim” üzerinde çok dururlardı. Eğitim kelimesinin, eski literatürümüzdeki adı da “Terbiye” idi. “Terbiye”: “Kişiyi, yavaş yavaş, rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak” demektir.
Tahrîm suresinin 6. Âyet-i kerîmesinde buyurulmuştur ki:
“Ey inananlar! Kendinizi ve âilenizi (çoluk-çocuğunuzu), yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten (Cehennem ateşinden) koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”
Görüldüğü üzere, bu âyet-i kerîmede, mü’minlere, âile efrâdını, çoluk-çocuklarını terbiye etmeleri, eğitmeleri vazîfesi verilmiştir.
İslâm âlimlerinin önde gelenlerinden İmâm Gazâlî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Allahü teâlâ, bir kulunu severse, âhirete yarar işler, iyi, güzel ameller yaptırır. Allahü teâlâdan hidâyet olmazsa, yüzlerce kitâb okusa, nasîhat dinlese yola gelmez. Yanî terbiye kabûl etmeyen kimseye nasîhat vermek, boşa uğraşmaktır.
Terbiyenin edeblendirme, cezâlarını verme şeklinde 2. bir manâsı daha vardır.
“Edeb”, “te’dîb” kelimelerinin terbiye, eğitim kelimeleriyle çok yakın alâkası vardır. Eğer bir insan, edebli bir insan haline getirilebilirse, eğitimde istenilen maksada, arzû edilen hedefe kavuşulmuş demektir.
 
Ey Nefsim Düşünki Sen Öldün !



Ey Nefsim!

Düşün ki sen öldün. Şimdi kabre girmek zamanı geldi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Kabir ya cennet köşklerinden bir köşktür ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi, Beyhaki) Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Mü’min genişleyen ve aydınlanan kabrinde yeşil bir bahçede olur. Kafir ise, daralan ve kararan kabrinde yılan ve akreplerin hücumuna uğrar. Bu yılan ve akrepler, kıyamete kadar onu ısırıp zehirlerler.” (İbn-i Hıbban)

Bildirildiğine göre Abdullah b. Ömer (R.A) şöyle demiştir; "Mü’min kul mezara konulunca, kabri yetmiş arşın uzunluğunda genişleyiverir. Üzerine reyhan kokuları saçılır, ipekli elbiselere büründürülür. Eğer dünyadayken, birazcık bile olsun Kur'an okumuş ise, onun aydınlığı kendisine yeter. Yok eğer hiç Kur'an okumamış ise, güneş gibi parlak bir nurla kabri aydınlatılıverilir. Onun kabrindeki hayatı taze bir gelinin hayatı gibi olur. Rahat uykusundan kendisini sadece aile fertleri uyandırır. Yatağından kalkınca da uykusuna doymamış gibi mahmurdur. Buna karşılık kafir kulun kabri öylesine dar olur ki, içinde kaburga kemikleri karnına geçer. Ayrıca üzerine deve boynu iriliğinde, yılanlar salınır, yılanlar kemiklerini çırılçıplak hale getirinceye kadar, vücudundaki etlerin tümünü yiyip bitirirler.

Arkasından yanına kör, sağır ve dilsiz azap melekleri gönderilir. Bu azap meleklerinin yanında demir topuzlar vardır, bu topuzlarla onu dövmeye koyulurlar. Döverken feryadını duymazlar ki haline acısınlar! Kendisini görmezler ki, ona merhamet etsinler!
 
dört mevsim

Bir zamanlar 4 Oglu olan bir adam varmis. Cocuklarinin cok erken karar vermemeleri ve onyargili olmamalari icin onlari bu konuda egitmek istemis. Boylece her birini uzak bir yerde duran Agacin yanina gidip ona bakmalarini istemis.

Ilk oglan Kisin gitmis, Ikincisi Ilkbahar, ucuncusu yazin ve sonuncusu sonbaharda. Geri donduklerinde hepsini bir araya cagirmis ve ne goruklerini sormus.

Ilk Oglan Agacin cok cirkin, yasli ve kupkuru oldugunu soyledi.

Ikinci oglan Hayir yesillikle doluydu ve canliydi dedi.

Ucuncu oglan baska fikirdeydi .Cicekleri vardi ve kokusuyla goruntusuyle o kadar muhtesemdi ki daha once hic boyle bir sey gormemisti.

Sonuncu Oglan hepsinin haksiz oldugunu ve agacin meyvelerle dolu, canli ve hayat dolu oldugunu belirtti.

Yasli Adam Ogullarina hepsinin hakli oldugunu soyledi. Cunku hepsi farkli mevsimlerde agaci gormeye gitmisti. Onlara bir Agaci veya bir Insani kisa bir sure veya bir mevsim tanidiktan sonra yargilayamayacaklarini anlatmaya calisti. Ya da neye sahip olup olmadiklarini .....

Gercekleri ancak sonunda 4 mevsimi gordukten sonra gorursunuz .

Eger kisin vazgecersen, Ilkbaharin nimetinden olursun, Yazin Guzelliginden ve Sonbaharin butunlugunden de...



Bir mevsimin acisinin, diger guzel mevsimleri parcalamasina izin vermeyin.

Hayatinizi bir mevsim (bir donem) yuzunden yargilamayin....
 
Ayakta Kalmak!!

Ayakta kalma durumu her şekilde çıkar karşımıza.
Sağlıklı olmak adına ayakta kalma isteği,
Mutluluktan dolayı ayakta kalmak; bu duygunun yaşattığı çoşku ile en yükseğe zıplamak için.
Saygıdan dolayı ayakta kalmak.
Sevgiden ve hürmetten dolayı ayakta kalmak.
Otobüste yaşlı insanlara yer vermek için ayakta kalmak.
Geç kaldığın için ayakta kalmak.
Hata yaptığın için ceza olarak ayakta kalmak.
Yoksulluktan dolayı ayakta kalmak.
Heyecandan, ne yapacağını bilemediğin için ayakta kalmak, bunu istemek. Hareket etmek için ayakta kalmak; en uygun anı beklemek.
Birini beklediğin, özlediğin için ayakta kalmak.
Umudunu kaybetmemek için, haber almak için ayakta kalmak.
Önünü görmek için ayakta kalmak.
Yürümek istediğin için ayakta kalmak.
Hükmetmek için ayakta kalmak.
İnsanlara seslenmek için ayakta kalmak.
Eğlenmek için ayakta kalmak; bir konserde sevdiğin sanatçıyı izilemek için...


Sözün gelişi "ayakta kaldın geç şöyle otur" dendiğinde de farkına varmak ayakta kaldığının.


Ya çok isteyipte ayakta kalamayanlar....????
Bunların hiç birini yapamayacak olanlarımız(!)(!).... Ben bunu gördüm bugün...
 
İhlasın devamlı olması için



Suriye’de yetişen evliyâdan Seyyid Abdülhakîm Hüseynî hazretlerinin talebesi “İhlâsdan çok bahs edilir. İhlâs nedir?” diye sorunca da; “İhlâs; illet ve gâye olmaksızın yalnız Allah için günâhı terk ve emirleri yapmaktır. Yâni vargücünü Allahü teâlânın emrine sarf etmektir. Bu hâlde sebat etmenin zâhirine takvâ, özüne ihlâs ismi verilmiştir. Meselâ kimin düşüncesi mîdesi olursa, kıymeti ondan çıkan kadardır. Binâenaleyh himmetini şöhrete, şehvete harcayanın hâli mâlûm olur.” dedi.
Şam’ın ileri gelen mutasavvıf ve muhaddis âlimlerinden İbn-i Muhayriz, alışveriş için kimsenin dikkatini çekmeden girdiği mağazadan alacağı malları seçiyordu ki, bu sırada kendisini fark eden birinin mağaza sahibine, “Mallara bakan şu zat Şam’ın büyük mutasavvıflarından İbni Muhayriz’dir, ona ucuza ver.” dediğini duydu. Bu tanıtımdan rahatsızlık duyan tasavvuf büyüğü, şu ikazı yaptı, “Biz buraya paramızla mal almaya geldik, dinimizle değil! Bizim ilmimiz Allah rızası için İslamı doğru anlamak ve doğru yaşamak içindir, ucuza mal almak için değil. Bizi ilmini menfaatine alet eden din adamı durumuna düşürmeyin!”
İhlas da derece derecedir. Uğraşmadan, zorlamadan, külfetsiz ele geçen ihlâs devamlı olup, hakkalyakîn mertebesinde ele geçer. Devamlı ihlâs sâhibi, her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapan muhlastır. Muhlas olana, ibâdet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzûsu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden gelir.
Muhlaslar ile, ihlâsı çalışarak elde eden muhlisler arasında fark çoktur. İlim ve amele dâir öğrenmekle, anlamakla hâsıl olan kelâm ilminin bilgileri, tasavvuf yolunda ilerleyenlerde keşf yolu ile hâsıl olur, ele geçer.
Ameller, ibâdetler kolayca, seve seve yapılıp, nefis ve şeytandan hasıl olan tembellik ve gevşeklik kalmaz. Günâhlar, harâm olan şeyler çirkin, iğrenç görünür. Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: “İblis, senin mutlak kudretine and olsun ki, onlardan (Allahü teâlânın kullarından) muhlas olanlar hâriç hepsini azdıracağım, dedi.” (Sâd sûresi: 82-83).
 
HUZURLU BİR HAYATIN YOLU



Ölü olsun diri olsun sakın kimseyi küçük görme; sonra helak olursun. Çünkü bilemezsin, belki o senden daha hayırlı birisidir. Kötülediğin kimse şimdilik fasık olabilir, ancak sonuç önemlidir. Kim bilir, belki sen onun şimdiki hali üzere ölürsün, o ise güzel bir halde gidebilir.



Sırf zengin olduğu için kimseyi gözünde büyütme. Çünkü bütün dünya ve içindekiler Allah katında küçüktür. Dünya ehlini gözünde büyüttüğün an, dünya büyümüş, ancak sen Allah katında küçülmüş olursun.



Dünyalık elde etmek için sakın dininden ve edebinden bir şey verme. Böyle yaparsan, değil Allah katında, kendilerine şirin gözükmek istediğin insanların gözünde de düşmüş olursun. Ayrıca eline de bir şey geçmez. Hem dininden, hem dünyalıktan olursun. Böyle yapmakla eline dünya malı geçerse, hayırlı olanı verip adi olanı almış olursun ki, sonuç yine zarardır.



Yüce Rabbinin takdir ve tecellilerine razı ol. İnsanlara ve özellikle dünya ehline halinden şikayet etme. Sonra Allah seni onlara bırakır, perişan olursun.



Kendin zengin isen, kimseye ihtiyacım yok diye kibirlenme. Çünkü Allah Teala bir gün seni beğenmediğin o kimselere muhtaç eder ve sana kibrinin cezasını çektirir.



Her gördüğüne hemen vaaz ve sohbete başlama, bak, söylediğini anlar ve alır durumda ise sohbet et; değilse sükutu tercih et.buna dikkat etmezsen, çoklarıyla bozuşursun.



Bir şahsı hedef alarak kimseye öğüt ve nasihat verme. Sadece, ortada olan ve çokları tarafından yapılan bir kusura dikkat çekmek için konuş.



İnsanlardan bir iyilik gördüğün zaman önce Allah’a şükret, sonra ona vesile olan kimseye teşekkür et. Nimeti göndereni unutma, getireni de ihmal etme.



İnsanlardan bir kötülük gördüğün ve bir kınama ile karşılaştığın zaman, hemen karşılık vermeye, kendini temize çıkarmaya kalkma.



Sana kötülük yapanları Allah’a havale et, kötülüklerinden O’na sığın. Eğer intikamla uğraşırsan, daha büyük zararla karşılaşırsın ve ömrünü boş yere harcamış olursun.



Seninle uğraşanlara; “ Ben en iyi bir adamım,lakin siz kıymetimi bilemiyorsunuz! Deme ve böyle düşünme. İyi bil ki, gönüllere sevgi veren ve dilediğini kullarına sevdiren sadece Allah Teala’dır. Senin hakkın olan sevgi sana gelir, endişe etme.



İnsanların içinde bulunduğun zaman, onların doğru sözlerine kulak ver, kötü sözlerine karşı sağır ol. Konuşunca hakkı muhafaza etmek için konuş. Yanlış işler için bir kelime bile sarf etme.



Her gördüğün kimse ile sohbet etme, herkesle beraber olayım deme. Çünkü insanların çoğu sende gördüğü yanılmaları hoş karşılamaz, hatalarını affetmez, kusurlarını örtmez. Üstelik sende gördüğü bir kusuru yayar, dostlarınla aranı açar.



Arkadaş olacağın kimseyi iyi seç, onu dene, tanı.



Arkadaş olacağın kimsenin bir vazifeye getirildiğinde veya vazifeden alındığında nasıl davrandığına bak.



Onun zenginlik ve fakirlik hallerindeki davranışlarını kontrol et. Kendisiyle yolculuk yap, alışverişte bulun. Ona çok muhtaç olduğun andaki davranışını gör.



Eğer bütün bu hallerde kendisinden hoşnut ve razı olursan onunla arkadaş ol. Senden büyükse onu baba gibi say, küçükse evlat gibi sev, sahip çık.



Sana Allah’ı hatırlatacak bir arkadaş bulunca ona sımsıkı sarıl, ondan ayrılma, onu küçümseme. Onu kendin için bir devlet bil. Böyle kimseler mümin için bir ganimettir. İyi arkadaş yalnızlıktan hayırlıdır.



Pek tanımadığın bir Müslüman sana bir ikramda bulunursa, onu güzel niyetle kabul et. “Bunu nerden aldın, bu haram mıdır,helal midir?” diye sorma. Adamın Müslüman olması ve malın da elinde bulunması senin için kafidir. Boşuna vesveseye düşme. Devir bozuktur, araştırmak lazımdır, deme. Müslümana kötü zan beslemen helal değildir.



Sana karşı kötülük yapanları affedip onlara iyilik yapman bir fazilettir. Fakat başkalarına zulmeden ve Allah’a isyan eden kimselere ihsan ve ikram edilmez. Çünkü zalime ihsanda, mazluma haksızlık vardır. Mazlumun hakkına riayet daha mühimdir.



İnsanı gıybetten ve başkalarını kötülemekten iki şey alıkoyar : Birincisi, kendi kusurlarını düşünmek ve onların tedavisiyle meşgul olmak, ikincisi de zikrullah ile arkadaş olup dilini tutmak.
 
İhlası elde etmenin yolu



Ebu Abdullah el-Antakî hazretleri buyurdu ki: “Allahü teala kıyamet gününde, yaptığını ihlasla, yapmayan kimseye, ‘Kimin için yaptıysan git amelinin sevabını ondan al! Dünyada iken ilim ve amelinden dolayı insanlar sana toplantılarda yer vermediler mi? Sen onlara reis olmadın mı? Alış-verişinde kolaylık göstermediler mi? Sana çeşitli ikramlarla bulunmadılar mı?’ buyuracak. Böylece dünyada gördüğü mükâfatları bir bir sayacak ve âhirette riyakârlara verilecek bir mükâfat olmadığını bildirecektir”
İhlasla yapılmayan her şey yalandır, dünyada kalacak. Zaten dünyanın kendisi hayaldir, yalandır. Büyüklerden bir zat sohbetini bitirmiş, en son demiş ki talebelerine: Şimdi size bir yalan söyleyeceğim. Talebeler böyle bir şey duymadıkları için sormuşlar. Efendim anlayamadık. Tekrar, şimdi size bir yalan söyleyeceğim demiş. Eğer yalanım sonradan meydana çıksaydı günaha girerdim. Ama ben yalanı peşinen söylüyorum. Talebeler dikkatle dinliyorlar.
Buyuruyor ki, şu anda kapıdan içeri falanca girecek. Talebelerin hepsi birden kapıya bakıyorlar gelen giden yok. O zat devam ediyor: Ben size peşinen yalan söyleyeceğim dedim, siz yine de kapıya yöneldiniz. Dilimizde tüy bitti diyor. Bütün kitaplar yazıyor. Bu dünya yalandır diye. Siz hâlâ dünyanın peşinde koşuyorsunuz. Yalanın peşinde koşuyorsunuz. İşte insanın nefsi bu. İşte şeytanın aldatması bu. Adamı rüya peşinde, hayal peşinde koşturur.
İhlâs elde etmenin, ihlâsı düzeltmenin bir tek yolu vardır; o da sohbettir. Sohbet demek, illa bir şeyler dinlemek, bir şeyler öğrenmek demek değildir. Sohbet; beraber olmak demektir. Sohbetin esası kalb ilmidir, beyin ilmi değildir. Bilgi akıtmak değil, feyz akıtmaktır. Feyz, kalpten kalbe intikâl eder. Konuşmakla değil, sevgi ve muhabbetle akar.
Büyüklerin, Allah adamlarının isimleri anıldığı yere rahmet yağar, hem de kalbe feyz akar. İki müslüman bir araya gelse, muhakkak kalpten kalbe feyz akar. Dolayısıyla, ihlâsın kaynağı, ihlaslılarla beraber olmaktadır. İhlâslı olmak demek; konuşmasında, oturmasında, yemesinde, içmesinde, herhangi bir dünyevî menfaati olmamak demektir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst