dini sohbet

Kalbin Cilası

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Şu kalpler, paslanır. Onların cilâsı, Kur'an okumak, ölümü düşünmek ve zikir meclisinde hazır bulunmaktır.”


Kalp pas tutunca, sahibi anlar, gidermeye çalışırsa, pekâlâ. Aksi hâlde fena kararır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in emrettiği şekle geçilmediği takdirde, kalp fena hâlde paslanır ve bu pasın giderilmesi imkânsız olur. Kalbin kararmasına sebep olacak çok şeyler vardır. İman nurundan uzak kalındığı için kararır. Dünyayı sevdiği için kararır. Sakınmadan dünyaya abanan kimse, kalbini mutlaka karartır.

Bir kimse, kendisini dünyaya kaptırırsa kalbi kararır. Sakınma duygusu da ölür. Haram demez, helâl demez, mal toplamaya başlar. Mal toplarken helâl veya haram olduğuna önem vermeyince utanma duygusu da ölür. Ve murakabe hâlinden mahrum olur.
 
Ne mutlu o kadınaki
Kadınların Cennete girmeleri, erkeklere göre daha kolaydır. Bir kadın salih kocasına itaat ederse cihad sevabı kazanır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar kocasına itaat edip namusunu muhafaza ederse, Cennete istediği kapıdan girer.) [İbni Hibban]

(Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberani]

(Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.) [Taberani]

(Hamile iken, doğururken veya lohusa iken ölen Müslüman kadın şehitdir.) [Taberani]

(Müslüman kadın, hamilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar yolundaki mücahid gibi olup ölürse şehit sevabı verilir.) [Taberani]

(Müslüman kadın, hamile iken, gündüz saim, gece kaim ve Allah korkusu kendisinde galip olan bir mücahid sevabı hak eder. Onu ağrı tuttuğunda kendisine verilecek sevabı hiç kimse bilmez. Bebeğin her emişinde bir can ihya etmiş gibi sevap alır. Sütten kestiğinde ise, bir melek, onu takdir ederek, “haydi bir daha” der.) [Ebuşşeyh] Saim = oruçlu demektir, kaim = gece kalkıp namaz kılmak, ibadet etmek demektir.

(Bir kadının kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir kişinin sevabı kadar ona sevap verilir. Doğum sancısı tutunca ona verilecek sevabı ancak Allah ü teâlâ bilir. Doğum yapınca çocuğun emdiği her yudum süte karşılık kendisine bir sevapyazılır. Gece çocuk onu uykusuz bırakınca rızası için 70 köle azat etmiş gibi sevap kazanır. Ey Selame, bunları söylemekteki maksadımı biliyor musun? Namusunu muhafaza eden, kocasına itaat eden ve kocasından gördüğü iyilikleri inkâr etmeyen saliha hanımları kastediyorum.) [Taberani]

Peygamber efendimiz, kendi kızına ve diğer kadınlara şehit sevabı kazanmak için ev işleri ile meşgul olmalarını emretmektedir. (Şir’a)

Bir kadın, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Peygamber efendimiz aleyhisselam, kadının bu hareketinden dolayı kocasına buyurdu ki:
(Hanımına selam söyle, yarı şehit sevabına kavuştuğunu haber ver!) [Şir’a]

Erkeğini razı eden kadın için korku yoktur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi]

(Kocasına muhabbet gösteren, çocuk doğuran, öfkelendiği an veya kocası kendine kızdığı zaman, kocasını razı edinceye kadar uyumayan kadın Cennetliktir.) [Taberani]

Riyad-un Nasıhin kitabında buyuruluyor ki:

Resulullah efendimiz, ev işlerini Hazret-i Fatıma’ya, dış işlerini Hazret-i Ali’ye vermiş, bu hususta şöyle buyurmuştur:

(Hanımının evde oturması için, işlerini gören, ihtiyaçlarını karşılayan, onu yabancı erkeklerin görmesinden koruyan, ümmet-i Muhammedin düşmana esir düşenlerini satın almış, azat etmiş gibi sevaba kavuşur.)
 
Vaktin değeri
Tasavvufî hayat, ilâhi muhabbete ulaşmak içindir. “Kişi sevdiği ile beraberdir” hükmüne göre, bir kul, Allah’a muhabbeti derecesinde ibadet ve itaatini artırır. İsyan ve günahı derecesinde ibadet ve itaatten uzaklaşır. Çünkü günahlar kalbi katılaştırarak idrak ve anlayışı yok eder.Kalbi muhabbetli, AllahTealâ’nın gazabından sakınan, aklı başında olan insan, mübarek gün ve gecelerin kadrini bilir.İmam Şafiî hazretlerine duyduğu en güzel sözün hangisi olduğunu sordular. Şöyle buyurdu: “Vakit kılıçtır. Sen onu kesmezsen o seni keser.” Yani içinde bulunduğun vaktin gereğini yerine getirir, onu gereğince değerlendirirsen bu sana sermaye olur, ahirette de yüzünü güldürür. Onu ihya etmezsen seni öldürür. Yani o vakti kötü işlerle doldurursan buna göre karşılık bulursun.Atâullah İskenderî k.s. hazretleri “Hikemü’l-Ataiyye” de şöyle buyuruyor: “Allah’a muhabbeti olanla muhabbetten yoksun olanın arasındaki fark, vakte bağlı olan ve vaktin içindeki hakları yerine getirme derecesine göredir.Vakte bağlı haklar, Ramazan ayının oruç hakkı, bir yılın zekât hakkı, günde beş vaktin namaz hakkı gibi haklardır. Vakte bağlı haklar, gafille arifin, günahkârla günahsızın halini, sevenle sevgilinin durumunu gösterir.Allah Tealâ, kulunu bu haklara göre imtihan eder. Bu haklar dört meseleyi içine alır:• Vakte bağlı olarak insan nimet içindedir. Allah’ın nimete bağlı olan hakkı, o nimete şükredip haramda kullanmamasıdır. Şükür, Allah’ın verdiği nimetle Allah’a isyan etmemektir. Rabbimiz cümlemize göz verdi. Bu bir nimettir. Bu nimetin hakkı, ibretle bakmak, Allah için ilim tahsil etmek, helali görmek, harama bakmamaktır.• İnsan, nimet içinde olduğu gibi bela ve musibet içinde de olabilir. Bela ve musibet anında sabretmek, şikayet etmemek, Allah’a isyan etmemek gerekir. Bu haklar o anda gelip geçer, sonradan kaza edilmez. Bu yüzden de kul bu durumu anında değerlendiremezse manevi olgunluk elde edemez. Ariflerin bizden farkı ve üstünlüğü, vakte bağlı o hak içerisinde, bela ve musibetin geldiği o dakikada sabretmeleridir.Kula bir bela ve musibet geldiğinde sabretmezse Allah Tealâ’yı insanlara şikayete başlar. Allah kula nasıl şikayet edilir!? Bu, Allah’ın üzerimizdeki hakkını zedelemek olur.• Günah, gaflet, isyan içinde bulunduğumuz anlarda Allah Tealâ’nın üzerimizdeki hakkı ise tevbe, istiğfar, pişmanlık ve gözyaşıdır.Nebilerle velilerin, velilerle müminlerin ve bütün iman sahiplerinin aralarındaki makam ve mertebe farkı, vakte bağlı olan haklarda, o anda gösterilen davranışa bağlıdır. Biz anında tevbe ve pişmanlık gösteremeyiz. Bunları sonradan yapmakla, vakte bağlı olan hukuku çiğnemiş oluruz.• İtaat içinde bulunduğumuz anın da hakkı vardır. Allah’a itaat eden kul o anı nefsinden bilmemeli; bu itaati Rabbinin teveccühüyle başardığını anlamalıdır. İbadet ve taat vaktinin en önemli hukuku, ibadet ve amele güvenmemektir.İbadet içinde bulunan kul, hangi kemalâtla ibadet ve taat yaparsa yapsın, Allah’ın yardımıyla yaptığını, Allah Tealâ’nın ibadetimize ihtiyacı olmadığını, ibadet ve taatin kulun kendi nefsinin ıslahına yarayacağını bilmesi gerekir. Allah samimiyet ve sadakat ister. Bunun gerçekleşmesinin en temel şartı ilâhi muhabbete sahip olmaktır. Ancak bu muhabbetle ibadet âdet olmaktan çıkar, hukukuna uygun hareket edilmiş olur.
Mehmet ILDIRAR
 
Kİmler allah yolundadir?
Ka'b ibn-i Ucre radıyallâhü anh anlatıyor:
'Bir adam Nebiyy-i Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem'e uğramıştı. Resûlüllah (s.a.v.)'ın ashâbı, bu adamın kuvvet ve kabiliyetini görünce,
' Yâ Resûlellah, bu adam Allah yolunda cihad etseydi ne güzel olurdu, dediler.
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
' 'Bu adam, küçük çocuklarının geçimini temin etmek için çıktı ise, Allah yolundadır.
'Yaşlı anne ve babasına hizmet için evinden çıkmışsa, Allah yolundadır.
'Çalışıp nefsini dilencilikten korumak için çıkmışsa, Allah yolundadır.
'Âilesinin geçimini temin etmek için çıkmışsa, Allah yolundadır.
(Çalışıp kazandığının) çokluğuyla övünmek, (zenginliğiyle gururlanmak) için çıkmışsa, tâğutun (şeytanın) yolundadır.'

Hadîs-i şerîfin bir başka rivâyetinde, sahâbîlerin yukarıda zikri geçen temennileri üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz sözlerine, 'Allah yolunda olmak, sadece ölmekle mi olur sanıyorsunuz?' buyurarak başlamıştır.
 
Bu GÜn Allah İÇİn Ne Yaptin ?

Allah cc Hz. Musaya sordu:
Ya Musa benim için ne amel yaptın?
Yarabbim Senin için namaz kıldım,oruç tuttum,zekat verdim,ismini çok zikrettim..
Allah tekrar sordu :
Namaz kılmak senin için burhandır,oruç seni cehennemden koruyan kalkandır,zekat mahşer günü herkes sıcakdan yanarken sana gölge yapacakdır,zikirde ogun karanlıkda sana nur olacakdır.Benim için ne yaptın?
Hz. Musa : Yarabbim Senin için olan amel hangisidir?
Allah cc de buyurdu ki:Sevdiğim kulumu benim için sevdin mi,düşmanımıda düşman bildinmi?
Buyurdu.Hz. Musa da Allah'ın sevdiği amelin O'nun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı.
 
İdarecilere İbret

Nizamül Mülk Siyasetnemesinden alınan bu kıssa, günümüz inanan idarecilerine çok önemli mesajlar veriyor. İbretle okumak...


Abdullah b. Ömer b. Hattab (r.a) şöyle diyor:

"Babası Ömer (r.a) dünyadan ayrılacağı zaman kendisine sordu:
— Babacığım seni ne zaman görebilirim?
—Öteki dünyada.
— Daha çabuk görmek istiyorum.
— Ey oğul, dünyadan ayrıldığımın birinci, ikinci veya üçüncü gecesi rüyanda görebilirsin.

Oniki yıl geçtiği halde onu rüyasında görmedi. Bu sıralarda Abdullah (r.a) bir gece babasını rüyasında görünce sordu: —Babacığım üç gece sonra seni rüyamda görebileceğimi söylememiş miydin?
—Sevgili oğlum, Bağdat yakınlarında bir kasabanın eskimiş bir köprüsü varmış, memurlarım onu düşünüp tamir ettirmemiş, koyunlar köprüden geçerken, birinin ayağı bir deliğe girmiş ve kırılmış. Ben de bu güne kadar onun cevabıyla meşgul idim, diye cevap verdi".

***

İdareci olanlar o büyük günde, emri altında bulunan bütün yaratıkların haklarını kendisinden isteyeceklerini bilmelidir. "Ben filan kimseyi o işe memur etmiştim" dese de dinlemeyecekler. Bu böyle olduğuna göre idareci mühim bir işi hiç kimseye havale etmemeli, halkın nasıl geçindiğinden gafil olmamalı, gücü yettiği kadar gizli, aşikâr onların du*rumlarını araştırmalı. Amirlik yapanların memur olduklarını hatırlatmalı, zalimlerin zulümlerini onların üzerinden kaldırarak hükümdarlığı zamanında devletinin bolluğa kavuşmasını sağlarsa, halkının hayır duaları da kıyamete kadar onun ruhuna ulaşır.
 
Deprem

Deprem kader mi, değil mi? Bunu tahlil etmek için önce kaderin ne olduğunu hatırlayalım: Kader, kısaca, her varlığın ve her olayın bütün incelikleriyle Allahın ezeli ilminde malum olması ve ona göre takdir edilmesi, yaratılmasıdır. Her hadise “mukadderdir”, yani yeri ve zamanı ezelden belirlenmiştir. Kainatta olup bitenler gibi, olacaklar da Allah tarafından bilinir. İlahi ilmin dışında kalan hiçbir olay düşünülemez. Her ne oluyorsa, adına kısaca kader dediğimiz ilahi ilmin sınırları içinde olmaktadır. Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır. Bütün mekanları ve bütün zamanları kuşatan kader gerçeği tesadüfe meydan bırakmamıştır.

Deprem de bir fiil. Her fiil gibi o da failini gösteriyor. Dünyayı yoktan var eden, onu güneşin etrafında bir uzay gemisi gibi uçuran, büyük bir sistem dahilinde mevsimleri değiştiren, yeryüzünde bitkileri, hayvanları, insanları hâlk eden, sayısız işleri vakti vaktine, şaşırmadan, akıl almaz bir ölçüyle düzenleyen, nihayetsiz ilmi, iradesi ve kudretiyle atomları mucizevi bir şekilde yan yana getirip harikulade eserler yaratan Allah, kendi mülkünde meydana gelen ve insanları yakından ilgilendiren deprem gibi önemli bir hadiseyi bilmesin, irade etmesin, başıboş bıraksın, tesadüfe havale etsin... Mümkün mü?

Kainattaki her olay gibi deprem de Allah tarafından bilinmekte ve icra edilmektedir Ne zaman ve nerede deprem olacak, nasıl olacak, neticesinde kimler ölecek, kimler kurtulacak bütün bu unsurlar, bütün ayrıntılarıyla kaderde mevcuttur.

Bu temel hakikati böylece tespit ettikten ve imanımızı tazeledikten sonra şimdi başka bir hususu inceleyelim.

Biri çıkıp diyebilir ki: “Biz bu cümleyi kaderi inkar etmek ve depremin tesadüfen meydana geldiğini söylemek için kullanmıyoruz. Maksadımız, insanları tedbire davet etmek. Deprem kuşağında yerleşim birimleri kurmamak, deprem ihtimalini daima göz önünde bulunduran binalar yapmak, inşaatlarda depreme dayanıklı ve hafif malzemeler kullanmak gibi tedbirlerle bu felaketin zararını bir derece önleyebiliriz. İşte biz, bu noktaları hatırlatarak ihmalcileri ikaz etmek istiyoruz.”

Eğer söylenmek istenen bu ise şunu önemle belirtelim ki, körü körüne teslimiyetçiliğe “kader” deyip, tedbirler almayı “kaderi değiştirmek” diye ifade etmek yanlış bir anlayıştır. İslami tevekkül anlayışı hiçbir tedbir almadan sonucu beklemek değil, elden gelen her şeyi yaptıktan sonra sonucu teslimiyetle beklemektir. Sebeplere teşebbüs edip; sonucu Allahtan istemektir. Çünkü, sebepler bir araya gelmekle mutlaka netice hasıl olacağı şeklinde bir kural yoktur. Sebepler yaratıcı değil, birer vesiledirler. Tedbir için her ne yapılırsa yapılsın, yine de neticeleri yaratacak olan Allahtır.

Tedbir alınsın veya alınmasın, her iki hâlde de olup bitenler “kader” dir. Tedbir almakla kaderin dışına çıkılmaz. Gemi rota değiştirmekle okyanustan çıkmış olmaz. Biz insanlar kader okyanusunda yüzen birer gemi gibiyiz. Rotamızı ne yana çevirirsek çevirelim, tedbir alalım veya almayalım o ilim okyanusundan ayrılmış olmayız. Tedbir almamaya kader deyip, tedbir almayı kaderden kurtulmak zannetmenin, doğru kader inancı ve anlayışıyla hiçbir alakası yoktur.

Haller değişir, ama kader değişmez. Mesela, bir fakir çalışıp zengin olmakla, “Ben kaderimi değiştirdim.” diyemez. Değişen onun hâlidir, fakirliğin yerini zenginlik almıştır. Şöyle demesi gerekir: “Benim kaderimde önce fakir olmak, sonra da çalışıp zengin olmak varmış.”

İslam bize, “Kadere inanıyorsan tedbiri bırakacaksın.” demiyor. Aksine, önce tedbir alıp, sonra tevekkül etmemizi istiyor.
"Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi". (İmam-ı Azam)
 
Kendinize böyle soru sordunuz mu hiç?

Ne ile meşgulsünüz? Hayır kapılarını açmakla mı, şer kapılarını zorlamakla mı?

'Bu soru da nereden geldi?' diyebilirsiniz. Hemen arz edeyim nereden geldiğini. Okuduğum Tenbihül'gafilin kitabında bir hadisin izahı yapılırken böyle bir soru sorulmakta ve şöyle de bir tasnif yapılmaktadır:

İnsanlar iki sınıftırlar: Ya hayır kapılarını aralayanlardan olurlar ya da şer kapılarını zorlayanlardan... Müjdeler olsun o kimseye ki, hayır kapılarını aralayanlardan olur, yahut da onların arasında bulunur, onlara yardım edip destek verir.

Eyvahlar olsun o kimseye ki, şer kapılarını zorlayanlardan olur ya da onların içinde bulunur, onlara yardım edip destek verir!

İşte bunun için soruyorum ben de size bu soruyu:

- Hayır kapılarını açanlardan mısınız, onlara yardım edip destek mi veriyorsunuz? Yoksa şer kapılarını açanlardan, yahut da onlara yardım edip destek olanlardan mısınız?

Birine hadiste, müjdeler olsun denilirken, ötekine eyvahlar olsun diye acınmakta, ikaz edilmektedir. Denilebilir ki:

Ne bileceğiz hayır kapılarını açanların arasında mıyız, yoksa şer kapılarını zorlayanların içinde mi?
Bunu anlamak kolay. Meşgul olduğunuz
işe bakın, yakınlık duyup ilgi gösterdiğiniz insanlara nazar edin. İşte o zaman anlarsınız kimlere yardım edip destek verdiğinizi. Müjdeler olsun denilecek bir faydalı hizmetin ucundan bucağından mı tutuyorsunuz, yoksa eyvahlar olsun dedirtecek bir ilgisizlik ve bilgisizlik içinde mi tüketiyorsunuz günlerinizi, hayatınızı?...

***

Kendi kendinize yapacağınız bu nefs muhasebesini basite alıp da dudak büküp geçemezsiniz. Ciddiye almalı, üzerinde durmalı, hayatınızı şöyle bir gözden geçirmelisiniz. Zira hayatınızın değeri, günlerinizin kıymeti, meşgul olduğunuz işle anlaşılır. Hayırla meşgulseniz hayatınız değerini buluyor, hedefine varıyor demektir. Hayırla ilginiz yoksa, meşgul olmuyor, hizmete değer vermiyorsanız hayatınızı ne ile değerlendiriyor, ne ile hedefine vardığını kabul ediyorsunuz, bunun da izahını yapacaksınız! Kalbinizi, gönlünüzü, vicdanınızı susturamazsınız. İçinizdeki müftü sizi ikaz eder:

- Hayatın boşuna gidiyor, hedefini bulmuyor, bir hayırlı işin ucundan bucağından tutmuyor, Hakk'a yarar bir işin sahibi olmuyorsun! Sadece nefsini düşünüyor, yalnızca kendin için yaşıyorsun. ALLAH için, ALLAH'ın kullarına bir hizmetin yoktur. Yarın mahşerde ne cevap vereceksin? Evet kalbindeki bu ikazcıyı günahlarla boğup da sesini çıkaramaz hale getirmeyen her insanın içinden böyle sesler gelir, gönlünü dinleyen her insan da bu sesleri kalb kulağıyla dinler ve nefs muhasebesi yapar...

Şimdi bir nefs muhasebesi yapmak zamanıdır belki de.

Ne dersiniz, ne halde, ne durumdasınız?

Hayatınızı hayırlı hizmetlerle değerlendiriyor musunuz? Yoksa sizin işiniz gücünüz mü var? Böyle angaryalarla başkaları mı meşgul olsun. Siz de hep geriden seyirci mi kalasınız? Size düşen bu mudur?

Bir dinleyin lütfen, kalbinizden gelen ses ne diyor?

Ahmet Şahin
 
Bu Gün Yeniden Ölümü Hatırla

Ölüm...

Aslında çok uzak gibi durmasına rağmen en yakın gerçek...

Hepimiz, her an onunla yüzleşmek durumundayız. O, yani ölüm, işlerinizin yoğun ve bir sürü meşgaleniz ve yapmanız gereken, yetiştirmeniz gereken çok acil, önemli işlerinizin olduğu bir Pazartesi günüde yakanızdan tutabilir. Ya da güzel ve huzurlu bir hafta sonu geçirmeyi düşünür, bekler ve hazırlanırken de...

Belki peşinden koştuğumuz türlü Dünyalıklara ulaşamadan da... Ve özellikle emellerimize de ulaşamadan ecel bizim ensemizden muhakkak tutacak...

İnsanı, ebedi mekanı olan ahiretten ve yaradanı Allah'dan en çok uzaklaştıran, unutturan ve nisyana sürükleyen Dünya hayatının zıddı olan ölümü unutmamak ve onu hatırlayarak nefsimize gem vurmak için; bu başlık altında her gün ölümü hatırlayalım inşallah, her gün saniyelere sıkışmış bir tefekkür ile bile olsa ölümü analım...
 
Kafirlere Benzemek "Küfür" Dür‏


Müslüman toplumların içinde bulunduğu sıkıntıların başlıca nedeni, yahudi, hıristiyan ve diğer şirk ehline özenmeleri, Bu cehennem halkının peşinden gitmeleridir. Onları izleyenler, şu hadisin muhâtabıdırlar:

"Sizden öncekilerin yoluna karış karış, kulaç kulaç uyarsınız. Onlar kertenkele deliğine girse, siz de peşlerinden girersiniz", "Ey Allah Resûlü!, yahudi ve hıristiyanlar mı?" dedik. O da: "Ya kim?" diye cevap verdi" (Buhari, Müslim).

Diğer bir rivayette de,

"İçlerinden biri sokakta annesiyle fuhuş yapsa siz de yaparsınız" buyurulmuştur (Sahihtir. Hâkim).

Bu sapıklık, diğer ümmetlerden gelen bir gelenek halini aldı. Öyle bir hale geldik ki, çoğu Müslümanı küfür ehli olan insanlardan ayıramaz olduk. Bu insanlar: Dinden yüz çevirip hevâlarına uymuş, işleri fesada bulanmıştır. Ne yazık ki, toplumların çoğu bencillik ve kibir içerisinde dünyaya dalmış, ehli İslâmı küçümser olmuşlar. Sorulduklarında 'Elhamdülillah Müslümanım' demekten öteye din adına hiçbir şeyini bilmez, bir kısmı da hiçbir şey bilmediği halde her şeyi bildiğini sanır.

Bunlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 'in getirdiği İslâmî çizgiyi muhafaza edemeyerek,

yaşadıkları gibi inanma gafletine düşerler. İslâm ile "güncel hayatın gerçekleri" dedikleri şeyler arasında sentez bir din anlayışı geliştirerek bunu, "çağdaş İslâm" ismiyle, süslü poşetler içerisinde insanların önüne koyarlar. Ayet ve hadisleri kendi hevâlarına göre eğip bükerek de, "çağdaş İslâm"larını akıllarınca daha uygun bir hale getirirler. Bu tip insanlar maalesef sayılamayacak kadar çok. "Siz o gün çok olursunuz ancak sellerin önüne kapılan çerçöp gibi" (Sahihtir, Ahmed) diyen hadisi şerifteki nitelemeye uygun olan bu kimseler; Müslüman olduklarını savunur ve İslâm adına sürekli ahkâm keserler. Gelin görün ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 'in sünnetini bırakıp başka başka sünnetlere tabi oldukları için, onların çalışmasıyla Allah Müslümanları zafere ulaştırmaz. Her yer onlarla ve boş sözleriyle dolsa bile...

Bunların dışında üçüncü bir grup daha var ki (Allah bizleri onların listesine dahil eder inşâallah), onlar; Allah celle celaluhu 'nun hidâyetine erdirip ayaklarını sabit kıldığı kimselerdir. Bunlar, Allah azze ve celle 'nin, Kitab'ına Ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem 'in Sünnetine tam olarak uyanlardır. İşte onlar gerçek "hak ehli", Allah azze ve celle katında kurtuluşa eren topluluktur. Onlar bu dinin dosdoğru çizgisinden asla dönmez ve bu çizgi üzere ölürler. AllahResûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunlar için şöyle buyurur: "Düşmanın zarar veremeyeceği, hak üzere sebatkâr bir fırka kıyamete dek var olacaktır" (Müslim). Kafirlere benzemekten en fazla sakınanlar işte bu Müslümanlardır. Onlar kafirlerin yaşantılarını asla taklit etmez, bu takdirde şereflerini kaybedeceklerini bilirler. Ancak, kafirlerin bizim yaşantımızı taklit etmeleri, onlar için büyük bir şereftir. İzzet, ancak Allah 'ın , Resulü 'nün ve tüm müminlerindir.

Bu, kurtuluş ile müjdelenen fırka dışında kalan ve birinci maddede zikretmiş olduğumuz ehli hüsran, ehli nedâmet, ehli zillet içindeki ihanet fırkası (ki, Allah bizleri onlar ile birlikte olmaktan muhafaza buyursun), zifiri karanlık içinde, sonlarının ne olacağı belirsiz bir şekilde ömür çürütmektedirler. Tevbe edip Allah'a dönmeden ölürlerse, varacakları yer ise; Cehennem ateşinin ta kendisidir!.

İkinci bölümde zikretmiş olduğumuz, deliller üzerinde oynayıp onları eğip büken,

çağdaş diye tabir edilen neidüğü belirsiz, köksüz ve ruhsuz yaşayışlarına dayanak arayan fırkaya gelince; işte onları, Allah'a dönmeye davet ediyoruz. Sırât-ı müstakim üzere yaşamaya çağırıyoruz . Cehennem ateşine götürücü hevalardan sakındırmak istiyoruz, uyandırmak istiyoruz. İnanıyoruz ki, onların; kafirleri taklit etmelerinin esas sebebi bilgisizlikleri, basiretsizlikleri ve iman zafiyeti, ayrıca, kendilerini dosdoğru yola çağıran örnek şahsiyetlerden de mahrum olmalarıdır.

Bu, kafirlere benzemenin en belirgin örneklerinden biri de; onların "Yılbaşı"larını tanımak ve Yılbaşını hıristiyanların kutladığı günde kutlamaktır. Bu vesile ile, 'yılbaşı' adıyla bilinen bozulmuş hıristiyanlık âdeti üzerinde bir nebze durmak istiyoruz.

Allahü Teâla, hıristiyanlar hakkında şöyle buyurur:

"Meryem oğlu Mesih Allah'tır, diyenler kafir olmuşlardır" (Mâide Süresi,l7), "Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler kafir olmuşlardır" (Mâide Süresi, 73)

Bu insanlar onların uydurma bayramını kutlarken, Mesih Aleyhisselâm'a ve O'nun doğum anısına iftira etmektedirler. İsâ Aleyhisselâm onların yaptıklarından uzaktır ve bunların hepsini inkar eder. İşte onlar, bu uydurma yalanlar ve bozuk inançla, Allah celle celaluhu 'nün hakkında hiçbir delil indirmediği ve selim fıtratın nefret ettiği amelleri şlemektedirler.

Gariptir ki, Müslüman toplumun çoğu yahudi ve hıristiyanları taklit edip onların küfrî bayramlarına uyduktan sonra da Müslümanlıktan söz ediyorlar. Peşinden bununla da yetinmeyip ilericilik ve uygarlığın yahudi ve hıristiyanlara uymaktan geçtiğini zannederler. Bu, onların dinlerinden uzaklaşmalarının ve kafirlerin uşağı haline gelmelerinin bir başka adıdır.

Oysa İslâm, insanoğlunun yegâne şerefi; yüzyıllar ötesinden insanoğlunun bilim ve istikâmet menbâıdır. Bunu bir bilseler!

Allah celle celaluhu 'nün dini düzeni dışında kalan, diğer bütün düzenlere muhalefet etmek, onların din, gelenek ve bayramlarının tamamına, yeme içme ve giyim kuşamlarında da onlara aykırı olmak, dinimizin temel kurallarındandır.

Bu konudaki delillerin tümünü ortaya koymaya gerek yoktur. Aksine, söz konusu delillerden birkaçı bile yapılan hareketlerin tehlikesini açıklamaya yeterlidir. Hayra nasihat edenlerin çok az olduğu günümüzde, dinimizin aslından olan nasihatleşme prensibini de böylelikle ihya etmiş olalım:

1. "Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin hevalarına (arzularına) uyma" (Câsiye Süresi,18).

Şeyhülislâm Ebu Abbâs Harrâni şöyle der, "Burada 'bilmeyenler' sözüne, Allah'ın Şeriat'ına aykırı davranan herkes girer. 'Hevâları' kavramı içerisine de, müşriklerin işledikleri amellerin hepsi girer, ki bu davranışları onların dinlerinin gereğidir".

2. "Sana gelen ilimden sonra eğer, onların arzularına uyacak olursan, İşte o zaman zâlimlerden olursun" (Bakara Süresi 145).

Ehli Sünnet müfessirlerinin icmâı vardır ki; "Bu ayeti kerimede onların tüm yaşantılarına muhâlefet etmenin zorunluluğuna açık bir işaret vardır" demişlerdir.

3. "Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin "Unzurnâ" deyin. Söylenenleri dinleyin.Kâfirler için acı veren bir azap vardır" (Bakara Süresi 104).

İbni Kesir Rahmetullahi Aleyh, tefsirinde bu ayet hakkında şöyle der: "Allah celle celaluhu, bu ayetle, mü'minlerin, söz ve davranışlarında kafirlere benzemelerini yasaklamıştır. Çünkü yahudiler «..Râinâ..» kelimesini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' e alay niyetiyle kullanırdılar. Allahu Teâla da mü'minleri bundan men etti".

İbni Kesir şunları söyler; "Ayette söz, davranış, bayram, gelenek ve ibadetlerinde ve diğer tüm işlerinde kafirlere uyanlara acı bir azapla cezalandırılmaları gibi ağır bir tehdit vardır".

4. Allah Resûlü (S.A.V.); "Kim bir kavme benzerse o da onlardandır" (Sahihtir. Ebu Davud) buyuruyor. Hadis-i şerifte, Müslüman olmayanlara benzeyenleri şiddetle kınama vardır. Kim takvâ ehli ve salih insanlara benzerse, o onlardandır, kim de yahudi ve hıristiyanlara benzerse, o da onlardandır.

5. AllahResûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Bizden başkasının sünnetiyle amel eden bizden değildir"

(Sahihtir. Sahihul câmi) bir başka hadiste, "Başkalarına benzeyen bizden değildir. Yahudilere de hıristiyanlara da benzemeyin. Yahudilerin selâmı parmaklarıyla, hıristiyanların ki ise, elleriyle işarettir" (Sahihtir. Sahihül câmi) buyurmuştur.

Bunların tümü onlara benzeme hakkında ise, ya kâfirlere uyan, onların örf ve adetlerini benimseyen, Müslümanları küçümseyip onlardan uzak duran, kısaca küfrü ve tüm küfrî değerleri hayatının ayrılmaz bir parçası kılan kimsenin hükmü nedir acaba?!..

Kim AllahResûlü sallallahu aleyhi ve sellem 'in sünnetini terk eder ve bunu başka bir sünnet, alışkanlık adet veya gelenekle değiştirirse, İslâm'a bağlı olduğunu söyleyip Müslümanların isimleriyle anılsa bile, İslâm üzere değildir.

6- Allahu Teâla kafirlerin geleneklerine uymayan mü'minleri şöyle över, "Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında vakar ile geçip giderler" (Furkan Süresi 72)

7- Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye geldiğinde, onların oynayıp eğlendikleri iki günlerinin olduğunu öğrendiğinde "Bu günler nedir?" diye sorar. Onlar da, "Cahiliyede bu iki günde eğlenirdik" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem "Allah bundan daha hayırlı olanı, kurban bayramı ve fıtr (Ramazan) bayramını size verdi" (Sahihtir. Ebu Dâvud) buyurdu.

8- Adamın birisi "Bavâne" adlı bir yerde deve kesmek üzere adakta bulunmuştu.Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem 'Orada daha önce câhiliye insanının taptığı putlardan biri bulunuyor muydu?' diye sordu, 'Hayır, bulundurmuyordu' dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu defa, 'Peki, kafirlerin bayramlarından biri orada kutlanıyor muydu?' diye sordu, yine 'Hayır' dediler. O zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem adama, 'Nezrini (adağını) yerine getir. Allah'a isyanda da, insanın sahip olmadığı şeylerde de nezre sadâkat yoktur' dedi" (Sahihtir. Ebu Dâvud).

Bu hadiste gösterir ki, kâfirlerin bayram yerlerinde işlenen bir amel, hayır olsa bile başlı başına Allah'a isyan sayılmaktadır. Çünkü bu, Allah'a isyan edilen yerleri meşru görmektir. Allah'a isyanın söz konusu olduğu yerlerde şerî bir maslahat olmaksızın bulunmak da böyledir.

Allahu Teâla, Cehennem ashabı olan kafirlere benzemeyip onların yaptıklarını yapmamayı büyük bir hikmet gereği olarak bize emretmiştir ki, onların sevgisi Müslümanların kalplerine girmesin. Onlar Allah'tan ve de Müslümanlardan uzaktırlar. İş ve yaşantıda onlara benzemek, onlarla bir olmak kalpler arasında ülfet ve yakınlığı doğurur. Bu da onları sevip saymayı beraberinde getirir. Konu hakkında zikre şayân bir çok delil vardır. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler Şeyhülislâm İbni Teymiye'nin, "Sırâtı Müstakîm" adlı eserine başvurabilir.

Müslüman olduğunu söyleyen bir çoklarının "yılbaşı kutlaması" adı altında edâ edilen bu çirkin hıristiyan adetine katıldığını üzüntüyle görüyoruz. Yaşayan bir tek Müslüman bırakmamak üzere eskiden haçlı seferleri, günümüzde ise daha kapsamlı silahlarıyla maddî ve mânevî savaş ilan etmiş bulunan batılıların geleneğini taklit etmek gerçekten akıl almaz bir davranıştır. Özellikle bu geleneğin içinde Allah'a isyan ve İslâm'la eğlenme de varsa bunun tehlikesi çok daha büyüktür.

Yapılanlar bir kutlamadan çok din, ırz, namus, ahlâk ve aile kavramlarını yıkmak için özenle tasarlanmış bir programı andırmaktadır. Kişi, hem kendisi hem de çoluk çocuğu için nerede durduğunun farkına varmak zorundadır... Allah, bu çirkefliğe alet olana akıl ve izan versin!.

"Mecmau'n-nevâzil"de: "Nevruz kutlamalarını gören bir Müslüman, 'ne güzel bir gelenek' dese, kafir olur" ifadesi yer alır. Böyle davranan kimse bu hareketiyle küfrün çıkmasını hoş görmüş, İslâma noksanlık zâfet etmiş olur!

"Fetâva Suğra"da ise şöyle denmiştir: "Kim Nevruz günü, daha önce hiç satın almadığı bir şeyi Nevruz'u kutlamak için satın alırsa, kafir olur" (Fıkhı Ekber Şerhi). Aynı şekilde, daha önce hindi satın alıp yemeyen kimse, yılbaşını kutlamak için satın alırsa küfre düşer.

Müslüman olduğunu söyleyen çokları kafirlere belirgin olarak şu hususlarda benzemiştir: Bunların başında onların en belirgin özelliği olan ve dini yaşanmayan vicdâni bir duygu sayarak onu sembolleştirmeyi esas alan beşerî sistem ve ideolojileri benimsemek gelir.

Bunu da şekil şemalde onlara benzemek izler. Sakal kesilir, giyim kuşam onlarınkine benzer, evlere resim asılır, eşyalar ve mobilyalar bir hıristiyanın evini andırır. Onların dinlerinde önemli ve kutsal sayılan noel ağacından alıp evlerine koyup bu vesileyle süs yapıp birbirlerini tebrik eden ve Müslüman olduklarını söyleyenlere rastlamak işten bile değildir.

Artık görünüşe sirâyet eden bu taklitler, bir süre sonra kalbe de nüfuz eder ve kişinin düşünceleri de aynı doğrultuda, paralel değişimler gösterir.

Durum gayet açıktır: İnanıldığı gibi yaşamamanın faturası, yaşanıldığı gibi inanılarak ödenir!..

Tüm bunlar sonuçta, uzun bir zaman cihana hüküm sürmüş bir ümmetin, domuz etiyle beslenen din, ahlak ve namus düşmanlarına hayranlık duymayı beraberinde getirir. Toplum, bu sûrette kendi değer yargılarını unutur ve henüz dün sayılabilecek kadar yakın olan bir zamanda ülkesini yutmak isteyen bir milletin, kokuşmuş değerleriyle yaşamayı kendine onur kabul edebilecek kadar alçalır!..

Kafirlerin bir takım inançları doğrultusunda edindikleri tüm işaret, gelenek, adet ve düşünceden kaçınarak; selâmlaşmak, akraba ziyaretinde bulunmak, hayırda yardımlaşmak, namaz, hac, zekat, oruç, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak ve güleryüzlülük gibi büyük dinimiz İslâmın tamamı insanlık için hayır olan şiârlarıyla izzetlenmek hem imânî, hem de toplumsal bir vecibedir.

Müminlere karşı merhametli, kafirlere karşı izzetli durmak, Allah için sevip Allah için buğzetmenin en önemli dinamiğidir. Ki bu da İmanlı olabilmenin temel kaidelerindendir.

O halde, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem 'i ve O'nu dost edinenleri bırakıp şeytan ve de Allah düşmanlarını dost edinmenin ahirette getireceği sorumluluğu düşünerek bu ve benzeri çirkin taklitleri bırakmalıdır:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun: babaları, oğulları, kardeşleri, ya da akrabaları da olsa Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin..." (Mücâdele Süresi, 22)

Allahu Teâla, bizlere sevdiklerini sevmeyi, düşman olduklarına da düşman olmayı nasip etsin. O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır..
kuzey is nu online Mesajı Moderatöre bildir
 
Geri
Üst