ümit ile dini sohbetler

Namazı terk etmenin hükmü nedir? Terk eden kafir olur mu?

Allâh-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; "Onlar suçlulara sorarlar; ‘Sizi sakar cehennemine atan nedir?’ Suçlular şöyle cevap verirler; ‘Biz namaz kılanlardan değildik." (Müddesir; 40-43)

Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; "Namaz dinin direğidir." (Deylemi) Nasıl bir bina direği, temeli olmadığı zaman çökerse, bir müminin de namazı olmadığı zaman dini çöker.

Bir başka hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur; "Beş vakit namazı, Allâh-u Teâlâ kulları üzerine farz kılmıştır. Her kim onların abdestlerini güzel (sünnete riayet ederek) alırsa ve onları vakitlerinde kılarsa, rükularını tamamlarsa (tadil-i erkan üzere) ve huşularını da tamamlarsa (fikrinden dünya meşguliyetlerini atarak huzur üzere kılarsa), Allâh-u Teâlâ üzerine, o kişiyi affedeceğine dair kuvvetli bir söz vardır. Yani, her kim namazları bu şekilde kılmazsa, onun için Allâh-u Teâlâ indinde hiçbir ahid (verilmiş hiçbir söz) yoktur. Dilerse affeder, dilerse azab eder." (Ebu Davud, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)

Diğer bir çok hadis-i şeriflerde namaz, mü'mini kafirden ayıran en bariz bir vasıf olarak zikredilmiştir. Nitekim, Cabir bin Abdullah (ra)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur; "Kişi ile, şirk ve küfür arasında namazı terk vardır." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

Yani, insan namazı terk ede ede şirke ve küfre adım atmış olur ve son nefeste imanı tehlikeye girer. Ayet ve hadislerde de görüldüğü gibi, Rabbimize karşı kulluğumuzun en büyük nişanesi olan namaz, bir kimsenin dini yönden değerlendirilmesinde de en başta gelen ölçüdür.

Bütün alimler, namazın akıllı, büluğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş, deli olmayan, baygın bulunmayan her müslümana farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Yine bütün alimler, namazın farz olduğunu inkar eden kimsenin kafir olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü namazın farz oluşu Kur'an, sünnet ve icma ile sabittir. Tembellik ve umursamazlık sebebiyle namazı kılmayan kimse fâsıktır. Yani, günah üzerinde ısrar eden kimselerdendir ama dinden çıkmış sayılamaz
 
Moralin Niye Bozuk?

CE OKUYUP, HAYATINA TATBİK EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, PEYGAMBER EFENDMoralin Niye Bozuk?

--------------------------------------------------------------------------------

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. ADEM (A.S.)GİBİ 200 SENE TEVBE Mİ ETTİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.İBRAHİM GİBİ ATEŞE Mİ ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.ZEKERİYYA (a.s)GİBİ TESTEREYLE Mİ KESİLDİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.YUSUF (as) GİBİ KUYUYA MI ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.MUHAMMED (sav) GİBİ TAİF'TE TAŞLANDIN MI, BAŞINA İŞKEMBE Mİ KONULDU NAMAZ KILARKEN, DİŞİN Mİ KIRILDI, YÜZÜNE TÜKÜRÜK MÜ ATILDI, HİCRETE Mİ ZORLANDIN, SEVDİKLERİNDEN Mİ AYRILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ.HAMZA (r.a) GİBİ BURNUN KULAĞIN MI KESİLDİ?

MORALİN NİYE BOZUK?
MUSAB BİN UMEYR GİBİ KOLLARIN MI KESİLDİ?

MORALİN NİYE BOZUK?
CAFER BİN EBU TALİP GİBİ OK, MIZRAK VE KILIÇ DARBELERİYLE YARALANDIN MI?

MORALİN NİYE BOZUK?
AMMAR,SÜMEYYE, YASİR GİBİ İŞKENCE Mİ GÖRDÜN?

MORALİN NİYE BOZUK?
BİLAL GİBİ KIZGIN KUMLARA YATIRILIP, ÜZERİNE TAŞLARMI KONDU?

MORALİN NİYE BOZUK?
YUNUS PEYGAMBER GİBİ DENİZE Mİ ATILDIN?

MORALİN NİYE BOZUK?
EYÜP PEYGAMBER GİBİ VÜCUDUNU YARALAR MI KAPLADI?

MORALİN NİYE BOZUK?
HZ. İSA GİBİ ÇARMIHA MI GERİLMEK İSTENDİN?

MORALİN NİYE BOZUK?
ÜSTAD GİBİ ZİNDANA MI ATILDIN, ZEHİRLENDİN Mİ?

HALA MORALİN Mİ BOZUK?
NE DÜŞÜNÜYORSUN, DÜNYALIK İŞLER Mİ?
SİLKİNELİM, KENDİMİZE GELELİM........?

ÜZÜLECEKSEN, NAMAZINI KAZAYA BIRAKTIĞIN İÇİN, TEHECCÜDE KALKAMADIĞIN İÇİN, BİRİNİN KALBİNİ KIRDIĞIN, PAZARTESİ PERŞEMBE ORUCUNU TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLECEKSEN BUGÜN ALLAH İÇİN BİR ŞEY YAPAMADIĞIN İÇİN, ALLAH VE RESULÜ (SAV)'NÜ MEMNUN EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL
FİLİSTİN'DE, ÇEÇENİSTAN, BOSNA HERSEK'TE, IRAK'TA VE DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA ZULÜM GÖREN, İŞKENCE EDİLEN, ÖLDÜRÜLEN DİN KARDEŞLERİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, BİR FAKİRE YARDIM EDEMEDİĞİN İÇİN, YETİMİN ELİNDEN TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, AFRİKA'DA VE DİĞER ÜLKELERDE BİR LOKMA EKMEK BULAMAYAN, HASTALIKLARLA MÜCADELE EDEN İNSANLAR İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN,KUR'AN-I YETERİNİMİZ'İ, CANINDAN, MALINDAN,AİLE BİREYLERİNDEN, HERŞEYDEN ÇOK SEVEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, HAKİKİ MANADA KUL, EFENDİMİZ'E ÜMMET OLAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, EFENDİMİZ'İN ŞEFAATİNE NAYİL OLAMAMA KORKUSUYLA ÜZÜL..
 
Bir dilim mutluluk


Küçük bir çocuk, büyükannesine hayatında her şeyin nasıl da kötü gittiğini anlatıyordu. Okul, ailesi, arkadaşları…


Hiçbir şey yolunda görünmüyordu.. Büyükanne çok akıllı bir hanımdı ve bir kekin torununun sorunlarını çözebileceğini düşündü.


Karışımı hazırlarken torununa şimdi biraz atıştırmak isteyip istemediğini sordu. “Evet, kesinlikle” dedi küçük çocuk açlığını fark ederek. â€œİşte, biraz sıvı yağ ister misin” dedi büyükanne.


“Yağ mı? İğğ..!" diye tiksindi çocuk. “Peki birkaç çiğ yumurtaya ne dersin” dedi büyükanne kahverengi bir yumurtayı göstererek. “Berbat büyükanne"..diye cevap verdi, büyükannesine ne oluyordu böyle?..


“Peki öyleyse biraz un alır mısın? Ya da biraz mayaya ne dersin?” “Ama büyükanne, tüm bunlar çok tiksindirici !..Mide bulandırıcı !..”



Büyükanne o bilgece duruşuyla gülümsedi ve küçük torununa anlatmaya başladı:

“Evet, bütün bunlar kendi kendilerine çok kötü görünüyorlar ama hepsi doğru bir şekilde bir araya konursa işte o zaman lezzetli bir kek olacaklar !


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Allah (c.c) da işte böyle yapıyor. Çoğu zaman O’nun neden bizim zor zamanlar yaşamamıza izin verdiğini merak ederiz.



Ama Rabbimiz mükemmel bir karışım hazırlamaktadır ve bu mutlaka bizim için en güzel şey olacaktır. Eğer bizler O’na güvenmeyi öğrenebilirsek, harika sonuçları göreceğiz!!..



Hatırla ki her deneyim, yaşadığın herşey bir hediyedir ve Rabbinin senin için hazırladığı mükemmel hayatın son ve asıl kek parçası için, bir ümittir, bir işarettir...

alıntıdır
 
HAK OLANA EVET DİYEBİLMEK


Hak olanı kabul etmek, çok zordur. Çünkü nefse en ağır gelen şey, başkasından gelen hak söze evet demektir. El-hikem-ül Atâiyye’de; “İki işten, nefsine ağır geleni yap! Çünkü, hak olan iş, nefse ağır gelir” buyurulmaktadır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Amellerin en faziletlisi, nefse en zor gelenidir.)

Yusuf bin Esbat hazretleri; “Alçak gönüllü olmanın alametlerinden birisi de, söyleyen kim olursa olsun, hak sözü kabul etmektir” buyurmuştur.

Fudayl bin İyâd hazretleri; "Hakka boyun eğ, hakkı takip et, kim söylerse söylesin hakkı kabul et" buyurmaktadır.

İbn-i Atâ hazretleri ise; "Tevâzu, kim söylerse söylesin hakkı kabul etmektir" buyurmuştur.

Güç olan işi yapmak, nefse ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbadetler, nefsi zayıflatmak, nefsi kırmak için emrolundu. Çünkü nefs, insanın da, Allahü teâlânın da düşmanıdır. Onu zayıflatmak, azmasını önlemek lazımdır.

Bir işte, nefse uymak ne kadar az olursa, faydası o kadar daha çok olur. Yani, Allahü teâlânın rızâsına daha çabuk kavuşturur. İslamiyet’in emir ve yasakları, nefsi kahretmek, yıpratmak içindir. Çünkü nefs, Allahü teâlânın düşmanıdır. Hadis-i kudside; (Nefsine düşmanlık et! Çünkü, o benim düşmanımdır) buyuruldu.

İnsanlarda bulunan nefs-i emmâre, din bilgilerine inanmamakta, tabiatı, yaratılışı, İslamiyet’e uymamaktadır. Bunun için, İslamiyet’e uymak, nefse acı gelmekte, ona uymak istememektedir. Nefse en zor gelen şey, en ağır gelen yük, İslamiyet’in emir ve yasaklarına uymaktır. Nefsi ezmek için, İslamiyet’e uymaktan başka yol yoktur.

Nefs, daima Allahü teâlâyı inkâr, Ona inat, isyan etmek ister. Bunun için nefsin arzuları, insanı Allah yolundan saptırıcıdır. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bid’at sahibi olmaya yahut fıska yani haram işlemeye başlar. Ebu Bekir Tamistâni hazretleri; “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür” buyurmuştur.

Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri de; “İbâdetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır” buyurmaktadır.

İslam bin Yusuf Belhi hazretleri, Hâtem-ül-esam hazretlerine bir şey hediye etmişti. Hâtem-ül-esam hazretleri bunu kabul edince, kendisine;
-Bunu kabul etmek nefsin arzusuna uymak olmaz mı dediklerinde;
-Kabul etmekle kendimi zelil, onu aziz eyledim. Reddetseydim, kendim aziz, o zelil olurdu. Nefsimin hoşuna giderdi cevabını vermiştir.

Resulullah efendimiz, uzun bir hadis-i şerifin sonunda buyurdu ki;
(İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.)

Nefse uyup, tevbe ve istiğfâr etmeden, af ve Cennet beklemek ahmaklık olmaktadır. Zira hadis-i şerifte; (Aklın alameti, nefse galip ve hâkim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af, merhamet beklemektir) buyuruldu.

Kötü şeyler nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyâzet çekmesi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nefse sükunet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.)

Nefse uyan kimse, hep İslamiyet’in dışına çıkar. Hayvanlarda akıl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar. İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için lazım olan şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor.

İslam dini insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor. Nefse uymayı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve üremesi için ve medeni hayat için lazım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusur ederdi ve Nefs ile cihâd sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olmak yolu kapalı kalırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahirette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için et bulamazdınız!)

Yani, hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı, yemekten, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşayamazlardı.

İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de, zehirli ilaç gibidir. Doktorun tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helak olur.

MAKALELER-OSMAN ÜNLÜ
 
Söz Vermeden Önce...

...SÖZ VERMEDEN ÖNCE "İNŞALLAH" DİYELİM...

Dinimizin emrettiği küçük gibi görünen büyük davranışları ihmal edince,

ufkumuz daralıyor,bakışlarımız bulanıyor ve ferasetimiz zayıflıyor.

Mesela hergün verdiğimiz onlarca sözden kaçına "İnşaallah" < Allah'ın (c.c.)

izniyle > diyerek başlıyoruz? Halbuki öyle bir yere bağlıyoruz ki sözümüzü,

bağlanacak tek güce: Rabb'imize. Verdiğimiz sözü yerine getirebilmek için,

Yüce Allah'tan (c.c.) yardım istiyoruz. "İnşallah" ifadesi söylerken aslında

"Ey Yüce Rabb'imiz! Bu işmi/sözümü senin rızan için yapıyorum/veriyorum.

Bizi mahcup etme. Bu sözü verirken Senin engin rahmetine güveniyorum.

Bize,sözümüzü yerine getirecek güç,basiret ve imkan ver diyoruz.

Madem "İnşallah" ifadesi bu kadar önemli, o halde her sözümüzün başında

"İnşallah" demeyi unutmayın...İNŞALLAH...harika bir yere bağlıyoruz ki

sözümüzü...

" Hiçbir konuda, ' İnşallah ' demeden <Allah'ın (c.c.) dilemesine bağlanmaksızın>

Ben yarın mutlaka şöyle yapacağım deme. Bunu unuttuğun takdirde

ALLAH'ı (c.c.) zikret.
 
Kavanoz ve 2 Fincan Kahve:



Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!


Bir gün bir profesör, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii Ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;


Ben '

Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der.

Şöyle ki;


Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.


O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz,
eviniz, arabanız vs.



Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına Ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.


Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz Eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin


. Gerisi hep kumdur.


Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır......
 
Sizce de GARİP DEĞİL Mİ?


Camiye bağışlamamız gerektiğinde bi 20 YTL gözümüze ne kadar büyük gözüküyor. Alışverişe giderken aynı 20YTL ne kadar da küçük geliyor gözümüze. GARİP DEĞİL Mİ?

Allah yolunda bir saat çalışmak ne kadar uzun bir vakit olarak gözüküyor gözümüze. Balık tutma, futbol veya TV de dizi izlemek için harcamaya kalktığımızda, aynı vakit nasılsa kısa geliyor bize. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir cüz Kuran okumak için ne kadar emek sarfediyoruz. Çok satan bir romanın ikiyüz sayfasını okumak ise, bizim için ne kadar kolay. GARİP DEĞİL Mİ?

Kuranın dediklerini sıkı sıkıya sorgularken, gazetelerin yazdığına nasılsa hemencecik inanıyoruz. GARİP DEĞİL Mİ?

Namaz kılarken okuyacağımız ayetleri şaşırabiliyoruz da, bir arkadaşımızla konuşurken bülbül gibi şakıyoruz. GARİP DEĞİL Mİ?

İslami bir faaliyete vakit ayarlamak ne kadar da zor oluyor. Başka bir sosyal etkinliğe ise vakit bulmak ne kadar da kolay oluyor. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir iki Kuran ayetini ezberlemek için nasılda uzun bir zaman ve çaba gerekiyor. Bir şarkı ezberlemeyi ise az zamanda nasıl kolay başarıyoruz. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir rahibe baştan ayağa örtündüğünde kendisini Allah yoluna adamış biri diye saygı görür. Tesettürlü bir Müslüman hanımı gördüklerinde ise aynı insanlar onun baskı altında olduğunu düşünürler. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir batılı kadın dışarıda çalışmak yerine evini tercih ettiğinde, çocukları ve evi için kendinden fedakarlık eden biri olarak saygı görür. Ama aynısını bir Müslüman hanım yaptığında, böyle yapmakla özgürlüğünü kısıtladığı düşünülür. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir çocuk herhangi bir konuda ciddi bir yoğunlaşma gösterdiğinde, bu çocukta iyi bir potansiyel var denilir. İslami konularda bilgi edinmeye çok mereklı bir çocuğa ise problemli nazarıyla bakılır. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir Yahudi sakal bıraktığında inancının gereği olarak böyle yaptığı düşünülür. Aynısını yapan bir Müslüman ise; FANATİK, AŞIRI UÇ, YOBAZ muamelesi görür. GARİP DEĞİL Mİ?

Bir hristiyan militanı birini öldürürse, işlediği cinayeti ile mensup olduğu din arasında bir ilinti kurulmaz. Ama bir Müslüman bir suç işlediğinde, O kişiden önce dini sanık sandalyesine oturtulur. GARİP DEĞİL Mİ?

Ve bütün bunlara rağmen, İslamiyet yeryüzünde en hızlı yayılan dindir. GARİP DEĞİL Mİ??? RABBİM BİZLERİ KENDİ YOLUNDAN AYIRMASIN! İMANIMIZI ŞEYTANIN VESVESESİNDEN KORUSUN.. AMİN
 
Tevbe dil işi değil, kalp işidir

Tevbe, günahla kirlenen ruhumuzu yıkamanın ve yeniden dirilişin ifadesidir, tevbe ruhu arındırmanın en güzel yollarından biridir. Unutmayalım ki Cenab-ı Hakk’ın bu gece ve gündüzündeki bu büyük rahmeti, mağfireti ve bağışlaması hiç şüphe yok ki ona talip ve lâyık olanlar içindir. Öyle değil mi ya? Kusurlarını, günahlarını idrak etmeyen veya edip de bunlarda hâlâ ısrar edenler, afv ü mağfiret ihtiyacı içinde oldukları halde, tevbe ve istiğfarda bulunmayanlar, mağfiret-i ilahiyyeye nereden ve nasıl nail olacaklardır? Yapılacak tevbe samimi-gerçek olmalı, bir daha o günaha dönülmemelidir. Tevbe dil işi değil, kalp işidir. Tevbe, vücudun bütün azalarının Cenab-ı Hakk’ın emrine dönmesi demektir. Sözü papağan da söyler, amma idrak etmeden söyler. Nitekim:

Eylesen tûtîyi ta’limi eder kelimât

Sözü insan olur amma, özü insan olmaz!

denilmiştir. Tûti, papağan demektir. Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan gibi olur, amma özü insan olmaz, kuştur yine. Papağandır, tabiatı neyse odur. Hâl değişmeli ki, tevbe makbul olsun. Kul hakkı varsa, mutlaka helâlleşmek gerekir. ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe (Samimi bir “tevbe” diye tercüme edilen “tevbe-i nasûh” için birçok yorum yapılmıştır. Bunların ortak noktası şudur: “Nasûh”, nush kökündendir. Buna göre “tevbe-i nasûh”; tevbe edenin kendi nefsine nasihat dinletebilmesi, günahlarına son derece üzülmesi ve artık onlara dönmemeye karar vermesi demektir.) ile ALLAH’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde ALLAH sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından amellerinin nurları aydınlatıp gider de: “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü Sen her şeye kadirsin” derler. (Tahrim Sûresi:

Günahlardan arınıp Yüce Mevla’nın af ve mağfiretine erişmeyi umduğumuz bu geceyi idrak eden her insan, bu gayeye erişmenin heyecanını yaşamalı, ALLAH Teâlâ’nın:

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet edicidir.” (Zümer Sûresi:53) müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, günah ve kusurlarından dolayı tevbe etmeli, ibadet ve dua ile Rabbine yakınlaşmalı, ümütlerini canlandırmalı, yeni bir ümit ve kararlılıkla geleceğe bakmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir

Bu âyet-i kerimede ALLAH’ın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğu ifade edilmektedir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır, her insan bu ilâhî rahmetten istifade edebilir. Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir ki “ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, günah işlemeye devam edin, demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tevbelerinin kabul edileceğini bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip ALLAH’a dönmelerini teşvik etmektir. Çünkü tevbe kapısı daima açık. ALLAH Teâlâ Hazretleri kulun tevbe etmesini sever. Günahını itiraf etmesini sever. O’nun için tevbe kapısı açık. Tevbe ederse kurtulur hasılı. Yeterki tevbe etsin. Cenab-ı Hak buyuruyorki:

“Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki ALLAH çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’âm sûresi:54)

Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması gereken bir ibadettir. Çünkü tevbe, ruhumuzu arındırmanın en güzel yollarından biri ve yeniden dirilişin bir vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerim, ameli ne olursa olsun istisna koymaksızın herkesi tevbeye davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“…. Ey mü’minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH’a tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz.” (Nûr Sûresi:31)[/b]
 
BURAYA ONUN ADINI YAZ



Kimin mi?

Hani o, seni en çok üzenin, en kızdıranın adını..

Eşin belki..Belki de annen-baban..

Ya da kardeşin, komşun, en iyi arkadaşın..

Artık, seni inciten ve de "kıymetlin" her kimse, işte onun..

Yaz adını buraya; ". . . . ." ve ekle;

". . . . ." Öldü! Yok artık!


Ne bir daha bu eve gelecek, ne telefon edecek, ne de bir daha karşılaşacağım onunla!

Artık ". . . . ." Yok! Öldü O.. Hiç olmayacak bir daha..

Bundan sonra, aranızda geçen olayları düşün..

Hani seni çok inciten, üzen-kızdıran ve "Asla!" dedirten her yaşanmışlığı..

Gör bak, nasıl bomboş ve anlamsız gelecek..

Ölümün değdiği her şey nasıl silikleşecek, nasıl artık fonda kalacak hayat!..

Aniden değişecek paradigmalar!

"Neden?" diyeceksin.."Neden kırdım ki onu?" "Şu üç günlük dünyada değer miydi?"

Ve.. Tarifsiz sızlayacak yüreğin..

İşte bak dünya bir an! Bir varmış, bir yokmuş..

Giden asla geri gelmiyor ve insan "keşke" diye bir ömür boyu yürek sızılarıyla kalıyor sonra.

Böyledir ölüm..Ansızın gelir ve keskin bir bıçak gibi ayırıverir dünyaları..

Ve bizler, hep "ölecek yaşlarda" olduğumuz gerçeğini bile bile, görmezden gelir, hiç ölmeyecek gibi yaşarız..

Oysa geçen her saniye haykırır bize; "Ölüm var heyy!"

Bir ebemkuşağıdır ölüm..

Her giden hep "sırma saçlı-badem gözlüdür" ya hani..


". . . . ." Öldü diyerek işte, şimdi değiştir paradigmaları!..

Ve en bâdem gözlüne sımsıkı sarıl! Bırakma sakın!..

Bak, tik-taklıyor zaman; "Ölüm var heyy!"

İşte bu, "Ölmeden önce ölmek" yani Olmak sırrındandır..

Ve bundandır "Her vakit ölümü hatırlayın!"diye emredilmesi..

Sırra eren, hiç "keşke" demeyecek.

Ve..

Nasıl hayattayken öldürüp de gayrımızı, sıfırlıyorsak ona karşı içimizi, aklımızı-yüreğimizi..

Nefsimize de böyle yapmalı!..Sıfırlamalı dâim..

Sınır dışı tüm arzu ve dayatmalarını, ölüm silgisiyle silivermeli..


Ölmeden Ölmeli!..

Ölmüş olan, hiç dünyaya tapar mı? "Şunu, şunu da isterim" der mi?

Ölmüş olan, yalan-kötü söz söyler mi?

Ölmüş olan, haset-zulüm eder mi hiç?

Ölmüş olan, benlik davası güder, kin tutar mı?

Ölmüş olan, incinir mi?

Ölmüş olan, İncitir mi hiç?

?

Gelin ÖLüverelim hadi!..

OLuverelim..

Muhabbetle efendim..
 
İlginç sorulara verilen güzel cevaplar


*Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görür. Müridi: Güzel bir kardeşlik örneği der. Keşke insanlar da bunlardan ibret alsa. Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir. Aralarına bir kemik atıver de gör kardeşliklerini....

*Kadıköy camiinde vaaz vermekte olan O. Demirci hocaya : - Hocam diye sormuşlar. At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi? Demirci hoca : - Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. O nallardan her atta dört tane var amma, bütün gün kamçı yeyip duruyorlar...

*Portekizi 15 yıl idare eden Salazara sordular: Bunca yıl bu halkı nasıl güdebildiniz? Salazar cevap verdi: - Üç şey ile... MÜZİK, EĞLENCE, FUTBOL....

*Amerikalı iş adamı, Çinliyle alay ederek sormuş: - Mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek? Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş: - Sizin ölüleriniz koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman...

*İngiliz garson Türk müşteriye: - Çanakkale de çok askerimizi öldürdüğünüz için sizleri pek sevmeyiz, deyince. Bizimkinden gayet soğuk kanlı şu cevabı almış: - Orada ne işiniz vardı?

*Mehmet Akif elini yıkadıktan sonra kendisine uzatılan kirli peşkiri görünce ister istemez: - Hayır diye bağırmış. Elimi henüz daha yeni yıkadım...

*Mevlana Cami hazretlerine gelen bir adam: - Şuna şöyle dedim, buna şu cevabı verdim diye gururlanınca, Mevlana hazretleri: - O cevaplarla değil, diye gürlemiş. Yarın Allah'a vereceğin cevaplarla meşgul ol.

*iran'a ne maksatlaakın ettiniz? Sorusuyla karşılaşan İslam öncüsü, Büyük bir vakar içinde şu cevabı vermişti: - Gayemiz, insanların Allah'a ibadet etmesini sağlamaktır. Allah'ın yarattıklarına değil.

*Kafkas Kartalı Şeyh Şamil, esarette bulunduğu sırada, Ruslardan namaz kılmak için yer göstermelerini istemiş. Sarayın kilisesine götürmüşler. Şeyh Şamil, namaz hazırlığı yaparken, Ruslar da rahat etmesi için kilisedeki putu örtmeye çalışmışlar. Şamil onlara müdahale ederek: Bırakın, öyle kalsın demiş. Şamil'in esarette ve burada namaz kıldığına, mahşerde o da şehadet etsin.

*Lafı uzatanlara ne yapmak lazım diye Farabi'ye sormuşlar, şöyle demiş: - Uzun konuşanı kısa dinlemeli.

*İnsanlara zulmeden birisi, bir İslam büyüğüne sormuş: - İbadetlerden hangisi efdaldir? Şu cevabı almış: - Senin için öğleye kadar uyumak efdaldir. Çünkü uyuduğun müddetçe halkı incitmezsin...

*Cenab Şehabeddine: - Şu edepsize neden bir tokat vurmadın? dediklerinde, şu cevabı vermiş : - Eldivenim yoktu iğrendim.

*Mehmet Akif Ersoy'u ilk devre milletvekilliği sırasında ziyerete gelenler, bir takım idareciler hakkında kanaatini sormuşlar. Şu cevabı vermiş: - Memleketten ümidinizi kesmek istemiyorsanız, büyük adamları yakından tanımayınız.

*Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirlerini incelemesi için Şekspir'e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: - Dostum, siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.

*Kırkıncı Hoca'ya, " Kabe'yi ilk defa görenin yapacağı dua, mutlaka kabul olacağı için nasıl dua edelim? " diye sorduklarında: - Ya Rabbi, burada edeceğim bütün duaları kabul eyle, diye cevabını vermiş.

*Adamın biri Hz Ali'yi gıyabında kötülediği halde, yüzüne karşı övmeye başlayınca, şu karşılığı almıştır: -Söylediklerinden daha aşağı, fakat içinden geçirdiklerinden daha üstünüm.

*Adamın biri Muhammed bin Vasi'nin bacağındaki yarayı görüp, " sana acıyorum " dediğinde, ondan şu cevabı almıştır: - Ben aynı yaranın gözümde çıkmadığına şükrediyorum.

*Falih Rıfkı Atay, " İslamiyet denince burnuma ayak kokusu gelir" dediğinde, yanındaki bir adamdan şu cevabı almış: - Senin burnuna gelen ayak kokusu değil, ciğerindeki ufunetin kokusudur.

*Hz Ali'ye: - Allah bu kadar insanı nasıl hesaba çeker? diye sorduklarında: - Nasıl rızıklandırıyorsa öyle cevabını vermiştir
 
"KALP KIRMAK"


Büyük bir bardağa su koydular,
Suyun içine de bir bardak.
Keskin nişancıları çağırdılar,
Dıştaki kırılmadan içteki vurulacak.
Kimse başaramadı bunu.
Silaha sarılanların boynu vuruldu.
Baktılar ki silah tutan kalmayacak.
Hocaya koştular ''Bu iş ne olacak''
Hoca dedi ''Bu bir temsildir,
O silahla vurulacak,
Bardak içindeki bardak:En büyük suç olan, kalp kırmak.''
''İnsana Yakışan odur ki,
Bundan uzak durmak. Çünkü:
Kabe'yi yıkmaktan daha kötü,
İnsanın kalbini kırmak''


ÖLÜMLÜ DÜNYA.. KIMSEYI KIRMAYA İNCİTMEYE DEYMEZ.!
 
Canın Acıdı Mı?

Nefs, ziyneti ister. Ama bir küpecik takmaya kalksa kişi, önce alır, canını yakacağını bile bile kulağını delerler. O da süslenmeyi sevdiğinden, acıya itiraz etmez. Bilirsin ki kardeşim, her nîmetin külfeti, rahmetin de zahmeti olur. Şimdi, aşağıda okuyacağın yazıyı, içinde çeşit çeşit küpelerin olduğu bir mücevher kutusu olarak düşün. Önce canının biraz acıyabileceğini peşînen kabul et; ardından, dilediğin cümleleri kulağına küpe et...
*
Edepsizlik odur ki, Hakk’ın, cevherini ağzından saçtığı sevgili kulunu, edepsiz addedersin.
*
Emerek emek vermeden sütün gelmeyeceğini, bebekler bile bilir, sen bilmez misin?
*
“Uzaktayım, makbul değilim.” diye vesvese etme. Kim kıymetlidir, güvenir, vazifeye gönderirler. “Yakındayım, herhâlde hamım.” da deme, zira bazen armut, dibine düşer…
*
Fakirliği sev… Ulular eteğinde büzüşüp, kedi gibi sığınmayı da… Ve ulunun gölgesinde, kendi gücünden soyunmuş, garip, zavallı, hatta aşkı sebebiyle biraz da densiz bir muhtaç olmaktan çekinme…
*
Çürük de olsa, -Yaratana hürmeten- yerden kaldır ki, ayaklar altında ezilmesin... Seni tutup kaldırmalarını, sağlamlığından mı zannedersin?
*
Her geleni Hızır bilmen, her gelene “hınzır” damgası vurmandan, elbette kat kat iyidir. Allah aşkına söyle, bu güne kadar sû-i zandan ne kazandın?
*
Veriyorsan, senden alan Hak’tır. Alıyorsan, ikram eden Hak’tır. De ki, madem, alan da, veren de O, şu seninki nice ezilmek ya da nice havalanmaktır?
Ümitsizlik sana yakışmaz. Yıllarca arayıp da bulamadığın, özlediğin ve uğrunda nice yorgunluk çektiğin hâlde ulaşamadığın şey neyse, onun izini bulduğunu var say ve öylece umutla bak, içinden geçtiğin anlara... Ve dilerim, o şey, Yâr olsun…
*
Sen sen ol, çok kolay sevinebilen birini bile sevindiremeyecek kadar beceriksiz ve hissiz olma...
*
Niceleri, çok atmış ve atlamış olmalarına rağmen, bir türlü hedefe ulaşamamışlardır ve bunun tatminsizliğini yaşarlar. Buna karşın ısrarlı bir “Ben bilirim!” havası estirirler ki, sen öyle zamanlarda sıkı sıkı giyin, rüzgar almamaya bak.
*
Burası dünyadır kardeşim! Kimisi yorulur; ama kavuşabilmiş değildir, ayrılık çeker. Kimi ise vuslat içre hasretin yorgunluğundadır. Kendine ait kanaat, bilgi, fikir, karar, ölçü, her ne varsa kurtul da nimetlerin en büyüğünü, “yanıp yok olmayı” dile. Sadece bu dileği lûtfettiği için şükretmeye kalksan, zaten başedemezsin. O hâlde senin de yorgunluğun, şükürden âciz kaldığını hissetmenin ağırlığından oluversin.
*
Ne vakit yakıcı bir alev etrafında dönmeye başlarsın, işte şenliğin, sevincin, huzurun bu olsun. Zîrâ Habîbullâh “Beni seven, sıkıntıyı kendine örtü edinsin” buyurdu. Ateş, yanında civarında olur da, kanatların ne vakit acır, işte o zaman, üzerinde bir şefkat elinin dolandığını hissedersin. O el birine değer de, hiç o kişide dert mi kalır? O el değince, çileler safâya, gamlar sürûra dönüşür… Madem böyledir, Sevgilinin seninle muhatap olmasına yol açan işi sıkıntı sayıp da, nankörler arasına katılma.
*
Kim yana yana, nefesi kesile kesile aramış da bulamamış ki… Aramaktan hâlsiz ve yorgun düşmüşsen, bulma vaktin de yakına gelmiştir. İş ki, sen, kavuştuğun nîmetten gâfil kalma.
*
Kınayan ve kusur bulan bakışların, bazen o kadar keskin ki, doğrusu bu kadar keskinlik, üzerinde edep de bırakmıyor. İlle de böyle bakmaya devam edeceksen, öncelikle ve özellikle, geç, aynada kendine bak!
*
Her soru sormayanı aynı kefeye koyma. Kimisi, ilgilenmediği ya da sormayı bile beceremediği için; kimisi de teslim olduğundan veya zaten bildiğinden sormaz. Sorusuzluk, bazen tümüyle büyük bir mesele, bazen de tümüyle bir güzellik olabilir. İyi ayırd et.
*
Vazifeyi almak değil, hakkıyla yapmak zordur. Vazifenin üstüne atlayana değil, onu ihlâsla, adam gibi yapana “evlât” derler.
*
Mârifeti, orada burada boy göstermek, görünmek sanıyorsan, yanılıyorsun. Ama “Yok, ben ille de görüneceğim.” diyorsan, o zaman bari kabuğunu düzelt de, bakanların gözü yorulmasın.
*
Her yerde olmak gibi bir duân varsa, gönüllere gir. Çünkü sevenler sevdiklerini gönüllerinde taşırlar ve nereye gitseler, oraya götürürler. Âşık neredeyse, mâşuk da oradadır.
*
Küçük çocukların saf bir tarafı vardır ve onlar, kâr-zarar hesapları yapmadıkları gibi, gururları da yoktur. Verdiklerinin büyüklüğünden ziyâde, vermenin sevincine dalmışlardır. Oysa “Ben büyüdüm” diyenleri görürsün, onlar hem bir ekmek parasını değersiz görüp, “Bundan ne olacak, versem ne, vermesem ne!?” derler; hem de “Vallahi kardeş, hele olmasın bak, ekmek veren oluyor mu?” diyerek, o paradan vazgeçemezler. Sen, küçük hesaplarda boğulmuşlardan olma.
*
Bir ihtiyaç arz edildiğinde “Allah yardımcın olsun, vah yazık çok üzüldüm, ne diyeyim, Allah versin.” diyeceğine, aklını başına al da, Allâh’ın, “eliyle verdiği sebep” olmaya bak.
*
Diyorlar ki; şefkat tokadı yiyen, döner yine sarılır, “Ana!” diye ağlar. Kahır tokadı yiyen ise; daha iflâh olmaz, dinden îmândan çıkar, yıldızlardan düşmüşe döner de parçası bile bulunmaz. Rûhu ölür, rûhun hayat eseri olan muhabbet, ihlâs, edep ve teslîmiyetten soyunur. Küfür sıfatına geri döner. Oyun biter, perde kapanır... Dikkat et.
*
Duydum ki, katre meşrepli mürşidin kabrinden selâmsız geçsen, tokadı yersin. Derya meşrepli mürşidin kabri başında ne densizlik etsen, bir şey demez, dokunmaz imiş. Madem öyle, mürşidin yüzünü tokatladıysa, bil ki, hakkındır ve günahına kefârettir. Tersine, yüzüne her zaman tebessümle bakıyorsa, bil ki, bu da senin güzelliğinden değil, mürşidinin enginliğindendir.
*
Kardeşinin günahını diline dolama da, kendi günahlarına ağla. Zîrâ sen, onun dedikodusunu yapmakla Hak’tan uzaklaşırken, kardeşin, kendi günahına ağlamakla, Hakk’a yaklaşmaktadır. Duâ et de Allah seni, o kınayıp durduğun günahkâr kardeşin hürmetine affetsin.
*
Uyanık ol! Gözünde büyüttüğün sevapların yüzünden, cehenneme düşme! Zîrâ ibadeti, ilmi ve makamı sebebiyle, bir çokları ucup bataklığında kaybolmuştur. Nice günahkâr ise, tevbe ve pişmanlık içinde, Allâh’ın affına mazhar olmuştur.
*
Mü’min kardeşinde gördüğün her bir günâha, duâsız dilin ve duyarsız hâlin ile ortaksın! O hâlde hadi, biraz aklın varsa gayretini kavîleştir. Bunun yolu sadece söz ile değil, hâl ile de duâya koyulmandır. Bırak olmayan hazineni uzaktakilerle paylaşmanın hayalini de, elinde olanı yanı başındaki kardeşinle bölüşmeye bak! Zîrâ paylaşmayı unutmuş olmasaydın, o belki de günahtan korunacaktı. Üstelik bu sebeple, sen de rahmete gark olunacaktın. Hâlbuki şüphesiz ihtiyaç sahipleri, dünyada vermediğin haklarını, âhirette söke söke alacaklar. İşte o gün “Hayret…” diyeceksin, “Günahkâr o idi, eziyet neden bana?!.”
*
Bilmiyor musun ki azîz eden de zelîl eden de Hak’tır. Sen Yûsuf kıssasını da mı duymadın ki, orada bir Züleyhâ vardır. Ve Allah, onu dedikodularıyla yerin dibine batırmak için didinen gâfillerden birini değil, onların kınayıp durduğu Züleyhâ’yı peygamberine hanım seçmiştir. Susup beklemesini bil. Ne “Oldum!..” de, ne de “Olmadım!..” Olmayacak iş yoktur.
*
Bazen, bütün ömrünü anlamaya adasan, yine de yetmez. O hâlde, her iş için akıl yürüterek durumunu zorlaştırmak yerine, mürşidini taklid ederek, sükûnetle yaşamaya bak. Böyle yapa yapa umulur ki, bir gün, hakikate erişenlerden olursun.
*
Bir güzel dedi ki: Mecnûn olmayan, onun hâllerinden de, yasından da, bayramından da bîhaberdir. Aşk anlatılmaz, âşık anlaşılmaz... Kimse bir başkasının aşkını anlayamaz...
Aşk, parmak izi gibidir. Aynaları olmakla birlikte, aynısı yoktur. O hâlde, sana tuhaf gelse de, mecnun kimseyi hor görme.
*
Her türlü ziynet, sende ancak emânettir. Bölüştüğün, ikram ettiğin sürece bereketlenir. O hâlde, şu sözlerden ne kadarını kulağına küpe ettiysen, önce sevdiklerinden başlamak üzere, Allâh’ın kullarıyla paylaşâ€¦

Neslihan Nur Türk
 
ARKADASMISIN? DOSTMUSUN?


Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır

Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır

Arkadaş senin ağladığını görmez

Dostunun omuzu ise senin göz yaşlarınla ıslanır

Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir

Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gideR

Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur

Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için

Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür

Dost ise tekrar arar

Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister

Dost ise her zaman senin arkandadır

Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir

Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder

Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar

Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır

Arkadaş sizi ikinci görmek ister

Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar

Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır

Dost sıkıntınız olduğunda size koşar

Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız

Dostlarınız size huzur vermeye çalışır

Arkadaş bu mesajı okur ve umursamaz

Dost okur ve Dostlarına yollar
 
Seni yarattım”


ÇELİMSİZ, KÜÇÜK BİR kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi birşey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.

Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti. Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklını takıldı yeniden. Duyguları birşeylere itiraz ediyordu.

Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?

İçin için, O’na karşı:

“Böyle birşeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı.

Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:

“Yaptım. Seni yarattım!”

ZEKAT VE SADAKA NIN ÖNEMINI SIMDI DAHA IYI ANLIYORUZ DEGIL MI
 
3 soru 3 cevap

Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında
okuduktan sonra vatanına
ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç
kimse cevap veremediğinden dolayı
canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni
oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük
ilim sahibi olan köyün hocasına
götürürler. Hoca ve delikanlının arasında
geçendialog şöyle devam eder.

Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma
cevap verebilecek misin?
Hoca: Allah'ın bir
kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap
verebileceğim.

Delikanlı: Emin misin? Proferserler
bile cevap veremedi bana.
Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım

Delikanlı: 3 sorum var

1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,
şeklini bana göster
2. Takdir (kader)
nedir?
3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
neden cehenneme yollanıyor,
cehennemde
ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl
yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?


Bu arada, aniden bizim hocamız
delikanlının başı üzerinde bir saksı
kırar.

Delikanlı canı yana yana sorar; Neden
sinirlendin ki?
Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
soruna bir cevabım der.

Delikanlı: Hiç birşey
anlamadım.
Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
başında kırınca

Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı
hissettim.
Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor
musun?

Delikanlı:
Evet

Hoca: Bana bu acının şeklini göster
ozaman!

Delikanlı:
Gösteremem.

Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes
Allah'ın varlığını hisseder ama
Allah'ı
göremez.

Hoca: Dün gece rüyanda benim
başında saksı kırdığımı gördün
mü?
Delikanlı:
Hayır.

Hoca: Bugün böyle birşey ile
karşılaşacağını hiç düşündün mü?
aklından
geçti mi? Delikanlı:
Hayır

Hoca: Bu işte takdir dir
(kader)

Hoca: Biz neyden yaratıldık?
topraktan yaratılmış değil miyiz
?
Delikanlı: Evet böyle
denir.
Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
yapılmadı mı? Allah isterse
ateşten
yaratılan şeytanı ateşin içinde
cezalandıramaz mı?
 
bir dinle bin düşün

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say, ama yerinde sayma!

Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver, ama sırrını verme!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiç bir zaman boş verme

Eşini beğen, işini beğen aşını beğen, ama kendini beğenme!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama kin besleme!

Davet et, hayır et, affet, tövbe et ama ihanet etme!

Okumaktan zarar gelmez, oku ama lanet okuma!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama ağzını açma!

Hedefe koş, yardıma koş ama ortak koşma!
 
Huzurlu Bir Hyatın Yolu

Ölü olsun diri olsun kimseyi küçük görme; sonra helak olursun. Çünkü bilemezsin, belki o senden daha hayırlı biridir. Kötülediğin kimse, şimdilik fasık olabilir, ancak sonuç önemlidir. Kim bilir belki sen onun şimdiki hali üzere ölürsün, o ise güzel bir halde gidebilir.

Sırf zengin olduğu için kimseyi gözünde büyütme. Çünkü bütün dünya ve içindekiler, Allah katında küçüktür. Dünya ehlini gözünde büyüttüğün an, dünya büyümüş, ancak sen Allah katında küçülmüş olursun.

Dünyalık elde etmek için sakın dininden ve edebinden bir şey verme. Böyle yaparsan değil Allah katında, kendilerine şirin gözükmek istediğin insanların gözünde de düşmüş olursun. Ayrıca eline de bir şey geçmez. Hem dinden hem dünyalıktan olursun. Böyle davranmakla eline dünya malı geçerse, hayırlı olanı verip adi olanı almış olursun ki sonuç yine zarardır.

Yüce Allah’ın takdirine razı ol. İnsanlara ve özellikle dünya ehline halinden şikayet etme. Sonra Allah seni onlara bırakır, perişan olursun.

Kendin zengin isen, kimseye ihtiyacım yok diye kibirlenme. Çünkü Allah bir gün seni beğenmediğin o kimselere muhtaç eder ve sana kibrinin cezasını çektirir.


(İmam Gazali )
 
ÖLÜM ANI..

Hz. Ebu Hureyre (R.A) anlatıyor: “Resulullah (S.A.V) buyurdular ki:

“Bir Müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: 'Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah’ ın Rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabb'ine kavuş.' Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyleki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: “Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel” derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler.

Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona “Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?” diye (dünyadakilerden) haber sorarlar. Melekler: “Bırakın onu, onda hala dünyanın tasası var!” derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): “Falan ölmüştü yanınıza gelmedi mi?” der. Onlar: “O, annesine, Haviye Cehennemi'ne götürüldü!” derler.

Aleyhissalat-ü ves Selam devamla derler ki: “Kafir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: “Bu cesedden kendin öfkeli, Allah’ ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah’ ın azabına koş!” Bunun üzerine , cesedden en kötü bir cife kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler.

Orada: “Bu koku nede pis” derler. sonunda onu kafir ruhların yanına getirirler.” (Nesai)

Sahabelerden Bera b. Azib (R.A) şöyle anlatmıştır:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte Ensardan birinin cenazesine katılmıştık. Mezarlığa vardığımızda ölü henüz toprağa verilmemişti. Peygamber Efendimiz orada bir yere oturdu, bizde onun çevresinde yere çöküverdik. Sanki başımız üzerine kuş konmuş gibi oturuyorduk. Peygamber Efendimiz' in elinde bir çöp vardı, onunla toprağı eşiyordu. Birden başını kaldırarak: "Kabir azabından Allah' a sığınınız." (Ahmed b. Hanbel) buyurdu.

Ey nefsim!

Sen neyi istersin? Son nefesinde Ölüm Meleği sana çok korkunç bir vaziyette görünmesini ve ruhunun o kıl torbasına konarak korkunç azaplarla ölmeyi mi, yoksa çok güzel yüzlü ve latif görünümlü bir şekilde gelen Ölüm Meleği ruhunu sanki yağdan kıl çıkar gibi verip latif ve misk kokulu meleklerin elinde ölmek mi?

Tabi latif bir ölüm istersin değil mi?

Ey nefsim!

Bu gaflet halinden uyanman ve Allah-u Zülcelal' e ibadet etmen gerekir. Gerçek manada ve hakiki müslüman olarak ibadetlerine dikkat etmen ve Allah-u Zülcelal' in yolunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünnetinde ve evliyaların istikametinde yürümen gerekir. Yoksa sonunun ne olacağını iyi düşün.

** Mü’min kulun ruhunun "yağın içinden bir kılın çekilmesi gibi kolay çıkacağı" hadisini bilen bir zat dedi ki: "Ben o kadar Kur'an okuduğum halde bu manayı Kur'an'da bulamadım. Oysa ki ben biliyorum ki Ku-an'da şu ayet vardır:

"Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın." (En’am; 59)

Kur'an'ı Kerim’ de herşey bulunur. İşte bu yüzden ben bu mana niye Kur'an' da yoktur diye merak ettim. Bir gün Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i rüyamda gördüm. Ona: "Ya Resulullah! Böyle böyle, bu mesele bana merak oldu." dedim. O da bana: "Yusuf suresini oku." dedi. Yusuf suresini okudum. Orada şöyle geçiyordu: "Mısırdaki kadınlar; 'Züleyha kendi kölesine muhabbet besliyor' diye onu itham ettiler, kınadılar. Züleyha da onları topladı ve her birisinin eline bir elma ve bıçak verdi. Onlar elmaları soyarken, Yusuf’ u da onların yanına çıkardı. Kadınlar Yusuf' un güzelliğine bakarken, ellerini kesmeye başladılar. Yusuf’ la meşgul olmaktan ellerinin kesildiğini hissetmediler, hiç acı duymadılar." Ben bunu okuyunca anladım ki, mü’minin ruhu vücuttan çıkarken, Allah-u Zülcelal, onun gözlerinin önüne ahiretteki yerini, Cennet-i Ala' yı getiriyor. Mü’min de onunla meşgul olurken, ruhun çıkarken verdiği acıyı hissetmiyor.

Bir gün Hz. Ömer (R.A) Ka’b (R.A)’a “Ey Kaab, bize, biraz ölümden söz et.” deyince, Ka’b şunları söylemiştir: “Ölüm, insan oğlunun içine sokulmuş bir diken ağacına benzer. Bu ağacın her dikenli ucu, adamın damarlarından birine batmıştır. Bir süre sonra çok kuvvetli bir insanın o ağacı geri çektiğini düşün! Ağaç geri çekilince kopardığını koparır ve bıraktığını da bırakır.”

Ey nefsim!

Akıllı olan bir kimse gibi, ölüm anının dehşetini göz önüne getir ve onu iyice düşün. Dünyayla sarhoş olan bir kişinin yapacağı şekilde bu anlatılanları sanki duymamış, okumamış gibi olma.

Ey nefsim!

Eğer sen dünya muhabetiyle, keyf-u sefasıyla sarhoş değilsen ve aklın yerindeyse bu ikisinden kendine faydalı ve selametli olanını seç. Eğer ruhunun yağdan kıl çekilir gibi alınmasını ve ölürken Cennet' teki yerini görmek istiyorsan, söylediğimiz programa uy ve Allah' a itaat et ! Tabii ki sen, canının kolay alınmasını ve ölürken cennetteki yerini görmek istersin değil mi? Öyleyse: Ey nefsim! Birbirimize söz verelim, birbirimizi aldatmayalım, bu kadar gaflet yeter... Bu ömrümüz, senin elinde hep boşa sarfoldu. Sen bana ne kadar yaramaz bir arkadaşlık yaptın. Ben hep senin istediğin gibi davrandım. Şimdi tevbe edelim, Allah' a yönelelim, ömrümüzü boşa sarfetmeyelim. Şimdi madem ki önümüzde böyle tehlikeler vardır, ben de senin dediğine uyuyorum. Sana teslim oldum de, bir daha yanlış yapmamaya söz ver...

Allah-u Zülcelal şöyle buyurmuştur:

"Sonra onu öldürür ve kabre koyar." (Abese; 21)

Ey nefsim!

Düşün ki sen öldün. Şimdi kabre girmek zamanı geldi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

"Kabir ya cennet köşklerinden bir köşktür ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi, Beyhaki)

Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur :

“Mü’min genişleyen ve aydınlanan kabrinde yeşil bir bahçede olur. Kafir ise, daralan ve kararan kabrinde yılan ve akreplerin hücumuna uğrar. Bu yılan ve akrepler, kıyamete kadar onu ısırıp zehirlerler.” (İbn-i Hıbban)
 
böyle bir dost varmı

Öyle birini dost edinme fırsatınız var ki :

• Her zaman sizin ona ihtiyacınız oluyor , onun ise aslında size hiç ihtiyacı olmadığı halde sizi dost telakki ediyor , size tenezzül buyurup iltifat ediyor ,
• Siz ona 1 adım yöneldiğinizde o size 10 adımla yöneliyor ,
• Darda kaldığınızda imdadınıza yetişiyor , zorlukları açıp kolaylaştırıyor ,
• Çokça ikram ediyor , cömertliğini hiç bırakmıyor ,
• Çok zengin , hiçbir şeye muhtaç olmuyor ,
• Çok merhametle ve şefkatle muamele ediyor , merhameti gazabına gâlip geliyor ,
• Sözünden asla dönmüyor ,
• Özür dilediğinizde hatanızı görmezden geliyor , affediyor ,
• Her yaptığı işi yerli yerince ve kusursuzca yapıyor ,
• Kendisini vekil edinenlerin işlerini mükemmelce yerine getiriyor ,
• Hayırlı işlerinizde sizi destekleyip size yardım ediyor ,
• Kendisini memnun eden işleriniz için kat kat fazlasıyla karşılığını veriyor ,
• Çok sabırla ve yumuşak muamele ediyor ,
• Bir şey talep ettiğinizde bu talebinize muhakkak karşılık veriyor ,
• Mağlup edilemiyor , her şeye gücü yetiyor ,
• Hakemlik yaptığında en adaletli hükmü veriyor ,
• Kendisine itimat edenlerin umudunu boşa çıkarmıyor ,
• Kendisini sevdiğinizde , itaat ettiğinizde sizi sevip koruyor ,
• Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteriyor ,
• Dilediği şeyi mutlaka yapıyor ,
• Sizin için faydalı olan doğru yolu tavsiye ediyor ,
• Mazlumun hakkını zalimden zerresine kadar alıyor ve zalimi zelil ediyor ,
• Kendisine sığınanları himaye edip emniyete kavuşturuyor ,
• Sevdiklerinin mertebelerini yükseltip güzel makamlar veriyor ,
• Hiç beklemediğiniz bir anda sizi sevindiriyor ,
• Bütün icraatlarında hakkı , adaleti ve dengeyi gözetiyor ,
• Cezalandırmaya gücü yettiği halde cezalandırmada acele etmiyor , muhataba kendini düzeltir diye mühlet veriyor ,
• İdaresi altında bulunanların bütün ihtiyaçlarını karşılıksız temin ediyor ,
• Siz öldükten sonra yüzyıllar geçse de sizi unutmuyor , sizinle ilgileniyor ,

O ; SİZE HİÇ DE UZAK OLMAYAN , ŞAHDAMARINIZDAN DAHA YAKIN OLAN ALLAH’TIR .
BU DOSTLUĞUN TEK BİR ŞARTI VAR : “ HAYATINIZ VE ÖLÜMÜNÜZ ”
O ‘ NUN İÇİN ve O ‘ NUN YOLUNDA OLMALI .
Düşünün bir kere O ‘ na dost olunca , O’ nun dostlarına da dost oluyorsunuz :
En başta Hz . Muhammed olmak üzere Hz . İbrahim , Hz . Musa , Hz . İsa ve diğer peygamberlerimiz ....
Resulullah ‘ın yakın arkadaşları , Hz . Ebubekir , Hz . Ömer , Hz . Osman , Hz . Ali ve diğerleri , diğer peygamberlerin arkadaşları ....

Ve ismini sayamayacağımız nice âlimler , mü ‘ minler ..... ( Hepsine selam ve rahmet olsun )
O ‘ NUNLA ve ONLARLA DOST OLMAYA DEĞER , DEĞİL Mİ ?
 
SİLÂHINA AŞIK OLURSUN!

Önce çok istersin hayalini kurarsın ulaşamayacağını sanır ağlarsın üzülürsün gidenlerin ardından gözyaşı dökersin..

Tam "Herşey bitti, burada kaldım!" derken Mevla öyle bir imkan verir ki sende şaşırırsın...

Birde bakmışsın cdlerden baktığın o Mücahidlerin arasında elinle pilav yemektesin...

Kurşun sesleri ilkin ürkütür ürperti verir... Silah sesleri... tekbirlere karıştığında... Ürperti degişik bir hal alır... Korku kalmaz...

Sadece ileriye dogru gitmek için heyecan artar...

Silahına aşık olursun...

Namlusunu koklarsın barut kokusu hoşuna gider...

Üstündeki techizata bakar ve "Benden önce hangi şehide aitti?" diye düşünürsün...

Sabah alacakaranlığında bastığın çimenlerden yayılan koku hep burnunda tüter... O kokuyu Türkiye'de evinde iken duyduüunda aklına cephe gelir düşünceye dalarsın...

Konuştuğun sohbet ettiğin arkadaşın yanında düşer kanlar içinde kalır...

Önce ürperirsin... Sonrada sekinet iner üstüne... Korku kalmaz... Çünkü Allah cc öyle buyurmuştur... Mücahidlerin kalbinden korkuyu alır... Ölüm sevimli gelmeye başlar...

Huriler gilmanlar gelir aklına... Cennet gelir...

En önemlisi de birkaç gün önce şehid düsen kardeşin gelir aklına "Onunla nasıl buluşacağım?" dersin... Hayal kurarsın...

Yemekten sonra namaz kılarsın topluca... Gözlerini kaparsın... Namazın sonunda bakarsın ki gözlerin yaşarmış...

Sonra herkes çekilir kendi köşesine... Sessizleşir heryer herkes hayal kurmaya başlamıştır... Hapiste olanların hergün genel af hayal etmesi gibi...

Oradakilerde de konuşmalar hep ameliyeler üstüne geçer... Ameliye ne zaman? Bu soru eksik olmaz... Yarın ameliye var hazır olun denildiğinde... Hasta olanlar bile dik yürümeye çalışır...

Yaralılar "İyileştim!" der... Yüzler güler...

Dünyanın başka hiç bir yerinde kurşunun önüne atlamaya meraklı böyle bir insan topluluğu bulamazsın...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst