ümit ile dini sohbetler

KURAN ın musaf oluşu

Hz. Peygamber’in vefatından sonra ilahi rehber Kur’an metninin, ümmetin icmaından geçmek suretiyle, tek kelimesinden şüphe edilmeyecek tarzda; kıyamete kadar hiç kimsenin itiraz edemeyeceği tarzda toplanması gerekmişti. Zeyd İbn Sabit diyor ki: “Yemame Savaşında ashabın öldürülmesini müteakib, Hz. Ebu Bekir beni çağırttı. Yanına vardım. Hz.Ömer de orada idi. Ebu Bekir bana dedi ki: Ömer bana gelip dedi ki: “Yemame ‘de Kur’an hafızları çok zayiat verdi. Bu gibi vakalarda hafızların ölmeleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir çıkarman gerekir.” Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim: “Resulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”, Ömer: “Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür, dedi.” Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah kalbime bu işi yatırdı, ben de onun görüşünü benimsedim.” Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dönüp şöyle dedi: “Sen genç, dinç, zeki bir adamsın. Kimse ittiham edemez. Zaten Resulullah’ın da vahiy katibi idin. Kur’an metnini topla.” Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar bana ağır gelmezdi.” Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım.” (Buhari)

Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hz. Ebu Bekir, Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için 2 delil olmak üzere, 2 şahıstan yazılı nüsha aramasını emretti. Bu iş için Zeyd, Hz.Ömer’in yardımını şart koşmuş, O da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında mukabele görmüş 2 yazılı şahid aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usul takib etmiştir. Yalnız Tevbe Suresinin sonundaki 2 ayet hakkında, araştırmasına rağmen 2 yazılı şahidi bulamamış, Ebu Huzeyme’deki yazılı nüshaya istinad etmek durumunda kalmıştır. Bu şekilde Hz.Ebu Bekir devrinde biraraya getirilen sahifelere “el- Mushaf” denilmiştir.
 
ALLAH ((c.c.)) NİÇİN GÖRÜNMEZ? (güzel anlatilmis)

ALLAH ((c.c.)) NİÇİN GÖRÜNMEZ?(Karşılıklı konuşma-tartışma Üslubunun konuya daha yararlı olacağını umarak bu şekilde yazdık.)



1- ALLAH niçin görünsün? Görünsün sen ona inanasın, görünsün kabul edesin değil mi? Görünene iman etmenin anlamı nedir? Önemli olan görünmeyene inanmaktır. Görünene iman etmek, hayvanların da yapabileceği bir iştir. Gördüğüne inanmışsın, böyle iman neye yarar ki? ALLAH görünsün, yine dersen eğer sana şu söylenir; iman illa gözle mi olur? İman illa bakmakla mı olur? Aklın yerine gözü mü koyuyorsun? Kalbin yerine bakışları mı seriyorsun? Göz mü önemli yoksa kalp ve akıl mı? Hâlbuki iman konusu, kalp ve aklın işidir. Göz iman edemez ki! İman, tasdik ve onaylamaktır. Gözle alakası bine nazaran bir gibidir.



2- Görünsün, tamam görünsün. Yani Hâkim olan ALLAH, kâinatın içine girecek ve biz mahkûmların yanında olacak. Hâkimin, mahkûmların arasında olduğunu kim görmüş sen göreceksin? Padişahın piyade askerlerle yaşadığına kim şahit olmuş sen şahit olasın?



3- Görünsün, senin o azgın nefsin tatmin olsun diye görünsün. Nede değerli bir duyunu tatmin ediyorsun. Ne de hoş bir dava peşindesin. Başka değil de nefis davası, nefis için görmek davası, nefsi tatmin davası. Doyuracak akıl ve kalbin varken iş nefsi doyurmaya mı sıra geldi? Doyan bir nefsi kim görmüş?



4- Tamam, görünsün. Sen bir sınav/ imtihandasın. Ve sınavda; "Hey! Bana cevapları gösterin." diye bir de bağırıyorsun. Cevaplan verilen bir sınav, nerde görülmüş? Böyle olan bir sınavın sonucu ne kadar değerlidir. Bu sınavın cevabı ALLAH değil mi? ALLAH kendini gösterecekse niçin bu sınavı yapıyor? Sınavda cevapları alan bir insan nasıl "ben bir sınavdayım" diyebilir? Bu sınavın sonucu acaba ne kadar değerlidir? Sınav sorularının cevaplarını veren bir öğretmen, acaba çocuklara iyilik mi ediyor yoksa kötülük mü?



5- Görünsün. Öyle ya görünsün. Sınav da ne diyorsun. Dünya başıboşlar diyarı mı? Ne kadar değerli fikirler peşindesin. Kendini sınavda, imtihanda hissetmeyen; hayvan, ot ve taştır. Kendini onlardan mı onların cinsinden mi sanıyorsun? Sınavdasın dedik sana, hala anlamıyor musun? Sınav insanlar içindir. Hayvan ve otlara sınav yapılamaz. Yapılmadığı için onların değeri azdır. Sen değerlisin, hayvan değilsin! Gerçi azgm nefsin EVET der, ama dese bile sen o değilsin. Kendini şahin sanan karga, sandı diye şahin mi oldu? "Ben sınav mınav tanımam" desen de demesen de sen imtihandasın!



6- İlla da göreceğim diyorsun. Senin gözlerin her şeyi görüyor mu ki ALLAH'ı da göresin? Sen cevap ver?



7- Tamam. Ama bil ki bir şeyin görünmesi için bizim gözlerimizin görme eşiği ve frekansları arasına girmesi lazım. Yani biz ne çok küçük frekansları ne de çok büyük frekansları görebiliriz. Ancak bir orta ve küçük mıntıkada görmemiz mümkündür. Bizim frekanslarımız düşük. Sen teleskoptan da daha iyi bir görme istiyorsun. îstemesen de sen busun, sen her şeyi göremezsin ve göremeyeceksin, sen maddesin.



8- Acaba kâinatları da mı gezdin? Süper ovaları mı dolaştın? 800 milyon galaksinin tümünü mü gezdin? Dolaştın da mı görmedin? Gezdin de mi şahit olmadın. Yani çok mu araştırdın?



9- Sen 25 saniye güneşe bakamazken, hatta kör olacakken o güçsüz ve basit gözlerin, tüm kâinatın rabbini görecek, öyle mİ? Sen karıncadan bir ton yük yüklenmesini bekliyorsun. Senin gözlerin o yükü taşımaz, bunu benden iyi biliyorsun. Hz. Musa'nın göremediğini sen mi göreceksin? Dağların dayanamadığı yüke (ALLAH'ı görme yüküne) sen ve senin gözlerin mi dayanacak? Nitekim Hz. Musa'nın da dağı dayanamamıştı, un ufak olmuştu.



10- Bir şeyin görünmesi için onun zıddı olmalı. Yani beyazı, ancak siyahı gördüğünde anlar ve görürsün. Karanlıklar içinde yıldızların görünmesi, ancak renklerinden, zıtlıklarından Ötürüdür. Onlar da siyah olsalardı, hiç yıldızlar görünür müydü? ALLAH da böyledir. Zıddı yok ki görünsün, rakibi yok ki kıyaslayasın, rengi yok ki renkli gözlerin onu müşahede etsin.



11- Resmin içinde ressamı gören olmuş mu? Ressam, resmin içine sığar mı? "Resmin içine portresini koysun" dersen O da olmaz. Cansız portre neye yarar? O cansız değil ki cansız portresini oraya koysun.



12- Allah senin gördüğün varlıklardan değildir. Sen etraftaki varlıklara benzeyen bir ilah düşünüyorsun. Oysa etrafta görünen hiçbir şey ilah olmaya layık değildir. Benzersiz olan bir varlık sana görünürse onun çevrendeki varlıklara ya da başka varlıklara benzemesi gerekir. Oysa biz dedik ya O benzersizdir.



13- Hz. Ali[r.a.], bak ne diyor: "Allah, varlığının zuhurunun şiddetinden görünmez." Demek ki o güneş gibidir. Işığı var, yarattıkları var. O güneş gibidir ışığına dayanamazsın. O hava gibi her yerde, ama sen göremezsin. O ilim, ama sen ilmi eline alamazsın. O rahmet hazinesi, rahmet hazineleri para hazinelerine benzemez. Rahmet görünmez. Rahmet sadece sezilir, sadece bilinir.



14- Allah sondur. Sonun başlangıcıdır. Dünyada onu görmekle sen, mahsul istiyorsun, ilkbaharda buğday biçmek istiyorsun, oysa mahsul ahirettir. Dünyada bu tip istekler gerçekçi olamaz. Gerçek mahsul Allah'tır. Dünya da mahsul biçme yeri değildir. Ekmek yeme ve şerbet içme mekânı hiç değildir.



15- Allah'ı yanlış yerde arıyoruz. Cisim olsaydı burada aramaya hakkımız vardı. Sen onu bulmak istiyorsan kalbinde ara. Hem orası kâinattan daha geniştir. Ancak orası onu alabilir. Çevre dardır. Dar çevrede uçsuz bucaksız Allah olmaz.



16- Dikkat etmişsen en üstün varlıklar görünmeyenlerdir. Akıl, ruh, sevgi ve daha nice en önemli şey görünmez. Hem bunlar maddeden daha kıymetlidir. Bu varlıklar görünmez, çünkü onlar enerjidir, onlar ışıktır ve onlar nurdur. Allah ise en yüce olandır. Önemliler görünmüyorsa en önemli: olan Allah nasıl görünsün? Sözün anl****ı artık sen tamamlarsın.



17- Sen görünmemeyi bir suç sanıyorsun. Oysa görünmemek suç değildir. İsteyen için, bir haktır. Allah görünmüyorsa demek ki istememiştir. Hem Allah görünmek zorunda da değildir. Hak görünmemek istiyorsa bundan doğal bir hak var mıdır?



18- Bil ki ilim artmada, yeni canlılar ve olgular bulunmada ve arayış devam etmede. Biz insanlar, sonsuz bilgiye ulaştık da mı göremedik? Her şeyi bildik de mi onu kavrayamadık?



19- Yine dikkat edersen, insan ya dengini ya kendi cinsine yakın olanı görür. Etrafta gördüklerimizin tümü bizim gibi maddedir. Madde de, mekân da ve zaman da bizim akrabamızdır; ağaç, toz ya da hayvan fark etmez. Allah nasıl görünsün! Görünmez, çünkü o bizim cinsimizden değildir, zamanımızdan değildir ve akrabamız değildir.



20- Hem insanlık tarihi nice mucizeleri görüp de inanmayanlarla doludur. Ateşi gören Hz.İbrahim'in kavmi inanmadı. Ad, Semud ve Medyen kavmi de inanmadı. Demek görmek her şeyi çözmüyor ki bu işi çözsün.



21- İnsan üç şeyi göremez. Çok küçük olanı, çok büyük olanı ve şeffaf olanı (hava- enerji-ruh-akıl...). Hâl böyleyken O'ndan daha şeffaf bir nur mu var? O'ndan daha büyüğü mü var?



22- Hem kâinatta en fazla iki şık vardır: Ya doğru ... Ya yanlış ... Sen bunları kendi iradenle yapmalı ve onaylamalısın. Allah görünürse zorla doğruyu işaretlemiş olmaz mısın? Doğru şıkkı gören kaç öğrenci o doğru şıkkı işaretlememiştir. Ebu Bekir ile Ebu Cehil nasıl bilinirdi. İkisi de doğruyu İşaretleseydi değerleri nasıl belli olurdu? Nasıl biri siddık diğeri cehaletin babası olurdu?



23- Hissetmek de görmekle eşdeğerdir. Bazı şeyler hissedilir. Akıl, mantık... gibi. Allah'ı bir de hissetmeye çalış bakalım ne olacak?



24- Hem akıl daha değerlidir. Bir de aklınla ve gönlünle bak hâlâ görmedin mi?25- Hem bizim önümüzde perdeler çok. Bundan ötürü çok şeyi idrak edemeyiz. Cehalet perdesi, azgınlığımız, duygu perdemiz, egomuz, arzın katmanları... Biz tüm bu perdeleri yırttık da mı o görünmedi?



26- Bazen de görmek istediğin zat, kendini göstermeli. O kendini göstermek istemiyorsa sen ne yapacaksın?... Ben ne yapayım?27- Yine sen de bilirsin ki varlıklar çeşit çeşit. Kimi sadece hisseder, toprak kurdu gibi; kimi duymaz ama görür yılan gibi, kimi de bizim gibidir. İlla da göreceğim dersen bu diğer yaratıklara hakaret olmaz mı?28- O en iyidir. Biz ise en iyi olmayanlarla kuşatılmışız. En iyi, nasıl kötü ya da eksik yerlerde görünsün? Çöplükte kral ne arar? Kutupta çiçek ne arar, ya da ateşte su ne arar?



29- Görmek istersin. Hâlbuki gözü olmayan ve duymayan insanlar çok. Ne yani "onlar görmüyoruz" deseler haklı mı olurlar? Bunu da sen gör.



30- İnsan çok inatçıdır. Gördüğünü İnatla inkâr eden de çoktuk , Verdiğin parayı alıp, inkâr eden de çoktur. Bunu da etraftan hatırla.31- Görmek bir aşamadır. Duymaktan üstün olduğu hakikat. Ama ondan daha büyük aşamalar var( duyu ve duyguların tümüyle kavrama, en büyük aşamamızdır). Bir de bulunduğumuz aşamayı görelim. Birinci kattan çatıyı göremezsin.



32- Her şeyi dışarıda ulu orta gördün de mi onun da görünmesini arzularsın? Göremediklerin, gördüklerinden çok daha fazladır. Gördüğümüz bir, görmediğimiz ise bindir.33- Gören esasta göz mü? Oysa ilim, şu an görenin gözden ziyade beyin olduğunu söylemekte. Göz bir kapıdır. Eğer esasta gören göz olsaydı, biz rüya da görmezdik. Rüyanın görme, duyma vb. hallerde normal yaşantıdan farkı yoktur. Hâlbuki orada akıl ve ruh görmektedir, göz değil. Rüyada gören, kalp ve akıldır.



34- İnsanda gözler çoktur. Kalp gözü, akıl gözü, mantık gözü gibi. Aslında Allah görünür; ama bu son saydığım gözlerle görünür. Bunlara göz değiller diyemezsin. Çünkü tüm insanlar onlara inanır. Aşık olanlar yoksa hangi gözle âşık olmuşlar. Merhamet eden hangi gözle merhamet eder. Bunu, bir araştır da göresin.



35- Aslında "her şey gözümün önünde olsun elle tutulsun" mantığı çocuk mantığıdır. Çocuklara soyut şeyler anlatılmaz, onların anlaması için anlatacağın şeyin somut yani elle tutulur ve gözle görülür olması lazımdır. Bunu söyleyenler aslında çocuk gibi bir arayış içindedirler. Çocuk gibi yapıp edecekleri sonra da yiyecekleri helvadan bir ilah istiyorlar.36- Dikkat edin en değerli şeyler renkli olanlar mı yoksa renksiz ve şeffaf olanlar mıdır? Rahat görünenler mi yoksa görünmesi zor alanlar mı? İnsan için en değerli şeyler; su ve hava değil midir? Bunlar renksizdir. Akıl çok değerlidir o da görünmez.



37- Varlıklar çoğu zaman en değerli şeylerini saklarlar. Gül, diken arasında saklıdır. Tohum, meyvenin en orta karanlık bölmesindedir. Aile halimiz mahremimizdir, onu saklarız. Hazinesini ulu orta gösterenimiz var mıdır? Hayır, öyleyse Allah niçin kendini saklamasın? Yoksa ondan daha muhteşem ve mahrem hazine mi vardır?38- Kişi olmayanı da göremez mi? Göremez diyemezsin. Çölde serap gören, rüya gören, hayal içinde olanı, ya da delinin gördüklerini düşün. Acaba millet bunları görmüş diye doğru mu addedeceğiz?



39- Şu da olamaz mı? O belki çok yakındır da ondan göremiyoruz. Sen kaşını görüyor musun? "Hayır. Ama ben aynayla görürüm" dersen şöyle deriz: Demek ki bazı şeyler için araç lazımdır. Allah için de belki o da bir araç verir de görürsün. Ama Allah, senin sana olan yakınlığından daha yakındır. Yüzündeki 'kaşı gördün. İçindeki Allah'ı hangi aynayla görürsün.



40- Bu tür istekler nefse tapmaktır. Oysa nefis zaten kördür. Kör nefis senden "Allah görünsün" diye istekte bulunamaz. Eğer kör olmasaydı, 10 lira için 10 yıl senin vasıtanla kendini hapis yatırır mıydı? Nefis kör olmasaydı bir anlık öfke ile adam vurup yirmi sene sürünmezdi.



41- Sen desen ki "Bu Ayasofya Cami'nin Ustasını görmesem, ben buranın bir yapıcısı olduğuna inanmam." Akıl bu sözü caiz bilir mi? Oysa kâinat sarayı Ayasofya'dan çok daha mükemmeldir. Kaldı ki herkes yaptığı yapıtın yanında gece gündüz nöbet de tutmamaktadır. Herkes yaptığının yanında durmak zorunda değildir. Sen ustaların tümünü göremezsin.



42- Allah görünmüyorsa birde Allah'ın bakış şekline bak. Allah nasıl işleri düşünür bunu bir hesapla. Onun nazarında soruna yaklaşalım. Allah kimseye muhtaç değil. Görünmek diye bir derdi ya da arzusu yok. O "benim yaptığım işler ortada; onlar zaten beni gösteriyor, derse sen ne dersin?43- Sen onu (Allah'ı) seviyorsun ve görmek istiyorsun. Eğer derdin artık bu olduysa kim bilir belki diğer tarafta görürsün. KAYNAK : Delilleri Sonsuz Olan ALLAH (M.Selahaddin ÇELİK) , Dua Yayıncılık...::: DA'VAMIZIN SONU ALLAH'A HAMD ETMEKTİR :
 
Moralinmi bozuk? (cok güzel okuyun mutlaka)

Moralinmi bozuk?

MORALİN NİYE BOZUK?

HZ. ADEM (A.S.)GİBİ 200 SENE TEVBE Mİ ETTİN?



MORALİN NİYE BOZUK?

HZ.İBRAHİM GİBİ ATEŞE Mİ ATILDIN?



MORALİN NİYE BOZUK?

HZ.YUSUF (as) GİBİ KUYUYA MI ATILDIN?



MORALİN NİYE BOZUK?

HZ.MUHAMMED (sav) GİBİ TAİF'TE TAŞLANDIN MI, BAŞINA İŞKEMBE Mİ KONULDU NAMAZ KILARKEN,

DİŞİN Mİ KIRILDI, YÜZÜNE TÜKÜRÜK MÜ ATILDI, HİCRETE Mİ ZORLANDIN, SEVDİKLERİNDEN Mİ AYRILDIN?



MORALİN NİYE BOZUK?

HZ.HAMZA (r.a) GİBİ BURNUN KULAĞIN MI KESİLDİ?



MORALİN NİYE BOZUK?

MUSAB BİN UMEYR GİBİ KOLLARIN MI KESİLDİ?



MORALİN NİYE BOZUK?

CAFER BİN EBU TALİP GİBİ OK, MIZRAK VE KILIÇ DARBELERİYLE YARALANDIN MI?



MORALİN NİYE BOZUK?

AMMAR,SÜMEYYE, YASİR GİBİ İŞKENCE Mİ GÖRDÜN?



MORALİN NİYE BOZUK?

BİLAL GİBİ KIZGIN KUMLARA YATIRILIP, ÜZERİNE TAŞLARMI KONDU?



MORALİN NİYE BOZUK?

YUNUS PEYGAMBER GİBİ DENİZE Mİ ATILDIN?



MORALİN NİYE BOZUK?

EYÜP PEYGAMBER GİBİ VÜCUDUNU YARALAR MI KAPLADI?



MORALİN NİYE BOZUK?

HZ. İSA GİBİ ÇARMIHA MI GERİLMEK İSTENDİN?



MORALİN NİYE BOZUK?

ÜSTAD GİBİ ZİNDANA MI ATILDIN, ZEHİRLENDİN Mİ?



HALA MORALİN Mİ BOZUK?

NE DÜŞÜNÜYORSUN, DÜNYALIK İŞLER Mİ?

SİLKİNELİM, KENDİMİZE GELELİM...?



ÜZÜLECEKSEN, NAMAZINI KAZAYA BIRAKTIĞIN İÇİN,

TEHECCÜDE KALKAMADIĞIN İÇİN, BİRİNİN KALBİNİ KIRDIĞIN,

PAZARTESİ PERŞEMBE ORUCUNU TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL,



ÜZÜLECEKSEN BUGÜN ALLAH İÇİN BİR ŞEY YAPAMADIĞIN İÇİN,

ALLAH VE RESULÜ (SAV)'NÜ MEMNUN EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL



FİLİSTİN'DE, ÇEÇENİSTAN, BOSNA HERSEK'TE,

IRAK'TA VE DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA ZULÜM GÖREN, İŞKENCE EDİLEN,

ÖLDÜRÜLEN DİN KARDEŞLERİN İÇİN ÜZÜL



ÜZÜLÜRSEN, BİR FAKİRE YARDIM EDEMEDİĞİN İÇİN,

YETİMİN ELİNDEN TUTAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL



ÜZÜLÜRSEN, AFRİKA'DA VE DİĞER ÜLKELERDE BİR LOKMA EKMEK BULAMAYAN,

HASTALIKLARLA MÜCADELE EDEN İNSANLAR İÇİN ÜZÜL



ÜZÜLÜRSEN,KUR'AN-I YETERİNCE OKUYUP, HAYATINA TATBİK EDEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL



ÜZÜLÜRSEN, PEYGAMBER EFENDİMİZ'İ, CANINDAN,

MALINDAN,AİLE BİREYLERİNDEN,

HERŞEYDEN ÇOK SEVEMEDİĞİN İÇİN ÜZÜL



ÜZÜLÜRSEN, HAKİKİ MANADA KUL, EFENDİMİZ'E ÜMMET OLAMADIĞIN İÇİN ÜZÜL

ÜZÜLÜRSEN, EFENDİMİZ'İN ŞEFAATİNE NAİL OLAMAMA KORKUSUYLA ÜZÜL
 
Anlamaliydim........

Anlamalıydım ben üzüldüğüm de kılını kıpırdatmamandan, sadece işin düştüğünde aramandan, naber nasılsın lafının arkasına bir görüşelim mi ekleyememenden anlamalıydım sevgisizliğini...

Ben seni görmek için sınırlarımı zorlarken, senin umursamamandan, alaycı konuşmalarından, yada senden vazgeçerim diye korkup önüme bir parça yem atmandan anlamalıydım...

Ben hayatta hiç kimseye bu kadar sabırlı bu kadar mülayim davranmamıştım oysaki, severdim özgürlüğümü, asi olmayı, bir bardak suda fırtınalar koparmayı, kimseye hesap vermemeyi... bir bunları severdim birde seni sevdim... Sevgilin değil sevdiğin olmayı istedim...

İlk defa biri benden hesap sorsun istedim, bir açıklama beklesin ... bu biraz açık değil mi yada hayır bir yere gitmiyorsun evde oturuyorsun dan başka bir şeydi bu... beni sorgula duygularımı sorgula istedim olmadı...

Ne kadar da kolaydım senin için, ne kadar da zahmetsiz.... Tabii ki bocalardın, emindim düzgün insan olduğumdan hayatında hiç karşına çıkmamış kadar düzgün, emindin seni çok sevdiğimden ve düşündüğümden; öyle olmasaydı her probleminde ilk beni arar mıydın...

Nedenleri, niyeleri merak etmedim hiç inan etmedim... Bu kadar sevgisizliğinde seni nasıl bu kadar sevdim onu merak ettim... Benim için ne düşündüğünü, beni nasıl gördüğünü, sendeki beni merak ettim...

Artık hayal kurmuyorum, geçmişe bu kadar bağlı olmamın sebebi o zaman çok mutlu olmam bunu biliyorum... Şimdi tekrar başlasak ta, yalnızlığı paylaşsak ta sana gönlümü açabilir, gözüm kapalı güvenebilir miyim sanıyorsun...

Şimdi artık tek başınayım... hiç değilse hakkını veriyorum yalnızlığın.. iki kişilik kocaman bir boşluktansa kendimi ve yalnızlığını yeğlerim....

Artık kendimi görmemek için aynalara bakmıyorum, üşürüm diye kazağını giymiyorum, ağlarım diye türkü söylemiyorum, Belki de sen haklısın artık ben bile kendimi sevmiyorum...
 
Ey İman edenler! ALLAH'tan korkun ve doğrularla beraber olu!"


Mevlâmızın kullarına lütufları sonsuzdur. Eğer görebilsek her nefeste büyük rızıklarla nimetleniyoruz. İşte Rabbimizin bu rahmeti ümitsizliğe düşmeye manidir. O (c.c.) mutlak rızık verendir. Her türlü rızkı hazırlamış ve biz kullarına sunmuştur. Bizim yapmamız gereken vesilelerin peşine düşmektir. Bundan sonrası ise tevekküldür.

Fakat bilmemiz gereken önemli bir husus var. Rabbimiz ihsanda bulunduğu nimetlere karşı bizlere bazı vazifeler vermiş ve buna göre, görevini yapan kullarını ayrıca mükâfatla müjdelemiştir. Bu vazifeleri göz ardı etmek ise küfran-ı nimet olduğundan böyle kişileri cezalandıracağını buyurmuştur.

Bu sebeple kul, Rabbine karşı havf ve recâ hali ile donanmış olmalıdır. Yani daima bir umut ve aynı zamanda korku içinde olmalıdır. Korkmalı, çünkü vazifeleri vardır ve hesabını verecektir. Umudunu yitirmemeli, çünkü Mevlâmız engin mağfiret sahibidir. Müberra kitabımız Kur'an-ı Kerim'de buyurulmuştur ki:

"Ey İman edenler! ALLAH'tan korkun ve doğrularla beraber olun." (Tevbe/119)

Gönül ehli büyüklerimiz, dünyanın ahiretin tarlası olduğu gibi kalbin tarla, imanın da oraya atılan tohum olduğunu söylemişlerdir. Bu dünyadaki ibadet ve taatler toprağı sürmek, temizlemek ve kalbe hayat suyunun akmasını sağlamaktır. Dünyaya meyleden, ona bağlanan gönüller ise serpilen tohumun bitmediği, çorak topraklara benzer. Kıyamet günü hasat mevsimi gibidir. Herkes ektiği mahsulü orada alacak. O gün iman ve salih amel tohumundan başka hiçbirşey meyve vermeyecektir.

Bu dünyada kalbimizi çorak bir toprak haline getiren şeylerden uzak durmamız lazım. Bunların başında dünya sevgisi gelir. İnsanoğlu dünyada daimi kalacakmış gibi davranır. Bu yüzden hep biriktirme peşinde koşar. Gençken biraz daha büyüyüp biryerlere gelmeyi hedefler. Eğr hedefine ulaşırsa daha da yukarısını talep eder. Ömür böyle akıp giderken ahiret için ya hiç ibadet ve taat yapmaz ya da daima ileriki bir zamana, dünya işlerini bitireceğini umduğu bir döneme erteler. Ancak, ömrün sonuna gelindiğinde çoğunlukla pişmanlıktan başka bir şey kalmaz elinde. Rabbimiz (c.c.), Kur'an-ı Kerim'de doğru yol üzere sabit kalanları şöyle müjdelemiştir:

"Gerçekten, Rabbimiz ALLAH'tır deyip de sonra sebat gösterenlere, 'Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat olunan Cennet'le sevinin' diye melekler inecektir. Biz dünya hayatında da ahirette de dostlarınızız. Çok bağışlayan ve rahmet eden ALLAH'ın bir ikramı olarak burada canınız ne isterse sizindir." (Fussilet/30-32)

Bu dünyada insanın aldanmasının, hakikati hemen unutuvermesinin sebebi kendine, nefsine aldanmasıdır. Nefsin arzuları çoktur, daima ister. Her şey benim olsun der. Nefsinin böyle isteklerine kulak vermek insanın kendi suçudur. Kişi böyle davrandıkça nefsinin açgözlülüğü hiç bitmeyecek, dünyada ebedi kalacakmış gibi hep sahip olmak, biriktirmek isteyecektir.

Kişinin maneviyatını gözardı ederek biriktirme, sahip olma isteği doyumsuzluğu, hep yükseklerde olma isteği de kibri işaret eder. Her ikiside kalbî hastalıklardır. Bu nların peşinde koşan kazanmaktan çok kaybedecektir. ne dünyada rahata kavuşacak ne de ahirette huzur bulacaktır. Mücella dinimiz İslâm bizlerden bu hastalıklardan kurtulmamızı, şifa bulmamızı ister. ALLAH Rasulü (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın." (Tirmizi)

Yani ölümü sıkça anarak dünya zevklerine tutkunluğunuza gem vurun ALLAH Teala'ya yönelin, denilmiştir. Bir başka hadis-i şerifte de ölümü sıkça ananların şehitlerle birlikte haşrolacakları müjdelenmiştir (Beyhakî). İmam Gazalî (rh.a.) ölümü sıkça ananlara bu üstünlüğün verilmesini, hatırlayışların insanı dünyadan uzaklaştırması ve ahirete hazırlamaya başlaması olarak göstermiştir.

Hasan-ı Basrî (rh.a.)'de şunları söyler: "Ölüm dünyanın ipliğini pazara çıkardı da, akıllı olanlar için gerçekten zevk alacakları bir şey bırakmadı. "

İnsanın aldanmasına sebep olan konulardan biri de insanın dünyaya dair hayaller kurmasıdır. Bu hayallerin içinde genellikle ebedi ahiret yurduna dair bir şey bulunmaz. Oysa insan gençliğine, sağlığına aldanıp maneviyetını ihmal etmemelidir.

Abdullah b. Sâmit (rh.a.) babasından şunları duyduğunu aktarıyor: "Ey sağlıklı oluşuna aldanan kişi! hasta yatağına düşmeden ölen kimse görmedin mi? Ey kendisine süre tanınmış olan! Hiç vadesini bileni gördün mü? Ömrünü şöyle bir gözden geçirsen tattığın zevklerin hepsini unuttuğunu görürsün. Sizler sağlığa mı aldanıyorsunuz yoksa uzun süredir ağzınızın tadı yerinde olduğu için şımarıyor musunuz? Ölmeyeceksiniz diye bir güvenceniz mi var? Ölüm meleğine karşı gelebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Onu ne servetin ne de adamların engelleyebilir. Ölüm anı bela ve sıkıntı anıdır. Yapılan hatalardan pişmanlık zamanıdır."

Dünya hayatının hakikatte ne olduğuna dair etrafımızda ne çok ibret vardır. Kendi bedenimiz, dönüp duran mevsimler, kainattaki her şey geçiciliğe işaret eder. Düşünün uzun süre birlikte olduğumuz, gülüp eğlendiğimiz, nice insan vadesi yettiğinde aramızdan ayrılıverdi. Onların birçoğu ne kadar çok çabalamıştı bu dünya için. Makam-mevki sahibi olanlar vardı. Çok para biriktirenler vardı. Güç ve iktidar sahibi olanlar vardı. Fakat dünya hiçbirine kalmadı. Bize de kalmayacak.

Bir gün sıra bize geldiğinde ne biriktirdiklerimiz ne de kurduğumuz hayaller elimizden tutacak. Servetimizi, dünyadaki şan ve şöhretimizi, sayğınlığımızı yanımızda yanımızda götüremeyeceğiz. Aksine onlardan hesaba çekileceğiz. Onları nasıl kazandığımız sorulacak. Hak yemişsek, birilerine zulmetmişsek bedelini ödeme fırsatımız elden gitmiş olacak.

Geleceğini güvenceye almak isteyen kişi Rabbinden korkan, takvaya sarılan, ebedi olana karşı fani olanı elden çıkaran kişidir. Böyle kişi gözünü ebediyet ufuklarına dikmiş, buranın misafirlik yurdu olduğunu fark etmiş, nefsinin ve şeytanın oyuncaklarına aldanmamış kutlu kişidir. O sebeple dünyadan şikayette de bulunmaz. Fahr-i Kainat (s.a.v.) Efendimiz buyurur ki:

"Kaygılanan, geceden yol alır. Gece yol alan da menzile varır. Dikkat edin! ALLAH'ın eşyaşı pek pahalıdır. O pahalı eşyada Cennet'tir." (Tirmizi)

Birazcık kaygı, dikkat ve çaba...Umuyoruz ki bunlarla yol alırsak biz de menzile varırız.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile.
 
Peygamber Efendimizin Gençlere Nasihatleri

Ebû Derda (r.a.) anlatıyor:

“Allah Resûlü’nü (s.a.v.) şöyle derken dinledim:
‘Kim ilim tahsili için yola koyulursa Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır.
Melekler, yaptığı işten dolayı duydukları hoşnutluğu belirtmek üzere ilim öğrenenin üzerine kanatlarını gererler. Göktekiler ve sudaki balıklara varıncaya kadar yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ilim öğrenen kimse için mağfiret dilerler.
Alimin, ibadetle meşgul olan (âbid) kimseye olan üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Alimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmazlar. Peygamberler miras olarak sadece ilim bırakırlar. Kim ilmi elde ederse büyük bir pay ele geçirmiş olur.
”
Ebû Hüreyre (r.a.)anlatıyor:
“Allah Resûlü’nü (s.a.v.) şöyle derken dinledim:
–Ne dersiniz; birinizin kapısının önünden bir nehir aksa, günde beş defa o nehirden yıkansa, onda kirden eser kalır mı?!
Sahabîler:
–Hayır, onda kirden eser kalmaz, dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Beş vakit namaz da işte bu nehir gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları yıkar, yok eder, buyurdu.”
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve İbn Mâce
Bir nehir!
Açılıp kapatılan bir musluk değil. Bir su deposu da değil dolan ve boşalan.
Bilakis gürül gürül akan, suyu berrak ve hoş bir nehir. Suyunda bir bulanıklık ya da renk yok, tad ve kokusunda da bir bozulma söz konusu değil. Sürekli veren, daima cömert.
Herhangi birimizin kapısı önünden bir nehir aksa, temizlenmek maksadıyla günde beş sefer içine girip yıkansa, o kimsenin üzerinde hiç kir kalır mı?!
Hayır...
Allah’ın Resûlü Muhammed’in (s.a.v.) , huzurunda kendisini dinleyen sahâbeye yönelttiği soruya sahâbe hiç düşünmeden cevap verdi:
–Hayır, onda kirden eser kalmaz..
Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Beş vakit namaz da işte bu nehir gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları yıkar, yok eder” buyurdu.
Hz Peygamber’in bir başka hadisinde buyurduğu gibi: “Temizlik imandandır.”
Bazı yönlerden ve alakalı olduğu konular bakımından farklı olsalar da bu iki hadis birbirine çok benzemektedir.
İman, kalbe bağlı ince manevi bir duygudur. Temizlik ise maddi bir dış görünümdür. Aralarında nasıl bir bağı, benzerlik ve uyum olabilir?!
İman, -Hz. Peygamber’in haber verdiği üzere- kalbe yerleşip de amelin kendisini tasdik ettiği şeydir.
Bu açıdan temizlik; imanın bir göstergesidir. İmanı haber verir, onu işaret eder ve onu çağrıştırır.

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
“Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kur’an okuyan mü’min, turunç meyvesi gibidir: Kokusu hoş ve tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min, hurma gibidir: Kokusu yoktur ama tadı güzeldir.
Kur’an okuyan münafık, reyhan otuna benzer: Kokusu güzeldir ama tadı acıdır. Kur’an okumayan münafık, Ebûcehil karpuzu gibidir: Hem tadı acıdır hem de kokusu yoktur.
İyi arkadaş, misk taşıyan insana benzer: Misk taşıyan ya sana o kokudan hediye eder ya da ondan sana hoş kokular gelir. Kötü arkadaş ise körük çeken insana benzer. Körük çeken, ya sana kara bulaştırır ya da ondan sana pis dumanlar gelir.”
Ebû Davud
Peygamber (s.a.v.) Kur’an hakkında şöyle buyurmaktadır:
“O, Allah’ın kopmaz ipidir. O, hikmet taşıyan sözdür. O’nda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberi, aranızdaki anlaşmazlıkların hükmü ve çözümü vardır. Kim büyüklenerek O’nu terkederse, Allah o kimseyi helak eder. Kim de O’ndan başkasında hidayet ararsa, Allah o kimseyi saptırır. O hak ile bâtılı ayıran bir sözdür. O asla bir oyun değildir. İnsanı hayrette bırakan güzellikleri tükenmez. Çokça okunması sebebiyle asla eskimez.
Cinler Kur’an’ı dinlediler ve şöyle dediler: ‘Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulâde güzel bir Kur’an dinledik. Biz de ona iman ettik..”[4]
Kur’an’ı ayrılmaz bir parçanız ve sürekli başvurduğunuz bir kaynak yaparak onu okumaya, anlamaya çalışmaya, vicdanınızda dosdoğru bir yol ve hayâtınızda dürüst bir yaşam tarzı edinmeye ne dersiniz?!.
Allah’ın sevgili peygamberi Muhammed (s.a.v.) sizin için en güzel örnektir. Mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye (r.a.)Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ahlâkı sorulduğunda şöyle cevap verdi:
“O’nun ahlâkı Kur’an idi.”

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah, kulunun yemek yiyip de bundan dolayı kendisine hamd etmesinden ve su içip de bundan dolayı kendisine hamd etmesinden elbet hoşnut olur.”
Müslim, Tirmizî ve Nesaî
Cennette bir kapı vardır ki oradan yalnızca çokca hamd edenler girerler.”
Gerçek hamd, hamd sözcüğünün anlattığı düşünce ve anlamı yaşamaktır. Yoksa hamd, içerikten yoksun, boş, kuru bir söz değildir!..
Avf b. Malik (r.a.) anlatıyor:
“Allah Resûlü’nün (s.a.v.) yanında –dokuz ya da sekiz veya yedi kişi– idik. Allah Resûlü (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:
–Allah’ın Resûlü’ne bey’at etmez misiniz?![3]
Bu söz üzerine biz ellerimizi kendisine uzatarak:
–Ey Allah’ın Resûlü, sana elbet daha önce bey’at etmiştik! Şimdi hangi konuda bey’at edeceğiz?! dedik. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
–Bana, Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek, (Kısık bir sesle) insanlardan hiçbir şey istememek üzere bey’at ediniz.
(Avf dedi ki Ben daha sonra, o gün orada bey’at eden topluluktan bazılarını gördüm. Binekleri üzerinde iken ellerinden kamçıları yere düşerdi de onu kendilerine vermelerini insanlardan istemezler; inip kendileri alırlardı.”
Müslim
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:[1]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıskançlık yapmaktan sakınınız. Zira kıskançlık, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.”
Ebû Davud
“...ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi...”

Ebû Said el-Hudri (r.a.)anlatıyor:[2]
Allah Resûlü şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Öfke, Ademoğlunun kalbinde yanan bir ateş parçasıdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz?! Kendisine bu hal gelen kimse hemen alnını yere koysun.”
Tirmizî
Bir başka konuşmasında ise Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Öfke, Ademoğlunun iki gözü arasında yanan cehennem ateşlerinden bir ateş parçasıdır.
Ebû Berze b. Ubeyd el-Eslemi anlatıyor:[1]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü insanlar şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar: ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede harcadığında, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ilmi ile ne amel işlediğinden.”
Tirmizî
 
Besmelenin fazileti....

Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın “Bismillahirrahmanirrahim” diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası, buna kızar, yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O kadın ise, bu duruma sabreder ve eşinin doğru yola gelmesi için Allah’a dua ederdi.
Bir gün, adam iyice öfkelenmişti. Kendi kendine “Şuna bir oyun çevireyim de görsün; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak...” diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı, artık bütün çirkinliğiyle, içinde dolup taşmıştı. Hanımını çağırdı, ona bir kese altın vererek: “Bunu iyi sakla!” diye tembih etti. Kadın da besmeleyi çekerek keseyi sakladı. Bu arada kocası da onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak keseyi derin bir kuyuya attı.
Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve “Sana verdiğim bir kese altını hemen getir.” dedi. Kadın koştu keseyi sakladığı yere, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allahü Teala’nın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. Sonra karısına; “Sana çok zulmettim, çok canını yaktım, beni affet.” diye yalvarmaya başladı. Allah’a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi:
“Ya Rabbi! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, saliha bir kadını eş olarak verdiğin için, sana hakkıyla şükretmekten acizdim, beni affet Allah’ım...” O saliha kadın ise, “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki, duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin...” diye dua ediyordu. Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur. Büyükler demişler ki: “Sabrın kendisi acıdır, lakin meyvesi tatlıdır.”
 
Hazret-i lokman'ın oğluna öğütleri

Hazret-i Lokman ilim ve hikmetiyle dillere destan bir zattır. Bunun içindir ki, kendisine Lokman Hakîm, denmiştir. Hz. Lokman, ismi Kur'ân'da da geçen, peygamber veya veli olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmayan bir mânâ büyüğüdür.
İslâm tarihinde Hazret-i Lokman'ın hikmetli sözleri, vecizeleri, öğütleri ve tavsiyeleri meşhurdur.
Hafs bin Ömer'in rivayetine göre, Hz. Lokman yanına bir torba hardal tanesi koyarak oğluna öğüt vermeye başlar. Her öğüt verdikçe torbadan bir hardal çıkarır. Sonunda torbadaki hardal tükenir ve oğluna da şöyle der:
"Ey oğul, sana o kadar öğüt verdim ki, şayet bu öğütler bir dağa verilseydi, dağ yarılırdı."
Hz. Lokman'ın Saran ismindeki bu oğlu babasının verdiği bütün öğütlere uymuştu.12
Lokman Aleyhisselâmın hikmetli sözlerinin asıl kaynağı Kur'ân-ı Kerimdir.
O halde Kur'ân-ı Kerimde yer alan bu öğütler tefsirlerde de genişçe bulunur. Cenab-ı Hak, Hazret-i Lokman'ın dilinden bu sözleri şu âyetlerle (meâlen) beyan buyurur:

12. ibni Kesîr Tercümesi, 12:6409.

Allah'a ortak koşma
"Hani Lokman oğluna öğüt verirken demişti ki, 'Oğlum (ey oğul!) Allah'a ortak koşma. Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.

Allah her yaptığını ortaya çıkarır
"Oğlum, eğer yaptığın iş hardal tanesi kadar bile olsa ve bir taş içine girse, Allah onu ortaya çıkarır. Muhakkak ki, Allah en gizli işleri bütün inceliğiyle bilir, O her şeyden hakkıyla haberdardır.

Namazını dos doğru kıl
"Oğlum, namazını dos doğru kıl. İyiliği tavsiye et, kötülükten sakındır. Başına gelene sabret. Şüphesiz ki bunlar uğrunda azim ve sebat edilmeye değer işlerdendir.

Kasılarak yürüme, yavaş konuş
"Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sevmez.
"Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, şüphesiz ki, eşeklerin sesidir."13

13. Lokman Sûresi, 13-20.

TEFSİRDEKİ ÖĞÜTLER
Hazret-i Lokman'ın Kur'ân'da geçen öğütleri, aynı sûrenin tefsirlerinde genişletilerek verilir. Hazret-i Lokman'ın tefsirlerde geçen öğütlerinden ve hikmetli sözlerinden bazıları şöyledir:

Takvayı esas al
Ey oğul!
Takvayı kendin için kârlı bir ticaret olarak kabul et. Çünkü böyle ticaretler sonsuz kazançlar temin eder.

Merasimlere katıl
Ey oğul!
Cenaze merasimlerine katıl. Düğün merasimlerinden de uzak durmaya çalış. Çünkü cenaze sana âhireti hatırlatır; düğün ise dünyaya çeker.

Horozdan geri kalma
Ey oğul!
Horozdan daha geri kalma. Çünkü sen uykunun derinliklerinde iken, o dünyayı sese vererek insanları uykudan uyandırmaya çalışır.

Tevbeyi geciktirme
Ey oğul!
Tevbeyi geciktirme. Çünkü ölüm ansızın geliverir.

Cahille dost olma
Ey oğul!
Cahil kimselerle dostluk kurma. Çünkü onunla dost olursan, kendi yaptıklarını senin hoş karşıladığını sanar.

Allah'tan kork
Ey oğul!
Allah'tan hakkıyla kork. Kalbinin bozuk olduğunu bildiğin halde başkalarının sana saygı göstermesi için takva ehli olduğunu ihsas ettirme.

Susmak altındır
Ey oğul!
Şimdiye kadar susmaktan dolayı hiç pişmanlık duymadım. Çünkü söz gümüşse, sükût altındır.

Günahlardan sakın
Ey oğul!
Kötülük ve günahlar senden sakındığı gibi, yani işlemedikçe sana dokunmadığı gibi, sen de onlardan sakın. Çünkü kötülük kötülüğü, günah da günahı çeker.

İlim meclislerine katıl
Ey oğul!
Âlimlerin meclisinde bulun. Hikmet ehlinin sohbetlerini dinle. Çünkü Allah kuru toprağı yağmurla nasıl canlandırırsa, ölmüş kalbleri de hikmetli sözlerle öyle diriltir."14

14. Tefsîrü's-Sâvî, 3:255-256.

Yalandan sakın
Ey oğul!
Allah, yalancının yüz suyunu kurutur, haya duygusunu giderir. Ahlâksız kimsenin de sıkıntısı hiç eksik olmaz.

Ahmak adamdan uzak dur
Ey oğul!
Kayaları uzaklara taşımak, ahmak adama laf anlatmaktan daha kolaydır.

Kendi işini kendin gör
Ey oğul!
Cahili vasıta olarak kullanmaktan, işini gördürmekten uzak dur. Şayet akıllı birisini bulamazsan kendi işini kendin gör.

Kendi milletinin kızıyla evlen
Ey oğul!
Kendi milletinden olmayan bir kızla evlenme. Aksi takdirde çocukların ileride sıkıntıdan kurtulamazlar.
Ey oğul!
Öyle bir zaman gelecek ki, sabırlı insanların bile yüzü gülmez olacaktır.

Allah'ın anıldığı meclislere katıl
Ey oğul!
Katılacağın meclisleri kendin ara bul. Allah'ın anıldığı meclisleri bulunca hemen oturuver. Çünkü âlim isen ilmin artar, cahil isen yeni bir şeyi öğrenmiş olursun. Oraya inen rahmetten sen de payını alırsın. Allah'ın anılmadığı meclislere hiç katılma. Çünkü âlim de olsan, cahil de olsan zarar görürsün. Ayrıca oraya inecek olan İlâhî gazaptan sen de nasibini alırsın.
Ey oğul!
Sofrana takva ehli mü'minleri davet et.

Tecrübe sahipleriyle istişare et
Ey oğul!
Her işinde ilim ve tecrübe sahibi kimselerle istişare et, onların fikrini almaya çalış.

Takvadan bir gemi edin
Ey oğul!
Dünya dipsiz bir denizdir. Onda niceleri boğulmuştur. Bunun için takvadan bir gemi edin. İçine îmânı yükle. Tevekkül yelkeniyle açıl. Ancak bu şekilde selâmetle yol alır, sahile çıkarsın.

Kötü komşudan uzak dur
Ey oğul!
Nice ağır yükler taşıdım. Fakat kötü komşu kadar ağır bir yüke rastlamadım. Nice acılar tattım, fakat fakirlikten daha şiddetli bir acı tatmadım.

İlimden nasibini al
Ey oğul!
İnsan fakir de olsa ilim ve hikmetiyle hükümdarların meclisinde yer alır.

Arkadaş seçimine dikkat et
Ey oğul!
Birisiyle dostluk kurmak istiyorsan, önce onu öfkelendirecek bir şey yap. Şayet öfkeli iken sana insaflı davranırsa ona yaklaş, insafsız davranırsa uzak dur.

Âhirete hazırlan
Ey oğul!
Dünyaya geldin geleli âhirete doğru yol alıyorsun. Bunun için âhiret yurdu, sana dünya yurdundan daha yakındır.

Dilini duaya alıştır
Ey oğul!
Dilini 'Allah'ım, beni affet' demeye alıştır. Çünkü öyle anlar vardır ki, o saatlerde Allah duaları reddetmez, istediğini ihsan eder.

Borçlanmaktan uzak dur
Ey oğul!
Borçlanmaktan uzak dur. Çünkü borç, seni gündüz zillete sürükler, gece de üzüntüye boğar.

Günah işlemeye cesaretin olmasın
Ey oğul!
Allah'tan öyle bir şey iste ki, günah işlemeye cesaretin olmasın. Ve Allah'tan öyle kork ki, rahmetinden hiçbir zaman ümidin kesilmesin.

Önce selâm ver
Ey oğul!
Bir cemaatin bulunduğu yere gittiğin vakit, önce onlara İslâmın okunu at, yani selâm ver. Sonra bir köşeye otur, onları konuşuyor halde görmedikçe sen de konuşma. Şayet Allah'ın zikrine dalacak olurlarsa sen de onlara katıl. Fakat başka bir söze geçerlerse oradan ayrıl.

Kendini anla
Ey oğul!
İki dünyada mes'ut olmak istiyorsan, kendini anla. Okuyup bilgili olmaya çalış. Çalış ki, bilenle bilmeyen bir olmaz.

Tembel olma
Ey oğul!
Tembel olma. Tembellik bedbahtlık alâmetidir.

Acele etme
Ey oğul!
Acele etme, acele şeytan işidir.

Güler yüz göster
Ey oğul!
Ahlâkını düzelt. Dostuna da, düşmanına da güler yüz göster. Ancak değerin ve itibarın kırılacak derecede hareket etme.

Orta yolu tut
Ey oğul!
Her şeyin hayırlısı olan orta yolu tercih et.

Yolda dikkatli yürü
Ey oğul!
Yolda yürürken yüzünü gözünü oraya buraya çevirme ki, gönlün vesvesede kalmasın.

Mecliste önce oturma
Ey oğul!
Bir cemaat içinde bulunduğunda onlar ayakta iken oturma. Oturdukları zaman sen de oturuver.

Yollara tükürme
Ey oğul!
Bıyık ve sakalınla oynama. Parmağını burnuna sokma. Yollara tükürme, sesli sümkürme. Elinle sinek kovalamayı terk et.

Az konuş
Ey oğul!
Sükût ve teenni ile hareket et. Az konuş. Çok konuşmak, yanılmaya sebeptir.

Sözü fazla dağıtma
Ey oğul!
Konuşurken sözü fazla dağıtma. Aksi takdirde şerefine zarar gelir. Konuşurken başkalarını utandırma. Kaş göz işareti yapma.
Güzel ve lâtif sözleri duymaya çalış. Fazla hayrete düşme. Sözün tekrarlanmasını isteme. İnsanları güldürecek ve kendini maskara edecek sözlerden sakın.

Atıp tutma
Ey oğul!
Kimse hakkında atıp tutma.

Fazla ısrar etme
Ey oğul!
Senden bir şey istendiği zaman, elinden geliyorsa vermeye çalış. Birinden bir şey istediğinde de fazla ısrar etme.

Dinde tartışmaya girme
Ey oğul!
Dinle alakası olmayan meselelerde aksi vaki ise tartışmaya ve münakaşaya girme.

Fakirliğini kimseye açma
Ey oğul!
Acizliğini ve fakirliğini hiç kimseye, hattâ ailene dahi açma ki, onların yanında itibarın düşmesin, sözünü dinlemez olmasınlar.

Hizmetçilerle şakalaşma
Ey oğul!
Hizmetçi ve benzeri kimselerle şakalaşma. Çünkü
bunlarla şakalaşmak hakaret ve düşmanlığa sebep olur. Onlara öyle muamele et ki, hem seni sevsinler, hem de senden korksunlar.

Şiddetten sakın
Ey oğul!
Çocukları ve elinin altındakileri terbiye ederken şiddetten sakın. Öfkelendiğin vakit vakarla geçiştirmeye çalış. Mümkün olursa sövüp dövme ki, aksi takdirde onların gözünde mehabetin yok olur.
Kendini ve çocuklarını övüp durma.
Hayasız gençlerle ve o halde olan kız çocukları ile ülfet etme. Çünkü dünya ve âhirette mezellete sebep olur.

Önce düşün
Ey oğul!
Bir kimse ile bozuşursan, dilini tut ve makbul olan sözü söyle. Önce düşün, sonra söze giriş.
Herkesin değerini ve layık olduğu hürmeti muhafaza eyle.

Azla yetin
Ey oğul!
Bir kimsenin davetinde bulunduğun vakit, azla yetin. Dalkavukluk edip de o yemeği övmekle başkalarının yemeğini kötüleyip tahkir etme.

Misafirlikte gözlerine dikkat et
Ey oğul!
Bir kimsenin evinde misafir kaldığın vakit gözlerine dikkat et. Her tarafa bakıp durma. Durumuna vakıf olduktan sonra dine aykırı da olsa sırrını ifşa etme.

Elini çek
Ey oğul!
Emanete hiyanetten elini çek.

Kimseye açma
Ey oğul!
Bir işe başladığın zaman, meydana gelmeden önce kimseye açma ki, mahcup düşmeyesin.

Çok ver
Ey oğul!
Sadakayı çok ver. Mal sevgisini gönlünden çıkar.

Razı ol
Ey oğul!
Doğru söyle, Allah'tan gelene razı ol.

Yemekte şunlara dikkat et
Ey oğul!
Yemekten önce ve sonra ellerini yıka. Bu hal fakirliğini giderir, göze kuvvet verir.
Çok yemek kalbe katılık ve gaflet verir. İbadette tembelliğe sebep olur.
Yemeğin başında Bismillah, sonunda Elhamdülillah, ortasında da nimetin Allah'tan geldiğini düşün.
Tek elle ekmeği koparma. Bu hareket kibirli insanların âdetidir.
Yemeğin başında ve sonunda bir parça tuz yemek birçok hastalığa karşı devadır.
Lokmayı küçük tut ve iyice çiğne.
Misafir geldiği zaman mümkünse yemeği büyük kaba koy, berekete sebep olur.
Yemek yerken önünden al, ekmeğin ve tabağın ortasından alma.
Elinden ekmek ve yemek parçası düştüğünde al, temizle ve öyle ye.
Sıcak olan yemeğe soğutmak için ağzınla üfleme, soğuyuncaya kadar bekle.
Yemeği çabuk yeme.
Hurma ve kayısı gibi sayılabilir meyveleri teker teker ye, çifter çifter yeme ve çekirdeklerini bir tarafa topla.
Yemek arasında çok su içme. Su içerken bardağın içine bak. İçine uygunsuz bir şey düşmüş olmasın. Suyu içerken üç nefeste içiver.
Yemeğe herkesten önce el uzatma.
Yemek esnasında güzel şeylerden bahset.
Sofrada bulunan arkadaşlarına ara sıra göz ucuyla bak. Yemek ve ekmeği o tarafa sür.
Misafirler çekingen davranırlarsa üç defadan fazla yemeleri için ısrar eyleme. Yemek yeme isteğin yoksa özür beyan eyle.

Dilini tut
Ey oğul!
İlim ve takva ehli veya herhangi bir sebeple senden ileride bulunan bir kimsenin huzurunda dilini tut.

Dostlarını dinle
Ey oğul!
Senin iyiliğini isteyen dostlarının tavsiye ve öğütlerini can kulağıyla dinle.

Doğru ol
Ey oğul!
Sözünde, işinde ve gidişinde doğru ol. Doğru olan sözlerinin bile hayrete ve tereddüde sebep olacaksa, söyleme daha iyi.

Ümidini kesme
Ey oğul!
İnsanların gönlünü almaya çalış. Allah'ın rahmetinden ümidini kesme.

İyi ol
Ey oğul!
Açıkta ve gizlide iyi olmaya çalış.
Varlık yokluktan, akıl sarhoşluktan iyidir.
Bir şeyi vaktinden önce isteme.

İçini süsle
Ey oğul!
İçini dışından daha çok süsle: İçin Hakkın, dışın halkın baktığı yerdir.
Her yerde ve her zaman Allah'ı yanında hazır nazır olarak bil.
Allah nazarında seni utandıracak işi bırak.
 
HAZRET-I ADEM'DEN ve Hazret-i NUHUN OĞULLARINA ögütler

HAZRET-I ADEM'DEN OĞULLARINA ÖĞÜTLER


İlk insan, ilk peygamber ve insanlığın atası olan ilk baba Hz. Âdem Aleyhisselâmın oğulları için Hz. Şit gibi kendi izinden gidenler olduğu gibi, şeytana uyarak çığırdan çıkanlar da vardır. Ama onun görevi doğruyu, güzeli ve gerçekleri akıl ve kalblere yerleştirmeye çalışmaktı. Hz. Âdem'in oğullarına pek çok öğütleri olmuştur. Şu öğüt sadece bir örnek mahiyetini taşımaktadır.

Hz. Âdem Aleyhisselâm, oğlu Hz. Şit'e beş nasihatte bulunmuştu. Şöyle diyordu:

Ey Şit! Oğullarına söyle:

1. Dünyaya ayrılmayacaklarmış gibi bakmasınlar. Buradan birgün göçüp gideceklerini düşünsünler.
Çünkü ben Cennette ayrılmayacağım gibi baktım da olan oldu.
2. Hanımlarının sözünü hakikatin tâ kendisi sanıp hemen kabul etmesinler. Biraz düşünüp isabet derecesini incelesinler.
Çünkü ben hanımımın sözünü düşünmeden kabul ettiğim için yasak ağacın meyvesinden yedim, sonunda da uzun bir pişmanlığa maruz kaldım.
3. Yapacakları işin sonunu düşünsünler.
Eğer ben yasak ağacın meyvesinden yerken bu işin sonunu düşünseydim başıma bunlar gelmeyecekti.
4. Bir işe başlarken içinde o işe ait bir endişe ve isteksizlik olursa, tekrar bir daha düşünüp yeniden tetkik etsinler.
Şayet ben yasak ağaçtan yiyeceğim sırada içimdeki endişe ve isteksizlik üzerinde durup kararımı yeniden gözden geçirseydim, sonunda bu pişmanlığa düşmeyecek, o hatayı işlemeyecektim.
5. Doğruluk ve isabet derecesini kesin olarak bilemedikleri işlerde de istişare etsinler. Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare neticesindeki karara göre hareket etsinler.
Eğer ben meleklerle istişare edip işimin sonunu onlarla müzakereden sonra karara bağlasaydım, başıma gelenlere müstahak olmayacak, musibetlere maruz kalmayacaktım. 10

10. ihsan Atasoy, Peygamberler Tarihi s.117.


HAZRET-İ NUH'UN OĞULLARINA ÖĞÜTLERİ


Nuh Aleyhisselâm ölüm döşeğinde iken oğlu Şam'a şu öğütleri vermişti:
"Ey oğlum! Kalbinde zerre miktar şirk olduğu halde kabre girme! Çünkü Allah'ın huzuruna müşrik olarak gelen kimse için bir delil yoktur.
"Oğlum! Kalbinde zerre miktar kibir bulunduğu halde de kabre girme! Çünkü Kibriya ve büyüklük Yüce Allah'ın ridasıdır. Ridası hakkında çekişen kimseye Allah gazap eder.
"Ey oğlum! Kalbinde zerre miktar rahmetten ümit kesmiş olarak da kabre girme! Çünkü sapıklığa düşmüş kimseden başkası, Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
"Sana tavsiyem şudur ki:
"Seni iki şeyden yasaklıyor ve iki şeyi emrediyorum:
"Emrim, Lâilâhe illallah ile Sübhanallahi ve bihamdihi kelimeleridir.
"Bunlar herşeyin duasıdır, halk bunlarla rızıklanır, "Seni şirkten ve kibirden de yasaklıyorum."11

11. M. Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, s. 106.
 
Hadîslerde "ey oğul" öğütleri

Sevgili Peygamberimiz en büyük nasihatçı ve en güzel, en özlü konuşan bir insan. Başta on yıl hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes olmak üzere ve yine aynı yaşlarda olan amcasının oğlu Hz. Abdullah İbni Abbas'a "Ey oğul!" manasına gelen hitaplarda bulunarak öğütler vermiştir. Bir örnek olması açısından bunlardan birkaçını sunmak istiyoruz.

Enes bin Mâlik Resülullahın (a.s.m.) kendisine şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Ey oğul! Gücün yettiği kadar kalbinde kimseye karşı kötü bir şey olmaksızın sabahlamaya ve gecelemeye çalış.
"Ey oğul! Bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi ihya eder, yaşatırsa beni sevmiş olur; kim de beni severse, Cennette benimle beraber bulunur."7

7. Tirmizi, edeb:63

Enes bin Malik rivayet ediyor: Resulullah (a.s.m.) bana şöyle buyurdu:
"Ey oğul! Evine girdiğin zaman evdekilere selam ver. Verdiğin bu selâm hem sana, hem de ailene bereket getirir."8

Abdullah bin Abbas rivayet ediyor:
Birgün Resülullahın (a.s.m.) terkisinde bulunuyordum.
"Ey oğul, sana bazı şeyler öğreteyim" dedi ve şöyle buyurdu:
"Sen Allah'ın emir ve yasaklarım koru ki, Allah da seni korusun.
"Allah'ın emir ve yasaklarına riayet et ki, Onun yardım ve inayetim devamlı yanında hazır bulasın.
"Bir şey isteyeceğin zaman Allah'tan iste. Bir yardım dileyeceğin zaman Allah'tan yardım dile.
"Şunu da iyi bil ki: Bir hususta yardım etmek maksadıyla bütün millet biraraya gelse Allah'ın senin için takdir etmiş olduğundan öte bir yardımda bulunamazlar.
"Sana zarar vermek maksadıyla hepsi biraraya gelseler, yine Allah'ın senin hakkında takdir ettiğinden öte bir zarar veremezler.
"Kalemler kaldırılmış, sahifeler kurumuştur. Meydana gelecek her şey önceden tesbit ve takdir edilmiştir."9

8. Tirmizi, istîzan:10
9. Tirmizi, Sıfatü'l-Kıyame:5
 
Kur'an-ı kerîmden "ey oğul!" öğütleri

"Ey oğul" öğüdünün birinci ve asıl kaynağı Kur'ân-ı Kerimdir. Bir nasihat, zikir ve öğüt kitabı olan Yüce Kitabımız bu konuda da bizlere mükemmel bir örnek ve kılavuz olmaktadır. Kur'ân'da geçen bu mânâdaki öğütler peygamberlerden oğullarına olmaktadır. Bu peygamberlerin başında da Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Lokman gelmektedir. Bilindiği gibi ilk iki peygamberin oğulları kendileri gibi birer peygamberdi. Dolayısıyla bu öğütlerin bir kısmı peygamber babadan, peygamber oğula olmaktadır ki, çok hayati bir mahiyet arz etmektedir.

Hz. İbrahim ve Hz. Yakub'un oğullarına öğütleri:

"İbrahim ve Yakup kendi oğullarına 'Ey evlatlarım' diye tavsiyede bulunmuştu. 'Allah sizin için bu dini seçti. Siz de sebat edin ve ancak Müslüman olarak ruhunuzu teslim edin.
"Yakub'a ölüm gelip çattığında siz orada mıydınız? Hani o oğullarına 'Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?'
diye sormuş, onlar da şöyle cevap vermişlerdi. 'Biz senin ilâhın ve ecdadın İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın ilâhı olan bir tek Allah'a ibadet edeceğiz. Biz yalnız Ona teslim oluruz."1

Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf a öğütleri:

"Babası, 'Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma yavrum," dedi. "Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Şüphesiz ki şeytan insanın ap açık bir düşmanıdır.
"Rabbin seni böylece seçkin kılacak, sana rüya tabirini öğretecek ve bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine peygamberlik nimetini tamamladığı gibi, senin ve Yakup oğullarının üzerine de nimetini tamamlayacak. Muhakkak ki Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar."2

Hz. Yakub'un diğer oğullarına öğütleri:

"Sonra dedi ki: 'Oğullarım! Şehre bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi Allah'ın takdir ettiği birşeyi ben sizden geri çeviremem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben Ona tevekkül ettim. Tevekkül etmek isteyenlerde Ona güvensin."3
"Oğullarım!
"Gidip Yusuf ve kardeşi hakkında haber araştırın. Allah'ın rahmetinden de ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez."4

1. Bakara Suresi, 132-133
2. Yusuf Suresi, 5-6
3. Yusuf Suresi, 67
4. Yusuf Suresi, 87

Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'e öğütleri:

"Oğlu İsmail kendisiyle beraber iş yapacak yaşa gelince İbrahim ona dedi ki:
'Oğlum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Sen buna ne dersin?' İsmail ise, 'Babacağım,' dedi. 'Sen emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın."5
Hz. Nuh'un oğluna öğütleri:
"Gemi onlarla beraber dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş bulunan oğluna, 'Haydi yavrum, bizimle beraber gemiye bin ve kâfirlerden olma' diye seslendi."6

5.Saffat Suresi, 102.
6.Hud Suresi, 42.
 
Bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi var mı?

Ölüm sizkendinize çeki düzen vermeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdıri her an yakalayabilir. Kimbilir o an, belki de şu andır ya da size çok yaklaşmıştır , bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız, bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.

Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de -sizden önce ya da sonra- mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak.
 
Kıssaların Amacı

Kur'an'ın temel amacı insanlara doğruyu göstermek, onları aymazlıktan ve arzularına kapılıp gitmekten korumaktır. Kur'an'daki kıssalar da bu temel amacı gerçekleştirmek için yardımcı unsur olarak anlatılır.
Kur'an'ın temel amacı insanlara doğruyu göstermek, onları aymazlıktan ve arzularına kapılıp gitmekten korumaktır. Kur'an'daki kıssalar da bu temel amacı gerçekleştirmek yardımcı unsur olarak anlatılır.
Kuranıkerim, insanlara öğütlerini çeşitli biçimlerle verir. Hidayetini doğrudan anlattığı gibi, ‘kıssadan hisse’ çıkarılması için önceden yaşanmış olaylardan kesitler anlatır. Örneğin insanların maddi refahtan dolayı şımarıp haktan savrulmamaları için ‘Karun’u anlatır. Malın, servetin ve iktidarın Allah yolunda kullanılmasının yüceliğini anlatmak için Hz. Süleyman’dan örnekler verir. Allah’ı unuttuğunda gücün, insanı nasıl saptırdığını göstermek için Firavun’a dikkat çeker; sahip olduğu güçle haddini aşan ve insanlara zulmeden kimselere karşı mücadeleye örnek olarak Hz. Musa’yı gösterir.
Hz. Eyüp saf sabrın örneğidir. Hz. İbrahim’in kıssaları aklı, sağduyuyu ve Rabbe teslimiyeti anlatmak ister. Hz. Meryem ve Hz. İsa kıssalarında iffet, merhamet ve sevgi ön plana çıkar. Bütün kıssalarda denilmek istenen şudur: “Sizin yaşadıklarınız, öncekilerin yaşadıklarının birer benzeridir; onların başından geçenlerden dersler çıkarın…” Bu amaç Kur’an’da şöyle belirtilir:
“Geçmiş milletlerin kıssalarında akıl sahibi insanlar için pek çok dersler vardır.” (Yusuf 111)
Peygamberlere ait kıssaların Kur’an’da anlatılmasının bir nedeni de, Hz. Adem’den bu yana devam eden Tevhit öğretisinin sürekliliğini göstermektedir. Bu kıssalarla bütün peygamberlerin aynı amaçla gönderildiği ortaya konulmuştur.
Anlatım: Dr. Ali Kuzudişli
 
Peygemberlik seması
Hz. Musa, miraçta Peygamber Efendimize (s.a.v.), "Ümmetimden öyle insanlar gelecek ki, benden evvel gelseydi peygamberlik semasında görürdünüz." sözünü hatırlatarak, "Ya Muhammed (sav), bu sözüne delil isterim" demiş.
Efendimiz, İmam-ı Gazali Hazretlerini çağırmış, o ruhanîyeti ile temessül etmiş. Hz. Musa "Sen Kimsin?" diye sormuş. İmam-ı Gazali "Abdullah oğlu, Ahmet Oğlu" diyerek bütün seceresini saymış ve sonunda "Gazali" demiş. Hz. Musa: "Niçin bu kadar uzattın, baştan söyleseydin ya Gazali" deyince, İmam-ı Gazali: "Ya Musa, Allah (c.c.) Tûr dağında sana "O elindeki nedir?" diye sorunca, sen hemen "Asadır" demedin, "Ya Rabbi ben bunu şuralarda kullanırım, bu şundan yapılır" diye anlattıktan sonra "Bu asadır" dedin" demiş. Hz. Musa "Ben o zaman Rabbimle konuşuyordum, o konuşmayı uzatabilmek, o fırsatı değerlendirmek için öyle söyledim." diye cevap vermiş. İmam-ı Gazali: "Ya Musa, sen öyle bir fırsatı değerlendirmek için sözü uzatırsın da, ben Allah'ın ulül azm bir peygamberi ile konuşma şerefine ermişken hiç sözü kısa tutar mıyım?" deyince Hz. Musa, "Ya Muhammed, sözünde haklıymışsın." demiş

Allah, o büyükleri tanımaya, onlara karşı haddini bilmeye, onların yollarına ve yaptıkları hizmetlerde onlara yardıma insanımızı ve insanlığı muvaffak eylesin.
 
Sevgisizliğin oluşturduğu gizli yaralar

Sevgisizlik adeta bir kanser gibi insan vücudunu yavaşça tahrip etmeye başlar. Önce kalpte oluşan yalnızlık, huzursuzluk, mutsuzluk, korku, öfke, stres, depresyon, bencillik ve kıskançlık gibi olumsuz hislerle kendini gösterir. Ardından hergün sokaklarda bir çok insanın yüzünde gördüğümüz donukluk, boşluk ve hüzün ifadeleriyle ortaya çıkar. Sevgisizliğin acısıyla insanların bedenlerinde oluşan çürüme hızı da mucizevi olarak süratle artar. Cildin temiz ve genç yapısını kaybederek sertleşmesi, kırışması, hastalık derecesinde bozulması ve renksizleşmesi, saçların dökülmesi ve matlaşması, beden yapısının şekilsizleşmeye başlaması ve güzel görünümünü yitirip sağlıksız bir hal alması, dişlerin ve tırnakların parlaklığını kaybetmeye başlaması, hareketlerin ve tavırların robotlaşması, güçsüz, bıkkın, şevksiz ve halsiz bir görünüm, stresli, mutsuz, üzgün, kızgın, küskün, kıskanç, ters, merhametten ve güzel ahlaktan yoksun tavırlar oluşması ... TÜM BUNLAR SEVGİSİZLİĞİN YIPRATICI ETKİSİYLE OLUŞMAKTADIR...TEK ÇÖZÜM İSE ALLAH SEVGİSİDİR!
 
Erkekle kadın arasında sevap müşterektir

Eshabın büyüklerinden kadın sahibi Hz. Esma (r.a.) Peygamberimizin huzuruna çıkarak şunları söyledi.

-Ya Resûlallah! anam babam sana feda olsun. Ben müslüman kadınlarını temsilen huzurunuza geldim. Hak Teâla sizi erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz artık sizin yolunuzdayız, size inandık, iman ettik... Biz evimizin dört duvarı arasındayız, dışarı çokaz çıkabiliyoruz. Erkekler ise Cuma namazı, cenaze namazı, bayram namazı kılarlar. En büyük ibadet olan cihat ederle. Biz ise bunlardan mahrumuz. Biz hep evde çocuklarımızla meşgul olur, kocalarımızın elbiselerini dikeriz, yemek yapar, evin temizliği ile uğraşır onların rahat etmesi için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Kocalarımızın yaptığı ibadetten bize de bir hisse varmı? Yoksa biz onların kazandıkları sevaptan mahrum mu oluyoruz? dedi.

Efendimiz memnun olmuşlardı... Orada bulunan eshaba dönerek:

-Siz bu zamana kadar din hususunda bir kadının böyle konuştuğunu duydunuzmu? diye sordular...

Eshab:

-Ya Resûlallah, bizim aklımızdan bile geçmiyordu ki bir kadın gelsin de böyle güzel şeylerden sual etsin, dediler.

Efendimiz (s.a.s) Hazreti Esma (r.a.)'ya dönerek:

-Ey Esma! Eğer bir kadın kocasını razı ederek onun gönlünü hoş tutar, kadınlık vazifelerini yerine getirirse, işte o kadın kocasının her kazandığı sevaba oprtak, buyurdular.

O büyüklerin her hali bizlere bir ikaz mahiyetini taşır. Ne mutlu o kadına ki, kocasını razı etmiş ve onun yaptığı sevaplara ortak olma bahtiyarlığına erişmiş...
 
Tefekkür

Aristoya göre birler başka bir biri o birlerde toplanarak başka bir biri oluşturur. Yine o birlerde yine toplanarak başka bir biri oluşturur. Şimdi etrafımıza bakalım kendimize bakalım kendi içimizde de bir sürü trilyonlarca hücreler var toplanarak bizi yani bir biri oluşturmuştur. Toplumun çatısı da, yapısıda böyledir bireyler aileyi, aileler halkı, halk ülkeyi gibi..atomda da bu böyledir. Bir atomu oluşturan parçalar vardır ve elektron denilen etrafında dönen bir enerjisi vardır. Aynı şekilde dünyanın etrafında sanki hidrojen atomu gibi bir adet uydusu vardır, bunun gibi diğer gezegenlerle birlikte dünyada hepsi güneş sistemini oluştururlar, aynı şekilde güneş sistemleri de galaksi sistemlerini oluştururlar. İçeriğe gelince yani yaratılışın içeriğine akıl almaz bir incelik akıl almaz kusursuz bir incelik görürüz. Yahudi bir bilim adamı (kadın) bu kadar olmaz diye düşünüp "Mutlaka Şakacı Bir Tanrı Vardır" demektedir. Bir prenin bir bacağını 30.000-60.000 parçaya bölmüş inceledikten sonra şaşkına dönmüştür. Aynı kadın; suda yaşayan üç defa farklı hayat fonksiyonlarına sahip olan bir canlıyı inceliyor. Bu canlı önce su bitinde, yusufcuk böceğinde ve kurbağanın ağzında olmak üzere üç farklı hayat habitatı kuruyor. Bunu farkeden bu kişi Allah'ın varlığına inanıyor. Bu kadar da olmaz düşüncesiyle. Yani biz her şeyi anlayacağız her şeyi bileceğiz diye bir konu yok bu konuda bir dayatmamızda yok. Olamazda zaten. Allah olmadan biz boşlukta herhangi bir yerde kendi kendimize yapayalnız bırakılsak perişan olur hiç bir şey yapamayız. Hatta bize hiç ölmeyeceksiniz dense bile kendi kendimize öylece dururuz hiç bir şey yapamadan. Allah bizi ve içinde bulunduğumuz bu evreni bir ahenk içerisinde birbiri ile bağlantılı hiç bir kusuru olmadan en güzel şekliyle yaratmıştır. Biz onun aciz kullarıyız. Ancak Vehhab Allah bize hibe ederse bize Rahman ve Rahim olan ALLAH, bu dünya da ve diğer ebedi yaşantımızda bize bağışlarsa biz ancak o zaman (öncelikle aciz bir kul olarak her daim Şükür etmeliyiz) bize verilen bereketten faydalanabiliriz. Yaratanı yarattıkları ile görebiliriz biz Ademoğullarına bu tavsiye edilmiştir. Buna tefekkür denir, bir yıl ibadet etmiş sevabı vardır denir. Birde bu bir yılın ahiret yılıyla kıyasladığınızda siz düşünün… Hiç boş zamanınız olmuyor mu ? Bu zamanlarda samimiyetle ALLAH'ı yarattıklarıyla görmeye (Var olduğuna ve yaratıcı olduğuna delil görmek) tefekkür etmeye çalışın. Bu da bir ibadettir. Ben şöyle tefekkür ederim: Kendimi zamanda yolculuğa çıkarırım. Kendimin dünyada olmadığım bir zamanı düşünürüm. Ben o sıralar hala bu dünya ya gelmemiştim. Ama dünya vardı insanlar da vardı. İnsanların olmadığı zamana giderim. O zaman dünya vardı, insanlar dünyada yaşamıyordu. Dünyanında yaratılmadığı zamana giderim, güneşinde.. Ama ALLAH her zaman vardı. Onun İhlas suresinde bildirildiği üzere "Deki; O ALLAH tektir. ALLAH eksiksiz Sameddir (Bütün varlıklar ona muhtaç fakat o hiç birşeye muhtaç değildir). Doğurmadı ve doğrulmadı (Hep vardı ve hep varolacak) Ona bir denkde olmadı (kimse ona denk değildir, onun dengi yoktur). Yani bizi yaratan ALLAH hiç bir zaman bir başlangıcı olmamıştır., sonu da olmayacaktır. Biz insanlar da bize bildirildiği gibi gerçek hayatımızda sonsuza kadar Ya cennette ya da cehennemde yaşayacağız. Birde şöyle tefekkür ederim: Denize yüzerken suyun altından su ile havanın kesiştiği yere bakarım bu görüntü çok hoşuma gider. Sonra suda havada uçan bir kuş gibi hareket ettiğimi görürüm. Yani âlemlerin içinde ayrı ayrı alemlerin olduğunu fark ederim. Havada uçan var yüzen var yürüyen var sürüneni var. Sadece akıl etmeğe kalkınca bile insan yoruluyor. Bütün bunlar öylece kendiliğinden olamaz bu mümkün değil. ALLAH akıbetimizi hayırlı yaratsın İnşallah
 
Söylesene ey dünya

Söylesene ey dünya... Senin Yükünle bizimkisi bir olurmu? Sana insan, bize ise dagların bile taşıyamadıgı KURAN indi... Senin sırtında bir dünyanın, Bizim sırtımızda iki dünyanın yükü var... Senin sorumlulugunun insana, Bizim sorumlulugumuz YÜCE ALLAH' adır.. Sende çöp, Bizde günah yükü vardır... Ey dünya sen belirlenmiş yörüngenden geçersin, Biz kıldan ince sırattan nasıl geçeriz? Bizleri sırattan geçirecek günlerin farkında olmamız duasıyla
 
Nasihat

Bir gün devrin halîfesi Hârû»n Reşîd ile karşılaştı. Halîfe; “Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum.” dedi. Hazret-i Behlül güldü ve; “Benim böyle bir arzum yoktu.” cevâbını verdi. Buna rağmen Hârû»n Reşîd kendisinden nasîhat istedi. “Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk’ın huzû»runa çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?” dedi. Adâleti ile meşhû»r olan Hârû»n Reşîd onun nasîhatlarından çok istifâde ettiğini bildirdi.
 
Bir insanı bir mevsimlik tanıma

Bir zamanlar 4 oğlu olan bir adam varmışâ€¦

Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve peşin hükümlü/önyargılı olmamaları için onları bu hususta eğitmek istemişâ€¦

Bu sebeple her birini uzak bir yerde bulunan bir ağacın yanına gidip, ona bakmalarını istemişâ€¦

- İlk oğlan kışâ€™ın gitmişâ€¦

- İkincisi ilkbahar’da…

- Üçüncüsü yaz’ın…

- Sonuncusu da sonbahar’da…

Geri döndüklerinde hepsini çağırmış ve bir araya toplayıp ne gördüklerini sormuşâ€¦

İlk oğlan, ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemişâ€¦

İkinci oğlan “hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” diye itaraz etmiş.

Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş ve düşüncelerini şöyle dile getirmiş: “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim” demiş.

Sonuncu oğlan, hepsinin söylediklerinin noksan olduğunu… ağacın meyvelerle yüklü, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtmişâ€¦
***

Sıra yaşlı adamın oğullarına vereceği derse gelmişâ€¦ Oturduğu yerden şöyle bir doğrulup geriye yaslanmış ve ağır-ağır, tane-tane ifadelerle söze başlamışâ€¦ Öncelikle hepsinin haklı olduğunu; çünkü farklı mevsimlerde ağacı görmeye gittiklerini hatırlatmışâ€¦

Sonra da onlara;

Bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra hemen yargılayamayacaklarını… ya da neye sahip olup olmadıklarını tam olarak bilemeyeceklerini anlatmaya çalışmışâ€¦

Ve demiş ki;

“Gerçekleri ancak sonunda, 4 mevsimi gördükten sonra tam olarak anlayıp idrak edebilirsiniz. Eğer kışâ€™tan vazgeçerseniz; ilkbaharın nimetinden olursun, ayrıca yaz’ın güzelliğinden de sonbahar’ın bütünlüğünden de mahrum kalırsınız… Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin. Hayatınızı bir mevsim yüzünden yargılamayın. Unutmayın ki; ilerde şu anki zamanı arayabileceğiniz gibi, daha güzel günler de yaşayabilirsiniz.“
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst