ümit ile dini sohbetler

Ne kadar hassas olduğumuzu düşünmemiz duası ile...

Müslüman-lar!.. Biz Bu Kafayla Kurtu-lamayız...

Sevgili Müslüman kardeşlerim, biz bugünkü kafamızla adam olamayız, esaretten kurtulamayız, zilletten izzete kavuşamayız, rezillikten haysiyete geçemeyiz.
Bu iddialarımın gerekçelerini arz etmeme müsaade buyurunuz:
1. Allah’a iman etmiş bulunuyoruz ama O’nunla ezelde yapmış olduğumuz ahd ve misaka hıyanet ediyoruz. Allah’ın kesin emir ve yasaklarına uygun şekilde yaşamıyoruz.
2. “Onlar namazı terk ettiler ve şehvetlerine uydular” ayetinde anlatılanlara benzer bir durumdayız. Bir kısmımız hem namazı terk etmişler ve şehvetlerine uymuşlar. Bir kısmımız ise namaz kılar gibi görünüyoruz ama dünya şehvetlerine batmış vaziyetteyiz.
3. Resulullah’a iman ettik diyoruz ama O’nun sünnetini yerine getirmiyoruz, bin çeşit bid’ate ve isyana gark olmuşuz.
4. Dinimiz bize “kâfirleri taklit etmeyin, onları dost ve velî (idareci) edinmeyin” diyor ama biz kâfirleri öylesine taklid ediyoruz ki, onlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireceğiz.
5. Dinimiz bize “Allah’ın ipine (Kur’an’a, İslâm’a, şeriata) sımsıkı sarılın, sakın parçalanıp ayrılmayın...” (âyet meali) diyor ama biz binlerce hizbe, fırkaya, gruba, cemaate ayrılmışız, şirazesi sökülmüş bir kitabın yele savrulmuş sayfalarına dönmüşüz; birbirimizle çekişip tepişiyoruz. Bizde maalesef ümmet şuuru kalmamış. Bütün Müslümanların itaat ettiği emirlerini dinlediği bir İmam veya Emîr yok.
6. Birtakım din baronlarını erbab (rabler) haline getirmişiz, putlaştırmışız. Böylece Kur’an’a ters düşmüşüz.
7. Dinimiz ve mukaddesatımız ticaret ve rant konusu olmuş, dehşetli bir din sömürüsü yapılıyor ve biz bunu önlemek için etkili bir şekilde çalışmıyoruz.
8. Dinimizin temel farzlarından olan “İyiliği emretmek ve kötülüğü önlemek” farizasını terk etmişiz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu farzı terk eden bir ümmetin azaba duçar olacağını haber veriyor, aldırdığımız yok.
9. Dinimiz lüksü, israfı, aşırı tüketimi, aşırı konforu, gösterişi, gururu, kibri, saçıp savurmayı yasakladığı halde bizim bir kısmımız bu pisliklere gırtlağına kadar batmıştır. Onları uyarması gerekenler bu uyarı hizmetini yapmıyor.
10. Dinimiz bize önce nefsimizle, sonra harbî ve saldırgan küffarla cihadı emr ediyor, biz bunu da terk etmişiz.
11. Çoğumuzun lüks, pahalı, gösterişli, gurur ve kibre yol açan binitleri var. Bunlarla gezmelere, tozmalara, pikniklere gideriz ama acaba kaçta kaçımız sabah vakti bunlara binerek camilere gidiyoruz?
12. İslâm ilim, irfan, hikmet dinidir. Biz bunlarla yeteri kadar meşgul olmuyor, tahsiline çalışmıyoruz. Günde saatlerce tv seyrediyoruz ama kaçta kaçımız faydalı, değerli kitapları mütalaa ediyoruz? Kaçta kaçımız ehliyetli hoca ve üstadlardan faydalı ilimleri ders olarak okuyor? Dedikodu, polemik, çekişme, horoz döğüşü oldu mu ilgileniyoruz ama bize ebedî saadet kazandıracak ilimlere ve uygulamaya yönelmiyoruz.
13. Müslümanların bir kısmı çok zengin, bir kısmı ise çok fakir. Niçin çok zenginler bir araya gelip de fakirlere ticaret, üretim, marifet, hırfet, sanat ve zanaat öğretecek bir teşkilat kurmuyor?
14. Bir kısmımız aç gecelerken, bir kısmımız tok sabahlıyor. Biz nasıl Müslümanlarız? İyi Müslümanlar mı, kötü Müslümanlar mı?
15. Hem Müslümanız diyoruz hem de bir kısmımız küfre razı oluyor. Küfre rıza küfür değil midir?
16. Allah mü’minleri kardeş kılmıştır. Biz sudan sebeplerle, şeytanî gerekçelerle iman kardeşlerimize düşman oluyoruz.
17. Umre ibadetini bile bir kısmımız “din turizmi” haline getirmiş vaziyette...
18. Bin dört yüz yıllık İslâm tarihi bizim için ibretli derslerle dolu. Onlardan kendimize pay çıkartmıyoruz,
19. İçi ateş dolu bir uçurumun kenarındayız. Patlamaya hazırlanan bir volkanın üzerindeyiz. Hâlâ yan gelip yatıyoruz, tedbir almıyoruz, kendimize gelmiyoruz.
20. Bir kısım din hizmetkârları dinî faaliyet ve hizmetleri canla başla, bütün güç ve varlığıyla yapmıyor, sanki hobi yapıyormuş gibi yapıyor.
21. Allah’a ve Peygambere sadığız diyoruz ama bir kısmımız haramdan uzak durmak, helal kazanıp, helal yemek konusunda hiç de hassas değil.
Sevgili Müslüman kardeşlerim!..
Bugünkü dindarlığımız bizi kurtarmaz...
Gaflet içindeyiz, uyanamıyoruz.
Tembellik içindeyiz, harekete geçemiyoruz.
Yeterli miktarda i’lâ-i kelimetullah yapmıyoruz.
Halkın ve gençliğin bir kısmı irtidat ediyor (dinden çıkıyor) biz aldırmıyoruz.
Bütün suçu, kabahati, kötülüğü dinsizlerde görüyor, kendimizi hiç eleştirmiyor, muhasebemizi yapmıyoruz.
Esarete, zillete, rezilliğe, ezilmeye, güdülmeye razı gibiyiz.
Haklarımız, hürriyetlerimiz, haysiyetimizi korumak için meşru/yasal yolları ve imkanları sonuna kadar kullanmıyoruz.
Dünyayı, dünya nimetlerini, parayı, maddeyi, dünya haz ve zevklerini, müzeyyen evleri, israflı sofraları çok seviyoruz; ahirete ve ebedî saadete yönelik değiliz.
Çok çabuk öfkeleniyoruz... Kin tutuyoruz... İntikam alıyoruz... Gıybet ve nemime yapıyoruz... Nefs-i emmarelerimiz çok azgın ve kuduz... Yaratıklara yeterli derecede merhametli değiliz... Gurur ve kibir... Bin çeşit şehvet... Kendini beğenmişlik... İslâmî disiplinden uzak başıboş bir hayat... Nicemiz ezanlar okunurken leşler gibi yatıyor... Ben ben ben... Bir türlü biz olamıyoruz...
Sayı çokluğumuz bir işe yaramıyor. Adam gibi Müslüman olsak, sayımız az da olsa izzet ve zafer buluruz. Kur’an’da “Nice az topluluk, Allah’ın izniyle, kalabalık topluluğa galebe çalmıştır” buyruluyor.
Sevgili Müslümanlar!.. Ben size nasihat edecek sıfat ve selahiyete sahip değilim. Kendinize öğüt verecek, sizi uyaracak, ikazları tesirli olacak nâsihlere kulak verseniz ne iyi olacak.
 
BİZDEN UZAKLAŞTIRILANLARA DUYARSIZ KALMAYALIM



“(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.”[1]

“Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!”[2]

“Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve biz gerçekten denemeden geçiririz.”[3]

Muttakiler için yol gösterici olan Kur’an-ı Azimüşşan’da, Allah’a ve O’nun yoluna davet eden Peygamberlere (aleyhimusselam) isyan etmiş kavimlerin helaki; helakin sebep, sonuç ve keyfiyetleri insanların ders ve ibret almaları için anlatılmaktadır.

“Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır.”[4]

Büyük bir esefle müşahede etmekteyiz ki söz konusu kavimlerin helakine sebebiyet veren inançsızlık ve ahlaksızlıkların her biri günümüzde eksiksiz olarak mevcuttur. Buna rağmen üzerimize azabın yağmayışı Hz. Peygamber (sav)’in ümmeti için yaptığı dua sebebiyledir.

Müslümanların böyle bir dönemde karşılaşacağı fitneden dolayı Hz. Peygamber (sav), ümmeti ikaz etmiş; sahabe, tabiin, suleha ve ulema bu fitneden hep sakınmış, sakınmayı tavsiye etmiş, şerrinden Allah’a sığınmıştır.

Bizler bugün mezkûr fitnenin tam da içine girmiş bulunmaktayız. İnsanlarımızın İslam’dan bölük bölük uzaklaştırılarak cehenneme doğru sürüklendiklerini müşahede etmekteyiz.

Her birimiz -çok uzaklara gitmeye gerek kalmaksızın- akraba, komşu, tanıdık ve dost çevremizden kişilerin bu durumda olduklarını görüyoruz. Bu hal gittikçe bozulup kötüleşmektedir. Çocuklarımız ve kardeşlerimiz ahlaki çöküntü içerisinde bocalamakta, tasvirini yapmaya haya ettiğimiz her türlü kötülük çeşitli vesilelerle insanlarımıza sunulmakta, ahlaksızlığı yaşam biçimi haline getirmek dışındaki alternatifler ortadan kaldırılmaktadır.

Bu bataklığa girenler, hissiyatın akla galebe çaldığı, nefis ve şeytanın hükümran olduğu, makam-mevki ve menfaatin tek amaç haline geldiği bir dönemde geçici lezzet aldıkları düşünülse bile -ahiret bir yana- dünyada dahi sefil olduklarını/olacaklarını görüp bilmelerine rağmen geri dönmüyor, Müslümanları sapık düşünce ve ideolojilerine, ahlaksızlığa çekmeye devam ediyorlar.

Bununla da yetinmeyip ailelerimizi ve tanıdıklarımızı Allah’a isyan etmekten kurtarmak için girişilen tüm yolları kapatmakta; fitneye karşı mücadelede bulunan, bulunmak isteyen gayretli Müslümanlara iftira, itham ve baskılarla sıkıntı vermektedirler.

Mezkûr durumlara karşı Allah’a ve Hz. Peygamber (sav)’e teslim olmuş, ölüm ve ötesinden gafil olmayan Müslümanlar sessiz kalamaz, kalmamalıdır.

Çocuklarından, kardeşlerinden, akrabalarından, tanıdıklarından bazısının göz göre göre Allah’a isyan içerisinde bocalamasına tepkisiz kalmamalıdır. İslamî mükellefiyet tepkisiz kalmamayı gerektiriyor.

Tepkisiz kalmakla, hele de ilk etapta olumsuzluklara tepki gösterip sonradan bir şey yokmuş gibi davranmakla Beni İsrail’in düştüğü duruma girmiş olunur ki, Allah korusun, bu da Allah’ın azabını gerektirir. “Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!”[5] Durum pek vahimdir. Küfür bataklığı her tarafı kaplamış durumdadır. Gayretli müminler Allah’ın kendi fazlından verdiği bilinç ve takva gereği insanların imanını kurtarmaya var güçleriyle çabalamalıdır. Bu uğurda bütün mesailerini harcamalı, tüm dünyalığı hiçe sayabilmelidir. Bu hususta Bediüzzaman’ın “Bu milletin imanını muhafaza etmek için, değil sadece dünyamı, ahiretimi dahi feda etmeye hazırım” düşüncesi ne de manidârdır!

Bu akıntının yönünü çevirmek zor görünse bile imkânsız değildir. Fevc fevc İslam’dan uzaklaşmanın yerini fevc fevc Kur’an’a, sünnete sarılma, ashab ve selef-i salihinin yoluna yönelme imkânsız değildir. Yeter ki bizler kendimize gelip silkiniverelim. Zira bunun geçmişte yaşandığını hepimiz bilmekteyiz. “Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”[6]

Buna binaen duyarlı tüm kardeşlerimizden beklentimiz şudur:

-Hz. Peygamber (sav)’in “Yatağına girdiğinde namaz abdesti alır gibi abdest al, sonra da sağ yanın üzerine yat ve ‘Allah’ım! Seni isteyerek ve Senden korkarak yüzümü Sana teslim ettim, işimi Sana bıraktım, sırtımı Sana dayadım. Senin dışında ne bir sığınak, ne de bir kurtuluş vardır. Allah’ım! Senin indirdiğin kitabına ve gönderdiğin Peygamberine iman ettim’ de. Eğer bu gece ölürsen yaratıldığın şey (İslam) üzerine ölürsün. Bu sözler konuşacağın son sözler olsun”[7] hadisinin ve kızı Hz. Fatıma (ra)’ya yaptığı “Yatacağın sırada otuz dört defa ‘Allahu Ekber’, otuz üç defa ‘Subhanallah’ ve otuz üç defa da ‘Elhamdu lillah’ dersiniz”[8] şeklindeki tavsiyesinin gereğini yerine getirdikten sonra günlük muhasebe yapmak, seyyiattan ötürü tevbe edip hasenatının kabulü için dua etmek, hasenatı artırmaya azmetmek.

-Fitnede bocalayan tanıdıkları, bu feci durumdan kurtarmanın yollarını tefekkür edip yardım bahşeylemesi için Cenab-ı Mevla’ya niyazda bulunmak.

-Mezkûr fitneden muhafaza için neler yapılabileceği ile ilgili olarak duyarlı müminlerle istişarede bulunup çalışma birliği yapmanın yollarını düşünmek.

-Söz konusu tanıdıkları salih, alim ve ariflerin sohbet ve meclislerine götürmeyi tasarlamak.

-Yanlışa düşmelerinde bizim de olumsuz katkılarımız olmuşsa bunu izalenin yollarını tefekkür etmek.

-Mezkûr hususları ifa etmek için zaman kaybetmeden fiili olarak harekete geçmek.

Bu münasebetle hepimiz davranış, muamele ve söylemlerinde İslamî hassasiyet sahibi olduğunu bildiğimiz Müslümanlarla bir araya gelmeli; tembellik, tepkisizlik ve gayret göstermezliğin sürmesi durumunda Allah indinde mesul olacağımızı, O’nun huzurunda kendimizi savunamayacak duruma düşeceğimizi birbirimize hatırlatmalıyız.

Müslüman fert ve grupların -İslam dairesi içerisinde olmak kaydıyla- kendilerine has bazı özellikleri ve yorumlarının olacağı, program ve doğrularını önceleyecekleri bir vakıadır, esasen olmalıdır da… Ancak bu durum birbirimizden hayırlı şekillerle istifade etmeye asla engel değildir ve olamaz da. Kötü gidişatın yönünü çevirmek veya en azından bazı insanların imanının kurtuluşuna vesile olma noktasında İslamî duyarlılığa sahip herkesin yapabileceği çok şey vardır.

Elbette ferdi olarak yapılanların faydası vardır. Ancak Müslümanlara karşı yapılan saldırı ve tahribat ferdi olmadığından bizler de bundan korunmanın ferdi olamayacağını bilip ona göre hareket etmekle mükellefiz. Beraber çalışmaya engel (tevehhüm ettiğimiz) tüm olumsuzlukları bir kenara bırakıp elimizin tersiyle itmeliyiz. Bediüzzaman’ın “Karşımda müthiş bir yangın var; alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum”[9] düşüncesiyle hareket edip birbirimizin hata ve kusurlarına göz yummalı, “O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler…”[10] deyip hizmetimizi sürdürmeliyiz.

Cenab-ı Allah, insanlarımızı Kur’an ve sünnetten, ashab ve selef-i salihinin izinde gitmekten alıkoyanların gayretlerini boşa çıkarsın. Ulaşabildiğimiz tüm Müslümanların, en azından yakınlarımızdakilerden bazısının imanını kurtarmaya çalışmak için bizlere gayret bahşetsin. (âmin)




--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şuara: 214

[2] Maide: 79

[3] Mu'minun: 30

[4] Hicr: 77

[5] Maide: 79

[6] Muhammed: 7

[7] Buharî, Vudu’

[8] Buharî, Ashabın Fazileti

[9] Tarihçe-i Hayat

[10] A.g.e.
 
Dünyadan Daha Hayırlısına Talip Olanlar

“Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa (faydalı bir işe aracı olursa), ona bundan bir nasip vardır. Kim de kötü bir himaye ile şefaatte bulunursa, ona da bundan bir hisse vardır. Allah, her şeye gücü yeten (ve her şeyi gören)dir.”(1)

“Vallahi, senin sayende Allah’ın birine hidayet vermesi, senin için, kırmızı tüylü develerin (dünya nimetlerinin en kıymetlilerinin) sana bahşolunmasından daha hayırlıdır, “ (2)

“Vallahi senin elinle Allah’ın bir tek adamı hidayete, doğru yola eriştirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu veya battığı her şeyden daha hayırlıdır.”

Bir kişinin hidayetine vesile olmanın, dünya ve içindekilerden daha kıymetli olduğunun şuurunda ve bu şuurun gereğini yerine getirme endişesi içinde olan kardeşlerimiz/okuyucularımız!.. Biz kardeşlerimizi / okuyucularımızı böyle görüyor ve böyle biliyoruz.

Bu şuurda olmak ve gereğini yerine getirmek için uğraşmak Yüce Allah (cc)’ın hidayetindendir. Bu hidayeti, kullarından kime dilerse, kendi lütfundan ve hikmetinin bir gereği olarak ona verir. O’nun hidayet vermesi; sevgisinin ve sevdiğinin bir alametidir.

Tüm kardeşlerin; bu hidayeti arttırmak, sevgiyi daha da ileri götürmek, Peygamberler, şehidler ve salihlerle birlikte olma, onlarla cennette arkadaşlık etme arzusuyla dolup taştığını biliyoruz. Bu arzuya ulaşmak için sadece bir kişinin hidayetine vesile olmaya çalışmak yeterli gelmez. O halde, şeytan ve dostlarının insanları dalalete sürüklediği/ sürüklemeye çalıştığı bütün hile ve oyunlarını bozmak, dolayısıyla çok kişinin hidayetine vesile olma gayreti içinde olmak lazımdır.

Bizler kendimizi bu konumda görüyorsak -ki inşaallah öyleyizdir- o zaman mükellefiyetimizin gereği neyse ve nasıl yerine getirilmesi lazımsa, onunla mücehhez olup öyle hareket etmemiz gerekir.

Bu düşünce ve şuurda olup bunun gayreti içinde olmak, görünmek ve tanınmak bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalık; tanıştığımız, görüştüğümüz ve konuştuğumuz çok az insanda olan bir haslettir. Öyle gözüktüğümüz ve bilindiğimiz için halkın, dost ve düşmanın bize bakış açıları, müspet-menfi değerlendirme ve tepkileri de lâlettayin değildir, ayrıdır.

Planlı, programlı ve sistemli olarak İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edenler; inançlarının gereğini yerine getirme gayreti içinde olan Müslümanların, onları temsil eden şahıs, kurum ve kuruluşların eksikliklerini, yanlış ve hatalarını çok daha farklı şekillerde işleyerek saldırırlar. Bu vesileyle insanları İslam’dan uzaklaştırmaya çalıştıklarını görüyor ve biliyoruz. Doğal olarak bunların eline malzeme vermenin ve malzeme olmanın mesuliyeti ve hesabı ağırdır. Bunlar hiç yoktan da senaryolar üreterek saldırılarını yapacaklar/yapıyorlar. Biz onlara malzeme vermedikten sonra karakter ve ahlaklarını diledikleri gibi pazarlasınlar!

Bizim için mühim olan; İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapan, ama niçin düşmanlık yaptığını bilmeyen; Müslüman olduğu halde İslamî mükellefiyetinden habersiz olan; İslam’ı yaşamak istediği halde nasıl yaşayacağını bilmeyen insanlardır. Bunlar; iş ve okul arkadaşlarımız ya da komşumuz, köylümüz ve akrabalarımız olabilirler. Bu durumda olanların çoğu, ilk etapta bizden görecekleriyle yani yaşantımızdan edindikleri intiba ile yetinirler.

Elbette doğru olan, birilerinin yaşayış ve davranışlarına göre kendini şekillendirme değil; Kur’an ve Sünneti, Sahabe-i Kiram’ı ve yaşantılarını bilerek, öğrenerek kendini şekillendirmesidir.

Şu bir gerçektir ki, tarihte ve günümüzde bir topluluk hatta bir şahıs İslam’ı ihlâs ve sadakatle öğrenme, öğretme, yaşama ve yaşatma cehdi içinde olduğu zaman etraflarını aydınlatmışlardır. Böylece örnek bir çevrenin, bir topluluğun oluşmasına sebep olmuşlardır.

Zaman ve şartlar, bizleri büyük bir sorumluluk altına almıştır. Tahmin ettiğimizden daha büyük bir sorumluluk bizi beklemektedir. Bu sorumluluğu yerine getirmenin temel şartı, sağlam bir akideye sahip olmak farz, sünnet ve nafile ibadetlerin gereği gibi yerine getirilmesidir.

Konuştuğumuzda doğru konuşmalı, söz verdiğimizde sadık olmalı, emanete ihanet etmemeli, imkânlarımız ölçüsünde çevremize yardımcı olmalıyız. Bu hasletler, temel düsturumuz olsun.

Mazlum, mağdur ve muhtaç olanların; bela ve musibete duçar kalanların dertlerine ortak olup imkânlarımız ölçüsünde yardımlarına koşalım.

Bizi sevmeyenler hatta düşmanlık yapanlar bile baş başa kalıp bizi değerlendirdiklerinde; “Biz onları tasvip etmiyoruz, inandıklarına inanmıyoruz, yaşadıklarını yaşamıyor, onlara karşı koymaya devam ediyoruz ve karşı koymaktan da geri kalmayacağız. Buna rağmen haklarını teslim etmek lazım ki, inançlarının gereklerini yerine getirmede gerçekten samimidirler, cesurdurlar. Doğru konuşurlar, sözlerine sadıktırlar. Aleyhlerine de olsa adalet ölçüsünü esas almaktan çekinmezler. Mazlumun, mağdurun, ihtiyaç sahiplerinin yanındadırlar” diye itiraf etmelidirler.

Bizi sevenler de, bizi ilk gördüklerinde, ilk anda Allah ve Resulü Aleyhisselatu vesselam’ı hatırlamalıdırlar. Ölümü ve ölüm ötesinin hesabını; Müslümanları ve Müslümanların sıkıntılarını hatırlamalıdırlar. Bizimle olan kısacık bir beraberliklerinde bile müspet kazanımlarla ayrılabilmelidirler.

Şayet bizlerden birileri İslam’a hizmeti esas alan bir dernek, vakıf, işyeri ya da kitapevi gibi yerlerde kalıyor veya oralarda görevliyse, bu durumda mesuliyet daha da artacaktır. İhmalkârlık, duyarsızlık ve laubalilik bulunduğumuz yerde ve çatı altında yapılan hizmete halel getirecektir. Hatta bu durum söz konusu çatı altında hizmet eden samimi ve ihlâslı kardeşlerinizin de hizmetlerine halel getirecektir. Elbette bunun hesabı ve vebali de ağır olacaktır. Bu yüzden çok kişiye mubah olan şeyleri bile bizim yapmamız belki doğru olmayabilir.

Hem bulunduğumuz yerde hem de dışarıda bütün yaşantımız ve davranışlarımız Allah’ın hududunu muhafaza ve Hz. Peygamber Aleyhisselatu vesselam’ın sünneti çerçevesinde olmalıdır.

Bulunduğumuz yerde ihtilaflı ve tartışmalı konulara müsaade etmeyelim. Kimseyle tartışmaya hiç girmeyelim. Birleştiricilik meziyetine sahip olalım. Ayrılık ve dağınıklığa değil…

Gıybet ve dedikoduya sebep olacak her sözden şiddetle kaçınalım. Başkasının da yapmasına hikmetle engel olalım. Kimseyi gücendirmeyelim ve tenkit etmeyelim.

Yanımıza gelip gidenleri karşılama ve uğurlamada sıcak davranalım, güler yüzlü olalım. Hürmet, saygı ve sevgiyi ihmal etmeyelim. Sözlerimizin güzelliğiyle, konuşmalarımızın tatlılığıyla gönülleri fethedelim.

İlk defa gördüğümüz ve daha önce hiç tanımadığımız şahıslar ziyaretimize/yanımıza geldikleri zaman ihmal etmeyelim. Alaka ve ilgide ihmalkâr davranmayalım. Oluşturduğumuz İslamî atmosferden onlar da nasiplenmelidirler.

Asık suratlı olmayalım. Kimseyi kınayıp kızmayalım. Gereksiz konuşmayalım, kendimizi her konuda konuşma mecburiyetinde hissetmeyelim.

Sünnete muhalif hiçbir davranış ve söze fırsat vermeyelim.

Bulunduğumuz mekânın her türlü temizliğine önem verelim. Bazıları; ‘Bunlar şekilciliğe önem veriyorlar’ dese bile, giyim-kuşamımız İslamî şahsiyetimize ve görevimize uygun olsun.

Yanımızda namaz kılacak yerimiz olsa bile, en yakın camide cemaatle vaktinde namaz kılmayı prensip edinelim. Gerekirse, işyerimizi kapatıp camide cemaatle namaz kılmaya gidelim. Namaz vaktinden en az 15 dakika önce yanımızda bulunanlara namaza hazır olmaları için hatırlatmada bulunalım.

Yaptığımız, yapacağımız ve konuşacağımız her şeyden hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Mevla’m, bu konuda bizi uyanık tutsun ve bu bilinçle hareket etmede bize yardımcı olsun.

Allah’a emanet olun…
 
ÇOK KIYMETLİ NASİHATLER



Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hallerini gözetmeli, fani dünyanın haram olan işlerinden yüz çevirip, baki olan ahiret işlerine dönmeli. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, diğer vakitlerde, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır. Sözün kısası, Allah’tan gayrı şeylerin sevgisinden korunmalı ve bedeni dinin hükümlerine uymakla süslemeli, onunla meşgul olmalıdır. İş budur, bundan gayrısı hiçtir.

Abdül Kuddüs hazretleri de buyuruyor ki:
Vaktin kıymetini bil! Gece gündüz ilim öğrenmeye çalış! Her zaman abdestli bulun! Beş vakit namazı, sünnetleri ile ve tadil-i erkan ile, huzur ve huşu ile kılmaya çalış! Bunları yapınca, dünyada ve ahirette, sayısız nimetlere kavuşursun. İlim öğrenmek, ibadet içindir. Kıyamette, işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibadet de, ihlas elde etmek içindir. İhlas da, hakiki mabud ve kayıtsız, şartsız var olan sevgiliyi [Allahü teâlâyı] sevmek içindir.

İbrahim-i Edhem hazretleri buyuruyor ki:
1- Günah işleyeceksen, Allah’ın verdiği rızkı yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan edilir mi?
2- Günah işleyeceğin zaman, mülkünden çık! Onun mülkünde Ona isyan edilir mi?
3- Günah işlerken Onun görmediği bir yerde işle! Onun mülkünde, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah işlenir mi?
4- Can alıcı melek, ruhunu almaya gelince, bir müddet izin isteyebilir veya o meleği kovabilir misin? O zaman hemen tevbe et! Çünkü o melek ani gelir.
5- Mezarda, melekler, sual sorunca, (beni imtihan etmeyin) diyerek onları kovabilir misin? Öyle ise, şimdiden onlara cevap hazırla!
6- Kıyamette (Günahkârlar Cehenneme… dendiği zaman, ben gitmem diyebilir misin?

Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyin! Kabul eder, veririm) buyuruyor. Ama verilmeyenler de oluyor. Çünkü Ona dua eder, ama itaat etmezler. Peygamberini tanır, Ona uymazlar. Kur'anı okur, gösterdiği yolda gitmezler. Nimetlerinden faydalanır ama şükretmezler. Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilir, hazırlıkta bulunmazlar. Cehennemi, asiler için yarattığını bilir, ondan sakınmazlar. Ecdadının ne olduklarını görür, ibret almazlar. Kendi ayıplarına bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırlar. Böyle kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına şükretsin! Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ölmek felaket değil, öldükten sonra başa gelecekleri düşünmemek felakettir. Mezhepsizlik ilhaddır. Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlara müjdeler olsun.

İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki:
Bu zamanınız fırsattır. Fırsat da, büyük nimettir. Sıhhat ile ve üzüntüsüz geçen vakitler, bulunmaz ganimettir. Her saati Allahü teâlâyı zikretmek ile geçirmelidir. Resulullahın bildirdiğine uygun olan her iş, hatta alış-veriş bile zikir olur. O halde, her hareketin, her duruşun, Resulullahın bildirdiğine uygun olması gerekir. Böylece, hepsi zikir olur. Zikir demek, gafletten uzaklaşmak, yani, Allahü teâlâyı hatırlamaktır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlanın emrini ve yasağını gözetince, emir ve yasakların sahibini unutmaktan kurtulur ve daima zikretmiş olur.
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Yemeği Allah’ın zikri ile [İbadet ederek ve Allah yolunda çalışarak] eritin. Yer yemez yatmayın; kalbiniz katılaşır.) [Ebu Nuaym]

Haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçarak helal kazanmalıdır. Ahir zamanda bunlara dikkat eden az bulunur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


(Ahir zamanda, helal para ile kendisine itimat edilen arkadaş az bulunur.) [İ. Asakir]

Dine hizmet çok sevaptır. Bunu herkes gücü nispetinde yapar. Öğrendiği güzel bir sözü başkasına duyurmak bile sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Duyduğu hak sözü, bir müslüman kardeşine söylemek ne güzel hediyedir.) [Taberani]

(Allah indinde en iyi kul, insanlara en çok nasihat edendir.) [İ. Ahmed]
 
Birbirinizle Çekişmeyin

Mahmut Sami Ramazanoğlu (k.s)

Allahu Teâlâ Hazretleri Enfâl Sûresinde “Allah’tan korkun ve birbirinizin arasını düzeltin” buyuruyor. Yani Allah’tan korkun ve Allah’ın gazabına sebep olacak tartışmalardan, anlaşmazlıklardan sakınarak aranızdaki hoşnutsuzlukları giderin. Müminler birbirlerine muhalefet ettikleri takdirde elbette ki, aralarında anlaşmazlık ve mücadele ortaya çıkacak ve birlikteliklik amacı yok olacaktır.
Hak Teâlâ Hazretleri yine Enfâl Sûresinde “Birbirinizle çekişmeyin! Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabredin.” buyurmaktadır.
Allahu Teâlâ mü’minlerin kendi aralarında çekişmelerini ve birbirleriyle ihtilafa düşmelerini yasaklamakta, böyle bir tehlike baş gösterdiğinde ortaya çıkacak iki sonucu da bizlere bildirmektedir:
1- Bu halin başarısızlık, zaaf, soğukluk ve korku meydana getirmesi,
2- Bu yüzden kuvvet ve azametin, kudret ve sebatın elden gitmesi.
Şu halde, ancak kalpler ve gayeler birleştiği zaman başarı ve selamete ulaşılır, dilekler tam anlamıyla gerçekleşir.
İşte bunun içindir ki, Hak Teâlâ Hazretleri insanların günde beş defa mescitlerde bir araya gelmelerini ve haftada bir defa camide toplanmalarını, senede iki defa bayram münasebeti ile bir yerde toplanmalarını ve ömürlerinde bir defa da hac vesilesiyle bütün beldelerden gelip Beytullah’ın etrafında birleşip Arafat’ta hep birlikte vakfeye durmalarını emretmiştir.
Hak Teâlâ Hazretleri yarattıklarını, nezih şeriata tabi olmak, onun kanunlarını ve din kardeşliğinin içerdiği hakikatleri korumak, söz ve kalp birliği ile Muhammed ümmetinin bütün fertlerinin haklarını güven altına almak suretiyle Kendisinin bilinmesi, ubudiyyetin gerçekleşmesi ve rububiyyet haklarının yerine getirilmesi için yaratmıştır.
Birbiriyle yardımlaşmak ve anlaşıp birleşmekteki asıl gaye de budur. Bunun içindir ki Hak Teâlâ Hazretleri mü’minlere “İyilik ve takvada yardımlaşın, fenalık ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde “Birbirinize haset etmeyin, birbirinize helâke sürüklemeyin, birbirinize buğzetmeyin, kardeşçe Allah’a kul olun!” buyurmuştur.
Hak Teâlâ Hazretleri bir âyet-i kerîmesinde “Onlar Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı da dosdoğru kılarlar. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar. Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirleriyle yardımlaşırlar.” buyuruyor

alıntı
 
Dost
Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki ikİ
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.
Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı
delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını, Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner.
Ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye.
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca, Babası; 'daha erken, o belli
olmaz daha.
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak,
dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun
hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını Böyle iki tokada'!
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmali;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
 
BANA ÖĞÜT VERİN


İbrahim bin Edhem anlatıyor:

Bir zaman Beyt–i Makdis‘e gitmek için yola çıktım.

Yolda giderken yedi kişiye rastladım, onlara selâm verdim:

“Selâmünaleyküm, bana öğüt verir misiniz? Allah yardımcınız olsun.“ dedim.


İçlerinden biri bana dedi ki:

“Allah‘tan başka kimseden korkma, O‘nun dışında kimseden bir şey umma ve bekleme.“

Ben onlara:

“Benim ilmimi artıracak bir şeyler söyleyin, Rabbim size merhamet eylesin.“

dedim. İçlerinden biri bana dedi ki:

“Allah‘ı seveni sev, Allah‘ı sevmeyeni sevme.“ Bunun üzerine ben onlara:

“Bana başka öğütler de verin.“ dedim. İçlerinden başka biri:

“Dua et. Yalnız kaldığın zamanlar içten yalvar, yakar, ağla ve titre. Allah‘a karşı zelil ol, ne şartta olursan ol, O‘ndan kork.“ dedi. Ben tekrar onlara:

“Bana öğüt verin.“ dedim. Yine içlerinden biri:

“Allah‘ım, şu bize takılıp kalan ve bizi senden alıkoyan adamla aramızı ayır.“

dedi. Bunu söyledikten sonra, yedisi birden ortadan kayboldu. Onların ne yana gittiklerini anlayamadım ve bir daha da onları görmedim.

İbrahim bin Edhem buyurdu ki:

“Kibirlenmeyin! Mağrur olmayın. Yaptıklarınızla övünmeyin. Üstünüzdekilere değil, altınızdakilere bakınız. Kalpleriniz Allah sevgisiyle dolsun. Bedenleriniz Allah‘a itaatle yoğrulsun. Allah‘tan utanınız. Dilleriniz Allah‘ı ansın. Gözlerinizi harama dikmeyiniz.“
 
ÖNEMLİ OLAN NE?

Bir gün, Ebu Said Ebü‘l-Hayr Hz.lerine sordular:

- Falanca kimse, keramet olarak su üstünde yürüyor, buna ne dersiniz?

Ebu Said cevaben:

- Bunun kıymeti yoktur. Ördek ve kurbağa da suda yüzer, dedi.

- Filan adam, havada uçuyor, dediler. Ona da:

- Sinek ve çaylak ta havada uçuyor, cevabını verdi.

- Filan kimse, bir anda bir şehirden bir şehire gidiyor, denilince:

- Şeytan da bir solukta, şarktan garba gidiyor. Böyle şeylerin dinimizde önemi yoktur, karşılığını verdi.

- Dinimizde önemli olan nedir öyleyse? diye sorulunca:

- Önemli olan, herkesin arasında bulunmak; hayatın gerektirdiklerini yapmak; fakat bütün bunları yaparken, bir an bile Rabbini unutmamaktır, buyurdu
 
İMAM GAZALİDEN



Ey oğul!

1. Sofraya oturmadan önce ellerini yıka.

2. Sağ dizini dikip sol dizinin üzerine otur.

3. Tabağın ortasından değil, kendi önünden ye.

4. Sofrada sağa sola eğilerek yanındakileri rahatsız etme.

5. Ağzında lokma varken konuşma.

6. Ağzındaki lokmayı kimseye gösterme.

7. Etrafına çok bakma.

8. Ekmeği ısırıp yemeğe batırma.

9. Vücudunun rahatını istersen az ye ve az iç.

10. Sofradan kalkınca da az su iç.

11. Cemaat içinde sümkürüp tükürme.

12. Su içerken acele ile bardağı dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardır. Yavaş yavaş arada nefes alarak iç.

13. Ayakta su içme. Sıhhate zarardır.

14. Bir kimse su isterken sen de isteme.

15. Terli iken su içme.

16. Gece uyanıp su içmek doğru değildir.

17. Eğer çok susamışsan önce ağzını çalkala, sonra az iç.

Çarşı pazarda şunlara dikkat et

Ey oğul!

1. Çarşı pazarda yürürken kimseye omuz vurma, incitme.

2. Kimse ile alay etme.

3. Meydanda yere sümkürme ve tükürme.

4. Elle çekişip kavga etme.

5. Sattığı şeyi geri getirirlerse al.

6. Yalan söyleme

7. Kimseyi aldatma.

8. Dükkânını erken aç, geç kapa ve kaparken Besmele çek ve "La havle velâ kuvvete illâ billahi"l-aliyyilazîm"i oku.

9. Halkla tatlı konuş.

10. Yenecek birşey alırken sahibinin izni olmadan alıp tatma.

11. Aldığın yiyeceği evine açıktan götürme. "O nedir?" diyene tattır.



Arkadaşlık hukukuna riayet et

Ey oğul!

Bir kimseyle yol arkadaşlığı yaparsan onun ayağınca yürü, hızlı yürüme.

Öteye beriye sapma.

Yol arkadaşını bırakıp da bir tarafa savuşma. Bir işle meşgul olup da bekletme.

Arkadaşlık hakkını ve onun alışkanlıklarını gözet ki, senden hoşnut olsun.

Ondan ayrılacağın vakit helâlleşip veda et ve elini sık.



Hasta ziyaretine git

Ey oğul!

Hastanın halini hatırını sormak görgü kuralıdır.

Hastayı ziyaret ettiğin zaman odasına habersiz girme.

İçeri girerken selâm ver, hastanın sağ yanına oturup elini okşa. "Neren ağrıyor, hastalığın nedir, şimdi nasılsın?" diye sor. "İnşâallah geçer" diye teselli et ve ümitlendir.

Hastanın yanında çok oturma.

İhtiyacı varsa elinden geldiği kadar yardım et.

Eğer hasta ağır ve kendini bilmiyor veya doktor, kimse ile görüşmesini yasaklamışsa odasına girme, ev halkından haber al veya bir adam gönderip sordur:

Hasta ziyareti insanî bir vazife olduğu gibi, sünnettir ve sevabı çoktur.



Cenazeye katıl

Ey oğul!

Akrabandan, dostlarından veya memleketin ileri gelenlerinden biri vefat ederse cenazesine katıl.

Cenaze sahibine, evlat ve akrabasına orada hazır bulunanlara selâm ver.

Vefat eden fakir ise cenaze masraflarına yardım et. Cenazeyi yaya olarak takip, etmek sünnettir. Mazeretin yoksa mezara kadar yaya git.

Cenazeye katılamıyorsan ailesine mektup yazarak başsağlığı bildir.

Cenazede bulunmak ve cenaze namazını kılmak çok büyük sevaptır.
 
ZAHİRÎ ve BATINÎ HASTALIKLARDAN KURTULUŞ

Yanımıza bir kişi gelmişti. Ne yazık ki o güzelim vücudunu harap etmiş, dünyası yıkılmış, Allah'ın rahmetinden bile ümidini kesecek hale gelmişti. Çakı gibi delikanlı, içtiği içkiden dolayı beli bükülmüş, göz çukurları açılmış, dili sarkmış, ağzının suyunu tutmaktan aciz kalmış; felçli bir kimse gibi dizlerinde derman kalmamıştı.
Bu ne hal diye sorduğumda;
"Sorma, içki beni bu hale soktu. Yuvamı dağıttı ve beni de böyle perişan etti. Benim için kurtuluş imkanı var mı?..
Ver elini... Ya Rabbi ben pişmanım diyeceğim." demişti.
İşte bu gencin hali öbür dünyadaki halinin görüntüsü, azabı da cehennem azabından bir parça olduğu anlaşılmaktadır.
Bu dünyada vücud şehrini helak eden kişinin bu halinin görülmesi, öbür dünyada (cehennemde) ki halini görüyormuşsun gibi gözler önüne serilmesidir.
İnsanın düzenini, rahatını, huzurunu bozan bütün kötülükler ki; zina, kumar, kötü ahlak içki ve haset, gıybet, buğz, kibir vs. hastalıklara müptela olan kimse de aynen içki içen kişinin durumu gibi öbür dünyadaki halini ortaya koyar.
Hal böyle olunca o kişiye düşen, güzel bir nasuh tövbesi, Allah ve Resulü'nün emirlerine ittiba, yasaklarından kaçınmak ve sonraki hayatında, önceki yaşantısına dönmemesi için arkadaş çevresini değiştirmek ve Sadatdan ayrılmamasıyla o vücudu sıhhate kavuşturup rahat ve huzur bulmaktır.
O zaman da, öbür dünyadaki huzuru ve rahatı, daha bu dünyadayken cennet nimetlerine kavuştuğunu görür gibi olursun...
Yani manevi durumu iyi olsun, kötü olsun hali, batınından zahirine akseder açıkça görünür.
Bizler de kendimizin helakına sebebiyet vermemek için nefsimizi heva ve hevesinden alıkoyup, aklın yardımıyla o nefsi Allah ve Resulüne yönelterek, Allah'ın gazabından muhafaza edip; rahmet ve bereketine nail olmaya çalışmalıyız.
Bu can bize emanettir. Allah'ın bir fabrikasıdır. Bu canı Allah'ın istediği gibi emir ve yasaklarına göre düzenlemez, nefse her istediğini verir, heva ve hevesine göre hareket ettirirsek, tıpkı o sarhoşun vücudunu harab etmesi gibi, bu canı helak ederek azaba müstehak etmiş oluruz. Allah muhafaza buyursun. (Amin)
Nasıl ki bir mühendis bir fabrika yapar ve o fabrikadan ancak o mühendis anlar; çalışmasını kontrolünü, bakımını, düzen ve tertibini sağlar.
Fâbrika mühendisinin talimatı doğrultusunda, belirtilen kural ve kaidelere göre çalıştırılırsa, fabrikanın çalışması, üretimi ve sahibine yapacağı katkıyı göz ardı etmezsek, ne büyük bir servete ve kazanca sahip olacağı açıktır.
O fabrikanın düzen ve tertibi o talimata göre olmaz da; rastgele düğmelere dokunma ve sağa sola çevirme, ihtiyaç olmaksızın, sık sık yıkama-yağlama yapmak şeklinde yapıldığı taktirde de makinalar arıza yapacak ve bir süre sonra üretim duracaktır. Neticede sahibinin de iflasına sebebiyet verecektir. Böylelikle hem fabrika hem de sahibi helak olacaktır...
Evet; bu dünyada kendini helak eden kimsenin, öbür dünyada da helak olacağı ve neticede zarara uğrayanlardan olacağında da hiç şüphe yoktur.
Kötü ve utanç verici bir olaya şahit oldum; bir adam -ismi bizde mahfuz- çok kumar oynuyordu, sonunda bütün servetini harcayıp bitirdi. Hatta hırslanıp ailesi üzerine de kumar oynamıştı. Bundan daha kötü akibet olur mu?
Allah'u Zülcelal ayet-i kerimede:
"Allah yolunda harcayın, kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Ve güzel hareket ediniz. Çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri sever" (Bakara:195) buyurmuştur.
Bera İbn-i Azib ve Ubeyde tüs-Selemi (rhm) bu ayetin tefsirinde; "Elleriyle tehlikeye atmak" tan maksadın, "günah işlemek ve ümidi kesmek" olduğunu rivayet etmişlerdir.

Ey müminler! Bunlara dikkat edin ve her hususta ihsan ile, iyilikle muamelede bulunun.Yaptığınızı güzel yapın. Sizden asıl istenen şey hasenattır, hayırlı işlerdir. Çünkü Allah'u Zülcelal muhsinleri, iyilik ve hayırlı işler yapanları sever.
Bunun için harcamayı ve masrafı da en güzel şekilde yapın ve herhagi bir fenalığı en güzel bir şekilde ortadan kaldırın. Bu ayet, hadis ve misallerde olduğu gibi Allah'u Zülcelal'in yasak ettiği şeyleri yapan kimse, iki dünyada da hüsrana uğrayacaktır.
O halde:

Ey nefsim! Hangisini istersin? Helak olmayı mı, yoksa ebedi saadeti mi? Malını, canını, zamanını ve her şeyini, ebedi bir saadet karşılığında Allah'a satıp dünya ve ahirette huzur ve rahatı mı istersin? Yoksa her şeyini nefis, şeytan, heva ve hevesin doğrultusunda tüketip, kendini de tükettiğin için her iki dünyada da rezil olmayı mı? Elbette huzur ve saadeti istersin"
"Öyleyse elinde olan fırsatları iyi değerlendirmeye ve salih ameller yapmaya çalışmalısın. Unutmamalısın ki geçici olan bu dünya hayatını ahiret için feda eden hüsrana uğramayacaktır."
 
Dostluk GüL'ü ..Uzatın Elinize Korkmayın...

Güller, laleler, karanfiller bütün çiçekler solar. Çelik ve demir kırılır. Ama gerçek dostluk ne solar, ne kırılır...
Nietzsche

Bir gün evinizden çıkıp bir gül bahçesine girin, dokunun ellerinizle bir güle. Ama koparmayın sakın, yalnızca dokunun ve okşayın . Sevin, sadece sevin ve sevgisini tutup koyun gönlünüze.
Dalında duran bir gülün nasıl buram buram hasret, aşk en önemlisi de dostluk koktuğunu göreceksiniz.

Güllerin üzerindeki çiy damlalarına bakın! sevinç ve hasret gözyaşlarıdır onlar, dostluk gözyaşlarıdır. Sevdiği için dökülmüştür, dostu için. Sevgiyle okşadığınızda bakın nasıl özlemle yanar elleriniz, yüreğiniz nasıl da aşkla çarpar, sevgiyle tutuşur. Onu koparmaya varmaz eliniz. Kalbiniz titrer.

Dokunun bir güle, koparmayın; sadece dokunun. Ne kadar katı olursanız olun, katı yüreğinizin nasıl yumuşadığını göreceksiniz. Sevginin, dostluğun sıcaklığı kalbinize nasıl dolduğunu hissedeceksiniz.

Ve o an başınızı kaldırıp uçsuz, bucaksız gökyüzüne bakın, göğün mavisindeki ferahlığa. O an belki, sevdalı bir kuş gelip konacak saçlarınıza, ürpererek ve ürkerek gözlerinize bakacak. Avuçlarınızın içine alıp kalp atışlarını dinleyin. Salın sonra gökyüzündeki özgürlüğe ve derin bir nefes alın. Havada özgürce kanat çırpınışının güzelliğini doldurun içinize. Dostluğun, vefanın, sevginin, özgürlüğün eşsiz güzelliğini yaşayın.

Gül verenin elinde gül kokusu kalır der bir Çin atasözü. Bende gül koklayanın yüreğinde gül kokusu kalır diyorum. Bir gül ancak bir dostun elinden verilince, iç bayıltıcı güzelliğini algılar ve anlarız. Buram buram kokladığımızda dostluğun ağırlığını hissederiz.

Vefalı bir dostumuzu kaybettiğimizde yada ondan ayrıldığımızda nasıl da sancır yüreğimiz, gecelerce uykusuz kalır gözyaşı dökeriz. Sevgimizin, dostluğumuzun ölçüsünü ancak o zaman anlarız, ama ne yazık ki, bazen iş işten geçmiş olur. Çünkü geç kalmışızdır.

Bilir misiniz? nice köklü dostluklar, ayrılık tokatını beklermiş, anlaşılmak için?. İnsan bazen dostluğun önemini, değerini ve bir dostunu ne kadar çok sevdiğini ancak iş işten geçince anlar.

Balıklar engin denizde suyun kıymetini ancak ondan uzak kalınca farkına varır ab-ı hayatın ne olduğunun.

Dostluklar öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, incelikli, içtenlikli ki; bir güneş kadar sıcak, toprak gibi vefalı, su gibi temizdir.

Vefanın, dilin, duygunun, yüreğin el ele, yüz yüze, iç içe girdiği, gönül gönüle birleştiği, bir gül bahçesinin güneşlenmesidir dostluk. Fırtınalarda, boranda yüreğimizin ısınmasıdır. İşte o nedenle, her şeye rağmen sizinde bir dostluk gülünüz olsun yüreğinizde...

Her şeye rağmen, yaşamak şey güzel yine de. Önemli olan kimseyi düşürmeden, düşmeden, tutunabilmemiz hayatın bir yerlerine. İnsanların biribirini seviyor olması, dostluk kurması ne güzel. Ne güzel karların yağması, karların erimesi, uçuşması kelebeklerin, açması çiçeklerin her bahar ne güzel. Yüreğimizin çarpması sevgiyle, dostlukla, annelerin sevgisi, çocukların gülmesi ne güzel...

Siz de bir güle dokunun ve sadece koklayın göreceksiniz ki, dostluklar, sevgiler ne kadar önemli ve değerlidir.

Dostluk öyle bir şey ki, hep tazelenmek ister. Hatırlanmak ister. Dost olun sizde, şu üç beş günlük ömrünüzde kimseye kötülük etmeyi düşünmeyin. Size kötülük etseler bile. Vicdanı rahat, yüreği temiz olun. Dostluğun aydınlığını, sıcaklığını ve lezzetini tadın. İliklerinize dek hissederek yaşayın.

"Dostlarınızla öyle yaşayın ki,düşman olduğunuzda, söyleyecek şeyleri olmasın.
Düşmanlarınızla öyle yaşayın ki, dost olduğunuzda, yüzü kızarmasın."

Yeri geldiğinde sararıp solun, düşen bir kuru yaprak olun, ama asla soldurmayın, sarartmayın dostluk gülünüzü...

Gülleri dikenleriyle yargılayacağımıza, dikenler içinde böyle bir güzellik bulduğumuz için şükretmeliyiz!..
Unutmayın, hayata hiçbir şeyiniz olmasa dahi, yüreğinizi ısıtacak hep bir dostluk gülünüz olsun...



Dost Kalın...Dostlukla kalın...
 
Zİna Etmek İsteyen GenÇ............



Asr-ı saadette Peygamberimiz (AS) Ashabıyla beraber bulunuyordu Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
— Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum dedi
Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu Bazıları bağırıştılar Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu
Sevgili Peygamberimiz (SAV) bırakın o genci buyurdu Resulullah, genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:
— Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu Genç hiddetle:
— Hayır Ya Resulallah, diye cevab verdi Resulallah:
— Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar Sonra:
— Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin? diye sorduklarında genç :
— Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu
Sonra HzPeygamber (AS) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
— Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla, buyurdu
 
vicdanının Sesini Dinlemeyen Gaflete Düşer

Gaflet hali, bir kişinin, Cenab-ı Allah'ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali, kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah (cc)'a iman etmeyen ya da O (cc)'na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir. Bu tehlikeden korunmanın en önemli yollarından biri ise kişinin vicdanının sesine kayıtsız şartsız uymasıdır.

Vicdan, insanı Allah (cc)'ın ilhamıyla sürekli doğru olana yönelten bir yol göstericidir. Kuran'da nefsin tarifinin yapıldığı ayetler şöyledir:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

"Fücur", nefsin istek ve tutkularını haram ya da gayrimeşru yollardan da olsa gerçekleştirmeyi istemesidir. Allah (cc) fücura karşı insanı sürekli ilhamıyla uyarmaktadır. Bu ilhamı ise insan, vicdanın sesi olarak algılar. Bu sese daimi olarak tabi olunması, insanı kötülüklerden ve günahlardan temizleyip arındırır, sonsuz kurtuluş ve mutluluk yurduna götürür. Bu sesi dinlemeyen insan, nefsinin sınırsız arzularına her ne şekilde olursa olsun ulaşmaya çalışır, böylece önce derin bir gaflete girer, sonra da büyük bir azaba doğru ilerler. Gaflet içindeki insanların, vicdanlarının sesine rağmen inkarda direnmeleri Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler... (Neml Suresi, 14)

Vicdanın sesi nefsin sınırsız arzularına karşı insanı sürekli uyarır ve insanı doğru yola davet eder. Gafil insan ise bu uyarıyı -nefsinin istekleriyle çakıştığı için- rahatını bozacak ve huzurunu kaçıracak endişesiyle dikkate almaz. Bu nedenle gafil kişi, vicdanından gelen bu sesi, onun Allah (cc)'ın -doğru yola, sonsuz mutluluğa çağıran- bir ilhamı olduğunu göz ardı ederek sürekli susturmaya çalışır.

Vicdanın sesini dinlememekten dolayı düşülen bu gaflet hali ise, nefsin isyanla, günahla, bozulmalarla daha da kötü hale gelerek fücurun (sınır tanımaz günah ve kötülüğün) artmasına sebep olur. Gafil insan artık öyle derin bir şuursuzluk içindedir ki hayatını fücurla sürdürmek ister:

Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.' "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar. Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,'Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin Katıdır. (Kıyamet Suresi, 5-12)

İman edenler ise gaflete düşmekten sakınıp korunur, bunun için de vicdanlarına muhalif olan hiçbir davranışta bulunmazlar
 
Ferkedilmeyen Güzellikler


Hindistan’daki bir sucu boynuna astığı uzun sopanın uçlarına astığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken çatlak kova, içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş.

Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.

“Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”

“Neden?” Diye sormuş sucu.

“Niye utanç duyuyorsun?”

Kova cevap vermiş: “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.”

Sucu şöyle demiş: “ Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.” Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.

Sucu kovaya sormuş: “Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?...Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.”

Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Kusurlarımızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, sizde güzelliklere sahip olabilirsiniz.
 
Başörtülü kızın ibretlik rüyası..

Genç kızın son senesiydi okulun bitmesine bir sene kala başörtüsü yasağının polis nezaretinde uygulanmaya başlanmıştı. Yasağa karşı direniş zincirleri de yavaş yavaş aile ve bazı cemaatlerden gelen başınızı açın emeğinizi zay etmeyin, büyük hayırlar için küçük şerleri kabul edin, yasağa direnmeyin, islama hizmet için başka çare yok, zaten başörtüsü fer-i bir mesele olduğunu islamın tek otoriter efendi hazretleri beyan etmeleriyle, çözülmeye başlamıştı, direniş zincirleri.
Genç kız bu fetvalar ve aile baskısı karşısında başını açıp taviz veren kervanına katılan kızların gitmesiyle artık iyice yalnız kalmıştı, kendisi gibi direnen birkaç kız kalmıştı yanıbaşında.Onun vicdanı bu fetvayı kabul etmiyordu bir türlü.başörtüsü farzdı nasıl farzı terk edebilirdi.İkna odalarına girmeden cemaat ağabeylerinin başınızı açın iknalarına maruz kalmıştı,nefsi aç diyordu,ama vicdanı rahatsız ediyordu onu açma diyordu.Bazı cemaatler ise haramdır başını açmak diyordu bazıları zaruret haramları helal eder diyordu.

genç kız bu fikir ve fetva karmaşası karşısında bocalamaktan bıkmıştı.artık sadece medet umacağı ve güveneceği Allah kalmıştı.ONDAN YARDIM İSTEDİ.Rabbim işin hakikatini göster yardım et rabbim diye yaşlı gözlerle yalvarmıştı.

O gece rüyasında iki hakikat sineması görmüştü. O hakikat sinemasında mason vali Nevzat Tandoğan Bediüzzaman hazretlerine: Hoca şu sarığı çıkarıp şapkayı başına geçireceksin. Kanunlarımıza riayet edeceksin diyordu. Bediüzzaman hiddetlenmişti bana bak Nevzat bu sarık bu baş ile çıkar saçlarım adedince başım olsa hakikati Kuraniyeye hepsini feda ederim diyordu.

İkinci hakikat sinemasında şöyle nida ediyordu: Bediüzzaman :Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz asla,ve o BAŞÖRSÜNÜ TEFEURAT GÖREN FETVA SAHİBİNİ minberden aşağı atıyordu.

ŞÖYE DİYORDU:
sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır diye haykırıyordu. Genç kız kan ter içinde rüyadan uyanmıştı, Rabbine şükür etti kendisine hakikati gösterdiği için. Kendisine kimin kötülük edip başlarını din namına İslam adına açtıranların gerçek yüzlerini anlamıştı artık .

Bediüzzaman sünnet olan sarığı için başını verirken, ben farz olan örtüm için hayatımı versem azdır diyordu niçin okulu bıraktın diyenlere.
 
Bir yolculuğun hikayesi



YOKTUN

Yüz sene, bin sene, yüz bin sene, milyon sene önce yoktun. Yok
olduğunu da bilmiyordun. Çünkü sen yoktun. Hiçbir insan da senin
"yok" olduğunu bilemezdi. Hatta senin yokluğun o zamanlar söz
konusu bile olamazdı. Sen yoktun ki yokluğun veya varlığın söz
konusu olsun.


DOĞDUN


Daha doğrusu belli bir zamanda ve belli bir mekânda doğan bir çocuk
"sen" oldun. Sen kimdin? Sen seni daha bilmiyordun. Bazen bir
cıyaklıyor, arada bir uyukluyordun. Erkek mi kız mı olacağını
sen belirlememiştin. Doğduğun tarih ve yer sana sorulmamıştı.
Kaç yüz bin sene önce Habeşistan'da bir mağarada doğabilir
miydin? Babil'in asma bahçelerini sulayan bir bekçinin oğlu yahut
Fenikeli bir çömlek tüccarının torunu olabilir miydin?


İki bin bilmem kaç yılının kıyamete yakın aylarında
Karadeniz'in ortasında on beş milyonluk bir deniz kentinde
mütevazı bir gökdelenin seksen yedinci katında dünyaya merhaba
diyebilir miydin? Babanı ve anneni sen seçmemiştin. Onlar da seni
seçmemişti. Doğduğunda görüp tanıdılar seni. Sen de seneler
sonra tanıdın onları. Zengin çocuğu mu, yahut fakir çocuğu mu
olacağın belki önemliydi ama bu da senin elinde değildi.


DOĞDUN


Üstelik bir insan olarak doğdun. Hani bir tarla faresi olarak da
varlık âlemine doğabilirdin. Yahut kapkara bir hamam böceği yahut
da sevimli bir kertenkele. Belki de bir evde beslenen minnoş kedi.
Bunlardan hiçbiri olarak doğmadığın kesin. Neden doğdun, nereden
gelip nereye gidiyorsun, hayat neden var, niçin insan oldun? Niçin
şu zamanda bu mekânda filancanın çocuğu, falancanın kardeşi
oldun? Neden kertenkele oldun veya olmadın? Tüm bu soruları sorsan
da sormasan da seninle beraber doğmuş oluyor. Soruları
düşünmemek, çözmemek sorunları ortadan kaldırmaz. Şöyle veya
böyle niçin doğduğunu merak etmeden yaşadın, yaşadın...


BÜYÜDÜN


Okudun veya okumadın. Köylü veya şehirli oldun. Belki pazarda hamal
belki ilçede kaymakam oldun. Belki belediyede memur belki başbakan
oldun. Belki hırsız belki gardiyan oldun. Belki öğreten belki
öğrenen oldun. Evlendin veya evlenmedin. Belki korkak belki cesur
oldun. Belki zeki belki kalın kafalı oldun.
Büyüdün ve mutlaka bir şeyler oldun. Belki çoluk çocukla
oyalandın. Belki sokak sokak aval aval dolaştın. Belki her gün
milyonlarca lira kazandın. Belki üç beş kuruş için çırpınıp
paralandın. Belki kitapların arasında geceledin. Belki içki
masasında sabahladın. Belki kuş gibi süzüldün. Belki yılan gibi
süründün. Oyalandın yahut dolandın. Kazandın yahut paralandın.
Geceledin yahut sabahladın. Süzüldün yahut süründün. Ama herkes
gibi dünya ile birlikte güneşin etrafında bedavadan birkaç tur
attın. Belki yirmi, belki otuz tur. Belki altmış belki yetmiş tur.
Ve sen iyi bilirsin ki bu turları sonsuza dek sürdürecek yoktur.


Son istasyona yaklaştın.


İnişe geçtiğinin farkındasın. Turların sayısına paralel olarak
ortaya çıkan incecik fenerler sana son istasyonu hatırlatır, beyaz
beyaz!..


İlk bakışta görmezlikten gelirsin bu uğursuz trafik işaretlerini.
Hatta dayanamayıp sökersin yerinden birkaç tanesini. Ancak gün
gelir sökmekle baş edemezsin. Siyaha ya da kumrala boyamaya
çalışırsın. Beyaz beyaz alevlenen sadece saçların değildir.
Tüm vücudun için için yanmaktadır. Vücudunda baş gösteren
rahatsızlıklar gün gelir tamir edilemez olur. Tamirciler sana sahte
umutlar verirler. Kesip biçer, söküp takıştırırlar. Nihayet
beklemediğin gün gelir.


Hâlbuki hayatın boyunca hep beklemiştin. Büyümeyi, okul bitirmeyi,
başarılı olmayı, iş güç sahibi olmayı, evlenmeyi, çoluk çocuk
sahibi olmayı, çocuklarının büyümesini, okul bitirmesini,
başarılı olmalarını... Hep bekledin. Önce kendin için. Sonra
çocukların için. Eğer daha uzun yaşasaydın bu sefer aynı
şeyleri torunların için bekleyecektin. Bir beklediğin
gerçekleşince başka şeyleri bekledin. Beklemekle geçti hayatın.


Çok gariptir ki yüzde yüz karşılaşacağını bildiğin şeyi hiç
beklemedin. Düşünmek bile istemedin. Son istasyona yaklaştığını
hissettikçe hayata daha da bağlandın. Kiradaki evlerine ve
dükkânlarına zam üstüne zam yaptın. Bankadaki paralarının daha
da çoğalmasının hırsıyla geceleri uykunu kaçırdın. Varisi
olduğun kişilerin bir an önce miraslarına konmak için onların
ölmesini bile istedin. Daha da rahat yaşayabilmek, eğlenebilmek,
yemek ve içmek için insanları kandırdın. Yoksullara yardımı
düşünmedin. Bazen üç beş kuruşu yahut eskimiş bir elbiseyi
verdinse de başa kaktın. Yoksulu küçük gördün, kendini
yücelttin.


Son istasyona varan arkadaşlarının ve akrabalarının gidişini
hüzünle seyrettin. Arada bir bu ayrılışlar da olmasa son istasyonu
aklına hiç getirmeyecektin. Onları hatırlayıp dünyada her birinin
mevkiini, zenginliğini, işlerini, sıkıntılarını, neşelerini,
dünyada neye kavuştuklarını, ölümü nasıl unuttuklarını ve
beklemedikleri bir zamanda, ahiret için ellerinde hiçbir azık yok
iken, ölümün gelip onları götürdüğünü gördün. Şimdi
mezardaki hallerinin nasıl olduğunu, azalarının birbirinden nasıl
ayrıldığını, etlerini derilerini, gözlerini ve dillerini,
böceklerin, kurtların nasıl yediğini, onlar bu halde iken
varislerinin mallarını taksim edip, rahat rahat yediğini göz
önüne getirdin. Bu ayrılışlardan sonra biraz kendini toparlamak
istedin ama kısa zamanda son istasyonu tekrar unuttun. Hiç
ölmeyecekmiş gibi hayata tekrar sarıldın. Fakat her nefes alıp
verişinin seni son istasyona yaklaştırdığını düşünmedin ve
sonunda herkes gibi öldün.


Kimler geldi neler neler istediler,
Hepsi de bu dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç ölmeyecek gibisin değil mi,
İşte o gidenler de senin gibiydiler.


ÖLDÜN


Şimdi hiç bilmediğin bir âlemdesin. Acaba benim hâlim ne olacak
diye beklemedesin. O âlemde seni karşılamaya geliyorlar. Bu
dünyadaki amellerine göre karşılayacaklarını bildiğinden, her ne
kadar bu dünyada bilmezlikten gelsen de, eyvahlar çekiyorsun.
"O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: Ah keşke Allah'a
itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik! derler." (Ahzab 66)


Ama o gün sözler fayda vermeyecek. Eyvah deme zamanı dünyadadır.
Ben bu hatayı niye yaptım, Rabbime karşı, peygamberime karşı,
vefalı olmam gerekenlere karşı bu vefasızlığı nasıl yaptım,
verdiğim sözlere niye uymuyorum, verdiğim sözleri niye hayatımda
tatbik etmiyorum? Diye düşünüp kendine gelme yeri dünyadır.
Eyvahlar diyorsun o ateşin azabını, hararetini hissettiğinde,
kemiklerin erirken, etlerin lime lime yanıp dökülürken, yeniden
vücut bulup yeniden yanarken... Ama o zaman eyvahlar fayda vermeyecek.
Ve sonra peşine düştüğün zalimlerden, kâfirlerden,
münafıklardan, peşine düştüğün dünyacılardan şikâyet
edeceksin.


Ey insan, öyleyse aklını başına al! Kimin peşinden gittiğine
dikkat et! Cehenneme mi götürüyor arkasından gittiklerin, yoksa
cennete mi kılavuzluyor? Hayattayken, elin tutarken, ayağın
yürürken, zihnin çalışırken, iş yapma gücün varken, tevbe
etmek; peşinden gittiklerin nereye gidiyor diye fark edip bunlar beni
nereye sürüklüyor, nereye götürüyor, diye sormak "Beni haktan,
hak yoldan sapıtıyorlar" diyerek dönmek gerekir. Ama bunları hiç
düşünmedin. Uyaranları ise irticacı olarak gördün.


Niçin doğduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, hayatın gerçek
anlamını, ölümün anlamını ve ölümden sonrasını merak etmeden
dünyaya gelip gittin. Hamam böceği, kertenkele ve evinde beslediğin
minnoş kedi de yaşamları boyunca bunları merak etmediler. Senin
onlara onların da sana hayli benzediğinizi söylesem. Bunun sebebini
de merak etmezsin sanırım!





alıntı
 
HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

YEMEK YİYORSUNUZ VE BİR ANDA YEDİĞİNİZ YEMEKTEN TAT VE LEZZET ALAMADINIZ. YEDİĞİNİZ YEMEK TATSIZ VE TUZSUZ YANİ BİR SAMAN GİBİ OLDU ARTIK. NE KADAR KÖTÜ BİR DURUM DEĞİL Mİ?

PE Kİ! BİZE BUNCA NİMETİ VE GÜZELLİKLERİ VEREN, DİLİMİZE TAT VE LEZZET ALMA DUYULARINI KOYAN, YEDİĞİMİZ YEMEĞİ SAMAN OLMAKTAN ÇIKARTAN O YEMEKTEN TAT VE LEZZET ALMAMIZI SAĞLAYAN SONSUZ GÜÇ VE KUDRET SAHİBİ OLAN( ALLAHU TEALAYA) BUNLAR İÇİN ŞÜKRETTİNİZ Mİ?

İŞTE FIRSAT! DİLİMİZDE BU DUYULAR VARKEN VE BU FIRSAT ELİMİZDEN ALINMADAN DAHA NE DURUYORUZ ARTIK ŞÜKREDELİM Mİ?

ELHAMDULİLLAH..
içtiğimiz suya her baktığımda düşünürüm, renksiz ve kokusuz olan bu nimet renkli ve kokulu olsaydı ne yapardık acaba
o zaman kana kana içme tabirini kullana bilirmiydik ki
şükürler olsun rabbime verdiği nimetlere
oyleyse su hamd'i bi daha tekrarlayayim insallah;"elhamdulillahillezi et'amenâ ve sakânâ ve ceâlna mine'l-muslimin"
(bizi yediren,iciren ve musluman olarak yaratan allah'a hamd olsun)....selam ve dua ile
 
Gençlerle 10 Dakika "Din"lenme Molası


Haydi gelin, 10 dakika “DİN”lenme molası verelim ve kendimize dönelim.
Neler neler var akıllarımızda, yüreklerimizde, hayatlarımızda;
Okul, iş, ev, ailemiz, akrabalarımız, tuttuğumuz takım, sevdiğimiz sanatçılar, sevdiğimiz müzikler, görmekten mutluluk duyduğumuz yüzler, ileriye dönük hayallerimiz, girmek isteğimiz üniversitenin hayalleri, yazın gitmek istediğimiz tatil yeri, yeni alacağımız bilgisayarın hayali… [/b]

Durun Biraz!
Bizi yoktan vareden, bize gönüller ve akıllar veren, etrafımızı sevdiklerimizle ve nimetleriyle süsleyen, bize gençliğimizi lütfeden Rabbimizi yoksa unuttuk mu?
1400 sene öncesinden bile gönüllerimize sevgisiyle sıcaklık veren, en çok sevilen, en çok özlenen, en çok istenen, en çok örnek alınan ve mükemmelliği yakıştırabileceğimiz yegane insan Hz. Muhammed a.s yerine kimlere özenir, kimleri örnek alır, kimlere uyar olduk?
İslam sadece camilerde, cumalarda, bayramlarda, mübarek gün ve gecelerde değil, hayatın her anında; yürürken, otururken, konuşurken, maç yaparken, gezerken, okulda, evde, sokakta… Her yer de yaşanması gereken bir din olduğunu yoksa unuttuk mu?
Futbol, oyunlar, bilgisayar, arkadaş ortamı, bir sevgili…
Unutmayın, hiçbir şey sizi İslam kadar mutlu edemez!

O zaman! Değişim Ne Zaman?
İslam; insanı hem dünya hem de ahiret hayatında mutlu edecek tek, bir tanecik yaşam tarzıdır. Bunlar dışındaki her şey; futbol, müzik, bilgisayar, TV… size verdiği anlık zevklerle zehir saçan şeytanın oyuncaklarıdır. Size sonsuz bir mutluluk vadeden İslam’ı terk edip, küçücük bir anlık zevk veren şeylerle hayatımızı geçirirsek ne kadar da büyük bir hata etmiş oluruz öyle değil mi?
O halde İslam artık hayatlarımıza işlemeli. Zorlu bir kışın ardından gelen bahar gibi güzelleştirmeli hayatlarımızı. Değişim rüzgarları esmeli hayatlarımızda; konuşmamız, yürümemiz, giyinişimiz, ailemizle ilişkilerimiz, dinlediğimiz müzikler, sevdiğimiz kişiler her şey tıpkı İslam gibi, İslam’a yakışır şekilde güzelleşmeli.

Yeniden Dirilişe Hazırlanın..!
Hayatını İslam ile güzelleştiren birini yeni bir hayat bekliyordur. Huzurlu, mutlu, umutlu bir hayat…

M.Salih Aydoğan
 
Ey oğul

Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir.

Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır.

Aile sırlarım korur, kimsenin yanında açmaz.

Cömerttir, eli açıktır. Bağırıp çağırmaz, alçak sesle konuşur.

Evi ter temizdir. Çocukları çiçek gibi, gönül alıcıdır. Hayrı süreklidir. Kocası da o nisbette yumuşak huyludur.

Fırsatları kaçırma

Ey oğul!

Fayda sağlayacak fırsatları kaçırma. Muhtaç olduğun şeylere iyice sahip çık. Görülmesini acele ettiğin işlerinde dikkatini başka taraflara dağıtma.

İçinde bulunduğun toplumun âdet ve geleneklerine saygılı ol.

Âhirette seni rüsvay edecek çirkin âdet ve geleneklerden sakın.

Birşeyin neticesini iyice düşünüp hesaba katmadan yapmakta acele etme.



Soysuz adamlarla tartışma

Ey oğul!

Soysuz adamlarla tartışma. Sonra onun kötü arzularını kendine çekmiş olursun.

Namus ve şerefini koruyan insanlara herkes izzet ve ikramda bulunur. Böyle kimseler halk tarafından itibar görür. Hakkı bilmek, doğruluktan gelen bir fazilettir.

Kendini zavallı ve fakir göstermeye çalışan kimse hakarete uğrar.



Az kelime ile çok şey anlat Ey oğul!

Bir meseleyi yazarken gereksiz kelime kullanma. Az kelimeyle çok şey anlatmaya çalış. Sonu gelmeyecek arzular peşinde koşmak, sapıklıktır.

Başkasını kınayan ve hep kusur söyleyen adamın dostu olmaz.

Din süslerin en güzelidir.

Kuru gürültü, boş yere vakit harcamaktır.

Sarhoşluk insanlıktan uzaklaşıp şeytanlaşmaktır.

Yapılan bir akdi bozan kimse sırtına bir kin yüklenmiş olur.

Yumuşak söz büyüklerin ahlâkındandır.



Ey oğul!

İnsanın hanımı huzur ve sükûnet kaynağıdır. Bir kızla evlenmek istediğinde ailesini iyice araştır ve öğren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatlı meyveler yetiştirir. Bilmiş ol ki kadınlar parmaklarımız kadar birbirinden farklıdırlar.

Şirret ve karaktersiz kadından sakın. Onların dış görünüşlerine aldanma, böyleleri kocasına karşı kaba ve hırçındır.

Kocası kendisine saygılı olduğu zaman bunu bir üstünlük sanar. Hiçbir iyiliğe karşı teşekkür etmesini bilmez. Az şeye de hiç kanaat etmez.



Dostunu iyi seç

Ey oğul!

İki çeşit dost ve kardeş vardır. Birisi, başına bir bela geldiği zaman seni korur; diğeri de mutluluk ve ikbal günlerinde senin dostundur.

Belâ gelip ikbalden düştüğünde dostluk yüzünü gösteren kardeşi hakiki kardeş ve dost bil ve dostluğunu korumaya çalış.

Saadet günlerindeki dosta pek güvenme. Sıkıntılı günlerinde dostluk bağını uzatmıyorsa, onu düşmanların düşmanı bil.

İnsanları iyi tanı

Ey oğul!

Heveslerine ve nefsine uyan aşağılık çukuruna yuvarlanır. Zarif görünümlü insanlar fazla ilgini çekmesin, dış görünüşe pek aldanma. Çünkü insan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil. Benzi sarı, zayıf kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir.


Fazla konuşma

Ey oğul!

Fazla konuşma. Sonra bulunduğun toplulukta taşınması güç bir yük olursun.

Seninle beraber oturana karşı alicenap davran. Yanına oturmak isteyene güzel, nazik, hareket et.

Başkasının gözüne dikkatle bakıp durma.

Fazla lügat parçalayıp yaldızlı söz söyleme. Çünkü bu sözlerin dış görünüşü belki güzel sayılabilir, fakat gerçekte güzel değildir.



Kendinden fazla söz etme

Ey oğul!

Çocuğunu çok beğendiğini başkalarına anlatma.

Hizmetçinin çok hünerli olduğundan başkalarına söz etme.

Atından ve kılıcından bahsetme.

Gördüğün rüyaları her yerde anlatmaya kalkışma. Çünkü gördüğün rüyadan sevinç duyduğunu belirttiğin zaman beyinsiz ve seviyesiz insanlar bu konuda seni rahatsız etmeye başlarlar.



Kişiliğini korumak için şunlara dikkat et Ey oğul!

1. Birisiyle tartışırken vakar ve efendiliğini elden bırakma.

2. Bilgisizliğini ortaya koyma. Bu konuda aceleci olma.

3. Delillerini getirirken çok iyi düşün.

4. Tartıştığın kimseyle aranda hakem olarak yumuşak huyunu gör.

5. Elinle ve parmağınla fazla işarette bulunma.

6. Fazla heyecanlanıp yüzün turp gibi olmasın.

7. Şakakların terlemesin.

8. Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran. 9. Seni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün.




Konuşurken şu noktalara dikkat et

Ey oğul!

1. Söz verdiğinde onu mümkün olduğu ölçüde yerine getir.

2. Konuştuğunda ancak doğruyu söyle.

3. Sağırlara seslenir gibi konuşma.

4. Dilsizlere hitap eder gibi sesini kısma.

5. Makbul söz söyle, güzel konuşmaya çalış.

6. Seni dinleyenin olduğu takdirde konuş.

7. İlgi duyulmayan yerde konuşma.

8. Halkın kabul etmeyeceği ve garip karşılayacağı olaylardan söz etme.
9. Bazı sözleri devamlı olarak tekarlayıp durma: "Yani, ondan sonra, evet evet evet, hayır hayır hayır," ve benzeri gibi...

Büyüklerin sofrasında dikkatli ol

Ey oğul!

Büyüklerle bir sofraya oturduğun zaman fazla su isteme. Etin kemiği ile fazla meşgul olma. Hiçbir yemeği ayıplama ve sofradaki hiçbir yiyeceği küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüş olursun.
Gözü aç ve savurgan olma

Ey oğul!

Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı, düşmanına insaflı ol. Nimetlere şükret

Ey oğul!

Allah'ın verdiği nimete dâima şükret.

Musa Aleyhisselâm, münacatında, "Yâ Rabbi! Âdemoğullarına el, ayak, göz, kulak ve sair birçok nimetler verdin. Âdemoğulları bu nimetlerin şükrünü nasıl îfa edebilir?" diye sordu.

Cenab-ı Hak ona şöyle buyurdu:

"Yâ Musa! Verdiğim nimeti Benden bilip, kendi işinden ve çalışmasından bilmeyen kulum, ona verdiğim nimetin şükrünü eda etmiş olur. Verdiğim nimetleri kendinden ve çalışmalarından bilip, Benden bilmeyen kulum da nimetin şükrünü eda etmemiş olur. Kula lâyık olan gece ve gündüz Bana teşbih ve hamd etmektir."

Fakirlere ihsan et

Ey oğul!

Cenab-ı Hakkın ihsan buyurduğu nimetten fakirleri ve muhtaçları hissedar etmek şükürdür. Eğer kapına bir fakir gelirse, onun kalbini hoş et, öyle gönder. Sadakayı gizli ver

Ey oğul!

Sadaka verirken gizli vermek, kendine bir musibet geldiğinde bağırıp çağırmayarak, yaygara yapmayarak gizlemek gerekir. Bir günah işlediğinde ceza gelmeden hemen tevbe et. Sadaka vermek sıddıklar nişanıdır. Onlar sıddıklar zümresindendir.



Tamahkâr olma
Ey oğul!

Tamahkâr olma. Kalbin katı ve kara olur. Çok mal arttırmak için hasislik etme.


İmami Gazaliden HayatÎ ÖgÜtler
 
ben değil BİZ olmalıyız


Ben Diye sızlanmaya başladığımızda; “ben”in dışındaki her şeyi unuturuz.
Kâinat sadece “ben”den ibaret olur.
Ne kadar önemliyizdir o an…
Ve ne kadar vazgeçilmez!
Topu topu bir hayatlık canımız varken…
Bir hayat…
Doğumla ölüm arasında…
Gittikçe daha hızlı geçen…
Her an bitmeye doğru giden…
Bir hayat…
Ve “Ben” duygusu…
İstediğin kadar “ben” diye sızlan…
Herkes sorar içinden ve asla sezdirmez karşısındakine; “Kimsin sen? Senden bana ne?”
Sahtekâr tebessümler… Sahtekâr dinleyişler…
•••
Sen ilk kandırılan değilsin.
Sen ilk yaralanan değilsin…
Sen ilk yarı yolda bırakılan değilsin…
Sen ilk “ayrılık” yaşayan değilsin…
Sen ilk derde ve belâya düşen değilsin…
Ve sen ilk aşık olan değilsin…
Sen ilk “üzülen” değilsin.
Ve aslında “sen” bir baksan aynaya…
“Ben” bir baksam…
Hiç…
•••
İlk insan ve ilk kandırılan… Kandırılma acısını ondan daha fazla kim yaşamıştır?
Ve bedeli cennetten çıkmak kadar büyük olmuştur? Ve Kabil Habil’i, yani, bir evladı, diğer evladını kıskançlıktan katlederken, kim onun kadar üzülmüştür?
İki türlü evlat acısı… Kim çekmiştir?
Ve evladın Baba’ya güvenmemesi. Ve bir eşin, kocasını yarı yolda bırakması… Nuh Aleyhisselamın imtihanı… Oğlu Kenan’ın gemiye binmemesi… Eşi Vaile’nin kavminin reisine, Nuh Aleyhisselâm’ı çekiştirmesi…
Kim böylesine yaralanmıştır? İhanete uğramıştır?
Ya Hazret-i İbrahim?
Sevgili eşini ve sevgili oğlunu ilâhî bir buyrukla çölün ortasında bırakmak zorunda kalışı…
Hazreti Hacer’in, arkasından “Bizi burada yapayalnız kime bırakıyorsun?” sorusu…
Ama “ilahî bir buyruk” olduğunu öğrendiğinde, tevekkülle teslimi…
Hangi anne bebeğiyle çölün ortasında kalmaya razı olmuştur.
Yapayalnız…
Hangi baba bırakmaya?
Ve kardeşlerin yanlışta birleşip, bir başka kardeşi kuyuya atmaları… Yani ölüme…
Kim Hazreti Yakup kadar hasret çekmiştir.
Kim Hazreti Yusuf kadar meşakkat?
Ve kim Züleyha gibi aşık olmuştur; üstelik yaratılmışların en güzeline…
Ve kim onun gibi mahcup olup, onun gibi kavuşmuştur?
Kim?
Sonra…
Hazret-i Eyyub…
Malını, mülkünü ve evladını bir anda kaybedip…
Derdin, belânın, hastalığın en ağırına…
Kim onun gibi sabretmiştir?
Kim onun sevgili hanımı Rahime gibi, şehirden kovulduklarında yıkılmamış, eşine bakmaya devam etmiştir.
Hangi kadın?
Ve kavminin Hazret-i Musa’ya çektirdikleri?
Her an vazgeçmeleri…
Her an şüphe duymaları…
Her an akıl almaz ve edep dışı isteklerle bunaltmaları…
•••
Ve yaratılmışların en üstünü… En güzeli, en mükemmeli,
En…
Sevgili Peygamberim…
En çok çile çekeni…
Anlatamam… ama yinede ben dememiş aksine ümmetim demiş.
•••
Rabbimizin bütün elçileri, bütün sevgilileri, doğmakla ölmek arasındaki kısacık hayatları kurtarmak için gelmişler…
Ve o hayatlara ibret olsun diye acıyı, ihaneti, kandırılmayı, terk edilmeyi, hastalığı, derdi, belâyı yaşamışlar…
“Ben” değil, “hiç” olduğumuzu anlatmışlar…
“Hiç” olunca “sevgili” olunacağını anlatmışlar…
•••
Anlamış mıyız?
•••
Acı, çile, ihanet, ayrılık, aşk, hüzün, hastalık, zarar, ziyan, hasret, felâket…
Anlayalım diye, en zorunu, uygulamalı olarak göstermişler…
Hiç “Ben…” dememişler… Her zaman biz demişler, her zaman kendilerinden çok çevrelerini düşünmüşler.
Anlamış mıyız?
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst