umit ile faydalı bilgiler

Saç beyazlamasının nedenleri hakkında faydalı bilgiler


Saç folikülleri pigment hücreleri içerir ve bu pigment hücreleri saça rengini veren melanin adlı kimyasalın üretiminden sorumludur. Melanin aynı zamanda cildinize rengini veren bir maddedir. Yaş ilerledikçe pigment hücrelerinin sayısı azalmaya başlar ve saç telleri grileşir. Bu süreç genellikle ailenizden size kalan genetik mirasla belirlenir. Düzenli bir yaşam, vitamin ve minerallerin tam olarak alındığı bir beslenme programı bu süreci yavaşlatabilir
 
sac-beyazlamasini-onleyen-vitaminler.


Bazı vitamin ve minerallerin eksikliği saç sağlığı üzerinde diğerlerine oranla daha etkilidir.

B6 Vitamini: B kompleks vitaminleri arasında yer alan B6 vitamini yumurta sarısı, sakatat, sebzeler ve tam tahıllı gevreklerde bol miktarda bulunur. B6 vitamini eksikliğinin belirtileri arasında saç beyazlaması da bulunmaktadır. Çünkü B6 vitamini saç hücrelerinin melanin üretimine yardımcı olur. B6 bakımından zengin sebzeler arasında ilk sıralarda ıspanak, kuşkonmaz, patates, bezelye, karnabahar, kırmızı dolmalık biber, brokoli ve havuç gelmektedir.

Biotin: B vitaminleri ailesinden olan biotin eksikliği saçların erken beyazlaması nedenleri arasında gösterilmektedir. Karaciğer, yumurta sarısı, bira mayası, pirinç, kepekli tahıllar ve sütte bol miktarda bulunan biotin eksikliğinin saç dökülmesine yol açtığı bilinmektedir. Uzmanların günlük olarak tavsiye ettiği tüketim miktarı 150 mg’dır. Biotin, keratin üretimini tetikleyerek saç dökülmesi ve saç beyazlamasını yavaşlatabilir.

B5 Vitamini: Diğer adı pantotenik asit olan B5 vitamini eksikliği beklenmeyen ve erken saç beyazlamasının nedeni olabilir. Sakatat, yumurta sarısı, kepekli tahıllar B5 vitamini açısından zengindir ancak sakatat etleri ve fazla miktarda yumurta sarısı kolesterolü yükseltebileceğinden dikkatli tüketilmelidir. Bunlar yerine günlük beslenmenize süt, pirinç ve tam tahıllı gıdaları eklemek daha doğru olacaktır.
 
İnsanın organik evrimi hakkında faydalı bilgiler


İlk insansı varlık
İnsanoğlunun kökeni ile ilgili çalışmalar daha çok homo cinsi etrafında yoğunlaşsa da sıklıkla Australopithecus vb. gibi diğer hominid ve homininleri de kapsar. Fosil kayıtlarına göre anatomik olarak çağdaş insan tanımına uyan en eski fosiller 195.000 yıl öncesine aittir[9] ve Afrika'da bulunmuşlardır. Çağdaş tipte homo sapiens altürünün ilk ırkı olan Cro-magnon İnsanı ise zamanımızdan 50 bin yıl önce ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun evrimine dair kabul gören başlıca iki hipotez vardır. Bunlardan birincisi çağdaş insanın Afrika'da ortaya çıkıp dünyaya yayıldığını öne süren "tek orijin" hipotezi, diğeri farklı bölgelerde evrim geçirerek çağdaş insana dönüştüğünü öne süren "çoklu bölge" hipotezidir.

Çağdaş insanın ve diğer insansı maymunların ilk ortak atası kabul edilen iki ayak üzerinde doğrulabilen ve gözleri ileri bakan canlının bundan yaklaşık 6.5 milyon yıl önce Afrika'da ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Bu canlının ağaçlardan inip ayakta durmaya başlamasının nedeninin iklim değişikliğine bağlı kuraklık, yiyecek kıtlığı ve göç zorunluluğu olabileceği düşünülmektedir. İnsanı oluşturmaya başlayan organik evrim bilimsel adı olan Antopogenesis zamanımızdan yaklaşık 3,5 milyon yıl önce başlamıştır. İnsan adını hak eden başlangıç noktası ise Homo cinsinin ortaya çıkması ile olmuştur.

Çağdaş insanın soyu tükenmemiş en yakın akrabaları sıradan şempanzeler (Pan troglodytes) ve bonobolardır (cüce şempanze, Pan paniscus). Bu iki şempanze türü ve insanoğlu yaklaşık 6.5 milyon yıldır farklı bir evrim çizgisi izlemelerine rağmen tamamlanmış gen haritalarına göre aralarındaki yakınlık fare ile sıçan arasındaki yakınlıktan on kat daha fazla, akraba olmayan iki insan arasındaki yakınlıktan sadece 10 kat daha azdır. Bu iki şempanze türü ve insanın DNA'sının %98.4'ü tamamen aynıdır.

Homo erectus
Bundan yaklaşık 1.8 milyon yıl önce dik duran Homo erectus türü ortaya çıkmıştır. Bir bataklığa yüzüstü düşmüş halde bulunan Turkana boy ismi verilen homo erectus iskeleti, günümüze kadar neredeyse tam olarak ulaştığı için homo erectuslara dair birçok bilgiye ulaşılmasını sağlamıştır. Bulgular homo erectusun oldukça iri olduğunu, avcılıkla veya leş yiyicilikle geçindiğini göstermektedir.

Homo neanderthalensis
Homo sapiens ile bundan yaklaşık 250-300 bin yıl önce ortaya çıkan Neandertalin uzunca bir süre dünya üzerinde birlikte bulunduğu ve bu iki türün birbirleriyle karşılaştığına dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Kimi görüşler de, bu iki türün birbirinin farklı olduğunu fark etmeden birlikte üremiş olabileceğini, dolayısıyla da günümüz insanının kökeninde Neandertaller'in de olduğunu iddia etmektedir. Nitekim Asya'da bulunan bir fosilin Neandertal ve Homo sapiens türlerinin çiftleşmesinden meydana geldiği anlaşılmıştır. Neandertalın kemik-iskelet yapısı günümüz insanından oldukça farklıdır. Neandertal insanının çene kemiğindeki mandibular kemik kanalının tipik yapısı ayırt edici bir temel özelliktir. Neandertalın soyunun nasıl tükendiği kesin olarak bilinmemektedir. Bazı teorilere göre daha zeki ve daha yetenekli olan Homo sapiens tarafından yok edilmişlerdir.

Günümüze ulaşmış birçok Neandertal fosili bulunmuştur. Bu nedenle hakkında en fazla bilgiye ulaşılmış hominid türüdür. Neandertallerin soyu yaklaşık 30.000 yıl önce tükenmiştir. Ancak küçük bir kısmının çok daha uzun süre yeryüzünde kalmış olabileceği düşünülmektedir. Belki de dünyanın her yerinde binlerce yıldır karşılaşılan koca ayak vb. folklorik öykülerin kökeninde bu hantal ve tüylü hominid vardır.

Neandertaller fosillerinde yapılan çalışmalar parmaklarının kalın ve hantal olduğunu göstermektedir. Bu çağdaş insan kadar ince el işleri yapamadığının kanıtıdır. Neandertaller toplu halde yaşamış sosyal yaratıklardır. Sakat kalanlara bakmış, ölülerini gömmüşlerdir. Çok fazla fosil bulunmasının nedeni ölülerini gömmüş olmalarıdır.
 
Gıdıklanmak neden güldürür hakkında faydalı bilgiler



İngiltere'de insanların gıdıklandığında neden güldüğünü araştıran bilim insanları, hassas noktalardaki (koltuk altı, boğaz, ayakların tabanı) hafif dokunuşların, beyinde ayrıca acıyı hissetmemizi sağlayan hypothalamus bölgesini uyardığını belirterek, gülmenin bir çeşit savunma mekanizması olduğuna inandıklarını belirttiler.

BBC'de yayımlanan habere göre, bilim insanları ayrıca yapılan araştırmaların, insanların gülme sinyalini saldırana karşı teslim olduğunu göstermek üzere evrildiğini ve gülmenin gergin durumlarda zarar görmemizi engellediğini gösterdiğini belirttiler.

İnsanların neden kendilerini gıdıklayamadığını da açıklayan bilim insanları, kendimizi gıdıklayacağımız zaman beyinciğin, beyni uyardığını ve beynin bu durumu tehdit olarak yorumlamadığını söylediler.
 
Nasıl zeki olunur hakkında faydalı bilgiler



Pek çok insan zekiliğin tanrı vergisi olduğunu ve çok az insanın zekalarını geliştirebileceğini düşünüyor. IQ testleri birçoğumuzun kafasını karıştırdı ve zekanın sabit olduğuna inandırdı. Öyle değil.

Yüzme, yemek yapma, dans etme ve bunun gibi şeyler gibi zeki olmakta çalışma gerektiren bir yetenektir. Maalesef, okullarımız bize zeki olmak için başlıca araçların bazılarını vermeyi ihmal ediyor.

Peki bu araçları nasıl bulabilirim? Bu, ben doktoram üzerinde çalışmaya başladığımda oldu. Sadece bir çeşit araştırma yapmak istemedim, işe yarayacak bir araştırma yapmak istedim. Bırak araştırmanın işe yarayacak olmasını, nasıl araştırma yapacağımı bile bilmiyordum. Sonra, denemeye ve önemli işler yapan profesörleri anlamaya karar verdim. Yıllarca,izledim, öğrendim ve anladığımı söylemekten gurur duyuyorum. Ve bu hiç beklediğim gibi değildi.

Anladığım için, doktoramı tamamlamam için gereken çalışmayı dört kat arttırdım ve hala zamanımın çoğunu ailem, arkadaşlarım ve hobilerimle harcıyordum. Şimdi öğrendiklerimin bi bölümünü sizinle paylaşacağım.

Özeleştirili Düşünmeyi Geliştirin
Eleştirel düşünmeyi ve önümüze konulan hipotez argümanlarını sorgulamayı biliyoruz. Eleştirel düşünme paha biçilemez bir yetenektir. Bu olmadan hepimiz saf ve kolayca yönlendirilebilir bir hale geliriz. Sorun şu ki biz genellikle diğerlerinin fikirleri hakkında eleştirel düşünüyoruz. Kendi fikirlerimiz hakkında eleştirel düşünmeye başladığımızda, bunun gücü yepyeni bir seviyeye ulaşacaktır. Ben buna özeleştirili düşünme diyorum. Bir kere argümanlarınızda hata bulursanız, daha iyi bir fikirle gelebileceğinizi görürsünüz. Eğer özeleştirili düşünmeyi geliştirirseniz, başka biri bulmadan kendi argümanlarınızda hatalar bululursunuz. Özeleştirili düşünmeyi geliştirmenizle birlikte aklınız size hayran kalacak.

Kararlı Olun
Zeki, başarılı insanlar pes etmezler. Yapabileceklerine inanıyorlar ve böylece başarana kadar denemeye devam ediyorlar. Thomas Edison’ un başarmadan önce binlerce defa başarısız olduğunu bilmelisiniz. Bilmemeniz gerek şey ise aşağı yukarı bütün bilim insanları düzenli olarak başarısız olurlar. Bir şeyler işe yarayana kadar, cevabı bulamak için aylarını hatta yıllarını harcıyorlar. Yani zeki olmak istiyorsanız, kararlı olun.

Düşüncelerinizi Dile Getirin
İki insan aynı düşüncelere, aynı görüş ve inançlara sahip olabilir ama sadece biri zeki olarak kabul edilebilir. Herkesin kendi hayatıyla meşgul olduğunu ve bizim söylediklerimiz hakkında düşünüp analiz yapmaya zamanlarının olmadığını sık sık unuturuz. Biz fikirlerimizi satmazsak eğer, kimse gerçekten değerlerini fark etmez. Yani, eğer diğerlerinin sizin zeki olduğunuzu bilmelerini istiyorsanız, düşüncelerinizi nasıl dile getireceğinizi öğrenin. Açıkça konuşun, kelimelerinizi tane tane söyleyin ve en önemlisi düşüncelerinizi söyleme hevesinizin parlamasını sağlayın. Heves baya bulaşıcıdır. Bazı zeki bilim adamları sunumları için verilen zamanın yarısını evet yarısını harcarlar. Eğer onlar bunu uğraşmaya değer buldularsa, sizde öyle bulmalısınız. Eninde sonunda, fikirlerinizi satmayı öğrenmeniz itibarınız için iyidir ve ayrıca diğerlerine de yardım edebilir. Eğer söyleyecek bir şeyiniz varsa, güzelce açıklayın ki mesajınızdan diğerleri de faydalanabilsin.

Zeki olmak için kendinize güvenmeniz gerekyor. Göründüğümüzden daha da benzeriz. Sizden daha zeki görünenler sadece doğru aletlere sahipler ve bunları zihinlerini geliştirmek için kullanıyorlar. Olağanüstü bir zekaya ulaşabilirsiniz.

Düşündüğünüzden daha zekisiniz
 
Beyin gücünü geliştirmenin 3 basit yolu hakkında faydalı bilgiler


Google’da “beyin gücünü geliştir” araması yaptığınızda beyin gücünü nasıl geliştireceğinizi açıklayan pek çok yöntem, teknik, kitap ve oyun bulacaksınız. Bunların çoğu beslenme ve bir takım zihinsel egzersizlerle dengelenmiş, genelde fiziksel çalışmalardan oluşan bilgilerdir.

Tabi bu öneriler yapılabilse harika olurdu, ama pek çok insanın, bu tavsiyeleri okuduktan sonra her sabah bir saat boyunca yürüyüş yapacağından ve beslenme alışkanlıklarını daha fazla lifli ve omega-3 yağ asitli yiyeceklerle beslenerek değiştireceklerinden şüpheliyim. Bazı insanlar kalp krizi riski taşırken bile bunu yapmamaktadırlar.

Beyin fonksiyonlarını iyileştirmek isteyen üşengeç grup için yapılabilecek daha kolay bir şey var mı? Neyse ki var.

1. Fare altlığınızın yerini değiştirin
Evet, bu kadar basit.

Bunu yaparak kendinizi, baskın olmayan ve diğerine göre daha zorlanarak kullandığınız elinizi kullanmaya zorlayacaksınız. Bunun sonucunda, beyninizdeki sağ ve sol yarım küreler arasındaki sinirsel bağlantılar uyarılacaktır. Bilimsel araştırmalar kanıtlamıştır ki, iki elini de eşit olarak kullanan insanların beyinlerinin iki tarafına da %10 daha fazla sinir lifi dahil olur.

Tabi, ideal olarak baskın olmayan elinizi daha fazla kullanmak istersiniz ama bazı işler sizin için oldukça zor olacaktır. Bir hafta veya biraz daha uzun bir süre boyunca dişlerimi baskın olmayan sol elimle fırçaladım ve meydana gelen tek gelişme dişlerimdeki tartar miktarının artması oldu.

Farenizi diğer elinizle kullanmak hayatınıza çok kolay bir biçimde dahil edebileceğiniz bir alışkanlıktır. İlk birkaç gün boyunca bu size çok garip gelecektir ve çok fazla tıklama yaptığınız programları kullanırken farenin yerini değiştirme ihtiyacı hissedebilirsiniz. Alışma süresinin sonunda ise bilgisayarı her iki elinizle de aynı başarı ile kontrol ediyor olacaksınız.

2. Kendinizi bir şeyleri hatırlamaya zorlayın

Bazı zamanlar çalan bir şarkının veya gördüğünüz bir tanıdığın ismini hatırlamayı istersiniz. Cevap dilinizin ucundadır ama bir türlü hatırlayamazsınız. Böyle bir durumda iken normalde ne yaparsınız? Muhtemelen ismi yanınızdaki bir arkadaşınıza sorarsınız ve ismin ne olduğunu öğrenince de durumu garipseyerek “Tabi yaa! İşte bu” dersiniz.

Bu durumla tekrar karşılaştığınızda kendinizi ismi hatırlamaya zorlayın. Beyniniz tıpkı kaslarınız gibi uyarılabilir ve ne kadar çok çalışırsanız o kadar güçlenirsiniz.

İsimleri hatırlama konusunda kendinizi sınırlamayın. Amcanızın telefon numarasını almak için annenizi mi arıyorsunuz? Kağıdı ve kalemi bir kenara bırakın – hatırlayabilirsiniz. Numara sıralamasının nasıl olduğuna ilişkin zihninizde bir imaj yaratmak için telefonunuzun tuş takımını incelemeyi deneyin.

Olabilecek en kötü şey tekrar annenizi aramak olacaktır…

3. Düşünmeyi gerektiren oyunlar oynayın

Beyin kapasitenizi geliştirmeniz için Matematik Olimpiyatları Oyunları’nı oynamanız gerekmez. Sudoku ya da çapraz bulmaca gibi basit oyunların da beyin performansınıza önemli katkıları bulunmaktadır.

Düzenlilik bu konuda çok önemlidir, bu nedenle bu tarz oyun ya da egzersizleri günlük yaşamınızın bir parçası haline getirin. Bir yerlere gidip gelirken yanınızda bulundurduğunuz çapraz bulmaca kitabını çözebilirsiniz. Ben, kişisel olarak, her gün çalışmaya başlamadan önce bir satranç maçı yapmayı seviyorum. Ortalama 15 dakikamı alıyor, ama beynimin güne iyi bir başlangıç yapmasını sağlıyor.
 
İngilterede trafik neden soldan akar hakkında faydalı bilgiler

Bir zamanlar herkes İngilizler gibi yolun solundan gidiyordu. Bunun için de çok geçerli bir sebep vardı.

Yüzyıllarca önce yolun karşısından gelenin dost mu, yoksa düşman mı olduğunu kestirmek mümkün değildi. İnsanların çoğu sağ ellerini kullandıkları için, yolun solundan, duvar dibinden (yaya veya atla) giderek sol taraflarını emniyete alır, sağ ellerini kılıçlarını hemen çekecek şekilde hazır bekletirlerdi.

Yolun solundan seyahat, ilk defa 1300 yıllarında, papanın Roma`ya gelecek hacıların yolda karmaşaya sebep vermemeleri için, yolun solundan gitmelerini söylemesiyle resmileşti ve yüzyıllar boyu devam etti.

18. yüzyılın sonlarında ABD`de birçok atın çektiği posta arabalarında, sürücü koltuğu yoktu ve sürücü en arkada ve soldaki atın üstünde oturuyordu. Bu da yolun solundan gidildiğinde karşıdan geleni ve yolun kontrolünü zorlaştırıyordu.

Çok geçmeden ABD`de trafik sağdan işlemeye başladı. Fransız İhtilali sırasında, ihtilalin liderlerinden Maximilien Robespierre, büyük bir olasılıkla Katolik kiliseye meydan okuyanlara bir jest olsun diye, Parislilerden yolların sağından gitmelerini istedi.

Bir süre sonra aslında kendisi de bir solak olan Napolyon, ordularındaki ikmal arabalarının yolların sağından gitmeleri emrini verdi ve zaptettiği her ülkede de bu uygulamayı hayata geçirdi.



Modern araba teknolojisinin gelişmesi ile bu gelişimin dünyada öncüsü olan ABD`de sürücü koltuğu ve direksiyon sağdan gidişe uygun olarak sola konuldu ve dünyanın birçok bölgesinde bu şekilde yaygınlaştı.



Hangi ülkede olursanız olun, trafiğin yönü ister sağdan olsun ister soldan, karşıdan karşıya geçmeden önce, siz yine de her iki yöne bakmayı ihmal etmeyin.



İngiltere`de ve eski sömürgelerinde, trafik akışını sağ şeride almanın faturası o kadar yüklüdür ki, artık isteseler de kolay kolay bunu yapamazlar.



İngiltere hiçbir zaman Napolyon tarafından zapt edilemediğinden İngilizler yolun solundan gitme alışkanlıklarından vazgeçmediler. Avustralya, Hindistan gibi tüm eski sömürgelerinde de bu usulü devam ettirdiler. Zaten İngilizler`de Amerikalılardan farklı olarak sürücü arabanın üstünde ve sağında oturuyordu
 
Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.

Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD`deki Cleveland`da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914`de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923`de de patentini aldı. Morgan 1963`de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.

Morgan`ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir "T" üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı.

Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala `ikaz` anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu `geç` sinyali olarak algılıyorlar.
 
Erkek bebeklerin giysileri niçin mavidir hakkında faydalı bilgiler




Yüzyıllarca önce insanlarda şeytani güçlerin, bebeklerin veya küçük çocukların odalarında dolaştıklarına, onların vücutlarına girmek için fırsat kolladıklarına ilişkin ortak bir inanç vardı. Ayrıca bu şeytani güçlerin, mavi renk tarafından kovulduğuna da inanılıyordu. Çünkü mavi göklerin rengi idi. Hatta bugün bile hala Ortadoğu`da şeytanı kovmak için, bazı evlerin kapıları maviye boyanmaktadır.

O zamanlarda, sülalenin devamı için, erkek bebeklerin önemi daha fazla olduğu için, şeytan korkar da gider diye, erkek bebeklerin ve küçük erkek çocukların giysilerinin mavi olması adet haline geldi ve yüzyıllar boyunca devam etti.

Çok sonraları kız bebekler de "erkek bebekler kadar önem kazanınca", onların giysilerine de bir renk verilmesi ihtiyacı doğdu ve de çiçeklerin en güzeli olan gülün rengi, yani pembe renk verildi.
 
İnsanlar niçin tokalaşıyorlar hakkında faydalı bilgiler

Tokalaşma aslında çağlar öncesi bir adet. Çok eski çağlarda, tüm erkekler bir silah taşıyor ve çoğunluğu da bu silahı sağ eli ile kullanıyordu.

Bir erkek diğerine dost olduğunu, elinde silah bulunmadığını göstermek için, boş sağ elini uzatıyor, diğeri de aynı şeyi yapıyordu. Ama her iki taraf da kendini emniyete almak, diğerinin aniden silah çekmesine mani olmak için, birbirlerinden emin olana kadar, birlikte ellerini hafifçe sıkarak duruyorlardı.

Tokalaşırken elleri sallama alışkanlığı, elleri daha iyi kavrayarak, rakibin giysisinin içinden aniden bir silah çıkarmasını önlemek için başlamış olabilir. Ancak sonraları dostluğun bir ifadesi oldu.
 
Matemde bayraklar niçin yarıya indirilir hakkında faydalı bilgiler


Bu geleneğin kökeni eski deniz savaşlarına kadar uzanıyor. O devirlerde her bir savaş gemisinin direğinin tepesinde dalgalanan kendine özgü renkli bir bayrağı vardı. Bir deniz savaşından sonra yenilen gemi, galip tarafın bayrağını asmak zorundaydı, bunun için de kendi bayrağını yarıya çekerek üstte yer bırakırdı.

Günümüzde böyle bir durum söz konusu değilse de, bayrakları yarıya indirmek bir saygı ifadesi olarak kaldı. Milletlerin matem günlerinde, önemli devlet adamlarının ölümünde, diğer milletlerin de bayraklarını yarıya indirmeleri, mateme katılmak anlamında uluslararası bir gelenek haline geldi.

Hangi ulustan olursa olsun denizde birbirinin yanından geçen gemilerin, geçiş süresince bayraklarım yarıya indirmeleri geleneği, saygının bir ifadesi olarak günümüzde hala devam etmektedir.
 
Günümüzde üniformalar niçin haki renkte hakkında faydalı bilgiler


Napolyon savaşlarına kadar, askeri üniformalar çok renkli ve gösterişli idi. Ancak savaş teknolojisi geliştikçe bunun da bazı sakıncaları ortaya çıkmaya başladı. Kılıç ve kalkanla yapılan savaşlarda gösterişli üniformalar düşmanda moral bozukluğu yaratıyordu ama ateşli silahlar bulununca, bu parlak ve renkli giysiler uzaktan iyi bir hedef olmaya başladı. Bugün askerler savaşa en uygun sadelikte giyinerek giderler ve sadece gerekli teçhizatı taşırlar.

Üniformalardaki haki renk ise ilk kez İngilizler tarafından 1850`li yıllarda Hindistan`da kullanılmaya başlanmıştır. Britanya ordusundan Hary Lumsden İngiliz askerlerinin beyaz üniformaları nedeni ile kolay hedef olduklarını fark edince, üniformaların üzerine toz ve çamur sürerek ve biraz da çay ile boyayarak renklerini gölgeli kahverengine dönüştürmüş ve giysilerin rengini araziye uydurmaya çalışmıştır. Toprak rengine benzeyen bu üniformalara Hintçe toprak rengi anlamına gelen `Khaki` adı verilmiş ve Türkçe`ye de `haki` olarak geçmiştir.

Khaki 20. yüzyılın başlarında günün standartlarına göre değiştirildi. Bu model Amerikan özel timleri tarafından tehlikeli görevlerde kullanılmaya başlanıldı. Birinci Dünya Savaşı`nda da kullanılan bu renkteki kumaşlar çok sert oldukları için askerlerin hareket kabiliyetlerini azaltıyor ve ıslandıkça daralıyorlardı. 1932 yılında pamuktan üretilen `cramerton` ordu elbisesi dayanıklı olması ve içinde kolayca hareket edilebilmesi açısından İkinci Dünya Savaşı`nda ordunun kullandığı en yaygın arazi elbisesi haline geldi.

Bir sonraki aşama ise askerlerin düşman tarafından görülmemesini sağlayacak kadar araziye uygun ama aynı zamanda aynı tarafın askerlerinin birbirlerini vurmamasını sağlayacak şekilde ayırt edilebilir kumaş renk ve desenini yaratmaktı.

Aslında kamuflaja ilk olarak askerler tarafından değil, hayvanların kendilerini fark etmelerini önlemek için avcılar tarafından başvurulmuştu. Kamuflaj desenlerini yaratabilmek için İngiliz ve Fransız orduları ressamlarla işbirliği yapmıştır. Hatta Picasso`nun ordu giysilerini görünce, `Bunlar benim desenlerim` diye bağırdığı bile rivayet edilir.
 
Erkekler eskiden nasıl tıraş oluyorlardı hakkında faydalı bilgiler



1991`de Avusturya Alpleri`nde buzullar arasında donmuş bir erkek cesedi bulundu. Şaşırtıcı olan cesedin 5.200 yıl önce yaşamış birine ait olması ve bugüne kadar hemen hemen hiç bozulmadan kalabilmesiydi. `Alp Çobanı` adı verilen bu cesette dikkat çeken bir başka husus da, yüzünde sakal ve bıyık olmamasıydı.

Arkeologlara göre erkekler tarih öncesi devirlerde de tıraş oluyorlardı. Mağara duvarlarındaki bu devirlerden kalma resimler sakal tıraşı için kabukların, köpekbalığı dişlerinin, en çok da keskinleştirilmiş çakmaktaşlarının kullanıldığını göstermektedir. Günümüzde keşfedilen bazı ilkel kabilelerde çakmaktaşının bu amaçla kullanıldığı gerçekten de görülmektedir.

Mısır`da açılan mezarlarda eski Mısırlıların M.Ö. 4. yüzyılda sakal kesmek için kullandıkları altın ve bakır aletler bulunmuştur.

Tarih öncesi erkeğinin sakal tıraşı olma nedeni, kesilmezse 150 santimetreye kadar uzayabilecek olan sakalın hareket kabiliyetini hayli kısıtlamasıdır. Ancak sinek kaydı tıraş olma ihtiyacının nedeni bilinmemektedir. Her gün kesilmesi gerekiyorsa erkekler niçin sakallı yaratılmışlardır, o da ayrı bir konu. Erkekler günümüzde olduğu gibi geçmiş zamanlarda da din, toplumsal konum ve moda gibi nedenlerle tıraş oluyorlardı. Örneğin, Roma`da sadece özgür insanlar tıraş olabilirdi.

MS. 14. yüzyılda şimdiki usturanın ilkelleri ortaya çıkmaya başladı, ama erkeklerin acılı ve kanlı tıraş derdi 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. King Camp Gillette (jilet) ABD`de 1901 yılında ilk iki taraflı jileti keşfetti. Ancak Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar 168 jilet ve 51 makine satabilmişti. Savaş başlarında ABD hükümeti ordunun ihtiyacını karşılamak için firmaya 3,5 milyon tıraş makinesi sipariş etti. Böylece tıraş bıçağı bir sektör haline geldi.

Kısa bir süre sonra eski bir kılıç üreticisi olan Wilkinson firması da tıraş bıçağı üretimine geçti ve bu ikili günümüze kadar piyasanın devleri olarak geldiler. Günümüzde Gillette dünya pazarının yüzde 66`sim elinde bulundururken, Wilkinson`un payı yüzde 20`dir. Daima sektörün motoru olan Gillette aslında kaşifinin ve firmanın ismi ve bir marka iken ürünün de ismi haline gelmiştir

1950`li yıllarda ilk elektrikli tıraş makineleri devreye girdi. Aynı yıllarda ise paslanmaz çelik tıraş bıçağı piyasaya çıktı. Günümüz erkeklerinin yaklaşık yüzde 80`i ıslak tıraşı yani tıraş bıçağı kullanmayı tercih ediyor. Dünyada tıraş olan 2 milyar erkek ve her birinin yüzünde ortalama 15 bin kıl varken ve hele hele bu kıllar günde yaklaşık 2 milimetre uzarken, yani bir erkeğin ömrünün ortalama 100 günü tıraş olmakla geçerken, kim bükebilir tıraş bıçağı sektörünün bileğini?
 
Ata neden soldan binilir hakkında faydalı bilgiler




Diğer birçok alışkanlıkta olduğu gibi, bunun da sebebi, insanların çoğunun sağ ellerini kullanıyor olmalarıdır. Asırlar önce, daha çok sağ ellerini kullanan insanlar, kılıçlarını kolay çekebilmeleri için, kılıçlarını kınlarında, sol taraflarında taşıyorlardı.

Ata binerken, sol dizin altına kadar inen bu uzun kılıçla ata sağdan binmek, yani sağ ayağı üzengiye koyup, sol ayağı atın üzerine atarak binmek kılıç nedeni ile zor oluyordu.

Soldan, sol ayağı üzengi üzerine koyup, sağ ayağı atın üzerine atarak binince kılıç sorun yaratmıyordu. Özellikle savaşa giden ordularda disiplin nedeni ile bir örnek hareket edilmesi gerektiğinden, solaklar da ata soldan binmek zorunda kalıyorlardı.

Artık biniciler kılıç taşımıyorlarsa da, ata soldan binmek günümüze kadar uzanan bir gelenek haline geldi.
 
Erkekler niçin kravat takar hakkında faydalı bilgiler


Takılar hariç üzerimizdeki her giysinin bir fonksiyonu vardır. Peki kravatın boğazı sıkmaktan başka fonksiyonu nedir? Her iki yakayı bir araya getirmekse düğme o işi görüyor. Düğmeleri örtüp giysimizi güzel ve renkli kılmaksa kadınlar niye takmıyor? Pek de kravat sever bir millet olmadığımız açıktır ama ister inanın, ister inanmayın kravatın ortaya çıkışında Türklerin de rolü var.

1660`da Osmanlılar Avusturya ordusuna yenilince o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde olan Hırvatistan`dan (Croatia) bir alay asker zaferin kahramanları olarak Paris`e götürüldüler ve kralın huzuruna çıkarıldılar. Bu askerler boğazlarına renkli mendiller takmışlardı. Bu mendiller Romalılar devrinde hatiplerin, ses tellerini sıcak tutmak için boğazlarına sardıkları mendillere benziyordu. Kral çok beğendi ve kendisi de krallık kravatları takan bir alay kurdu. Kravat kelimesi de Hırvat anlamındaki `Croat`tan türedi.

Çok geçmeden bu moda İngiltere`ye sıçradı. Hiçbir centilmen boğazına bir şey sarmadan kendini iyi giyinmiş hissetmiyordu. Kravat o zamanlar o kadar yüksek bağlanırdı ki, insanlar vücudunu döndürmeden etrafa bakamıyorlardı, ama hiç olmazsa bir faydası vardı. Kılıç darbelerine karşı boyunu koruyordu.

Kravat çeşitli şekillerde yüzyıllarca yerini korudu, yüzden fazla değişik bağlama şekli geliştirildi. Bağlama şekilleri üzerine kitaplar yazıldı. 1960 gençliğinin düzene baş kaldırması sırasında biraz gözden düştü ama 1970`li yıllardan başlayarak popülaritesi yine arttı. Tabii ki patronlar kravat takınca çalışanlara da başka seçenek kalmıyordu.

Kravatlar erkeklerin elbise dolaplarının en kolay yıpranabilir aksesuarlarıdır. Genellikle erkekler kravatı düğümünün bir tarafından, ince ucunu çekerek çıkarırlar. Halbuki doğru yol kravatı bağlarken hangi hareketleri yaptıysanız, sökerken de ters sıra ile aynısını yapmanızdır.

Kravatı çıkardıktan sonra her iki ucunu birleştirip iki kat yapmanız, parmağınızın üzerine bir kemer gibi sarmanız, parmağınızı içinden çektikten sonra bütün gece o şekilde muhafaza etmeniz uzmanlar tarafından tavsiye ediliyor. Eğer söz konusu olan bir ipek kravat ise sabahleyin de hemen askıya asmanız gerekiyor, bu şekilde içindeki fiberler orijinal şekillerine gelecektir. Son bir uyarı: Üzerinde leke olsa bile ipek kravatları kuru temizlemeye göndermeyin, deforme olabilirler, mümkün olduğunca kendiniz temizlemeye çalışın bu da bir sonuç vermezse dikişlerim söküp mendil olarak kullanabilirsiniz.
 
Gelinliklerin rengi niçin beyazdır hakkında faydalı bilgiler


Çocuk annesine sormuş: `Anne gelinlerin giysisi niçin beyaz renkte?` Annesi cevaplamış: `Beyaz renk masumiyetin ve mutluluğun sembolüdür.` Çocuk tekrar sormuş: Teki o zaman damatlar niçin siyah giyiyorlar?`

Eski Roma`da gelinliklerin rengi sarıydı. Gelinler yine sarı renkte peçe takıyorlardı. Peçe evli ve bekar kadınları ayırt ediyordu. Ortaçağlarda ise gelinliğin rengi üzerinde pek durulmadı. Kumaşın kaliteli ve gösterişli olması daha önemliydi. Herkes en iyi elbiselerini giyiyordu, renk de herkesin kendi tercihine göreydi.

Beyaz gelinlik adetinin yaygınlaşması 16. yüzyılda olmuştur. Bu yıllarda kraliyet ailesi gelinlerinin gümüşi renkte gelinlik giymeleri gelenekti. Kraliçe Viktorya bunu reddetti ve beyaz gelinlik giymekte ısrar etti.

Bundan sonra İngiliz ve Fransız yazarlar, beyaz rengin masumiyetin simgesi olduğu konusunu işlemeye başladılar. O dönem ahlakına göre bekaret evliliğin vazgeçilmez koşulu olduğu için beyaz gelinlik adeti tuttu. Evlenirken beyaz giysi giymek genç kızların bekaretlerini topluma ilan etmelerinin vasıtası oldu.

Gelinlikle ilgili bazı batıl inançlar da var. Bunlara göre gelinin gelinliğini bizzat kendisi dikmesi, damadın düğünden önce gelini gelinlikle görmesi, gelinin gelinliği düğünden önce giymesi uğursuzluk getiriyor.

Söz evlenmeden açılınca evlilik yüzüğünden de bahsetmek gerekiyor. İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır`da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.

Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu. Gerçi şimdi damarların nereden gelip nereye gittiği biliniyor ama bu da bir adet olarak kaldı.
TuFaN34 is nu online TuFaN34 isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin. Mesajı Moderatöre bildir
 
13 sayısı niçin uğursuzdur hakkında faydalı bilgiler


13 sayısının uğursuz olduğuna ilişkin inanç dünyada o kadar yaygındır ki, yaşamı birçok yönde ciddi olarak etkilemektedir. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez, uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur, apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 12A`dır ya da 14`tür. 13 numaralı oda yoktur. Olsa bile insanlar o odada kalmak istemezler. Hatta ayın 13`ünde işe gelmeme, uçak ve tren rezervasyonlarının iptali, alışverişin düşmesi ve benzeri davranışların ABD`ye günde milyonlarca dolara mal olduğu söylenmektedir. Bu inanç bir fobi yani bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı `triskaidekaphobia`dır.

Genel olarak bu inancın, Hz. İsa`nın meşhur son yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı sanılsa da, kökü çok daha eskilere mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider.

O zamanlarda ışık ve güzellik tanrısı Balder bir ziyafet verir. Balder Vikking`lerin meşhur tanrısı Odin ile Frigga`nın oğulları olup, ay kraliçesi Nanna`nın da eşidir. Bu ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Ancak bu arada çıkan tartışmada, Loki diğer tanrılar tarafından da çok sevilen Balder`i öldürür.

Bu mitolojik hikaye ve inanış İskandinavya`dan Avrupa`nın güneyine kadar yayılır. Hıristiyan din adamları bu halk masalını kullanırlar ve Hz. İsa`nın son yemeğine uygularlar. Hıristiyan versiyonunda Balder`in yerini Hz. İsa, Loki`nin yerini de hain Judas alır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır.

Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü hepten uğursuzdur. Ancak böyle bir günde doğmuşsanız tam tersi, yani 13 sizin uğurlu gününüzdür.

Cuma gününün uğursuz sayılmasına Havva anamızın Adem babamıza elmayı cuma günü yedirtip cennetten kovulmasına sebep olması, Hz. Nuh zamanındaki büyük selin cuma günü olması, Hz. İsa`nın cuma günü çarmıha gerilmesi gibi olaylardan biri veya hepsi neden olmuş olabilir. Müslümanlar ise Hz. Adem`in cuma günü yaratıldığına inandıklarından bu güne diğer günlerden daha çok değer verirler.

13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır.


13 sayısının uğursuz olduğuna ilişkin inanç dünyada o kadar yaygındır ki, yaşamı birçok yönde ciddi olarak etkilemektedir. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez, uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur, apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 12A`dır ya da 14`tür. 13 numaralı oda yoktur. Olsa bile insanlar o odada kalmak istemezler. Hatta ayın 13`ünde işe gelmeme, uçak ve tren rezervasyonlarının iptali, alışverişin düşmesi ve benzeri davranışların ABD`ye günde milyonlarca dolara mal olduğu söylenmektedir. Bu inanç bir fobi yani bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı `triskaidekaphobia`dır.

Genel olarak bu inancın, Hz. İsa`nın meşhur son yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı sanılsa da, kökü çok daha eskilere mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider.

O zamanlarda ışık ve güzellik tanrısı Balder bir ziyafet verir. Balder Vikking`lerin meşhur tanrısı Odin ile Frigga`nın oğulları olup, ay kraliçesi Nanna`nın da eşidir. Bu ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Ancak bu arada çıkan tartışmada, Loki diğer tanrılar tarafından da çok sevilen Balder`i öldürür.

Bu mitolojik hikaye ve inanış İskandinavya`dan Avrupa`nın güneyine kadar yayılır. Hıristiyan din adamları bu halk masalını kullanırlar ve Hz. İsa`nın son yemeğine uygularlar. Hıristiyan versiyonunda Balder`in yerini Hz. İsa, Loki`nin yerini de hain Judas alır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır.

Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü hepten uğursuzdur. Ancak böyle bir günde doğmuşsanız tam tersi, yani 13 sizin uğurlu gününüzdür.

Cuma gününün uğursuz sayılmasına Havva anamızın Adem babamıza elmayı cuma günü yedirtip cennetten kovulmasına sebep olması, Hz. Nuh zamanındaki büyük selin cuma günü olması, Hz. İsa`nın cuma günü çarmıha gerilmesi gibi olaylardan biri veya hepsi neden olmuş olabilir. Müslümanlar ise Hz. Adem`in cuma günü yaratıldığına inandıklarından bu güne diğer günlerden daha çok değer verirler.

13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır.
 
Ayna kırılması niçin uğursuzluk getirir hakkında faydalı bilgiler



Ayna kırılmasının uğursuzluk getireceğine olan inanış, en eski batıl inançlardan biridir. Kökeni ilk aynanın yapılışından yüzyıllar öncesine, hatta ilk çağ insanına kadar gider. Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.

İlk aynaların kullanılışı eski Mısır devirlerine rastlar. Bunlar pirinç, bronz, gümüş hatta altın gibi metallerden yapılmış ve çok iyi parlatılmış yüzeylerdi ve de tabii ki kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Sonraları buna vampirlerin ruhları olmadığından bu parlak yüzeylerde görüntülerinin de yansımadığı inancı ilave edildi.

Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu.

Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar Romalılar hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine İnanıyorlardı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.

Bu batıl inanç, 15. yüzyılda İtalya`da, Venedik şehrinde, arkası gümüş kaplı, çok kolay kırılabilir ve pahalı ilk aynaların yapılması ile birlikte iyice gelişti. İnanç biraz da ekonomik boyut kazanmıştı. Aynayı taşıyanlar, evlerde aynaları temizleyen hizmetkarlar, aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda uyarılıyorlardı.

Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de oldu tabii. Örneğin: aynanın kırılan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şans yok edilmiş olur. Ancak kırılan parçaları alıp evden çıkarken içlerine bakmamak gerekir. Yatak odalarındaki aynaların üzerleri kullanılmadığı zamanlarda örtülmelidir ki ruh içinde kalmasın. Ölen bir insanın evindeki aynaların da üzerleri örtülmelidir ki ruh gökyüzüne doğru olan yolculuğunda bir engelle karşılaşmasın.

17. yüzyılın ortalarında İngiltere ve Fransa`da ucuz maliyetli aynalar üretilmeye başlanıldı ama batıl inanç o kadar yerleşmişti ki, günümüzün modern dünyasında bile hala devam ediyor.
 
Nazar değmesi nasıl oluyor hakkında faydalı bilgiler



Bizde "nazar değmesi" adı verilen inanç, diğer lisanlarda "şeytan göz" veya "şeytan bakışı" olarak adlandırılır. Bebeğine yeni elbiseler giydiren bir anne, çarşıya gidip alışveriş yapar. Bu arada bir başka kadın gelir ve bebeği sever. Eve gittiklerinde bebek ishal olur. İşte anneye göre bebeğine o kadının nazarı değmiştir. Dikkat ederseniz burada bebeği seven kadının art niyeti yoktur. Zaten nazarı değen kişinin genellikle kötülüğü değil, kıskançlığı ve çekemezliğidir söz konusu olan.

Noel Baba ve benzeri batıl inançlar çocuklukta kuvvetli olup yaş ilerledikçe azalırken, nazar değme inancı bunun tam tersidir. Nazar inancının ardındaki güç, bakışın ruhla bütünleşmesidir. Bakış konuşmaya göre daha etkilidir. İnsana tam odaklanır ve daha duygusaldır. Birçoğumuz arkamız dönük olduğumuz halde kalabalık içinden birinin bize baktığını hissetmişizdir.

Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır. Eğer karşınızdaki birinin gözlerine dikkatle bakarsanız, gözlerinde kendi görüntünüzün yansıdığını görürsünüz. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı. Karşılarındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı.

Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak`ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor, Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi. Sonradan bu inanç bir bakışla yaşayan şeyleri de kurulabilme yönünde gelişti. Örneğin, nazar değen çocukların ishal olup vücutlarının sıvı kaybetmesi, annelerin ve süt veren hayvanların sütlerinin kuruması, meyve ağaçlarının kuruması ve erkeklerin iktidarsız kalmaları vb. Görüldüğü gibi, bunların hepsinde de sıvı kaybı ve kuruma vardır.

Bu inanç doğuda Hindistan`a, batıda Portekiz ve İngiltere`ye, kuzeyde İskandinavya`ya kadar yayıldı. Böylesi bir inanca sahip olmayan Amerika, Asya, Afrika ve Avustralya`ya ise kaşifler, denizciler ve göçmenler tarafından taşındı. Ama günümüzde hala Çin, Kore, Güneydoğu Asya, Avustralya ve Amerika yerlilerinde, Afrika`da sahranın güneyinde böyle bir batıl inanç yoktur.

Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, mavi gözlü insanların daha fazla nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu yörelerde mavi gözlü insanların azlığı bunun sebebi sanılıyor. Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde, camdan yapılan nazarlıklar başta bebekler olmak üzere nazarın değebileceği düşünülen her yere takılmaktadır.
 
Merdivenin altından geçmek neden uğursuzluk sayılır hakkında faydalı bilgiler



Duvara dayanmış bir merdiven görürseniz altından geçmeyin, etrafından dolanın. Çünkü o merdivenin tepesinde ya bir tamirci, ya bir boyacı ya da camları silen biri olabilir. Yani başınıza bir çekiç, su kovası, boya kutusu, hatta bir adamın düşme olasılığı yüksektir. Merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceği inancı gerçekten batıl inançlar içinde en azından bir işe yarayan tek inançtır. Ancak inancın kökeninde pratikteki faydası ile ilgili olmayan farklı şeyler yatmaktadır.

Duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. Bu, bir çok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de, bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir.

Eski Mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. Merdiven olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris`i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. Ayrıca merdiven tanrıların katına tırmanmak için de şekilsel bir semboldü. Günümüzde açılan bu antik mezarlarda ölünün cennete tırmanması için yanma konulmuş bulunan merdivenlere rastlanmaktadır.

Asırlar sonra birçok batıl inançta olduğu gibi Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa`nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar.

17. yüzyılda İngiltere ve Fransa`da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. Tabii yanında olanlar merdivenin etrafından dolanıyordu.

Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela bir merdivenin altından yanlışlıkla veya zorda kalarak geçen kişiler için Romalıların panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru sallarlardı. Bizde, Türkiye`de böyle bir adet yoktur ama Amerikan filmlerinde karşısındakine bu hareketi yaparak küfür veya hakaret edildiği sıkça görülür. Bunun kökeni de işte bu Roma panzehiridir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst