Tebliğler - Mesajlar Yazılar

---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

Uriel - Siz bu dünyanın idrakisiniz

Dünya üzerine enkarne olan beşeriyet üzerinde çok fazla korku mevcuttur ve beşeriyet giderek bu zamanda dünya ile olan bağlantısını idrak etmeye başlıyor. Bu bağlantının burada hüküm süren enerjiler için bir sorumluluk olduğunun farkına varıyor. Küçük bir çoçuk hata yaptığında kendini nasıl hissederse, sizde şu anda olayları merak etmeye başlıyorsunuz acaba onarılamaz, tamir edilemez bir duruma mı sebebiyet yarattım diye kendinizi sorguluyorsunuz. Yaptığım davranışlarda fazla mı ileri gittim, dünyada üzerinde mevcut olan potansiyeli yanlış mı kullandım diye kendinize soruyorsunuz. Ancak bilmelisiniz ki bu hal yeni bir enerji siklusu başlamadan önce, sembolik olarak varolan bu enerji siklusunun sonuna gelindiğinin göstergesidir.

Dünyanın kaderini tasarladıkça, siz kendi yaratımlarınızın sonuçlarından korkmaya başlıyorsunuz ve bu korku sizin kendinizi dönüştürmenize neden oluyor. Ancak unuttuğunuz bir şey var siz buraya dönüşüm/gelişim/tekamül için varolan dünyaların bilgi enerjisini demirlemeye/bedenlemeye/ idrak etmeye geldiniz. Yükseliş yolculuğunuzda yüksek titreşimli boyutlara yaklaştıkça gerçekleşen ayrılığın anlamını idrak ederek oluşan hali büyük bir berraklıkla ileriye doğru taşıyorsunuz. Bu içgörüşleriniz size korkularınızı getiriyor sebebi varlığınızın sınırlı bir veçhesinde hala yanlış yapıldığında cezalandırmaya odaklısınız. Yüksek alemlerde cezalandırma yoktur sadece tekrar sağlanan bağlantıyla barış ve neşe mevcuttur.

Varolan ayrılığınızın, sizin çok boyutlu bakış açısınızdan, size hatırlattığı tekrar burası ile bağlantıya geçecek olmanızdır. Böylece dünya üzerinde cennet hali yeniden tesis edilerek ruhsal ve maddesel alem arasındaki denge kurulacaktır. Herbiriniz şifalanma -şuurlanma- ve tekrar bağlantının birer enerjetik titreşimli çıpasısınız. Burada size ait enerjileri demirliyorsunuz/bedenliyorsunuz/idrak ediyorsunuz. Ancak tekrar uyumlanma sürece biraz sancılı ve sizin varolan halihazırdaki realiteniz için meydan okuyucu bir süreç olarak tezahür ediyor.


Dengesizliğinizin farkındalığını fark ettikçe yani kendinize ait denge dışı enerjilerinizi gördükçe o noktaya kendinizi getirerek bütünlüğe geri döneceksiniz (Çevirmenin notuoncümle Subhan-Allah tesbihinin açılımıdır.)

Şifalanma için, içinde bulunduğunuz alemde niyet olmadan hiç bir şey gerçekleştirilemez. İçinde bulunduğunuz alemde, hata olarak algıladığınız, atfettiğiniz süreçler doğru düşünceyi getirdiğiniz taktirde şifalanacaktır. Ancak doğru düşüncenin gelebilmesi için sizde güvenin yani kendi içiniz de koşulsuz sevginin kaynağından beslenen bir güvenin tesis edilmesi gerekmektedir. (Çevirmenin notuiz ancak kendi kendinizin dayanağı olabilirsiniz. Bir başkasından bir şey beklemenize, beklenti içinde olmanıza gerek yok.) Her biriniz bu bilgiyi, kendi hayatlarınızda sevgi vasıtasıyla idrak edip bu bilgiye teslim olmak üzere geldiniz. Bu an'da ve her an'da size erişilebilir olan koşulsuz sevgiyi kabul edin. Olayları yargılayıp sınırlamayın. Beklenti içinde olmayın. Bilin ki yanlış olan ve ayrı olan bir şey yok. Herşey birbiri ile ilişkili. Aşkın insanı olun, biliyorsunuz ki ilahi olanın yasalarını kabul ederek dönüşmek ve yükselişe burada devam ederek dünya üzerinde cenneti tezahür ettireceksiniz. Böylece beşerin devri sonlanarak ilahi olanın devri başlayacaktır.

(alıntı)
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

Ruhsal Tebliğler (Altın Çağ Bilgileri)

Kendi tarafımdan buraya yazılmıştır.
Kaynak: Ruh ve Madde yayınları(EvreninSırları)
(Sevgi ve Saygıyla Ünal)
(Yazının Kitaptaki Sayfa numarası: (114-140)

YOL I

Şimdi dikkatinizi ve sevginizi bize verir misiniz? Çünkü her ruhun yaşadığı mistik deneyimlerden söz edeceğiz. Ruhsal güçleri geliştirmek için belirli bir program hazırlamanın pek yararı yoktur, çünkü her ruhun deneyimi farklıdır. Bu yüzden, bazı kardeşlerimizin belirli bir yola tüm tanıdık ve arkadaşlarını sokmaya çalışmakla hata ettiklerini söylüyoruz.

Hiç kimse belirli bir yolun tek yol olduğunu söyleyemez. İnsanın izlediği yol tamamen bireysel ruha, geçmiş enkarnasyonlarından kazandığı deneyimlere ve karmasına bağlıdır. Bu karmanın bedeli belirli bir yolda temizlenmeli, herkes kendi bireysel yolunu veya eğitimini izlemelidir. Işık çok farklı şekil ve renkteki pencerelerden yayılmakta, ancak sonunda tüm renkler tek bir ışıkta birleşmektedir: Yüce beyaz Işık!

Şunu açıkça ortaya koyalım. Kendi yolumuzu azimli bir biçimde ve ona odaklanarak izlemeliyiz. Ancak, ne görevimizin komşumuzun görevi olması, ne de onun görevinin bizim görevimiz olması gerekmiyor. Yolu izleyen kişinin şuur düzeyine, karmasına ve insanlığın evrimini içeren genel plana göre her yolun iyi olduğunu idrak etmeliyiz.
Günümüzde birçok kişi hevesle bilgi aramaktadır, onlar mental (zihinsel) bedenlerini geliştiriyor, evrim yolunda bir basamak oluşturuyorlar. Ancak zihinsel bilgi yeterli değildir, çünkü bu tür bilgi sınırlıdır. Ruhsal gelişme, ruhun ruhsal gerçekleri özümsemesi ve sindirmesiyle, basit kanunları günlük yaşama uygulamasıyla mümkündür. Her şey içsel yaşamın içtenliği ve saflığına, ruhun göksel dünyaların ince titreşimlerine karşı tepkisine dayanır. Şüphesiz başkalarının fikirlerini okumak eğlenceli ve uyarıcıdır, ancak kendi deneyiminiz size özgüdür, bunu unutmayınız.

Aydınlanma ve onu takip eden inisiyasyon dünyasal bilgiden değil ruhsal deneyimden kaynaklanır. Ruhsal gelişmenin yolu, Tanrıya ve iyiliğe karşı günlük tepkimiz ve göksel katmanlara karşı alıcı olmamızdan geçer. Birçok insanın acı deneyimlerden geçtiğini gördük. Bazen şöyle sorulur.“Rehberlerimiz neden müdahale etmiyor, hata yapmamızı neden önlemiyorlar?” Müdahale etmiyorlar, çünkü yolu sadakatle izlemek için yolun aydınlık kısımları gibi karanlık kısımlarını da yürümeniz gerekir. Dingin ve cesaretli olunuz! Biraz rahatsız edici de olsa külfetlerden, yaşamın getirdiği üzüntü ve düş kırıklıklarından kaçmayınız, onlar size birer fırsat olarak gelirler. İyilikten ve kötülükten söz eder dururuz, aralarındaki fark nedir ki? İkisi de öğreticidir.

Her ruhun öğrenmesi gereken ders şudur: Tüm insanlık birdir, ama deneyimler her bireysel ruha özgün bir biçimde sunulabilir. Kardeşinizin deneyiminden öğrenemezsiniz, o da sizinkinden öğrenemez. Kendiniz de aynı şeyi yaşamadıkça başkalarının deneyimini anlayamazsınız. Her ruh aynı sorunla karşı karşıya gelmelidir, sizin deneyiminiz ancak başka olaylar zinciri içinde öğrenildiği oranda özgündür, dolayısıyla hiçbir zaman komşunuzunkine tam anlamıyla uymaz. (Sayfa: 11-17)

YOL II

İnsan yol aldıkça ilerde göğe doğru dikili bir haçın görüntüsü gözüne ilişir. Çarmıha gerilmiş İsa’nın resmi insana sembolik biçimde sunulmuştur. Ancak bu her şey değildir, haç herkesin ruhsal evriminin belirli bir evresinde gördüğü eski bir semboldür. Bütün ırk ve uygarlıklarda bulunan içsel bir deneyimin, teslim olma ve karşılıksız verme deneyiminin dışsal sembolüdür. İnisiyasyon adayının gözlerindeki bağlar çıkarıldığında önce ışığı, sonra da arkalarda ışık içindeki teslimiyet haçını görür. Bu ilk büyük inisiyasyondur. Haç bir hayat sembolüdür, ancak bu hayat ölümle kazanılmıştır. Buradaki ölüm fizik bedenin ölümü değil kaba alt benliğin ölümüdür. Haç nefsin teslimini, kişisel arzuların terkini, iradenin Tanrıya tamamen teslim olmasını, sevgi ve kardeşlik ilhamına yanıt verilmesini simgeler.

Yoldaki ilk derslerden biri de ayırt etme, yani tefrik etmedir. Sahte ve gerçek arasında, doğru ve yanlış arasında, ayrıca üst benliğinizle alt benliğinizden gelen dürtüler arasında ayırım yapabilmek. Hiç kimse ayırt etmenin ilahi özelliğini öğretemez, o deneyim ve derin düşünceyle kazanılır. Ayırt etme ve muhakeme, doğru değerler elde etmek ve her şeyin ruhsal yönünü önceden görmek demektir. Bir sorunuz varsa hiçbir zaman sadece maddi standartlara göre yanıt vermeyiniz, bunun ruhsal anlamı nedir diye sorunuz. Başkalarına yardım ederken karmasını ondan almaya çalışmayınız, çünkü karması Tanrıya daha yakın olmasına yardımcı olabilir. Ayrıca geçici doyum sağlayan şeylerle onu oyalamayınız.

Başkalarını yargılamamayı da öğrenmelisiniz. Yargılayamazsınız çünkü onların geçmiş yaşamlarını bilmiyorsunuz, o şekilde davranmalarını sağlayan karmalarını bilmiyorsunuz. Bir insanın tek bir yaşamda bazen sanıldığı kadar özgür iradesi yoktur. Ruh Büyük Yasaya hizmet eden olaylara konsantre olur. Hür irade ruhun tepkisinde, kendine sunulan koşulları severek kabul etmesinde ve en iyisini yapma çabasında yatar.

Biz yargılama cüretinden sakınırız, çünkü biliriz ki yargıladığımız kişi sadece ilahi yasanın bir aracıdır, sizin bunu anlamanız zordur. Ayırt etmenin bir özelliği de insan yasasıyla Tanrı yasası arasında, içsel yaşamla dışsal yaşam arasında ayırım yapabilmektir. Her sorunu ruhsal yasanın ışığı altında, sevgi ışığı altında görmeyi öğrenmeliyiz. Işığı kabul eden ve kalbinde onu taşıyan ruh, ayırt etme ve nefsini ilahi olana tam anlamıyla teslim etme dersini öğrenmelidir. Bunu günlük yaşama uygulamaya gelince, bu insanın öğrenmesi gereken en zor derslerden biridir.
Bu konuyu kapatırken şunu belirtmek isteriz: Ne insan deneyiminden kaynaklanan ruhsal şuurluluğun kalitesi tek bir yaşamla kazanılır, ne de bir dizi enkarnasyon tek bir ders için harcanır. Her enkarnasyon genelde birçok ders içerir ve istenen birçok özellik kazandırır. Dolayısıyla, ruhun belirli enkarnasyonlardan sonra bir inisiyasyon geçirdiğini ve bir sonraki inisiyasyonunu da belirli enkarnasyonlardan sonra geçirdiğini söylemiyoruz. Büyük küresel bir genişleme vardır. Birçok ders birçok enkarnasyonda öğrenilip tek bir yaşamda bir seri inisiyasyon tamamlanır. Başka bir olasılık da ruh geçmişte bir inisiyasyon geçirmiştir, bir sonraki inisiyasyonu alabilmek için bir dizi yaşamda gerekli özellikleri özümser. Ruhsal evrimi son derece mükemmel bir işlem olarak düşününüz. Yaşamın tüm parçaları ve kırık dökük fragmanları, insan yaşamının motifini mükemmelleştirmek için tarif edilemez güzellikteki bir yöntemle bir araya getirilir. (Sayfa: 18-24)

YOL III

Sevginin şifa verici ve rahatlatıcı gücünü hissettiğimiz anda, onun başka bir ruha yardım etme gücünü de bilmiş oluruz. Göksel dünyalardaki Tanrı ışığı vizyonunun ruhsal gelişmede önemli bir basamak olduğunu belirtmeliyiz. İnsan nefsi bu fedakarlıktan kaçar, insanlar kendilerini materyalizmle sarıp sarmalamayı tercih ederler ve ruhsal yaşamın gerçeğini kabul etmezler. Çünkü sezgileriyle bilirler ki ruhsal yaşamı kabul ettikleri anda tüm değerlerini, moral standartlarını ve yaşama karşı tüm zihinsel tutumlarını değiştirmeleri gerekir.

Dış görünüşe bakarak insanın hareketlerinin ardında yatan güdülerin neler olduğunu saptamak imkansızdır. Daha maddi seviyede bir hizmet vermek uğruna, bir ruhun belirli bir enkarnasyonda daha belirgin karakter özellikleriyle doğması gerekebilir. İnsanlığa hizmetin ticaret ortamında verilmesi gerekiyorsa ticari içgüdü ve yeteneklerin tam bir etkinlik içerisinde cereyan etmesi gerekir. Göksel ışık böyle birinin gözlerini kamaştırır ve onu yolundan alıkoyar. Dolayısıyla bu ışık geçici bir süre için insaflı bir şekilde perdelenir. Başka birinin bu ruhu yargılamasının imkansızlığı işte burada açıkça görülür.

Bazı gezegensel etkiler özveri talep etmektedir. Bu etkiler bir elden verirken diğer elden de alırlar. Dünyada sevdiğiniz, hayırlı sandığınız eşya ve şartları sizden aldığında şunu bilin ki Tanrı asla vermeden almaz, bir elden alınan şey diğer ele farklı şekilde verilir. Bu Tanrının cömertliği, merhameti ve sevgisidir. O halde, inisiyasyon kapısına giden yolu izleyen aday çarmıha gerilmeyi kabul etmeye hazırlıklı olmalıdır.

Kalp merkezi güneş gibidir. Geleceğin insanı kalbiyle düşünmeyi öğrenecektir, şimdiki insanlar sadece akılla düşünüyorlar. Ama yeni çağdaki erkek ve kadınlar mekanı kalpte olan Tanrının aklıyla düşünecekler, geleceğin zihni kalpte çalışacaktır. Sevmeyi öğrendiğinizde içinizde bilgelik büyür. Her zaman bilgelik ve sevgiyi bir arada düşününüz, çünkü gerçek sevgi bilgelik doğurur, bilgeliği sevgiden soyutlayamazsınız. Gerçek sevgi, kardeşinizin ihtiyaçlarını sizinkinin önüne koymanızdır. (Sayfa: 25-35)

YOL IV

Sahiplenme kibrinin tamamı gitmelidir, isterse bu fazlalıklar dünyasal eşya, zihinsel başarılar veya ruhsal pırlantalar olsun fark etmez. Yuhanna’nın Vahyinde yirmi dört ihtiyarın taçlarını nasıl çıkarıp Tanrının huzurunda attıkları anlatılır. Her insan bir gün kıymetli neyi varsa atacak ve Tanrının huzuruna donatılmamış şekilde çıkacaktır! Sahiplenme kibri herkesin değişik biçimde deneyimlediği ince bir sorundur. Hepimiz şu veya bu türde fazlalıklara tutunuruz. Ancak ruhsal gelişimimizde er geç tüm fazlalıkların, tüm ödüllerin, tüm başarıların Tanrıya ait olduğunu anlayacağımız bir noktaya erişeceğiz. Biz kendiliğimizden bir hiçiz, ancak Tanrının şuuru içinde yaşar, hareket eder ve var oluruz.

İnsan bu idrake vardığında tüm dünyasal düşlerinin ötesinde bir zenginliğe ulaşır. Gerçek zenginliğin idrakine vardığında Evrensel Gücün bir parçası olur. Bu hedefe varmak için insan benliğini teslim etmelidir. Bu da mecazi olarak her şeyimizi satmak veya ihtişam tacını Tanrının huzurunda yere atmak anlamına gelir. İnsan kendisi için hiçbir şey tutamaz, bu yüce yasaya aykırıdır. İnsan ancak kendini gerçekten vererek Tanrıyla bir olur. Bu gerçek, insan yaşamının en küçük ayrıntısında bile uygulanmalıdır. (Sayfa: 36-42)

YOL V

İnisiyasyonlar iki çeşittir. Küçük ve büyük inisiyasyon. Küçük inisiyasyonlar insan yaşamında sürekli olarak yaşanmaktadır, ama insan genellikle bunların farkına varmaz. Oysa büyük inisiyasyonlar insanın farkında olmadan yaşaması mümkün olmayan büyük ruhsal deneyimlerdir. İnsan yaşamındaki büyük sarsıntılar, yaşamı boyunca meydana gelen değişimler ve kararlar küçük inisiyasyonlardır. Ruh hem kederden hem de sevinçten öğrenir. Tüm deneyimler ruha hemcinsleri ve kendisi hakkında bilgelik ve anlayış getirir. Küçük inisiyasyonlar enkarnasyon içinde sürekli oluş halindedir. Ama insan dersi öğrenmeyi başaramadıysa, ders öğrenilinceye kadar ruh ileriki yaşamlarında tekrar tekrar aynı dersle karşılaşır.

Büyük inisiyasyonlar özel yollar boyunca yürüyenler tarafından yaşanmaktadır. Kalp, gırtlak ve baş merkezlerinin oluşturduğu üst üçgenin uyarılmasına neden olurlar. Ancak bu üç noktayı büyük inisiyasyonlarla ilişkileri açısından alt üçgeni oluşturan göbek, kuyruk sokumu ve kök merkezlerinden ayırmamız gerekir. İnsandaki bu çakralar yolculuk sürecinde derece derece güce dönüşerek gelişebilirler.

İnisiyasyon geldiğinde sadece büyük bir şuur genişlemesi değil, aynı zamanda bir güç artışı da getirmektedir. Ama bu güç bazen yıkıcı olabilir, gücün suistimali bir ruhu yolun gerilerine fırlatabilir. Eski Ahit Lusiferin büyük güç kazanıp göksel dünyada bir ışık gibi parladığını, ama gücü suistimal ettiği için düştüğünü anlatır. Burada Tanrının bilgeliğini görmekteyiz, çünkü bir ruh ileri doğru aceleyle atılırsa bir engelle karşılaşıp geri itilmesi işten bile değildir. Ruhsal gelişmeyi hiçbir zaman koşturma ve zorlama yöntemiyle sağlamaya çalışmayınız. (Sayfa: 43-53)

İKİNCİ GELİŞ

İsa’nın ikinci gelişini dört gözle bekliyorsunuz, çünkü İsa’nın geri döneceği açıkça yazılmıştır. İkinci gelişin her erkek ve kadının kalbinde olacağını daha evvel de söylemiştik. Bu ışığın uyanmasıdır, ışık insan ruhu içinde parlak bir şekilde yandığında, maddenin, fizik bedenin ve dünyanın arınması, duygusal bedenin kontrolü ve belki daha da büyük bir işin, yani mental (zihinsel) bedenin kontrolü mümkün olacaktır. Bundan sonra İlahi Tanrı Eri’nin gelişi gerçekleşecektir. Ay insan ruhunu, Güneş insan özünü temsil eder. İnsan dünya üzerinde hakimiyet kurmadan evvel mental ve ruhsal beden evlenir. Dünyasal insan ve semavi insan arasındaki fark budur.

Element inisiyasyonları konusunda daha önce konuşmuştuk. Su inisiyasyonu duygusal bedenin kontrolü ve arınması, hava inisiyasyonu mental (zihinsel) bedenin arınması, ateş inisiyasyonu ruhun sevgi olan ak majiyi öğrenmesi, toprak inisiyasyonu ise fizik bedenin kontrolü ve nefsin çarmıha gerilmesi anlamına gelir. Unutmayın ki bir inisiyasyon anlayışının genişlemesi ruhsal farkındalığın genişlemesidir, ancak bu inisiyasyonun bir okült veya dini törenden ya da ayinden gelmesi şart değildir.

Görüş berraklığını sağlamanın ve şuuru uyarmanın yolu meditasyondur. Meditasyonla kastettiğimiz, düşünce perdesinin ötesine geçerek ruhsal yaşam düzeyine erişmek ve eskilerin içinizdeki güneş gücü dedikleri ışığın ve gücün farkındalığına kavuşmaktır. Bu güneş gücü kutsaldır, sadece birey samimi olarak İsa’nın gerçeğini aradığı zaman uyarılmalıdır, bencil amaçlar ve salt meraktan uyarılmamalıdır. Geçmiş dönemlerin mabetlerinde ve mister (gizem) okullarında bu bilgi dikkatli bir şekilde korunurdu, hala öyledir. Ancak, Kova Burcu Çağında bu bilgi alçakgönüllü ve saf olanlara, gerçek bir arayış içinde olanlara verilmektedir. Söz konusu uyarılmanın başlangıcı da dua ve meditasyonda yatmaktadır. Bu da yavaş ve ritmik nefes alıp verme, zihnin dinginliğe kavuşturulması, iç mabede girmek ve orada Işık Efendisini aramak anlamına gelir. Bu işlem tüm bedeni etkiler.

Meditasyon sizi tüm planların içinden yükselterek göksel ışığa, Tanrının olgunlaşmış çocuklarının dünyasına götürür. Tanrının, kendini sevenlere hazırladığı şeyleri ne göz görmüştür ne de kulak işitmiştir. Kardeşlerim, Kova Burcu Çağının açtığı yoldur bu, dünyadan ta ruhsal aleme kadar uzanan güzellik, uyum ve kardeşlik yolu. O zaman Yakup’un merdiveni dünyada kurulacak, Gerçeği arayan herkes meleklerin dünya ve cennet arasında mekik dokuduğuna şahit olacaktır. Doğruyu söylediğimizi göreceksiniz. (Sayfa: 54-63)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

BEŞERİ VE İLAHİ OLARAK İNSAN

Yüce üstatların neden kalplerinden ışık fışkırır halde resmedildiklerini biliyor musunuz? Çünkü kalp merkezi ilahi kıvılcımın, Tanrısal benliğin yeridir. Eskiden bilge rahiplerin talebelerine öğrettikleri diğer iki merkez zihin ve üreme merkeziydi. Eğer insan alt merkezler tarafından yönlendiriliyorsa maddecidir, bedensel zevkler için yaşamaktadır, bu tür insana göre yaşam bir defalıktır. Eğer insan baş merkezi tarafından yönlendiriliyorsa ve bir entelektüelse zihinsel şeyler için yaşamaktadır. Ama eğer kalp merkezi tarafından yönlendiriliyorsa bir inisiyedir. Bilgeliğin ve aşkın merkezi olan kalp diğer iki merkezi dengelemelidir. Eski bilgelik inisiyesinin asıl şeklini durugörüyle görebilseydiniz, onun bir ışık konisini andırdığını görürdünüz. Işık, koninin tepe noktasından beyin ve alt merkezlere inerek akmaktadır. İnsan enkarnasyonlarının tüm amacı, zamanla ilahi yaşamı fizik maddede tezahür ettirebilmektir. Bugünler dünya tarihinin en önemli dönemidir ve sizler öncüsünüz.

Her bireyin kendi yolunda gelişmesi istenir, ama birey hiçbir zaman tek başına değildir. Ayrı varlıklar olmanıza rağmen diğerleriyle birlikte kolektif bir yaşam ve kardeşliğe yönlendirilirsiniz. Er geç her ruh tüm grubun farkındalığına ulaşmaktadır, ama o zamana dek yaşam tek başına bir yolculuk gibi görünür. Sonunda bir zaman gelir ki birey grupla olan birliğini idrak eder. Gruba dahil olmak ya da olmamak bireyin karmasıyla ilgilidir. Grubu oluşturanların bir araya gelmesi tek bir yaşamda değil birçok yaşamda gerçekleşir.

Gerek karanlık gerekse nur birlikteydi, bu da bilge insanların bir başka sırrı! Mükemmel denge, yaşamın iki yanının mükemmel dengelenişidir. Yaşamı ve insan varlığını destekleyen iki sütun: Sevgi ve bilgeliğin merkezi kalp ile, güç, enerji ve iradenin merkezi akıl. Her ikisini birleştiren ve kemerin kilit taşını oluşturan ise Yüksek İdareci Plan’dır. Mabetteki çift sütunu Ana ve Baba (erkek ve dişi) olarak Tanrının ikili özelliğine benzetelim. Dünyadaki kaos, zulüm ve ıstırap, insanların asırlardan beri dişi prensibe sırt çevirmelerinden kaynaklanıyor. İlk başta bedenin, daha sonra aklın egemenliği hüküm sürmüştür. Bu ikili, bilgelik ve sevgi anlamına gelen ilahi dişi prensibi hapsetmeye, hatta yok etmeye çalışmıştır. Ama geleceğe aydınlanma, inisiyasyon ve ruhsal farkındalık damgasını vuracaktır, vurmak zorundadır. Dişi prensibin yavaş yavaş ama kesinkes dünyayı etkisi altına almaya başladığını göreceksiniz. Sonunda sevgi ve bilgelik güç unsurunu dengeleyecektir. (Sayfa: 64—72)

KARMANIN DEĞİŞİMİ

Başkalarını yargılamamaya çalışınız, çünkü onları suçlarken kendinizi de suçlamış olursunuz. Bağışlayınız çocuklarım bağışlayınız, başkalarını bağışlamakla kendinizi özgür kıldığınızı anlamıyor musunuz? Kardeşlerinizi sert biçimde yargıladığınız ve bağışlamayı reddettiğiniz sürece kendinize de aynı yargı hükmünü getirmiş oluyorsunuz, çünkü yaşam şu ruhsal yasayla yönetilir: “Ne ekerseniz onu biçersiniz.” Ancak kalbinizde bağışlama hissettiğiniz zaman kendinizi karmanızın esaretinden kurtarabilirsiniz. Ruhla, sevgiyle düşünmeyi ve davranmayı öğrendiğinizde karma değişime uğrar. Bağışlama kalbe girer girmez öz serbest kalır, esaret altında bulunan, çilenin çarmıhına gerilmiş olan ruh artık acı çekmez.

BASİTLİK
Üstat müritlerinde basitlik, alçakgönüllülük arar. Sade ruhu, sevecen ruhu, sadık ruhu arar. Sınamalara ve sınavlara tabi olursunuz, bu sınavları alçakgönüllülükle kabul ediniz. Alt zihin sizi kışkırtıp aşağı çeker, şüphelenmenize ve yorulmanıza sebep olur. Bu çekime kapılmayınız, çünkü sizi çeken alt zihindir. Yüksek zihin ki biz onun aracılığıyla çalışıyoruz, size sevinç ve güven verir, tüm varlığınızın mutlulukla dolmasını sağlar. Eğer alt zihniniz sözüm ona mantığınız bizi yalanlamaya çalışıyorsa biliniz ki o baştan çıkaran karanlık zihindir. Yıkıcı güç her zaman engellemek ister, yüksek zihinse her zaman iyiyi, güzeli görmeye teşvik eder. Ancak aşırı iyimserlikle aşırı kötümserlik arasında dengeli düşüncenin sağlam bir düzeyi vardır. İki güç arasında denge, ruhsal alemle dünya arasında denge. Her zaman Tanrı düşüncesini izleyiniz. (Sayfa: 83-86)


DÜNYALILARA BİLDİRİLER

Ashtar Sheran, evrendeki çeşitli yıldız sistemlerinden gelen uzaylı grupların meydana getirdiği Galaktik Federasyona bağlı Uzay Donanmasının komutanıdır. (Derleyen)

ANTİ ALEM

Soru- Niçin tüm dünyayı varlığınıza inandıracak şekilde kesin bir iniş yapmıyorsunuz?

Ashtar- Bu kendimizi küçümsenemeyecek tehlikelere atmak demektir. Düşmanca tutumunuz ve savaşçı ruhunuz, yöneticilerinizle yakın temasta bulunmamızı engelliyor. Binlerce yıl önce durum farklıydı, o zamanlar dünyalı insanlardan çekineceğimiz bir husus yoktu. Atalarımız (ki biz onların enkarnasyonuyuz) tanrıymış gibi saygı gördüler. Vaktiyle Sina Dağına büyük bir ana gemi inmişti. Ama günümüzde durum farklı, çünkü belirttiğiniz türden bir iniş dünya çapında bir paniğe yol açabileceği gibi, bize de hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Soru- Uzay araçlarınızın duyularımızla alay edercesine hareket etmeleri bizi şaşırtıyor, ufolarınız mucizevi şekilde aniden belirip yine aynı hızla gözden kayboluyorlar. Bu olaylar o kadar esrarlı ki, psikologlarımız bu gözlemlere bazı psikopatların hayalleri ya da halüsinasyonları sıfatını yakıştırıyorlar. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?
Ashtar- Biliminiz aşırı derecede maddi fenomenlere yönelmiştir. Biliminize göre tek bir evren vardır, o da gözle görülebilen ve ölçülebilen evrendir. Oysa bu büyük bir yanılgıdır, çünkü gözle görülen evrene zıt, görünmez bir evren daha vardır, yani zıt bir kutup. Bu anti evren, hayat formları hemen hemen aynı olduğu için yapısı ve bileşimi itibariyle maddi evrene benzer.

İçinde beşeriyetler barındıran anti alemlerin canlı varlıkları sizi fark edemezler, en azından son derece kompleks cihazlar olmadıkça. Tanrının sonsuz ve sınırsız Ruhsal Hiyerarşisi anti alemlerle karıştırılmamalıdır. Ruhsal alem (spadyum) enkarnasyonlar arasında uğranılan bir ara istasyondur, ayrıca yetkili bir adli kuruluştur, hesaplaşmanın, telafinin, tövbe ve ödüllendirilmenin gerçekleştiği yerdir. Orada kötü ya da geri denebilecek varlıklar da bulunur.

Anti alem ise madde alemiyle bir bütündür. Yaratılışın bu iki ortamı arasında nöbetleşe ilişkiler vardır. Bu iki alem, hatırı sayılır enerjiye sahip iki manyetik kutup oluşturur. Siz bu güçleri pozitif ve negatif olarak nitelendirirsiniz, kutuplaşmış enerjiler çekim dediğiniz şeyi yaratırlar. Yıldızlar arası uzaklıklar, yıldızların kendi çekimleriyle değil, maddi alemlerle anti alemlerin çekim gücüyle belirlenir.

Evrenin elektromanyetik alanlarını ustaca kullanarak hareket ettiğimizi sanıyorsunuz, öyle değil. Biz iki farklı çekimin alanını kullanırız. Zıt kutupları, karşılıklı birbirini iten iki evren olarak tasavvur etmeniz gerekir. Ufoların size fantastik gelen hareketlerinde ne atom gücünü, ne de elektronik sistemleri kullanırız, sadece evrenlerin kutuplanışını işler hale getiririz, o kadar. Kısaca, uzay gemisinin kutuplarını tersine çevirmemizi sağlayan, maddi alem ve anti alem dengesinde değişiklik meydana getiren cihazlar kullanırız.

Kutup değişimi esnasında, uzay aracı içindeki her şeyiyle maddi hayattan çekilir, yani ortadan kaybolur, bu durumdaylen hiçbir radar aygıtı bizi tespit edemez. Araç madde tarafından şiddetle geri itilmiştir, böylece ufo hayal bile edilemeyecek bir hıza ulaşır. Yerin çekim gücü misliyle artırılmış bir karşıt güç haline getirildiğinden, elde edilen hız ışık hızıyla kıyaslanamayacak kadar yüksek bir hızdır. Demek ki, önemli olan ayarlama ve yönelmedir, bunu gerçekleştirmek için ışık cisimciklerini (corpuscule) kullanırız. Siz henüz bu işlemleri gerçekleştirmekten çok uzaksınız, bu konudaki cehaletinizi yıllarla ifade edecek olursak, binlerce yıl geri olduğunuzu söyleyebiliriz. Üstelik bu gelişiminizi engelleyen savaşlar göz ardı edilerek ifade edilmiş bir süredir.


Soru- Ufo dediğiniz araçlar neden fincan tabağı şeklindeler?

Ashtar- Dış görünüş küresel bir şekle sahiptir. Bu küre, üst ve alt yüzeyleri kutuplanmış bir diske tutturulmuştur. Diskin iç kısmında anti aleme yönelik kutup değişimi yapılarak bir karşı çekim (anti gravitasyon) yaratılır, bu değişimin gücü ayarlanabilir. Uzay gemisinin maddi alanı terk etmesi esnasında araç ışıklı bir görünüm kazanır ve tümüyle gözden kaybolur. Aksi yöndeki işlem de aynı şekilde gerçekleştirilir. Enerji kutuplarının değiştirilmesi, maddenin anti maddeyle ilişkiye geçirilmesi demektir. Bu iki madde yan yana olamaz, birbirlerini iterler. Bir ufonun kutup değiştirerek anti maddeye bağlanması, hatırı sayılır manyetik bir gücün harekete geçirilmesine yol açar. Eğer ufo dünyaya yakınsa müthiş bir hızla uzaya fırlar.

Yıldızlar arası yolculukta anti madde yönünde bir değişim gerçekleştirmekteyiz. Ayrıca yer değiştirme esnasında kullandığımız ayrı bir sevk gücümüz daha var. Terminolojinizde ona takion vasıtasıyla elde edilen hyperdrive diyorsunuz. Bu farklı sevk vasıtaları birlikte kullanılabilir. Ani ve keskin dönüşlerde yaptığımız şey, ufoyu o yana eğmekten ibarettir. Her geminin özel güç alanları vardır, bunlar bizi atmosfer sürtünmelerine ve su basıncına karşı koruyan kalkanlardır. Demateryalizasyon (maddelikten çıkma), ufonun içindeki bir teknikle mümkün olur. Her insanın sahip olduğu astral beden rahatça dolaşırken, yarı demateryalize haldeki beden ufonun içinde kalır.

Soru- Tamamen hareketsiz ufolar gözlemlendi, bu nasıl mümkün oluyor?

Ashtar- Ufo böyle bir izlenim yaratsa da asla durmaz. Bu durumdaki bir gemi, kendini gezegenin rotasyon hızına ayarlamış haldedir, yani seyir halindedir. Gemi uzayda inşa edilir, kalkışı da bir gezegen üzerinde değil yine uzayda gerçekleşir. Hayal gücü en geniş şairleriniz bile böyle bir imalatı tasavvur edemez. Devasa bir ana geminin gezegen üzerinden kalkış yapması, o gezegenin yörüngesinden sapmasına yol açabilir, çünkü dev enerji dalgaları gezegeni etkileyebilir.

Soru- Bir ana gemi kendi özel enerjisiyle yolculuk yapabilir mi?

Ashtar- Hareket halindeki bir geminin tamamiyle anti maddeye bağlanmış olması gerekir. Bu andan itibaren gemi uzayda muazzam bir güçle yol alır, ama istenilen hıza ulaşılamazsa kendi özel enerjimizi de devreye sokarız. Bunun için fotondan daha küçük partikülleri kullanırız, böylece gemi ışık hızından çok daha süratli olan hyperdrive hızına ulaşır. Eğer anti maddeye yönelik kutup değişimi çok ani yapılırsa mürettebat büyük zarar görebilir, bu yüzden manevra tedrici yapılmalıdır. Geminin ışığında gözlemlediğiniz değişimlerin sebeplerinden biri de budur.
Gemi anti maddeye doğru kutup değişimi yaptığı zaman ilginç bir şey olur. Uzay aracındaki yolcu, yıldızların görüntüsünün yavaş yavaş değiştiğini ve yeni bir alemin gizlerini açmaya başladığını görür. Bilinen evrenin gezegen ve güneşleri kaybolur ve anti maddeden oluşan göksel cisimler ortaya çıkmaya başlar. O zaman uzay gemisini bir ateş sütunu halinde görürsünüz, bu onun saydam haldeki dış görünüşüdür. Vaktiyle Kızıldenizin ikiye bölünmesi ve bazı deprem olayları kutup değişimiyle yaratılan devasa enerji akımları tarafından meydana getirilmiştir. Dolayısıyla, bir uzay gemisi New York gibi büyük bir kenti yerle bir edebilir. Bunu bir tehdit olarak algılamayın, bu güçler hakkında bir fikriniz olsun diye söylüyorum.

Soru- Bazı bölgelerde mevzilenmiş kötülük, anti alemde de hüküm sürüyor mu?

Ashtar- Kötülük her yerde vardır, yani elverişli her yere yerleşebilir. Biz kötülüğü büyük çapta yendik. Kuşkusuz bizim toplumumuzda da hala bazı küçük yalanlar ve karakter zayıflıkları yok değil, ama cinayet asla. Kötülük dünya insanlığını üstesinden gelemeyeceği durumlara zorlamaktadır, işte bu yüzden size yardım etmeye geldik.

Soru- Belirli bir planı gerçekleştirmek üzere dünyaya geldiniz, bunun belli bir süresi var mı?

Ashtar- Evet, bazı safhalar önceden belirlenmişti ve bilinmekteydi. Örneğin, Sina Dağında Tanrı emirlerini teslim ettiğimiz zamanki safha. O sıralarda dünya bizim için herhangi bir gezegenden daha fazla önem taşımıyordu, ama bugün evrensel bir sorun haline gelmiştir.


Soru- Anti evren bulunduğumuz evrenden çok mu farklı?

Ashtar- Hayır, aralarında büyük bir benzerlik var, doğal olarak o evren de iskan edilmiştir. Anti alem başka bir boyuttur, fakat bunu dördüncü boyutu olan bir alem gibi düşünmeyiniz, yani bu boyutun görünüşü de yine üç boyutludur. Anti madde, maddenin iki kutbunun olması gibi tamamen doğal bir şeydir. Orada da rölativite yasası geçerlidir. İki evrenden her biri, dıştan bakıldığında diğeri için mevcut değildir, oysa her ikisi de vardır. Bu bir illüzyon değildir, iki evren uçsuz bucaksız manyetik kutuplar oluştururlar. (Sayfa: 19-36)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

BEŞERİ VE İLAHİ OLARAK İNSAN

Yüce üstatların neden kalplerinden ışık fışkırır halde resmedildiklerini biliyor musunuz? Çünkü kalp merkezi ilahi kıvılcımın, Tanrısal benliğin yeridir. Eskiden bilge rahiplerin talebelerine öğrettikleri diğer iki merkez zihin ve üreme merkeziydi. Eğer insan alt merkezler tarafından yönlendiriliyorsa maddecidir, bedensel zevkler için yaşamaktadır, bu tür insana göre yaşam bir defalıktır. Eğer insan baş merkezi tarafından yönlendiriliyorsa ve bir entelektüelse zihinsel şeyler için yaşamaktadır. Ama eğer kalp merkezi tarafından yönlendiriliyorsa bir inisiyedir. Bilgeliğin ve aşkın merkezi olan kalp diğer iki merkezi dengelemelidir. Eski bilgelik inisiyesinin asıl şeklini durugörüyle görebilseydiniz, onun bir ışık konisini andırdığını görürdünüz. Işık, koninin tepe noktasından beyin ve alt merkezlere inerek akmaktadır. İnsan enkarnasyonlarının tüm amacı, zamanla ilahi yaşamı fizik maddede tezahür ettirebilmektir. Bugünler dünya tarihinin en önemli dönemidir ve sizler öncüsünüz.

Her bireyin kendi yolunda gelişmesi istenir, ama birey hiçbir zaman tek başına değildir. Ayrı varlıklar olmanıza rağmen diğerleriyle birlikte kolektif bir yaşam ve kardeşliğe yönlendirilirsiniz. Er geç her ruh tüm grubun farkındalığına ulaşmaktadır, ama o zamana dek yaşam tek başına bir yolculuk gibi görünür. Sonunda bir zaman gelir ki birey grupla olan birliğini idrak eder. Gruba dahil olmak ya da olmamak bireyin karmasıyla ilgilidir. Grubu oluşturanların bir araya gelmesi tek bir yaşamda değil birçok yaşamda gerçekleşir.

Gerek karanlık gerekse nur birlikteydi, bu da bilge insanların bir başka sırrı! Mükemmel denge, yaşamın iki yanının mükemmel dengelenişidir. Yaşamı ve insan varlığını destekleyen iki sütun: Sevgi ve bilgeliğin merkezi kalp ile, güç, enerji ve iradenin merkezi akıl. Her ikisini birleştiren ve kemerin kilit taşını oluşturan ise Yüksek İdareci Plan’dır. Mabetteki çift sütunu Ana ve Baba (erkek ve dişi) olarak Tanrının ikili özelliğine benzetelim. Dünyadaki kaos, zulüm ve ıstırap, insanların asırlardan beri dişi prensibe sırt çevirmelerinden kaynaklanıyor. İlk başta bedenin, daha sonra aklın egemenliği hüküm sürmüştür. Bu ikili, bilgelik ve sevgi anlamına gelen ilahi dişi prensibi hapsetmeye, hatta yok etmeye çalışmıştır. Ama geleceğe aydınlanma, inisiyasyon ve ruhsal farkındalık damgasını vuracaktır, vurmak zorundadır. Dişi prensibin yavaş yavaş ama kesinkes dünyayı etkisi altına almaya başladığını göreceksiniz. Sonunda sevgi ve bilgelik güç unsurunu dengeleyecektir. (Sayfa: 64—72)

KARMANIN DEĞİŞİMİ

Başkalarını yargılamamaya çalışınız, çünkü onları suçlarken kendinizi de suçlamış olursunuz. Bağışlayınız çocuklarım bağışlayınız, başkalarını bağışlamakla kendinizi özgür kıldığınızı anlamıyor musunuz? Kardeşlerinizi sert biçimde yargıladığınız ve bağışlamayı reddettiğiniz sürece kendinize de aynı yargı hükmünü getirmiş oluyorsunuz, çünkü yaşam şu ruhsal yasayla yönetilir: “Ne ekerseniz onu biçersiniz.” Ancak kalbinizde bağışlama hissettiğiniz zaman kendinizi karmanızın esaretinden kurtarabilirsiniz. Ruhla, sevgiyle düşünmeyi ve davranmayı öğrendiğinizde karma değişime uğrar. Bağışlama kalbe girer girmez öz serbest kalır, esaret altında bulunan, çilenin çarmıhına gerilmiş olan ruh artık acı çekmez.

BASİTLİK
Üstat müritlerinde basitlik, alçakgönüllülük arar. Sade ruhu, sevecen ruhu, sadık ruhu arar. Sınamalara ve sınavlara tabi olursunuz, bu sınavları alçakgönüllülükle kabul ediniz. Alt zihin sizi kışkırtıp aşağı çeker, şüphelenmenize ve yorulmanıza sebep olur. Bu çekime kapılmayınız, çünkü sizi çeken alt zihindir. Yüksek zihin ki biz onun aracılığıyla çalışıyoruz, size sevinç ve güven verir, tüm varlığınızın mutlulukla dolmasını sağlar. Eğer alt zihniniz sözüm ona mantığınız bizi yalanlamaya çalışıyorsa biliniz ki o baştan çıkaran karanlık zihindir. Yıkıcı güç her zaman engellemek ister, yüksek zihinse her zaman iyiyi, güzeli görmeye teşvik eder. Ancak aşırı iyimserlikle aşırı kötümserlik arasında dengeli düşüncenin sağlam bir düzeyi vardır. İki güç arasında denge, ruhsal alemle dünya arasında denge. Her zaman Tanrı düşüncesini izleyiniz. (Sayfa: 83-86)


DÜNYALILARA BİLDİRİLER

Ashtar Sheran, evrendeki çeşitli yıldız sistemlerinden gelen uzaylı grupların meydana getirdiği Galaktik Federasyona bağlı Uzay Donanmasının komutanıdır. (Derleyen)

ANTİ ALEM

Soru- Niçin tüm dünyayı varlığınıza inandıracak şekilde kesin bir iniş yapmıyorsunuz?

Ashtar- Bu kendimizi küçümsenemeyecek tehlikelere atmak demektir. Düşmanca tutumunuz ve savaşçı ruhunuz, yöneticilerinizle yakın temasta bulunmamızı engelliyor. Binlerce yıl önce durum farklıydı, o zamanlar dünyalı insanlardan çekineceğimiz bir husus yoktu. Atalarımız (ki biz onların enkarnasyonuyuz) tanrıymış gibi saygı gördüler. Vaktiyle Sina Dağına büyük bir ana gemi inmişti. Ama günümüzde durum farklı, çünkü belirttiğiniz türden bir iniş dünya çapında bir paniğe yol açabileceği gibi, bize de hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Soru- Uzay araçlarınızın duyularımızla alay edercesine hareket etmeleri bizi şaşırtıyor, ufolarınız mucizevi şekilde aniden belirip yine aynı hızla gözden kayboluyorlar. Bu olaylar o kadar esrarlı ki, psikologlarımız bu gözlemlere bazı psikopatların hayalleri ya da halüsinasyonları sıfatını yakıştırıyorlar. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?
Ashtar- Biliminiz aşırı derecede maddi fenomenlere yönelmiştir. Biliminize göre tek bir evren vardır, o da gözle görülebilen ve ölçülebilen evrendir. Oysa bu büyük bir yanılgıdır, çünkü gözle görülen evrene zıt, görünmez bir evren daha vardır, yani zıt bir kutup. Bu anti evren, hayat formları hemen hemen aynı olduğu için yapısı ve bileşimi itibariyle maddi evrene benzer.

İçinde beşeriyetler barındıran anti alemlerin canlı varlıkları sizi fark edemezler, en azından son derece kompleks cihazlar olmadıkça. Tanrının sonsuz ve sınırsız Ruhsal Hiyerarşisi anti alemlerle karıştırılmamalıdır. Ruhsal alem (spadyum) enkarnasyonlar arasında uğranılan bir ara istasyondur, ayrıca yetkili bir adli kuruluştur, hesaplaşmanın, telafinin, tövbe ve ödüllendirilmenin gerçekleştiği yerdir. Orada kötü ya da geri denebilecek varlıklar da bulunur.

Anti alem ise madde alemiyle bir bütündür. Yaratılışın bu iki ortamı arasında nöbetleşe ilişkiler vardır. Bu iki alem, hatırı sayılır enerjiye sahip iki manyetik kutup oluşturur. Siz bu güçleri pozitif ve negatif olarak nitelendirirsiniz, kutuplaşmış enerjiler çekim dediğiniz şeyi yaratırlar. Yıldızlar arası uzaklıklar, yıldızların kendi çekimleriyle değil, maddi alemlerle anti alemlerin çekim gücüyle belirlenir.

Evrenin elektromanyetik alanlarını ustaca kullanarak hareket ettiğimizi sanıyorsunuz, öyle değil. Biz iki farklı çekimin alanını kullanırız. Zıt kutupları, karşılıklı birbirini iten iki evren olarak tasavvur etmeniz gerekir. Ufoların size fantastik gelen hareketlerinde ne atom gücünü, ne de elektronik sistemleri kullanırız, sadece evrenlerin kutuplanışını işler hale getiririz, o kadar. Kısaca, uzay gemisinin kutuplarını tersine çevirmemizi sağlayan, maddi alem ve anti alem dengesinde değişiklik meydana getiren cihazlar kullanırız.

Kutup değişimi esnasında, uzay aracı içindeki her şeyiyle maddi hayattan çekilir, yani ortadan kaybolur, bu durumdaylen hiçbir radar aygıtı bizi tespit edemez. Araç madde tarafından şiddetle geri itilmiştir, böylece ufo hayal bile edilemeyecek bir hıza ulaşır. Yerin çekim gücü misliyle artırılmış bir karşıt güç haline getirildiğinden, elde edilen hız ışık hızıyla kıyaslanamayacak kadar yüksek bir hızdır. Demek ki, önemli olan ayarlama ve yönelmedir, bunu gerçekleştirmek için ışık cisimciklerini (corpuscule) kullanırız. Siz henüz bu işlemleri gerçekleştirmekten çok uzaksınız, bu konudaki cehaletinizi yıllarla ifade edecek olursak, binlerce yıl geri olduğunuzu söyleyebiliriz. Üstelik bu gelişiminizi engelleyen savaşlar göz ardı edilerek ifade edilmiş bir süredir.


Soru- Ufo dediğiniz araçlar neden fincan tabağı şeklindeler?

Ashtar- Dış görünüş küresel bir şekle sahiptir. Bu küre, üst ve alt yüzeyleri kutuplanmış bir diske tutturulmuştur. Diskin iç kısmında anti aleme yönelik kutup değişimi yapılarak bir karşı çekim (anti gravitasyon) yaratılır, bu değişimin gücü ayarlanabilir. Uzay gemisinin maddi alanı terk etmesi esnasında araç ışıklı bir görünüm kazanır ve tümüyle gözden kaybolur. Aksi yöndeki işlem de aynı şekilde gerçekleştirilir. Enerji kutuplarının değiştirilmesi, maddenin anti maddeyle ilişkiye geçirilmesi demektir. Bu iki madde yan yana olamaz, birbirlerini iterler. Bir ufonun kutup değiştirerek anti maddeye bağlanması, hatırı sayılır manyetik bir gücün harekete geçirilmesine yol açar. Eğer ufo dünyaya yakınsa müthiş bir hızla uzaya fırlar.

Yıldızlar arası yolculukta anti madde yönünde bir değişim gerçekleştirmekteyiz. Ayrıca yer değiştirme esnasında kullandığımız ayrı bir sevk gücümüz daha var. Terminolojinizde ona takion vasıtasıyla elde edilen hyperdrive diyorsunuz. Bu farklı sevk vasıtaları birlikte kullanılabilir. Ani ve keskin dönüşlerde yaptığımız şey, ufoyu o yana eğmekten ibarettir. Her geminin özel güç alanları vardır, bunlar bizi atmosfer sürtünmelerine ve su basıncına karşı koruyan kalkanlardır. Demateryalizasyon (maddelikten çıkma), ufonun içindeki bir teknikle mümkün olur. Her insanın sahip olduğu astral beden rahatça dolaşırken, yarı demateryalize haldeki beden ufonun içinde kalır.

Soru- Tamamen hareketsiz ufolar gözlemlendi, bu nasıl mümkün oluyor?

Ashtar- Ufo böyle bir izlenim yaratsa da asla durmaz. Bu durumdaki bir gemi, kendini gezegenin rotasyon hızına ayarlamış haldedir, yani seyir halindedir. Gemi uzayda inşa edilir, kalkışı da bir gezegen üzerinde değil yine uzayda gerçekleşir. Hayal gücü en geniş şairleriniz bile böyle bir imalatı tasavvur edemez. Devasa bir ana geminin gezegen üzerinden kalkış yapması, o gezegenin yörüngesinden sapmasına yol açabilir, çünkü dev enerji dalgaları gezegeni etkileyebilir.

Soru- Bir ana gemi kendi özel enerjisiyle yolculuk yapabilir mi?

Ashtar- Hareket halindeki bir geminin tamamiyle anti maddeye bağlanmış olması gerekir. Bu andan itibaren gemi uzayda muazzam bir güçle yol alır, ama istenilen hıza ulaşılamazsa kendi özel enerjimizi de devreye sokarız. Bunun için fotondan daha küçük partikülleri kullanırız, böylece gemi ışık hızından çok daha süratli olan hyperdrive hızına ulaşır. Eğer anti maddeye yönelik kutup değişimi çok ani yapılırsa mürettebat büyük zarar görebilir, bu yüzden manevra tedrici yapılmalıdır. Geminin ışığında gözlemlediğiniz değişimlerin sebeplerinden biri de budur.
Gemi anti maddeye doğru kutup değişimi yaptığı zaman ilginç bir şey olur. Uzay aracındaki yolcu, yıldızların görüntüsünün yavaş yavaş değiştiğini ve yeni bir alemin gizlerini açmaya başladığını görür. Bilinen evrenin gezegen ve güneşleri kaybolur ve anti maddeden oluşan göksel cisimler ortaya çıkmaya başlar. O zaman uzay gemisini bir ateş sütunu halinde görürsünüz, bu onun saydam haldeki dış görünüşüdür. Vaktiyle Kızıldenizin ikiye bölünmesi ve bazı deprem olayları kutup değişimiyle yaratılan devasa enerji akımları tarafından meydana getirilmiştir. Dolayısıyla, bir uzay gemisi New York gibi büyük bir kenti yerle bir edebilir. Bunu bir tehdit olarak algılamayın, bu güçler hakkında bir fikriniz olsun diye söylüyorum.

Soru- Bazı bölgelerde mevzilenmiş kötülük, anti alemde de hüküm sürüyor mu?

Ashtar- Kötülük her yerde vardır, yani elverişli her yere yerleşebilir. Biz kötülüğü büyük çapta yendik. Kuşkusuz bizim toplumumuzda da hala bazı küçük yalanlar ve karakter zayıflıkları yok değil, ama cinayet asla. Kötülük dünya insanlığını üstesinden gelemeyeceği durumlara zorlamaktadır, işte bu yüzden size yardım etmeye geldik.

Soru- Belirli bir planı gerçekleştirmek üzere dünyaya geldiniz, bunun belli bir süresi var mı?

Ashtar- Evet, bazı safhalar önceden belirlenmişti ve bilinmekteydi. Örneğin, Sina Dağında Tanrı emirlerini teslim ettiğimiz zamanki safha. O sıralarda dünya bizim için herhangi bir gezegenden daha fazla önem taşımıyordu, ama bugün evrensel bir sorun haline gelmiştir.


Soru- Anti evren bulunduğumuz evrenden çok mu farklı?

Ashtar- Hayır, aralarında büyük bir benzerlik var, doğal olarak o evren de iskan edilmiştir. Anti alem başka bir boyuttur, fakat bunu dördüncü boyutu olan bir alem gibi düşünmeyiniz, yani bu boyutun görünüşü de yine üç boyutludur. Anti madde, maddenin iki kutbunun olması gibi tamamen doğal bir şeydir. Orada da rölativite yasası geçerlidir. İki evrenden her biri, dıştan bakıldığında diğeri için mevcut değildir, oysa her ikisi de vardır. Bu bir illüzyon değildir, iki evren uçsuz bucaksız manyetik kutuplar oluştururlar. (Sayfa: 19-36)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DÜNYA İNSANLARI

Yaşamın ebedi olduğuna birkaç kez dikkatinizi çekmiştim. İnsanın et ve kandan oluşan kısmından değil, ruhsal prensibinden söz ediyorum. İnsan evrenin bir parçası ve Tanrının bir cüzüdür. İnsan beyninin rolü tembellik yüzünden çok kısıtlanmış durumda, büyük bölümü hiç kullanılmıyor, düşünceniz belli bir noktaya çıkar çıkmaz duruyor, daha öteye gidemiyor. Dünya insanının ölümden ötesini anlayamamasının sebebi budur. Tabuttan ötesini düşünmek istemiyorsunuz, örneğin düşünce faaliyetinin ölümden sonra da devam ettiği gerçeği size saçma geliyor. Oysa düşünce kimi zaman somut yaşamdan daha önemlidir. Şuurunuz ölümsüzdür. Evet geçmiş yaşamlarınızın anısı bir sis perdesiyle örtülü gibidir, ama tamamen silinmiş de değildir. İnsan ruhu dünyevi bedenini bırakıp özgürleştikten sonra binlerce yıllık olayları hatırlar. Sormak istediğiniz sorular var mı?

Soru- Diyalektik materyalizm, insan şuurunun maddenin ürünü olduğunu ileri sürüyor.

Ashtar- Eğer tüm hatalarınızı bir bir saymak gerekseydi, binlerce cilt kitap olurdu. Şuur hiçbir şekilde maddenin ürünü değildir, uzayda hür bir şekilde evrimleşir. İnsanın, şuurun kafasının içinde yer aldığı zannına kapılması bir yanılgıdır. Şuurun kapsam alanı milyonlarca kilometrelik bir saha olabilir, bununla birlikte nihai etkisi bedende yer alır. Etkinin son bulduğu nokta ruhsal beden (perispiri) ya da semavi beden (astral beden) de olabilir. Şuurun kendine vasıtalık edecek bir araca, bir alete ihtiyacı vardır, fakat bu aletin ille de et ve kandan oluşmuş bir beden olması gerekmez. İnsan ölüp beyin tüm fonksiyonlarını yitirse de şuur ölmez. Beynin görevi, şuurun kendine özgü titreşimine aracılık etmekten ibarettir. Bu titreşimden en ufak bir sapma deliliğe sebebiyet verir. Beyin düşünmek için değil, titreşimi kontrol için yaratılmıştır.

Soru- İnsan ruhunun ölümsüzlüğüne ilişkin sürüyle kanıtı bilim adamlarının kuşkuyla karşılamaları, inkar etmeleri anlaşılmaz bir tutum değil mi?

Ashtar- Dünyanızda sadece kuşku ve inkar değil, büyük cinayetler de hüküm sürüyor. Bilim adamlarınız yakında gerçekleşecek İlahi Adalete boyun eğecekler. Tanrısızlığı kalkan edinmiş beceriksiz psikologlarınız kesin doğruları reddedip onları fanteziye ya da halüsinasyona bağlamaktalar! Gerçeğin kendilerinden saklandığı halklar yalanlarla yönetilmekte, büyük cinayetler kahramanlık gibi gösterilmekte ve aşağılık işlerin diplomasi adına yapıldığı ileri sürülmektedir. Şiddet ve kaba güç sıradan bir iş sayılmakta, ırklar arasındaki kin ve düşmanlığa normal şeylermiş gibi bakılmaktadır. Semavi dinler saptırılarak amacından uzaklaştırılmakta, fanatizm üreten kurumlar haline getirilmektedir. Tanrıya hakaret edilip sövülmekte, yaratılışın kör bir tesadüften ibaret olduğu ileri sürülmektedir. Kitleler koyun gibi pasifleştirilmekte, bazı açıkgözler küçümseme ve küstahlıkla yükselip toplumun emekçilerinin sırtında a*****lar gibi yaşamaktadırlar. Bu kişiliksiz kaba insanlar birbirlerine pastanın dilimlerini sunmakta, tavus kuşları gibi kabarıp içki alemleri düzenleyerek nefis yemekler yemektedirler. Onlara göre Tanrı gözle görülür ve elle tutulur olmadığı için yoktur, bu yüzden masalarına da oturamaz! (Sayfa: 37-40)

İNSAN OLMAK

Yöneticiler konuşuyor, halklar susuyor. Dünyada anlayamadığımız bir kayıtsızlık ve umursamazlık hüküm sürmekte, kitlelerin dikkati olumsuz şeylere çekilmekte, bu amaçla çeşitli sektörler geliştirilmektedir. Bu arada kulis arkasında çevrilen işler, döndürülen dolaplar halklardan gizli tutulmaktadır. Oynanan namussuzca bir oyundur. Tüm dünyada kokuşmanın getirdiği pis bir esinti hüküm sürmektedir. Her siyasi akım mutluluk formülünün kendinde olduğuna beşeriyeti inandırmak istiyor, bunlar yönetici sınıfların yerlerini korumalarını sağlayan yöntemlerdir. “Kendini bilmek” kimseyi ilgilendirmiyor, olumluya, iyiliğe ve insanlaşmaya doğru en ufak bir çaba harcanmıyor. Siz insan tabirinden ne anlarsınız ki? İnsan evrenin en zeki varlığıdır, siz sadece beşersiniz!

Binlerce ışık yılı uzaklıktaki uygarlıklar size yardım için Tanrısal mesajlar getiriyor, astronot ve misyonerler yolluyor, ama filozoflarınız getirdiğimiz yasaların zamane öğretmenleri tarafından icat edildiğini ileri sürüyorlar. İşte sizin teşekkür tarzınız bu! Oysa On Emir yüksek bir uygarlığa erişmiş gezegenlerdeki dinlerden gelmiştir, bu emirleri bir uzay gemisiyle getiren bizlerdik. Dünya tehlikededir ve tehlike giderek büyümektedir. İster kabul edin, ister etmeyin bizler İlahi Hiyerarşilerin elçileriyiz! Şimdi sorularınızı cevaplayabilirim.

Soru- Şu sıralar çok sayıda mümin kiliseden elini eteğini çekiyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ashtar- Bünyesinde objektif gerçeği tam anlamıyla barındırmayan dinlerinizden hiçbiri kurtuluşu gerçekleştiremez. Hıristiyanlık bu gerçeğin son derece ufak bir bölümünü içerir, Musevilik de öyle. Bu yüzden, müminlerin kiliseden elini eteğini çekmesini onaylıyorum. Dinin tam anlamıyla neyi temsil ettiği hakkında insanların çoğunun maalesef en ufak bir fikri bile yok, bu rahiplerinizin çoğunluğu için de geçerlidir. Din bir zaman geçirme vasıtası, bir hobi değildir. Her insanın din karşısında, yani gerçek ve yasa karşısında ödevleri vardır. Temel yasayı bilenin bunu diğerlerine de açıklaması kutsal bir görevdir. Gerek İncil yazarlarının, gerekse rahiplerin binlerce yıl boyunca insanlığa doğru bir öğreti aktarmadıkları saptanmıştır. Din bir gariplikler ve fanatikler fuarı değildir, din bir savaş alanı da değildir, o her varlığın hayati temelidir.

İdrak edemediğiniz bir şeyi reddetmekle büyük bir hata yapıyorsunuz. Yaradan Allah bizim için de anlaşılmaz ve kavranılmazdır, fakat bu onu kabul etmemek için bir gerekçe olamaz. Evrenler o kadar büyük, karmaşık ve çeşitli ki, öyle ustalıkla, öyle zekice düzenlenmiş ki, önceden yapılmış dahiyane bir planın varlığını insan kabul etmek zorunda kalıyor. Planlayan eşsiz bir kudret dilediğine hayat veriyor.

Kitabı Mukaddes’te “Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı” diye yazar. Kitabı Mukaddes’in bu pasajı, diğer birçokları gibi bizim tarafımızdan Musa’ya nakledilmemişti. Şimdi bu pasajın oraya nasıl sokulduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, fakat bilinmeli ki kafa karıştıran yanlış bir anlam içermekte. Bu sözler büyüklük hırsına kapılmış bir rahibin elinden çıkmıştır. Tanrı hiçbir insan varlığıyla yakından ya da uzaktan hiçbir şekilde kıyaslanamaz. Tanrı sadece dünyadaki insanı yaratmadı ki, bir başka gezegende yaşayan bizleri de yarattı, aynı şekilde et ve kemikten varlıkların bulunduğu nice küreleri de yarattı. Şimdi onların Tanrısı da yalnız onlara göre mi olacak? Olmaz öyle şey!

İnsanın Tanrıyla benzerliği, ancak yaratıcı faaliyet gösterme yeteneğindedir. İnsanın Tanrıya benzeyen bir tarafı varsa, bu fiziki görünüm değil şuurdur. Musa uzay gemisinde kırk günlük ikameti boyunca muhtemelen bu yönde eğitilmişti. Fakat şurası muhakkak ki, bu öğreti zihin yapıları yetersiz halefleri tarafından dejenere edildi.


Soru- Teleportasyon (bedenin bir yerden bir yere nakli) olayında insanın hiç zarar görmemesini nasıl açıklıyorsunuz?
Ashtar- Mademki ruh ve beden diye bir şey var, o halde iki ayrı bölüm var demektir. Vücut demateryalize olmuş olsa da, inşa yasası ortadan kalkmaz. Canınıza gelince, o zaten dokunulmaz bir özelliğe sahiptir. Şu halde teleportasyon en ufak bir zarara uğranmadan gerçekleştirilebilir, çünkü bu yöntem saniyenin milyonda biri kadar kısa bir sürede gerçekleştiğinden, vücudun bir tehlikeye maruz kalması söz konusu değildir. Bir maddi zararın oluşabilmesi için nispeten uzun bir zamana ihtiyaç var. (Sayfa: 41-57)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

İNANÇLAR
Soru- Bir celsede, kurtuluşun spiritüel bir reformla mümkün olabileceğini söylemiştiniz.

Ashtar- Evet, misyonumuzun amaçlarından biri de budur, sizi huzura kavuşturacak olan da budur. Bir atom savaşı felaketine uğramanıza izin verilmeyecektir. Üstün bir ırk tarafından gözetim altında tutulmaktasınız, bunu böyle bilin ve hiç endişelenmeyin.

Soru- Sovyetler Birliği ufo fenomenine karşı hep ilgisiz kalmıştı. Şimdi bu fenomeni çözmek için araştırmalara mı girişti, ne dersiniz?

Ashtar- Dünyasal bakış açısıyla Sovyetler Birliği komünizmi temsil eder, yani sadece dünyasal yaşama ve maddi bilimce kanıtlanmış olana inanır, bilimin reddettiği derhal parti tarafından da mahkum edilir. Şu halde, Sovyetler için ne bir gizem, ne de bir din vardır, onun tek dini sosyolojidir. Bu ideoloji ne Kitabı Mukaddes’in bilgilerini, ne de Sina Dağında verdiğimiz türden ilahi yasaları tanır. Parti kendini dünya beşeriyetinin en büyük düşünürlerinin zirvesi olarak görür, Kitabı Mukaddesle zıtlaşan mutlak bir mantıkları vardır. Cehaletten doğan ne ilkel bir mantıktır bu!

Sovyet yöneticileri için gizem yoktur, Tanrı yoktur, ölümsüz olan ruh yoktur, öte alem yoktur, ölümden sonra vicdani hesaplaşma yoktur, sorumluluk yoktur, reenkarnasyon yoktur, Hıristiyanlık yoktur, kısaca dünya dinlerinden hiç birinin hiçbir bakış açısı yoktur, yalnızca bilim üzerine kurulu beşeri bilgi vardır. Bu yüzden, Sovyet biliminin duyular dışı idrake pencere açma hakkı da yoktur, çünkü bu komünizmin çöküşüne yol açar, onlar bunu çok iyi biliyorlar (bu mesaj 1956 yılında alınmıştır). Onlara göre biz tüm dünyadaki askeri güçlerden daha büyük bir tehlike arzediyoruz. İşte bu yüzden Sovyetler her türlü gizemi inkar etmek zorundadır, çünkü gizem Marksist fikirlerin geleneksel düşmanıdır. Karl Marks her tür ilahi bilgiyi reddediyordu, izleyicileri de onu taklit ettiler, çünkü ideolojiye karşı gelmek istemiyorlardı. Bir gizem çözülüp aydınlatıldığı zaman sır olmaktan çıkar. Öyle ki Ruslar ufo meselesini çözmeye, bu işin sırrını aydınlatmaya çalışmıyorlar. Onlar ufoların ilahi iradenin tebliğleri ya da fiiliyle herhangi bir ilgisi olmadığını zannediyorlar, işte yanıldıkları nokta budur.

Soru- Ufoların esrarıyla ilgilenen herkesin, verdiğiniz bilgilerden yararlandığını sanıyoruz.

Ashtar- Biliminiz belli belirsiz de olsa bir başka evrenin varlığını sezmeye başlamıştır. Anti madde kanıtlanmıştır, ama anti evrenin sizinkinden ya da bizimkinden farklı olmadığını anlamanız gerekir. Hayat formları ve maddenin varlığı bu noktada aynıdır, farklı değildir. Herşey kavranılması mümkün olmayan o yüce planlayıcının iradesine göre yaratılmıştır. Tanrı en kapsamlı şuurdur, ezeli ve ebedi olan sonsuz uzayın en yüce kudretidir.
İnsanı bizzat Tanrının gözetlediğine, ona bizzat Tanrının rehberlik yaptığına, ölümden sonra onun huzuruna çıkacağına inanmakla teoloji büyük bir hata işlemektedir. Tanrı, Ruhsal Hiyerarşi aleminde mutlak bir yetkiye sahip nice kurumlar, nice varlıklar yaratmıştır. Bu büyük varlıklardan biri de, bir zamanlar kendine güç verip destek olduğumuz İsa’dır, bunu hala yapmaktayız. (Sayfa: 64-73)

GELECEĞİN ELÇİLERİ

Dünyanın şu andaki durumu, son yıllardaki yanlış atılımlardan ileri gelmiştir denemez, bu durum en azından 10 bin yıldan beri sürmektedir. Ama bu süre içinde yaşam biçiminizde yine de belirli bir değişim meydana gelebilmiştir. Teknik alandaki atılımlarınız gerçi dünyanın çehresini kökten değiştirmiştir, ama bu atılımın anlamı hiç de dürüst bir şekilde saptanıp ortaya konmuş değildir. Bir arınma yeri olan bu gezegen, üzerine düşen görevi yerine getirmemiştir. Dünya insanlığı adeta yeminliymişçesine arınmaya ayak diremiştir. Beşeriyetin böylesine alıklaşmış ve insanlığını böylesine yitirmiş olması bizi dehşete düşürüyor!

Aydınlarınızın fikirleri korkunçtur, din adamlarınızınkiler ise çocukçadır. Bu bönlük konusunda sizi uyarırım, çünkü bu durum spiritüel gelişiminizi tümüyle frenlemektedir. İnsan ruhunu bekleyen tehlikeleri bilemezsiniz, çünkü ahiret diye adlandırdığınız mekanları boş inanca dayalı fanteziler sanıyorsunuz!

Uzay gemisi üretimini büyük oranda artırmış bulunuyoruz, şu anda bile gezegeninizi kontrol altına alacak durumdayız. Sahip olduğumuz güçler bizi bir düşman gibi görmenize yol açıyor, toplumlarınızın liderleri de öyle düşünüyorlar. Başka gezegenlere gittiğimiz de oldu, ama hiçbir yerde düşmanca karşılanmadık, bu tutum dünyanıza özgü bir şey. Uzay gemilerimiz o kadar çok ki, istesek elektrik şebekelerinizi bir anda çökertebiliriz. Bu kadarı bile hayatınıza ve savunmanıza büyük bir darbe indirmeye yeter. Barıştan söz edip duruyorsunuz, ama iş onu gerçekleştirmeye gelince oralı bile olmuyorsunuz. Mevcut durumunuzla barışı kurmanız olanaksızdır, çünkü maneviyata ve dine dayalı olmayan bir barış doğaya ters düşen bir barıştır.

İmkansız sözcüğü dünyalılara has bir şeydir, oysa Tanrı için imkansız hiçbir şey yoktur. Her dünyalı kendine şu soruyu sormaktadır: Tanrı var mı? Bu soruya profesörleriniz bile doyurucu bir cevap veremez, bir kanaat ileri sürmekten öte bir şey yapamaz. Bu soruya cevap verebilmesi için, insanın dünya bedenini terk etmesi gerekir. Ama bu sefer de aynı bedenle tekrar dünyaya gelemeyeceği için Tanrının varlığı çözümsüz kalmaya devam eder. Bizde durum biraz farklıdır, çünkü kendimizi değişmezliğin kollarına terk etmeyiz, sadece fizik gelişimle değil, spiritüel gelişimle de ilgileniriz. Sırlara vakıf oluşumuzun hikmeti işte burada yatmaktadır.

Dünyanızda din ve evrensel ruh konusunda yalan yanlış kavramlar geliştiriyorsunuz. Kiliseleriniz ve dini kurumlarınız nazarımızda bir tradisyondan, bir tiyatrodan ve yalan yanlış bir yorum koleksiyonundan başka bir şey değildir! Dinlerinizin yer yer pozitif hakikat parçacıkları içerdiğini inkar edemem, ama buna rağmen hem insanların anlayışını bulandırmış, hem de tutumlarını etkilemişlerdir. (Sayfa: 77-83)

EŞİTLİK ÖĞRETİSİ HAKKINDA

Komünizm akıl almaz gelişmeler kaydetmiş, uluslar arasında yüksek bir gerilimin filizlenmesine yol açarak yeni bir çağı başlatmıştır. Bu dünya görüşünü tahlil etmemiz gerek.
Özünden saptırılmış Hıristiyan kiliseleri, dünya insanlığının alt tabakalarının evrimini frenlemiştir. Vasat insanlar ve yoksul halk tabakaları üzerine zenginler kadar aydınlar da çullanmış, insanları baskı altına almışlardır, bu tutum özellikle Rusya’da sergilenmiştir. Büyük düşünürler Kutsal Kitabın her türlü mantığa ters düştüğünü söylerken, rahipler aksini iddia etmişlerdir. Bu rahipler, insanların muhtemel yanlışlar üzerinde kafa yormasını yasaklayan zihniyetin temsilcileriydiler. Kutsal Kitaba göre bir tabu mevcuttu, hala da öyledir. Tabuya ilişen doğru yoldan çıkmış sayılır, ebedi cehennem azabına layık görülürdü, hala da görülmektedir. Marks ve Engels gibi büyük sosyologlar, ebedi cehennem kavramına inanmama cesaretini göstermişlerdi. O amansız baskı karşısında böyle davranabilmek, büyük cesaret isteyen bir işti doğrusu!

Spinoza’nın felsefesini incelemiş olan Marks, düşünceleri ve sarsılmaz muhakemesiyle büyük bir dahi idi. Böyle insanlara büyük saygı duyarız, ama diğerleri gibi o da trajik bir şekilde yanılmış ve tüm insanlığın zararına yol açacak sonuçlar yaratmıştır. Dünya insanlığına eşsiz bir sevgi beslemiş bu sosyologlara karşı nankörlük etmemek gerekir. Gerçi niyetleri pek halisti, ama çabaları yanılgıdan ibaretti. Bu büyük düşünürlerin bizimle hiçbir teması olmamıştı.

Marks’a göre Tanrı intikama susamış bir varlık olamazdı, sevgi tanrısı olmadığına göre tahtı boştu. Ona göre insanların ibadet ve itaatleri, yalan yanlış tanımlanmış bir objeye yönelikti. Yerine başka bir şey koymadan sahip olduğu bir şeyi insanın elinden çekip almak zor bir iştir, hele o şey Tanrı olursa! Akıl dışı bir Tanrının şüphesiz ispatlanmaya ihtiyacı olamaz, akıl dışılığı bile bunun için yeterli kanıttır. Ama kilise bu akıl dışılığa dört elle sarılmış durumdadır. Bizi kızdıran şey, politik dalaşlarınızda Tanrıyı bahane olarak kullanmanızdır. Tevratta şöyle deniyor: “Tanrı insanlara Sina Dağından hitap ediyordu” Tanrı, yani Evrensel Ruh çehresini hiçbir zaman göstermemiştir, Tevratta ifade edildiği kadar gülünç bir tarzda tecelli etmemiştir. Sina Dağında Tanrıyı gördüğünü sanan kişi feci bir yanılgıya düşmüştür. Geçmişte atalarımız Tanrı elçisi olarak görev yapmışlardır, Tanrı olarak değil, bu görevi bugün bizler yapmaktayız.

Tanrının mesajları ve geleceğin elçileri konusunda inkarcı materyalist ideoloji sahipleri ne biliyorlardı acaba? Onlar kendilerini tesadüfün yarattığını sanmaktaydılar! Politik gücün çok büyük bir önem taşıdığının farkındaydılar, bu yüzden insanlığın Tanrı tarafından değil, büyük düşünürlerden oluşmuş bir meclis tarafından yönetilebileceği kanısındaydılar. Oysa gerçek Tanrı (ki böyle bir Tanrı Kutsal Kitaplarınızda tasvir edilmiş değildir) insanlık alemini değil, doğayı ve yıldızları yönlendirmektedir. O, insanlar ve hayvanların yaşamını hedefleyen yasalar değil, semavi yasalar vazetmiştir. Evrim yolunda herkes özgürdür, ama dünyaları yöneten ve büyük düşünürlerden oluşan bir seçkinler topluluğu vardır. Bu topluluk, sözümona bilim adamlarınızın kabul etmeye yanaşmadıkları ve hor görüyle andıkları spiritüel mekanlarda bulunmaktadır. Bu seçkinlerin direktiflerini dinlemek istemeyenler boşuna çırpınıp dururlar, çünkü sorunları herkesi tatmin edecek şekilde çözemezler. Dünyada barışın insanlar tarafından kurulamamasının sebebi budur.

Sözlerimize kulak veriniz, biz küçük azizler geleceğinizin teminatıyız, sevgiyi ve geleceğinizi teminat altına almakla görevlendirilmiş melekleriz. Dünyanın politik manzarası tam anlamıyla kokuşmuş durumda, çünkü temel kaya üzerine oturtulmuş değil, hakikat kayası spiritüel hayattır. Eğer Marks varlığımızın ve faaliyetlerimizin farkında olsaydı, eşsiz ve dahiyane bir esere hayat verecek malzemeye de sahip olacaktı. Tanrı kavramıyla doğa kavramı arasında bir ilişki vardır, doğal olan aynı zamanda ilahidir de, iki ifade arasında hiçbir fark yoktur. Komünistlerin tanrıtanımazlığı, dine ait her tür düşünceyi reddetmekle büyük bir hata yapmıştır, çünkü bu doğal olan herşeyi reddetmek anlamına gelir.

“Tanrı indinde tüm insanlar eşittir.” Bu Kutsal Kitabın ifadesidir, ama tam anlamıyla doğru bir ifade değildir, çünkü insanlar arasında büyük farklar vardır. İyi ve zeki insanlar olabildiği gibi, kötü ve ahmak olanlar da vardır. İkisi aynı kefeye konulamaz, insanlar arasında tam bir eşitlik asla söz konusu olamaz. İnsanlar eşittir diyen bir felsefe ya da bilim yalan söylüyor demektir. Komünizm bir sürü partizana işte bu yalan sayesinde sahip olmuştur. Toplumun alt tabakalarına eşitlik vaat ederek, onlara zenginlerin sahip olduğu mülklerin bir kısmını vereceğini söylemiştir. Ne yazık ki eşitliğin ancak evrimle sağlanabileceğini söylememiştir. Toplumdaki farklılıkları, dünyadaki hiçbir politik görüş silip atamaz. Evrim yasası tüm ırkları eşit bir şekilde sarıp sarmalamaktadır. Az gelişmiş bir toplumun, gelişmiş toplumların sahip olduğu tüm nimetlerden yararlanması gerçekçi değildir. Yoksulların kıskançlığı, tüm dünya için bir tehlike teşkil etmektedir.
Tehlikeli olduğu gerekçesiyle komünizmin tümüyle mahkum edildiğini de gözlemledim. Bu hiç doğru bir şey değil, çünkü komünizmin pozitif yanları da var. Biz küçük azizleri pekala komünist diye nitelendirebilirsiniz, ama sizin komünizminizle bizimki arasında büyük bir fark var, çünkü bizim dünya kardeşliği kavramımız tanrıtanımazlık temeline oturtulmamıştır. Biz şunu çok iyi biliriz ki, bir gezegen üzerindeki yaşam biçimi, bireyin evrim derecesine uygun bir yaşam türüdür. İnsanın bireysel evrimi için bir sınır söz konusu olamaz, olmayacaktır da.

ÖLÜM HAKKINDA

Biraz da ölüm konusuna temas etmek istiyorum, çünkü ölüm dünya hayatınızın heder olup gitmesine yol açmaktadır. Kilise sorumluları görevlerini tamamen ihmal etmişlerdir. İnsan hayatından çok söz edilmekte, ama bu hayatın sadece doğum ve ölümle sınırlanan tek bir bölümü ele alınmaktadır. Bu iki sınırın öncesi ve sonrası, içine nüfuz edilemeyecek kadar koyu karanlık içindedir. Dünya insanı muhakemesini bu iki sınır içinde tuttuğundan, tüm deneyimlerinin bu hayatıyla sınırlı olduğunu, ölümünden sonra bunların hiçbir anlamı kalmayacağını anlayamamaktadır. İşte yanılgı bu noktadadır. Kim olursa olsun, hangi gezegende yaşarsa yaşasın, insanın spiritüel deneyim olarak biriktirdiği şeylerin hiçbirisi ölümle birlikte yok olup gitmez.

Dünya insanı anılarını ve deneyimlerini bir sonraki nesle iletebileceğini sanmaktadır. Kalıtım yasaları bu maksatla formüle edilmiştir, çocuklara büyük önem verilişinin temelinde yatan sebep de budur. Kitaplar, başarılı işler, anıtlar dikerek ölümsüzleşme isteği ve tarihe geçmek isteyen canilerin fiilleri de bu sebepten kaynaklanmaktadır. Sonraki nesillerin hafızasında ölümsüzleşmek hiç de ölümsüzleşmek değildir, bu düpedüz yanılgıdır. Öte alem konusunda bilgi sahibi olmalarına rağmen firavunlar da böyle düşünmüşler, ama orada yaşamaya nasıl devam edileceğini bilememişlerdir. Dahası, önemli gerçeklerin yerine yalan yanlış açıklamalar konulmaya kalkışılmıştır.

Ölümün yanlış bir şekilde yorumlanması, ruhun bedenden yayılan bir ürün diye nitelendirilmesinden kaynaklanmakta, ruhun etkileyici gücünü beynin ürettiği sanılmaktadır. Bu anlayışa göre ölen bir beyin, etkileyici güç üretimini de durdurmaktadır. Zavallı bilim adamları! Televizyon cihazı arıza yaparsa veya tahrip olursa, ortada verici istasyon diye bir şeyin kalmadığını nasıl iddia edebilirsiniz? Yayını yapan alıcı cihazınız değildir, cihazınız yayını belli bir frekans üzerinden alan nesnedir sadece! Demek ki düşüncelerim, kendini düşünce dalgamın frekansına ayarlayabilecek herkes tarafından pekala alınabilir. İnsan öldüğünde alıcı cihaz kırılıp gitmekte, ama şuur ile anılara bir şey olmamaktadır. Şuur ruhun sahip olduğu tüm edinimlerle evrenin sinesinde daha önce nasıl var idiyse, aynı şekilde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Madde ne ruhu meydana getirebilir, ne de ruhsal fonksiyonları ortaya çıkarmayı başarabilir, çünkü ruh maddenin üstündedir, onu kullanandır.

Aslında ölüm çok basit ve sade bir olaydır. Ruhun maddeyle bağlantısı kopmakta, bedene bağlanmadan önceki haliyle kalmaktadır. Bunun anlamı şudur: İnsanın algıları, duyguları ve her türlü şuur faaliyeti devam etmektedir. Ama bu kez iş maddesiz olarak ve özerk bir anlamda cereyan etmektedir. Spiritüel mekanlardaki hayat, dünya hayatına kıyasla daha yüksek seviyelidir. Oralarda düşünce de, algı da daha yoğunlaşmakta, insanın tahayyül ettiği herşey anında gerçekleşmektedir. Gelişmiş bir ruh kuş gibi uçabilmekte, balık gibi yüzebilmekte, kurtçuk gibi toprağın içine girebilmektedir. Çok ağır hareket edebildiği gibi, düşünce hızıyla da yer değiştirebilmektedir.

İnsanların çoğunluğu hayatın adaletsizliğine maruz kaldığına inanmakta, kendileri mahrumiyet içindeyken diğerlerinin şan, şöhret, zenginlik ve sağlık içinde hayatın tadını çıkardığını düşünmektedir. Aslında adaletsizlik diye bir şey yoktur, tek bir hayat yaşamadığına göre, insan bu durumu telafi etme imkanına her zaman sahiptir. Zevkü sefa içinde geçen bir hayat, genellikle o hayatı sürdüren kişinin çok gelişmiş olduğunu göstermez, gelişmiş bir varlık, zengin birini her halükarda geride bırakır.

Dünya insanlarının spiritüel manzarası diğer gezegenlerdeki varlıklarda tiksinti uyandırmaktadır. Sizler anlaşılması zor insanlarsınız, bir şeyler öğretmek için elimizden geleni yapıyoruz, ama sözlerimiz çölde vaaz veriyormuşçasına yoklara karışıp gidiyor. Şeytan dünyanızda dilediği gibi at koşturuyorsa bu yüzden koşturuyor!

NEGATİF BİR MİRAS

Atadan kalan servet çocuklar ve akrabalar arasında bölüşülmektedir. Ama bir de spiritüel miras vardır, o mirasa tüm ulus konabileceği gibi, tüm insanlık da konabilir. Atalarınızın spiritüel miras anlayışı pek korkunçtu. En önemli miras, kanlı savaşlar ve korkunç mücadeleler sırasında edinilmiş tarihi deneyimlerdir. Hiç tanımadığı insanları acımasızca katleden savaşlara komuta etmiş şefler kahraman diye nitelendirilmiş ve ölümsüzleştirilmiştir. Bunlar gençliğe ve insanlık aleminin yeni şeflerine müstesna örnekler olarak tanıtılmıştır. Böyle bir miras evrenin neresinde var? Ben şahsen başka hiçbir yerde böyle bir mirasa tanık olmadım, bu zihniyet sadece dünyanızda var!
Binlerce yıl önce işlediği soykırımla böbürlenen bir insanlıkla karşı karşıyayım! Ne güzel bir spiritüel miras! Bu kan dökücülükle bir ilginiz olmadığını söylemeye kalkmayın sakın, çünkü insanlara karşı işlenmiş bu canavarca suçların failleri sizlersiniz! Dünyanın çehresini siz şekillendirdiniz. Savaşlardaki kahramanlıklarınızı nesiller boyunca yücelttiniz de yücelttiniz, yerküreyi her biri insan kanına bulanmış nice hayatlar boyunca çiğneyip durdunuz. Dünyaya öyle bir yapışmışsınız ki, şu andaki gelişim seviyenizin üzerine bir türlü çıkamıyor, negatif mirası bir türlü reddedemiyorsunuz.

Bize göre normal bir insanın savaşı kabul etmesi olacak şey değildir. Savaşı kabul eden bir insan sağlıklı bir mantığa sahip olmayan, insan hayatına hiç saygı duymayan ve skalanın cehalet basamağında tüneyen bir zavallıdır! Eğer Tanrı insanların sayısını azaltmak isteseydi savaşa, depreme, vebaya ihtiyaç duymazdı, yeryüzünde bedenlenmelerine engel olması yeterdi. Siz Tanrınızı tanımıyorsunuz, savaşmanızın sebebi budur. Savaş düşüncesini ululayan ve gelenek haline getiren bir mirası yüklenmiş durumdasınız. Geleceğinizi görmekteyiz, halihazırdaki zihniyeti devam ettirdiğiniz takdirde geleceğiniz iyiden iyiye kararacaktır.

Siyasi liderleriniz ve din adamlarınız şöyle düşünüyorlar: Tanrı her şeyi affedebildiğine, kendi oğlunu bile diğer insanlar cezadan kurtulsun diye feda edebildiğine göre korkulacak bir şey yok! Ne ahmakça bir düşünce bu? İnsanlarınızın düşünme yetisinin yozlaşmışlığını görebiliyor musunuz? Bir insanın, hem de kutsal ve masum bir insanın, günahlarınızın kefaretini ödemek için çarmıhta can vermesi size mantıklı geliyor mu? Siz günahlar içinde yaşamaya devam edebilesiniz diye, masum biri bedel mi ödeyecek? Böyle saçma bir görüşü paylaşmamız mümkün değildir.

İNADIN EGEMENLİĞİ

İnsanlığın bir türlü anlamak istemediği bir konu da tekrar doğuştur. Tüm evrende geçerli olmasına rağmen tekrar doğuş ciddiye alınmamaktadır. Dünyadaki insanların hemen hemen hepsi burada defalarca bedenlenmiş varlıklardır. Bu, evrendeki daha yüksek düzeyli kürelerde yaşamayı hak etmedikleri için böyledir. Kiliselerin nasıl olup da tekrar doğuş öğretisini saf dışı ettiklerine, görmezden geldiklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Bu yola sapmasalardı, belki de insanlık yaşamın anlamını kavrayabilecekti. Ama dünyada inadın egemenliği hüküm sürmektedir. Nice kanlı savaşın, nice insanın ıstırap çekmesinin sebebi hep bu inattır. Siz inadı gelenek haline getirmiş bir topluluksunuz!

Bilim adamlarınız sırf inat yüzünden spiritüel gerçeklerin karşısına dikilmekte, politikacılarınız inat yüzünden pes etmemektedir. İnat yüzünden önyargılara sarılmakta, nice evlilik bağı inat yüzünden kopmakta ve aileler dağılmaktadır. İsa inat yüzünden çarmıha gönderilmiş, Berlin duvarı inat yüzünden inşa edilmiştir, silahlanmayı dürtükleyen de inattır. Ama ne filozoflarınız, ne bilim adamlarınız, ne yargıçlarınız, ne de politikacılarınız inat konusunda bir açıklama yapmıştır, hatta inat konusunda düşünmek akıllarına bile gelmemiştir. Dünya insanı öte alemdeki mekanlarda bile inadını sürdürmekte, yüce ışığa yönelmekte zorlandığı için yine dünya planına dönmeye mecbur kalmaktadır. Bana inanmayanlar çocuklara baksınlar. Onlar bile eski yaşamlarında edindikleri inadı bu yaşama taşımakta, istedikleri yerine getirilmediği zaman dikleşmekte, kendilerini yere atıp tepinmeye ve ağlamaya başlamaktadır.

Biz inatçı bir uygarlık değiliz. Sizi yeni bir inancı kabule zorlamayışımızın sebebi de budur. Biz aklınızı ve mantığınızı harekete geçirmeyi yeğliyoruz. Uykudan uyanmanız şart, beyninizin kullanmadığınız o ikinci bölümünü de faaliyete geçirmeniz gerekir. Orada aksayan ve düşünme yeteneğinizi baskı altında tutan bir şeyler var. İnadı bırakınız!


GEÇMİŞİN PEYGAMBERLERİ

Geçmişin peygamberlerine bu kadar inanmanıza rağmen, kilisenin yeni peygamberlere karşı aynı inancı beslememesi şaşılacak bir şey! Bilim ve teknik ilerlemiştir, ama vasat bir insanın düşünme kapasitesi normalde ulaşması gereken seviyenin altındadır. Sonuç olarak peygamber de sizin gibi bir insandır, ama başka planlara mensup zekalarla spiritüel ilişki kurabilme yeteneğine sahiptir. Fakat söz konusu zekalar her zaman üstün bilgilere sahip olmayabilirler, hatta bazıları yaşayan insanlardan daha fazla şey bilmeyen ölmüş insanların ruhlarıdır. Bu geri seviyeli ruhlar, kendilerini tanrı olarak tanıtabilirler. Nitekim şeytan, koltuğunda Kutsal Kitap olduğu halde tezahür etmiştir
!
Geçmişteki peygamberleriniz tecrübeye de, bilimsel anlamdaki bilgiye de sahip olmayan cahil insanlardı. Öte aleme mensup varlıkların onlara X’i U diye yutturması işten bile değildi. Ne diğer yıldızlardaki hayatlardan, ne de spiritüel alemlerden haberleri vardı. Tanrıyı bulutların üzerinde süzülen üstün bir insan olarak tasavvur ediyorlardı. Dünyanıza bir misyonla gelen atalarımız, bu peygamberlere başka yıldızlardan geldiklerini bir türlü anlatamamışlardır. İçinde görkemli kıyafetlere bürünmüş atalarımızın bulunduğu uzay gemileriyle yüz yüze geldiklerinde büyük bir korkuya kapılmışlardı! Tanrı muamelesi görmek, görevlerini kolaylaştırdığı için atalarımızın işine gelmişti, tersini söyleseler bile bir yararı olmayacak, tanrılık payesinden kurtulamayacaklardı.

Bu tür faaliyetlerin hepsi bizim tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. İlya’nın göğe alınması, Hezekiel’in vizyonları, İsa’nın göğe çıkışı bu tür fenomenlerdir. Dinleriniz, bu konudaki bilgisizlikleri yüzünden yalan yanlış inançların vücut bulmasına sebep olmuşlardır. Fatima olayı da bizim meydana getirdiğimiz olaylardan biriydi. Geçmişin peygamberleri, bugün fabrikalarda çalınan sirenlerin sesini duymuş olsalardı, son saatin gelip çattığını ve meleğin suru üflediğini sanırlardı! Nitekim uzay gemimiz dikkatlerini çekmek için siren çaldığında, Sina Dağı sakinleri dehşete düşmüştü! Peygamber olarak ölümsüzleştirdiğiniz zavallı Yunus, sadece denizlerin üzerinde dolaşan uzay gemisinin yolcularından biriydi!
Tanrı vardır, ama hayal ettiğiniz şekilde değildir. Tanrı sizin ayağınıza gelmez, ama elçilerini gönderir, işte biz o elçileriz, geleceğinizi şekillendirmekle görevli elçiler. Ama gelecek, savaşan insanlar, dinler ve uluslar olduğu sürece şekillendirilemez. Bilim bu alanda itibar kaybına uğradığını kabullenme cesaretini göstermelidir, çünkü dünya üzerindeki hayattan tamamen bilim sorumludur. (Sayfa: 77-113)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

İNANÇLAR
Soru- Bir celsede, kurtuluşun spiritüel bir reformla mümkün olabileceğini söylemiştiniz.

Ashtar- Evet, misyonumuzun amaçlarından biri de budur, sizi huzura kavuşturacak olan da budur. Bir atom savaşı felaketine uğramanıza izin verilmeyecektir. Üstün bir ırk tarafından gözetim altında tutulmaktasınız, bunu böyle bilin ve hiç endişelenmeyin.

Soru- Sovyetler Birliği ufo fenomenine karşı hep ilgisiz kalmıştı. Şimdi bu fenomeni çözmek için araştırmalara mı girişti, ne dersiniz?

Ashtar- Dünyasal bakış açısıyla Sovyetler Birliği komünizmi temsil eder, yani sadece dünyasal yaşama ve maddi bilimce kanıtlanmış olana inanır, bilimin reddettiği derhal parti tarafından da mahkum edilir. Şu halde, Sovyetler için ne bir gizem, ne de bir din vardır, onun tek dini sosyolojidir. Bu ideoloji ne Kitabı Mukaddes’in bilgilerini, ne de Sina Dağında verdiğimiz türden ilahi yasaları tanır. Parti kendini dünya beşeriyetinin en büyük düşünürlerinin zirvesi olarak görür, Kitabı Mukaddesle zıtlaşan mutlak bir mantıkları vardır. Cehaletten doğan ne ilkel bir mantıktır bu!

Sovyet yöneticileri için gizem yoktur, Tanrı yoktur, ölümsüz olan ruh yoktur, öte alem yoktur, ölümden sonra vicdani hesaplaşma yoktur, sorumluluk yoktur, reenkarnasyon yoktur, Hıristiyanlık yoktur, kısaca dünya dinlerinden hiç birinin hiçbir bakış açısı yoktur, yalnızca bilim üzerine kurulu beşeri bilgi vardır. Bu yüzden, Sovyet biliminin duyular dışı idrake pencere açma hakkı da yoktur, çünkü bu komünizmin çöküşüne yol açar, onlar bunu çok iyi biliyorlar (bu mesaj 1956 yılında alınmıştır). Onlara göre biz tüm dünyadaki askeri güçlerden daha büyük bir tehlike arzediyoruz. İşte bu yüzden Sovyetler her türlü gizemi inkar etmek zorundadır, çünkü gizem Marksist fikirlerin geleneksel düşmanıdır. Karl Marks her tür ilahi bilgiyi reddediyordu, izleyicileri de onu taklit ettiler, çünkü ideolojiye karşı gelmek istemiyorlardı. Bir gizem çözülüp aydınlatıldığı zaman sır olmaktan çıkar. Öyle ki Ruslar ufo meselesini çözmeye, bu işin sırrını aydınlatmaya çalışmıyorlar. Onlar ufoların ilahi iradenin tebliğleri ya da fiiliyle herhangi bir ilgisi olmadığını zannediyorlar, işte yanıldıkları nokta budur.

Soru- Ufoların esrarıyla ilgilenen herkesin, verdiğiniz bilgilerden yararlandığını sanıyoruz.

Ashtar- Biliminiz belli belirsiz de olsa bir başka evrenin varlığını sezmeye başlamıştır. Anti madde kanıtlanmıştır, ama anti evrenin sizinkinden ya da bizimkinden farklı olmadığını anlamanız gerekir. Hayat formları ve maddenin varlığı bu noktada aynıdır, farklı değildir. Herşey kavranılması mümkün olmayan o yüce planlayıcının iradesine göre yaratılmıştır. Tanrı en kapsamlı şuurdur, ezeli ve ebedi olan sonsuz uzayın en yüce kudretidir.
İnsanı bizzat Tanrının gözetlediğine, ona bizzat Tanrının rehberlik yaptığına, ölümden sonra onun huzuruna çıkacağına inanmakla teoloji büyük bir hata işlemektedir. Tanrı, Ruhsal Hiyerarşi aleminde mutlak bir yetkiye sahip nice kurumlar, nice varlıklar yaratmıştır. Bu büyük varlıklardan biri de, bir zamanlar kendine güç verip destek olduğumuz İsa’dır, bunu hala yapmaktayız. (Sayfa: 64-73)

GELECEĞİN ELÇİLERİ

Dünyanın şu andaki durumu, son yıllardaki yanlış atılımlardan ileri gelmiştir denemez, bu durum en azından 10 bin yıldan beri sürmektedir. Ama bu süre içinde yaşam biçiminizde yine de belirli bir değişim meydana gelebilmiştir. Teknik alandaki atılımlarınız gerçi dünyanın çehresini kökten değiştirmiştir, ama bu atılımın anlamı hiç de dürüst bir şekilde saptanıp ortaya konmuş değildir. Bir arınma yeri olan bu gezegen, üzerine düşen görevi yerine getirmemiştir. Dünya insanlığı adeta yeminliymişçesine arınmaya ayak diremiştir. Beşeriyetin böylesine alıklaşmış ve insanlığını böylesine yitirmiş olması bizi dehşete düşürüyor!

Aydınlarınızın fikirleri korkunçtur, din adamlarınızınkiler ise çocukçadır. Bu bönlük konusunda sizi uyarırım, çünkü bu durum spiritüel gelişiminizi tümüyle frenlemektedir. İnsan ruhunu bekleyen tehlikeleri bilemezsiniz, çünkü ahiret diye adlandırdığınız mekanları boş inanca dayalı fanteziler sanıyorsunuz!

Uzay gemisi üretimini büyük oranda artırmış bulunuyoruz, şu anda bile gezegeninizi kontrol altına alacak durumdayız. Sahip olduğumuz güçler bizi bir düşman gibi görmenize yol açıyor, toplumlarınızın liderleri de öyle düşünüyorlar. Başka gezegenlere gittiğimiz de oldu, ama hiçbir yerde düşmanca karşılanmadık, bu tutum dünyanıza özgü bir şey. Uzay gemilerimiz o kadar çok ki, istesek elektrik şebekelerinizi bir anda çökertebiliriz. Bu kadarı bile hayatınıza ve savunmanıza büyük bir darbe indirmeye yeter. Barıştan söz edip duruyorsunuz, ama iş onu gerçekleştirmeye gelince oralı bile olmuyorsunuz. Mevcut durumunuzla barışı kurmanız olanaksızdır, çünkü maneviyata ve dine dayalı olmayan bir barış doğaya ters düşen bir barıştır.

İmkansız sözcüğü dünyalılara has bir şeydir, oysa Tanrı için imkansız hiçbir şey yoktur. Her dünyalı kendine şu soruyu sormaktadır: Tanrı var mı? Bu soruya profesörleriniz bile doyurucu bir cevap veremez, bir kanaat ileri sürmekten öte bir şey yapamaz. Bu soruya cevap verebilmesi için, insanın dünya bedenini terk etmesi gerekir. Ama bu sefer de aynı bedenle tekrar dünyaya gelemeyeceği için Tanrının varlığı çözümsüz kalmaya devam eder. Bizde durum biraz farklıdır, çünkü kendimizi değişmezliğin kollarına terk etmeyiz, sadece fizik gelişimle değil, spiritüel gelişimle de ilgileniriz. Sırlara vakıf oluşumuzun hikmeti işte burada yatmaktadır.

Dünyanızda din ve evrensel ruh konusunda yalan yanlış kavramlar geliştiriyorsunuz. Kiliseleriniz ve dini kurumlarınız nazarımızda bir tradisyondan, bir tiyatrodan ve yalan yanlış bir yorum koleksiyonundan başka bir şey değildir! Dinlerinizin yer yer pozitif hakikat parçacıkları içerdiğini inkar edemem, ama buna rağmen hem insanların anlayışını bulandırmış, hem de tutumlarını etkilemişlerdir. (Sayfa: 77-83)

EŞİTLİK ÖĞRETİSİ HAKKINDA

Komünizm akıl almaz gelişmeler kaydetmiş, uluslar arasında yüksek bir gerilimin filizlenmesine yol açarak yeni bir çağı başlatmıştır. Bu dünya görüşünü tahlil etmemiz gerek.
Özünden saptırılmış Hıristiyan kiliseleri, dünya insanlığının alt tabakalarının evrimini frenlemiştir. Vasat insanlar ve yoksul halk tabakaları üzerine zenginler kadar aydınlar da çullanmış, insanları baskı altına almışlardır, bu tutum özellikle Rusya’da sergilenmiştir. Büyük düşünürler Kutsal Kitabın her türlü mantığa ters düştüğünü söylerken, rahipler aksini iddia etmişlerdir. Bu rahipler, insanların muhtemel yanlışlar üzerinde kafa yormasını yasaklayan zihniyetin temsilcileriydiler. Kutsal Kitaba göre bir tabu mevcuttu, hala da öyledir. Tabuya ilişen doğru yoldan çıkmış sayılır, ebedi cehennem azabına layık görülürdü, hala da görülmektedir. Marks ve Engels gibi büyük sosyologlar, ebedi cehennem kavramına inanmama cesaretini göstermişlerdi. O amansız baskı karşısında böyle davranabilmek, büyük cesaret isteyen bir işti doğrusu!

Spinoza’nın felsefesini incelemiş olan Marks, düşünceleri ve sarsılmaz muhakemesiyle büyük bir dahi idi. Böyle insanlara büyük saygı duyarız, ama diğerleri gibi o da trajik bir şekilde yanılmış ve tüm insanlığın zararına yol açacak sonuçlar yaratmıştır. Dünya insanlığına eşsiz bir sevgi beslemiş bu sosyologlara karşı nankörlük etmemek gerekir. Gerçi niyetleri pek halisti, ama çabaları yanılgıdan ibaretti. Bu büyük düşünürlerin bizimle hiçbir teması olmamıştı.

Marks’a göre Tanrı intikama susamış bir varlık olamazdı, sevgi tanrısı olmadığına göre tahtı boştu. Ona göre insanların ibadet ve itaatleri, yalan yanlış tanımlanmış bir objeye yönelikti. Yerine başka bir şey koymadan sahip olduğu bir şeyi insanın elinden çekip almak zor bir iştir, hele o şey Tanrı olursa! Akıl dışı bir Tanrının şüphesiz ispatlanmaya ihtiyacı olamaz, akıl dışılığı bile bunun için yeterli kanıttır. Ama kilise bu akıl dışılığa dört elle sarılmış durumdadır. Bizi kızdıran şey, politik dalaşlarınızda Tanrıyı bahane olarak kullanmanızdır. Tevratta şöyle deniyor: “Tanrı insanlara Sina Dağından hitap ediyordu” Tanrı, yani Evrensel Ruh çehresini hiçbir zaman göstermemiştir, Tevratta ifade edildiği kadar gülünç bir tarzda tecelli etmemiştir. Sina Dağında Tanrıyı gördüğünü sanan kişi feci bir yanılgıya düşmüştür. Geçmişte atalarımız Tanrı elçisi olarak görev yapmışlardır, Tanrı olarak değil, bu görevi bugün bizler yapmaktayız.

Tanrının mesajları ve geleceğin elçileri konusunda inkarcı materyalist ideoloji sahipleri ne biliyorlardı acaba? Onlar kendilerini tesadüfün yarattığını sanmaktaydılar! Politik gücün çok büyük bir önem taşıdığının farkındaydılar, bu yüzden insanlığın Tanrı tarafından değil, büyük düşünürlerden oluşmuş bir meclis tarafından yönetilebileceği kanısındaydılar. Oysa gerçek Tanrı (ki böyle bir Tanrı Kutsal Kitaplarınızda tasvir edilmiş değildir) insanlık alemini değil, doğayı ve yıldızları yönlendirmektedir. O, insanlar ve hayvanların yaşamını hedefleyen yasalar değil, semavi yasalar vazetmiştir. Evrim yolunda herkes özgürdür, ama dünyaları yöneten ve büyük düşünürlerden oluşan bir seçkinler topluluğu vardır. Bu topluluk, sözümona bilim adamlarınızın kabul etmeye yanaşmadıkları ve hor görüyle andıkları spiritüel mekanlarda bulunmaktadır. Bu seçkinlerin direktiflerini dinlemek istemeyenler boşuna çırpınıp dururlar, çünkü sorunları herkesi tatmin edecek şekilde çözemezler. Dünyada barışın insanlar tarafından kurulamamasının sebebi budur.

Sözlerimize kulak veriniz, biz küçük azizler geleceğinizin teminatıyız, sevgiyi ve geleceğinizi teminat altına almakla görevlendirilmiş melekleriz. Dünyanın politik manzarası tam anlamıyla kokuşmuş durumda, çünkü temel kaya üzerine oturtulmuş değil, hakikat kayası spiritüel hayattır. Eğer Marks varlığımızın ve faaliyetlerimizin farkında olsaydı, eşsiz ve dahiyane bir esere hayat verecek malzemeye de sahip olacaktı. Tanrı kavramıyla doğa kavramı arasında bir ilişki vardır, doğal olan aynı zamanda ilahidir de, iki ifade arasında hiçbir fark yoktur. Komünistlerin tanrıtanımazlığı, dine ait her tür düşünceyi reddetmekle büyük bir hata yapmıştır, çünkü bu doğal olan herşeyi reddetmek anlamına gelir.

“Tanrı indinde tüm insanlar eşittir.” Bu Kutsal Kitabın ifadesidir, ama tam anlamıyla doğru bir ifade değildir, çünkü insanlar arasında büyük farklar vardır. İyi ve zeki insanlar olabildiği gibi, kötü ve ahmak olanlar da vardır. İkisi aynı kefeye konulamaz, insanlar arasında tam bir eşitlik asla söz konusu olamaz. İnsanlar eşittir diyen bir felsefe ya da bilim yalan söylüyor demektir. Komünizm bir sürü partizana işte bu yalan sayesinde sahip olmuştur. Toplumun alt tabakalarına eşitlik vaat ederek, onlara zenginlerin sahip olduğu mülklerin bir kısmını vereceğini söylemiştir. Ne yazık ki eşitliğin ancak evrimle sağlanabileceğini söylememiştir. Toplumdaki farklılıkları, dünyadaki hiçbir politik görüş silip atamaz. Evrim yasası tüm ırkları eşit bir şekilde sarıp sarmalamaktadır. Az gelişmiş bir toplumun, gelişmiş toplumların sahip olduğu tüm nimetlerden yararlanması gerçekçi değildir. Yoksulların kıskançlığı, tüm dünya için bir tehlike teşkil etmektedir.
Tehlikeli olduğu gerekçesiyle komünizmin tümüyle mahkum edildiğini de gözlemledim. Bu hiç doğru bir şey değil, çünkü komünizmin pozitif yanları da var. Biz küçük azizleri pekala komünist diye nitelendirebilirsiniz, ama sizin komünizminizle bizimki arasında büyük bir fark var, çünkü bizim dünya kardeşliği kavramımız tanrıtanımazlık temeline oturtulmamıştır. Biz şunu çok iyi biliriz ki, bir gezegen üzerindeki yaşam biçimi, bireyin evrim derecesine uygun bir yaşam türüdür. İnsanın bireysel evrimi için bir sınır söz konusu olamaz, olmayacaktır da.

ÖLÜM HAKKINDA

Biraz da ölüm konusuna temas etmek istiyorum, çünkü ölüm dünya hayatınızın heder olup gitmesine yol açmaktadır. Kilise sorumluları görevlerini tamamen ihmal etmişlerdir. İnsan hayatından çok söz edilmekte, ama bu hayatın sadece doğum ve ölümle sınırlanan tek bir bölümü ele alınmaktadır. Bu iki sınırın öncesi ve sonrası, içine nüfuz edilemeyecek kadar koyu karanlık içindedir. Dünya insanı muhakemesini bu iki sınır içinde tuttuğundan, tüm deneyimlerinin bu hayatıyla sınırlı olduğunu, ölümünden sonra bunların hiçbir anlamı kalmayacağını anlayamamaktadır. İşte yanılgı bu noktadadır. Kim olursa olsun, hangi gezegende yaşarsa yaşasın, insanın spiritüel deneyim olarak biriktirdiği şeylerin hiçbirisi ölümle birlikte yok olup gitmez.

Dünya insanı anılarını ve deneyimlerini bir sonraki nesle iletebileceğini sanmaktadır. Kalıtım yasaları bu maksatla formüle edilmiştir, çocuklara büyük önem verilişinin temelinde yatan sebep de budur. Kitaplar, başarılı işler, anıtlar dikerek ölümsüzleşme isteği ve tarihe geçmek isteyen canilerin fiilleri de bu sebepten kaynaklanmaktadır. Sonraki nesillerin hafızasında ölümsüzleşmek hiç de ölümsüzleşmek değildir, bu düpedüz yanılgıdır. Öte alem konusunda bilgi sahibi olmalarına rağmen firavunlar da böyle düşünmüşler, ama orada yaşamaya nasıl devam edileceğini bilememişlerdir. Dahası, önemli gerçeklerin yerine yalan yanlış açıklamalar konulmaya kalkışılmıştır.

Ölümün yanlış bir şekilde yorumlanması, ruhun bedenden yayılan bir ürün diye nitelendirilmesinden kaynaklanmakta, ruhun etkileyici gücünü beynin ürettiği sanılmaktadır. Bu anlayışa göre ölen bir beyin, etkileyici güç üretimini de durdurmaktadır. Zavallı bilim adamları! Televizyon cihazı arıza yaparsa veya tahrip olursa, ortada verici istasyon diye bir şeyin kalmadığını nasıl iddia edebilirsiniz? Yayını yapan alıcı cihazınız değildir, cihazınız yayını belli bir frekans üzerinden alan nesnedir sadece! Demek ki düşüncelerim, kendini düşünce dalgamın frekansına ayarlayabilecek herkes tarafından pekala alınabilir. İnsan öldüğünde alıcı cihaz kırılıp gitmekte, ama şuur ile anılara bir şey olmamaktadır. Şuur ruhun sahip olduğu tüm edinimlerle evrenin sinesinde daha önce nasıl var idiyse, aynı şekilde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Madde ne ruhu meydana getirebilir, ne de ruhsal fonksiyonları ortaya çıkarmayı başarabilir, çünkü ruh maddenin üstündedir, onu kullanandır.

Aslında ölüm çok basit ve sade bir olaydır. Ruhun maddeyle bağlantısı kopmakta, bedene bağlanmadan önceki haliyle kalmaktadır. Bunun anlamı şudur: İnsanın algıları, duyguları ve her türlü şuur faaliyeti devam etmektedir. Ama bu kez iş maddesiz olarak ve özerk bir anlamda cereyan etmektedir. Spiritüel mekanlardaki hayat, dünya hayatına kıyasla daha yüksek seviyelidir. Oralarda düşünce de, algı da daha yoğunlaşmakta, insanın tahayyül ettiği herşey anında gerçekleşmektedir. Gelişmiş bir ruh kuş gibi uçabilmekte, balık gibi yüzebilmekte, kurtçuk gibi toprağın içine girebilmektedir. Çok ağır hareket edebildiği gibi, düşünce hızıyla da yer değiştirebilmektedir.

İnsanların çoğunluğu hayatın adaletsizliğine maruz kaldığına inanmakta, kendileri mahrumiyet içindeyken diğerlerinin şan, şöhret, zenginlik ve sağlık içinde hayatın tadını çıkardığını düşünmektedir. Aslında adaletsizlik diye bir şey yoktur, tek bir hayat yaşamadığına göre, insan bu durumu telafi etme imkanına her zaman sahiptir. Zevkü sefa içinde geçen bir hayat, genellikle o hayatı sürdüren kişinin çok gelişmiş olduğunu göstermez, gelişmiş bir varlık, zengin birini her halükarda geride bırakır.

Dünya insanlarının spiritüel manzarası diğer gezegenlerdeki varlıklarda tiksinti uyandırmaktadır. Sizler anlaşılması zor insanlarsınız, bir şeyler öğretmek için elimizden geleni yapıyoruz, ama sözlerimiz çölde vaaz veriyormuşçasına yoklara karışıp gidiyor. Şeytan dünyanızda dilediği gibi at koşturuyorsa bu yüzden koşturuyor!

NEGATİF BİR MİRAS

Atadan kalan servet çocuklar ve akrabalar arasında bölüşülmektedir. Ama bir de spiritüel miras vardır, o mirasa tüm ulus konabileceği gibi, tüm insanlık da konabilir. Atalarınızın spiritüel miras anlayışı pek korkunçtu. En önemli miras, kanlı savaşlar ve korkunç mücadeleler sırasında edinilmiş tarihi deneyimlerdir. Hiç tanımadığı insanları acımasızca katleden savaşlara komuta etmiş şefler kahraman diye nitelendirilmiş ve ölümsüzleştirilmiştir. Bunlar gençliğe ve insanlık aleminin yeni şeflerine müstesna örnekler olarak tanıtılmıştır. Böyle bir miras evrenin neresinde var? Ben şahsen başka hiçbir yerde böyle bir mirasa tanık olmadım, bu zihniyet sadece dünyanızda var!
Binlerce yıl önce işlediği soykırımla böbürlenen bir insanlıkla karşı karşıyayım! Ne güzel bir spiritüel miras! Bu kan dökücülükle bir ilginiz olmadığını söylemeye kalkmayın sakın, çünkü insanlara karşı işlenmiş bu canavarca suçların failleri sizlersiniz! Dünyanın çehresini siz şekillendirdiniz. Savaşlardaki kahramanlıklarınızı nesiller boyunca yücelttiniz de yücelttiniz, yerküreyi her biri insan kanına bulanmış nice hayatlar boyunca çiğneyip durdunuz. Dünyaya öyle bir yapışmışsınız ki, şu andaki gelişim seviyenizin üzerine bir türlü çıkamıyor, negatif mirası bir türlü reddedemiyorsunuz.

Bize göre normal bir insanın savaşı kabul etmesi olacak şey değildir. Savaşı kabul eden bir insan sağlıklı bir mantığa sahip olmayan, insan hayatına hiç saygı duymayan ve skalanın cehalet basamağında tüneyen bir zavallıdır! Eğer Tanrı insanların sayısını azaltmak isteseydi savaşa, depreme, vebaya ihtiyaç duymazdı, yeryüzünde bedenlenmelerine engel olması yeterdi. Siz Tanrınızı tanımıyorsunuz, savaşmanızın sebebi budur. Savaş düşüncesini ululayan ve gelenek haline getiren bir mirası yüklenmiş durumdasınız. Geleceğinizi görmekteyiz, halihazırdaki zihniyeti devam ettirdiğiniz takdirde geleceğiniz iyiden iyiye kararacaktır.

Siyasi liderleriniz ve din adamlarınız şöyle düşünüyorlar: Tanrı her şeyi affedebildiğine, kendi oğlunu bile diğer insanlar cezadan kurtulsun diye feda edebildiğine göre korkulacak bir şey yok! Ne ahmakça bir düşünce bu? İnsanlarınızın düşünme yetisinin yozlaşmışlığını görebiliyor musunuz? Bir insanın, hem de kutsal ve masum bir insanın, günahlarınızın kefaretini ödemek için çarmıhta can vermesi size mantıklı geliyor mu? Siz günahlar içinde yaşamaya devam edebilesiniz diye, masum biri bedel mi ödeyecek? Böyle saçma bir görüşü paylaşmamız mümkün değildir.

İNADIN EGEMENLİĞİ

İnsanlığın bir türlü anlamak istemediği bir konu da tekrar doğuştur. Tüm evrende geçerli olmasına rağmen tekrar doğuş ciddiye alınmamaktadır. Dünyadaki insanların hemen hemen hepsi burada defalarca bedenlenmiş varlıklardır. Bu, evrendeki daha yüksek düzeyli kürelerde yaşamayı hak etmedikleri için böyledir. Kiliselerin nasıl olup da tekrar doğuş öğretisini saf dışı ettiklerine, görmezden geldiklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Bu yola sapmasalardı, belki de insanlık yaşamın anlamını kavrayabilecekti. Ama dünyada inadın egemenliği hüküm sürmektedir. Nice kanlı savaşın, nice insanın ıstırap çekmesinin sebebi hep bu inattır. Siz inadı gelenek haline getirmiş bir topluluksunuz!

Bilim adamlarınız sırf inat yüzünden spiritüel gerçeklerin karşısına dikilmekte, politikacılarınız inat yüzünden pes etmemektedir. İnat yüzünden önyargılara sarılmakta, nice evlilik bağı inat yüzünden kopmakta ve aileler dağılmaktadır. İsa inat yüzünden çarmıha gönderilmiş, Berlin duvarı inat yüzünden inşa edilmiştir, silahlanmayı dürtükleyen de inattır. Ama ne filozoflarınız, ne bilim adamlarınız, ne yargıçlarınız, ne de politikacılarınız inat konusunda bir açıklama yapmıştır, hatta inat konusunda düşünmek akıllarına bile gelmemiştir. Dünya insanı öte alemdeki mekanlarda bile inadını sürdürmekte, yüce ışığa yönelmekte zorlandığı için yine dünya planına dönmeye mecbur kalmaktadır. Bana inanmayanlar çocuklara baksınlar. Onlar bile eski yaşamlarında edindikleri inadı bu yaşama taşımakta, istedikleri yerine getirilmediği zaman dikleşmekte, kendilerini yere atıp tepinmeye ve ağlamaya başlamaktadır.

Biz inatçı bir uygarlık değiliz. Sizi yeni bir inancı kabule zorlamayışımızın sebebi de budur. Biz aklınızı ve mantığınızı harekete geçirmeyi yeğliyoruz. Uykudan uyanmanız şart, beyninizin kullanmadığınız o ikinci bölümünü de faaliyete geçirmeniz gerekir. Orada aksayan ve düşünme yeteneğinizi baskı altında tutan bir şeyler var. İnadı bırakınız!


GEÇMİŞİN PEYGAMBERLERİ

Geçmişin peygamberlerine bu kadar inanmanıza rağmen, kilisenin yeni peygamberlere karşı aynı inancı beslememesi şaşılacak bir şey! Bilim ve teknik ilerlemiştir, ama vasat bir insanın düşünme kapasitesi normalde ulaşması gereken seviyenin altındadır. Sonuç olarak peygamber de sizin gibi bir insandır, ama başka planlara mensup zekalarla spiritüel ilişki kurabilme yeteneğine sahiptir. Fakat söz konusu zekalar her zaman üstün bilgilere sahip olmayabilirler, hatta bazıları yaşayan insanlardan daha fazla şey bilmeyen ölmüş insanların ruhlarıdır. Bu geri seviyeli ruhlar, kendilerini tanrı olarak tanıtabilirler. Nitekim şeytan, koltuğunda Kutsal Kitap olduğu halde tezahür etmiştir
!
Geçmişteki peygamberleriniz tecrübeye de, bilimsel anlamdaki bilgiye de sahip olmayan cahil insanlardı. Öte aleme mensup varlıkların onlara X’i U diye yutturması işten bile değildi. Ne diğer yıldızlardaki hayatlardan, ne de spiritüel alemlerden haberleri vardı. Tanrıyı bulutların üzerinde süzülen üstün bir insan olarak tasavvur ediyorlardı. Dünyanıza bir misyonla gelen atalarımız, bu peygamberlere başka yıldızlardan geldiklerini bir türlü anlatamamışlardır. İçinde görkemli kıyafetlere bürünmüş atalarımızın bulunduğu uzay gemileriyle yüz yüze geldiklerinde büyük bir korkuya kapılmışlardı! Tanrı muamelesi görmek, görevlerini kolaylaştırdığı için atalarımızın işine gelmişti, tersini söyleseler bile bir yararı olmayacak, tanrılık payesinden kurtulamayacaklardı.

Bu tür faaliyetlerin hepsi bizim tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. İlya’nın göğe alınması, Hezekiel’in vizyonları, İsa’nın göğe çıkışı bu tür fenomenlerdir. Dinleriniz, bu konudaki bilgisizlikleri yüzünden yalan yanlış inançların vücut bulmasına sebep olmuşlardır. Fatima olayı da bizim meydana getirdiğimiz olaylardan biriydi. Geçmişin peygamberleri, bugün fabrikalarda çalınan sirenlerin sesini duymuş olsalardı, son saatin gelip çattığını ve meleğin suru üflediğini sanırlardı! Nitekim uzay gemimiz dikkatlerini çekmek için siren çaldığında, Sina Dağı sakinleri dehşete düşmüştü! Peygamber olarak ölümsüzleştirdiğiniz zavallı Yunus, sadece denizlerin üzerinde dolaşan uzay gemisinin yolcularından biriydi!
Tanrı vardır, ama hayal ettiğiniz şekilde değildir. Tanrı sizin ayağınıza gelmez, ama elçilerini gönderir, işte biz o elçileriz, geleceğinizi şekillendirmekle görevli elçiler. Ama gelecek, savaşan insanlar, dinler ve uluslar olduğu sürece şekillendirilemez. Bilim bu alanda itibar kaybına uğradığını kabullenme cesaretini göstermelidir, çünkü dünya üzerindeki hayattan tamamen bilim sorumludur. (Sayfa: 77-113)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

ASHTAR SHERAN

Kutsal Kitap meleklerin tezahür edişlerini (aparisyon) dile getirmektedir. Melek spiritüel bir varlıktır ve spiritüel alemde yaşayan insanların tabi olduğu yasalara tabidir. Meleğin tezahür ediş tarzı, öte alemde yaşayan bir ruh varlığının tezahür ediş tarzının aynıdır. Bazı Kutsal Kitap uzmanları, tam anlamıyla materyalize olabilen, yani ete kemiğe bürünebilecek kadar kendilerini değişime uğratabilen meleklerden söz etmektedir. Oysa uzmanlar bu konuda yanılmaktadır, melek her zaman melek olarak kalır, fizik bir bedenle tezahür edemez. İnsan ruhuyla melek arasındaki fark da budur zaten. Melek, durugörü yeteneğine sahip bir medyuma pekala görünebilir. Gerçi fizik bedene bürünemez, ama yaşayan bir insanın ektoplazmasını kullanmak suretiyle kendini insan suretinde tezahür ettirebilir. Bu durumda melek kendine ektoplazmik maddeyi sağlayan medyuma bağlı kalmaktadır.

Ama spiritüel alemde yüce ruh varlıkları da vardır. Melek diye adlandırılabilecek niteliğe sahip büyük inisiyatörlerdir bunlar. Kanatlar, kuşta olduğu gibi melek bedeninin ayrılmaz parçaları değildir, sembolik şeylerdir, istek üzerine astral maddeyi düşünce yoluyla şekillendirmek suretiyle oluşturulmaktadır. Melek kanatlı görünüme çok özel şartlarda bürünür, özellikle de Tanrı elçisi olduğunu göstermek istediği zaman. Omuzladığı görev, meleğin kendinden daha önemlidir, bizim omuzladığımız görev de bizden önemlidir. Şunu bilmelisiniz ki, Kutsal Kitabınızda bir melek tarafından meydana getirilmiş hiçbir tezahür olayı yer almamaktadır. Meryem Ana’nın müjdeci meleği bile şekle bürünmemiş, mesajını ona telepati yoluyla, yani gönül kulağına fısıldamak suretiyle iletmiştir.

Diğer melek tezahürlerinin hepsi bizim meydana getirdiğimiz fenomenlerdir. Az önce sözünü ettiğim astral madde gerçi sizinki kadar yoğun değildir, ama onu kullanarak yine de materyalize olabiliriz. Materyalize olmak için bir medyumun ya da herhangi bir dünyalının ektoplazmasına ihtiyaç duymayız. Tevrattaki Sodom ve Gomore olayında, Lut’u uyarmak için iki melek zuhur etmişti, o uzun saçlı melekler küçük azizlerdi, yani bizlerdik. İncilde İsa’nın mezarı başında beklediği belirtilen uzun saçlı, beyaz giysili melekler de bizlerdik. İsa’nın göğe alınışını hayret dolu bakışlarla izleyen seyircilerin arasındaki beyaz giysili insanlar da bizlerden başkası değildi. İlya uzay gemilerimizden birine bindirilmiştir, İsa da uzay gemisine alınmıştır. Kutsal Kitaptaki uçan daireler bulut diye tasvir edilmiştir, orada ayrıca ufo diye adlandırdığınız küçük gemilerden de söz edilmiştir.

O zamanlar dünyalılarla ilgilenen atalarımız, hedeflerine kısmen ulaşabilmişlerdir. Gerçi İsa onlardan himaye görmüştü, ama o da hedefine ulaşamamıştı. Teknolojinizin kaydettiği gelişme bizi umutlandırıyor, sizi spiritüel etki altına almaya çalışmamızın sebebi de bu umuttur. Ama karşımıza son derece güçlü bir düşman dikilmektedir. İktidar çılgınlığı! Bu çılgınlık bazen tüm insanlığı mahvedecek ölçülere varmaktadır, ama biz böyle bir şeye asla izin vermeyeceğiz. Şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.

Soru- Küçük azizler, yani sizler dünyada cereyan eden tüm olaylardan haberdar mısınız?

Ashtar- Dünyanız dört bin yıldan fazla bir süredir ilahi denetim altındadır, bu denetim küçük azizler kanalıyla yürütülmektedir. Gemilerimiz keşif ve istihbarat imkanlarıyla donatılmıştır. Araçlarımızda dünya liderlerinin tüm görüşlerini kayda alabilecek cihazlar var. Söylediklerim size inanılmaz gelebilir, ama unutmayın ki sizden fersah fersah ilerdeyiz. Uzaktan kumandalı araçlarımızda insan bulunmaz, takip edildiklerinde süratle uzaklaşırlar. Hızları sadece sizin değil, bizim bile tahammül edemeyeceğimiz kadar yüksektir, hiç yanılmaksızın ana gemiyi otomatik olarak bulabilirler.

Pilotlu araçların hızı daha düşüktür, yine de etten ve kemikten yapılmış bir bedenin dayanamayacağı kadar yüksek hızlara ulaşabilirler. Bu hızda biz demateryalize olma yoluna gideriz, böylece yolun tamamını ışık hızını da aşan bir hızla kat etmiş oluruz. Bunları kavramanız elbette çok zordur, bilim adamlarınız ışık hızını aşan bir hızı hala kabul etmiyorlar. Deneylerimiz düşünce hızına bile ulaşabileceğimizi göstermiştir. Düşünce bir saniye içinde güneş sisteminizi bir uçtan öbür uca kat edebilir. Düşünce hızında demateryalize olduğumuzda şuur fonksiyonlarımızda bir kayıp olmaz.

Soru- Binlerce yıldır dünya insanından istediğiniz sonucu alamadığınızı söylediniz, bundan sonrası için umutlu musunuz?

Ashtar- Evet, yoksa bu konuyu çoktan rafa kaldırırdık. Geçmişte, evrende başka alemlerin de var olduğunu kafanıza çok zor sokabilmiştik. Ama kilise bu bilginin karşısına işkence tehditlerini dikti. Bugün dünya insanlığı varlığımızı kavrayacak bir noktaya gelmiştir. Bilim adamlarınız başka gezegenlerde de hayat olabileceği düşüncesini artık reddetmiyorlar. Evrende birçok insanlık alemleri vardır, ama birçoğu sizden çok uzaktadır. Bizimle irtibat kurmuş pek çok medyum tımarhanelere kapatılmış, birçoğu da aynı akıbete uğramamak için susmayı tercih etmiştir. Ama parapsikoloji her geçen gün biraz daha fazla saygınlık kazanmaktadır.

Soru- Anlattıklarınızdan dünyada durumun hiç de iç açıcı olmadığını anlıyoruz, bunun sebebi nedir?
Ashtar- Aranızda kendini dindar sanan, ama bağnaz ahmaklardan başka bir şey olmayan nice insan var. Ahmak sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü bağnazlık insanı daima taraf tutmaya sevk eder. Dünyanızda bir sürü mezhep var, bunların hepsi bağnazdır. Bağnazlık insanı spiritüel anlamda kör eder, bu körlük politikacılarda olduğu kadar askerlerde de var. Özel şekilde yoğrulup şekillendirilen sade bir nefer bile, sonunda bağnazlaşmakta ve spiritüel anlamda körleşmektedir.

Çok eskiden beri sizi gözetliyor ve ne yaptığınızı biliyoruz. Şimdi bana eski çağlardaki insanların sizler olmadığını söyleyebilirsiniz, bu bile ne kadar cahil olduğunuzun kanıtıdır, çünkü eski çağlardaki o insanlar sizlerdiniz! Sina Dağı çevresinde konaklamış olanlar sizlerdiniz, İsa’yı yuhalayanlar da, Meksika’da güneşe tapanlar da, sık ağaçlı ormanlarda hemcinslerini yiyenler de sizlerdiniz! Bugün bile hemcinslerinize saldırmaktan, onları soymaktan ve Tanrıyla alay etmekten başka ne yapıyorsunuz ki?

Soru- Dünyalılar bir gün araçlarınıza mutlaka ateş açacaktır, o zaman ne yapacaksınız?

Ashtar- İsabet kaydetmeniz mümkün değil, uzay gemilerimiz özel bir enerji alanıyla çevrilidir, bu alanı hiçbir silahınız delemez. Bu koruma kalkanı yüksek hızlara ulaştığımızda da işimize yaramakta ve bizi meteorların darbesinden korumaktadır. Biz kesinlikle sizden üstünüz, üstünlüğümüzü kanıtlamak için kanınızı akıtmamız gerekmez herhalde?

Soru- Binlerce yıldır bizi gözetleyenler sadece sizler miydiniz?

Ashtar- Şu anda sadece bizleriz. Ama iki, üç, hatta dört bin yıl önce başka uzaylılar da dünyanızı ziyaret ettiler. Metharia gezegeninden keşif amacıyla bazı insanlar geldiler, başka uygarlıklardan da gelenler oldu. Dünyanız incelenmeye ve denetlenmeye değer bir gezegendir.

Soru- Fatima Olayını sizin gerçekleştirdiğinizi söylediniz, bize bu konuda daha detaylı bilgi verebilir misiniz?
Ashtar- Fatima Olayı birçok kez gerçekleştirilmiş, ama bunların hepsine insan yığınları tanık olmamıştır. Katolik kilisesi bu olayı bir Meryem Ana mucizesi olarak sunmayı kendi çıkarlarına uygun buldu, çünkü kiliselerin bu tür delillere ihtiyacı var. Söz konusu Fatima Olayını tam 70 bin kişi izlemiştir. Olay bir mucize olmakla birlikte, Meryem Anayla hiçbir ilgisi yoktu, aslında olaya Meryem Ananın ya da başka bir varlığın iştirak etmesinin önemi de yoktu. Uzay gemisinin davranış biçimi, Hıristiyan inancına olan bağlılığı muhakkak ki güçlendirmiştir. Olayın güneşle de bir ilgisi yoktu, insanlara bir mesaj verilmek istenmişti, işte hepsi bu. Bugün sizlere vermiş olduğumuz mesajlar, Fatima Olayında verilenlerden daha önemsiz değildir.

Söz konusu olayların ilki 1916 baharında, üç küçük çobanın fırtınadan korunmak için bir kaya kovuğuna sığınmasıyla başladı. Çok güçlü esen rüzgar çocukların gözlerini gökyüzüne dikmesine sebep oldu, ama rüzgar hava durumuyla ilgili değildi, uzay gemimiz yeryüzüne yaklaşırken çok güçlü bir girdap yaratmıştı. Çocuklar gökte, olağanüstü güzellikte on beş yaşlarında bir delikanlı görmüşlerdi. Tezahür eden bu varlık çocuklara, “korkacak bir şey yok, ben barış meleğiyim” demişti.

70 bin kişinin izlediği asıl Fatima olayı 13 Ocak 1917 tarihinde meydana geldi. Ona değinmeden önce, benzeri diğer olayları da kısaca anlatalım. 13 Mayıs 1917 gününde aynı çocuklar bu sefer eşsiz bir güzelliğe sahip 18 yaşlarında bir kadın görmüşlerdi. Kadının Meryem Anaya benzer bir yanı yoktu, çünkü kadın silüeti bizlerden birine aitti. 13 Haziran 1917’de çocuklar bu güzel silüeti bir kez daha gördüler. Bu olaya tanık olanlar, tezahür fenomeni cereyan ettiği sırada, çocukları beyaz bir bulutun sarıp sarmaladığını fark ettiler. Ayrıca güneş ışığında ve ısısında muazzam bir düşüş gözlemlediler. Bu belirtiler daha sonraki tezahür olaylarında da tekrarlanmış, olay sona erince ortadan kaybolmuştu. Bunların hepsi sıradan materyalizasyon ve demateryalizasyon fenomenleriydi.

25-26 Ocak 1938 gecesi, gökyüzünün büyük bir bölümü güçlü bir ışıkla aydınlanıverdi. Böyle bir olayın tezahür edeceği önceden bildirilmişti. Birinci Dünya Savaşının çıkacağını haber veren 1917’deki Fatima Olayından sonra, 1938 yılındaki bu tezahür sanki İkinci Dünya Savaşının çıkacağını haber veren bir sinyal gibiydi.

Şimdi gelelim asıl Fatima Olayına: Dünyada büyük yankılar uyandıran olay 13 Ocak 1917 günü meydana geldi ve 70 bin kişi tarafından izlendi. Bu büyük kalabalık, o gün hac maksadıyla Cova da Iria’ya doğru yol almaktaydı. Hava yağmurluydu ve bastıkları toprak balçık gibiydi. Saygın bazı gazeteler olay yerine en seçkin muhabirlerini göndermişlerdi. Tam saat 12’de devasa kalabalık benzeri görülmemiş bir manzarayla yüz yüze geldi. Aniden bulutların arasından sıyrılan güneş parlamaya başlamıştı, yağmur bir anda kesilmiş, yoğun bulutlar dağılıvermişti. Güneş zenit noktasında gümüşi bir disk gibi parlıyordu, oysa kalabalığın gördüğü güneş değil, bulutların arasında seyreden bir uzay gemisiydi. Sonra bu güneş kendi ekseni etrafında akıl almaz bir hızla dönmeye başladı, gökkuşağının tüm renklerini birer birer sergiliyor, etrafa ışık demetleri saçıyordu. Yeryüzü ve gökyüzü, kayalar ve insanlar sırayla kırmızı, sarı, yeşil, mavi ve mor renklere bürünmekteydi. Sonra güneş bir an olduğu yerde asılı kaldı, ardından ekseni etrafında tekrar dönmeye başladı, ama bu sefer ilkinden daha harika renklere bürünmüştü. Sonra durup yine havada asılı kaldı ve üçüncü kez hayal edilemeyecek kadar güzel şenlik fişekleri saçmaya başladı. Biraz sonra da adeta gökten düşercesine zikziklar çizerek hızla dünyaya yaklaşmaya başladı. O sırada insan kalabalığından korkunç çığlıklar yükseldi!
İşte Fatima Olayı böyle cereyan etti. Şimdi mucizelerin nasıl cereyan ettiğini artık biliyorsunuz. Buna rağmen tüm yetkili kurumlarınız suskunluk içinde, kiliseleriniz kayıtsız, politikacılarınız yalan dolanla işi geçiştirmeye çalışıyor, bilim adamlarınız bilgiç bir edayla başlarını sallayıp inkara sığınıyor. Bu tavır bile dünya insanının kabalığını ve cehaletini ortaya koyan bir tutumdur. Gerçekten neden korkuyorsunuz? Kapınızı gerçeğe açma becerisini niçin gösteremiyorsunuz? Tanrının bu davranışınızı ebediyen hoş göreceğini sanmayınız.

Soru- İsa’yı bir uzay gemisine aldığınızı söylediniz, ölümüyle dirilişi arasındaki süre zarfında neler olduğunu çok merak ediyoruz, bu süreçte neler cereyan etti?

Ashtar- İsa’nın cesedi şüphesiz bir işe yaramazdı, bu anlamda bir diriliş anlamsız bir şey olurdu. Ama o çağda, insanların Tanrıya imanlarını pekiştirmek için cesedin göğe alınması büyük bir önem taşıyordu. İsa beden olarak ölmüştü, ama astral bedeni şüphesiz ölemezdi, zaten astral bedeni şu anda bile dünyanızda faal haldedir. İsa dediğiniz varlık, istediği şekilde materyalize olacak yetenekte bir astral bedene sahipti.

İsa’nın cesedi yukarı çekildikten sonra tamamen demateryalize edildi, astral bedeni ise materyalize olup görünür hale geldi, yani yeni bir fizik bedene büründü. Sonra bu yeni beden bir uzay gemisine alınıp dünyada başka bir yere bırakıldı. Tanınabilmesi için materyalizasyon sırasında kendine ait özel izler muhafaza edildi. (El ve ayaklarındaki çivi izleri)

Soru- İsa’ya Gerçeğin ne olduğu sorulmuştu. Bu soruya bugüne kadar doyurucu bir cevap verilemedi. Gerçeğin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ashtar- Gerçek İlahi Yasa demektir. Gerçek mantık demektir, şüphe götürmez olan demektir. Gerçek mutlak ve değişmez olan demektir, ebediyetler boyunca geçerli olan demektir.

Soru- Dünyamız gelişmiş bir gezegen midir?

Ashtar- Gerçi dünyanız skalanın son basamağında yer almıyor, ama az gelişmişler arasında sayılıyor. Sık sık yaptığınız savaşlar bunun kanıtıdır. Dünya gibi hayli gelişmiş bir gezegenin, spiritüel açıdan bu kadar geri seviyeli zeki bir beyaz ırkı barındırması anlaşılır şey değil. Gerçi teknik açıdan bir hayli ilerdesiniz, ama spiritüel bakımdan henüz çok gerisiniz! Beyninizin diğer yarısını kullandığınız zaman, telepati gibi sıradışı okült yeteneklere sahip olacak ve spiritüel yeteneklerinizi eni konu geliştirebileceksiniz. Beynin tamamını kullanmanın çarpıcı bir örneğini İsa sergilemiştir, onu Tanrıoğlu yapan da bu yeteneğidir. İnsanlığın hedefi, mümkün olan en yüksek spiritüel ve moral seviyeye ulaşmaktır, ama mükemmelliğe değil, çünkü mükemmellik sonsuza kadar peşinden koşulacak bir hedeftir. Mükemmel olan sadece Evrensel Ruhtur.

Soru- Son zamanlarda Amerikalılar Ay’a bir sonda cihazı gönderdiler, aldıkları toprak örnekleri Ay’ın nemden yoksun olmadığını gösteriyor. Aldıkları taş parçaları ise hiçbir iz bırakmadan kayboldu, bunu açıklar mısınız?
Ashtar- Sözünü ettiğiniz taşlar sabun köpüğü kadar dayanıksız yapılardır, kepçeyle sıkıştırılıp alınırken patlayıvermişlerdir. Ay nemden tamamen yoksun değildir, bazı su yataklarının yanı sıra, amonyak gibi kimyasal ürünlere de sahiptir. Atmosferi ise insanın teneffüs etmesine elverişli değildir, çünkü son derece incedir. Ay’ın temel maddesi lavdır. Ay’a ulaşmak keşif açısından bir değer taşıyabilir, ama ekonomik açıdan değersizdir. Size göre Ay’a hakim olan Dünya’ya da hakim olacaktır. Lazer gelecekte çok büyük bir önem kazanacaktır. Ay’a süper silahlar yerleştirmenize engel olacağız.

YEDİ EMİR

1- Başlangıçta Mekansız Kudret ve Aşkın Zeka vardı. Bu Kudreti ve Zekayı rastgele bir meselle anlaşılabilir hale getirmeye gücün yetmez, bu konuda hiçbir düşünce öne süremezsin. Bu Zekayı, kendi zekan ve duyguların vasıtasıyla Yaradan’ın olarak kabullenmeye bak.

2- Doğa yasalarına zıt düşecek şekilde yaşama ve hareket etme hakkına sahip değilsin. Böyle davrandığın takdirde sadece astral bedenine ve kendine değil, soyundan gelecek olanlara da zarar verirsin. Hal böyle olunca artık onlara kimse yardım edemez.

3- Yarım yamalak düşünme yeteneğinle Yaradan’ını hafife almaya kalkma sakın. Kelamı (İlahi Ruh) eleştirme, çünkü o sonsuz tecrübesi ve sınır tanımaz kudreti nedeniyle şaşmaz ve yanılmazdır
.
4- Düşüncenin Tanrı tarafından bahşedilmiş en büyük güç ve en yüce miras olduğunu bilerek hem zihnen, hem de fiilen bıkıp usanmadan çalış. Düşüncenin etkisi bu dünyada da, öte alemde de sonsuz ve sınırsızdır. Yaradan’ın yorulmak bilmez mesaisine ve yaratılışa alın teri dökerek Tanrı rızası için hizmet eden hemcinslerine saygı duy.

5- Fakirle zengin arasında olduğu gibi gençle ihtiyar arasında da, rengi farklı insanlar arasında da ayırım yapma. Anan da, baban da Yaradan Tanrıya inandıklarına göre onların öğütlerini dinle. Bu imandan mahrum olduğunda belki yine zengin olabilirsin, ama ne mutlu olabilirsin, ne de tatmin ve huzur duyabilirsin.

6- Tanrı senden, kürenizde kudretinin nişanesi olarak devam eden hayata saygı duymanı istiyor. Hemcinslerinden birinin hayatına sahip çıkmaya hakkın yoktur. Negatif varlıklarla ve hayatın tahripkar tohumlarıyla mücadele et. Hiçbir hayvanı zevk için öldürme, ancak canını korumak zorunda kaldığın zaman öldür
.
7- Hiçbir hemcinsinin bedenine, canına, şanına ve alınteriyle kazandığı malına zarar verme, evrimine ve özgürlüğüne engel olma. Ona her zaman her yerde teşekkür beklemeden yardım et. Gerçeğin yer etmesi için hayatını, sağlığını ve spiritüel gelişimini kolaylaştıran kurumların korunması için elinden geleni yap.

YEDİ GEREKLİLİK

1- Yardıma muhtaç bir varlığın, kendisi veya eşya hakkında daha üstün bir bilgiye ulaşmasına yardım ederken, seni yöneten duygu zevk değil fedakarlık olsun
.
2- Karına, İlahi Muradın meyvesini taşıma sorumluluğunu yüklenmiş bir varlık olduğu için saygı duy
.
3- Dünyanın hazinelerine tek başına sahip olmaya çalışma, çünkü onlar tüm yaratılmışlar içindir ve en başta da tüm insanlar içindir.

4- Ne hemcinsini kıskan, ne bir halkı veya ırkı, ne de herhangi bir ülkeyi.

5- Kendini herkesten güçlü de sansan, tecavüze uğramış da olsan, asla kaba kuvvete başvurma, çünkü bu maksatla harekete geçirilmiş kaba kuvvet, sadece hasmını değil, seni de telef edecek türden uğursuz güçlerin sahneye çıkmasına yol açar.

6- Zorlukla karşılaştığın zaman Tanrına başvur, mahvolmanı isteyen danışmanlarının veya düşmanlarının görüşlerine uyma.
7- Duyularına sakın güvenme, çünkü son kararı verecek güç ve yeteneğe ancak ruhsal varlığın sahiptir. Bu yolda sana yardım edecek olan sadece Tanrıdır, başkası değil.
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

Tanrı İnancını Öldür; Özgürleş..

Tanrı, kader, alınyazısı; bunlar sahte sözcüklerdir, zırvalıktır, bundan daha çok bir şey değildir. Onları tamamen bırak, çünkü onları bırakmak eylemlerin için seni tamamıyla sorumlu kılacak, seni bir birey yapacaktır. Ve sen sorumluluğu kendin almadığın sürece asla güçlü olmayacaksın, asla bağımsız olmayacaksın, özgürlüğü hiç tatmayacaksın.

Özgürlüğe sahip olabilirsin. Ancak bunun bedeli, sorumluluğu bütünüyle kabul etmektir.

Ben öylesine engin bir özgürlük hissettim ki, sana baktığımda üzülüyorum. Sen de aynı fırsata, özgür birey olmanın içinde çiçek açma potansiyeline sahipsin ama sen köle kalmaya devam ediyorsun. Ve senin bunu başarabilme yöntemin asla sorumlu olmamaktır.

Sorumlu olmamanın seni özgürleştirdiğini mi düşünüyorsun? Eylemlerinden, düşüncelerinden, varlığından sorumlu hissetmemenin seni bunların sonuçlarından özgürleştirdiğini mi düşünüyorsun? Hayır, kesinlikle hayır. O seni köleleştirir; o seni insandan daha düşük bir şey yapar. O senden tüm ihtişamını alır. Dik duramazsın; kamburlaşırsın. Zekân gelişemez çünkü sen meydan okumayı kabul etmedin. Sen kaderi, Tanrı’yı, alınyazısını bekliyorsun. “Doğru zaman —Tanrı’nın istediği doğru zaman— geldiğinde ben de son derece mutlu olacağım” diye düşünüyorsun.

Senin mutluluğuna karar verecek bir Tanrı yok.Varoluşta yalnızsın. Yalnız gelirsin, yalnız ölürsün. Doğumla ölüm arasındayken, elbette kendini sanki birisi —karın, baban, annen, kocan, arkadaşın— seninleymiş gibi kandırabilirsin ancak bu sadece “mış” gibi yapmaktır. Tek başına gelirsin, tek başına gidersin; doğumla ölüm arasında tek başınasın.

Ve ben senin bir erkeği ya da bir kadını sevemeyeceğini söylemiyorum. Aslında sorumluluğunu omuzlarına almış iki bağımsız, özgür insan buluştuğunda, bunda muazzam bir güzellik vardır. Hiç kimse diğerine yük olmaz. Hiç kimse diğerine bir şeyleri yığmaz. Sen bir şeyleri yığma fikrini tamamen bırakmış haldesin. Bir arada olabilirsiniz ama tek başınalığınız dokunulmaz, saf, bakire, kristal gibi temiz kalır. Asla birbirinizin alanlarına girmezsiniz. Sırf ayrı olduğunuz için birbirinizden keyif alabilirsiniz.

Ayrı kaldıkça —tek başına olduğun daha net bir biçimde anlaşılır, o da tek başınadır— iki tek başınalığın, iki kutbun, iki bireyin muhteşem buluşmasının olasılığı daha da büyük olur.

Alınyazısı, kader, kısmet, Tanrı gibi sözcükleri unut. Ve astrologlar, zihin okuyanlar, el falına bakanlar, geleceği tahmin edenler tarafından kandırılmana izin verme. Şayet sen yaratmazsan gelecek yoktur! Ve yarın olacak her şey senin kendi yaratımın olacaktır. Ve o bugün, şimdi yapılmak zorundadır çünkü bugünün içinden, bugünün rahminden yarın doğacaktır.

Sorumluluğu tamamen üzerine al; benim sana mesajım budur. Bu yüzden ben her zaman zihnindeki Tanrı’yı yok etmeye çalışıyorum. Ona karşı herhangi bir şeyim yok. Nasıl ona karşı bir şeyim olabilir? O yok ki! Benim var olmayan bir şey için zamanımı heba edeceğimi mi düşünüyorsun? Hayır, ben senin koşullanmalarınla savaşıyorum; onlar vardır. Tanrı yoktur ama senin içinde bir Tanrı fikri vardır ve ben bu fikirle onu bırakmanı, temiz olmanı ve hayatın için tüm sorumluğu almanı söyleyerek savaşıyorum.

Benim deneyimim budur: Kendimin sorumluluğunu tamamıyla aldığımda, özgürlüğün tüm kapılarını bana açılmış olarak buldum. Onlar birlikte hareket eder.

Osho

Hiç doğmadı, hiç ölmedi. Sadece dünya denen bu gezegeni 1931-1990 yılları arasında ziyaret etti.
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

Altın Çağ Misyonu (Dostlar Planı)

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Bir ismin benim için değeri yoktur, bu konuda ısrar etmeyin! İlerde benim realitem sizin bugünkü anlayışınızdan farklı olacağı için beni bir isimle çağırmanız bir takım sakıncalar doğurabilir.” (Sayfa: 8 )

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Bizim durumumuz dünya diliyle ifade edilemeyecek kadar aşkın bir durumdur. Bu yüzden medyumun sarsıntılarını doğal karşılamanız gerekir.” (Sayfa: 8 )

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Bazı sorularınıza yanıt veremeyeceğim. Nedeni ise şudur: Kendi bilgi ve çalışmalarınızla halledebileceğiniz soruları bize sormamalısınız. Şunu da unutmayın ki, bizler açtığınız zaman bilgi veren bir kitap değiliz! Kapasitenizin üstünde bir soru sorduğunuz zaman istediğiniz bilgiyi doğrudan vermek yerine, o bilgiyi size kazandıracak kapıları açmanız için gerekli anahtarları vereceğiz. Bu yüzden kapasitenizin üstündeki soruların yanıtlarını bizden beklemeyin, bunu dostane ve içten bir uyarı olarak kabul edin.” (Sayfa: 8-9)

DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “İlerde benden, benim planımdan veya benim üstümdeki planlardan bilgiler almanız olasıdır. Bu bilgileri belki de yepyeni, şimdiye kadar hiç kullanmadığınız, uygulamadığınız usullerle anlayabileceksiniz. Burada o günler özlemle bekleniyor, yeter ki o günlere layık olun!” (Sayfa: 9)

DOSTLAR PLANI (Celse 2. 8. 1957) : “Elbette haberiniz yok, ama sizi yakından izleyen planlar var, her zamankinden daha fazla izleniyorsunuz. Şu anda fırtınadan önceki sessizliği yaşıyorsunuz, bir hamle yaparak ataletten sıyrılmanız isteniyor. İşte onu bir yapabilseniz, ah bir yapabilseniz! Elinizin altındaki bilgi hazinesinin kapılarını bir açabilseniz, hayal gücünüzün bile üstünde nur ve ışık ummanlarına kavuşacaksınız. Bunları söylemenin zamanı gelmiş de geçmiştir bile! Artık uyanmanızı bekliyoruz. Ah siz dünyalılar büyük olanaklarınızı kullanmayı bir öğrenebilseniz! O olanakların sizi geçmişte yaşamış insanlara oranla ne kadar yücelere, aklınızın ve hayalinizin alamayacağı kadar yüksek ideallere kavuşturacağını bir bilseniz! Biz bu olanakları kullanamadığınız için esef duyuyoruz. Realite değişiklikleri yaşayacağınız bu dönüm noktasında gayet dikkatli ve uyanık olunuz, aksi takdirde sizi nurlandıracak o kaynak aniden kuruyuverir!” (Sayfa: 9-10)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 8. 1957) : “Dostlarım, yüksek titreşimlere uyum sağladığınız zaman dünya yaşamının sizin için giderek kolaylaştığını göreceksiniz. Dünyanın zorlukları ve uğraşıları yüksek gerçeklere ulaşmanıza engel olmamalı, engel olması için bir neden de yok. Söylediklerimi iyice düşünüp verilen mesajları dikkatle okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sizde bir hamle özlemi ve kudreti olmasaydı planım ve ben sizlerle temas kurmak üzere görevlendirilmezdik. Üst Plan yeteneklerinizi dakik olarak tartabilecek kudrettedir, biz buraya boşuna gelmedik! Hali hazırdaki yeteneklerinizi iyi kullanmanız ve geliştirmeniz gerekir. Çalışmalarınıza yeni bir yön vererek insanlığa bilgi saçan bir odak olmalısınız!” (Sayfa: 11)

DOSTLAR PLANI (Celse 1. 4. 1958) : “Görüyorum ki arkadaşlar sürekli bilgi almak isteğindeler. Bu istek gayet doğal ve iyi bir şey, fakat bilgi ne üste giyilip sonradan çıkarılan bir elbise, ne de hiç çıkarmamak üzere takılan bir mücevherdir. Her iki yol da insanı çıkmaza götürür. Bilgi bir bütündür. Bilginin özüne nüfuz edemediğiniz için onu parçalara ayırıyor, sonra da parçaları birbirinden ayrıymış gibi yorumluyorsunuz. Bilgi nedir? Bilgi, bulunduğunuz maddi plandaki olayları kudretiniz oranında incelemek, ruhsal açıdan değerlendirmek, kendinizin ve başkalarının evrimi için bir basamak olarak kullanmaktır. Onlara bir ideal gibi bağlanmamalısınız. Gerçek bilgi olaylardan kaçmak, deneyimlerden sıyrılmak değildir, körü körüne bağlanılan idealler hiç değildir! Eğer aranızda olaylardan kaçıp kurtulmayı, nefse hizmet eden pasif bir yaşam sürmeyi mutluluk sanan gafiller varsa onları uyarmalı, yanlış yolda olduklarını söylemelisiniz. Öte yandan maddeyi kendine ideal edinen, ufkunda maddi mabuttan başka şey bulunmayanlar korkunç bir uçurumun kenarında olduklarını unutmamalıdırlar. Evet biliyorum, yaşam sizin için çok çetin ve dayanılması ağır bir yük. Çoğu kere isyan ediyor, hakkınız olan huzur ve mutluluğa ne zaman kavuşacağınız konusunda kuşkuya düşüyorsunuz, çünkü insansınız! Yaşamınızdaki güçlükleri yenmenin yolu bilginizi artırmaktır. Özellikle dışardan gelen bilgileri kişisel süzgecinizden geçirerek kendinize mal etmelisiniz. Bunu da içinizden gelen parıltıyla sağlayabilirsiniz. Vicdanınızın sesini, yaşadığınız dünyanın en büyük realitesi olarak kabul etmelisiniz. Bunu yaptığınızda en büyük bilgiyi elde etmiş olursunuz.” (Sayfa: 17-18)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Bilgi, insanı bir realiteden diğerine geçiren araçtır. Henüz dünya realitesinde olan sizler için en yüksek bilgi, sizi bu realiteden bir kademe öteye taşıyacak olan bilgidir. Cehaletiniz yüzünden kaderin ağlarıyla maddi dünyaya sımsıkı bağlanmış durumdasınız, bu bağlardan kurtulmak için bilginizi artırmak zorundasınız. Dünya realitesinden bir üst realiteye geçmek sandığınız kadar kolay değildir. İnsanlar henüz emekleme aşamasında oldukları için karşılaştıkları zorluklar ve zahmetli yaşam koşulları onları ya kör bir kaderciliğe ya da dünyaya küsmeye sevk etmektedir. Bazıları da günümüzde sıkça görüldüğü gibi inkarcı bir materyalizme saplanıp kalmıştır. Bilimsel ve teknik alanda kaydettiğiniz gelişmeye rağmen manevi alanda yaya kalmanız bizleri çok üzüyor. Evet, günümüz koşullarında toplu bir kurtuluşun mümkün olmadığını biz de biliyoruz. Fakat karanlık dünyanızdan bir takım ümit pırıltılarının Yukarı yansıması sizi sevenleri biraz olsun teselli etmektedir.” (Sayfa: 18-19)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Sizler, içinde yaşadığınız realiteler öyle gerektirdiği için dünya planında enkarne oldunuz. Bu planın bir kademe üstüne çıkabilmek için dünyada çeşitli olaylarla karşılaşmak ve onları değerlendirmek zorundasınız. Aslında evrim çok yavaş, adım adım ilerler. Başı yukarda olmak elbette iyi bir şey, ama ayaklarınızı sağlam bir yere basmanız koşuluyla. Hepiniz üstün bir evrim düzeyinde bulunmakla birlikte, sizden epey aşağıdaki insanlarla aynı dünyanın deneyimlerini paylaşıyor, bazen zahmet ve eziyetlere katlanıyorsunuz. Peki neden? Bazen şöyle dediğinizden eminim. “Ben bir üst realiteye ulaşmış insanım, benim yerim göklerde. Bu rezil dünyada ne işim var, neden bu basit ve sıkıcı işleri yapmak zorundayım? ” İşte bu yüzden insanlar ezelden beri gerçek evrimde ortalama yolu bulamamışlardır. Ya üstün realiteleri inkar edip dünyanın batağına gömülmüşler ya da dünyadaki görevlerini küçümseyip kendilerini dünyaya bağlayan nedenlerin kökünü kazımaya çalışmışlardır. Peki bu yollar insanlığın kurtuluşunu sağlamış mıdır? İyice düşünüp taşındığınızda insanlığın amacının bu çıkmaz yollardan kurtulmak olduğunu göreceksiniz. Kurtulabilirler de! O zaman insanlık büyük bir hızla aşamaları kat edecektir. Eğer her şeyden elini eteğini çekerek tam bir pasiflik içinde Tanrıya yönelmek İlahi İradenin istediği bir şey olsaydı, o büyük Yaratıcı sonsuz sayıdaki alemleri yaratma gereğini duyar mıydı? Sizler bir yerlerde son bulacak bir yolun değil, sonu gelmeyecek bir yolculuğun bitmez tükenmez görüntülerini seyretmekle yükümlü yolcularısınız!” (Sayfa: 20-21)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Bazı davranışlarınızla vicdan ölçülerinizin çelişmesi gerçekten nazik bir sorundur. Öyle çelişki dolu bir dünyada yaşıyorsunuz ki, her an vicdan ölçülerinize ters düşen bir takım olaylar sizi üzüyor, incitiyor. Unutmayın ki dünyanız çoğunluğu evren sürgünü olan varlıkların meskenidir, bu gezegen henüz yeteri kadar yükselmiş değil! Çevrenizdeki haksızlıklar cesaretinizi kırmasın, her şeye rağmen iyi ve dürüst olmaya gayret edin. Bugün için dünyayı tamamen düzeltmek elinizde değil, onun düzelebilmesi için daha çok uzun bir zamana ihtiyaç var. Çevrenizdeki insanlara bir nebze yardım etmek istiyorsanız, her şeye rağmen yaşama azminizi korumalı ve insanlara örnek olmalısınız. Örnek olmak çoğu zaman öğüt vermekten daha iyidir. Soyluluk ve yüceliğiniz, insanları gerçeğe yönlendiren önemli araçlardır.” (Sayfa: 21-22)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Vicdan, içinde bulunduğunuz madde planının bir yansıma aracı değildir, yani içinde yaşadığınız fizikoşimik alemde vicdan diye bir şey olamaz. Vicdan, Ruhsal Plandan gelen bilgilerin bir yankısıdır, yansıma yeridir. Dünyada aklınız veya mantığınız neyse, öteki alemde aynı işlevi vicdanınız görmektedir. Akıllı ve olgun insan, aklı kadar ve ondan daha fazla vicdanının emirlerine uyan insandır. Dünya planının yansıması akıldır, Ruhsal Planın yansıması ise vicdandır. İnsanın kaderi “İki El” ile yaşamdır. Birinci El, Ruhsal Planın yansıması olan vicdandır. İkinci El, dünya planının yansıması olan akıldır. İki El yaşamı, vicdan ve akıl ile yaşamaktır, yani ruhsal ve dünyasal planı aynı anda yaşamaktır.” (Sayfa: 22)

DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “Unutmayınız ki evrim aşamaları hiç umulmadık bir zamanda ve ani olarak meydana gelir. Bu cümledeki “ani” kelimesi görünüştedir. Evrim aşaması kademe kademe, bazen santim santim ilerler, bu bir gerçektir. Evrimin adım adım olması zorunludur. Önceden atılmış adımın sonucu, belirli bir periyodu atlattıktan sonra alınır. İşte size ani gibi görünen olaylar böyle meydana gelir, her şeyin zamanı vardır, her şey zamanında olur. Devrimler, bilimsel buluşlar veya büyük fikir değişiklikleri, bunların hepsi insanların ümitsiz olduğu zamanlarda gerçekleşmiş ve toplumların yeni atılımlar yapmasını sağlamıştır. Esas olan kitlelerin ne düşündüğü değil, o kitlelere yön verecek az sayıdaki seçkin varlığın tutumudur. Az sayıdaki bu seçkin varlıklar alabilecek kapasiteye gelince bilgiyi alacak, zaman ve zemin uygun olduğunda çevreye yayacaklardır. Bu da çok uzun sürmeyecektir.” (Sayfa: 23)

DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Evrim, insanın ruh melekelerinin, yani manevi kişiliğinin gelişimi demektir. Amaç melekelerin teker teker gelişmesi değil, melekelerin meydana getirdiği melodinin uyum içinde olmasıdır. Eğer amaç tüm ruhsal melekelerinizin dünyada gelişmesi olsaydı, ebediyen dünya bedenine mahkum olmanız gerekirdi. Oysa dünya realitesini tamamlamak için tüm ruhsal melekelerinizin gelişmiş olması gerekmiyor. Onların bir kısmı dünya realitesini tamamladıktan sonra da eksik kalır, o eksikliği siz göremezsiniz. Evrendeki tüm evriminizi sadece dünyada tamamlayacak değilsiniz, evrim evrenseldir. Bunu bilmiyorsanız hala eskilerin düşüncelerinden ileri gidememişsiniz demektir. Yeryüzünde sağlanacak gelişim son derece değerli olmakla birlikte, belirli bir bilgi düzeyini aşmış insan için anlamını yitirir. Bunun idrakine ancak maddi kalıbınızı (bedeni) terk ettiğinizde varacaksınız. İlerlemiş ruhlar için irade özgürlüğü, karanlığın perdesini yırtarak evrende bir kudret halini almaya başlamıştır. Eğer varlığın özgür iradesini kullanarak dünyadan alacak başka şeyi kalmamışsa evrim serüvenine başka alemlerde de devam edebilir, bu ilerlemiş bir varlığın iktidarı dahilindedir. Ruhun dünyadan edinmesi gereken birikimi o kadar kalıplaştırmayın, artık o varlık dünyanın küf kokan sınıfını terk edecek ve evrenin daha mükemmel laboratuarlarında uygulamalara girişecektir. Bir üst aşamaya geçişi her varlık önce sezgi halinde duyar ve sonunda öyle bir an gelir ki bu sezgiler gerçeğin parlak ışığı şeklinde tezahür eder. Melekelerin gelişimi sonraki yaşamlarda da varlığa yansır. Fakat genel anlamda yaşamı ele alırsak bu bir yansıma değil, ancak bir aşamadır.” (Sayfa: 25-26)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Bireylerin kaderiyle toplumun kaderi arasında esaslı farklar vardır. Bununla birlikte birey ve toplumun kaderinin birleştiği bir sürü ortak nokta da vardır. Burada toplumun bireyler üzerindeki etkisi söz konusudur. Toplumun evrimi, bireyin evrimine oranla daha karmaşık bir işlemdir. Oysa bireyin evrimi bazı belirli kurallara göre gerçekleşir.” (Sayfa: 26)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Kişinin vicdanının kabul etmediği bir eylem, örneğin yurt savunmasında insan öldürmek son derece nazik bir konudur. Elbette bu durumla karşılaşan kişi büyük bir deneyim geçirmektedir. Böylesi durumlar nadir olup herkesin başına gelmez. Allah bereket versin ki öyle demek gerek, aksi takdirde herkesin evrimi çok çetin olurdu. Böyle bir durumla karşılaşan insan Yukarıdan yardım görmektedir, çekeceği maddi sıkıntı ve ıstırap manevi yönden olgunlaşmasını sağlar. Sıkıntı ve ıstıraplara örnek olarak büyük düşünce adamları, bilginler, mucitler ve peygamberler gösterilebilir. Söz konusu varlık büyük bir evrim hamlesi yapmak üzeredir.” (Sayfa: 26-27)



alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Ey insanlık planındaki varlıklar, düzeyiniz, durumunuz ve bilginiz ne olursa olsun sizler insansınız! Kendilerini her şeyden soyutlayıp ilahlık düzeyine yükseltenler, kişiliklerini kader planlarının üstünde görenler çocukça bir gaflet içindedir. Bunlara, elde ettiği bilgilerle sürekli övünen ve kendini insan kardeşlerinden soyutlayanları da ekleyebilirsiniz. Bu yanlışlar birer cehalet örneği ve insanlara özgü birer zaaftır. Evrim düzeyiniz ne olursa olsun, çevrenizi kuşatan sonsuzluk alemlerine kıyasla cehaletinizi ve aczinizi anlayabildiğiniz oranda olgunsunuz. Bunu idrak edebildiğiniz oranda o alemlerin kapılarını açmaya adaysınız. Yardımınıza ihtiyacı olanlara ellerinizi uzatın, size ihtiyacı olanlara kalbinizi sunun, ancak bu şekilde gerçeğin sırlarına vakıf olursunuz. Size yapılacak yardım, çevrenize yardım ettiğiniz oranda olacaktır.” (Sayfa: 27)

DOSTLAR PLANI (Celse 21. 12. 1958) : “Hatasını anlamış ve pişman olmuş da olsa insanın ıstırabının devam etmesi gerekir. Evrendeki her olay nedensellik yasası uyarınca cereyan ettiği için, o insanın hatasını telafi edecek miktarda ıstırap çekmesi şarttır. Bu süre işlenmiş hatayla orantılıdır. Çoğunuz çektiğiniz ıstırapların köklerinin derinlerde olduğunu bilmezsiniz, ama öyledir. Istırap, insanın doğa yasalarına uyum sağlayamamasından meydana gelir, insanı yasalara uyumlu hale getirmek için en etkin araçtır, ıstırap olmadan evrim olmaz. Öte yandan ıstırap körü körüne katlanılması gereken ve insanı Yaradan’a küfrettirecek kadar isyana sürükleyen bir şey de olmamalıdır. Olgun bir insan ıstırabının nedenlerini araştırmalı, nedeni bulduğu zaman da çektiği acının geçici, ama gerekli olduğunu idrak etmelidir. Bu takdirde ıstırap büyük bir anlam kazanır ve insanı çok yükseklere taşır. Melekeleri özgürleşmiş bir varlık için ıstırabın anlamı sizinkiyle taban tabana zıttır. Sizin için bir haz kaynağı olan durum ise, o varlığın deruni parlaklığını kararttığı için büyük bir ıstırap kaynağıdır. Siz insanlar bir madalyona benzersiniz. Bir yüzünüz özgür varlığınız, öteki yüzünüz bedeninizin karanlıklarından süzülüp geçen bir damlacık ışık, yani dünya şuurunuzdur. Genellikle madalyonun birinci yüzü altta kalmaktadır. Evrimin en büyük amacı bu ikiliği ortadan kaldırmak, evren düzeni uyarınca şuurunuza vahdet (birlik) kazandırmaktır. O zaman evrim yolları önünüzde aydınlanır, kim olduğunuzu, nereye gittiğinizi bilirsiniz.” (Sayfa: 28)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 12. 1958) : “İçinde bulunduğunuz şartlar, sizi evrenin büyüklüğüne çocukça bakmaya ve kendinizi Tanrı ile kıyaslamaya varan bir idrak kısırlığına götürür. Öyle ya, insan denince ondan ötesi düşünülemiyor! Oysa insanın daha çok gelişeceği, evrenin sırlarına ereceği, yüksek bir evrime aday olduğu siz insanlar için inanılır bir düşünce biçimi değil, ama ziyanı yok. Sizler de bir gün evrenin uçsuz bucaksız alanlarında birer araştırıcı olduğunuzu idrak edecek ve ilerde bu kudreti daha çok hissedeceksiniz. Evrendeki sisteme bir bakabilseniz, en küçüğünden en büyüğüne kadar her varlığın o büyük eseri tamamlamak için nasıl çalıştığını bir görebilseniz, o zaman gerçek amacınızı idrak edecek ve büyük bir alçakgönüllülükle eserin tamamlanmasında pay sahibi olacaksınız.” (Sayfa: 29)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 8. 1957) : “Şans, durmadan peşinde koştuğunuz, bulamayınca isyan ettiğiniz bir kavram, bir kuruntudur! Şansınızı belirleyen faktörleri bizim gibi görebilme yeteneğinde olsaydınız gülüp geçerdiniz. Dünyadaki şansınız, kısacık dünya yaşamınızın gerisinde sizi bekleyen mutluluklar yanında çok sönük kalır! Durumunuzu analiz edip başınıza gelen olayları nefsinizin etkisinde kalmadan objektif gözle inceleyebilseydiniz şans diye bir şey sizin için söz konusu olmayacaktı. Zevkleri, ıstırapları, hoş ve nahoş olayları yaratan içinde bulunduğunuz realitenin gerekleridir. Siz şansın değerini elbette bizim gözümüzle göremezsiniz. Bizim için şansın anlamı, insanın evrimi için gerekli deneyimleri sağlayan bir araç olmasıdır, evet sadece bir araç! Belki de şansı hiç yaver gitmeyen bir adam, son derece şanslı birine oranla daha yücelere erişmeye hak kazanmıştır. Dünyada çektiğiniz ıstırap geçmiş yaşamlarınızdaki hataların ürünü değildir. Sonsuza kadar sürecek evriminizin madde aleminde tezahür eden şaşmaz sonucudur.” (Sayfa: 30-31)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Tasavvufa duyulan ilgi ya da ilgisizlik üzerinde durulması gereken son derece nazik bir konudur. Eğer bu uğraş kişiye bir iç huzuru ve doyum sağlıyorsa ve kişi o öğretiye içtenlikle bağlıysa pekala tasavvufla meşgul olabilir. Öte yandan, bir insan tasavvufta ruhsal düzeyine aykırı şeyler buluyorsa, bunları filanca büyük adam söyledi diye kabul etmemelidir. Aksi takdirde kendine karşı sorumlu olur!” (Sayfa: 31)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Benim için değerli olan doktrinler ya da düşünce sistemleri değil, doktrin ya da düşüncenin kişinin evrimine sağladığı katkıdır. Yani o doktrin kişiyi iyi hareketler yapmaya, yüceltmeye ve idrakini artırmaya yöneltiyorsa onun için en geçerli yol odur. Aslında dünyanızda çeşitli düşüncelerin bulunmasının nedeni de budur. Sizin için evrimi hızlandıran bir yol, başkalarını karmaşa ve kuşkuya sürükleyebilir. İnsan doğasını zorlamayın, başkalarına karşı daha anlayışlı ve hoşgörülü olun ki onlar da evrimleşebilsinler. Siz düşüncelerinizi yaymaya devam edin, onları kabul edecek insanlar her yerde vardır.” (Sayfa: 31-32)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Vahdet (birlik) konusundaki sözlerimle kastettiğim mutlaklık, evrendeki herhangi rölatif bir olaydaki mutlaklıktır. Sizin en büyük zaaflarınızdan biri, aklınızın şöyle böyle erdiği bir olayı mutlak ve değişmez saymaya eğilimli oluşunuzdur. Benim kastettiğim anlamdaki vahdet, sonsuz nüanslar, şekiller ve transformasyonlar içinde asla varılması mümkün olmayan bir ideal değildir. Dünya aşamasını tamamlayıp dördüncü boyut realitesine geçmiş birinin, dünyada meydana gelen tüm olayları kucaklayacak kadar kapsamlı bir tesir alanında bulunduğunu idrak etmesi gerekir. Görüldüğü gibi, mutlak bir anlamdan uzak, kademe kademe yükselen piramidal diyebileceğimiz organizasyonlar vardır. Küçük piramitlerin tepesinde bulunan organizatörler için rölatif olan bu değerler, sizler için mutlak anlamı taşıyabilir.” (Sayfa: 33-34)

DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Nefsini yenmek için inzivaya çekilmiş, ihtiyacı olan deneyimlerden kendini mahrum etmiş, bu yüzden ruhunun bazı melekeleri pasif kalmışsa, hiç kuşku yok ki o insan mükemmel değildir. Birçok bakımdan hataya düşmüştür. Yalnızlığı seçtiği için hemcinslerine yardım edemez, onları tanıyamaz ve sevemez. Ruhunda çiçek açmaya elverişli bir tomurcuğu sulamak yerine toprağın altına gömmüş olur. Fakat o tomurcuktaki hayatiyet o denli güçlüdür ki, bu sefer olmazsa bir başka sefer açacaktır. Dünya planındaki evrimin en büyük amacı, bedensel ilişkilerdeki nefsaniyet potansiyelini azaltmaya çalışmak, tıpkı gökyüzüne yükselen balonun safralarını atması gibi sizi dünyaya bağlayan nefsaniyetin çekim gücünden kurtulmaktır. Bunu yapabilmek için sahte kişiliğinizi yaratan unsurları bertaraf etmelisiniz, onun yolu da kendinizi başkalarına adamaktan geçer. Eğer kendinizi adayamıyorsanız nefsinizi unutamazsınız, nefsinizi unutmadığınız sürece olduğunuz yere çivilenir kalır, bir adım bile ilerleyemezsiniz. İnsan dünyadan alacak bir şeyi kalmadığını hissettiği an kendini otomatik olarak toplumdan soyutlar. Oysa buna gerek yoktur, çünkü insanın manevi olgunluğu geliştikçe maddi olaylarla olan bağı kendiliğinden gevşer ve yüksek alemlerin sezgilerini ruhunda hissetmeye başlar, üstelik bunu günlük hayatını yaşarken de yapabilir.” (Sayfa: 34-35)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 1. 1959) : “Kadercilik diye bir şey aslında mevcut olmamakla birlikte, evrenin determinik yapısı sizin hayal edemeyeceğiniz kadar kompleks ve çeşitli varyeteler gösteren İlahi İrade Yasalarının tecellisinden oluşur. Bir şeyin doğa yasasına uygun olup olmaması tamamen rölatiftir. Şu anda herhangi bir şey doğa yasasına uygun olmayabilir, fakat küçük bir zaman ve mekan değişikliğiyle o şey pekala mümkün olabilir. Doğada olanaksız bir şey yoktur, doğa yasaları, içinde yaşadığınız madde aleminin olanaklarına bağlıdır. Maddeler akışkan hale geldikçe olanaklar da o oranda değişecek ve genişleyecektir. Evrendeki canlı ve cansızlar aleminde mutlak bir şey aramanın anlamı yoktur. Eğer Allah ile siz biçare varlıklar arasındaki mesafe ölümün ötesinde son bulsaydı kaderciliğe bir dereceye kadar hak vermek gerekirdi. Nedense, bir yere bir göğe bakarak anlayamadığınız, sezemediğiniz olayları Mutlak’a mal ediyorsunuz, oysa O’ndan ölçülemeyecek kadar uzaktasınız. Mutlak İrade’nin size hükmetmeye ne ihtiyacı, ne de bir anlamı var! Bırakın zavallı kaderciler istedikleri gibi düşünsünler, onların ne düşündüğünün hiçbir önemi yok. Zamanı gelince, varlıklarının ta derinliklerinden kopup gelen ve onlara yüksek koruyucuları tarafından sunulan gerçekleri daha iyi idrak edeceklerdir. O zaman Mutlak İradeye atfettikleri bu yakışıksız düşüncelerin evrimleri için bir araç olduğunu anlayacaklardır. Günümüzün araştıran dünyasında bu gibi insanlara yer yoktur, olmamalıdır da! İnsan kaderin yükü altında ezilsin diye yaratılmamıştır. O özgürdür, özgürlüğünü de olgunluğu oranında tadacaktır. İlahi ışık içine doğduğu an sebep sonuç yasalarının anlamını sezmeye başlayacak, evvelce sorun olan birçok meselenin aydınlandığını görecektir. Kadercilik tembel ve korkaklara has bir ruh halidir. Bu zaaf elbette ilerde insanı çok güç durumlara ve hayal kırıklığına sürükleyecektir. Ondan kurtulmak için çaba göstermek gerek. Kadercilik yoktur diyorum, çünkü evren her şeyi kabul edecek kadar geniştir, hataları ve sevapları bile!” (Sayfa: 35-36)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 1. 1959) : “Dünyadaki varlığınızın anlamını artık çözmeye başlamalısınız, olayların dili böylece daha iyi anlaşılabilir olacaktır. Bu arada en değerli ruh melekelerinden olan sabır melekeniz de çok büyük ölçüde evrim geçirecektir. Siz insanlar sabır melekesinin size kazandırdığı büyük imkanları bir bilebilseniz. Etrafınızdaki olgun insanları inceleyin de bu harika melekenin onlarda nasıl gelişmiş olduğunu görün. Yaşama karşı dayanıksızlık göstermek büyük hatadır, önemli olan zorlukları yenebilmektir. Unutmayın ki bugün imkansız olan şey yarın pekala mümkün olabilir. Siz şu anda en çok sabır melekenizin gelişmesine muhtaçsınız. Olayları göğüslemeyi öğrenin, kararlılığınız ve cesaretiniz asla kırılmasın.” (Sayfa: 36-37)

DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “Ölüm anında perispiri bedenden bıçakla kesilmiş gibi ayrılmaz. Aksine, perispiride adeta konsantre olmuş akışkan maddeler, maddi aleminize ait bağlarla birlikte ayrılır. Perispirinizdeki akışkan-madde bağlantısını ancak duygularınızla sezebilirsiniz. Daha doğrusu perispiri bedende mahpus hayatı yaşamaz, ruhun tesir yeteneği de bundan ileri gelir.” (Sayfa: 38)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “İnsan bedeni son derece kompleks, havsalanızın alamayacağı kadar karışık sistemlere sahiptir. İmajinasyon (hayal gücü) faaliyeti sırasında insan adeta enerji yayan bir dinamo gibidir. Bir dinamo nasıl çeşitli incelik ve nitelikte enerji üretirse, insan bedeni de kabadan inceye doğru değişen bir titreşim topluluğunun odağıdır. İnsanın bir şeyi hayal ederken bedeninde meydana gelen fizik ve kimyasal değişiklikleri kısmen de olsa çözmüş durumdasınız. Gerek kaba maddi ortamdan akışkan ortama, gerekse bunun aksi yönde sürekli bir titreşim hareketi vardır. Yani kuvvetli bir konsantrasyon veya imajinasyon halinde perispirital titreşimler, fikir dalgaları ve çeşitli radyasyonlar yayımlanır. Bunlar, kişinin yeteneğine göre az ya da çok şiddette etki yaparak bedeninizde delip geçici bir takım fizikoşimik tesirler medyana getirir. Sonuç olarak size şunu söylemek isterim ki, insan muazzam bir enerji santralidir!” (Sayfa: 38-39)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Evrende her şey maddedir ifadesi, evrende her şey titreşimdir ifadesine eşittir, çünkü madde yoğunlaşmış titreşimden başka bir şey değildir. Madde içinde madde vardır sözü, kelime kelime ifade ettiği anlamı taşır. Yani maddenin derinliklerine inildikçe yeni bir mikrokozmosla karşılaşılır. Bir başka deyişle, bugün sizin bildiğiniz en son kademe olan atom, daha doğrusu elektron, çok daha derindeki vibrasyonlar yanında oldukça kaba kalır, maddenin incelmesi havsalanızın alamayacağı sonsuz aşamalara kadar gider. Bu ortamdaki maddi kombinezonlar, o ortamdaki maddelerin en küçük partikülleri arasındaki birleşmeyle ilişkilidir demiştik. Bu birleşmeyi sağlayan kuvvetler maddenin kendi oluş halinin bir sonucudur, yani bizzat maddenin kendinde vardır. Yalnız şunu belirtmek isterim ki, bu birleştirici kudret şuursuz bir kudret değildir, madde akışkan hale geldikçe bu şuurlu kudret de artar.” (Sayfa: 39-40)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 8. 1957) : “Her şey maddedir derken kastettiğim şey, sadece dünyayı değil tüm evreni kapsar. Madde derken, ezelden ebede kadar ruhların çeşitli evrim aşamaları için elzem olan ve kabalaştıkça ruhun melekelerini karartan, birbiriyle son derece sıkı bağları olan bir sürü maddi sistemleri kastediyorum. Asıl cevher hiçbir zaman orijinal halde tezahür edemeyeceği için maddi sistemler içinde faaliyet imkanı aramaktadır. Bellek, idrak, şuur ve duygu gibi ruhsal melekelerinizin maddeyle ne tür bir ilişkisi olduğunu söylemem gerekirse, bunlar bile ruhunuza bağlı süptil bedenin (perispiri) sonsuz varyetelerinin aralarındaki karşılıklı tesirden başka bir şey değildir derim. Duygu, düşünce ve idrakin kaba titreşimlere bağlı olanları, perispirinin bedene, dolayısıyla dünyaya yakın tabakaları arasındaki maddesel tezahürleridir. Yüksek titreşimlere bağlı olanları ise, perispirinin en yüksek eterik ortamlarına ait maddesel tesirlerdir. Böylece, üstte saydığım tüm ruhsal melekelerin maddesel tezahürler olduğunu söylüyorum sizlere. Ruhun buradaki rolünün ve tesirinin ne olduğunu anlayacak durumda değilsiniz. Ruh ve perispiri birbirinin ayrılmaz parçalarıdır, biri olmadan diğerinin varlığından söz edilemez. Ruh ve madde ilişkisini şimdiye kadar hiçbir ekol ya da felsefi düşünce tam olarak çözememiştir, çözemeyecektir de! Bir takım ruhsal melekelerin maddesel oluşları, onların vibrasyonel karakterde oluşlarına bağlıdır. Aslında siz bunu dünya insanının metapsişik yeteneklerinden de bilmektesiniz, çünkü bu melekelerin tesirleri üçüncü boyutunuzdaki kaba madde üzerinde bile etkindir. Sözgelimi, ‘tekinsiz ev’ olayları bu hallerden biridir. Ruhsal karakterdeki halleri oluşturan vibrasyonların ruh tarafından beslenmesi, anladığınız anlamda hiçbir beslenmeyle kıyaslanamaz. Sevgi ya da nefret türünden ruhsal bir tepki, asla anlayamayacağınız şekilde ruhun bir takım tesirlerini bu ortama aksettirmesinden başka bir şey değildir. Çünkü ruh sevgi ve nefret gibi hallerden uzaktır, onlardan arınmıştır. Ruhun en büyük esrarı da işte buradadır.” (Sayfa: 40-41)

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 8. 1957) : “Ruhun ilk aşamada gönderdiği tesirler, kendine en yakın maddeye gönderdiği tesirler değildir, hatta buna tesir demeye bile hakkımız yok. Ona isterseniz maksat deyin, amaç deyin. O sadece sizin değil, sizden çok daha evrimleşmiş varlıkların bile sezebilecekleri cinsten bir şey değildir. O Tesir ya da O Amaç, ruhların yaratılışıyla ilgili çok büyük bir nedene dayanır. Bu konu üzerinde fazla düşünüp zihninizi yormayın. Siz ruhu, daha doğrusu onun varlığını ancak evrenin çeşitli maddeleri üzerindeki yansımalarından sezebilirsiniz, aslında ruh sizin için bundan başka bir şey de olamaz. Çünkü siz ruhun bizzat kendisiyle değil, ancak onun etkilediği maddelerle temasta bulunabilirsiniz. Ruhun maddeyi nasıl etkilediği konusu anlayamayacağınız kadar yüksek bir olaydır. Hatta diyebilirim ki, her şeye kadir olan Mutlak Varlığın en yüksek tecellilerinden biridir. Ruhun maddeye bu bağlanışı evrimin bile çok üstünde bir konudur, evrim ancak ruh bu evrene girdikten sonra mümkün olabilir. Bu yüzden, düşüncelerinizi evrim üstünde konsantre ediniz. Bilgi, yetenek ve düzeyinizin çok üstünde olan konularla uğraşmayınız, buna olanak olsaydı size evet derdim. Kendi çevre ve mekanınızla ilgili araştırmalar yapınız.” (Sayfa: 42)

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 8. 1957) : “ Her organınızın, hatta her hücrenizin bir kişiliği, bir ruhu vardır, bu kesindir. Bu tek tek ruhların enkarne oldukları beden ve organlarda bir görevleri olması gerekir. Böylece beyine özel bir önem vermenin anlamı kalmaz, çünkü beynin de görevi rölatiftir. Bedendeki organ ve hücrelerin ruhları, organizatör ruhun perispirisinden tesirler almaktadır. Aslında bu ruhların bir dereceye kadar beden içinde özgürlük ve kimlikleri varsa da, organizatör ruhun özgürlük ve kimliğiyle asla kıyaslanamaz.” (Sayfa: 42)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Evren iç içe bir takım maddi sistemlerden oluşmuştur. Tesirler inceden kabaya, kabadan inceye doğru yansımaktadır. İçinde yaşadığınız dünya koşulları bütün bu maddi kombinezonları anlayabilmenize uygun değildir. Bugünkü idrakiniz epey gelişmiş olmakla birlikte henüz çok kaba sayılır. Evrendeki tüm fizikoşimik ve mekanik olaylar birer düşünce eseridir ve imajinasyon tarafından var edilmiştir. Üstün maddi planlarda bulunan varlıklar, kaba maddelere bağlı canlı ve cansız varlıklara imajinasyonlarıyla egemen olmaktadırlar, siz de bedeninize aynı şekilde egemen olmaktasınız. Görünüşte doğa yasalarına uyduğunu sandığınız olaylar aslında maksatlı ve şuurlu zekaların eseridir! Sonuç olarak siz imajinasyon ve düşünce melekenizle evrende bir elektromanyetik alan yaratıyor ve onu sürekli besliyorsunuz. Bu alanı oluşturan süptil maddeler zincirleme olarak kaba olanlara tesir ediyor. Tıpkı bir mıknatısın demir tozlarını çevresinde topladığı gibi realiteleri çevrelerinde topluyor ve oluşturuyorlar.” (Sayfa: 43)

DOSTLAR PLANI (Celse 21. 10. 1958) : “Zeka, vicdan, toplumculuk gibi melekeler insanın genel evrim düzeyini belirleyen ölçüler olmasa da, bu melekelerin dikkatli bir analizi kişinin evrim düzeyi hakkında bir fikir verebilir. Fakat önemli olan analizi dikkatle yapmaktır, çünkü aldatıcı tesirlerin rolü vardır. Zeka ve benzeri melekeler, insanın ihtiyaçlarını karşılamak için o yaşama has olarak verilmiştir. Bir sonraki yaşamda eğer o meleke sakıncalı görülüyorsa, sözgelimi kişi zeka gibi bir yetenekten yoksun kalabilir. Öte yandan göz önünde tutmanız gereken bir nokta da insanın evriminin evrendeki aktivitesiyle orantılı olduğudur. Yani varlık aktif ve canlı bir rol oynamalıdır, kuşkusuz oynadığı rol toplumu ve bireyi daha üst düzeye taşımalıdır, aksini yapıyorsa ona evrim denemez. İnsanın etkin olması için zeka gereklidir, ama zeka noksanlığı insanın aşağı evrim düzeyinde olmasını gerektirmez. Şu halde zeka evrimin ayrılmaz bir parçasıdır, ne var ki zekayı kurnazlık ve ihtiras gibi duygularla karıştırmamak gerekir. Zekanın evrimin bir nimeti olduğunu anlamalısınız. Zeki insanın evrimi daha süratli, daha verimli ve daha az otomatiktir. Öte yandan bazı durumlarda zekası kıt bir insan, kurnaz birine oranla daha süratli evrimleşebilir!” (Sayfa: 43-44)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “Deliliğin anladığınızdan çok değişik bir anlamı vardır. Sizin ölçülerinize göre deli olan bir kimse, dünya planını terk ettiği zaman evrim düzeyinin toplamı kadar bir şuura sahip olur. Bir insanın az ya da çok normal olmasını içinde yaşadığı fizikoşimik ve biyolojik koşullar belirler. Yani burada esas etken maddi şartların beyin cevheri üzerindeki tesirleridir. Bir insan, bedenden başlayıp toplumun kolektif baskısına kadar uzanan koşullara uyamıyorsa deli diye tanımlanabilir, elbette tüm delilikler organik değildir. Bir delinin şuuraltı yukarının (spadyum) her tür parazit varlığına açık durumdadır ve delinin beyin cevheri bu parazit tesirlere karşı sübap görevini yapamaz. Anladığınız anlamdaki deli bizim alemimizde (spadyum) deli olarak nitelendirilmez, çünkü delilik tamamen dünyayla ilgili bir durumdur. Delilik fizikoşimik organizmanın psişik organizmayla uyum sağlayamamasından ileri gelir. Halihazırdaki varlığınız büyük ölçüde beyninize bağlıdır. Beyinde meydana gelecek herhangi bir bozukluk doğrudan doğruya perispiriye tesir eder, onun vasıtasıyla ruhsal mekanlardaki geri varlıklardan zararlı tesirler alabilirsiniz. Bir insanın kafasına düşen saksı delirmesine yol açabilir, fakat maddi organizmadaki bu bozukluk, diğer delilerin maruz kalacağı tesirlere onun da maruz kalmasını gerektirmez. Dikkat edilirse delilerin her birinin psişik durumları birbirinden farklıdır. Bir insanın şuuraltında gizli ihtiraslar ve parazit fikirler varsa bunlar insanın delirmesiyle birlikte şuur alanına çıkarlar. Eğer deliren insanda bu tür zararlı fikirler yoksa deliliği kimseye zarar vermeyecektir.” (Sayfa: 45-46)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 8. 1957) : “Beyin, sonsuz aleminizle sınırlandırılmış aleminiz (beden) arasında maddi ilişkileri aktaran bir köprüdür, maddi alemde ortaya çıkabilmeniz için bir araca ihtiyacınız var. Ölüm beynin işlevini sona erdirdiğinde duygu, idrak ve duyum gibi melekelerin de yok olduğunu sanmayın, yok olan sadece aradaki köprüdür (beyin). Nasıl ki bir nehrin iki yakası arasındaki köprünün yıkılmasıyla bu iki yaka kimliklerini kaybetmez sadece ilişkilerini keserlerse, insan da beyin denen bağlantının ortadan kalkmasıyla ebedi yoldaşı perispiriyle baş başa kalmış olur. Ebedi derken, insan perispirisinin değişmezliğinden söz etmiyorum, perispiri elbette giderek incelecek ve yeni kimlikler edinecektir. Spadyum sakinleri olarak bizler fizik bir beyne ihtiyaç duymadan pekala yaşayabilir ve kimliklerimizi asla yitirmeyiz. Aradaki tek fark şu ki, biz maddi tesirleri transformasyona uğratıp onların yönünü değiştirerek dış alemle bağlarımızı koparmışızdır. Böylece beyin, bir kutbu dünya diğer kutbu içsel alem olan bir dinamonun verdiği akımdan yoksun kalarak rolünü sona erdirmiş olur.” (Sayfa: 46-47)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 5. 1957) : “Her ortamın kendine özgü titreşimi vardır. Bu yüzden, varlığın perispirisine hangi akışkanlıkta maddeler egemense o maddelere uygun titreşimi vardır. Perispirideki maddelerin akışkanlık derecesi ve oranı, varlığın içinde bulunduğu ruh haliyle az çok değişikliğe uğrar. Buradaki esas faktörün varlığın evrim düzeyi olduğunu asla unutmayın, çünkü evrim perispiri maddelerinin giderek akışkan hale gelmesini sağlar. Spadyumun üst tabakalarında bulunan evrimleşmiş bir varlık, gerektiğinde bilgi ve görüntü vermek amacıyla perispirisinin maddelerinde bir takım değişiklikler yapabilir. Spadyumda her varlığın şuurlu ya da şuursuz olarak yaptığı bir takım görevler vardır, onun eylemlerinden elbette bir üst plan sorumludur. Aktif beynin perispiriden haberdar olmaması, perispiriyle ilişkisi olmadığını göstermez. Siz kalbinizin, midenizin, ciğerlerinizin faaliyetinden haberdar mısınız? O halde aktif beynin mekanizması niçin perispiriden haberdar olsun? Eğer haberdar olsaydı neler olacağını hiç düşündünüz mü? Haberdar olsaydı bu dünyada enkarne olmanıza gerek kalmazdı. Beyin denen mekanizma öz varlığınızla bedeniniz arasındaki bağlantıyı sağlamasına rağmen, o da beden gibi kendi özünden haberdar olmama ilkesine dayanır.” (Sayfa: 48)

DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “İçinde yaşadığınız maddi evren hayal gücünüzün çok üstünde bir takım mikrokozmik alemlerle doludur. Her bir alem çeşitli incelikte maddelerden oluşmaktadır. Çok kaba sandığınız bir taş parçasında bile tüm bu alemler mevcuttur. Onların birbirleriyle ilişkilerini sağlayan yasalar bugünkü fizik biliminizin dışındadır. Perispirinizin bile bu ince madde alemleriyle, yani mikrokozmoslarla sempatize olabilen bir kutbu vardır. Fakat bu, perispirinizdeki madde topluluğunun maddi evreninizdeki tüm titreşimlerle uyum içinde olduğu anlamına gelmez.” (Sayfa: 49)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 5. 1957) : “Obsesyonu asla bizim planımızın anladığı şekilde anlayamazsınız. Obsesyona geri bir varlık aracı olmakla birlikte, obsede olan kişiyle ilgilenen bazı yüksek varlıklar da bu işi sevk ve idare ederler. Kuşkusuz bu işi siz yapsanız kötülük olur, fakat o yüksek varlıklar bunu çok yüce bir maksatla yaparlar. Bizim alemimiz (spadyum) dünyayla bağını koparamamış, gözü dünyada kalmış varlıklarla doludur. Bazıları şiddetle dünyaya çekilir, orayla bağlantı kurmak için dayanılmaz bir istek duyarlar. Onlar son dünya yaşamlarında evrimlerini tamamlayamamış varlıklardır, bu yüzden madde alemlerine tekrar dönmeye mahkumdurlar. Burada da dünyadaki batıl fikirlerini sürdürmeye çalışırlar, bu fikirlerden kurtulmadıkça spadyum maddelerine sempatize olamazlar. İşte bu zavallı varlıklar sahte bir imaj alemi içinde kendilerini aldatıp dururlar. Obsesyon, bazı varlıkların evrimi için zorunlu, ama o oranda da zahmetli bir evrim yoludur. Obsesyon olayında obsede edenle obsede olanın sınavı şöyledir: Obsede eden varlık elbette hatalıdır, hata duygusu benliğinde uyandığı zaman çok acı çeker. Obsede eden genellikle obsede olandan daha biçare durumdadır, batıl düşüncelerinden bir türlü sıyrılamaz, aczini akıtacak bir yer arar, bulduğu zaman da asla bırakmak istemez. Bunu zevk için yapıyor değildir, kendini tatmin etmek istemektedir. Obsede olanınsa bu bağlantıdan bazı yararlar sağladığı kesindir, ama bu açmazdan kurtulmak tamamen onun elindedir, yaşamındaki en zorlu deneyimlerden birini yaşamaktadır. Obsesyon kişinin nasırlaşmış benliğini er geç yumuşatmak için Ruhsal Planlar tarafından hazırlanmış bir tesirdir. Siz uykuda ya da uyanıkken tüm duygu, düşünce ve hayalleriniz yukarıya olduğu gibi aksetmekte ve orada kendine uygun bir yer bulmaktadır. Obsesyon için genel bir kural koymak pek mümkün değildir, ama belirli bir evrim aşamasına ulaşmış kimseler için obsesyon korkusu söz konusu olamaz. Bazı durumlarda obsede edenle obsede olan yekvücut olurlar, bu onlar için ne müthiş bir sınavdır bilemezsiniz! Bazen obsede olan obsede edenden silkinip kurtulmak ister, bazen de kendini tamamen onun kontrolüne terk eder.” (Sayfa: 49-51)

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Obsedör, tıpkı boş bulduğu yeri dolduran hava gibidir, spadyumdaki şuursuzluk halinden kurtulmak için dünyada bir yerlere demir atmaya çalışır. Bir yelkenli nasıl yanaşacak uygun bir liman ararsa, obsede edici varlık da kendi titreşimlerine uygun titreşimlere yanaşır. Böylece iç varlığındaki düşük titreşimlerin yarattığı buhran nispeten hafiflemiş olur, çünkü buhranı etkisi altına aldığı varlıkla paylaşmıştır. Bu işi elbette aczinden yapar. Obsesyondan kurtulma olanağı her zaman vardır. Ama bu obsede edenle edilenin genel kader planlarına bağlıdır, yani her ikisinin kader planları birbirleriyle bağlantılıdır. Sizin anlayamayacağınız bazı sebeplerden ötürü bu durum her ikisinin de evrimini sağlayacaksa, üst planların izniyle obsesyona devam edilir. Fakat unutmayın ki kaderinizi değiştirmek her zaman elinizdedir. Bu işi yöneten planlar dünya anlayışınızdan, iyilik ve kötülük gibi kavramlarınızdan bağımsız hareket ederler. Onların amaçları sizin değer yargılarınızın çok üstündedir.” (Sayfa: 51)

DOSTLAR PLANI (Celse 21. 10. 1958) : “Karmaşa, evrimin bir aşamasından diğerine geçiş anında varlığın uyum sağlayamamasından doğan anormal bir psikolojik durumdur. Ruhsal reaksiyonları ve melekeleri arasında belirli bir uyum olan varlık karmaşaya düşmez. Karmaşa, bir realiteden diğerine geçiş anında veya sonsuz neden sonuç zincirinin bir nedeninden daha yüksek nedenine geçiş anında insanın oradaki ilişkiyi kavrayamamasından meydana gelir. Istırabının ne olduğunu bilen ıstırabının nedenini de bilir, böyle bir insan karmaşaya düşmez. İnsan yaş******* hoşnutsa ve bu hoşnutluğu ruhunun ve vicdanının huzur içinde olmasını gerektiren bir takım nedenlerden ileri geliyorsa o insan karmaşa içinde değildir. Karmaşa doğanın ezeli yasasıdır, her kötülük ve aksaklık sonuçta ıstıraba dönüşür.” (Sayfa: 52)

DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Bir insan ıstırabının nedenini bilmiyorsa mutlaka şaşkınlık içindedir. Eğer yaşamının bundan önceki aşamasını şimdikine bağlayamıyorsa ruhsal karmaşaya düşer. Örneğin, ömrü boyunca maddeye bağlanmış ve ideallerini kaba maddenin çekiciliğinden oluşturmuşsa, dünya maddelerinden ayrıldıktan sonra çırılçıplak kalacak ve onları bulamamaktan dolayı büyük bir ıstıraba gark olacaktır. Biçare varlık çoğu zaman öldüğünü bile fark etmeyecek, dünya imajlarının aldatıcı süsleri içinde yaşamaya ve ıstırap çekmeye devam edecektir. Karmaşa esnasında muhakkak ıstırap çekilmez, karmaşa varlığın yaşamının her anında meydana gelebilir, fakat evrimin ileri aşamalarında karmaşa bildiğimiz anlamını yitirir.” (Sayfa: 52-53)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 11. 1958) : “Karmaşa birçok şekillerde ortaya çıkar. Istıraplı olabileceği gibi, durumun kavranamamasından dolayı neşeli de olabilir. Örneğin, dünya yaşamında cinsel arzulardan başka hiçbir amacı olmayan biri dünyayı terk ettiği zaman pekala kendini daha büyük bir zevk ve keyif tufanı içinde bulabilir, halinden pek memnun görünebilir. Fakat bu durum varlığın hala derin bir uykuda olduğunu, evrimleşebilmek için daha bir sürü zahmetli yaşamlar geçireceğini gösterir. Oysa ıstırabının nedenini gören bir insan çekmiş olduğu ıstırap pahasına yolunu kısaltmış, o aşamayı atlattıktan sonra ıstırabının ne büyük bir nimet olduğunu idrak etmiş olur. Aslında neşe de ıstırap da başlı başına bir değer taşımazlar, onlar sadece evrimin gerekleridir.” (Sayfa: 53-54)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Sizin anlayışınıza göre sempatizasyonla maddi kombinezon deyimleri eşit kabul edilebilir. Size göre sempatizasyon, son derece akışkan maddelerin o ortamda egemen olan fizik yasalara bağlı olarak birbirleriyle birleşmeleridir. Bir bedenliyle bir bedensiz arasındaki sempatizasyon, bedenlinin en süptil (ince) vibrasyonlarıyla bedensizin vibrasyonları arasında bir uyumun kurulmasıdır. Size şu kadarını söyleyeyim ki bu sempatizasyon, iki bedenlinin birbirine sempatize olmasından çok daha kolay ve çok daha kapsamlıdır. Sizler bir veya birkaç bedensiz varlıkla sempatizasyon halinde bulunduğunuzu elbette bilmezsiniz. Üstelik bu olgu vibrasyonların inceliği dolayısıyla iki bedenli varlık arasındaki sempatizasyondan daha süreklidir. İki bedenli varlık arasındaki sempatizasyon ise çeşitli faktörlere bağlıdır, bu faktörler arasında en güçlü olanı en süptil vibrasyonlardır. Çünkü biriyle dost olduğunuz zaman sizi birbirinize en fazla çeken şey ruh hallerinizdeki uyumdur. Oysa daha dostluk kurulmadan aranızdaki kaba vibrasyonlar faaliyete geçer, onlar dünyanızda daha kolay tezahür zemini bulduğundan ilk planda gelirler. Örneğin, tanıştığınız kişinin ilk önce yüz ifadesine, daha sonra da bir takım hareketlerine dikkat edersiniz. En son olarak ruhsal uyum gelir ki, mutluluk veren ve sürekli olan ilişki de budur.” (Sayfa: 55-56)
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 8. 1959) : “İnsanlar iyilik yaparken iyilik yapmanın verdiği liyakatle evrimleşirler, daha çok evrimleşeyim diye iyilik yapılmamalıdır. İdeal iyilik, nefsaniyetten kurtulmuş iyiliktir. Yaptığınız iyiliği görev olarak yapmalısınız, zoraki değil, evrimleşmek için değil, sevgi ve şefkatle iyilik yapın. Toplum ve din korkusuyla yapılan iyilikten büyük yararlar sağlayamazsınız!” (Sayfa: 15-16)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Aynı evrim düzeyindeki varlıklar arasındaki fark, yukardan gelen tesirleri alabilme kapasitesine bağlıdır. Aynı evrim düzeyindeki varlıklar aynı tesirleri aldıkları halde, aralarındaki küçük farklar yüzünden bu tesirlere çeşitli tepkiler gösterirler. Bu yüzden, aynı düzeydeki varlıkların daha aşağı tabakalara gönderdiği tesirler de farklı olur. Özet olarak söylemek gerekirse, aynı evrim düzeyindeki varlıklar arasındaki fark, tesirlerden yararlanabilme içgüdüsüyle ilgilidir.” (Sayfa: 16)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Istırap ve evrim çok güzel bir seyir izliyor, tıpkı merdiven basamağı gibi! Evrimden sonra sevgi gelir, sevgiden sonra neşe gelir, neşeden sonra huzur gelir, bunlar da birer düzeydir. Yüksek planda da neşe ve huzur vardır, onlar da düzeylerine göre belirli amaçlar için çalışırlar. Fakat bu çalışmayı kendi düzeyinizle kıyaslamayın, her ortamın kendine has koşulları vardır. Kaba maddenin verdiği zevklere başvurmadan yüksek neşeyi gündelik yaşama sokmak mümkündür, fakat bunu üstte söylediğim neşeyle karıştırmayın. Maddi bağları gevşeterek Üst Planlarla bağlantıya geçtiğiniz zaman içinde bulunduğunuz durum sizi neşeye gark edebilir ya da kutsal bildiğiniz bir görevi başarıyla yerine getirdiğiniz zaman yüksek rehberlerden gelen tesirler size neşe ve huzur verebilir.” (Sayfa: 16-17)

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 10. 1959) : “Uçan daireler Mars ve Satürn planetlerindeki varlıkların malıdır, araçlarını şimdi geliştirmişlerdir. Onlar sizden üstündürler, maddeyle ruhu birleştirmiş, manevi alanda ilerlemişlerdir. Mars ve Satürn’deki varlıkların bedenleri, içinde bulundukları koşullara uyacak şekildedir. Onlarla bağlantı kurduğunuzda hem bilgilerinden yararlanacak, hem de şu koskoca evrenin sadece sizin için yaratılmadığını anlayacaksınız!” (Sayfa: 17)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “ Dünyaya gelmenin amacı, düşünceleri eylem haline getirerek maddi ortamda uygulamaktır. İnsanlar sadece düşünceleri öğrenerek evrimleşecek olsalardı bu maddi ortama gelmelerine hiç gerek kalmayacaktı. Düşünceler spadyumda her varlığın ruhuna pekala nakşedilebilirdi. İnsanın bir şeyi öğrenmesi demek, o şeyi sindirmesi demektir, sindirmekse birçok deneyimden geçerek mümkün olur. Yüksek düşüncelerden hiçbir zaman korkmayınız, ama uygulamasını yapmadan, onları benimsemeden daha yüksek düşüncelere yönelmeyiniz, daha alt düşünceleri benimsemeden daha yükseklerini idrak edemezsiniz.” (Sayfa: 19)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Güzelin tanımı her düzeye, hatta her kişiye göre değişir. Güzel faydalı olabilmektir. Bu tanım belirli bir düzeyin realitesidir. Tüm doğrularda bir güzellik payı vardır, fakat bir şeye doğru diyebilmek de düzey işidir. Bugün size doğru gibi görünen şeyin yarın yanlış olduğunu fark edersiniz.” (Sayfa: 19)

DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “ İnsanın Allah’a karşı görevi, İdare Planının verdiği emirleri yerine getirmektir, hareketlerini sürekli vicdanın kontrolünden geçirip daha Üst Planlara yükselmeye gayret etmektir. Üst Planlara yükselmenin en kısa yolu verilen emirlere itaattir. Eğer verilen emirler vicdanınızla çelişiyorsa, onları kabulde zorlanıyorsanız emirleri uygulamayınız!” (Sayfa: 20)

DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Bilgi O’nundur, O’nun bilgisiyle hiçbir bilgi kıyaslanamaz, zaten O’nun bilgisi dışında bilgi yoktur ki! Daha Üst Plandan verilen bilgiler Görevli Plan tarafından peygambere nakledilmiştir. Peygamber de, Görevli Plan da otomattır. Bu arada peygamberin göreve liyakatini de unutmamak gerek.” (Sayfa: 20)

DOSTLAR PLANI (Celse 20. 11. 1959) : “Gelen vahyi nakleden peygamber tamamen otomattır, bir medyum gibi hareket eder. O düzeye gelmiş bir varlık duygudan çok görevi düşündüğü, yalnız görevi yapmaya amade olduğu için otomattır dedim.” (Sayfa: 20)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1960) : “Sevgi, aynı yolda yürüyen varlıkların birbirine destek olmak için tesir göndermeleridir. Maddi fedakarlık gerektirse bile bu tesirleri gönderirler. İnsanlar, kötülerin varlığı yüzünden hemcinslerinin içtenliğinden hep kuşku duyarlar. Başlangıçta belki de haklıdırlar, ama daha sonra yaptıkları yol arkadaşlığı onları birbirlerine yaklaştırır, yani gönderdikleri tesirler artar. Giderek birbirlerine güvenleri de artar, güven arttıkça karşılıklı tesir kapılarını iyice açarlar. Sevgi eşit düzeydeki iki varlık arasında olabilir, aralarında biraz fark olanlar arasında da olabilir. Böylece birbirlerinin evrimine yardım ederler, hatta aşağı düzeydeki üst düzeydekinin düşüncesini daha çabuk kabul edip onun düzeyine yükselebilir.” (Sayfa: 20-21)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “İnsanlık aşamasındaki varlıkta nefsaniyet vardır. İnsanlıktan kurtulmak, insanüstü bir aşamada olmak demektir. İnsanüstü aşamaya ulaşmak için de insanın nefsaniyet yolundan geçmesi gerekir. Tüm evrimleriniz böyle değil midir? Evrimleşmek için fedakarlık şarttır, görevle fedakarlık birbirinden ayrılamaz, görev daima fedakarlık isteyen bir şeydir. Maddi bir dünyada bulunduğunuza göre elbette sizden maddi fedakarlık istenecektir.” (Sayfa: 21-22)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Her karmaşa ıstıraplıdır. Varlık karmaşa içinde olduğunu bile kabul etmez, örtbas etmek için uğraşır, ama içindeki ıstırap onu yakmaktadır. Varlığın cehaleti azaldıkça ıstırap da kademe kademe azalır. Varlık ne kadar cahilse ıstırabı da o kadar fazladır, karmaşadan kurtulduğu anda ıstırap dumanı dağılır!” (Sayfa: 22)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Şuurlu ıstırapla şuursuz ıstırap arasında evrime hizmet açısından ne fark var diye soruldu. Burada ıstırap çekenin düzeyi söz konusudur. Istırap içinde olup da şuursuz olan kimsenin düzeyi, şuurlu ıstırap çekene oranla daha geridir. Şuursuz ıstırap çeken, şuurlu ıstırap çekmeye hazırlanmaktadır, şuurlu ıstırap ise ıstıraptan kurtulmanın son aşamasıdır. Bazı durumlarda en yüksek varlıklarda bile idrak edilmeden, yani tam olarak şuuruna varılmadan çekilen ıstıraplar vardır. O ıstırap da o düzey için gereklidir. Istırabın neden ve niçini fark edilmese de ruhta bir takım tesirler meydana getirir, çünkü ruh ancak bu tesirlerle olgunlaşıp yücelebilir. Siz çok ıstırap çekiyorsunuz, ama sebebin kaçta kaçını biliyorsunuz? Yalnız sebep ve sonucunu bildiğiniz ıstıraplarla mı evrimleştiğinizi sanıyorsunuz? Hayır, dünyadaki her varlıkta şuurlu ve şuursuz ıstırap yan yanadır.” (Sayfa: 23)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Eski Delphi Tapınağının girişindeki yazı şöyle der: Kendini Bil. Bu iki yönden yorumlanabilir. 1- Kendin hakkındaki olayları bil, yani bilim sahibi ol. 2- Kendi düzeyini idrak et, yani düzeyinin gereklerini yap, dünyaya niçin geldiğini bil. Bu iki şıkkı tek bir cümlede toplamak mümkündür. Hayata geliş ve gidiş nedenini incele. Hayatta meydana gelen olayların sebep ve sonuçlarını incelemek bizi düzensiz ve şuursuz gibi görünen olayların arkasında gizleneni, yani şuurlu ve düzenli bir yönetimin varlığını görmeye sevk eder.” (Sayfa: 23-24)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Bilgi, sağlaması yapılmış imandır, tıpkı sağlaması yapılan hesap gibi. İman ise, bir takım önsezilerin verdiği bilgilerle önceki bilgilerin toplamıdır. Buna göre, bilgisini ancak sezgilerimizle kavradığımız şeylere iman diyoruz.” (Sayfa: 24)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : “Maddi evrenden mezun olmak için sevgi ve şefkat yeterli değildir. Sevgi ve şefkat bir aşamadır, bir de görev duygusu vardır ki o diğerlerinden daha üstün bir aşamadır. Görev duygusunun da dünyada kazanılması gerekir. Ama sevgi ve şefkatle görev duygusuna bir adım atılmış olur, yani sevgi ve şefkat kazanılmadan görev duygusu elde edilemez. Bunun anlamı, belirli bir düzeyi kazanmadan bir üst düzeye geçemeyiz demektir. Sevmek, görevi sevmek, görev sonunda sağlanacak yararların hangi varlıkları etkilediğini görerek o varlıkları sevmek, yaratıkları görüp inceleyerek onları sevmek ve bu sevgiden Yaradan’a yönelmek, işte sevgi ve şefkatten görev duygusuna bu yolla geçebilirsiniz.” (Sayfa: 24)

DOSTLAR PLANI (Celse 7. 8. 1960) : “Casuslar bazen görev gereği cinayet işliyor veya devlet sırlarını vermemek için intihar ediyorlar, bu olaylar da diğer adi cinayet ve intihar olayları gibi spadyumda bir ıstırap oluştururlar mı diye soruldu. Evrendeki yasaların dışına çıkılamaz, kim bir fiil işliyorsa muhakkak o fiilin gereğiyle karşılaşır. Bir insanın casusluk şebekesine girmesi, görev gereği birini öldürmesi ya da intihar etmesi, bu fiillerinden ötürü ıstırap çekmesini önlemez, yani görev duygusuyla cinayet işlemek evren yasalarını geçersiz kılmaz, tıpkı sıradan bir katil gibi ıstırap çeker. Yalnız, adi cinayetle görev gereği cinayet işleyenlerin uğrayacağı muamele arasında fark vardır. Casus görevi gönüllü olarak almakta, yapacağı işin sonucunu önceden bilmektedir. Bu durumda o evrimini hızlandırmış ve bir atılım yapmış olur.” (Sayfa: 25)

alıntıdır




Paylaş
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Şart olan toplumların evrimi değildir, şart olan bireylerin evrimidir. Öte yandan bireylerin evrimleşmesiyle toplumlar da evrimleşirler, çünkü toplumlar bireylerden oluşur. Toplumda meydana gelen bir uyarılma, (afet, mucize) orada yaşayan bireylerin evrimleşmesini sağlar.” (Sayfa: 26)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “İnsancıl amaçlarla sosyal mücadelelere katılma İlahi İrade Yasalarına aykırı mıdır diye soruldu. Bu tür hareketler İlahi İrade Yasalarının işleyişini bozamaz. Onlar da birer deneyimdir ve toplumdaki bireylerin evrimine yardım ederler, hiçbir şey gereksiz değildir. Bu prensipten yola çıkarsanız olayların gerekliliği konusunda yeni fikirler edinebilirsiniz. Eğer bireyleri hazırlayabiliyorsanız toplumun evrimleşmesi için çalışmak iyi bir şeydir.” (Sayfa: 26)

DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Bir toplumun hızlı evrimi demek, içindeki bireylerin çoğunluğunun hızlı evrimi demektir. Bu durumda işi daha basite indirgeyerek bir tek bireyin evrimini düşünmek ve bunu topluma genellemekle sorun halledilmiş olur. Şöyle ki, birey evrim için çalışarak bilgi edinecek, edindiği bilgileri uygulayacak, görevlerini eksiksiz yerine getirecek, böylece toplumun evrimi hızlandırılacaktır.” (Sayfa: 27)

DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Şimdi toplum için ortaklaşa bir vicdan ölçüsüne ihtiyaç var. Fakat toplum içindeki her birey bu vicdan ölçüsüne uymayacaktır, çünkü düzeyi uygun değildir. Düzeyin küçük farklarla birbirine yakın olması idealdir. Gelecek kitapta (Bilgi Kitabı) ortaklaşa vicdan ölçüleri hakkında ayrıntı verilmiştir. Kişi bireysel vicdan ölçüleri yerine ortaklaşa vicdan ölçüsünü kabul edebiliyorsa bu elbette daha hayırlıdır. Kabul ettiği ölçü kişinin düzeyidir ve kişi düzeyine göre hareket etmelidir. Kendine yapılmasını istemediğin hareketi başkalarına yapma şeklindeki kural, halen herkes için ortaklaşa bir vicdan ölçüsü olmaya yeterli değildir, fakat belirli bir düzey için iyidir.” (Sayfa: 27)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Zorla toplumun malı haline getirilmiş bir düşünce uğrunda savaşarak insan öldüren, bu düşünceyi kabul etmediği halde toplum düzenine uymak zorunda bırakılan bir insan katil değildir. O kişinin özel evrim isteğinin yanında bir de içinde yaşadığı toplumun evrim düzeni vardır. Kişi o topluma rastgele değil, oraya layık olduğu için gönderilmiştir, dolayısıyla toplumun şartlarını kabul etmiş sayılır. Eğer bu şartları kabul etmiyorsa ve elinde o toplumu terk etme imkanı varsa, bu imkanı kullanmayarak savaşa girmiş ve adam öldürmüşse o kişi katildir.” (Sayfa: 28)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Baskı altına alınan, engellenen düşünce ve eğilimler eğer toplumun düzeyinden daha üstün düşüncelerse empoze edildiklerinde topluma zarar verirler. Eğer bu düşünceler toplum düzeyinin çok altındaysa yıkılmaya mahkumdurlar. Her birey ve toplum layık olduğu düşünceyle donatılmıştır. Kişisel istek ve eğilimler için de aynı şey geçerlidir. Ama bu ister aşağı, isterse üstün olsun düşünceler incelenmesin demek değildir. Her düşünce layıkıyla incelenmeli ve değerlendirilmelidir.” (Sayfa: 28-29)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Bir hareket eğer toplum için zararlıysa, onu zor kullanmadan daha yumuşak metotlarla engellemeye çalışın. Eğer bu yolla başarı sağlayamıyorsanız, engelleyeceğiniz kişinin alacağı zararla toplumun alacağı zararı kıyaslayarak şiddet kullanma yoluna da gidebilirsiniz!” (Sayfa: 29)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Bir ülkede cinayetlerin artışı o ülke insanlarının çok geri durumda olduğunu, yaşam ve ölümün anlamını henüz idrak edemediklerini gösterir. Bu geriliğin önüne geçmede aydınların sorumluluğu büyüktür. Zaman içinde dünyaya gelen tesirlere rağmen bir toplum ilerleyemiyor ya da yerinde sayıyorsa, bu o toplumun geriliğinin işaretidir.” (Sayfa: 29-30)

DOSTLAR PLANI (Celse ?. 6. 1960) : “Şu kadar sene sonra nüfusumuz bu kadar olacak diye maddi ortamda yaşamaya hak kazanmış bir varlığın kürtajla önünü kesmek doğru değildir. Ne kadar makul olduğunu sanırsa sansın bir varlığın hayatına son veren kişi hatalı bir iş yaptığını bilmelidir. Nüfus fazlalığı nedeniyle açlıktan ölenlerin bulunduğu ülkeler var deniyor, bu yanlış bir düşüncedir. Nüfus fazlalığı açlığa ve yoksulluğa sebep olamaz, aksine nüfus fazlalığı çalışan bir toplum için büyük bir güçtür. Bir varlık dünyaya gelme hakkını elde etmişse o ülkenin yasalarına uymak zorundadır, yani çalışmakla yükümlüdür. Çalışmayan insan elbette aç kalmaya mahkumdur. Bazı varlıklar, hayat planları öyle gerektirdiği için çok çalışmaları gereken ülkelerde dünyaya gelirler. Bu çabayı gösteremeyenler sonuçlarına da katlanacaklardır. Tembellikleri yüzünden ölenler nüfus fazlalığının kurbanı değildir, onlar kendilerinden beklenen çabayı gösterememişlerdir. Burada en büyük görev o ülkeyi yöneten idarecilere düşüyor, ellerindeki sosyal gücü iyi seferber etmeli, bilgiyle donatarak daha verimli iş alanlarına yönlendirmelidirler. Eğer dünya koşulları değişmeyip hep aynı kalacak olsaydı dünyaya gelecek varlıkların düzeylerinin de değişmemesi gerekirdi.” (Sayfa: 30-31)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Rüyalar çeşitlidir. Uyarı rüyaları vardır ki, bunlar bir tür mesajdır. Bir de geçmiş yaşamlardaki olayların kişiler üzerinde yaptığı tesirlerin yansıması olan rüyalar vardır. İkinci tür rüyalar boşalma devresi rüyalarıdır. Eğer rüya uyarı ya da müjde rüyası ise, kişinin kapasitesine göre bir tepkisi olacaktır. Rüyaların çeşitli sembollere bağlı olarak oluşması, bireyin günlük hayatında onlardan hisse kapmasını sağlar. Uyarı rüyasında gördüğü bir olaya karşı kişinin ilgisi artarsa, ondan yararlanması da o oranda kolaylaşacaktır.” (Sayfa: 32-33)

DOSTLAR PLANI (Celse 2. 10. 1959) : “Uyarı rüyaları dolma halidir, diğerleri ise boşalma halidir. Uyku, kullanılması güçleşen bedeni ruhun dinlenmeye terk ettiği devredir. Bu devrede vücut yapmış olduğu işlerin yorgunluğuyla artık görev yapamaz hale gelir. Ruh böyle anlarda bedenle bağını gevşeterek ruhsal alemden daha kolay tesir alabilecek bir pozisyona geçer. Bu durum bazen boşalma hali dediğimiz rüya türüne yol açabilir. Ruhun ruhsal ortamdan aldığı tesirler yaşadığı hayat için gerekliyse, bedenle bağlarını biraz daha güçlendirerek tesirleri rüya şeklinde ortaya çıkarır, bu uyarı rüyasıdır. Bazen de uyku esnasında hiç rüya görülmeyebilir. Bazı kimseler de çok yorgun oldukları zaman rüya görürler ki, bu da vücudun boşalmasının dolmayla orantılı olduğunu gösterir. Uyku anında yaşamdan alınan bilgilerin muhasebesinin yapıldığı doğru değildir, çünkü o bilgiler her an muhasebeden geçmektedir. Alınan bilgilerin kazanılıp kazanılmadığı hayattaki olaylarla anlaşılır. Zaten dünyada yaşamanın amacı da budur, yani muhasebeyle yaşam eş zamanlıdır.” (Sayfa: 33)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Uyku hali bir boşalma halidir, boşalmanın (deşarj) nedeni ertesi gün meydana gelecek dolmaya (şarja) hazırlıktır. Söz konusu şarj ve deşarj ruhsal ve maddesel tesirler bakımındandır.” (Sayfa: 34)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Zaman maddeye ait bir birimdir. Rüyadaki zamansa imajinatif bir zamandır. Sizin için rüyada günlerce süren bir olay dünya zamanıyla bir anda meydana gelebilir. Uzaklık madde aleminde bir değerdir, manevi alem için bir kıymeti yoktur. Söz konusu olaylardaki zaman kavramını da bu şekilde kıyaslayarak kavrayabilirsiniz.” (Sayfa: 34)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Rüyaların sembolik ifadelere bürünüşünün nedeni rüya gören kişinin durumuyla ilgilidir. Haberci rüyalardan size bahsetmiştim. Kişiye rüyasında bir olay gösterilir. Olay gerçekleştikten sonra kişinin haberi olması isteniyorsa
o olay rüyada başka bir sembolle, eğer olayı olayın olmasından önce bilmesi isteniyorsa değişik bir sembolle gösterilir. Bu ve buna benzer birçok durum sembollerin değişmesine neden olur. Sembollerin verilişinde varlığın koşullarının, inançlarının ve evriminin rolü elbette vardır. Dikkat edin, haberci rüyalar dedim!” (Sayfa: 34-35)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Uyku insanı ertesi güne hazırlar. Hazırlanmaktan kasıt, ertesi gün kat edeceğiniz aşamaya bir ortam sağlamaktan ibarettir. Bir günlük deneyimden elde ettiğiniz kazançlar veya ufak tefek gerilemeler sizi rüyanızda imajinasyonla hazırladığınız bir aleme götürür ve az çok geçen bir günün muhasebesi yapılır. Bu arada koruyucu varlıktan alınan tesirlerle bir takım uyarılar da gelir. Gerektiği hallerde bu tesirler rüya şekline dönüşebilir. Uyarılarda belirli yollar gösterilip öğütler verilir, bu da gelecek günler için bir hazırlıktır. Bunlardan çıkan sonuç şudur, uykuda vücut dinlenip ertesi güne hazırlanırken beynin belirli yerlerinde bir aktivite göze çarpar.” (Sayfa: 35-36)

DOSTLAR PLANI (Celse 24. 6. 1960) : “Vücutta meydana gelen olayları incelediğiniz zaman belirli tesirlerin belirli sonuçlar doğurduğunu görürsünüz. Bir kas kasılması için tesir gönderildiği zaman o kas kasılır. Öte yandan, bedenin yaşamını devam ettirebilmesi için ruh sürekli tesirler göndermekte ve tesirler almaktadır, bu tesir alış verişi yaşam boyu devam eder. Uyku esnasında tesir alış verişi azalmış, ama kesilmemiştir. Rüya şeklinde görülen bir imaj, ruh tarafından gönderilen tesirlerin zorunlu sonucudur.” (Sayfa: 36)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Dünyada aldığınız maddi tesirler beynin belirli yerlerine giderek bir iz bırakır. Fakat tesirlerin gideceği tek yer beyin değildir, beyinde bırakılan o iz tesirin ruha varabilmesi için bir araçtır. Geçmiş enkarnasyonların hatırlanması genellikle çocuklarda çok görülür. Bu da gösteriyor ki varlığı etkileyen en son olaylardaki en son izlenimler beyinde bir iz bırakmaktadır. İnsanlar enkarnasyonları sonucunda elde ettikleri bilgilerin bileşkesi olan bir olgunluğa erişirler ki, bu olgunluk kişinin o andaki bedeninin organlarına nakledilir. Bu da tesirin tek taraflı değil çift taraflı olduğunu gösterir. Beyinde yer etmiş tesirler nasıl ruha naklediliyorsa, ruhtan gelen tesirler de beyinde yer ederler.Tesirler varlığın içinde bulunduğu koşul ve düzeye göre Üst Planlar tarafından bir süzmeye tabi tutulur, bu varlığın evrimi için gereklidir. Siz ekminezi anındaki hatırlamaları, olayların beyinde bıraktığı izlere göre anımsıyorsunuz. Rüya bahsinde şöyle demiştik: Eğer tesirler varlığın hatırlamaması gereken şeylerse beyne aksettirilmez. Beyinde iz bırakmamış bu tesir ya da rüyalar ekminezi anında ortaya çıkmayacaktır. Ayrıca, bir kimse rüyada aldığı tesirleri beyne aksettirse bile bunun önemi yoktur, önemli olan tesirlerin beyinde anlaşılabilecek hale getirilmesidir. Varlık aldığı tesirler sonunda ulaştığı olgunluğu kendine mal eder. Gelen tesirlerden bir kısmı, ruhla beden arasında iletişimi sağlayan perispiri üzerinde muhafaza edilir. Ekminezi sırasında perispiri üzerine nakşedilmiş bu olaylar hatırlanabilir, çünkü o sırada perispiriyle beyin ilişkiye geçer ve beyinde bir iz bırakmadan olay nakledilir. Beyinde iz bırakmaması gereken olayların izleri beyinden silinir. Beyinde yer etmiş fakat o an için hatırlanmamış bir olayın ekmineziyle hatırlanması şöyle olur. Perispiriyle ilişkiye geçmeksizin doğrudan beyin aracılığıyla dış aleme nakil yapılır. Olayın izi beyinde ise direkt beyinden, beyinde değil de perispiride ise, gerekiyorsa sonradan silinmek kaydıyla beyin kanalıyla perispiriden aktarılır.” (Sayfa: 42-44)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : "Ekminezide bir medyumun kendisiyle ilgisi olmayan geçmiş olayları hatırlaması, medyumla bağlantı kuran görevli bedensiz varlık aracılığıyla olur. Bedensiz varlık zaman ve mekanla kayıtlı olmadığı için, bir olayın geçmişte, şimdi ya da gelecekte meydana gelmesi onu bağlamaz.” (Sayfa: 44)

DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Bir varlık spadyumdan indiği (bedenlendiği) zaman mevcut şuuru bir hayli daralır, bu daralma varlığın dünyadaki evrimiyle ilgilidir. Bazen dünyada öyle anlar olur ki, varlık sınırlı dünya şuurunun üstünde haller gösterir. Böyle anlarda varlığın spadyumdaki şuurunun bir kısmı aydınlanmıştır, çünkü o anda öyle olması gerekmiştir. Örneğin, kişinin daha önceki yaşamlarını hatırlaması, spadyum şuurunun küçük bir kısmının ortaya çıkması demektir. Geçmiş yaşamlarda olmuş bu olaylar halihazırdaki beyin üzerinde hiçbir iz bırakmadığı halde nasıl oluyor da hatırlanıyor diyeceksiniz. Ekminezi konusu anlatılırken beyindeki tesirlerin perispiri yoluyla ruha, ruhtan gelenlerin ise aynı yolla beyne aktarıldığı söylenmişti. İşte söz konusu hatırlama böyle olmakta, yani ruhtan gelen tesirler beyin üzerinde bazı izler bırakarak kişinin geçmiş yaşamlarını hatırlamasına sebep olmaktadır. Bu yola, kişinin çevresinde bulunan insanlara bir kanıt göstermek için başvurulmuş olabilir.” (Sayfa: 44-45)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Bazı kişiler ara sıra hiç bilmedikleri dilleri konuşurlar. Bunu ya kendi geçmiş yaşamlarına ya da bağlantı kurdukları bedensiz varlıklara borçludurlar. O kişiyi hipnotize ederek ekminezi yoluyla geçmiş yaşamlarına götürebilir ve bu dilleri konuşup konuşmadığını öğrenebilirsiniz. Eğer geçmiş yaşamlarında bu dilleri konuşmamışlarsa, bir bedensiz varlık bağlantısı var demektir. O varlığa sorarsanız size hem gerçeği, hem de bağlantıyı niçin kurduğunu söyleyecektir.” (Sayfa: 45)

DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Hipnozda süjeye değişik bir kişi olduğu söylenince hemen kişilik değiştiriyor, bunun mekanizması nedir diye soruldu. Bu olayda fizikselden çok ruhsal mekanizma önemlidir. Ruh bedenle bağlantı kurduğu zaman birçok melekesini kaybeder, birçoğunu da azaltır, bu arada imajinasyon melekesi de zayıflar. Bu durumda süje operatörün verdiği telkinleri daha güçlü olarak almakta ve telkinlere derhal adapte olmaktadır. Verilen ilk tesirle ruhsal imajinasyon işler ve ruh bedene, yani beyne yansır. Başka kişilik telkinini kabul eden serbest ruh telkinin imajinasyonunu bağlı ruha kabul ettirir ve kişilik değişikliği oluşur. Süje hipnozdan çıktığında bağlı ruhun beyin üzerindeki etkinliği arttığı için normal kişilik geri döner. Bu olgu, serbest ruhun imajinasyon yeteneği açısından bağlı ruhtan daha üstün olduğunu gösterir.” (Sayfa: 46-47)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 7. 1960) : “Telkin, kişinin karşısındaki kimseye normal duyu organı yoluyla emirler vererek onun belirli bir şeyi imajine etmesini sağlamasıdır. Kuvvetli imajinasyon sonucu meydana gelen aura etkisiyle verilen emirler süje tarafından benimsenir. Beden yönünden telkin, duyu organı yoluyla verilen emirleri nakletmektir. Ruh yönünden telkin, gelen emirleri imajine etmektir. Süjenin daha önceki imajinasyonları gelecek yeni imajinasyona zıtsa imajinasyon daha güç oluşur. Telkin alan kişide oluşacak aura telkin yapana bağlıdır, o telkin alana yardım etmekte, yol göstermektedir, bunu da gönderdiği tesirlerle yapar. Ruhun imajine ettiği şey demek, beden yoluyla gelen tesirlerin ruhta bir takım yeni vibrasyonlara sebep olması demektir. Ruhta oluşan bu vibrasyonlar çevresindeki daha süptil maddelere tesir ettiği gibi, doğrudan doğruya bedene de tesir eder ve söz konusu aura oluşur. Burada perispirital maddelerin de rolü vardır.” (Sayfa: 47)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “ Büyü konusunda olaylara hakim olan unsur tesirlerdir. Öyle tesirler vardır ki siz farkında olmadan yaşamınıza hükmedebilir. Bu tesirlerin bir kısmı büyü şeklinde tezahür edebilir. Her yapılan büyü başarılı olmaz. Büyü aslında gönderilen kötü tesirdir, gönderilen kişinin bedenine sanki kendi ruhundan gelen tesirmiş gibi etki eder. Gönderilen tesir kişinin perispirisinden geçmeden doğrudan doğruya sinir sistemine etki eder, çünkü bu tesir daha önce büyüyü yapanın perispirisinden geçmiştir. Kısaca, kotlanmış tesirler yeniden kotlanmazlar.” (Sayfa: 48)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Psikometri olayında rehber bir varlık yoktur. Psikometri, geçmiş ve geleceğe ait görüntülerin görülmesi ya da geçmişteki tesirlerin yol göstermesiyle geleceğin aydınlanmasıdır. Bunun anlamı şudur: Geçmişteki olayların gelecekte zorunlu sonuçları vardır. Geçmiş olaylar dağılmış olsalar bile tesir olarak vardırlar, medyum gibi hassas kişiler tarafından alınabilirler. Tesirler belirli bir ortamda bulunmazlar, psikometri medyumunun eline bazı ipuçları vermeniz gerekir. Örneğin o olayla ilgili bir eşya ya da kişi tesirleri almak için araç olabilir. O tesir ve olayların o eşya üzerinde bir takım izleri vardır, bu yolla söz konusu tesirler alınabilir. Durugörüde ise rehber bir varlık vardır, bu varlık belirli bir süre aynı kişiyle bağlantı kurar.” (Sayfa: 48)

DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Bazı medyumlar suya, kristale ve benzeri maddelere bakarak bir takım şekiller görmekte ve onlardan anlamlar çıkarmaktalar, burada bir bağlantı mı var, yoksa başka bir mekanizma mı işliyor diye soruldu. Bu soru çeşitli şekillerde yanıtlanabilir. 1- Medyum bağlantı kurduğu varlığın gönderdiği imajları o maddelerde görüyor olabilir. 2- Medyum bağlantı olmadan gizli imajlar alıyor olabilir. 3- Bazen de bağlantı vardır ama bu medyumun ruh ve beden ilişkilerini ayarlamaktan öte gitmez, sadece imajı almasına yardımcı olur. Birinci şıkta medyum, bağlantı kurduğu varlığın gönderdiği tesirleri imajinasyon yeteneğiyle imajlar şeklinde almaktadır. İkinci şıkta sözü edilen gizli imajlar evrendeki gizli imajlardır. Maddenin süptilliği arttıkça yepyeni yetenekler kazanır ve bir takım tesirler karşısında reaksiyon gösterir, hatta o tesirleri belirli şekiller alarak hıfzeder. Dünyadaki bir varlık bir şeyi imajine ettiği zaman gönderdiği tesirlerle çeşitli kademelerdeki maddelere etki edecektir. Fakat bu etki kademe kademe olacak ve aradaki vasıta maddeler bir süre sonra bu tesirlerin etkisinden kurtularak eski hallerine döneceklerdir. Eski hallerine dönebilmeleri için bir zamana ihtiyaç vardır ki, bu da maddenin kalitesine göre değişir. Gönderilen tesirle şekil almış maddeden yararlanan medyum o gizli tesirleri ve tesirlerin hıfzettiği gizli imajları görür. Görür derken, görmek fiili ne suyun ne de kristalin içindedir, bu tam anlamıyla ruhsal bir görüştür. Bu ruhsal görüş bilinen yollardan geçerek bedensel bağlı şuura akseder ve medyum gördüklerini çevresindekilere anlatır. Bundan çıkan sonuç şudur: Ruh evrende olan biten her şeyden haberdardır, ama düzeyi (evrimi) uygun olmadığı için gelen tesirleri değerlendiremez.” (Sayfa: 49-50)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Telekineziyle eşyaların nasıl hareket ettirildiği soruldu. Bildiğiniz gibi her varlıktan bir takım vibrasyonlar çıkar. Bu demektir ki, her varlık kendi düzeyine göre sizin deyiminizle elektriksel bir alana sahiptir, bu elektriksel alan bildiğiniz elektrik değildir elbette. Medyum bağlantıda olduğu varlıktan aldığı güçlü tesirlerle o madde üzerinde böyle bir elektriksel alan meydana getirmekte, daha sonra o maddenin atomlarında bir düzenleme yaparak cismi hareket ettirmektedir. Bunu bir mıknatısın demir parçalarını çekmesine benzetebilirsiniz. Medyumdan gelen tesirler mıknatısın tesirinden kat be kat üstün olduğu için dünyada bulunan tüm maddeleri etkileyebilir. Cismin atomları nasıl düzenleniyor diyeceksiniz? Maddede belirli atom dizilişleri vardır, ancak böyle bir dizilişle madde denge halinde olabilir. Dengeli madde medyumdan gelecek tesirlere yanıt veremez. Dengenin bazı noktalardan bozulmasıyla maddeyi etkileyecek tesir alanı yaratılmış olur, düzenlemeden kasıt bu alanın yaratılmasıdır. Peki dengesi bozulan madde eski haline nasıl döner? Madde başlangıçta denge halindeydi, denge halini bozan tesir ortadan kalkınca madde kendiliğinden eski haline dönecektir. Elektriksel alanların eşit olması cismi hareket ettirmez, fakat alanlardan biri büyük olursa, küçük olan büyüğün etkisi altına girer ve dengesi bozulan madde hareket eder. Medyumdan gelen daha güçlü tesir, maddedeki güçsüz elektriksel alanı etkilemiştir. Elektriksel alan, atomdaki partiküllerin durum değiştirmesidir. Medyumdan gelen güçlü tesirler dengeyi bozduğunda maddede elektriksel bir alan oluşur, bu alan medyumunkinden güçsüz olduğu için onun etkisine girmek zorundadır. Telekinezi çalışmasında medyum haliyle enerji sarf etmekte, gelen tesirleri nakletmekte, transforme etmektedir. Bunu yapabilmesi için medyumun perispirisi bu işle meşguldür, ayrıca başta beyin olmak üzere tüm sinir sistemi de görev yapar. Dikkat ederseniz, sinir sisteminin tüm vücuda elektrik telleri gibi yayıldığını görürsünüz. Bir de ikinci derecede görevli olan kaslar vardır ki, bunlar da sinirlere yardım ederler. Ektoplazma, burada sözünü ettiğimiz tesirlerden başkadır, o tamamen maddeseldir.” (Sayfa: 50-51)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Işık, belirli titreşimdeki maddelerin tezahürüdür. Telekinezi bahsinde de açıkladığım gibi medyum yukardan aldığı tesirleri maddi bir şekilde nakletmekte ve maddeler üzerinde etkili olmaktadır. Medyumdan çıkan vibrasyonlar o şekilde ayarlanmaktadır ki, cismin yapısından da yararlanarak etrafında belirli bir alan meydana getirilmekte, bu da size ışık olarak görünmektedir. Vibrasyonlar ne kadar kaba olurlarsa hislerinize o kadar çok tesir ederler.” (Sayfa: 52)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Telepati olayının mekanizması soruldu. Telekinezi konusunda söylediğim gibi, telepatide de belirli frekanstaki tesirler beynin belirli bölgelerine belirli yollardan iletilmektedir. Telepat öyle bir kişidir ki çalışa çalışa bu yollar onda belirgin bir hal almıştır. Biz her an milyonlarca tesir almaktayız, fakat ileti yollarının belirgin olmaması bu tesirleri hissetmemize engel olur. Yollar beynin çeşitli yerlerindedir ve beyindeki çeşitli merkezlere bağlanmıştır, size gelen tesirler bu belirli bölgelere çarpar. Fakat söz konusu bölgelerin beyindeki diğer merkezlerle bağlantısı çok az olduğundan bunlardan bir kompozisyon meydana getiremez ve gelen tesirleri idrak edemezsiniz. Bedensiz varlıkların telepatide direkt olarak rolleri yoktur. Yaptığınız şu celse de bir tür telepatidir, ama genellikle telepati iki bedenli varlık arasında olur. Elbette bir ruhla bedenli bir varlık arasında da olabilir.” (Sayfa: 53-54)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Telepati sırasında gelen tesirlerin beyindeki yollardan geçmesi onu idrak edebilmeniz için gereklidir. İlk uğrak yeri beyin değildir, olay ruh-perispiri-beyin kanalıyla olmaktadır. Tesirler inceldikçe ruha tesir etmeleri de o oranda artar. Öyle celseler vardır ki tesirler bedenli kişinin ruhu tarafından değil de bizzat bağlantıya geçtiği varlık tarafından transformasyona uğratılır. Daha doğrusu, bedenli kişinin bağlantıya geçtiği varlığın düzeyi ya kendi düzeyiyle orantılı veya kendinden daha düşüktür. Bu durumda bağlantıya geçtiği varlıktan gelen tesirlerin ayrıca transforme edilmesine gerek kalmaz, çünkü bedensiz varlık tesirleri transforme ederek beyne iletilmeye hazır bir şekilde vermektedir. Bazı telepatlar aynı anda bir bedenli bir bedensiz iki varlıkla bağlantı kurarak aldıkları mesajları aktarabilirler. Yollar tamamen ayrı olduğuna göre ikili bağlantının gerçekleşmesinde bir engel yoktur, aynı anda telepata gelen iki tesirin birbirine karışması sorun yaratmaz, çünkü tesirler birbirine karışmazlar.” (Sayfa: 54-55)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : “Telepatide düşüncenin ulaşımı çok kısa bir zamanda, hatta aynı anda olmaktadır. Düşüncenin hızı çok yüksektir, sizin ölçülerinize sığmaz!” (Sayfa: 55)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Beden dışında oluşan duble varlığın perispirisi değildir, ama medyumun vücut maddelerinden yapılmıştır. Yapısını koruyabilmesi için dubleye belirli tesirler gelmektedir. İnsan da bedeninin yapısını koruyabilmek için ruhu tarafından gönderilen belirli tesirler alır. Medyum, vücudundan çıkan ve tekrar vücuduna dönecek olan maddeleri belirli bir ortamda ve belirli bir tesir göndererek belirli bir şekilde oluşturur. Dedublüman olayında gördüğümüz ikinci beden insan vücudunun aynısıdır, çünkü ruh gönderdiği tesirlerle bedenin yapısını koruyacak kudrettedir, dolayısıyla dublesi de aynı şekle sahip olur. Eğer ruh insanüstü bir ruhsa celse sırasında ortaya çıkan dubleye istediği şekli verebilir, hatta insanüstü ruhlar fantomlarını birkaç şekilde tezahür ettirebilirler. Burada esas olan maddenin yapısını koruyacak tesirleri göndermektir.” (Sayfa: 55-56)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “İlkah sırasında ana babanın davranışları embriyonun kaderinde rol oynar mı diye soruldu. Aslında ana babanın davranışları dünyaya gelecek varlığın karakterine etki edemez. Anne karnında geçirdiği aşamalarda annenin embriyonun yapısı üzerindeki tesirleri planlı ve maksatlıdır, olan her şeyin bir amacı vardır. Karakter ruhsal bir niteliktir, annenin gönderdiği tesirler embriyonun maddesine yöneliktir, doğacak çocuğun karakterini belirlemez.” (Sayfa: 57)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “Ruh bedene nasıl bağlanır diye soruldu. Maddeyle güçlü bağları olan bir varlık, spadyumdayken organlarının eksikliği yüzünden dünyada yaptığı faaliyetleri yapamaz. Spadyum isteklerine karşılık vermediği için çok sıkılır ve ıstırap çeker. Uygun tesirlerle karşılaştığında doğacağı ailenin çevresinde dolaşmaya ve onlardan tesirler almaya başlar. Spadyumdaki bu ruhun dünyayla bağlantıya geçmesi için bir başka ruha (bu olayda anneye) ihtiyacı vardır. Anne ruhunun yardımıyla maddeye bağlanmaya çalışır. Etkisi altına aldığı ana rahmindeki kendi bedenine ait maddeleri tesirlerini alabilecek şekilde yapılandırır, gelişim tamamlanır ve çocuk dünyaya gelir. Bu olayda perispirinin maddeyle kurduğu ilişkiyi, dünyada iki maddenin birbiriyle kurduğu ilişkiye benzetmeyin. Perispiri de bir maddedir, ama bildiğiniz taş, toprak cinsinden değildir, daha süptil maddelerden oluşur. Maddelerin kendi arasındaki ilişki tesirler yoluyla kurulur, gönderilen tesirler maddenin süptilliğiyle orantılı olarak incelmektedir.” (Sayfa: 57-58)

DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Erkek ve dişi hücrelerin birleşmesinde fiziki ve kimyasal tesirlerin yanında ruhsal tesirler de rol oynar mı diye soruldu. Ruhsal tesirler elbette rol oynar. Erkek ve dişi hücreler birer ruha sahiptir ve her ruh ait olduğu bedenin hücresini idare eder. Uygun koşullarda dişi ve erkek hücreler kendilerinde eksik olan tesiri almak için sürekli birbirlerine yaklaşırlar. Bu yaklaşma sonucunda meydana gelecek tek hücrenin yönetimi yavaş yavaş bu iki ruhtan alınmakta ve üçüncü bir ruh uygun koşuldan yararlanarak tesirlerini yeni bedene bağlamaktadır. Ruhta cinsiyet yoktur, o iki ayrı ruhsal varlık, yani sperm ve ovum başka başka düzeydedir. Dişi hücre erkek hücreden daha evrimleşmiştir, bu durumda erkek hücre dişi hücrenin göndereceği tesirlere muhtaçtır. Hücrelerin döllenmesi ve çoğalmasında meydana gelen her aşamanın ayrı yöneticileri vardır, köprü görevi yapan bir takım yöneticiler de vardır. Bir şeyin yöneticisinin yönetilenden daha evrimleşmiş olması gerekir. Bu durumda döllenmedeki birleşmeyi yöneten dişi hücredir. Ne var ki dişi hücre döllenmenin belirli bir aşamasına kadar görevlidir. Döllenmede her ne kadar erkek hücre aktif halde olup olayın yöneticisi durumunda görünüyorsa da, ruh yönünden durum tam tersidir. Erkek hücre dişi hücreye koşarken bir amaç için koşmakta, ihtiyacı olan ruhsal tesiri almaya çalışmaktadır. Daha evrimleşmiş dişi hücre ruhunun edinmiş olduğu beden elbette düzeyiyle orantılı olacaktır. Bu yüzden, yumurta spermden daha evrimleşmiş ve kompleks bir yapıya sahiptir.” (Sayfa: 58-60)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Ölüm olayıyla bedenle ilişkisini kesen organizatör ruh artık onunla hiç ilgilenmez. Bedendeki diğer ruhlar gerektiği şekilde belirli yerlere giderler. Organizatör ruh, dünya yaşamı boyunca diğer ruhların ortaklaşa evrim yapmalarını sağlar. Spadyumda birbirlerinden ayrılarak geçmiş yaşamın muhasebesini yaparlar, orada herkes kendi derdindedir. Tekrar dünyaya geldiklerinde aynı organizasyonda bulunan ruhlar organizatör ruhun hizmetine girebilirler.” (Sayfa: 60)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Bölünen hücreye ait yönetici ruh bu bölünmenin ertesinde spadyuma gider ve yerine iki yeni ruh gelir. İşte bu şekilde enkarne olan ruhlar maddenin meydana gelmesinde bizzat görev almış olurlar.” (Sayfa: 60)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : “Korku bir bilgisizliktir, bilgisizlik ise bir uyumsuzluktur. Bilgi uyumdur. Ruhun bedenin yönetimi için gönderdiği her tesir bir bilgiye dayanır. Bu tesirler uyumla yürürken belirli cephelerdeki bilgisizlik uyum akışına engel olabilir, bunun sonucunda da bazı organik bozukluklar ortaya çıkar.Vücutta meydana gelen her olay ruhun kontrolü altındadır, bir olayın oluşması için ruhtan belirli tesirlerin gelmesi gerekir. Bir hücrenin üremesi ve çoğalması için, az ya da çok olması için az ya da çok tesir gelir. Bazı uyumsuzluklar bu tesiri bozarsa hücrenin çoğalması da bozulur, yani artar ya da azalır.” (Sayfa: 60-61)

DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Bir köpeğin başı kesilerek başka bir köpeğe aşılanmıştır, çift başlı köpek bedeninde iki ruh mu taşımaktadır diye soruldu. Bu durumda idareci olarak tek ruh vardır, ama idareci ruhun aşılanan baştaki hücre ve organların ruhlarıyla sempatize olması gerekir. Aksi takdirde idareci ruh tarafından verilen emirler takılan ikinci başa gidemez, ruhun tesirlerini alamayan baş yaşayamaz. Başı kesilen köpeğin ruhu dezenkarne olmuştur, ruh başta değildir ki başla beraber istenen yere gitsin!” (Sayfa: 61)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : Bir köpeğe aşılanan ikinci baş sahibini tanıyor ve sevgi tezahürleri gösteriyor, hafıza melekesine dayanan tanıma olayı, o başı terk etmiş organizatör ruh olmadan nasıl gerçekleşiyor diye soruldu. Beyin maddesel ortamlardan aldığı tesirleri ruha naklederken beynin üzerinde de bazı izler kalır. Aşılanan başın geçici bir süre için sahibini tanıması bu izlerin etkisiyle olmaktadır.” (Sayfa: 62)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Görülen şeyin gözün retina tabakası üzerinde izi kalır, aynı şey imajları saklayan beyin için de geçerli midir diye soruldu. Tesirler gözün retina tabakası üzerindeki hassas sinir uçlarına etki ederler. Tesirler dışardan bir takım ışık vibrasyonları şeklinde gelirler, bu maddi vibrasyonların ruha kadar iletilmesi için bazı süzgeçlerden geçmesi gerekir. İlk süzgeç sinir yollarıdır, buradan elektriksel bir takım akışkanlar halinde beyne iletilir. Beyin hücrelerine gelen tesirler beyin hücreleri tarafından tekrar süzgeçten geçirilerek perispiriye nakledilir, oradan da ruha iletilir. Tesirlerin perispiri üzerinde yaptığı etkiler orada tutulmaktadır. Sandığınız gibi beyin üzerinde tıpkı retinada olduğu gibi bir şekil, bir hayal maddi olarak yoktur. Beyinden sadece o hayalin bir sonucu olan, o hayali tarif için yeterli olan vibrasyonlar geçmektedir. Beynin görme merkezini açıp oraya bir hayal düşürseniz o hayali görebilir misiniz? Elbette göremezsiniz, çünkü bu yolla gönderdiğiniz tesirler beynin alabileceği süptillikte değildir, tıpkı elektriksel vibrasyonu bedensiz bir varlığın alamadığı gibi. Bir olayın meydana gelmesi için belirli yasalar vardır, yasaların dışına asla çıkılamaz. Sinir hücreleri elektriksel vibrasyonlar için uygun bir ortamdır, elektriksel tesiri oluşturan ise dıştaki uyarandır.” (Sayfa: 62-63)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Ömrün uzunluğu ya da kısalığı bazı şartlara bağlıdır. Bunu üç şıkta incelemek mümkündür. 1- Varlığın kendi evrimi. 2- Varlığın yakınlarının, örneğin ailesinin evrimi. 3- Evrimleşen bu kişilerin yaşamını gözlemleyen varlıkların evrimi. Burada varlığın yalnız kendini düşünürsek ömrünün kısa olması gerekir. Fakat bu varlığın çevresindekileri de evrimleştirmesi gerektiğini düşünürsek ömrünün uzun olması gerekir.” (Sayfa: 64)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 3. 1960) : “Varlık dünyaya inmeden önce, yani serbest şuur halindeyken görevli varlıkların da yardımıyla bir hayat planı hazırlar. Bu plan varlığın evrimi için en uygun koşulları kapsamaktadır. İşte bu esnada görevli varlıklar tarafından yaşam süresi de tayin edilir. Öte yandan bu hayat planı her zaman aynen uygulanacak demek değildir, bazı şartlarda değiştirilebilir de. Bir varlığın Yüksek Yöneticiler tarafından önceden saptanan yaşam süresinin değiştirilmesi, yaşamındaki olaylara ve karşılaşacağı deneyimlere bağlıdır. Şöyle ki, dünyaya inen varlık bir olay karşısında kendinden beklenenden daha büyük bir çaba sarf etmişse hem onu sınavdan geçirmek, hem de evrimini hızlandırmak için yeni bir deneyim hazırlanması gerekebilir. İşte o andan itibaren karşılaşacağı olayların seyri değişebilir, bu değişiklik çevresindekileri de kapsayabilir, yani onlar da plan değişikliğine katılırlar, çünkü o varlıkla ilişkide bulunan kişiler boş yere onunla ilişkiye girmemişlerdir, evrim planlarında ortak bir yan vardır. Böyle bir plan değişikliği kişinin ömrünü uzatabilir ya da kısaltabilir. Ömrün uzayıp kısalması hem o kişinin, hem de çevresinde bulunanların ihtiyaçlarına göre ayarlanır. Elbette olacak olaylar ve yaşam süreleri önceden planlanır, bu kural bireyler için olduğu kadar toplumlar için de geçerlidir, onların da yükselme ve alçalma dönemleri vardır. Bireylerin evrimleri bu dönemlere göre ayarlanır, daha doğrusu toplumların ömrü o toplumlarda yaşayan varlıklara göre belirlenir. Ömrün uzamasında sağlık yöntemleri de bir dış yardım değil midir? O yöntemleri bulanlara ilhamlar nereden gelmektedir? Elbette dışardan!” (Sayfa: 64-65)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “Spadyuma gidince tanıdıklarınızı görebilirsiniz. Bu görüş ilk anda dünyayla bağların güçlü olmasından kaynaklanır. Tanıdık bir beden görme isteği, tesirlerin şekil olarak görünmesini sağlar. Aslında spadyumda anlaşma düşüncelerle olur, düşünceler çeşitli tesirler şeklinde tezahür ederler.” (Sayfa: 66)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Spadyumdaki varlıkların, bedenleri olmadığı halde birbirlerini nasıl tanıdıkları soruldu. Bedensiz varlık denince spadyumdaki tüm varlıkları anlıyorum, oysa sorulan soruda farkına varılmadan bir ayırım yapılmış oldu. Şöyle ki, spadyumdaki varlıkların hepsinde bir ‘ben’ yoktur, belirli düzeyden sonra bir varlık Ahmet, Mehmet veya herhangi bir kişi değil, o ortamın yani belirli bir düzeyin varlığıdır. Bu düzeydeki varlıkların kudreti de hemen hemen aynıdır. Bu durumda, spadyumdaki varlıkları birbirinden ayıran unsur onların tesirleri olduğuna göre, belirli bir düzeyden sonraki varlıkların birbirinden ayırt edilmesi söz konusu olamaz. Öte yandan aşağı düzeydeki varlıklar spadyumda birbirlerini gönderdikleri tesirlerle tanırlar. Eğer bu varlıklar maddi ortama çok yakınsalar gönderecekleri tesirler daha maddi olacak ve imajinasyon yoluyla bir takım imajlar göreceklerdir. Üstün bir varlığın daha aşağı düzeydeki bir varlığı tanıması, o varlığın tüm evrim seyrini gözlemlemesiyle olur. Spadyumda ‘ben’ olmayınca kişisel şuur ne oluyor diyeceksiniz! Spadyumdaki varlıkların kişisel şuurlarında bir değişiklik olmaz, her varlığın kendine has bir şuuru vardır. Fakat bu şuurlar arasında bir eşitlik göze çarpar ki, bu da onların aynı evrim düzeyinde olduklarını ve bir ortam meydana getirdiklerini gösterir. Bu durumda eşit olan şeyleri ayırmak bana gereksiz gibi görünüyor.” (Sayfa: 66-67)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 8. 1959) : “Bedenli varlıklar madde aleminde yaşarlar, onların evrimi madde iledir. Bedensiz varlıklardan maddeyle ilişkisini kesmiş olanlar ise maddi olmayan alemlerde yaşarlar. Her iki sınıf varlık için ortak nitelik evrimdir. Evrim düzeyi arttıkça evrim hızı da o oranda artar. Madde aleminde yaşayan bedenli varlığın evrim hızı, bedensiz varlığın evrim hızından daha azdır.” (Sayfa: 67)

DOSTLAR PLANI (Celse 20. 11. 1959) : “Üç boyutlu planda evrim sonsuzdur denemez. Üç boyutlu planın bir evrim düzeyi vardır, bu evrim düzeyine ulaşan her varlık bir üst plana geçer. Her planın ve düzeyin evrim koşulları başka başkadır. Buna göre her yerde evrim vardır, sadece araçlar başkadır diyebiliriz. Dört boyutlu alem varlıkları bir alttaki aşamayla bağlantıdadır. Bu elbette onların üç boyutlu planda yaşayıp oradan tesirler aldığı anlamına gelmez. Dört boyutlu alemde enkarnasyon yoktur, kaba maddeden kurtulan varlıklar ilişkilerini daha ince araçlarla sürdürürler.” (Sayfa: 68)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Yaşadığınız ortam maddi ortamdır, üstünüzdeki ise maddeden artık uzaklaşmış olan ortamdır. Oradaki evrim aracı maddeden başka bir şeydir, onu kısaca tesirler diye niteleyebilirsiniz. Öte yandan maddi ortamda yaşayan varlıkların da tesirleri vardır, fakat onlar gelen tesirlere maddeyle yanıt verirler. Dört boyutlu alemde tesirlere maddeyle değil, bir tür imajinasyonla yanıt verilir.” (Sayfa: 68-69)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Eskiler bir misal aleminden bahsederler, ruhların dünyaya inmeden evvel gelecek yaşamlarını burada prova ettiğini söylerler, bu doğru mudur diye soruldu. Dünyaya inecek varlık geçmiş hayatının hatalarını göz önüne alarak yeni bir hayat planı için çalışmalar yapar. Planın hazırlanmasında yüksek ruhların büyük yardımları olur. İşte bu sırada gelecek hayatta yaşanacak olaylar az çok tasarlanır. Bu sözünü ettiğiniz misal alemine benzemektedir, yani bir hazırlık devresidir. Varlık yavaş yavaş dünya ile bağlantı kurmaya başlamıştır.” (Sayfa: 69)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Düşüncelerinizden bile sorumlusunuz. Yaşam planı nasıl hazırlanıyor, düşünce ile değil mi? Bir takım yardımcı tesirlerle! Dünyadaki olaylara ilk kıvılcımı sağlayan güç düşüncedir. Bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman kendinize söz vermiş ve planlamış olursunuz, artık o düşüncenin etkisi altındasınız. Uygun koşullarda verilen söz eylem haline gelecektir. Düşünce yarı yarıya eylem demektir, kötü düşüncenin kötü, iyi düşüncenin ise iyi sonuçları olacaktır. Burada, düşünce sonucunda verilen kararla dünyaya inmeden önce verilen karar arasında bir benzerlik olduğu gibi, şuurun genişlemesi ve daralması yönünden de bir ayrılık vardır. Spadyumda geniş şuurla, dünyada dar şuurla düşünürsünüz. Düşünceleriniz ilerdeki düşüncelerinize engel olabilir ya da güçlendirebilir. Kısaca, düşünceleriniz eylemlerinizi, eylemleriniz de olayları etkileyecektir. Bu yüzden olayların doğuracağı sonuçlardan sorumlusunuz. Düşünce sözü imajinasyonun da karşılığıdır, çünkü düşünceden hemen sonra imajinasyon gelir, onlar at başı giderler. Ruhtan gelen tesirlerin olduğu gibi düşüncelerin de beyinle ilişkisi vardır. Fazla düşünen bir kimse, ruhundan gelen tesirlerle beynin çeşitli yerlerine tesir ederek onları harekete geçirir ve buralarda bir faaliyet, bir gerilme meydana gelir. Gelen tesirlerin artmasıyla beyindeki faaliyet de iyice artar ve düşüncenin imajinasyona çevrilmesi o oranda kolaylaşır. İmajinasyon faaliyetinde beynin büyük rolü vardır. Dünyada alınan duyumlar belirli yerlere giderek beyindeki ilgili merkezlere etki ederler, bu etkilerin sonuçları da perispiriye nakledilir. Perispiri tüm tesirleri toplar ve sentez yapar, işte bu şuurdur. Elbet şuur da düşünce gibi perispiriye ait bir melekedir. Spadyumdayken beyniniz yok, ama orada düşünmediğinizi mi sanıyorsunuz? Dünyadayken perispiriden sentezlenerek gelen tesirlerin beyinde bir takım reaksiyonlar yaptığını, bilinç, idrak, imajinasyon gibi çeşitli melekelerin tezahür ettiğini bilin. Bu olaylar birbirine bağlı şeylerdir, bu yollarda aksama olması şuursuzluk hallerini doğurur. Perispirideki her olay ruhun tesiri ve bilgisi dahilindedir. Şuuraltının tezahürleri ise perispirideki oluşumların zaman zaman ortaya çıkışıdır.” (Sayfa: 69-71)

alıntıdır




Paylaş
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 23. 10. 1959) : “Perispiride enerji yoktur, o enerjiyi ruhtan alır. Beden meydana gelirken ruhun enerjisinden yararlanıldığı gibi, dışardan da büyük yardımlar yapılır. Bu yardımlar genellikle ruhun onayı alınarak yapılmaktadır. Yardımcı enerjilere enerjiden çok tesir demek daha uygundur. Yardımcı tesir ruha yapılır, ruh aldığı bu tesirle harekete geçer. Gelen yardımcı tesirler varlığın evrimini hızlandırıcı ve şartları hazırlayıcı tesirlerdir.” (Sayfa: 71)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “En büyük hız ışık hızı değildir. O kadar hızlı vibrasyonlar vardır ki onları zaman ve mekanla kıyaslayamazsınız. Böyle olunca, ışık hızının perispiriyle ilişkisinden dem vurulamaz.” (Sayfa: 71)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Mezarlarda bozulmadan kalan cesetlerin esrarı soruldu. Öyle varlıklar vardır ki maddi ortama bağlılıkları çok güçlüdür. Bu varlıkların evrim düzeyi dünyadan kopamadıkları için elbette geridir, öldükleri zaman bedenlerini bir türlü terk edemez, ona sürekli tesirler gönderirler, bu tesirlerle ceset mezardaki ortamda korumaya alınır. Eğer varlığın gönderdiği tesirler bedene musallat olan mikro organizmaların tesirlerinden üstünse beden bozulmadan kalabilir. Eğer mikro organizmaların tesirlerine engel olamayacak güçteyse beden çürüyecektir. Çürüme varlığa büyük ıstırap verir, ama sonuçta çektiği ıstırap evrimine hizmet eder. Hint fakirlerinin toprak altında gıdasız ve havasız yaşama olayında ruh ve beden arasında daha sıkı bir ilişki vardır. Burada, mezardaki ceset gibi çaresiz bir durum olmadığından bedene hakimiyet daha fazladır. Ama aynen diğerinde olduğu gibi ruhtan bedene sürekli tesir akmaktadır.” (Sayfa: 72)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “Maddi ortamda deneyim yapan bir ruhun maddeye etki edebilmesi için perispiri kanalından geçen tesirler göndermesi gerekir. Maddi ortamlarda evrimleşip madde üstü ortama ulaştığında perispirisiz dolaşacaktır. Ruh, maddi ortama etki etmek istediği zaman sahip olduğu güçle perispirisini tekrar meydana getirebilir. Perispiriyi ruhun üzerinden hiç çıkarmadığı bir elbise gibi düşünmemek gerekir.Yeni perispiri en son evrim düzeyindeki süptillikte olacaktır.” (Sayfa: 73)

DOSTLAR PLANI (Celse 24. 6. 1960) : “Perispirideki maddeler atomda bulunan maddeleri barındırır, ne var ki onlar kaba madde düzeninde değildirler.” (Sayfa: 74)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Dünyadaki hafızanın ruhsal hafızadan daha dar olmasını sağlayan mekanizma soruldu. Perispirinin burada çok büyük rolü vardır. Perispiri spadyumda ruhun isteğine göre düzenlenir, belirli tesirleri geçirip belirli tesirleri geçirmemek üzere ayarlanır.” (Sayfa: 74)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Şuur, evrimle gelişen asıl hafızadır diyebilirim. Asıl hafıza kaybolmayan hafızadır.” (Buradaki hafızadan kasıt, elde edilen bilgilerin varlıkta kalan izlenimleridir) (Sayfa: 75)

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : Bir olayın olması gerekiyorsa, o olay üst planlar tarafından gönderilen bir ilhamla o kişiye yaptırılır. Fakat kişi bu olayı neden yaptığını bilmez. Bu çeşit tesirlere içgüdü denir.” (Sayfa: 75)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 3. 1960) : “Şuur ve şuuraltı ayırımı madde aleminde yaşayan varlıklara göredir, manevi alemde şuur ve şuuraltı ayırımı yoktur, çünkü bir tek şuur vardır. Bu tek şuur bazı varlıklarda gerektiğinde daraltılabilir. Dünyada yaşayan varlıklar bu şuurun sınırlı bir kısmını kullanırlar, kullanılan şuurun dışında kalan şuura şuuraltı denir. Şuuraltı, varlığın dünyasal yaşamında hatırlaması gerekmeyen kısımdır. Şuur ve şuuraltı için şöyle bir benzetme yapabiliriz: Büyük bir dairenin içinde küçük bir daire düşünün. Küçük daire bir fotoğraf makinesinin diyaframı gibi açılıp kapanarak ayarlanabilsin. Bu durumda küçük daire dünyada yaşayan kişinin şuuru, büyük daire ise şuuraltıdır. Küçük dairede geçen olaylar şuuru genişlettikçe diyafram açılır, şuuru daralttıkça diyafram kapanır. Küçük daire genişledikçe, yani insan evrimleştikçe bu gelişme büyük daireyi de etkileyecek, yani şuuraltı daha kapsamlı hale gelecektir.” (Sayfa: 75-76)

DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Bitki ve hayvan aşamasındaki varlıklarda da reenkarnasyon var mıdır diye soruldu. Evet vardır. Daha önce de söylediğim gibi evrim arttıkça evrim hızı da o oranda artar. Bitki ve hayvan evrimi insana kıyasla daha yavaş olduğu için onlar çok sayıda enkarnasyona ihtiyaç duyarlar.” (Sayfa: 76)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Ruh, evrimi idrakiyle orantılı bir varlıktır. İdraki genişledikçe evrimi hızlanacak, deneyimleri arttıkça idraki genişleyecektir. Dünya planındaki ruh ister dünya planında kalsın, isterse öte aleme (spadyuma) geçmiş olsun sürekli deneyim içindedir. Deneyim içinde idraki genişleyecek, o oranda da evrimi artacaktır.” (Sayfa:77)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “İnsanlar elbette dünya yasaları içinde evrimlerini yaparlar. Eğer insanların evrimleri sadece yukardan gelen tesirlerle olsaydı dünyaya gelmenin bir anlamı kalmaz, evrim spadyumda tamamlanır biterdi. Dünyadaki bir varlığın kendi çabasıyla bazı işleri yapabilmesi gerekir. Bir maddeye gelen tesir ona gerekli olan tesirdir. Ama madde bu tesiri ister kabul eder, isterse reddeder, burada önemli olan maddenin isteğidir. Bu istek sizi şaşırtmasın, üst varlığın isteğiyle alt varlığın isteği arasında mekanizma ve seyir bakımından bazı ayrılıklar vardır. Maddenin değişimi için gelen bu tesirler ruhlara bir takım yollar gösterirler. Bu sayede maddeler de, maddelerin içindeki diğer şeyler de evrimleşirler. Maddeye tesir ruh kanalıyla gelir, ama bu tesir sonsuz değildir, eğer sonsuz olsaydı çeşitli iradeler çarpışacak ve bir çelişki ortaya çıkacaktı. Oysa onların evrimlerini idare eden varlıklar ruha sınırlı özgürlük verirler. İnsan verdiği kararları tam bir özgürlük içinde değil, belirli sınırlar içinde verir, çünkü vereceği karar başkasının evrimine zarar verebilir, işte önlenmek istenen budur. Bazı durumlarda sınamak için büyük bir irade özgürlüğü verilir, fakat yine de hareket ve olayların belirli sınırı aşmasına izin verilmez.” (Sayfa: 79)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Ataleti tanımlarken, koşullar aynı kaldıkça toplum mevcut durumunu korur diyorsunuz. Bu koşullardan hangisini görebiliyorsunuz? Gördükleriniz sınırlıdır, oysa koşullar o kadar değişiyor ki görmediğiniz, hissetmediğiniz için onlara yok diyorsunuz. Maddeye gelen tesirler sürekli değişmekte, madde de düzeyine göre bunlara bir reaksiyon göstermektedir. Bu da maddenin atıl olmadığını ve koşulların sürekli değiştiğini gösterir.” (Sayfa: 80)

DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Yaratılışın maddeden önce olduğunu söylemiştim. Maddeden önceki devirde evrimleşen varlık sonunda madde düzeyine gelir. Burada, toplum halinde bulunan madde içinde büyük olaylar olmakta, olaylar içerisinde birçok maddeler evrimleşmektedir. Öyle bir an gelir ki, bu maddelerin içinde deneyimlerini tamamlamış olan bazı maddeler birbirlerine tesir etme özelliğini kazanırlar. Bu tesir çeşitli şekillerde olur: 1- Daha aşağı düzeyde olan maddelerin evrimlerini hızlandırmak için onlara gücü oranında tesir göndermek. 2- Daha üst planlardan gelen tesirleri kendinden daha aşağı düzeyde olanlara gerektiği oranda dağıtmak. Böylece evrimleşen madde etki alanını genişletir, uzunca bir süre sonra bir madde topluluğu onun idaresi altına verilir. O artık maddelikten çıkmıştır. Maddelikten çıkması, maddeden doğarak, madde ile yoğrularak, maddeyi evrimleştirerek olmuştur. Böylece o maddenin organizatörü veya ruhu olmuştur. Maddenin ruh haline gelmesi için uzun aşamaların kat edilmesi gerekir. Bu yol çok uzun ve meşakkatlidir. Ruh büyük bir aşamayı atlatmıştır, madde ise hala birinci aşamayı yaşamaktadır.” (Sayfa: 80-81)

DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Ruh da maddeden çıktığına göre ruhtan gelen tesirler maddidir diyemezsiniz. Evrimleşmemiş bir varlığı göz önüne alın, bu varlık bir ortamda evrimleşmeye bırakılmış olsun. İlk andaki evrim düzeyine A diyelim, bu varlık uzun bir süre sonra bir takım deneyimlerden geçerek evrimleşecek ve birçok şey kazanacaktır, bu haline de B diyelim. Aslında A ve B varlıkları aynı kişidir, fakat artık A B’ye eşit değildir. Böylece madde çok uzun bir evrim silsilesinden sonra büyük yetenekler kazanmış ve ruh haline dönüşmüştür. Bu ruh artık madde değildir ve ruhla maddenin göndereceği tesirler de değişik olacaktır. Ruhtan bir takım tesirler maddeye gelmektedir, ancak ruhun doğrudan doğruya maddeye tesir edemediğini biliyoruz. Bir de perispiriden söz ediyoruz, perispirinin görevi ruhtan gelen tesirlerin maddeye ulaşmasını sağlamaktır. Ruhun tesirleri maddeye ancak belirli şartlarda etki edebilir. Siz ruhla maddeyi birbiriyle hiç ilişkisi olmayan iki ayrı kutup gibi görüyorsunuz, oysa onlar birer evrim aşamasıdır. Çok kaba bir örnek de olsa, cahil biriyle bir bilgini kıyaslayın. Bilginin tesir sahası cahile oranla daha geniş olacak ve bilginin cahile hitap edebilmesi için bir takım yollar seçmesi gerekecektir, yani doğrudan hitap edemez. Ruhu tarif ederken, ruh bir ortamı gösteren isimden başka bir şey değildir demiştik. O bir düzeyi gösteriyor, artık o düzey kendinden daha aşağı düzeyle ilişkili bir düzey değildir, hala onda eski maddi nitelikleri aramak yanlıştır. Cahilin cehaletini, o cahil evrimleştikten sonra da aramak gibi bir şeydir bu! Bilgin’in cahille ilişkisi bilgini cahil yapmaz, aksine cahili bilgine yaklaştırır. Daha aşağı düzeyle ilişkide bulundu diye ruhun da o düzeyde olması gerekmez, ruhun tesiri maddeye geldiği an maddi olarak gelir.” (Sayfa: 82-84)

DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Evrende öyle bir yapılanma vardır ki varlıklar düzeylerinden fazlasını alamazlar. Çevrenizde alamadığınız, almanıza da gerek olmayan milyonlarca tesir vardır, ama bundan haberiniz bile yoktur. Aldığınız tesirler birçok kanaldan geçmekte ve alabileceğiniz düzeye indirgenmektedir, ayrıca bu tesirler sizde de bir takım değişimlere uğramaktadır.” (Sayfa: 84)

DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : “Acaba siz tam anlamıyla kendi kendinize mi evrimleşiyorsunuz? Hiçbir taraftan müdahale yapılmasa acaba evriminiz ne durumda olurdu? Daha evvel de söylediğim gibi aşama arttıkça hız da artmakta, imkanlar da o oranda fazlalaşmaktadır. Demek istiyorum ki, düzey düştükçe varlığın evrimine müdahaleler de artar. Ruh haliyle madde halini birbirinden ayıran yegane nitelik de işte budur. Birçok yönden gelen tesirler gibi, toplum halinde bulunan maddelerin birbirine gönderdiği tesirler de evrime yardım eder. Böylece evrimi maddi bir atomun, elektronun, nötronun değil, kitlenin ve toplumun evrimi gibi düşünmek gerekir. Fakat bu kadar ince detaya girmeye gerek yok. Eskilerin, ruh bağımsız olarak yaratılmıştır şeklindeki kanaati değiştirilmemiş, ama verilen bilgilerle derinleştirilmiştir.Tüm maddi varlıklar ve evrenler sonunda ruh olacaklar mı diye soruldu. Evet, evrimlerinin seyrine tabi olacaklar, ama bunu sizin zamanınızla kıyaslamayın, çünkü onların evrimi çok yavaştır. Bu konuyu aranızda görüşün, ama celse dışındakilere açmayın, şimdi zamanı değil, bunları kavramak çok güçtür!” (Sayfa: 85-86)

alıntıdır
 
---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar

DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Yukardan gelen tesirlerin daha alt düzeye indirilmesine medyumlar da, tüm insanlar da dahildir. Ruhtan gelen tesirlerin perispiri ve beyin yoluyla değiştirilerek maddelere etki ettiğini söylemiştim. İnsan vücudunda bulunan her madde insan bedeninden tesir almaktadır. Maddeler de aldıkları bu tesirleri kendi çaplarında daha alt kademelere nakletmektedirler.” (Sayfa: 86)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : Bir cismi, canlıyı, insanı, güneş sistemini ve evreni incelediğimizde görürüz ki olaylar birbirine bağlıdır ve belirli bir amaca doğru gitmektedir. Gördüğünüz tüm şeyler belirli varlıklar tarafından yönetilmektedir. İnsan bedenindeki her hücre insan ruhuna, böceğin hücresi de böcek ruhuna bağlıdır ve onun sorumluluğu altında evrimleşmektedir. Dünyanın ve evrenin evrimiyle ilgilenen varlıklar da vardır. Ayırımsız tüm bu varlıklar tek bir kaynaktan tesir almaktadır, o tesire her an muhtaçtırlar. Varlıklara verilmiş yetenekler ve kendi çabalarıyla kazandıkları düzeyler onları ancak belirli bir noktaya kadar götürebilir, ancak o düzeyin gereğini yapabilirler. Varlığın evriminin ilk aşamasıyla son aşaması arasında devasa farklar vardır, bu gelişme ilhamlarla, irşatlarla, dinlerle, mesajlarla olmaktadır. Ama hepsi de ilk Kaynaktan gelen tesirlerin naklidir, varlık o tesir olmadan yok demektir. Bir varlığa gönderilen ilhamların kesilmesi demek, onun belirli bir düzeyden yukarı çıkamaması demektir.” (Sayfa: 86-87)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “İbadet, maddi gailelerden uzaklaşarak maddi olmayan ortamdan tesirler almaya hazırlanmaktır. İnsanlar çok eski çağlardan beri ibadet etmişlerdir, ama birçoğu işin esasını anlamamış yalnız şekil üzerinde durmuştur, oysa şekil sadece bir ibadet aracıdır. Dinlere bir göz attığınızda ibadet zamanlarının dinlerin evrimiyle çoğaldığını görürsünüz, bu da insanların manevi hayatla bağlarını güçlendirdikleri oranda evrimleştiklerini gösterir. Eğer her fırsatta varlığınızın hikmetini, Tanrının büyüklüğünü ve manevi dünyadan tesirler almayı düşünebiliyorsanız bu bir ibadettir, bunu yapamıyorsanız dinlerin emrettiği ibadeti yapınız. İbadet insanın evrimi için gereklidir, ibadeti çoğalttığınızda hem tesirler alabilir hem de dünya işleriyle meşgul olabilirsiniz. Şekle bağlanın ya da bağlanmayın, belirtilen koşulları yerine getiriyorsanız ibadetiniz tamamdır.” (Sayfa: 88)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Dezenkarne olmuş bir varlık öte aleme hemen uyum sağlayamaz, dünyadaki bağlarını birdenbire koparamaz. Bu bağlar aile bağları olduğu gibi, eş dost, samimi arkadaş bağları da olabilir. Bu yüzden varlık kendini yalnız hisseder, korku içindedir. Kendisiyle ilgili bir şeyler düşünülmesi, geçici bağlar kurulması onu sevindirir. Karmaşa devirleri kısa süren ve öte aleme hemen uyum sağlayan varlıklar için bu pek bir şey ifade etmez, çünkü o spadyumda birçok varlıkla bağlantıya geçmiştir bile. Dua yoluyla gönderilen tesirler yalnızlık çeken varlığa gidecek ve onu kısmen de olsa teselli edecektir, ama diğeri için bu bir şey ifade etmez.” (Sayfa: 89)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1960) : “Öte aleme geçmiş varlığın yaptığınız dualara ihtiyacı varsa hemen kendisine iletilir, eğer dua varlığın öte alemdeki durumuna zarar verecekse kendisine bildirilmez. Kısaca kötü bir dua varlığa bildirilmez, iyi dua bildirilir. Öte aleme geçen varlığın yararına olacaksa bazen kötü dua da kendisine bildirilir, yani yaptığınız dualar başıboş seyretmezler. Dua dediğiniz şey bir tür tesirdir, spadyumda bu tesirleri yönlendiren ve varlıkların evrimiyle ilgilenen görevliler vardır.” (Sayfa: 89)

DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1960) : “İnsanlar hangi düzeyde olurlarsa olsunlar çift yönlüdürler, yani hem maddi hem de manevi yönleri vardır. Bir insan için her gün yemek yemek nasıl bir ihtiyaçsa, manevi tesir almak da öyle bir ihtiyaçtır, bu ihtiyaç varlıkların evrim düzeyine göre değişir. Evrim ilerledikçe manevi tesirler de artmaktadır. Türbelere bez bağlamak, onlardan dilekte bulunmak elbette yanlıştır, dua ve dilek yalnız Allah’a olmalıdır. İstek ve dileklerinizin düzeyi ne kadar yüksek olursa, ona yanıt verecek Görevli Plan da o kadar yüksek olur.” (Sayfa: 90)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Dua bir istektir, dua bir dilekçedir. Bu dilekçe elbette en küçük makama hitaben verilir, oradan da layık olduğu düzeye iletilir. Duanın kabul edilebilmesi için güçlü ve samimi olarak yapılması, istenen şeyin varlığa ve diğer varlıkların evrimine engel olmaması gerekir.” (Sayfa: 90)

DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Beddua etmek, karşı tarafa kötü tesirler göndermek demektir. Bu tesirlerin yapacağı etki gönderilen kişinin alıcı yeteneğine bağlıdır. Eğer bedduayla tesir gönderilen kişi gelen tesirlere karşı pasif durumdaysa tesirler işleyecek bir ortam bulmuş demektir, bu durumda yapabilecekleri zararı yaparlar. Bedduanın etki edip etmemesi iki faktöre bağlıdır. Birincisi, varlığın kendi evrimidir, yani gönderilen beddua varlığın evrimine uygunsa etki eder, değilse önlenir. İkincisi, varlığın evrimlerinden sorumlu olduğu diğer varlıklardır, yani beddua varlığın sorumlu olduğu varlıkların felaketine yol açacaksa yine önlenir.” (Sayfa: 90-91)

DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Din tarafından yasaklanan faiz, istismar edilen, hatta yardım şeklinde gösterilip karşı tarafın zaafından yararlanarak o kimseye yardımcı olacağı yerde zararı dokunan faiz şeklidir. İhtiyaç içinde kıvranan bir zavallıya yardım elini uzatacak yerde ona yüksek faiz oranıyla borç vermek insanca bir davranış değildir, o yardım değil baltalamadır, dinlerin yasakladığı faiz işte budur. Faiz hak edilen oranda alınırsa yardım, aksi takdirde kötülük olur.” (Sayfa: 91)

DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “Cennet ve cehennem, varlıkların verilen süre içinde yaptıkları hareketlerin sonucudur. Kıyamet ise verilen sürenin bitimidir.” (Sayfa: 91)

DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Allah göklerin ve yerin nurudur.” Bu ayette söylenmek istenen şudur: Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır, göklere ve yerlere sürekli tesirler göndermektedir. Fakat daha evvel de söylediğimiz gibi tesirler bir takım istasyonlardan geçmektedir. Bu tesirler doğrudan doğruya Allah’tan gelecek olsaydı ona hiçbir madde ve ruh dayanamazdı. Bu ayetteki nur kelimesi tesir anlamına gelir. Her şeyi yaratan ve idare eden odur, tüm evrenlerin yönetim planı birdir.” (Sayfa: 92)

DOSTLAR PLANI (Celse 2. 10. 1959) : “Hayat dediğimiz zaman ruh ve maddenin ortak yaşamını kastetmiş oluruz. Dünya güneşten koptuktan sonra maddi açıdan birçok aşamalar geçirdi. Ve öyle bir an geldi ki, bir ruh dünya maddeleriyle ilişkiye geçti ve hayat başladı.” (Sayfa: 94)

DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Ruhlar daha önce yaratılmıştı, onlara belirli bir zemin hazırlanıyordu. Dünyada su oluştu ve istenen koşullar gerçekleşmeye başladı. Böylece o ruhlar dünyada yaşamaya başladılar.” (Üstte sözü edilen ruhlar, dünyaya inmeye aday olan ruhlardır) (Sayfa: 94)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “ Güneş sisteminde total bir tesir dengesi vardır. Bu tesir her kitlede bulunmakla birlikte Güneş bunların odağıdır. Tesirler hem Güneş’ten kitlelere, hem de kitlelerden Güneş’e yayılırlar, ama asıl tesir Güneş’ten gelmektedir.”
(Sayfa: 95)

DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Güneş sistemini yöneten Yüksek Varlıklar hata yapmazlar, çünkü Yüksek Varlıkları yöneten Varlıklar, o Varlıkları da yöneten Varlıklar vardır. Hata deyince, bilgisizlik yüzünden kitlelerin evrimine engel olmayı ya da evrimin hızını kesmeyi anlıyorum. Bu Yüksek Varlıklar hata yapacak olurlarsa büyük bir kitlenin evrimine engel olurlar, bu da kurulan düzene aykırıdır. Demek istiyorum ki, o Yüksek Varlıkların Mutlak Bilgiye oranla bilgisizlikleri yoktur ve hata yapılmasına mutlaka engel olunur. Onların görevlerindeki başarı ya da başarısızlığı hata yapmak ve hatadan kurtulmak anlamında düşünmeyiniz, onlar anladığınız anlamda hata yapmazlar. Size o varlıkların evrimi hakkında bir şey söyleyemem, çünkü o konuda hiçbir bilgiye sahip değilsiniz.” (Sayfa: 95)

DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Evren kurulmuştur. Bu kuruluşta birçok aşamaların, birçok varlıkların, evreni meydana getiren maddelerin ve o maddeler üzerinde deneyimler geçiren canlıların rolü vardır. Evrenin kurulmasını emreden Allah’tır. Evren derken, sadece sizin yaşadığınız evreni kastetmiyorum. Eski bir celsede başka evrenden de bahsetmiştim. Evren bir gün çözülecek mi diye soranlara, her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da olacaktır diyorum.” (Sayfa: 95-96)

DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Evren sandığınız gibi başıboş bırakılmış bir madde topluluğu değildir. Onu yöneten devasa bir varlık grubu vardır, ayrıca idare eden bir varlık da vardır. Evren de bir bedendir, onu yöneten Üst Varlık da bu evrende deneyimlerini yapıyor. Evrenin dezenkarnasyonu anladığınız şekillerin çok ötesindedir, onun dezenkarnasyonu başka şekilde olmaktadır, daha fazla şey söylemeye gerek yok, çünkü idrakiniz almaz! Bir an gelir ki içinden çıkılmaz bir durum oluşur, bu da size bir sıkıntı ve o noktada bir duraklama getirebilir.” (Sayfa: 96)

DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Melek için dinlerde, “mütekamil olarak yaratılmıştır” denir. O zamanki insan düzeyinin bu konuyu kavramaya elverişli olmadığı, kavrasa bile faydadan çok zarar getireceği düşünülmüş ve dinlerde anlatıldığı şekliyle aynen kabul edilmesi istenmiştir. Her varlık ulaştığı düzeye Allah’ın izni ve kendi gayreti ile gelir. Melekler de bir evrim silsilesi geçirmiş varlıklardır. Bu varlıkların ille de sizin gibi maddi bir alemde deneyim geçirmesi gerekmez, onlar belirli ortamlarda evrimlerini tamamlayarak bulundukları düzeyi hak etmişlerdir. Meleklerle İdareci Mekanizmalar aynı şeydir. Melekler ezelden beri vardı demek, onlar Allah’la birlikte vardılar demektir ki böyle bir şey olamaz.” (Sayfa: 96-97)

alıntıdır
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst