---> Tebliğler - Mesajlar Yazılar
İNANÇLAR
Soru- Bir celsede, kurtuluşun spiritüel bir reformla mümkün olabileceğini söylemiştiniz.
Ashtar- Evet, misyonumuzun amaçlarından biri de budur, sizi huzura kavuşturacak olan da budur. Bir atom savaşı felaketine uğramanıza izin verilmeyecektir. Üstün bir ırk tarafından gözetim altında tutulmaktasınız, bunu böyle bilin ve hiç endişelenmeyin.
Soru- Sovyetler Birliği ufo fenomenine karşı hep ilgisiz kalmıştı. Şimdi bu fenomeni çözmek için araştırmalara mı girişti, ne dersiniz?
Ashtar- Dünyasal bakış açısıyla Sovyetler Birliği komünizmi temsil eder, yani sadece dünyasal yaşama ve maddi bilimce kanıtlanmış olana inanır, bilimin reddettiği derhal parti tarafından da mahkum edilir. Şu halde, Sovyetler için ne bir gizem, ne de bir din vardır, onun tek dini sosyolojidir. Bu ideoloji ne Kitabı Mukaddes’in bilgilerini, ne de Sina Dağında verdiğimiz türden ilahi yasaları tanır. Parti kendini dünya beşeriyetinin en büyük düşünürlerinin zirvesi olarak görür, Kitabı Mukaddesle zıtlaşan mutlak bir mantıkları vardır. Cehaletten doğan ne ilkel bir mantıktır bu!
Sovyet yöneticileri için gizem yoktur, Tanrı yoktur, ölümsüz olan ruh yoktur, öte alem yoktur, ölümden sonra vicdani hesaplaşma yoktur, sorumluluk yoktur, reenkarnasyon yoktur, Hıristiyanlık yoktur, kısaca dünya dinlerinden hiç birinin hiçbir bakış açısı yoktur, yalnızca bilim üzerine kurulu beşeri bilgi vardır. Bu yüzden, Sovyet biliminin duyular dışı idrake pencere açma hakkı da yoktur, çünkü bu komünizmin çöküşüne yol açar, onlar bunu çok iyi biliyorlar (bu mesaj 1956 yılında alınmıştır). Onlara göre biz tüm dünyadaki askeri güçlerden daha büyük bir tehlike arzediyoruz. İşte bu yüzden Sovyetler her türlü gizemi inkar etmek zorundadır, çünkü gizem Marksist fikirlerin geleneksel düşmanıdır. Karl Marks her tür ilahi bilgiyi reddediyordu, izleyicileri de onu taklit ettiler, çünkü ideolojiye karşı gelmek istemiyorlardı. Bir gizem çözülüp aydınlatıldığı zaman sır olmaktan çıkar. Öyle ki Ruslar ufo meselesini çözmeye, bu işin sırrını aydınlatmaya çalışmıyorlar. Onlar ufoların ilahi iradenin tebliğleri ya da fiiliyle herhangi bir ilgisi olmadığını zannediyorlar, işte yanıldıkları nokta budur.
Soru- Ufoların esrarıyla ilgilenen herkesin, verdiğiniz bilgilerden yararlandığını sanıyoruz.
Ashtar- Biliminiz belli belirsiz de olsa bir başka evrenin varlığını sezmeye başlamıştır. Anti madde kanıtlanmıştır, ama anti evrenin sizinkinden ya da bizimkinden farklı olmadığını anlamanız gerekir. Hayat formları ve maddenin varlığı bu noktada aynıdır, farklı değildir. Herşey kavranılması mümkün olmayan o yüce planlayıcının iradesine göre yaratılmıştır. Tanrı en kapsamlı şuurdur, ezeli ve ebedi olan sonsuz uzayın en yüce kudretidir.
İnsanı bizzat Tanrının gözetlediğine, ona bizzat Tanrının rehberlik yaptığına, ölümden sonra onun huzuruna çıkacağına inanmakla teoloji büyük bir hata işlemektedir. Tanrı, Ruhsal Hiyerarşi aleminde mutlak bir yetkiye sahip nice kurumlar, nice varlıklar yaratmıştır. Bu büyük varlıklardan biri de, bir zamanlar kendine güç verip destek olduğumuz İsa’dır, bunu hala yapmaktayız. (Sayfa: 64-73)
GELECEĞİN ELÇİLERİ
Dünyanın şu andaki durumu, son yıllardaki yanlış atılımlardan ileri gelmiştir denemez, bu durum en azından 10 bin yıldan beri sürmektedir. Ama bu süre içinde yaşam biçiminizde yine de belirli bir değişim meydana gelebilmiştir. Teknik alandaki atılımlarınız gerçi dünyanın çehresini kökten değiştirmiştir, ama bu atılımın anlamı hiç de dürüst bir şekilde saptanıp ortaya konmuş değildir. Bir arınma yeri olan bu gezegen, üzerine düşen görevi yerine getirmemiştir. Dünya insanlığı adeta yeminliymişçesine arınmaya ayak diremiştir. Beşeriyetin böylesine alıklaşmış ve insanlığını böylesine yitirmiş olması bizi dehşete düşürüyor!
Aydınlarınızın fikirleri korkunçtur, din adamlarınızınkiler ise çocukçadır. Bu bönlük konusunda sizi uyarırım, çünkü bu durum spiritüel gelişiminizi tümüyle frenlemektedir. İnsan ruhunu bekleyen tehlikeleri bilemezsiniz, çünkü ahiret diye adlandırdığınız mekanları boş inanca dayalı fanteziler sanıyorsunuz!
Uzay gemisi üretimini büyük oranda artırmış bulunuyoruz, şu anda bile gezegeninizi kontrol altına alacak durumdayız. Sahip olduğumuz güçler bizi bir düşman gibi görmenize yol açıyor, toplumlarınızın liderleri de öyle düşünüyorlar. Başka gezegenlere gittiğimiz de oldu, ama hiçbir yerde düşmanca karşılanmadık, bu tutum dünyanıza özgü bir şey. Uzay gemilerimiz o kadar çok ki, istesek elektrik şebekelerinizi bir anda çökertebiliriz. Bu kadarı bile hayatınıza ve savunmanıza büyük bir darbe indirmeye yeter. Barıştan söz edip duruyorsunuz, ama iş onu gerçekleştirmeye gelince oralı bile olmuyorsunuz. Mevcut durumunuzla barışı kurmanız olanaksızdır, çünkü maneviyata ve dine dayalı olmayan bir barış doğaya ters düşen bir barıştır.
İmkansız sözcüğü dünyalılara has bir şeydir, oysa Tanrı için imkansız hiçbir şey yoktur. Her dünyalı kendine şu soruyu sormaktadır: Tanrı var mı? Bu soruya profesörleriniz bile doyurucu bir cevap veremez, bir kanaat ileri sürmekten öte bir şey yapamaz. Bu soruya cevap verebilmesi için, insanın dünya bedenini terk etmesi gerekir. Ama bu sefer de aynı bedenle tekrar dünyaya gelemeyeceği için Tanrının varlığı çözümsüz kalmaya devam eder. Bizde durum biraz farklıdır, çünkü kendimizi değişmezliğin kollarına terk etmeyiz, sadece fizik gelişimle değil, spiritüel gelişimle de ilgileniriz. Sırlara vakıf oluşumuzun hikmeti işte burada yatmaktadır.
Dünyanızda din ve evrensel ruh konusunda yalan yanlış kavramlar geliştiriyorsunuz. Kiliseleriniz ve dini kurumlarınız nazarımızda bir tradisyondan, bir tiyatrodan ve yalan yanlış bir yorum koleksiyonundan başka bir şey değildir! Dinlerinizin yer yer pozitif hakikat parçacıkları içerdiğini inkar edemem, ama buna rağmen hem insanların anlayışını bulandırmış, hem de tutumlarını etkilemişlerdir. (Sayfa: 77-83)
EŞİTLİK ÖĞRETİSİ HAKKINDA
Komünizm akıl almaz gelişmeler kaydetmiş, uluslar arasında yüksek bir gerilimin filizlenmesine yol açarak yeni bir çağı başlatmıştır. Bu dünya görüşünü tahlil etmemiz gerek.
Özünden saptırılmış Hıristiyan kiliseleri, dünya insanlığının alt tabakalarının evrimini frenlemiştir. Vasat insanlar ve yoksul halk tabakaları üzerine zenginler kadar aydınlar da çullanmış, insanları baskı altına almışlardır, bu tutum özellikle Rusya’da sergilenmiştir. Büyük düşünürler Kutsal Kitabın her türlü mantığa ters düştüğünü söylerken, rahipler aksini iddia etmişlerdir. Bu rahipler, insanların muhtemel yanlışlar üzerinde kafa yormasını yasaklayan zihniyetin temsilcileriydiler. Kutsal Kitaba göre bir tabu mevcuttu, hala da öyledir. Tabuya ilişen doğru yoldan çıkmış sayılır, ebedi cehennem azabına layık görülürdü, hala da görülmektedir. Marks ve Engels gibi büyük sosyologlar, ebedi cehennem kavramına inanmama cesaretini göstermişlerdi. O amansız baskı karşısında böyle davranabilmek, büyük cesaret isteyen bir işti doğrusu!
Spinoza’nın felsefesini incelemiş olan Marks, düşünceleri ve sarsılmaz muhakemesiyle büyük bir dahi idi. Böyle insanlara büyük saygı duyarız, ama diğerleri gibi o da trajik bir şekilde yanılmış ve tüm insanlığın zararına yol açacak sonuçlar yaratmıştır. Dünya insanlığına eşsiz bir sevgi beslemiş bu sosyologlara karşı nankörlük etmemek gerekir. Gerçi niyetleri pek halisti, ama çabaları yanılgıdan ibaretti. Bu büyük düşünürlerin bizimle hiçbir teması olmamıştı.
Marks’a göre Tanrı intikama susamış bir varlık olamazdı, sevgi tanrısı olmadığına göre tahtı boştu. Ona göre insanların ibadet ve itaatleri, yalan yanlış tanımlanmış bir objeye yönelikti. Yerine başka bir şey koymadan sahip olduğu bir şeyi insanın elinden çekip almak zor bir iştir, hele o şey Tanrı olursa! Akıl dışı bir Tanrının şüphesiz ispatlanmaya ihtiyacı olamaz, akıl dışılığı bile bunun için yeterli kanıttır. Ama kilise bu akıl dışılığa dört elle sarılmış durumdadır. Bizi kızdıran şey, politik dalaşlarınızda Tanrıyı bahane olarak kullanmanızdır. Tevratta şöyle deniyor: “Tanrı insanlara Sina Dağından hitap ediyordu” Tanrı, yani Evrensel Ruh çehresini hiçbir zaman göstermemiştir, Tevratta ifade edildiği kadar gülünç bir tarzda tecelli etmemiştir. Sina Dağında Tanrıyı gördüğünü sanan kişi feci bir yanılgıya düşmüştür. Geçmişte atalarımız Tanrı elçisi olarak görev yapmışlardır, Tanrı olarak değil, bu görevi bugün bizler yapmaktayız.
Tanrının mesajları ve geleceğin elçileri konusunda inkarcı materyalist ideoloji sahipleri ne biliyorlardı acaba? Onlar kendilerini tesadüfün yarattığını sanmaktaydılar! Politik gücün çok büyük bir önem taşıdığının farkındaydılar, bu yüzden insanlığın Tanrı tarafından değil, büyük düşünürlerden oluşmuş bir meclis tarafından yönetilebileceği kanısındaydılar. Oysa gerçek Tanrı (ki böyle bir Tanrı Kutsal Kitaplarınızda tasvir edilmiş değildir) insanlık alemini değil, doğayı ve yıldızları yönlendirmektedir. O, insanlar ve hayvanların yaşamını hedefleyen yasalar değil, semavi yasalar vazetmiştir. Evrim yolunda herkes özgürdür, ama dünyaları yöneten ve büyük düşünürlerden oluşan bir seçkinler topluluğu vardır. Bu topluluk, sözümona bilim adamlarınızın kabul etmeye yanaşmadıkları ve hor görüyle andıkları spiritüel mekanlarda bulunmaktadır. Bu seçkinlerin direktiflerini dinlemek istemeyenler boşuna çırpınıp dururlar, çünkü sorunları herkesi tatmin edecek şekilde çözemezler. Dünyada barışın insanlar tarafından kurulamamasının sebebi budur.
Sözlerimize kulak veriniz, biz küçük azizler geleceğinizin teminatıyız, sevgiyi ve geleceğinizi teminat altına almakla görevlendirilmiş melekleriz. Dünyanın politik manzarası tam anlamıyla kokuşmuş durumda, çünkü temel kaya üzerine oturtulmuş değil, hakikat kayası spiritüel hayattır. Eğer Marks varlığımızın ve faaliyetlerimizin farkında olsaydı, eşsiz ve dahiyane bir esere hayat verecek malzemeye de sahip olacaktı. Tanrı kavramıyla doğa kavramı arasında bir ilişki vardır, doğal olan aynı zamanda ilahidir de, iki ifade arasında hiçbir fark yoktur. Komünistlerin tanrıtanımazlığı, dine ait her tür düşünceyi reddetmekle büyük bir hata yapmıştır, çünkü bu doğal olan herşeyi reddetmek anlamına gelir.
“Tanrı indinde tüm insanlar eşittir.” Bu Kutsal Kitabın ifadesidir, ama tam anlamıyla doğru bir ifade değildir, çünkü insanlar arasında büyük farklar vardır. İyi ve zeki insanlar olabildiği gibi, kötü ve ahmak olanlar da vardır. İkisi aynı kefeye konulamaz, insanlar arasında tam bir eşitlik asla söz konusu olamaz. İnsanlar eşittir diyen bir felsefe ya da bilim yalan söylüyor demektir. Komünizm bir sürü partizana işte bu yalan sayesinde sahip olmuştur. Toplumun alt tabakalarına eşitlik vaat ederek, onlara zenginlerin sahip olduğu mülklerin bir kısmını vereceğini söylemiştir. Ne yazık ki eşitliğin ancak evrimle sağlanabileceğini söylememiştir. Toplumdaki farklılıkları, dünyadaki hiçbir politik görüş silip atamaz. Evrim yasası tüm ırkları eşit bir şekilde sarıp sarmalamaktadır. Az gelişmiş bir toplumun, gelişmiş toplumların sahip olduğu tüm nimetlerden yararlanması gerçekçi değildir. Yoksulların kıskançlığı, tüm dünya için bir tehlike teşkil etmektedir.
Tehlikeli olduğu gerekçesiyle komünizmin tümüyle mahkum edildiğini de gözlemledim. Bu hiç doğru bir şey değil, çünkü komünizmin pozitif yanları da var. Biz küçük azizleri pekala komünist diye nitelendirebilirsiniz, ama sizin komünizminizle bizimki arasında büyük bir fark var, çünkü bizim dünya kardeşliği kavramımız tanrıtanımazlık temeline oturtulmamıştır. Biz şunu çok iyi biliriz ki, bir gezegen üzerindeki yaşam biçimi, bireyin evrim derecesine uygun bir yaşam türüdür. İnsanın bireysel evrimi için bir sınır söz konusu olamaz, olmayacaktır da.
ÖLÜM HAKKINDA
Biraz da ölüm konusuna temas etmek istiyorum, çünkü ölüm dünya hayatınızın heder olup gitmesine yol açmaktadır. Kilise sorumluları görevlerini tamamen ihmal etmişlerdir. İnsan hayatından çok söz edilmekte, ama bu hayatın sadece doğum ve ölümle sınırlanan tek bir bölümü ele alınmaktadır. Bu iki sınırın öncesi ve sonrası, içine nüfuz edilemeyecek kadar koyu karanlık içindedir. Dünya insanı muhakemesini bu iki sınır içinde tuttuğundan, tüm deneyimlerinin bu hayatıyla sınırlı olduğunu, ölümünden sonra bunların hiçbir anlamı kalmayacağını anlayamamaktadır. İşte yanılgı bu noktadadır. Kim olursa olsun, hangi gezegende yaşarsa yaşasın, insanın spiritüel deneyim olarak biriktirdiği şeylerin hiçbirisi ölümle birlikte yok olup gitmez.
Dünya insanı anılarını ve deneyimlerini bir sonraki nesle iletebileceğini sanmaktadır. Kalıtım yasaları bu maksatla formüle edilmiştir, çocuklara büyük önem verilişinin temelinde yatan sebep de budur. Kitaplar, başarılı işler, anıtlar dikerek ölümsüzleşme isteği ve tarihe geçmek isteyen canilerin fiilleri de bu sebepten kaynaklanmaktadır. Sonraki nesillerin hafızasında ölümsüzleşmek hiç de ölümsüzleşmek değildir, bu düpedüz yanılgıdır. Öte alem konusunda bilgi sahibi olmalarına rağmen firavunlar da böyle düşünmüşler, ama orada yaşamaya nasıl devam edileceğini bilememişlerdir. Dahası, önemli gerçeklerin yerine yalan yanlış açıklamalar konulmaya kalkışılmıştır.
Ölümün yanlış bir şekilde yorumlanması, ruhun bedenden yayılan bir ürün diye nitelendirilmesinden kaynaklanmakta, ruhun etkileyici gücünü beynin ürettiği sanılmaktadır. Bu anlayışa göre ölen bir beyin, etkileyici güç üretimini de durdurmaktadır. Zavallı bilim adamları! Televizyon cihazı arıza yaparsa veya tahrip olursa, ortada verici istasyon diye bir şeyin kalmadığını nasıl iddia edebilirsiniz? Yayını yapan alıcı cihazınız değildir, cihazınız yayını belli bir frekans üzerinden alan nesnedir sadece! Demek ki düşüncelerim, kendini düşünce dalgamın frekansına ayarlayabilecek herkes tarafından pekala alınabilir. İnsan öldüğünde alıcı cihaz kırılıp gitmekte, ama şuur ile anılara bir şey olmamaktadır. Şuur ruhun sahip olduğu tüm edinimlerle evrenin sinesinde daha önce nasıl var idiyse, aynı şekilde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Madde ne ruhu meydana getirebilir, ne de ruhsal fonksiyonları ortaya çıkarmayı başarabilir, çünkü ruh maddenin üstündedir, onu kullanandır.
Aslında ölüm çok basit ve sade bir olaydır. Ruhun maddeyle bağlantısı kopmakta, bedene bağlanmadan önceki haliyle kalmaktadır. Bunun anlamı şudur: İnsanın algıları, duyguları ve her türlü şuur faaliyeti devam etmektedir. Ama bu kez iş maddesiz olarak ve özerk bir anlamda cereyan etmektedir. Spiritüel mekanlardaki hayat, dünya hayatına kıyasla daha yüksek seviyelidir. Oralarda düşünce de, algı da daha yoğunlaşmakta, insanın tahayyül ettiği herşey anında gerçekleşmektedir. Gelişmiş bir ruh kuş gibi uçabilmekte, balık gibi yüzebilmekte, kurtçuk gibi toprağın içine girebilmektedir. Çok ağır hareket edebildiği gibi, düşünce hızıyla da yer değiştirebilmektedir.
İnsanların çoğunluğu hayatın adaletsizliğine maruz kaldığına inanmakta, kendileri mahrumiyet içindeyken diğerlerinin şan, şöhret, zenginlik ve sağlık içinde hayatın tadını çıkardığını düşünmektedir. Aslında adaletsizlik diye bir şey yoktur, tek bir hayat yaşamadığına göre, insan bu durumu telafi etme imkanına her zaman sahiptir. Zevkü sefa içinde geçen bir hayat, genellikle o hayatı sürdüren kişinin çok gelişmiş olduğunu göstermez, gelişmiş bir varlık, zengin birini her halükarda geride bırakır.
Dünya insanlarının spiritüel manzarası diğer gezegenlerdeki varlıklarda tiksinti uyandırmaktadır. Sizler anlaşılması zor insanlarsınız, bir şeyler öğretmek için elimizden geleni yapıyoruz, ama sözlerimiz çölde vaaz veriyormuşçasına yoklara karışıp gidiyor. Şeytan dünyanızda dilediği gibi at koşturuyorsa bu yüzden koşturuyor!
NEGATİF BİR MİRAS
Atadan kalan servet çocuklar ve akrabalar arasında bölüşülmektedir. Ama bir de spiritüel miras vardır, o mirasa tüm ulus konabileceği gibi, tüm insanlık da konabilir. Atalarınızın spiritüel miras anlayışı pek korkunçtu. En önemli miras, kanlı savaşlar ve korkunç mücadeleler sırasında edinilmiş tarihi deneyimlerdir. Hiç tanımadığı insanları acımasızca katleden savaşlara komuta etmiş şefler kahraman diye nitelendirilmiş ve ölümsüzleştirilmiştir. Bunlar gençliğe ve insanlık aleminin yeni şeflerine müstesna örnekler olarak tanıtılmıştır. Böyle bir miras evrenin neresinde var? Ben şahsen başka hiçbir yerde böyle bir mirasa tanık olmadım, bu zihniyet sadece dünyanızda var!
Binlerce yıl önce işlediği soykırımla böbürlenen bir insanlıkla karşı karşıyayım! Ne güzel bir spiritüel miras! Bu kan dökücülükle bir ilginiz olmadığını söylemeye kalkmayın sakın, çünkü insanlara karşı işlenmiş bu canavarca suçların failleri sizlersiniz! Dünyanın çehresini siz şekillendirdiniz. Savaşlardaki kahramanlıklarınızı nesiller boyunca yücelttiniz de yücelttiniz, yerküreyi her biri insan kanına bulanmış nice hayatlar boyunca çiğneyip durdunuz. Dünyaya öyle bir yapışmışsınız ki, şu andaki gelişim seviyenizin üzerine bir türlü çıkamıyor, negatif mirası bir türlü reddedemiyorsunuz.
Bize göre normal bir insanın savaşı kabul etmesi olacak şey değildir. Savaşı kabul eden bir insan sağlıklı bir mantığa sahip olmayan, insan hayatına hiç saygı duymayan ve skalanın cehalet basamağında tüneyen bir zavallıdır! Eğer Tanrı insanların sayısını azaltmak isteseydi savaşa, depreme, vebaya ihtiyaç duymazdı, yeryüzünde bedenlenmelerine engel olması yeterdi. Siz Tanrınızı tanımıyorsunuz, savaşmanızın sebebi budur. Savaş düşüncesini ululayan ve gelenek haline getiren bir mirası yüklenmiş durumdasınız. Geleceğinizi görmekteyiz, halihazırdaki zihniyeti devam ettirdiğiniz takdirde geleceğiniz iyiden iyiye kararacaktır.
Siyasi liderleriniz ve din adamlarınız şöyle düşünüyorlar: Tanrı her şeyi affedebildiğine, kendi oğlunu bile diğer insanlar cezadan kurtulsun diye feda edebildiğine göre korkulacak bir şey yok! Ne ahmakça bir düşünce bu? İnsanlarınızın düşünme yetisinin yozlaşmışlığını görebiliyor musunuz? Bir insanın, hem de kutsal ve masum bir insanın, günahlarınızın kefaretini ödemek için çarmıhta can vermesi size mantıklı geliyor mu? Siz günahlar içinde yaşamaya devam edebilesiniz diye, masum biri bedel mi ödeyecek? Böyle saçma bir görüşü paylaşmamız mümkün değildir.
İNADIN EGEMENLİĞİ
İnsanlığın bir türlü anlamak istemediği bir konu da tekrar doğuştur. Tüm evrende geçerli olmasına rağmen tekrar doğuş ciddiye alınmamaktadır. Dünyadaki insanların hemen hemen hepsi burada defalarca bedenlenmiş varlıklardır. Bu, evrendeki daha yüksek düzeyli kürelerde yaşamayı hak etmedikleri için böyledir. Kiliselerin nasıl olup da tekrar doğuş öğretisini saf dışı ettiklerine, görmezden geldiklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Bu yola sapmasalardı, belki de insanlık yaşamın anlamını kavrayabilecekti. Ama dünyada inadın egemenliği hüküm sürmektedir. Nice kanlı savaşın, nice insanın ıstırap çekmesinin sebebi hep bu inattır. Siz inadı gelenek haline getirmiş bir topluluksunuz!
Bilim adamlarınız sırf inat yüzünden spiritüel gerçeklerin karşısına dikilmekte, politikacılarınız inat yüzünden pes etmemektedir. İnat yüzünden önyargılara sarılmakta, nice evlilik bağı inat yüzünden kopmakta ve aileler dağılmaktadır. İsa inat yüzünden çarmıha gönderilmiş, Berlin duvarı inat yüzünden inşa edilmiştir, silahlanmayı dürtükleyen de inattır. Ama ne filozoflarınız, ne bilim adamlarınız, ne yargıçlarınız, ne de politikacılarınız inat konusunda bir açıklama yapmıştır, hatta inat konusunda düşünmek akıllarına bile gelmemiştir. Dünya insanı öte alemdeki mekanlarda bile inadını sürdürmekte, yüce ışığa yönelmekte zorlandığı için yine dünya planına dönmeye mecbur kalmaktadır. Bana inanmayanlar çocuklara baksınlar. Onlar bile eski yaşamlarında edindikleri inadı bu yaşama taşımakta, istedikleri yerine getirilmediği zaman dikleşmekte, kendilerini yere atıp tepinmeye ve ağlamaya başlamaktadır.
Biz inatçı bir uygarlık değiliz. Sizi yeni bir inancı kabule zorlamayışımızın sebebi de budur. Biz aklınızı ve mantığınızı harekete geçirmeyi yeğliyoruz. Uykudan uyanmanız şart, beyninizin kullanmadığınız o ikinci bölümünü de faaliyete geçirmeniz gerekir. Orada aksayan ve düşünme yeteneğinizi baskı altında tutan bir şeyler var. İnadı bırakınız!
GEÇMİŞİN PEYGAMBERLERİ
Geçmişin peygamberlerine bu kadar inanmanıza rağmen, kilisenin yeni peygamberlere karşı aynı inancı beslememesi şaşılacak bir şey! Bilim ve teknik ilerlemiştir, ama vasat bir insanın düşünme kapasitesi normalde ulaşması gereken seviyenin altındadır. Sonuç olarak peygamber de sizin gibi bir insandır, ama başka planlara mensup zekalarla spiritüel ilişki kurabilme yeteneğine sahiptir. Fakat söz konusu zekalar her zaman üstün bilgilere sahip olmayabilirler, hatta bazıları yaşayan insanlardan daha fazla şey bilmeyen ölmüş insanların ruhlarıdır. Bu geri seviyeli ruhlar, kendilerini tanrı olarak tanıtabilirler. Nitekim şeytan, koltuğunda Kutsal Kitap olduğu halde tezahür etmiştir
!
Geçmişteki peygamberleriniz tecrübeye de, bilimsel anlamdaki bilgiye de sahip olmayan cahil insanlardı. Öte aleme mensup varlıkların onlara X’i U diye yutturması işten bile değildi. Ne diğer yıldızlardaki hayatlardan, ne de spiritüel alemlerden haberleri vardı. Tanrıyı bulutların üzerinde süzülen üstün bir insan olarak tasavvur ediyorlardı. Dünyanıza bir misyonla gelen atalarımız, bu peygamberlere başka yıldızlardan geldiklerini bir türlü anlatamamışlardır. İçinde görkemli kıyafetlere bürünmüş atalarımızın bulunduğu uzay gemileriyle yüz yüze geldiklerinde büyük bir korkuya kapılmışlardı! Tanrı muamelesi görmek, görevlerini kolaylaştırdığı için atalarımızın işine gelmişti, tersini söyleseler bile bir yararı olmayacak, tanrılık payesinden kurtulamayacaklardı.
Bu tür faaliyetlerin hepsi bizim tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. İlya’nın göğe alınması, Hezekiel’in vizyonları, İsa’nın göğe çıkışı bu tür fenomenlerdir. Dinleriniz, bu konudaki bilgisizlikleri yüzünden yalan yanlış inançların vücut bulmasına sebep olmuşlardır. Fatima olayı da bizim meydana getirdiğimiz olaylardan biriydi. Geçmişin peygamberleri, bugün fabrikalarda çalınan sirenlerin sesini duymuş olsalardı, son saatin gelip çattığını ve meleğin suru üflediğini sanırlardı! Nitekim uzay gemimiz dikkatlerini çekmek için siren çaldığında, Sina Dağı sakinleri dehşete düşmüştü! Peygamber olarak ölümsüzleştirdiğiniz zavallı Yunus, sadece denizlerin üzerinde dolaşan uzay gemisinin yolcularından biriydi!
Tanrı vardır, ama hayal ettiğiniz şekilde değildir. Tanrı sizin ayağınıza gelmez, ama elçilerini gönderir, işte biz o elçileriz, geleceğinizi şekillendirmekle görevli elçiler. Ama gelecek, savaşan insanlar, dinler ve uluslar olduğu sürece şekillendirilemez. Bilim bu alanda itibar kaybına uğradığını kabullenme cesaretini göstermelidir, çünkü dünya üzerindeki hayattan tamamen bilim sorumludur. (Sayfa: 77-113)
alıntıdır