Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

19. y.y. Osmanlı Devleti'nde Islahat Çabaları

Nizam-ı Cedit

İyi bir eğitim görmüş olan III. Selim bu barış döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocağı'nı kaldıramayacağını bildiğinden, öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen bu orduyu batılı tarzda düzenleyip, başarısını kanıtlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocağı lağvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çıkan gelişmelerden endişe duyan Yeniçeriler, bazı devlet adamlarını da yanlarına çekerek yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Mısır'ı işgale başlamıştı (1798). Osmanlılar, Rusya, İngiltere ve Sicilya'nın da menfaatlerine dokunan Fransız işgaline karşı harekete geçti. Ehramlar savaşıyla, Mısır'ı ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799). Kuşatmayı kaldıran Napolyon geri dönerken, yerine bıraktığı ordu komutanları da mağlûp edildiler. Neticede Fransızlar Mısır'ı terk etmek zorunda kaldı(1801). Fransa'yı barışa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarının iş birliği yapmaları, İngiltere'nin Fransız savaş ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nın Akdeniz ve Orta Doğu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onları barışa zorlamaktaydı.

1802'de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almış ve kapitülâsyon hakkını elde etmiştir. Bu olayı bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanması, Osmanlı donanmasıyla birlikte Fransa'nın elindeki bazı adaları ele geçirmiş idi. Fakat halk, ebedî düşman olarak gördüğü Rusya ile iş birliği yapılmasına büyük tepki göstermiş ve bunun sonunda III. Selim'e ve ıslahatlarına karşı cephe genişlemişti. Üstelik Napolyon'un, Orta Doğu'da Araplara yönelik propagandasının da etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı. Böylece Bulgaristan ve Sırbistan'da çıkan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çıkan isyanlar eklenmiş oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmişlerdi. Osmanlıların tekrar Fransa ile yakınlaşmaları, İngiliz ve Rusları harekete geçirmiş ve sonunda Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etmişti. Bu savaş sürerken Nizâm-ı Cedit'in Rumeli''ye de kaydırılmasından memnun olmayan isyancılar Şehzade Mustafa'nın tahrik ve teşvikiyle birleşerek İkinci Edirne Vak'ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806). Neticede İstanbul'da patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı III. Selim'in sonunu hazırladı. Saraya giren isyancılar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yı tahta geçirdiler (29 Mayıs 1807). Nizâm-ı Cedid lağvedildi. Fakat III.Selim'e bağlı olan Ruscuk bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek, karşı darbede bulundu. Amacı III. Selim'i yeniden tahta çıkarmaktı. IV. Mustafa'nın, sabık padişahı öldürttüğünün öğrenilmesi üzerine, kardeşi II.Mahmut başa geçirildi (28 Temmuz 1808).

Alemdar Mustafa Paşa sadareti üslenerek, III. Selim'in başlattığı ıslahatları devam ettirmeye çalıştı. Nizâm-ı Cedit'i, Sekbân-ı Cedit adı ile yeniden canlandırdı. Ancak ulemayı ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Paşa, 1809'da çıkan bir isyanda öldü.

II.Mahmut ve Islahat Hareketleri;

II. Mahmut devri (1808-1839), hem gerçekleştirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlarıyla Osmanlı Devleti'nin yol ayrımına girdiği bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu baştan aşağı düzenlemek ile işe başladı. Yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Ocağı bir nizamname ile ortadan kaldırıldı. Vak'a-yı Hayriye olarak adlandırılan bu köklü değişiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu oluşturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun eğmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'ın sarayını basan yeniçeriler sadrazamın ve ıslahatçıların başlarını istediler. Ancak At Meydanı'nda toplanan yeniçeriler dağıtıldı, ocakları bombalandı. Böylece Avrupa tarzında yeni bir ordunun kurulması yönündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu. II. Mahmut hükûmet teşkilâtında da değişikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlık) usulünü benimsedi. 1836 yılında Dahiliye ve Hariciye Nazırlıkları kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlaşmalar yapıldı. İktisadî ve adlî sistemde değişikliklere gidildi. Avrupa tarzında eğitim veren rüştiyeler, Harbiye ve Tıbbiye okullarının açılması vb. gibi eğitim alanında da ıslahatlar gerçekleştirildi.

Fakat, kimi şeklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulunduğu zorlukları aşmasına yetmediği gibi, Osmanlı coğrafyasındaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

Sırp ve Yunan İsyanları; Fransız İhtilâli'nin getirdiği milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasında Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin teşvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamanında isyan eden Sırplar, 1812 Bükreş Antlaşması ile bazı imtiyazlar almalarına rağmen, yeniden ayaklandılar. Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı tarihlerde Sırplarla kısmî bir anlaşmaya varıldı. Ancak 1830'da bir hatt-ı şerif ile Sırbistan'ın Osmanlı hâkimiyetinde bir prenslik olarak varlığı kabul edildi. Rusya'nın XIX. yüzyıla girerken Osmanlıya karşı sürdürdüğü savaşların altında Balkanları ve özellikle Rumları Osmanlı Devleti'nden koparmak yatıyordu. Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adlı cemiyetin başkanlığına Yunan İsyanı sırasında Çar I.Alexsandre'ın yaveri Prens İpsilanti getirilmişti. Yapılan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarında isyanlar çıkarılacaktı. İpsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodoksları ayaklandırmaya çalıştı fakat başarılı olamadı. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan İpsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu sırada Mora'da da Patras başpiskoposu isyan etmişti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlılar bağımsız olduklarını ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayıda Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyanı gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

Girit ve Mora valiliğinin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Paşa bu isyanı bastırmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelişme karşısında Rusya, Fransa ve İngiltere aralarında anlaşarak (1827), Yunanistan'ın özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlıları sıkıştırmak istediler. Türkler bu olayı iç işlerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanlı ve Mısır donanması Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle ilişkiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin desteğiyle Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti. Rus ordusu doğuda Erzurum'u ele geçirdi. Batıda ise Edirne işgal edildi. Padişah, Prusya, Fransa ve İngiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edeceğini bildirdi. Böylece Edirne Antlaşması(1829) ve ardından Londra Konferansı (1830) imzalandı. Antlaşma ile Prut iki ülke arasında sınır oluyor, Eflâk, Boğdan ile Sırbistan'ın özerkliği kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlılarda kalması şartıyla Yunanistan'ın bağımsızlığı da tasdik ediliyordu.

Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi; Mora'nın elden çıkmasıyla, oğlu İbrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Mısır Valisi M.Ali Paşa, II.Mahmut'tan, yardımlarına karşılık, Suriye'nin idaresini istedi. Bu isteğin reddedilmesi üzerine M.Ali Paşa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Şam, oğlu İbrahim tarafından ele geçirildi. İbrahim Paşa, kısa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.

Konya yakınlarındaki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Her birinin ayrı hesabı olduğu büyük devletler, telâşlanarak araya girmek istediler. Fransa ve İngiltere'nin anlaşamaması üzerine, Rusya durumdan faydalandı. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasının İstanbul yakınlarına gelmesine müsaade etti. Rusya'nın kârlı çıkmasından endişelenen Fransa ve İngiltere, II.Mahmut ile anlaşma yapması için M.Ali Paşa'ya baskı yaptılar. Neticede Kütahya Antlaşması imzalandı (1833). Bu anlaşmayla, Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Girit'ten başka Şam ve oğlu İbrahim de, Cidde valiliği yanı sıra Adana'yı uhdelerine alacaklardı. Rusya, yardımlarına karşılık II.Mahmut ile Hünkar İskelesi Antlaşması diye bilinen bir anlaşma yaparak, İstanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi başardı (1833). Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün garantisi ve gereğinde Osmanlının yardımına koşulması karşılığında Rusya, Boğazların bütün yabancı savaş gemilerine kapatılmasını kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlaşmasından memnun değildi. Bu sebeple M.Ali Paşa'ya karşı yeniden harekete geçti. Fakat Osmanlı ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır'a teslim etmişti. Bu arada II. Mahmut ölmüş ve yerine I.Abdulmecit geçmişti (1839-1861). Mısır Meselesi'nin Çözümü ve Boğazlar Meselesi; Rusya'nın Hünkar İskelesi Antlaşmasına dayanarak duruma tek başına müdahale etmesini uygun bulmayan İngiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nın da katılmasıyla Londra'da bir konferans toplandı (1840).

Toplantıda Mehmet Ali Paşa'nın veraset yoluyla Mısır valiliğine sahip olması karşılığında, Suriye'den ve elinde tuttuğu Osmanlı donanmasından vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarını M.Ali Paşa'nın tanımaması üzerine İngiltere Suriye limanlarını donanması ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Paşa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayımlayarak onun valiliğini onayladı. Ardından İngiltere kendileri aleyhine olan Hünkar İskelesi Antlaşması'nın yürürlükten kaldırılmasını öngören uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı. Londra Antlaşması ile (Temmuz 1841), İstanbul ve Çanakkale boğazları'nın barış zamanında savaş gemilerine kapalı tutulmasının kararlaştırıldığı bir Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Böylece İngiltere, Rusya'nın elinden inisiyatifi almış oluyordu.

Tanzimat Dönemi

Daha önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat Hareketleri, Osmanlı Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalıştığı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nın mütemadiyen iç işlerine müdahale etmesi, Osmanlı Devleti'ni, kendi inisiyatifi dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı. Özellikle gayrimüslim unsurları bahane eden devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düşünülmekteydi. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın hazırladığı düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafından tasdik edilmişti. 3 Kasım 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-ı Hümayunu"nu ilan ettirdi.

Bu fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından olan herkesin eşit olması, herkesin yasalara göre yargılanması, varlığı ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu şekilde Avrupa devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygısının kazanılması hedeflenmekteydi. Fakat gelişen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacağını gösterecektir.

Şark Meselesi ve Kırım Savaşı;

Tanzimat döneminde nispeten sağlanan barış ortamı, Rusya'nın müdahalesiyle tekrar bozulmaya başladı. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, aynı zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, doğrudan doğruya Osmanlı Devletinin varlığını hedef almaktaydı. Avrupalılar tarafından "Şark Meselesi", önceleri Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün sağlanması şeklinde düşünülürken, daha sonra bu toprakların paylaşımı sorunu hâline dönüştürüldü. Çünkü Osmanlı Devleti artık bir "hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'ın da ifade ettiği gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan doktorların insafına kalmıştı. Onlar, Avrupa'nın hasta adamının mirasını paylaşma telâşındaydı.

Küçük Kaynarca antlaşması'ndan sonra Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar'ın haklarını koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunması ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarına Kudüs Kilisesi üzerinde bazı haklar tanınmıştı.

1808'den itibaren Rusya'nın baskıları neticesinde onların yerini Ortodoks papazlar almaya başladı. Fransa'nın ve Rusya'nın 1850-51'de Bab-ı Ali'ye bu durum hakkında yaptıkları müracaatlar, kurulan komisyonlarda değerlendirildi ve bazı kararlar alındıysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, İngiltere'ye Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşmayı teklif etti ve İngilizlerin sessizliğini koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çıkarttı. Rus elçisi Mençikof'un aşırı tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, İngilizlere yakın olan Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Boğdan'ı istilâ ettiler. Osmanlı Devleti, Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı. Bu ittifaka Avusturya ve İtalyan birliğini kurmaya çalışan Piyemento hükûmeti de katıldı. İttifak donanması Çanakkale'de mevzilenmişti. Durumdan endişelenen Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı. Müttefikler, Rusya'nın Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldırmak için, Kırım'a yöneldiler. Rusların en büyük üssü olan Sivastopol, bir yıl süren bir kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855). Bu sırada tahta oturan II.Alexandre, barış yapmayı kabul etti. Müttefiklerin yanı sıra Prusya'nın da katıldığı Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların toprak bütünlüğü ve Boğazların statüsü, Avrupa'nın "kefilliği" altında korunacaktı. Osmanlıların Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karşılığında ise, sultan yeni bir ıslahat fermanı irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsızlığının kabulü, savaşın galibi durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Boğdan'ın birleşmesi ve Sırbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti.

Islahat Fermanı

Henüz Kırım Savaşı sürerken, Viyana'da bir araya gelen İngiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın yayımlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı. Paris Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi (18 Şubat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususların esas alındığı bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında eşitlik sağlandığı Avrupa'ya garanti edilmiş oluyordu. Ayrıca iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arındırılıyordu. Aslında Tanzimat süreciyle başlayan bu değişiklikler, idari yapılanmada da kendisini hissettirmiştir. 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmiştir. Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin uygulanması daha çok I.Abdülaziz'in tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir.

Paris Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de yer aldığı için Islahat Fermanı'nı, Osmanlı Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldırmasını bahane ederek Lübnan'a asker çıkarmış ve 1871'e kadar orada kalmıştır. Karadağ'da çıkan bir anlaşmazlık yine büyük devletlerin aracılığı ile halledilmiştir (1862). Güçlü devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan toplulukları, çıkardıkları isyanlar bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi başaracaklardır. Örneğin Sırplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmiş, Eflâk ve Boğdan'ın Romanya adı altında birleşmeleri kabul edilmiştir. Muhtariyet hakları genişletilen Mısır'da, İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi kızışmış, III. Napolyon'un teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemediği hâlde Süveyş Kanalı projesini kabul etmek zorunda kalmış ve kanal 1869'da büyük bir törenle açılmıştır.

I.Meşrutiyet Dönemi

Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı çıktı. Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).

Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni V.Murat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.

Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir konferans toplanmasını sağlamıştı. İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi, İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen, konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti'nin çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.

Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da sağlıyorlardı. Nitekim Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi. Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 Şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet'in sonu demekti.

Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878). Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu. Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlüğe giremedi.

İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı. Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı. Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır.

Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.

Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti (1881). Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlıların karşı çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886). İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893). Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan, 1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına geliyordu.

93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle İngilizler tarafından destekleniyorlardı. Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya sızabilecekti. İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe başladılar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.

II. Meşrutiyet Dönemi

I.Meşrutiyet'in kaldırılmasından sonra II.Abdülhamit içte ve dışta meydana gelen olumsuz gelişmelerin de etkisiyle, katı bir yönetim sergilemeye başlamıştı. Meşrutiyet taraftarları da buna karşılık muhalefetlerinin dozunu artırmışlardı. Osmanlılık fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Paşa 1881'de ölüm cezasına çarptırılmış, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmiş ve 1883'te öldürülmüştü.

Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler de sultan tarafından bertaraf edilmişlerdi. Ancak devletin içinde bulunduğu güç durum onların başlattığı muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazırlamaktaydı. Balkanlardaki çalkantıların yanı sıra Osmanlı Devleti iktisadî açıdan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dış borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı Bankası ile malî bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardımları karşılığında, devletin bazı gelirlerini devralıyordu. İngiliz ve Fransızların kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-ı Umumîye İdaresi Osmanlı ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.

Genç Türkler veya Jön Türkler adı verilen ve yurt dışında ve içinde faaliyet gösteren Meşrutiyet taraftarları, İstanbul'da İttihad-ı Osmani derneğini kurmuşlar ve bu dernek 1894/95'te İttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştı. Selanik'te Enver ve Niyazi Paşalar gibi subayların da katılmasıyla güçlenen İttihatçılar, Osmanlı devletini ancak Kanun-ı Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabileceğini düşünüyorlardı. Kolağası Niyazi Bey ve ona katılan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek dağa çıkmaları ve Rumeli'de halk tarafından büyük bir destek bulmaları üzerine II.Abdülhamit anayasayı yürürlüğe koyarak II.Meşrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908).

17 Aralık 1908'de meclis yeniden açıldı. Yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası büyük bir başarı sağlamıştı. Ancak bu gelişmeler esnasında Bulgaristan bağımsızlığını elde etmiş ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak kararı almıştı.

İşgal altındaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafından fiilen ilhak edilmişti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan İttihatçılar, olumsuz gelişmelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare oluşturmaya başlamışlardı. Bundan faydalanmak isteyen Meşrutiyet aleyhtarları, bazı Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla isyan ettiler. İstanbul'daki Avcı Taburları'nın 13 Nisan 1909'da başlattıkları isyan sırasında pek çok İttihatçı öldürüldü. II.Abdülhamit olayları önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ordu Selanik'ten yola çıktı. Harekat Ordusu adı verilen bu ordunun kurmay başkanı Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kısa sürede duruma hâkim olarak isyanı bastırdı. İsyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit, şeyhülislâmdan alınan fetva ile meclis tarafından tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardeşi V. Mehmet Reşat yerine getirildi. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi İttihatçı hükûmete bırakmıştı. Yeni iktidar zamanında da felâketler birbirini takip etti. Osmanlı Devleti hızla dağılma devrine girmekteydi.

Trablusgarp Savaşları

Osmanlıların iç işleri ve Balkanlardaki gelişmelerle uğraşmasını fırsat bilen İtalyanlar, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutların isyanı (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çıkardı. (Eylül 1911). İtalyan donanması denizden, İngilizler ise Mısır'ı ellerinde bulundurduğundan karadan, Osmanlıların bölgeye asker göndermesini imkânsız hâle getirmişti. Bu sebeple Osmanlı hükûmeti gizlice Türk subaylarını bölgeye göndererek mahallî bir direnişi örgütleme yolunu seçmişti. Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise Enver Paşa İtalyanlara karşı büyük başarılar kazandı. Savaşı kazanamayacağını anlayan İtalya, Osmanlıları barışa zorlamak için Oniki Ada'yı işgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda başlayan savaş Osmanlıların barışı imzalamaya zorladı. Uşi Antlaşması ile İtalyanlar işgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)

Balkan Savaşları

Türk-İtalyan Savaşı'nın başladığı sırada Balkan devletleri aralarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak, Osmanlı Devleti'ne karşı bir ittifak oluşturdular. Rusya'nın mimarlığında gerçekleşen Bulgar-Sırp ittifakına daha sonra Yunanistan ve Karadağ da katıldı (1912). Karadağ ile başlayan savaşa 18 Ekimde diğer Balkan devletleri de iştirak etti. Bu sırada Osmanlı askerleri, subayların bir kısmının politik çekişmelerle meşgul olmasından dolayı dağınık bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlılar karşısında kendilerinin de beklemediği bir zafer kazandılar. Yunanlılar Ege adalarını ele geçirdiler. Sırplar Kumanova'da üstünlük sağladılar. Sırpların denize çıkmalarını önlemek için Avusturya'nın desteği ile Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti (28 Kasım 1912).

Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasım 1912). 16 Aralıkta Londra'da başlayan görüşmeler bir ara iktidardan düşen İttihatçıların yeniden iş başına gelmesi üzerine kesilmişti. Nihayet Mayıs ayında Londra Antlaşması imzalanarak I.Balkan Savaşı sona erdi. Gelibolu Yarımadası hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nın büyük bir kısmı Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşıldı. Özellikle Makedonya'nın paylaşımı Bulgarları rahatsız etmekteydi. Sırbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karşı ittifak oluşturdu. Bu ittifaka Romanya da katıldı. Bulgaristan ile bu ittifak savaşa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti de Bulgar işgalindeki toprakları geri almak için harekete geçti. Kırklareli ve Edirne kurtarıldı. II.Balkan Savaşı, tarafların imzaladığı Bükreş Antlaşması ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile, Meriç nehri iki ülke arasında sınır oldu. Bulgaristan'daki Türklerin hakları belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlaşması ile ise Girit'in Yunanistan'a bırakılması kabul edildi (14 Kasım 1913). Büyük devletler bu anlaşmalardan sonra Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Bozcaada ve İmroz'u Osmanlılara geri verdiler. Balkan Savaşları, Balkanlardaki Türk varlığının büyük bir kıyıma uğramasına sebep olmuştur. Yüz binlerce Türk savaşlar sırasında ve sonrasında aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmıştır.


I.Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Yıkılışı

Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), İttihat ve Terakki Fırkası, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmişti. Enver, Talat ve Cemal Paşalar, Osmanlı Devleti'nin iç ve dış politikasını belirlemede en etkili nazırlardı. Balkan savaşlarından sonra, ordu ve donanmayı güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanlı Devleti, dış siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacını hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarını korumak veya genişletmek maksadıyla siyasî, askeriî ve iktisadî açıdan ittifaklar oluşturmaktaydı. İngiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgeciliğe geç başlayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Doğu'da nüfuz sahasını genişletmek istiyor ve Osmanlı Devleti'ne bu maksatla yakın durmayı yeğliyordu . Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçekleştirmeye çalışan Rusya'ya karşı Almanlarla iş birliği içindeydi. İngiltere ve Fransa tarafından pay edilmiş Kuzey Afrika'da gözü olan İtalya da bu ittifaka yakındı. Dolayısıyla Almanya önderliğindeki Üçlü İttifak'ın (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) doğal rakibi, İngiltere'nin öncülüğündeki Fransa ve Rusya'dan oluşan Üçlü İtilâf (Anlaşma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand'ın, Sırbistan ziyareti esnasında bir Sırp tarafından öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sıcak savaşa sokmaya yetti.

Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD İtilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ise İttifak devletleri safında bu savaşa girdiler.

Osmanlı Devleti savaştan önce İngiltere ve Fransa'ya yakın bir politika izlemek istedi. Ancak hem hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de İtilaf Devletleri'nin buna sıcak bakmaması, Osmanlıları Almanya'ya yanaştırmaktaydı. Özellikle Enver ve Talat Paşalar, Osmanlı Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri toprakları kazanabilmesi için Almanya'nın yanında yer almayı uygun buluyorlardı. Hükûmet başlangıçta tarafsız kalmayı tercih etmişti. Almanların II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına katkıda bulunması ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanların varlığı, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalamayacağı şüphesini artırıyordu. Bu tutum, dolayısıyla Almanya yanlılarının tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Paşa'nın öncülük ettiği bu grup, Almanların yanında savaşa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen toprakların geri alınabileceği ve Osmanlı Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-ı umumîden kurtulunabileceğini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek, Rus limanlarını bombalaması, Osmanlı Devleti'nin Almanya safında savaşa girmesine vesile olacaktır (1 Kasım 1914).



Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanlı askerleri büyük bir kahramanlık örneği gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savaşı sürdürmek, zor şartlar içerisinde bulunan Osmanlı Devleti için çok güçtü. Enver Paşa'nın kumanda ettiği Kafkas Cephesi'nde Osmanlılar büyük zayiat verdiler. Doğu Anadolu ve Trabzon düştü. Kanal (Süveyş) cephesinde ise Cemal Paşa, Fransız ve İngilizlere başarıyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki Osmanlı birlikleri, destek görmemelerine rağmen, kutsal yerleri korumak uğruna, harbin sonuna kadar Şerif Hüseyin ve İngilizlere karşı koydular. Basra'ya çıkan İngilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna uğradılar. Komutanları General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldıran İngilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardımıyla Basra'da olduğu gibi, Suriye'de de saldırılarını artırdılar. M.Kemal, Halep'te bir savunma hattı oluşturdu. Galiçya, Makedonya ve Romanya'da Osmanlı birlikleri, Avusturya ve Bulgaristan'a yardımcı olmak için büyük bir özveriyle savaştılar. Türkler, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. İtilaf Devletleri 19 Şubat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldırıya geçtiler. 18 Mart'ta İtilaf donanmasına ait pek çok gemi batırıldı. Ardından Gelibolu Yarımadası'ndaki Settü'l-Bahir ve Arıburnu'na asker çıkararak, karadan da saldırıya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katıldığı kara savaşları, tam bir ölüm kalım savaşı oldu. M.Kemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya çıktığı bu savunma karşısında İtilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldı.

Bütün dünyaya öğretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdının şehit kanıyla yazılan bir büyük destan oldu. İtilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nın yardım alma ümitlerini suya düşürmüş ve bunun neticesinde gerçekleşen Bolşevik İhtilâli, Çarlık Rusyası'nın sonu olmuştur. Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine 7 Aralık 1917'de imzalanan anlaşmayla Doğu cephesinde Türk-Rus Savaşı sona ermiştir.

Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı'nda yedi düvele karşı muhteşem bir mücadele sergilemiştir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'ın teslim olması Osmanlılar ile Almanya arasındaki irtibatın kesilmesine yol açmıştır. Müttefiklerinin savaştan yenik ayrılmasıyla birlikte Osmanlılar da ateşkes anlaşmasını imzalamak durumunda kalmışlardır. İttihat ve Terakki Fırkası'nın hükûmetten çekilmesinin ardından kurulan Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki hükûmet, Bahriye Nazırı Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanına göndermiş ve Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla (30 Ekim 1918), Osmanlılar resmen savaştan çekilmişlerdir. Ateşkes anlaşmasıyla İtilaf Devletleri, Osmanlı ülkesini işgal etme hakkını elde etmişlerdir. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin fiilen paylaşılması demekti.

Nitekim, İngiliz, Fransız, İtalyan birlikleri bu anlaşmaya dayanarak Anadolu'da işgallere başlamışlar, Asırlarca Osmanlının hâkimiyetinde yaşayan Yunanlılar da, ağabeylerinin müsaadesiyle İzmir'e asker çıkarmışlardır (15 Mayıs 1919). İşgallere karşı Anadolu Türk'ünde büyük bir infial yaratmış ve 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla, düşmana karşı "Milli Mücadele" başlamıştır. İtilaf Devletlerinin Sevr Anlaşması'nı İstanbul hükûmetine imzalatması (10 Ağustos 1920), Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endişe eden düşmanların bir an önce Türk millî varlığını ortadan kaldırmayı amaçlamalarından başka bir şey değildi. Fakat bu anlaşma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadı. Ankara'da açılan Milli Meclis'in iradesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının büyük ve onurlu mücadelesi bu oyunları bozdu. İstiklâl Harbi'ni kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş oldu. Yeni Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabiİ bir neticesi olarak 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı. Dolayısıyla bu tarih 622 yıl devam eden Osmanlı Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanli İmparatorluğu Kronolojisi
1299-
Osmanlı tarihinin başlaması

1299
İlk müzik olayı (Selçuklu sultanınca Osman Bey'e Beylik alameti olarak gönderilen tabl-u alem (davul ve sancak)

1302
Osman Gazi'nin Koyunhisarı Zaferi

1302
III. Alaeddin Keykubad'ın ölümü

1312
Mevlevilik tarikatını kuran Sultan Veled'in ölümü

1317
Gülşehri'nin, kendisinden sonraki tercümelere öncülük eden Mantıku't-tayr'ı Ferideddin el-Attar'ın aynı adlı eserini tercüme etmesi

1320
Türk edebiyatında bilinen ilk divana sahip Yunus Emre'nin ölümü

1324
Orhan Gazi'nin tahta geçişi

1326
Bursa'nın fethi

1330
Aşık Paşa'nın Garib-name'yi telif tarihi

1331
İznik'in fethi

1331
İlk Osmanlı medresesinin, İznik'te Orhan Gazi tarafından kurulması

1334
Karesi Beyliği'nin ilhakı

1337
Kocaeli bölgesinin alınışı

1346
Orhan Gazi'nin Kantakuzenos'un kızı ile evliliği ve Bizans ile ittifakı

1349-1352
Bizans'a yardım için Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçişi ve Çimpi Kalesi'nin üs olarak alınışı

1350
Davud B. Mahmud el-Kayseri'nin ölümü

1352
Osmanlılar'ın Cenevizliler'e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri

1354
Gelibolu'nun fethi

1361
İlk müzikli spor gösterisi (Edirne Kırkpınar yağlı güreşleri)

1362
Orhan Gazi'nin vefatı ve I. Murat'ın tahta çıkışı

1362
Kadıaskerliğin teşkili

1363
Pençik Kanunu'nun çıkışı

1366
Gelibolu'nun elden çıkışı

1371
Çirmen Zaferi

1376
Bulgar Krallığı'nın Osmanlı hakimiyetini kabulü

1377
Gelibolu'nun Osmanlılar'a iadesi

1385-1386
Niş ve Sofya'nın alınışı

1388
Ploşnik bozgunu ve Balkan ittifakının teşekkülü

1389
I. Kosova Zaferi

1389
I. Murat'ın şehadeti, Yıldırım Bayezid'in tahta cülusu

1390
Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı

1390
Karaman Seferi, Konya'nın muhasarası

1390
Gelibolu tersanesi'nin inşası

1391
İstanbul'un ilk muhasarası

1393
Mahkeme Rüsumu'nun ilk ihdası

1396
Niğbolu Zaferi

1397-1398
Akçay Zaferi ve Karaman Ülkesi'nin Osmanlı hakimiyetini kabulü

1398
Kadı Burhaneddin'in ölümü.

1398
Karadeniz beyliklerinin ilhakı

1299 - 1300 Osmanlı tarihinin başlaması
1299 İlk müzik olayı (Selçuklu sultanınca Osman Bey'e Beylik alameti olarak gönderilen tabl-u alem (davul ve sancak)
1302 Osman Gazi'nin Koyunhisarı Zaferi
1302 III. Alaeddin Keykubad'ın ölümü
1312 Mevlevilik tarikatını kuran Sultan Veled'in ölümü
1317 Gülşehri'nin, kendisinden sonraki tercümelere öncülük eden Mantıku't-tayr'ı Ferideddin el-Attar'ın aynı adlı eserini tercüme etmesi
1320 Türk edebiyatında bilinen ilk divana sahip Yunus Emre'nin ölümü
1324 Orhan Gazi'nin tahta geçişi
1326 Bursa'nın fethi
1330 Aşık Paşa'nın Garib-name'yi telif tarihi
1331 İznik'in fethi
1331 İlk Osmanlı medresesinin İznik'te Orhan Gazi tarafından kurulması
1334 Karesi Beyliği'nin ilhakı
1337 Kocaeli bölgesinin alınışı
1346 Orhan Gazi'nin Kantakuzenos'un kızı ile evliliği ve Bizans ile ittifakı
1349-1352 Bizans'a yardım için Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçişi ve Çimpi Kalesinin üs olarak alınışı
1350 Davud B. Mahmud el-Kayseri'nin ölümü
1352 Osmanlılar'ın Cenevizliler'e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri
1354 Gelibolu'nun fethi
1361 İlk müzikli spor gösterisi (Edirne Kırkpınar yağlı güreşleri)
1362 Orhan Gazi'nin vefatı ve I. Murat'ın tahta çıkışı
1362 Kadıaskerliğin teşkili
1363 Pençik Kanununun çıkışı
1366 Gelibolu'nun elden çıkışı
1371 Çirmen Zaferi
1376 Bulgar Krallığı'nın Osmanlı hakimiyetini kabulü
1377 Gelibolu'nun Osmanlılar'a iadesi
1385-1386 Niş ve Sofya'nın alınışı
1388 Ploşnik bozgunu ve Balkan ittifakının teşekkülü
1389 I. Kosova Zaferi
1389 I. Murat'ın şehadeti, Yıldırım Bayezid'in tahta cülusu
1390 Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı
1390 Karaman Seferi, Konya'nın muhasarası
1390 Gelibolu tersanesi'nin inşası
1391 İstanbul'un ilk muhasarası
1393 Mahkeme Rüsumunun ilk ihdası
1396 Niğbolu Zaferi
1397-1398 Akçay Zaferi ve Karaman ülkesinin Osmanlı hakimiyetini kabulü
1398 Kadı Burhaneddin'in ölümü.
1398 Karadeniz beyliklerinin ilhakı
1400 İlk musiki nazariyatı eseri (Kırşehirli Yusuf B. Nizameddin'in Kitabu'l Edvar'ı)
1400 Bursa'da I. Bayezid tarafından Ulu Cami'nin yaptırılması; İlk Osmanlı Darü'ş-şifa'sının Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmesi
1402 Ankara bozgunu ve Yıldırım Bayezid'in esareti
1402-1413 Fetret Devri, iç karışıklıklar
1409 Süleyman Çelebi tarafından Türk Edebiyatı'nda ilk mevlid örneği olan Vesiletü'n-Necat adlı eserin yazılışı; İlk besteli dini eser (Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i)
1411 Çelebi Mehmed'in tahta çıkışı
1413 I. Mehmed'in duruma hakim olup devleti yeniden kuruşu
1413 (Celaleddin Hızır) Hacı Paşa'nın ölümü
1416 Osmanlı-Venedik Deniz Muhaberesi ve Sulhü, Şeyh Bedreddin isyanı
1416 Macar Seferi
1417 Avlonya'nın fethi
1418 Makam teriminin ilk kullanılışı (A. Meragi'nin Makasıdu'l-elhan'ında)
1418-1420 Samsun bölgesinin zaptı
1419-1424 Bursa'da Hacı İvaz'a I. Mehmed tarafından Yeşil Külliye'nin yaptırılması
1421 Çelebi Mehmed'in ölümü ve II. Murad'ın cülusu
1421-1451 İlk resmi musiki çevresi (II. Murad Sarayı)
1422 Mustafa Çelebi'nin (Düzme) bertarafı
1425 Molla Fenarı'nın ilk Şeyhülislam olarak tayini
1425-1426 İzmir Beyi Cüneyd'in idamı
1425-1426 Teke Beyliği'nin intikali
1427-1428 Germiyan Beyliği'nin intikali
1429 Manyasoğlu Murad tarafından Türk edebiyatında Seyf Serayi'den sonra Anadolu Türk edebiyatı sahasında ilk Gülistan tercümesinin yapılışı
1429 Şeyh Hamdullah'ın Amasya'da doğuşu
1430 İlk iki Türkçe musiki kitabı (Hızır B. Abdullah'ın Edvar'ı ve Bedr-ı Dilşad'ın Muradname'sindeki musiki bölümü)
1430 Selanik'in fethi
1430-1431 Şemsüddin Muhammed B. Hamza el-Fenari'nin ölümü
1431-1432 Kadızade, Salahaddin Musa b. el-Kadi Mahmud el-Bursavi el-Rumi'nin ölümü
1432 Fatih Sultan Mehmed'in doğumu
1434 Edirne'de II. Murad tarafından Muradiye Camii'nin yaptırılması

1434 Edirne'de II. Murad tarafından Muradiye Camii'nin yaptırılması
1436 Muiniddin B. Mustafa tarafından II. Murad'ın isteğiyle ilk Mesnevi tercümesi olan Mesnevi-i Muradiyye adlı eserin yazılışı
1437 Ömer bin Mezid tarafından ilk nazire mecmuasının derlenişi
1439 Semendire'nin alınışı
1440 Osmanlı musiki çalgıları üzerine ilk notlar (Ahmedoğlu Şükrullah)
1440 Başarısız Belgrad kuşatması
1444 Segedin Sulhü
1444 II. Murat'ın tahttan çekilişi, II. Mehmed'in cülusu ve Varna zaferi
1445 II. Mehmed'in tahttan çekilişi ve II. Murad'ın ikinci defa cülusu
1447 Edirne'de II. Murad tarafından Üç Şerefeli Camii'nin yaptırılması
1448 II. Kosova Zaferi
1451 II. Murad'ın ölümü ve II. Mehmed'in ikinci defa cülusu
1451-1512 Geçiş devri. Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri
1453 İstanbul'un fethi
1453 Ayasofya'nın camiye çevrilmesi
1454 İlk Devlet Musiki Okulu (Enderun'un müzik bölümü)
1458-1460 Mora'nın ele geçirilişi
1461 Trabzon Rum İmparatorluğu'nun sonu
1461 Candaroğulları'nın ilhakı
1463 Osmanlı-Venedik Savaşı'nın başlaması
1463-1470 İstanbul'da Fatih Külliyesi'nin inşaası
1466 II. Mehmed'in Arnavut seferi
1468 Karamanoğulları'nın sonu
1468 II. Mehmed tarafından İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın tesisi
1469 Ahmed Karahisarı'nın Afyonkarahisar'da doğuşu
1470 Eğriboz'un alınışı
1471 Fatih Külliyesinin açılışı
1472 Topkapı Sarayı'nın inşası
1473 Otlukbeli Zaferi : Osmanlı Akkoyunlu mücadelesi
1474 Ali Kuşçu'nun ölümü
1475 Kırım'ın Osmanlı hakimiyetine girişi
1476 Boğdan seferi ve zaferi
1478 Fatih tarafından ilk altın paranın darbettirilmesi
1478 Şerafeddin Sabuncuoğlu'nun ölümü
1479 Osmanlı-Venedik Sulhü ile Fatih'in Venedikliler'e, Trabzon ve Kefe'de ticaret yapma hakkı tanıyan ahidname vermesi
1480 Otranto'ya çıkış ve başarısız Rodos kuşatması
1480 Kadıaskerliğin Rumeli ve Anadolu olarak ikiye ayrılması
1481 II. Mehmed'in vefatı ve II. Bayezid'in tahta çıkışı
1481 100 dirhem gümüşten 400 akçe kesilmesi
1481 Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'a gelişi
1482 Cem Sultan'ın mağlubiyeti, Rodos'a ilticası
1483 Morova Seferi ve Hersek'in ilhakı
1484 Boğdan Seferi
1484 Kili ve Akkirman'ın fethi
1484-1488 Edirne'de Hayreddin'in II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası
1485 Osmanlı-Memlük mücadelesinin başlaması
1485 Şeyh Hamdullah'ın Aklam-ı Sitte'de kendi üslubunu buluşu
1486 Musiki ile tedavi yapan ilk devlet hastanesi (Edirne, II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi)
1488 Hocazade, Muslihiddin Mustafa B. Yusuf B. Salih el-Bursavi'nin ölümü
1488 Sultan II. Bayezid tarafından Edirne'de Bayezid Darü'ş-şifası'nın yapımı
1489 Memlüklere karşı toprak kaybı
1491 Osmanlı-Memlük Barışı
1492 Macar Seferi
1492 İspanya'dan çıkarılan Yahudiler'in Osmanlı Devleti'nin himayesine girmesi
1494 Nakibüleşraflığın yeniden ve devamlı olarak teşkili
1494 Çin bulutu motifinin tezhib'de ilk kullanılışı
1495 Macarlarla mütareke, Cem Sultan'ın ölümü, Şehzade Süleyman'ın doğumu
1497 İlk Rus elçisinin İstanbul'a gelişi
1498 Lehistan Seferleri
1499 Venedik Harbi
1499 İnebahtı'nın alınışı
1499 Preveze baskını
15?? İlk mevlevi ayinleri (Pençgah, Dügah ve Hüseyni makamlarında üç beste-i kadim)
1500 Modon, Navarin ve Koron'un alınışı
1500-1505 İstanbul'da, Yakub Şah B. Sultan Şah'ın II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası
1502 Venedikle barış
1503 Anadolu sahasında ilk hamse sahibi Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi'nin ölümü
1505 Bayezid Külliyesi'nin açılışı
1509 İstanbul'da kıyamet-ı suğra (küçük kıyamet) zelzelesi
1511 Şahkulu Baba Tekeli isyanı, Şehzade Selim Hareketi
1512 II. Bayezid'in tahttan çekilişi, I. Selim'in cülusu
1512 Anadolu Türk edebiyatında ilk Şehrengiz örneğini yazan Mesihi'nin ölümü; Selim döneminden I. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre.
1514 Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş
1514 Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş
1514 Şahkulu'nun Yavuz Sultan Selim'in Tebriz'i işgaliyle Amasya'ya sürgün gönderilişi
1516 Mısır Seferi ve Mercidabık Zaferi
1517 Ridaniye Zaferi ve Kahire'ye giriş
1517 Haremeyn'in himaye altına alınması
1517 Haliç'te tersane yapımının tamamlanması
1517 Piri Reis'in Mısır'da Sultan Selim'e ilk dünya haritasını sunması
1519 Celali isyanı
1519 Cezayir'in ilhakı
1520 I. Selim'in vefatı, I. Süleyman'ın cülusu
1520 Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'da vefatı; Şahkulu'nun İstabul'a gelip, Ehl-i Hiref teşkilatına girişi; Hattat Şeyh Hamdullah'ın vefatı
1520-1550 Şahkulu'nun nakkaşhanede faaliyet göstermesi
1521 Belgrad'ın fethi
1521 Piri Reis'in, Kitab-ı Bahriye adındaki eserini hazırlaması
1522 Kanuni Sultan Süleyman'ın validesi ve Yavuz Sultan Selim'in eşi olan Ayşe Hafsa Sultan tarafından, Manisa'da bimaristan inşa edilmesi
1522 Rodos Adası'nın ilhakı
1524 Mısır'da Hain Ahmed Paşa isyanı
1524 Ahi Çelebi, Ahmed (Mehmed) Çelebi B. Kemal el-Tebrizi'nin ölümü
1525 Yeniçeri isyanı
1525 İlk Fransız elçisi İstanbul'da
1525 Şeyhülislam Zembili Ali Efendi'nin ölümü
1525 Mirim Çelebi, Mahmud B. Muhammed B. Muhammed B. Musa Kadızade'nin ölümü
1526 Mohaç Zaferi
1526 Ahmed Karahisari'nin İstanbul'da vefatı
1527 Bosna'nın fethi'nin tamamlanması
1528 Piri Reis'in Kanuni Sultan Süleyman'a ikinci dünya haritasını takdim etmesi
1528 Nizameddin Abdülali B. Muhammed B. Hüseyin el-Bircendi'nin ölümü
1529 Viyana kuşatması, Budin'in istirdadı, Barbaros'un Marsilya'ya çıkması
1530-1540 Divan-ı Selimi'nin yazılması
1530-1560 Nasuh'un tarihçi, hattat ve ressam olarak faaliyet göstermesi
1530-1588 Sinan'ın imparatorluğun baş mimarı olarak faaliyet göstermesi
1532 Alaman Seferi
1533-1534 Barbaros'un Osmanlı hizmetine girişi ve Cezayir Beylerbeyliği'ne tayini
1534 Irakeyn seferinin açılışı, Tebriz'e ikinci defa giriş ve Bağdat'ın alınışı
1534 Şeyhülislam İbn-i Kemal'in ölümü
1536 Fransızlara kendi bayrakları ile Osmanlı limanlarında ticaret hakkı tanıyan ahidname verilmesi
1536 Veziriazam İbrahim Paşa'nın idamı
1537 Körsof - Avlonya seferi
1538 Preveze Zaferi
1538 Hadım Süleyman Paşa'nın Hint Seferi
1540 Venedik Ahidnamesi'ndeki Karadeniz'de ticaret imtiyazının kaldırılması
1540-1560 Kara Memi'nin nakkaşhanede faaliyet göstermesi
1541 Budin'in kesin olarak ilhakı ve beylerbeyiği olması
1543 Estergon'un ve İstolni Belgrad'ın fethi
1543 Batı musikisiyle ilk resmi temas (I. François'nın Kanuni'ye gönderdiği saray orkestrası)
1547 Osmanlı-Habsburg Sulhü
1547 Avusturyalılar'a Osmanlı topraklarında emn ü aman üzere ticaret yapma hakkının tanınması
1547 San'a'nın fethi
1548 İkinci İran seferi
1550 Süleymaniye Külliyesi'nin inşaası
1551 Trablusgarb'ın fethi
1552 Piri Reis'in Portekizlilere karşı seferi
1553 Piri Reis'in ölümü
1553-1554 Turgud Reis'in Akdeniz seferi
1553-1554 Nahcıvan Seferi
1555 İlk Osmanlı-İran antlaşması : Amasya Müsalahası
1556 Şankulu'nun vefatı; Kara Memi'nin saray nakkaşhanesine Sernakkaş oluşu; Hattat Ahmed Karahisari'nin vefatı
1557 Dokuzuncu Akdeniz seferi, Fas'ın fethi
1557 Süleymaniye Külliyesi'nin açılışı
1558 Şakayık-ı Nu'maniye telifi
1558 Arifi'nin Süleyman-name'sinin tamamlanması
1559 Şehzade Bayezid ile Selim'in Konya Savaşı ve Bayezid'in yenilerek İran'a sığınması
1560 Cerbe'nin alınışı
1560-1600 Osman'ın Nakkaşhane'de faaliyet göstermesi
1561 Taşköprüzade'nin ölümü
1562 Osmanlı-Habsburg Sulhü
1563 Seydi Ali Reis, Ali B. Hüseyin el-Katibi'nin ölümü
1565 Başarısız Malta kuşatması
1565 100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilmesi
1566 Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi : Sigetvar ve Sultanın vefatı, II. Selim'in cülusu
1567 Yemen isyanı
1568 Davud el-Antaki'nin Tezkire adlı eserini telif etmesi
1569 Astarhan seferi
1569 Kaptan Kurdıoğlu Hızır Beyin Sumatra seferi
1569-1595 Lokman'ın şehnameci olarak vazife görmesi
1571 Kıbrıs fethinin ikmali
1571 İnebahtı hezimeti
1571 Mustafa B. Ali el-Muvakkit'in ölümü; Takiyyüddin'in müneccimbaşılığa tayin edilmesi
1574 Buğday Zaferi
1574 Tunus'un fethi
1574 Selimiye'nin açılışı
1574 II. Selim'in vefatı ve III. Murad'ın cülusu
1575 Münşeat'üs-Selatın'in III. Murad'a takdimi
1575 Edirne'de, Sinan eliyle II. Selim için Selimiye Camii'nin inşası
1577 Takiyüddin'in gözlemlerine 1577'de de kısmen tamamlanan Daru'r-Rasadü'l-Cedid'de (İstanbul Rasathanesi) devam etmesi
1578 Osmanlı-İran Savaşı'nın başlaması
1578 Fas'ta el-Kasrü'l-kebir Zaferi
1578 Kafkaslar'da hareket
1580 İlk İngiliz Ahidnamesi'nin verilişi
22 Ocak 1580 İstanbul Rasadhanesi'nin yıktırılması
1583 Meşale Zaferi
1583 Meşale Zaferi
18 Kasım 1583 Cizvitlerin Galata'daki Saint Benoit Kilisesi'ne yerleşerek burada St. Benoit mektebini açmaları
1584-1588 Lokman'ın iki ciltlik Hüner-name'sinin tamamlanması
1585 Tebriz'in alınışı
1585 Takiyüddin el-Rasıd'ın ölümü
1586 İlk Sikke tashihi
1587 Gürcistan harekatı
1588 Gence seferi
1588 Resm-i tashih-i sikke konulması
1588-1606 Bosnalı Mehmed'in saraydaki kuyumcuların (zergeran bölüğünün) başı olarak vazife görmesi
1589 İkinci sikke tashihi
1590 Osmanlı-İran Antlaşması
1590 Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere gümrük resmine "zarar-ı kassabiye" adıyla %1 oranında ilave yapılması
1593 Osmanlı-Habsburg Savaşları
1595 Estergon'un düşüşü
1595 III.Murad'ın vefatı, III. Mehmed'in cülusu
1596 Eğri Kalesi'nin alınışı ve Haçova Zaferi
1598-1663 Davud ve Mehmed Ağalar tarafından İstanbul'da valide sultanlar için Yeni Camii'nin inşası
1599 Osmanlı sarayında ilk Batı müziği aleti (Elizabeth I.'in IV. Mehmed'e gönderdiği org); Davud el-Antaki'nin ölümü
1600 Sikke tashihi
1601 Kanije Zaferi
1601 İngiliz tüccarının ödeyeceği gümrük resminin %3'e indirileceğinin ahidnameye derci
1603 Osmanı-İran Savaşı'nın başlaması
1603 III. Mehmed'in vefatı, I. Ahmed'in cülusu
1603-1703 I. Ahmed döneminden III. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre
1607 Asi Canbolatoğlu ve Maanoğlu'nun Oruç ovasında bozguna uğratılması
1609-1610 Celali tenkili için Kuyucu Murad Paşa Anadolu'da
1612 Osmanlı-İran Antlaşması
1612 Hollandalılara ahidname verilmesi
1613 Ömer B. Ahmed el-Ma'I el-Çulli'nin ölümü
1614 Ali B. Veli B. Hamza el-Mağribi'nin ölümü
1615 İran Savaşı'nın yeniden başlaması
1615 Revan Seferi
1617 I. Mustafa'nın cülusu
1617 İstanbul'da Mehmed Ağa tarafından Sultan Ahmed Camii'nin inşası
1618 I. Mustafa'nın hal'I ve II. Osman'ın cülusu
1618 Sikke tashihi
1621 II. Osman'ın Lehistan seferine çıkışı (Hotin seferi)
1622 II. Osman'ın katli ve I. Mustafa'nın yeniden tahta çıkışı
1623 I. Mustafa'nın tahttan indirimesi ve IV. Murad'ın cülusu
1624 Sikke tashihi
1629 Cizvitler tarafından, 1629'da İstanbul'da "Saint Georges" Fransız okulu ile, yine "St. Louis Dil Oğlanlar Mektebi"nin kurulması
1634 İlk Şeyhülislam katli (Ahizade Hüseyin Efendi)
1635 IV. Murad'ın Revan seferine çıkışı
1638 Bağdat Seferi ve Bağdat'ın alınışı
1638 Hekimbaşı Emir Çelebi'nin ölümü
1639 Osmanlı-İran sulhü : Kasrışirin Antlaşması
1640 IV. Murad'ın ölümü, İbrahim'in tahta çıkışı, sikke tashihi
1642 Hafız Osman'ın İstanbul'da doğuşu
1642-1698 Hattat Hafız Osman
1645 Girit seferinin açılışı, Hanya'nın alınışı
1648 İbrahim'in hal'ı, IV. Mehmed'in cülusu
1648 Kandiye kuşatması
1650 Osmanlı musikisi eserlerinin ilk notalı tesbiti (Ali Ufki'nin eseri)
1656 Çanakkale Boğazı'nın Venedik ablukası altına alınması
1656 Çınar Vak'ası
1656 Köprülüler devrinin başlaması
1658 Katip Çelebi'nin ölümü
1660 Varad Kalesi'nin alınışı
1663 Uyvar seferi, Uyvar'ın fethi
1664 St. Gotthard bozgunu ve Vasvar Antlaşması
1666 Türk Divan edebiyatında sebk-ı Hindi'nin öncülerinden Naili'nin ölümü
1669 Kandiye'nin alınışı, Girit'in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine girişi
1670 Hekimbaşı Salih B. Nasrullah B. Sellüm'ün ölümü
1672 Lehistan seferi, Kamaniçe'nin alınışı
1672 Bucaş Antlaşması
1673 Fransız tüccarının ödediği gümrük resminin %3'e indirilmesi
1676 Osmanlı-Lehistan sulhü : Zorawna Antlaşması
1678 Ukrayna'da Çehrin seferi
1678 Hafız Osman'ın kendi üslubunu gerçekleştirmesi
1680 Mehter etkisinde ilk Batı müziği eseri (N. A. Strungk'un Esther operası)
1680 Mehter etkisinde ilk Batı müziği eseri (N. A. Strungk'un Esther operası)
1682 Osmanlı-Rus Antlaşması
1682 Seyahatname'nin yazarı Evliya Çelebi'nin ölümü
1683 II. Viyana kuşatması ve büyük bozgun
1683 Ebu Abdullah Muhammed b. Süleyman el-Fasi b. Tahir; el-Rıdvani'nin ölümü
1685 Uyvar'ın elden çıkışı
1685 Saraydaki altın ve gümüşten sikke basımı
1686 Budin'in düşüşü
1687 IV. Mehmed'in tahttan indirilmesi, II. Süleyman'ın cülusu
1687 Eğri Kalesi'nin düşüşü
1687 Bir akçe itibarı değerli "mankur" un piyasaya çıkarılması
1688 Belgrad'ın elden çıkışı
1690 Kanije Kalesi'nin düşüşü
1690 Belgrad'ın geri alınışı
1690 Fransızların Mısır'da ödediği gümrük resminin %3 olarak tesbiti
1691 Ebu Bekr Behram b. Abdullah el-Dımaski'nin ölümü
1691 II. Ahmed'in tahta çıkışı
1691 Salankamen bozgunu
1691 Enflasyonu körüklediği için mankur darbının yasaklanması
1695 II. Ahmed'in ölümü
1695 II. Mustafa'nın cülusu, Malikane sisteminin uygulanmaya başlanması
1697 Zenta bozgunu
1698 Şehremini Baruthanesi yangını
1698 Hafız Osman'ın İstanbul'da vefatı
1699 Karlofça Antlaşması'nın imzalanması
1700 Ruslar'la İstanbul Antlaşması'nın imzalanması
1702 İskender Çelebi Bahçesi'ndeki (bugünkü Ataköy) yeni baruthanenin faaliyete geçmesi
1702 Müneccimbaşı Ahmed Dede b. Lütfullah'ın ölümü
1702 İstanbul Çuka İmalathanesi'nin faaliyetinin durdurulması
1703 Edirne Vak'ası
1703 III. Ahmed'in tahta çıkışı
1703 "Tuğralı" altın paranın piyasaya çıkarılması
1708 İstanbul'da Selanikli ustaların çalıştığı Çuka İmalathanesi'nin kurulması
1709 Tersane içinde bir "lengerhane" yapımı
1711 Prut Zaferi ve Barışı
1711 Rıdvan b. Abdullah el-Razzaz el-Feleke'nin ölümü
1713 "Zincir" altının çıkarılması
1715 Venedik'e savaş açılması ve Mora Seferi
1716 Osmanlı-Avusturya Savaşı, Varadin bozgunu, Temaşvar'ın elden çıkışı
1716 "Fındık" altınının piyasaya çıkarılması
1718 Pasarofça Antlaşması
1718 Valilerin sefer masraflarını karşılamak üzere "imdadiyye-i seferiyye" toplamalarının kabulü
1718-1730 İlk bestekarlar antolojisi (Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunduğu Atrabu'l Asar'ı)
1720 İstanbul'da devlet tarafından bir ipekli imalathanesinin kurulması
1720 Batıya hediye gönderilen ilk mehter takımı (III. Ahmed tarafından Lehistan'a)
1720 III. Ahmed için tasvirleri Levni tarafından yapılan Surname-i Vehbi
1721 Çelebi Mehmed Efendi'nin sefaret vazifesiyle Fransa'ya gidişi
1723 İran seferinin üç cepheli olarak açılışı
1724-1725 Azerbaycan harekatı, Tebriz ve Cence'nin alınışı
1726 İbrahim Müteferikka tarafından ilk Türk matbaasının kuruluşu
1727-1839 Türk matbaasının kuruluşu ve yeni unsurlar devresi
1729 "Zer-i mahbub" adıyla yeni bir altının piyasaya sürülmesi
1729 Cevheri'nin Lügat-ı Sıhah'ının Vankulu tarafından yapılan tercümesinin matbaada basılan ilk kitap olması
1730 Yanyalı Mehmed Esad b. Ali b. Osman'ın ölümü
1730 Patrona Halil isyanı, III. Ahmed'in hal'i, I. Mahmud'un cülusu
1732 Osmanlı-İran barışı
1733 İran Savaşı'nın hızlanması, Nadir Şah'ın başarıları
1733 Kefe Mukataası'nın, İstanbul Mukataası Kalemi ile birleştirilmesi
1735 Bonneval Ahmed Paşa (Comte de Bonneval) nezaretinde Humbaracı Ocağı'nın kurulması
1736 Osmanlı-Avusturya-Rus Savaşları
1736 Abdullah b. Ebi Bekr b. Süleyman el-Maraşi'nin ölümü
1739 Belgrad Antlaşması
1739 Rus tüccarlarına Karadeniz hariç olmak üzere, Osmanlı suları ve topraklarında ticaret hakkı tanınması
1742 Ömer Şifai'nin ölümü
1743 Osmanlı-İran Savaşı'nın yeniden hızlanması
1745 Matbaanın kurucusu İbrahim Müteferrika'nın ölümü
1746 Osmanlı-İran barışı
1747 Humbaracıbaşı Bonneval Ahmed Paşa'nın ölümü
1748 Avlonya ve Eğriboz mukataalarının Bursa Mukataası Kalemi'ne katılması
1748-1755 İstanbul'da I. Mahmud ve III. Osman tarafından Nuruosmaniye Camii'nin inşa ettirilmesi
1751 Osmanlı musikisi üzerine Batıda yazılan ilk eser (Charles Fonton'un Essai'si)
1754 I. Mahmud'un ölümü, III. Osman'ın cülusu
1757 III. Osman'ın ölümü, III. Mustafa'nın cülusu
1757-1758 Haremeyn mukataalarının satış ve iltizam işlerinin defterdar tarafından yürütülmeye başlanması
1758 Mustafa Rakım'ın Ünye'de doğuşu
1760 (1173) Abbas Vesim Efendi b. Abdurrahman b. Abdullah'ın ölümü
1766 Haremeyn mukataalarının darphanece idare olunmaya başlanması
1768 Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması
1770 Rus filosunun İngilizler'in yardımıyla Akdeniz'e girmesi
1770-1776 Fransız Subayı Baron de Tatt'un İstanbul'da bulunması
1771 Kırım'ın işgali
1771 Kırım'ın işgali
1772 Tersane yakınlarında Topçu Mektebi'nin kurulması
1773 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un kuruluşu
1773-1774 Darphanenin Hazine-i Amire'nin yedeği vazifesini görmeye başlaması
1774 Avrupa tarzında teşkil edilmiş olan Sürat Topçuları Ocağı'nın kurulması; Bedreddin Hasan b. Burhaneddin İbrahim el-Ceberti'nin ölümü
1774 Sür'at Topçuları Ocağı'nın kurulması
21 Temmuz 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve Ruslar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı tanınması
29 Nisan 1775 Tersane ambarlarında bir odada "Hendese Odası" nın kurulması
1776 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un açılışı; Boğdan Prensi Alexandır İspilanti Bey'in Bükreş ve Yaş'ta Rum Ortodoks cemaatinde, yeni tarz eğitimin ilk adımları atması; Hendese odasına nizam verilmesi
10 Mart 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi
1780 Mehmed Esad Yesari'nin ta'lik hattında Osmanlı üslubunu buluşu
1781 Hendese odasının Mühandishane olarak isimlendirilmesi
1783 Rusya'nın Kırım'ı ilhakı
1784 Avusturyalılar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı verilmesi
1784 Fransız Lafitte-Clave ve Monnier'in Tersane'deki mühendishanede istihkam dersleri vermeleri
8 Ocak 1784 Osmanlı Devleti'nin Rusya'nın Kırım'ı ilhakını bir "sened" ile resmen tanıması
1787-1788 İstanbul'da bulunan Fransız uzmanların ve subayların tamamen ülkelerine dönmeleri
17 Ağustos 1787 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ilanı
9 Şubat 1788 Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Avusturya'nın da savaşa girmesi
1789 Kıymetli maden işlenmesinin yasaklanması ve neticesiz dış istikraz teşebbüsü
Ocak 1789 Özi Kalesi'nin Ruslar tarafından zaptı
7 Mayıs 1789 I. Abdülhamid'in ölümü ve III. Selim'in tahta çıkması
11 Temmuz 1789 Osmanlı-İsveç ittifakı
1790 İlk resmi Ermeni mektebinin Kumkapı'da açılması; Gelenbevi, İsmail b. Mustafa b. Mahmud'un ölümü
31 Ocak 1790 Osmanlı-Prusya ittifakı
27 Temmuz 1790 Avusturya'nın Prusya tarafından barışa zorlanması. Reichenbach Konvansiyonu
18 Eylül 1790 Yergöğü Mütarekesi
Ekim - Kasım 1790 Kili ve İsmail Kaleleri'nin Rusya tarafından zaptı
1791-1799 Mevlevi ayininde piyano (!) (Galata Mevlevihanesi, Şeyh Galib/III. Selim zamanı)
4 Ağustos 1791 Avusturya ve Osmanlı Devleti arasındaki son savaşın bitirilmesi. Ziştovi Antlaşması
11 Ağustos 1791 Rus Savaşı'nın sonu. Kalas Mütarekesi
1792 Nizam-ı Cedid hareketinin başlaması
1792 III. Selim devrinde 100'lük guruş basılması
10 Ocak 1792 Kırım'ın Rusya'ya bırakılması
10 Ocak 1792 Yaş Antlaşması
1793 Daimi elçiliklerin ıslahı ve Londra, Paris ve Viyana'da daimi elçilik ihdası
1793 Nizam-ı Cedid Ordusu'nun Kuruluşu
1793 Hasköy'de Humbaracı ve Lağımcı Ocağı kışlasında Mühendishane-i Cedide'nin açılması; Fazıl Hüseyin'in III. Selim'in sarayında hazırladığı Huban-name ve Zenannamesi'nin resimli bir nüshası
1793 Zahire Nezareti'nin kurulması
1793-1794 Baruthane-i Amire'de İngiliz perdahı barut imaline başlanması
1794 Halkalı'da yapılan Azadlu Baruthanesi'nin faaliyete geçmesi
1795 Lehistan'ın Avrupa haritasından silinmesi
1795 Mühendishane-i Berr-i Hümayun'un açılışı; Kara Mühendishanesi binasının inşası; Osmanlı sarayında ilk yabancı bando (Napolyon'un III. Selim'e gönderdiği)
1795 Zahire Hazinesi'nin kurulması
1797 Mühendishane'de açılan Matbaanın faaliyete geçmesi
1797 Paris, Viyana ve Berlin'de daimi elçilikler ihdası
1797 Pazvandoğlu isyanı
1797 Rumeli'de dağlı eşkiya hareketleri ve isyanları
17 Eylül 1797 Venedik Devleti'nin ortadan kaldırılması
1798 Mehmed Es'ad Yesari'nin İstanbul'da vefatı
3 Ocak 1798 Fransa'ya karşı Osmanlı-Rus ittifakı
1 Temmuz 1798 Fransa'nın Mısır'a saldırması
3 Eylül 1798 Fransa'ya savaş ilanı
1799 Neticesiz dış istikraz teşebbüsü
5 Ocak 1799 Fransa'ya karşı İngiltere ile ittifak
Şubat 1799 Napolyon'un El-Ariş ve Gazze'yi ele geçirmesi
Mayıs 1799 Napolyon'un Akka'da Cezzar Ahmed Paşa tarafından mağlup edilmesi
Ağustos 1799 Napolyon'un Fransa'ya dönmesi, Mısır'ın işgalinin devamı
1800 Takvimlerin Jacques Cassini Zicine göre hazırlanmaya başlaması
Mart 1800 Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin Yedi Ada Cumhuriyeti'ni kurmaları
1801 Kara Mühendishanesi hocalığına Hüseyin Rıfkı Tamani'nin getirilmesi; Gevrekzade Hafız Hasan Efendi'nin ölümü
Ağustos 1801 Mısır'ın tahliyesine dair mütareke
1802 Fransız ve İngiliz gemilerinin kendi bayrakları altında Karadeniz'e çıkmalarına müsaade edilmesi
1802 Avrupa ile ticaret yapan Osmanlı gayri müslim tüccarına Avrupa devletleri tüccarı statüsünün tanınmasıyla "Avrupa tüccarı" denilen sınıfın ortaya çıkması
25 Haziran 1802 Paris Antlaşması. Fransa ile barış
1803 "Ayvalık İkonomos Akademisi'nin kurulması; "Kuruçeşme Rum Mektebi (Helleno Philosophical School)"nin kurulması
Şubat 1804 Sırp isyanlarının başlaması
1805 Avrupa tarzında ilk hastane'nin Kasımpaşa'daki Tersane-I Amire'de açılması
1805 Osmanlı Devleti'nin Napolyon'un "İmparator" unvanını tanıması
1805 Tersane Hazinesi'nin kurulması
1805 Beykoz Çuka ve Kağıt Fabrikası'nın faaliyete geçmesi
Temmuz 1805 Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'a vali olarak tayini
1806 Nizam-ı Cedid'in başarısızlığı ve gerilemesi. İkinci Edirne Vak'ası
1806 Osmanlı-Rus Savaşı
1806 III. Selim'in Mühendishan-i Berri-i Hümayun kanunnamesi
Ocak 1806 Tersane Tıbbiyesi'nin kurulması
Ekim 1806 Memleketeyn 'in Rusya tarafından işgal edilmesi
1807 Vehhabi isyanının had safhaya varması. Haccın engellenmesi
20 Şubat 1807 İngiltere'nin Rusya'nın yanında Osmanlı savaşına iştiraki ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi
Mart - Eylül 1807 İngiliz filosunun İskenderiye'ye saldırması ve Mehmed Ali tarafından mağlup edilmesi
25 Mayıs 1807 Nizam-ı Cedid'e karşı ayaklanma
29 Mayıs 1807 III. Selim'in tahttan indirilmesi ve Nizam-ı Cedid'in ilgası
29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808 IV. Mustafa devri. Siyasi istikrarsızlıklar ve darbeler
1808 Mustafa Rakım'ın celi sülüs ve tuğra'ya yeni üslubunu getirişi
28 Temmuz 1808 Alemdar Mustafa Paşa'nın müdahalesi, IV. Mustafa'nın tahttan indirilmesi, III. Selim'in katli, II. Mahmud'un tahta çıkması
28 Temmuz 1808 - 16 Kasım 1808 Alemdar'ın kısa süren sadareti
29 Eylül 1808 Sened-i İttifak : Devletin ayanlarla uzlaşması
15-16 Kasım 1808 Yeniçeri Ayaklanması : Alemdarın Sonu
5 Ocak 1809 İngiltere ile süren savaşın sonu : Kal'a-i Sultaniyye Antlaşması
1810 II. Mahmud devrinde beşlik "cihadiyye"lerin basılması
1810 İzmir Jimnasium'unun kurulması; Yesarizade Mustafa İzzet'in ta'lik'e son şeklini verişi
1812 Vehhabi ayaklanmasının Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılması
1812 Fransız postalarının ilk kuruluşu
28 Mayıs 1812 Rus Savaşı'nın sonu : Bükreş Antlaşması, Sırbistan'a özerklik verilmesi
1816 Miloş Obronoviç'in "başknez" olarak tanınması ve Sırbistan'ın özerliğinin temini
1817 Hüseyin Rıfkı Tamani'nin ölümü
Şubat - Mart 1821 Eflak ve Mora'da Rum isyanlarının başlaması
1823 Avrupa ile ticaretin Türk gemileriyle yapılmasına teşebbüs edilmesi
1824 Rum ayaklanmasını bastırmak üzere Mısır kuvvetlerinin çağrılması
1824 Fatih Külliyesi'ndeki Darü'ş-Şifa'nın yıkılması; Sultan II. Mahmud'un Talim-i sıbyan adı ile ferman yayınlaması; St. Pierre mektebinin kurulması
1826 İhtisab müessesesinin düzenlenmesi
1826 Şinasi'nin doğumu; Mustafa Rakım'ın İstanbul'da vefatı; Ermeni ustalara Nakkaşlık hakkının verilmesi
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

14 Haziran 1826 Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulması
7 Ekim 1826 Rusya ile Akkerman Antlaşması'nın akdi
1827 Osmanlılar'ın İngiliz yapısı ilk buharlı gemiye sahip olmaları
1827 Tıphane-i Amire'nin kurulması; İlk "Marş-ı Sultani" bestesi (G. Donizetti, II. Mahmud'a)
1827 Mukataa Hazinesi'nin Hazine-i Amire'den ayrılması
4 Nisan 1827 İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan'ın bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü
Temmuz 1827 Mısır kuvvetlerinin Rum isyanını bastırmaları, Atina'nın teslimi
20 Kasım 1827 Navarin saldırısı : Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması
26 Nisan 1828 Rusya'nın savaş ilan etmesi
1829 Ziya Paşa'nın doğumu; Mahmud Celaleddin'in İstanbul'da vefatı; Şevki Efendi'nin İstanbul'da doğuşu
1829 Deli Teşkilatının kaldırılması
14 Eylül 1829 Edirne Barışı : Yunanistan'ın bağımsızlığı
1830 Mühendishane-i Bahri'nin Heybeliada'daki kışlaya taşınması; İshak Efendi'nin Mühendishane başhocalığına getirilmesi; Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması
1830 Tiftik keçisinin Güney Afrika'da yetiştirilmeye başlanması
1830 Katolik ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması
1830-1831 Nüfus sayımları
5 Temmuz 1830 Fransızlar'ın Cezayir'e saldırmaları ve ele geçirmeleri
1831 İlk saray konservatuarı (Mızıka-i Hümayun ve Saray Harem Orkestrası)
1831 Timarların kaldırılması (müessese sembolik olarak daha uzun süre devam etti)
1831-1834 İshak Efendi'nin dört ciltilik Mecmua-i Ulum-ı Riyaziye adlı eserinin basılması
1 Kasım 1831 İlk gazete Takvim-i Vekayi'nin neşri
1832 Tıphane-i Amire'nin Şehzadebaşı'ndan Cerrahhane'nin bulunduğu binaya nakledilmesi
1832 Memuriyette, ilmiyye ve mülkiyyede rütbelerin yatayına eşitlenip derece ve elkabın (titulature) tesbiti
1832 Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanı
1832 İstanbul-İzmit "posta yolu" nun yapımı
1832 İngiliz postalarının kuruluşu
29 Ocak 1832 Topkapı Sarayı'na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire'nin açılması
12 Aralık 1832 Mısır kuvvetlerinin Konya'da Osmanlı ordusunu yenmeleri
1833 Feshanenin kuruluşu
2 Şubat 1833 Mısır kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar ilerlemeleri
5 Nisan 1833 Rus kuvvetlerinin yardım amacı ile Beykoz'a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul'a gelmesi
Mayıs 1833 Mehmed Ali'nin uzlaşmaya zorlanması : Kütahya Sözleşmesi
8 Temmuz 1833 Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı : Hünkar İskelesi Antlaşması, Boğazlar'ın diğer devletlere kapatılması
18 Eylül 1833 Münchengraetz Antlaşması
1834 Maçka Kışlası'nda, Mekteb-i Harbiye'nin kurulması
1834 Mukataat Hazinesi'nin isminin "Mansure Hazinesi" olarak değiştirilmesi
1835 Hazine-i Amire ile darphanenin birleştirilmesi
1835-1845 İlk halk konserleri [Tanburi Aleksan Efendi (1815-1864) İstanbul Süleymanpaşa Hanı'ndaki kahvede]
1836 Başhoca İshak Efendi'nin ölümü
1836 İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması
11 Mart 1836 Umur-ı Hariciye Nezareti'nin kurulması (hatt-ı hümayun tarihi 23 Zilkaade 1251)
1836 Başhoca İshak Efendi'nin ölümü
1836 İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması
11 Mart 1836 Umur-ı Hariciye Nezareti'nin kurulması (hatt-ı hümayun tarihi 23 Zilkaade 1251)
26 Kasım 1837 Osmanlı yapımı "Eser-i Hayr" adlı buharlı geminin denize indirilmesi
1838 Mekteb-i Adli'nin açılması; Üsküdar'da Cemaran adlı Ermeni yatılı yüksek okulunun kurulması; Müderrishane-i Bahri'nin Tersane'deki yeni binasına nakledilmesi; Sultan II. Mahmud'un ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse girişmesi; Sami Efendi'nin İstanbul'da doğuşu
1838 Maliye Nezareti'nin kurulması ve Hazine-i Amire'nin darphaneden ayrılıp Mansure Hazinesi'yle birleştirilmesi
1838 Defterdarlığın Maliye Nazırlığı'na çevrilmesi
24 Mart 1838 Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyyenin kurulması
16 Ağustos 1838 İngiliz tüccarına geniş imkanlar tanıyan Balta Limanı Ticaret Muahedesi'nin imzalanması. Bu muahede ile gümrük resmi oranının ihracatta %12, ithalatta %5 olarak tesbiti
1839 "Kaime-i mutebere-i nakdiyye"nin çıkarılması
1839 Ali Süavi'nin doğumu; Mekatib-i Rüşdiye Nezareti'nin kurulması; Mekteb-i Tıbbiye'nin Galatasaray'daki yeni binasına taşınması ve mektebin adının Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmesi; Mekteb-i Ulum-ı Edebiye'nin açılması; Notre Dame de Sion Kız Lisesi'nin kurulması
1839-1844 Dr. Bernard'ın Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı dönemi
1839-1845 Mekteb-i Fenn-i Nücum'un faaliyet dönemi
24 Haziran 1839 Mehmed Ali ile savaşın tekrar başlaması, Osmanlı kuvvetlerinin Nizip mağlubiyeti
1 Temmuz 1839 II. Mahmud'un vefatı üzerine Abdülmecid'in tahta çıkması, Osmanlı donanmasının Mehmed Ali'ye teslimi
3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanı
3 Mayıs 1840 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun Fransa'dan mülhem bir biçimde düzenlenmesi ve kabulü (14 Temmuz 1851'de bu kanun, kanun-u cedid olarak tadilatla yeniden yürülüğe girer)
1840 Gayri müslim tebaadan Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması
1840 Tanzimat'ın tatbik edildiği yerlerde temettü vergisi konulma kararı
1840 Bütün hazinelerin Maliye Hazinesi'ne katılması
1840 Posta Nezareti'nin kurulması
21 Aralık 1840 Namık Kemal'in doğumu
1841 Lübnan olayları
1841-1906 Ahmed Ali Paşa'nın doğumu. (ressam)
24 Mayıs 1841 İngiltere'nin yardımıyla Mısır meslesinin halli, Mısır'ın veraset usulü ile Mehmed Ali Paşa'ya bırakılması
13 Temmuz 1841 Londra Boğazlar Mukavelenamesi
1842 Askeri Baytar Mektebi'nin açılması
1842-1910 Osman Hamdi (ressam, eğitimci, müzeci, arkeolog)
1843 Hereke Fabrikası'nın kurulması
1843 Zeytinburnu Demir Fabrikası inşaatına başlanması
1843 Muhdes kara gümrüklerinin kaldırılması
1843 Feshane'ye çuka dokuma tezgahlarının ilavesi
1 Şubat 1844 Tashih-i sikke
1844 Feshane'de buhar makinelerinin kullanılmaya başlanması
1845 İzmir'de su kuvvetiyle çalışan kağıt fabrikasının kurulması
1845 Bahriye Mektebi'nin Heybeliada'daki binasına taşınması; Kadı yetiştirmek için Süleymaniye'de "Muallimhane-i Nüvvab" medresesinin kurulması; Rüşdiyelerin Darü'l-fünun'a öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesi
Ocak 1845 Sultan Abdülmecid'in Meclis-i Vala'yı ziyareti
13 Mart 1845 Meclis-i Muvakkat'ın (Geçici Maarif Meclisi) çalışmalarına başlaması
10 Nisan 1845 Polis (zabıta) teşkilatının kuruluşu (12 Rebiülevvel 1261 tarihli nizamname)
1846 Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulması; Mekatib-i Umumiye Nezareti'nin kurulması; Başhoca Seyyid Ali Paşa'nın ölümü
1846 Rus Ticaret Muahedesi
16 Şubat 1846 Zabtiye müşiriyetinin kurulması
Darü'l-Fünun kurmada ilk teşebbüs
1847 Timarlı Sipahi Teşkilatı'nın ilgası
1847 Telgrafın Beylerbeyi Sarayı'nda denenmesi
1847 Dersaadet Bankası'nın kuruluşu
1847 İstanbul'da ilk piyano resitali (Liszt Abdülmecid'e Donizetti'nin Mecidiye Marşı'nı çalıyor); Yeşilköy'de bulunan Ayamama Çiftliğinin ziraat talimhanesi şekline getirilerek ilk pamuk ziaati uygulama eğitiminin burada verilmeye başlanması
1 Mart 1847 Recaizade Ekrem'in doğumu
1848 Avrupa'da liberal ihtilaller : Polonya ve Macaristan'da milliyetçi ayaklanmalar
1848 Protestan Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması
1848 İstanbul'da ilk Sanayi Mektebi'nin kurulmasına teşebbüs edilmesi
16 Mart 1848 İstanbul'da Darü'l-Muallimin açılması
18 Kasım 1848 Osmanlı yapımı ilk demir vapurun denize indirilmesi
1849 Veteriner öğretim faaliyetlerine başlanması; Yesarizade Mustafa İzzet'in İstanbul'da vefatı
1850 1847'den geçerli sayılmak üzere gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında ithalatta %20, ihracatta %16 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı
1850 Ticaret Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü
1850 İlk faizsiz kaimenin çıkarılması
1850 Muallim Naci'nin doğumu
12 Mart 1850 Darü'l-Maarif'in öğrenime başlaması
1851 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü
1851 Londra Sergisi
1851 Akademik karakterde ilk ilmi dernek olan Encümen-i Daniş'in açılması
18 Temmuz 1851 Encümen-i Daniş'in kurulması
1852 Abdülhak Hamid'in doğumu; İstanbul Şark Cemiyetinin (Societe Orientale de Constantinople) kurulması
1853 "Mukaddes yerler" meselesi, Rusya'nın tazyikleri ve Kırım Savaşı'nın patlaması
1853 İstanbul'da I. Abdülmecid tarafından Dolmabahçe Sarayı'nın inşa ettirilmesi
1854 İlk dış istikraz : Borçlanma devrinin ve alışkanlığının başlaması
1854 Meclis-i Vala'nın "Meclis-i Ali-yi Tanzimat" ve "Meclis-i Ahkam-ı Adliye'ye" ayrılması
1854 İhtisab teşkilatının lağvı
12 Mart 1854 Rusya'ya karşı İngiltere ve Fransa ile ittifak
1855 Piyanonun yüksek sosyeteye geçişi [Leyla (Saz) Hanım'ın babası Hekimbaşı İsmail Paşa'nın köşküne İtalya'dan getirtilen]
1855 Gayri müslimlerden alınan "cizye"nin kaldırılması
1855 Paris Sergisi
16 Ağustos 1855 İstanbul'da Şehremanetinin kurulması (modern belediye idarelerinin başlangıcı)
9 Eylül 1855 Osmanlı İmparatorluğu'nda telgrafın hizmete girmesi
14 Kasım 1855 Et ve Ekmek dışında hemen bütün maddelerden narhın kaldırılması
1856 Rusya'nın Asya'da Türk illeri istikametinde fetihlere başlamasının şartlarının oluşması
1856 Bank-ı Osmani'nin kurulması
1856 Arap alfabesinin Mors alfabesine uyarlanmasıyla telgrafların Türkçe olarak çekilmeye başlanması
1856 Islahat Fermanı
1856-1860 Köstence-Çernevo'da demiryolu hattının yapımı
1856-1866 İzmir-Aydın demiryolu hattının yapımı
15 Şubat 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti'nin (Societe Medicale de Constantinople) kurulması
18 Şubat 1856 Islahat Fermanı'nın ilanı
30 Mart 1856 Paris Barış Antlaşması
30 Mart 1856 Rusya'nın bozguna uğraması
30 Mart 1856 Karadeniz'in tarafsız ve silahsız bir hale getirilmesi
22 Mayıs 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti'ne Şahane ünvanının verilmesi ve cemiyetin adının, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane olarak değişmesi
1857 Orman Mektebi açılması hususunda ilk teşebbüs
1857 Cidde olayları ve İngiliz kuvvetlerinin, müslim-gayri müslim çatışmalarına müdahalesi
1857 Gümrük resminin, eşyanın vardığı değil çıktığı yerde alınması usulünü getiren Mahrec Nizamnamesi'nin yayımlanması
1857-1862 Beyrut - Şam şosesinin yapımı
17 Mart 1857 Maarif-i Umumiyye Nezareti'nin kurulması
6 Kasım 1857 Paris'te Mekteb-i Osmani adında bir Osmanlı mektebinin açılması
1858 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü
1858 Kız rüşdiye mekteplerinin açılması
1858 Kaimelerin iptali için dış istikraz yapılması
1858-1859 Emlak, arazi ve temettü vergilerinin ayrılması
6 Haziran 1858 Arazi Kanunnamesi'nin kabulü
8 Haziran 1858 Beyoğlu ve Galata'da kurulacak Altıncı Daire-i Belediyye'nin nizamname-yi umumisi (ilk örnek belediye)
1859 Kaimelerin piyasadan toplanabilmesi için "iane-i umumiyye" toplanması
1859 Fransızca'dan yapılan ilk şiir tercümesi risalesi, Şinasi'nin Tercüme-i Manzume'sinin neşri
12 Şubat 1859 Mekteb-i Mülkiyye'nin kuruluşu
1860 Ticaret mahkemelerinin kuruluşu
1860 İlk basılı yerli tiyatro, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nin tefrika edilmesi
1860-1861 Lübnan ve Suriye Olayları
1860-1861 Lübnan'ın imtiyazlı bir eyalet haline getirilmesi
22 Ekim 1860 Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayına başlaması
1861 Abdülmecid'in vefatı ve Abdülaziz'in tahta çıkması
1861 Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye'nin kuruluşu
1861 Usul-i Muhakemat-ı Ticaret Nizamnamesi'nin kabulü
1861-1866 Rusçuk - Varna demiryolu hattının yapımı
9 Haziran 1861 Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı'nın hususi statüsünün tesbiti ve Cebel-i Lübnan nizamnamesi
9 Haziran 1861 David Paşa'nın Lübnan'a vali olarak atanması
29 Nisan 1861 Fransız ve İngilizler'le Kanlıca Ticaret muahedelerinin yapılması. Bu muahede dış ticarette gümrük resmi oranının %8'e yükseltilmesi ve esnaflıkta inhisar sisteminin kaldırılması
1862 Tuna vilayetinin kuruluşu ve Mithad Paşa'nın vali olarak tayini
1862 Gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resmi alınmaya başlanması
1862 Kaimelerin piyasadan tamamıyla toplanması
1862 Altının değerinin 100 kuruş olarak tesbiti
1862 Roman türünde Batıdan yapılan ilk tercüme, Fenelon'dan Tercüme-I Telemak'ın Yusuf Kamil Paşa tarafından yayınlanması; Cemiyet-I Tıbbiye-i Osmaniye'nin kurulması
1862 Mahrec-i Aklam'ın kurulması
20 Temmuz 1862 Mekteb-i Maarif-i Adliye'nin, "Mekteb-i Aklam" adı altında yeni bir şekle sokulması
8 Ekim 1862 Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun teşkil edilmesi
1863 Abdülaziz'in Mısır'a seyahati
1863 Mithad Paşa tarafından Niş'te ilk Islahhane'nin (sonraki yıllarda Sanayi Mektebi) kuruluşu
1863 İstanbul Eczacılık Cemiyeti'nin (Societe de Constantinople) kurulması; Protestan Robert Koleji'nin açılması
1863 Menafi Sandığı'nın kurulması
1863 Mektuplara pul yapıştırılmaya başlanması
1863 Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi'nin kabulü
13 Ocak 1863 Darü'l-Fünun'da, halka açık serbest konferans şeklinde derslere başlanması
18 Şubat 1863 Sultanahmet Sergisi'nin (Sergi-i Umumi) açılışı
1864 Mekatib-i Sıbyan-ı Müslime Komisyonu'nun kurulması; Mekteb-i Harbiye dahilinde Erkan-ı Harp sınıfının açılması; Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin (Darü'ş-Şafaka) kurulması; Saint Joseph okulunun kurulması; İlk basılmış nazariyat kitabı (Haşim Bey'in Mecmu'atü'l-Makamat'ı)
1864 İyonya adalarının (Yedi Ada Cumhuriyeti'ni oluşturan adalar) İngiltere tarafından Yunanistan'a verilmesi
1864 Karadan Hindistan'ı Avrupa'ya bağlayan telgraf hattının tamamlanması
1864 Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun kuruluşu
1864 Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu
1864-1876 Paris'e talebe gönderilmesi
8 Ekim 1864 Vilayet Nizamnamesi'nin kabulü
1865 Müstakil Romen kilisesinin kurulması
1865 İstanbul Birinci Şehir Postası'nın kuruluşu
1865 Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Maliye Nezareti'ne tahsis edilmesi; Mekteb-i Tıbbiye'nin nazırlığına Cemaleddin Efendi'nin getirilmesi
Eylül 1865 Mekteb-i Osmani'nin lağvedilmesi
1866 Girit isyanları , Yunanistan ile birleşme faaliyetleri
1866 Tezkire türünün son örneği olan Hatimetü'l-Eş'ar'ı yazan Fatih'in ölümü; Halid Ziya'nın doğumu
1866 Mısır veraset usulünün değiştirilmesi
1866 Ahmed Süreyya Emin Bey'in modelini hazırladığı seri ateşli topla Osmanlılar'ın topçulukta hamle yapması
1866 Simkeşler Şirketi'nin kuruluşu
1866 Dahilde sarfedilecek malların rayiç fiyatından %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı
1866-1867 Avusturya'nın Prusya karşısında mağlup olması ve Macaristan ile eşit bir birlik kurması : Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
1867 Sırbistan'daki son Osmanlı askeri temsiliyetinin ortadan kaldırılması, Sırp kalelerinin tahliyesi
1867 Rüşdiyelere gayri müslim talebe alınmaya başlanması; Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin kurulması
1867 Mısır Valisi İsmail Paşa'nın "hıdiv" olması
1867 Genç Osmanlılar'ın Avrupa'ya kaçmaya başlamaları
1867 Yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi
1867 Bahriye Nezareti'nin Kuruluşu
1867 Saraçlar Şirketi'nin kuruluşu
1867 Menafi Sandığı'nın bütün vilayet ve sancak merkezlerine yayılması
1867-1876 İzmir Rıhtımı'nın inşası
22 Şubat 1867 Eğitim sahasında Fransız notasının verilmesi
8 Haziran 1867 Mısır'a hıdivlik statüsünün verilmesi
21 Haziran 1867 Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahati
1868 Ali Paşa'nın Girit isyanlarını teskin etmesi ve Girit'e özerk bir statü verilmesi
1868 Galatasaray Sultanisi'nin açılması
1868 İstanbul Emniyet Sandığı'nın kurulması
1868 Demirciler ve Dökümcüler şirketlerinin kuruluşu
1868 Yunan postasının kapatılması
1868 Feshane'nin modern bir dokuma fabrikası haline getirilmesi
1868 Darü'l-Muallimin-i Sıbyan'nın açılması; Mekteb-i Hiref ve Sanayi'nin kurulması; Sanayi Mektebi'nin kurulması
1 Mart 1868 Adliye Nezareti'nin kurulması
1 Nisan 1868 Şura-yı Devlet'in teşekkülü ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye'nin ayrı bir temyiz organı olarak ayrılması
1 Eylül 1868 Mekteb-i Sultani'nin açılması
1869 Süveyş Kanalı'nın açılması
1869 Osmanlı Ordusu'nun Nizamiye, Redif ve Mustahfız diye üç bölüme ayrılması
1869 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin ilk kitabının kabulü
1869 Mekteb-i Harbiye dahilinde bir Baytar sınıfının açılması
8 Nisan 1869 İkinci Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kurulması
26 Ağustos 1869 Turuk Nizamnamesi'nin kabulü
2 Eylül 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ile ilk ve orta tedrisatın düzenlenmesi
Ekim 1869 Darü'l-Fünun-ı Osmani'de talebe kaydına başlanması
1870 Müstakil Bulgar kilisesinin kurulması ve Bulgarlar'ın Rum Patrikhanesi'nin nüfuzundan çıkmaları
1870 Fransa'nın, Almanya ve Prusya Savaşı'nda ağır mağlubiyet alması
1870 Cenab Şehabeddin'in doğumu; Batılı tarzda ilk roman hikaye türünde, Ahmed Midhat'ın Su-i Zan-Esaret adlı kitabının neşri; Mühendishane'nin Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkam sınıflarında eğitim faaliyetlerine devam etmesi; Sıbyan mekteblerinin ıslahı ve iptidai adı altında yeni mekteplerin açılması; Darü'l-Fünun'ı Osmani'yi teşkil eden şubeler arasında "İlm-i hukuk" şubesinin de yer alması; Tıp eğitiminin Türkçe yapılmaya başlanması
1870 Karadeniz'in tekrar silahlandırılması ve Rusya'nın Paris Antlaşması'nın hükümlerini tanımaması
1870 Darülfünunun açılması teşebbüsü
1870-1927 Kemaledin Bey (mimar)
20 Şubat 1870 Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin büyük bir merasimle açılması
26 Nisan 1870 Darü'l-Muallimat'ın açılması
2 Temmuz 1870 Kavanin ve Nizamat Dershanesi'nin açılması
Ekim 1870 Darü'l-Fünun müdürü Tahsin Efendi'nin umuma açık konferanslar (ders-I'am) tertip etmesi
1871 Sadrazam Ali Paşa'nın vefatı
1871 Saint-Esprit okulunun kurulması
1871 Abdülaziz'in şahsi idaresinin artması, Mahmud Nedim Paşa sadareti
1871 Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi'nin yayımlanması
1871 Posta ve Telgraf nezaretlerinin birleştirilmesi ve İkinci Posta Nizamnamesi'nin neşri
22 Ocak 1871 İdare-yi Umumiyye-i Vilayat Nizamnamesi
13 Eylül 1871 Şinasi'nin ölümü
1872 Emniyet Sandığı'nın şubelerinin açılması
1872 Darü'l-Maarif idadisinin kurulması; Maadin Mektebinin kurulması
1873 Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iyye'nin kuruluşu
1873 Mehmed Akif'in doğumu; Türkçe ilk modern tıp lugatı olan Lügat-ı Tıbbiye'nin neşredilmesi; Sava Paşa'nın yeni bir Darü'l-Fünun kurmakla görevlendirilmesi; Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kapanması
Haziran 1873 Mekteb-i Sultani'nin, Gülhane Bahçesi'ndeki Saray'a bitişik binalara nakledilmesi
1874 Rusya'nın kışkırtmaları ve Panislavist faaliyetlerin artması
1874 Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendis Mektebi ve Edebiyat Mektebi'nden oluşan Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin açılması; İstanbul Darü'l-Muallimi'nin açılması; İlk basılmış nota (Notacı Emin Efendi, 1845-1907)
1874 Kara gümrüklerinin lağvı
1874 Islah-ı Sanayi Komisyonu faaliyetinin durdurulması
1874-1875 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin eğitime başlaması; Osmanlı İmparatorluğu'nda sivil mühendislik eğitiminin başlaması
1875 Bosna-Hersek isyanları
1875 Askeri rüşdiye mekteplerinin açılması; Mora Yenişehir İdadisi'nin açılması
1876 Bulgar isyanları
1876 Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı
1876 Abdülaziz'in tahttan indirilmesi, V. Murad'ın tahta çıkması, hal'i ve Abdülhamid'in cülusu
1876 Meşrutiyet'in ilanı
1876 İstanbul'da Balkan krizini görüşmek üzere internasyonal bir konferansın toplanması : Tersane Konferansı
1876 İstikrazların mürettebat ödemelerinin durdurulması
1876 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin son kitabının kabulü
1876 Edebi roman hüviyetinde ilk eser olan, Namık Kemal'in İntibahı'nın neşri; İzmir ve Manastır'da yaıtılı idadiler açılması
23 Mart 1876 Ziya Gökalp'in doğumu
23 Aralık 1876 I. Meşrutiyet'in (Kanun-ı Esasi) ilanı
1877 Rusya'nın tecavüzü ve Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması: Balkanlar'ın ve Doğu Anadolu'nun Rus işgaline uğraması
1877 Mahrec-i Aklam'ın Mekteb-i Mülkiye'nin idadi sınıflarıyla birleştirilmek suretiyle kaldırılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin tekrar Gülhane'ye nakledilmesi; Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi'nin kurulması
1877-1878 Darü'l-Fünun ve Mekteb-i Sultani'nin bir yıl eğitime ara vermesi
19 Mart 1877 İlk Meclis-i Meb'usan'ın içtimaı (o yılın 28 Haziran'ına kadar çalışır)
25 Eylül 1877 Dersaadet Belediye Kanunu (Meclis-i Mebusan'da müzakere edilerek kabul edilir)
5 Ekim 1877 Vilayet Belediye Kanunu'nun kabulü
13 Aralık 1877 Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili
1878 Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanması
1878 Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın müstakil birer devlet olmaları
1878 Bulgaristan Prensliği'nin ortaya çıkması
1878 Ermeni meselesinin zuhuru
1878 Ali Suavi'nin öldürülmesi
1878 Kıbrıs'ın İngiltere tarafından ele geçirilmesi
1878 Bosna ve Hersek'in Avusturya-Macaristan'ın işgal ve idaresine terki
1878 Makedonya meselesinin ortaya çıkması
13 Şubat 1878 Meclisin kapatılması
Ekim 1878 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin tekrar eğitime başlaması
1879 II. Abdülhamid devrinde basılan kaimelerin toplatılıp imha edilmesi
1879 Mehakim-ı Nizamiye Teşkilatı Kanunu'nun kabulü
1879 Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi'nin kurulması; Maarif merkez teşkilatının yeniden düzenlenmesi
1879 Usul-ı Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu'nun kabulü
1880 Vergi reformu
1880 Yafa-Kudüs demiryolu hattının tamamlanması
1880 İlk köy romanı, Ahmed Midhat'ın Bahtiyarlık'ının neşri; Darü'l-Fünun-ı Sultani Turuk u Maabir Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi
1880 Usul-ı Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu'nun kabulü
13 Mart 1880 İstanbul'da bir kız idadisinin açılması
17 Mayıs 1880 Ziya Paşa'nın ölümü
Ekim 1880 Darü'l-Fünun-ı Sultani Hukuk Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi
20 Aralık 1880 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin ilk mezunlarını vermesi; Journal de la Societe de Pharmacie de Contantinople'un yayınlanması; Cemiyet-I İlmiye'nin kurulması
1881 Mustafa Kemal'in Doğumu (ATATÜRK)
1881 Mısır'ın İngilizler tarafından işgali
1881 Düyun-ı Umumiyye idaresinin kurulması
1881 Mühendishane'de mümtaz sınıf adı altında yeni bir sınıf teşkil edilmesi; Darü'l-Fünun-ı Sultanı Turuk u Maabir Mektebi'nin faaliyetlerinin son bulması; Orman ve Maadin Mektepleri'nin birleştirilmesi
1882 Tunus'un Fransızlar tarafından işgali
1882 Muharrem Kararnamesi'nin neşri
2 Ocak 1882 Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulması ve Osman Hamdi Bey'in müdür olması
1883 Osmanlı ordusunun Prusya askeri heyeti tarafından ıslahına başlanması
20 Haziran 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi kurulması
1 Kasım 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Mühendishane-I Berri-I Hümayun'un bir odasında eğitimine başlaması
2 Aralık 1884 Yahya Kemal'in doğumu
1885 Doğu Rumeli'nin Bulgaristan tarafından ilhakı
1885 Abdülhak Hamid'in Makber'inin neşri
18 Eylül 1885 Doğu Rumeli eyaleti valiliğinin Bulgaristan prensine verilerek bu bölgedeki kontrolün zayıflaması
1886 Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması
1886 Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması
1886 Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması
1886 Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması
1886-1887 Darü'l-muallimin'in yatılı hale getirilmesi
1887 Yedikule Havagazı Fabrikası'nın kurulması
1887 Ahmed Haşim'in doğumu; Şevki Efendi'nin İstanbul'da vefatı
5 Şubat 1887 Beşir Fuad'ın intiharı
1888 Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi
1888 Beyrut'ta Saint Joseph Katolik Tıp Mektebi'nin açılması; Baytar sınıfının tekrar Harbiye Mektebi bünyesine alınması
2 Aralık 1888 Namık Kemal'in ölümü
1889 İttihad-ı Osmanı Cemiyeti'nin (İttihat ve Terakki) kurulması
1889 İdadi öğrenimine dayanan dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi'nin kurulması
27 Mart 1889 Yakup Kadri'nin doğumu
1890 Bulgar Makedonya ve Anadolu'da Ermeni ihtilal çetelerinin faaliyetlerini arttırmaları
1891 Mülkiye Baytar Mektebi'nin Halkalı Ziraat Mektebi'ne yatılı olarak nakledilmesi
1891 Yol inşaatında bedenen çalışma mecburiyetinin paraya çevrilmesi
1891 Kadıköy - Kurbağalıdere Havagazı Fabrikası'nın kurulması
1891 Hereke Fabrikası'nın halı kısmının açılması
3 Kasım 1891 Darü'l-Muallim'in aliye şubesi açılması
1892 Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının işletmeye açılması
1892 Orman ve Maden Mektebi'nin kapatılması; II. Abdülhamid tarafından Yıldız'da porselen atölyelerinin kurulması
1893-1896 İstanbul-Selanik demiryolu hattının yapımı
1894 Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nin ilk veteriner mezunlarını vermesi; İmmaculée Conseption veya St Marie okulunun kurulması; İlk basılmış musiki lugatı (Hoca Kazım Bey'in Musiki Istılahatı)
1894 Sasun'da Ermeni olayları
1894 Selanik-Manastır demiryolu hattının tamamlanması
1895 İstanbul'da Ermeni olayları, yabancı devletlerin Ermeniler lehinde müdahaleleri
1895 Galata Rıhtımı inşaatının tamamlanması
1895 Gayri müslim okullarına Türkçe muallimi tayininin kararlaştırılması
1895 Baruthane-i Amire'de dumansız barut imal edilmesi
14 Şubat 1895 Sadrazam Said Paşa'nın beş fakülteden "darü'l-icaze" oluşan bir darü'l-fünun kurma teklifi
1896 Tevfik Fikret'in Servet-i Fünun'un edebi sayfalarının idareciliğini yüklenmesiyle Edebiyat-ı Cedide devrinin başlaması
1896 Ermenilerin Osmanlı Bankası'nın İstanbul şubesine saldırmaları
1896 Girit isyanının alevlenmesi
1896 Eskişehir-Konya demiryolu hattının tamamlanması
1897 Yunan kuvvetlerinin Girit'e çıkması, Yunan çetelerinin Rumeli'deki Osmanlı sınırlarına saldırmaları
17 Nisan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Osmanlı zaferi
1898 Girit meselesinin devam etmesi; adaya muhtariyet verilmesi Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi, Yunan prensi Yorgi'nin vali olarak kabul edilmesi
1899 Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi
1899 Arifiye-Adapazarı demiryolu hattının açılması
1900 Hicaz demiryolunun inşasına girişilmesi
1900 İstanbul Rıhtımı inşaatının tamamlanması
31 Ağustos 1900 Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin kurulması
1901 Servet-i Fünun dergisinin geçici olarak kapatılmasıyla Edebiyat-ı Cedide topluluğunun dağılması; Lügat-ı Tıbbiye'nin ikinci baskısının yapılması; Vidinli Tevfik Paşa'nın ölümü
1901 Makedonya'da çete faaliyetlerinin artması, büyük devletlerin müdahaleleri
1901-1908 Hicaz demiryolu hattının yapımı
1902 Yemen isyanlarının tekrar başlaması
1902 Hereke Fabrikası'na çuka ve şayak tezgahlarının eklenmesi
23 Kasım 1902 Makedonya'da Bulgar İhtilal Cemiyeti'nin faaliyeti
23 Kasım 1902 Cum'a-ı Bala ayaklanması
23 Kasım 1902 Makedonya'ya özel ıslahat planı hazırlanması
8 Aralık 1902 Hüseyin Hilmi Paşa'nın geniş yetkilerle "umumi müfettiş" olarak Makedonya'ya tayini
1903 İdadilerin altı yıla çıkarılması
2-3 Ağustos 1903 İlinden (Aya ilya yortusu günü) isyanı
2-3 Ağustos 1903 Bulgar-Osmanlı Savaşı tehlikesinin doğması
31 Ağustos 1903 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin kurulması
Eylül 1903 Mürzsteg Programı : Makedonya'ya muhtariyet verilmesi
1904 Haydarpaşa Rıhtımı'nın tamamlanarak işletmeye açılması
1905 Hereke Fabrikası'nda fes imalatına başlanması
21 Temmuz 1905 Ermeniler'in II. Abdülhamid'e bombalı saldırı tertiplemeleri
1906 Akabe olayları ve Akabe krizi
1908 Beykoz Deri Fabrikası'nın Harbiye Nezareti'ne bağlanması
1908 Osmanlı Eczacı İttihat Cemiyeti'nin kurulması; Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi'nin açılması; Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti'nin kurulması
23 Temmuz 1908 II. Meşrutiyet'in ilanı
5 Ekim 1908 Avusturya- Macaristan'ın Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini ilan etmesi.
6 Ekim 1908 Girit Rumları'nın adayı Yunanistan'a bağladıklarını ilan etmeleri
17 Aralık 1908 II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Meb'usanının toplanması
1909 Adana'da Ermeniler'in ayaklanmaları
1909 Gayri müslimlere "bedel" yerine askerlik hizmeti konulması
1909 Fecr-i-Ati edebi topluluğunun kuruluşu; Cemiyetler Kanunu'nun çıkması; Dişhekimliği Okulu'nun açılması; Orman Mekteb-i Alisi adı altında yeni bir okul açılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşa'ya nakledilmesi; Muallimhane-i Nüvvab'ın Medresetü'l-Kuzat adını alması; Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Nafıa Nezareti'ne bağlanması ve Mühendis Mekteb-i Alisi adını alması
1909-1910 Osmanlı Mühendis ve Mimar Mecmuası'nın çıkması
27 Şubat 1909 Usul-i Muhasebe-ı Umumiyye Kanunu'nun kabul edilmesi
13 Nisan 1909 31 Mart Olayı
19 Nisan 1909 Hareket Ordusu'nun Yeşilköy'e varması, İstanbul'daki kargaşayason vererek düzeni sağlaması
27 Nisan 1909 II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, V. Mehmed Reşad'ın tahta çıkarılması
21 Ağustos 1909 Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin Vezneciler'deki Zeynep Hanım konağına taşınması
17 Aralık 1909 Meclisin açılması
1910 Arnavutlar'ın ayaklanmaları
1910 Dahili gümrüklerin tamamen kaldırılması
1910 Vilayet merkezlerindeki bir kısım idadilerin "lise"ye dönüştürülmeye başlanması; ilk çalgı metodu (Ali Salahi Bey, Kendikendine Ud Öğrenme Usulü, Matbaa-ı Amire).
1911 Sultan Reşad'ın Arnavutlar'ı teskin için Rumeli seyahatine çıkartılması
1911 İtalya'nın Trablusgarp ve Bingazi'ye saldırması ve işgali
1911 Gayri müslim cemaatlerin birleşerek mektepleri konusunda yeni bir düzenleme istemeleri; 78 devirli ilk plaklar (Tanburi Cemil, Orfeon Record)
1911-1912 Osmanlı İtalyan Savaşı
1912 Yeşilköy Hava Uçuş Okulu'nun Açılışı
1912-1913 Balkan devletlerinin Osmanlı-İtalyan Savaşı'ndan istifade etmek istemeleri : Balkan Savaşı
18 Ocak 1912 Meclis-i Meb'usan'ın feshi
25 Mart 1912 Türk Ocaklarının kurulması
18 Nisan 1912 II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın toplanması
18 Nisan 1912 İtalyanlar'ın Rodos, Oniki Ada ve Çanakkale Boğazı'na tecavüzleri
5 Ağustos 1912 II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın feshi
22 Temmuz 1912 Gazi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti : Büyük Kabine
Eylül - Ekim 1912 I. Balkan Savaşı
15 Ekim 1912 Trablus ve Bingazi'nin İtalya'ya terki : Ouchy Antlaşması, Rodos ve Oniki Ada'nın İtalya elinde kalması
29 Ekim 1912 Kamil Paşa'nın sadareti
29 Kasım 1912 Arnavutluk'un istiklalini ilan etmesi
1913 Liselerin mevcut idadilerin yerini alması
23 Ocak 1913 Babıali Baskını : Mahmud Şevket Paşa'nın sadareti
13 Mart 1913 Muvakkat İdare-i Umumiyye-i Vilayet Kanunu (kanun meclisten geçmeden yürürlüğe girer)
30 Mayıs 1913 I. Balkan Savaşı'nın sona ermesi
11 Haziran 1913 Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi, Said Halim Paşa'nın sadareti
29 Haziran 1913 Balkan devletleri arasında savaş : Osmanlı mirasının paylaşılmasının kanlı kavgası
21 Temmuz 1913 Edirne'nin geri alınması
29 Ağustos 1913 Osmanlı-Bulgar barışı : İstanbul Antlaşması
14 Kasım 1913 Osmanlı-Yunan barışı : Atina Antlaşması
14 Aralık 1913 Osmanlı ordusunun Almanya tarafından ıslahı
1914 Ecnebi postalarının hepsinin kapatılması
1914 Dış ticarette gümrük resmi oranının %15'e çıkarılması
1914 Islah-ı Medaris Nizamnamesi
1914 Diş Hekimleri Mezunin ve Talebe Cemiyeti'nin kurulması; Türk Bilgi Derneği'nin kurulması; Medreset'ül-Hattatin'in kurulması; Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri'nin kurulması; Medresetü'l-Hattatin'in İstanbul'da açılışı; Medresetü'l-Hattatin'in açılışı; İlk resmi müzik ve tiyatro okulu (Darü'l-Elhan)
8 Şubat 1914 Anadolu'da Ermeni talepleri doğrultusunda ıslahatı öngören Osmanlı-Rus Antlaşması ("Muamele")
14 Mayıs 1914 III. Dönem Meslis-i Meb'usan
28 Haziran 1914 Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna'da öldürülmesi
28 Temmuz 1914 Avusturya Macaristan'ın Sırbistan'a savaş ilanı
1 Ağustos 1914 Almanya'nın Rusya'ya savaş ilanı
2 Ağustos 1914 Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili (IV. Ve son dönem meclis 12 Ocak 1920'de toplanacak ve 2 Nisan 1920'de İstanbul'un işgali üzerine dağıtılarak mebuslar sürgüne yollanacak)
2 Ağustos 1914 Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ittifak antlaşmasının imzalanması
4 Ağustos 1914 Almanya'nın Fransa'ya, İngiltere'nin Almanya'ya savaş ilanı : I. Cihan Savaşı'nın başlaması
10 Ağustos 1914 Alman savaş gemilerinin (Yavuz ve Midilli) Boğazlardan geçmelerine izin verilmesi
9 Eylül 1914 1 Ekim tarihinden geçerli olmak üzere kapitülasyonların kaldırılması
12 Eylül 1914 İnas Darü'l-Fünun'unun kurulması
29 Eylül 1914 İslah-ı Medaris Nizamnamesi'nin yayınlanması
29 Ekim 1914 Karadeniz'e açılan Osmanlı filosunun Rus limanlarını topa tutması
Kasım - Aralık 1914 Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Sarıkamış felaketi
3 Kasım 1914 Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı
5 Kasım 1914 İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı
11 Kasım 1914 Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'ne savaş ilanı
14 Kasım 1914 Cihad-ı Ekber ilanı
14 Kasım 1914 İnas Sanayi-I Nefise Mektebi'nin açılması
18 Aralık 1914 Mısır'ın İngiltere himayesinde bir "krallık" haline getirilmesi, Osmanlı Devleti'nin hukukuna son verilmesi
1915 Evrak-ı nakdiyye çıkarılması
1915 Gümrük resmi oranının %30'a yükseltilmesi
1915 Mekteb-i Tıbbiye'nin Darü'l-Fünun'a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne dönüşmesi
Ocak - Şubat 1915 Cemal Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Mısır seferi : Kanal hezimeti
Ocak - 18 Mart 1915 Müttefiklerin Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışması : Çanakkale Savaşları
27 Mayıs 1915 Doğu Anadolu'da Ruslar'la işbirliği yapan Ermeni nüfusun iç bölgelere taşınması : Tehcir
1916 Hicaz ve Mekke'nin kaybı
1916 İzmit Dokuma Fabrikası'nın kapanması
1916 Tevhid-i Meskukat Kanunu
1916 Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri üstünde Medresetü'l-Mütehassısın adı altında bir ihtisas medresesi kurulması; İlk Musiki cemiyeti (Darü't-Talim-i Musiki)
1917 Yıldırım Orduları Grubu'nun kurulması
1917 Irak ve Suriye cephelerinin çöküşü
1917 Rusya'da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve çarlığın sonu
1917 Cemaat mahkemelerinin kaza yetkisinin kaldırılışı
1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin kabulü
25 Mart 1917 Şer'iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması
6 Nisan 1917 Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa iştiraki ve Almanya'ya savaş ilanı
1918 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin Beyrut'un işgali neticesinde kapanması; Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın ölümü
3 Mart 1918 Brest Litowsk Antlaşması
3 Temmuz 1918 Sultan Reşad'ın vefatı ve Vahdeddin'in tahta çıkması
2 Ekim 1918 Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi
8 Ekim 1918 Sadrazam Talat Paşa'nın istifası, Ahmed İzzet Paşa'nın sadareti
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nin imzalanması
3-4 Kasım 1918 Almanya ve Avusturya'nın savaştan çekilmeleri
8 Kasım 1918 İzzet Paşa'nın istifası ve Tevfik Paşa'nın sadareti
13 Kasım 1918 İtilaf Devletlerinin İstanbul önlerine gelerek şehri teslim almaları
1919 Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin ilgası
1919 İstanbul Darü'l-Fünun-un bir ıslahat programı ile Osmanlı Darü'l-Fünun-u adıyla yeniden canlandırılmaya çalışılması; Harbiye Mektebi'nin adının "Muhtelit Harbiye Mektebi" olması
4 Mart 1919 4 Mart 1919 Damat Ferid Paşa'nın sadareti: Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin iktidara geçmesi
15 Mayıs 1919 Yunanlılar'ın İzmir'i işgali ve Batı Anadolu'da ilerlemeleri
19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya gönderilmesi
23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi
4 Eylül 1919 Sivas Kongresi
2 Ekim 1919 Damat Ferid'in istifası ve Ali Rıza Paşa'nın sadareti
22 Ekim 1919 Amasya Protokolü
24 Ekim 1919 Çıkarılan yeni bir nizamname ile fakültelere "medrese" denmeye başlanması ve Darü'l-Fünun'un ilmi muhtariyeti haiz olduğunun tasdik edilmesi
29 Kasım 1919 Misak-ı Milli : Milli gaye ve hedeflerin, milli sınırların belirlenerek ilanı
1920 Mektebi Harbiye'nin Ankara'da "Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı" olarak açılması; İnas Darü'l-Fünun-un lağvedilmesi
16 Mart 1920 İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul'daki resmi binalara girmeleri, meclisin dağıtılması ve kapanması, mebusların Anadolu'ya kaçmaları, ele geçenlerin İngilizler tarafından sürülmesi
5 Nisan 1920 Ferid Paşa'nın sadareti
11 Mayıs 1920 Ferid Paşa hükümetinin Mustafa Kemal'i idama mahkum etmesi ve askerlikten tardı
10 Ağustos 1920 İstanbul Hükümeti'nin Sevr Antlaşması'nı imzalanması
2-3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması'nın imzalanması
1921 Edebiyat ve Fen Fakültelerinde karma eğitime geçilmesi; askeri ve mülki baytar mekteplerinin "Baytar Mekteb-i Alisi" adı altında birleştirilmesi; Salih Zeki'nin ölümü
27 Ocak - 12 Şubat 1921 Londra Konferansı : Anadolu için söz söyleme hakkının Ankara Hükümeti'nde olduğunun tespiti
31 Mart 1921 II. İnönü Zaferi
3 Eylül 1921 Sakarya Meydan Savaşı
20 Eylül 1921 Fransa ile barış
1922 Türk Diş Tabipleri Cemiyeti'nin kurulması; Hukuk ve Tıp Fakültelerinde karma öğretime geçilmesi
27 Ağustos 1922 Büyük Taarruz : işgalci Yunan kuvvetlerinin imhası
30 Ağustos 1922 Büyük Zafer : Yunan Başkumandanı'nın esir edilmesi
9 Eylül 1922 İzmir'in kurtuluşu
11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi
1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası
16 Kasım 1922 Sultan Vahdeddin'in yurtdışına çıkması
16 Kasım 1922 Abdülmecid Efendi'nin halife olarak seçilmesi
1923 Birinci ilmi heyet'in Ankara'da toplanması; Darü'l-muallim'in Yüksek Muallim Mektebi adını alması
24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması
25 Eylül 1923 Mekteb-i Harbiye'nin Ankara'dan İstanbul'daki eski Harbiye binasına nakledilmesi
13 Ekim 1923 Ankara'nın başşehir olarak kabulü
29 Ekim 1923 Cumhuriyet'in ilanı
3 Mart 1924 Hilafetin ilgası ve Osmanlı hanedan mensuplarının yurtdışına çıkartılmaları
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı'da Posta ve Telgraf Nezareti
Daha önce düzenli bir posta teşkilatı bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu' nda 1839 Tanzimat Fermanı' nın getirdiği çağdaşlaşma çalışmalarına paralel olarak batılı anlamda bir Posta Teşkilatı kurulması amacıyla 1840 yılında ilk Posta Nizamnamesi yürürlüğe konulmuştur.

Bu amaçla İlk Posta Nezareti (Bakanlık) kurulmuş, İstanbul - Edirne, İstanbul
(Üsküdar) - Kartal ve hatta İstanbul (Üsküdar) - İznik düzenli posta hatları ihdas edilmiştir. Daha sonra bu hatlar genişletilerek İstanbul' dan Tokat, Diyarbakır, Musul ve Bağdat' a posta taşınmasına bağlanmış, daha önce kurulan İstanbul - Edirne posta hattı Sırbistan'a kadar uzatılmıştır.

Bu arada posta hatları Ülke içinde İzmir, Aydın, Isparta ve Kütahya'ya Ülke dışında da yapılan ikili anlaşmalarla Avusturya, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya, İngiltere, Yunanistan, Romanya ve Mısır'a kadar uzatılmış, İzmir, Selanik, İzmit, Gemlik ve Trabzon'a düzenli deniz postaları ihdas edilmiştir.
İlk uygulamada alınan ücret mektup üzerine kırmızı kalemle yazılırken 1863 yılında Posta Nazırı Agâh Efendi' nin teklifi üzerine yayımlanan bir padişah fermanıyla posta pulu kullanılmaya başlanılmış, o yıl, üzerinde ay, padişah Abdülaziz'in tuğrası ve Devleti Aliyye-i Osmaniyye ibaresi bulunan ilk posta pulu taşbaskı (litografik) teniği ile basılmıştır.

Bu arada 1840 yılında başlayan gelişmelerin telgrafa da yansıdığını ve ilk telgraf sisteminin Osmanlılarda kurulduğunu görüyoruz. Padişah Sultan Abdülmecit'in emri üzerine İstanbul - Edirne telgraf hattının yapılmasına başlanılmış, daha sonra bu hat Varna, Şumnu, Ruscuk ve Bükreş'e kadar uzatılmıştır. İstanbul - Edirne telgraf hattının yapımının 1855'de tamamlanması üzerine aynı yıl İstanbul'da ilk Telgraf Müdürlüğü kurulmuş ve böylece Ülkemizde telgraf haberleşmesine başlanılmıştır.

1840 yılında Nezaret (Bakanlık) olarak kurulan Posta - Telgraf teşkilatı, 1909 yılında Genel Müdürlük haline getirilerek Maliye Bakanlığına bağlanmış, 1911 yılında tekrar Nezarat (Bakanlığa ) dönüştürülmüştür. 1912 yılında Genel Müdürlük olarak İçişleri, 1936 yılında da Bayındırlık Bakanlıklarına bağlanan Teşkilat, son olarak 1943 yılında, T.C. Posta , Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü (PTT) olarak Ulaştırma Bakanlığı' na bağlanmıştır. 4000 sayılı yasa ile PTT Genel Müdürlüğü' nün ikiye bölünmesi üzerine T.C. Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü, yine Ulaştırma Bakanlığı' na bağlı bir KİT olarak işlevini devam ettirmektedir.

Yaklaşık 160 yıllık bir geçmişi olan Posta İdaresi, hizmetlerinin çeşitliliğinden dolayı zaman içinde bünyesinden bir çok kuruluş çıkararak Türk halkının hizmetine sunmuştur. Türkiye Radyoları, Telsiz Genel Müdürlüğü, Teletaş ve en son Türk Telekom A.Ş., PTT'nin bünyesinden ayrılmış birer kuruluş olma vasfını taşımaktadırlar.

Yaklaşık 160 yıllık bir geçmişi olan Posta İdaresi, hizmetlerinin çeşitliliğinden dolayı zaman içinde bünyesinden bir çok kuruluş çıkararak Türk halkının hizmetine sunmuştur. Türkiye Radyoları, Telsiz Genel Müdürlüğü, Teletaş ve en son Türk Telekom A.Ş., PTT'nin bünyesinden ayrılmış birer kuruluş olma vasfını taşımaktadırlar.


GEÇMİŞTEN BUGÜNE PTT
İlk Posta Teşkilatı Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak Osmanlı Devletinin tüm halkının ve yabancıların posta ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Nezaret olarak 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuştur.




1840
Posta Nazırlığı kuruldu.
1855
Telgraf Müdürlüğü kuruldu.
1871
Posta Telgraf Nezaretine dönüştürüldü.
1876
Milletlerarası Posta Şebekesi kuruldu.
1901
Koli ve Havale İşlemi kabulüne başlandı.
1909
Posta Telgraf ve Telefon Nezaretine dönüştürüldü.
1913
Posta Telgraf ve Telefon Umum Müdürlüğü adını aldı.
1933
PTT Genel Müdürlüğü Bayındırlık Bakanlığına bağlandı.
1939
PTT Genel Müdürlüğü Ulaştırma Bakanlığına bağlandı.
1954
KİT statüsüne geçirildi.
1984
KİK statüsüne geçirildi.
1994
PTT'nin Türk Telekomünikasyon A.Ş. ve Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü olarak ikiye ayrılması öngörüldü.
1995
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü olarak hizmet vermeye başlandı.
2000
PTT Genel Müdürlüğü olarak hizmete devam edilmektedir.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanli Fermânları ve Berâtları
13ms1.jpg

Fermân
II. Mehmed Dönemi h. Evâil-i* S.880 / m. Haziran 1475
Konusu
Çelebi kızı Rukiyye Hatun'un Galata yakınlarından satın aldığı çiftliğe, komşu kiremitçi fırınlarının sahipleri tarafından yapılan müdâhelenin önlenmesine dâir.
Yazı Çeşidi
Fermân, dîvânî hat ile yazılmıştır. 15 satırdır.
Ebâdı
14,5x38,5 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, siyah mürekkeble çekilmiş olup, rıhlanmıştır. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, fermânın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. A.DVN, No: 1/1



22cm.jpg

Fermân
II. Mehmed Dönemi h. 07.06.882 / m. 16.09.1477
Konusu
Gelibolu İskelesi'ni tutan Yahya, Baki ve ortaklarından, Gelibolu Burgazı erenlerinin üç aylık mevâcibleri için, on bir bin dört yüz on altı akçe tahsîl edilmesine dâir.
Yazı Çeşidi
Fermân, dîvânî hat ile yazılmıştır. 10 satırdır.
Ebâdı
14x41 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, siyah mürekkeble çekilmiş olup, rıhlanmıştır. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, fermânın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. A.NŞT, No: 1/1





48bi.jpg

Berât
II. Bâyezîd Dönemi h. Evâsıt-ı B. 896 / m. Mayıs 1491
Konusu
Filibe İstinmaka Nâhiyesi'ne bağlı Hızır Fakih Köyü'nün temlîk olarak Ali Paşa'ya verildiğine ve köyün hudutlarının tesbit edildiğine dâir.
Yazı Çeşidi
Berât, dîvânî hat ile yazılmıştır. 25 satırdır.
Ebâdı
14x38,5 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, siyah mürekkeble çekilmiştir. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, berâtın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. A.DVN, No: 1/4



39ml.jpg

Berât
II. Bâyezîd Dönemi h. (891) / m. (1486)*
Konusu
Hadım Ali Paşa'ya, Rumeli Beylerbeyiliği verildiğine dâir.
Yazı Çeşidi
Berât, dîvânî kırması hattıyla yazılmıştır. 4 satırdır.
Ebâdı
25,5x43 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, altınla çekilmiş olup çevresi siyahla tahrîrlenmiştir. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Berâtta herhangi bir işlem görülmemektedir.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. Müzehheb Fermanlar No: 818


55aa.jpg

Berât
II. Bâyezîd Dönemi h. Evâsıt-ı N. 913 / m. Ocak 1508
Konusu
Kârdâs İlyas'a temlik edilen, Çernaliç Deresi üzerinde kurulan Prevdeli Köyü halkından bağ, bahçe, bostan, çiftlik ve ziraat ile ilgili vergilerin alınmamasına dâir. H
Yazı Çeşidi
Berât, dîvânî hat ile yazılmıştır. 11 satırdır.
Ebâdı
19x44,5 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, siyah mürekkeble çekilmiş olup, rıhlanmıştır. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, berâtın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. D.BŞM, No: 1/15


69dt.jpg

Berât
I. Selîm Dönemi h. Evâil-i R. 918 / m. Haziran 1512
Konusu
Seyyid Muhammed oğlu Seyyid Ömer'in, öşr-i Şer'î'den ve her türlü resmî ve örfî vergiden muaf olduğuna dâir.
Yazı Çeşidi
Berâtın ilk satırı, celî dîvânî, diğer satırları ise dîvânî hat ile yazılmıştır. 10 satırdır.
Ebâdı
18x33 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, siyah mürekkeble çekilmiş olup, rıhlanmıştır. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, berâtın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. A.DVN, No: 1/13



127xr1.jpg

Berât
IV. Mehmed Dönemi h. Evâhir-i S. 1090 / m. Nisan 1679
Konusu
İbrahim'in ölümüyle boşalan Kars Sancağı'na tâbi Berdik Nâhiyesi'ne bağlı Yarımkilise Köyü'ndeki tîmârın, İsmail'e verildiğine dâir.
Yazı Çeşidi
Berât, celî dîvânî hat ile; altıncı satırda yer alan tîmâr kaydı ise siyâkat hat ile yazılmıştır. 7 satırdır.
Ebâdı
41x118 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, altınla çekilmiş olup, siyah tahrîrlidir. Tezyînâtında önemli bir şey yoktur. Tuğradaki ve tezyînâttaki altın, kustuğu için altınlı zemînler yeşil renk almıştır. (Karışımındaki bakırdan dolayı.) Yazıda, kırmızı, yeşil ve siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
1-Berâtın altıncı satırında, Defterhâne'den çıkarılmış tîmâr kaydı bulunmaktadır. 2-Sol alt köşede, berâtın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. Müzehheb Fermânlar, No: 600/1




94gs.jpg

Fermân
IV. Mehmed Dönemi h. Evâil-i Ra. 1059 / m. Mart 1649
Konusu
İstanbul'da Mimar Sinan Mahallesi'nde, Segbânbaşı Hamza'nın ölümü üzerine evinin, Saray mensûbu Bâdıseher Hanım'ın tasarrufuna verilmesi.
Yazı Çeşidi
Fermân, dîvânî kırması hattıyla yazılmıştır. 20 satırdır.
Ebâdı
32.5x73 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Tuğra, altınla çekilmiştir. Ve hiçbir tezyînât yoktur. Hatt-ı hümâyûn, tuğranın sol üstüne yerleştirilmiş olup, dendanlara alınan yazının çevresi, sıvama altın zemîn üzerine renkli negatif kompozisyon ile tezyîn edilmiştir. Başlık, yine sıvama altın zemîn üzerine kapalı form ve negatif kompozisyonla tezyîn edilmiş olup, desen yine, negatif karanfilli tığlarla bitirilmiştir. Çerçevesi, lâcivert pervâz ve altın cedvelden müteşekkildir. "Mûcebince amel oluna." ibâresinin üzerine rıh serpiştirilmiştir. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
1-Fermânın sol üst tarafında "Mûcebince amel oluna", (Gereği yapılsın.) ibâresi bulunmaktadır. 2-Alt sol köşede, fermânın yazıldığı mahallin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA Müzehhep Fermânlar No: 3

164ei.jpg


Berât
II. Mustafa Dönemi h. 29.05.1108 / m. 24.12.1696
Konusu
Tersâne-i Âmire'de günlük on beş akçe ulûfeye sahip, Şumârî (Muhâsebeci) Gedik Ahmed Mahmûd'un ölümüyle, bu ulûfenin, yine aynı yerde muhâsebeci olan Mustafa Abdullah'a verildiğine dâir.
Yazı Çeşidi
Berâtın ilk satırı, celî dîvânî; diğer satırları ise dîvânî hat ile yazılmıştır. 10 satırdır.
Ebâdı
30x59,5 cm.
Tuğrası ve Tezyinatı
Kırmızı (gülgûnî) mürekkeb ile çekilen tuğra, altın ile tahrîrlenmiştir. Dış beyzedeki rûmî kompozisyon, sıvama altındır. İç beyzeye ve hançer arasına altın sürülmüştür. Hayat ağacının içi, sıvama altınlı basit bir hatâî kompozisyon ile tezyîn edilmiştir. Çiçekler, kırmızı renkte tahrîrlenmiştir. Yazıda, siyah ve kırmızı (lâl) mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem
Sol alt köşede, berâtın yazıldığı yerin kaydı vardır.
Fonu ve Tasnif Numarası
BOA. Müzehheb Fermânlar, No: 13
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı Mekanları
AHIRKAPI DENİZ FENERİ

1755 yılında III. Osman tarafından yaptırılmıştır. İstanbul Boğazı'nın Marmara'ya bakan kısmının batı kıyısındadır. Beyaz kule şeklinde olan fener İstanbul'u çeviren surların burçlarından birisinin üzerine oturtulmuştur. Denizden yüksekliği 40 metredir. Her 6 saniyede bir yanıp sönerek gece karanlığında denizcilerin yön bulmalarına ve gemilerin karaya oturmamalarına yardımcı olur. Bu fener önemli bir deniz kazasından sonra yaptırılmıştır. Bu deniz kazası 1755 yılında Mısır'a gitmekte olan Hacı Kaptan emrindeki bir kalyon fırtınaya tutularak gece vakti Kumkapı' da karaya oturur. Olayı öğrenen Padişah III. Osman ve Sadrazam Sait Paşa derhal Kumkapı' ya giderek kalyon ve denizcilerin kurtarılmasında hazır bulunur. Kurtarılan gemicilerden birisi padişaha şöyle der:

- Eğer burada ve surlar üzerinde bir fener yapılırsa, uzağa gidip gelen gemiler ışığı görünce yollarını bulurlar.

ANADOLU HİSARI

1391 yılında Yıldırım Bayezid tarafından İstanbul Boğazı'nın en dar yerinde yaptırılmış surlardır. İstanbul Boğazı'nı ele geçirmek ve Rumeli yakınlarında yapılabilecek bir savaşta orduyu karşı kıyıya güvenli bir şekilde geçirmek için yapılmıştır.

Dış taraftaki kale, sur durumundadır. Doğu-batı çapı 65 m., kuzey-güney çapı 80 m. olup, surların kalınlığı 2-5 m. arasındadır.

Surların üzerinde mangallar vardır. Hisarı korumak için surun üzerine silindir şeklinde üç kule yapılmıştır.

Bunun üzerine III. Osman bir fener yapılmasını emreder ve Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa da Ahırkapı Feneri'ni yaptırır.

AMASYA

Amasya, ilk tarihi önemini, Büyük İskender'den sonra Pontos krallığının beşiği olmakla kazanmıştır. I. Mithradates bu şehri başkent yapmış ve Amasya, bu devletin 2 yüzyıl başkenti olarak kalmıştır. Daha sonraları şehir, Romalılar, Danişmetliler, Moğollar, İlhanlılar ve Osmanlılar'ın egemenliği altına girmiştir. Önceleri Sivas'a bağlı olan şehir, Cumhuriyet'in ilanından sonra il ünvanını kazanmıştır.

Yeşilırmak'ın Tokat ırmağı da denilen anakolu üzerinde kurulmuş olan şehir, deniz seviyesinden 400 m. yüksekliktedir. Ünlü halk masalı kahramanı Ferhat'ın dağı delip şehre su akıttığı eski kemerler de bu şehirdedir. Ferhat su kemerleri, efsaneye göre Şirin'in aşkı uğruna Ferhat tarafından yapılmıştır.

Yüzölçümü 5520 km2 olan Amasya'nın ilçeleri : Göynücek, Gümüşhacıköy, Merzifon, Suluova(Suluca), Taşova (Yenişenbükü) dır. En önemli akarsuyu Yeşilırmak'tır.

ARAS IRMAĞI

Doğu Anadolu'nun kuzeyinden doğan ırmağın uzunluğu 920 km.' dir. Türkiye topraklarındaki uzunluğu ise 435 km.' dir. Bingöl dağlarının kuzey-doğu yamaçlarında çıkar. Erzurum'un güneyindeki Karagöl, Palandöken, Yıldırım, Şahvelet, Nalbant, Sakaltutan dağları ve Akdağ ile Çakmak dağlarından gelen kolları aldıktan sonra bu dağların arasındaki çukur alanda toplanır. İlkbaharda suları çoğalan Aras Iğdır ovasında da bir kollar alır. Türkiye sınırlarını geçtikten sonra Kafkasya'nın güney-doğusunda Mugan önünden geçerek Hazar denizine dökülür.

AYASOFYA

İstanbul'da Bizans devrinden kalan en ünlü kilisedir. 1453'te Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u almasıyla camiye çevrilmiş, 1935'te müze oluncaya kadar bu amaçla kullanılmıştır. Büyük Kostantinos'un İstanbul'u imparatorluk merkezi haline getrip kenti yeni baştan ele alması sırasında bugünkü Ayasofya'nın yerinde bir kilise yaptırılmış, M.S.326 yıllarına rastlayan bu ilk yapıdan sonra M.S. 360'ta imparatorun oğlu Konstantinos küçük geldiği veya bir depremde yıkıldığı için yapıyı yeni baştan daha büyük olarak ele aldırmıştır. Büyük kilise (Megale Ekklesia) adıyle anılan ve bazilikal bir plan gösterdiği sanılan yapı V. yüzyıldan sonra daha çok Hagia Sophia adıyle tanınmış ve bu ad sonuna kadar yaşamıştır.

404 tarihinde bir ayaklanma sırasında yanan kilisenin yerine Theodosios II. devrinde 415'te yapılan yenisinin bazı kısımları bugünde görülmektedir. Bu yapının batı yüzünü süslediği anlaşılan sütunlu galeri ile narteks duvarlarını bir kısmı 1935 yılında yapılan kazılarla bugünkü Ayasofya'nın batı avlusunda ortaya çıkmıştır.

532 yılında çıkan yangından Ayasofya kurtulamamış, ayaklanmadan sonra Justinianos'un çağında ikinci bir örneği olmayacak büyüklükte ve özellikte bir yapı istemesi üzerine, devrin iki önemli mimarından Aydınlı Anthemios ile Miletoslu İsidoros sorumluluğu yüklenmişler, yangınların etkileyemeyeceği her türlü malzemenin en zengin şekilde kullanılacağı bir kilisenin yapımına girişmişler 537 tarihinde tamamlanan yapı, büyük bir açılış töreninden sonra imparatorun "Ey Süleyman seni geçtim" demesine sebep olacak kadar etkileyici olmuştu.

Zaman içerisinde birçok yangın ve deprem atlatan Ayasofya, 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiş ilk Cuma namazı burada kılınmıştı. Camiye çevrilmesi sırasında yapının ana çizgileri korunmuş, figürlü mozaiklere bile dokunulmamıştır. Bunlar ancak Kanuni devrinde badanayla örtülmüştür. Güneydoğudaki büyük dayanak duvarların Fatih devrinde yapıldığı, ayrıca tuğla minarenin eklendiği kabul edilir. Sultan İkinci Bayezid devrindeyse kuzeybatıdaki ince minare, Sultan İkinci Selim devrinde de Mimar Sinan tarafından batıdaki iki kalın minare eklenmiş ve yer yer dayanaklarla kuvvetlendirilmiştir. Mimar Sinan'ın yaptığı dayanaklar ve onarımlar yapının bugüne kadar ulaşabilmesini sağlamıştır.

Bu yapının çevresinde Bizans devrinden kalan ek yapılar vaftizhane ve hazine dairesidir. Bu ek yapılardan vaftizhane Osmanlı devrinde Sultan Mustafa ve İbrahim'in türbesi olmuş, Sultan İkinci Selim türbesi Mimar Sinan, Sultan Üçüncü Murad türbesi de Davut Ağa tarafından yapılmıştır. Ayrıca Sultan Üçüncü Mehmed'in kendi türbesi, bir okul binası, Sultan Birinci Mahmud döenminden özellikler taşıyan bir şadırvan ve imaret yapının çevresinde yer alır.

Ayasofya, birçok özelliğiyle uzun yıllar birçok mimarı etkilemiş, çeşitli devirlerde gördüğü ek ve onarımlarla bugünkü şeklini almış bir yapıdır. Mimari ve süsleme zenginliğinin yanı sıra her devirde eklenen efsaneleriyle de büyük bir geçmişi içinde saklamaktadır.

BAB-I ALİ

XIX. yüzyıl başından başlayarak kullanılmış, Tanzimata kadar vezirlere ikametgah vazifesi de görmüştür. Tanzimatta sadece sadaret makamı olarak kalmıştır. Sultan II. Mahmut'a kadar "Babısafi" denilen bu yeri halk "Paşa kapısı" olarak diye bilirdi. Halk dilinde "kapı" daima hükümet anlamında kullanılmıştır. Babıali adı Sultan II. Mahmut zamanında yerleşmiştir. Sadrazam Derviş Paşa' ya verilen konak, onun ölümünden sonra sadrazamların oturdukları bina haline gelmiştir. Yeniçerilik kaldırıldıktan sonra sadrazamların oturdukları yer olmaktan çıkmış (1826) ve tamamen resmi bir daire niteliği kazanmıştır. 1850 - 1870 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu' nun yönetim merkezi haline gelmiştir. Devletin bütün siyasi ve yönetim işleri buradan yürütülmüştür.

BABIALİ BASKINI

23 Ocak 1913 günü İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından düzenlenen hükümet darbesine verilen addır. Hükümet, Balkan savaşları karşısında aldığı yenilgiden dolayı duyduğu manevi eziklik, barış anlaşmasına boyun eğmesini isteyen Almanya ve Avusturya'nın baskı baskıları altında zor durumdayken İttihat ve Terakki' nin önde gelenleri Babıali' yi bastı. Baskın, cemiyetin merkezinde Enver Paşa ve Talat Paşa tarafından planlanmıştı.

BUG ve DİNYESTER IRMAKLARI

Batı Bug Irmağı'da denilmektedir. Rusya'nın (eski SSCB) batısında bulunan Volin-Podolsk Yaylası'nda doğar, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Dniester'e paralel olarak Nikolayev limanına kadar akar. Uzunluğu 830 km'dir. Polonya ile Rusya arasında sınır olulturmaktadır. Polonya sınırı boyunca 300 km uzanır ve Visyül ırmağı ile birleşir.

DINYESTER IRMAĞI

Osmanlı döneminde Turla'da denilmektedir. Ukrayna'nın ikinci uzun ırmağı olup, Moldovya'nın başlıca su kaynağıdır. Rusya'da Karpat Dağları'ndan doğarak güney ve batı doğrultusunda 1.352 km aktıktan sonra Odessa yakınlarında Karadeniz'e dökülmektedir. Güneyde tepelik ovalar ve Moldovya Platosu vardır. En güney ucunda Karadeniz'deki düzlükler yer alır.

BURSA

Marmara bölgesinin güney Marmara bölümünde Uludağ'ın kuzey batı kenarında yer alan Bursa, eski çağlarda Bitinya adı verilen bölgenin başkentiydi. Bursa, M.Ö 2. yüzyılda Bitinya Kralı Prusias.II tarafından kurulmuş ve Prusa diye adlandırılmıştı. M.Ö 74 yılında Bitinya Kralı Nikomede Philopator, ölümünden önce Bursa ve çevresini Romalılara miras bıraktı. Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılması üzerine bu bölge Bizans İmparatorluğu'nun payına düştü. M.S 6. yüzyılda Justinianus çağında Bursa gelişti. Roma devrinde Çekirge Kaplıcaları da çok ünlüydü. 1113 yılında tamamen Bizans egemenliğine geçen Bursa ve dolayları 14. yüzyıldan itibaren Osmanlıların sürekli saldırılarına uğradı. Osman Bey, İznik'ten sonra Bursa'yı da kuşattı. Sekiz yıl süren kuşatmaya dayanamayan Bursa, Osman Bey'in ölümünden iki yıl sonra 1325'te Orhan Bey tarafından alındı. Osmanlılar Bursa'yı ele geçirdikten sonra burayı başkent yaptılar. Şehir hızla gelişti. Bursa Orhan Bey'den sonra gelen padişahlar zamanında da önemli bir gelişme kaydetti. Yaptırılan mimari eserler ile kent güzelleşti. 1402 Ankara Savaşı'ndan sonra Bursa kısa bir süre Timur'un eline geçti. Timur'un çekilişinden sonra şehir tekrar Osmanlılarda kaldı. Çelebi Mehmed zamanında, şehrin en güzel eserlerinden olan Yeşil Camii ve Yeşil Türbe tamamlandı. Yine Sultan İkinci Murad'da Bursa'da kendi adını taşıyan bir cami, medrese ve bir de imaret yaptırdı. Sultan İkinci Bayezid tahta çıkınca kardeşi Cem Sultan Bursa'da 18 gün kalarak adına para bastırdı. Ölümünden sonra Cem Sultan'ın cenazesi Avrupa'dan Bursa'ya getirilerek Muradiye'deki türbesine gömüldü. İstanbul'un fethinden sonra Bursa ve çevresi Anadolu Beylerbeyliği'nin bir sancağı olarak yönetildi. 1841'den sonra Eyalet merkezi oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda 9 Temmuz 1920 günü işgal edilen Bursa, 12 Eylül 1922'de Türk orduları tarafından kurtarıldı.

BURSA ULU CAMİİ

1395-1399 yılları arasında Yıldırım Bayezid tarafından Bursa'da yaptırılan cami, Bursa'daki mimari eserlerin en büyüğüdür. Cami Kapısının üzerinde İvaz Paşa'nın adı bulunmaktadır.

Paye ve sütunlu olan düz çatı ile örülen Selçuklu Camii'lerinin kubbeli düzene çevrilmiş ilk örneklerindendir. 56x68 m boyutlarındadır. 12 Paye ile, 5 nefe bölünmüştür. 20 kubbesi vardır.

Üzeri açık kubbenin altında bir şadırvan vardır. Şadırvanın çevresinde Kur'an okumak için ayrılmış sofalar vardır.

Üzeri kabartma kıvrık dallarla süslenmiş ve ceviz ağacından yapılmış sekiz köşeli küçük çerçevelerin birleştirilmesiyle meydana gelen mimberin sağ kanadında, yapan ustanın adı (Elhac Mehmed Abdülaziz İbni Dakira) yaılmıştır. Ön cephenin iki köşesinde birer minare vardır.

BURSA YEŞİL CAMİİ

1413 yılında Çelebi Mehmed döneminde başlanan cami, 1424 yılında Sultan II. Murad zamanında tamamlanan cami, ilk dönem Osmanlı mimarisinin önemli eserleri arasında yer alır.

Planı ters T şeklinde olup, iç kısmı sekiz bölüme ayrılmıştır. Mihrabın bulunduğu kubbeli kıble eyvanıyla yan eyvanlar, ortadaki üzeri kubbeli esas mekana açılır. Kıble ayvanı orta mekanda dört, yan eyvanlarda bir basamak yükseltilmiştir. Esas mekanın ortasında bir şadırvan yer alır; bunun üzerinde kubbede aydınlık feneri bulunmaktadır. Üst katta ortada hünkar mahfili, bunun iki tarafında saray daireleri, alt katta erkan-ı osmaniyeye ait mahfiller vardır. Cami'nin asıl ünü çini kaplamalarından gelmektedir.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

BURSA YEŞİL TÜRBE

1421 yılında Bursa Yeşil Cami'nin yanında, Çelebi Mehmed'e ait olan türbedir. 4,57 m yüksekliğinde bir kasnak üzerine oturan 6.60 m yüksekliğinde sivriye yakın bir kubbeyle örtülü olan türbe sekiz köşelidir. Türbe dıştan tek katlı görünmesine rağmen, sandukanın bulunduğu salon ve bunun altında yer alan basık tonozlu mezar kısmı ile iki katlıdır. Sandukanın üzerinde altın yaldızla yazılmış kitabe vardır.

CEBELİ TARIK BOĞAZI

Akdeniz ile Atlantik'i birleştiren 60 km uzunluğunda ve 44 km genişliğinde bir boğazdır. Derin bir boğaz olan Cebelitarık' ın en sığ yeri 324 m.' dir. Boğazın yüzünde batıdan doğuya doğru giden kuvvetli bir akıntı vardır. Boğazın iki kıyısı da sarp ve kayalıktır.

Eski çağdaki adı Calpe' dir. Şimdiki adı ise Arap komutanı Tarık'ın adını taşır. Tarık boğazın güvenliğini sağlamak için burada bir kale yaptırmıştır. Cebelitarık 1462' de Araplardan İspanyollara geçmiş , 1502' de resmen İspanyol topraklarına katılmıştır. 24 temmuz 1704'te İngiltere-Hollanda deniz kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. 1705 tarihindeki Ultrecht antlaşmasıyla İspanya kaleyi İngiltere'ye iade etmeyi kabul etmiştir.

DARÜLACEZE

Yardıma muhtaç çocukların, sakat kadın ve erkeklerin bu durumdan kurtarılması amacıyla 7 kasım 1892' de İstanbul Kağıthane' de temeli atılan kurumdur. Sultan II. Abdülhamit zamanında İstanbul'da kurulması düşünülmüş (9 nisan 1890) ve Sadrazam Halil Paşa' nın gayretleri ve padişahın maddi desteği sonucu gerçekleştirilmiştir. Darülaceze' nin yapımı dört yıl sürmüş ve 2 şubat 1896 tarihinde hizmete açılmıştır. Darülaceze yeni doğmuş bebeklerden, kimsesiz yaşlılara kadar birçok kimseye yardımcı olmaktadır.

DON ve VOLGA IRMAKLARI

Rusya'nın batısındadır. Novomoskovsk yakınlarında Rusya' nın orta bölümlerindeki yaylalardan doğar ve bu yaylaların doğu kıyılarını takip ederek, ormanlık bir alan boyunca güneye doğru akar. Don, Taganrog körfezinden Azak denizine dökülür.

100 km uzunluğundaki Volga-Don kanalının açılmasından sonra (1952), Karadeniz' i Hazar denizine, Baltık denizine ve Beyaz denize bağlayan büyük su ulaşım şebekesi tamamlanmış oldu.

EDİRNE MURADİYE CAMİİ

Sultan II. Murad tarafından 1435'te yaptırılan Muradiye Camii, ilk devir Osmanlı mimarisinin önemli örneklerindendir.

EDİRNE SELİMİYE CAMİİ

Sultan II. Selim' in emri üzerine Mimar Sinan tarafından Kıbrıs' ın fethiyle elde edilen ganimetlerle eski sarayın baltacılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılmıştır. 1568 - 1574 yıllarında tamamlanan Selimiye Camii Osmanlı-Türk mimarisinin en büyük eseridir. Üçer şerefeli dört minaresi vardır. Her minarenin yüksekliği 79,89 m.' dir. Kubbesi 31,28 m. çapında olan Selimiye Camii' nin Harim tarafındaki minarelerin şerefelerine ayrı ayrı yollardan çıkılabilmektedir.

EDİRNE ÜÇ ŞEREFELİ CAMİİ

Sultan II. Murad tarafından yaptırılmış ve 1447'de tamamlanmıştır. Bu caminin ayakları felçli olan Konyalı bir mimar tarafından yaptırıldığı söylenir. Bu cami'ye Yeni Cami, Cami-i Kebir denildiği gibi, halk üç şerefeli büyük minaresinden dolayı Üç Şerefeli Camii olarak anmaktadır.

Cami altı köşeli sütun üzerinde bir büyük kubbe ile bu kubbenin iki yanında dördü büyük dördü küçük 8 kubbeyle örtülüdür. 18 Sütun üzerine dayanan 21 kubbeli revakla çevrilidir. Biri 3, biri 2 ve diğer ikisi birer şerefeli olmak üzere 4 minaresi vardır.

EYÜP SULTAN CAMİİ

Eyüp Sultan Camii, İstanbul'da Haliç'in kuzey ucunda Eyüp semtinde bulunmaktadır. İslamiyet'i ilk kabul edenlerden ve Arapların İstanbul'u kuşatması sırasında şehit olan Hz. Eyyubu El-Ensari'nin gömüldüğü yerdedir. Fatih Sultan Mehmed'in emri ile buraya bir türbe, yanına da bir cami yapıldı. 1458 yılında yapılan ilk cami yıkılmış, bugünkü caminin ilk örneği olan yapı Sultan Üçüncü Selim zamanında 1798-1800 yıllarında Uzun Hüseyin Efendi tarafından yaptırılmıştı. Cami son defa Sultan İkinci Mahmud zamanında tamir ettirildi. 1822 yılında deniz tarafına rastlayan minareye yıldırım düşünce, minarelerin üst şerefelerine kadar olan kısmı yeniden yaptırıldı. Cami, planı bakımından sekiz payeli camiler grubuna girer.

Eyüp Sultan Camii'nin çevre duvarı içinde yer alan Hz.Eyyubu El Ensari'ye ait türbe 1458 yılında yaptırıldı. Sultan Birinci Ahmed ve Sultan İkinci Mahmud dönemlerinde tamir gören türbe 16.yy'dan itibaren çinilerle süslendi. Türbedeki gümüş şebeke ve şamdanlar son devirlere ait olmakla beraber sandukanın ayak ucundaki kuyunun kabrin keşfi sırasında bulunan pınar olduğu ileri sürülür. Eyüp Sultan Türbesi yüz yıllar boyu İslam aleminin ziyaret yeri olmuştur.

FATİH CAMİİ

Fatih Camii, Fatih Sultan Mehmed tarafından Fatih semtinde yaptırıldı. Bizans devrinde, caminin yapıldığı yerin yakınlarında Havariyun kilisesi vardı. Fatih Camii'nin, bu kilisenin yıkıntılarından faydalanarak yapıldığı sanılmaktadır. Cümle kapısının iki yanında ve üstünde bulunan Arapça kitabeye göre yapımına 1467 yılında başlanan Fatih Camii, 1470 yılında tamamlanabildi. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır. Cami, plan olarak anıtsal bir biçimde yapılmıştır. Merkezi kubbe, iki fil ayağı ile iki sütun üzerine oturtulmuştur. Fatih Camii, 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan Üçüncü Mustafa, 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirdi.

Caminin ilk inşasından bugün sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, şadırvan, tac kapı, mihrap, birinci şerefeye kadar minareler ve çevre duvarının bir kısmı kalmıştır. Şadırvan avlusunda, kıble duvarına paralel olan revak diğer üç yönden daha yüksektir. Kubbelerin dış kasnakları sekiz köşelidir ve kemerlere oturur. Kemerler genellikle kırmızı taş ve beyaz mermerlerle işlenmiş, yalnız mihverdekilere yeşil taş kullanılmıştır. Alt ve üst pencerelerin etrafı geniş silmelerle çevrelenmiştir. Söveler mermerdendir ve gayet geniş, kuvvetli silmelerle belirtilmiştir.

Demir parmaklıklar, kalın demirden ve topuzludur. Revak sütunlarının sekizi yeşil Eğriboz, ikisi pembe, ikisi esmer granitten, son cemaat yerindekilerin bazıları ise mısır granitindendir. Başlıklar tamamen mermerden ve hepsi istalaktitlidir. Kaideler de mermerdir. Avlunun biri kıblede, ikisi yanda üç kapısı vardır. Şadırvan sekiz köşelidir. Mihrabın yaşmağı istalaktitlidir. Hücre köşeleri yeşil direkli, kum saatleri ile süslü ve üstü zarif bir taçla biter. Yaşmağın üzerinde tek satırlık bir ayet vardır. On iki dilimli olan minare, cami ile büyük bir ahenkle birleşmiştir. Çinili levhalar son cemaat duvarının sağ ve solundaki pencere aynalarındadır.

Fatih Camii'nin ilk yapımında, cami alanını genişletmek için duvarlar ve iki ayak üzerine bir kubbe oturtulmuş ve bunun da önüne bir yarım kubbe ilave edilmiştir. Böylelikle 26 m çapındaki kubbe bir yüzyıl boyunca en büyük kubbe niteliğini korumuştur. Caminin ikinci defa yapılışında payandalı camiler planı uygulanarak küçük kubbeli sivri bir bina meydan getirilmiştir. Şimdiki durumda, merkezi kubbe dört fil yağına oturmakta ve bunu dört yarım kubbe çevrelemektedir. Yarım kubbelerin etrafında ikinci derecede yarım ve tam kubbeler, mahfildeki ve dıştaki abdest musluklarının önündeki galerileri örtmektedir. Mihrabın sol tarafından, türbe yanından geniş bir rampa ile girilen Hünkar mahfili ve odalar bulunmaktadır.

Minarelerin taş külahları 19.yy sonunda yapılmıştır. Mimar Mehmed Tahir Ağa camiyi tamir ettiği sırada eski camiden kalan klasik parçalarla yeniden yaptığı barok parçaları iyi bir şekilde birleştirdi. Caminin alçı pencereleri son devirlerde harap olduğundan adi çerçevelerle değiştirildi. Avlu kapısının yanındaki yangın havuzu Sultan İkinci Mahmud tarafından 1825 yılında yaptırıldı. Caminin geniş bir dış avlusu vardı. Bunun tabhaneye çıkan kapısı eski camiden kalmıştır.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

FATİH KÜLLİYESİ

Fatih Camii ile birlikte yapılan Fatih Külliyesi; mektep, kütüphane 16 medrese, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa ve hamamdan meydana geliyordu.

Medreseler, camiinin kuzey ve güney tarafında bulunur ve Karadeniz, Akdeniz, Başkurşunlu, Çifte Ayakkurşunlu medreseleri adlarını alır. Bu medreseler 19 hücre, birer dersane, dörder hela içerir. Medreseler revaklarla çevrilidir ve şadırvanlı avluları vardır. Revak kubbecikleri kasnaksızdır.

İmaret, tabhane avlusunun içinde, geniş batı köşesine yakındır. Kalın taş duvarlı, pencereli iki büyük kubbeli olduğu tahmin edilen yapı kalıntıları ile bunları birbirine bağlayan bir duvardan ibarettir. İmaretin planı tam olarak tespit edilememiştir.

Kervansaray, tabhane avlusunun güneydoğu köşesindedir. Girişi Millet kütüphanesinden Nakşidil türbesine çıkan yolun hemen başında olabilir.

Tabhane, caminin güneydoğusundadır. Caminin çevre duvarından bir sokakla ayırdığı imaret ve kervansarayı içine alan ayrı bir avlu içinde 64x43 metre boyutlarında dikdörtgen bir binadır. Girişi batıdadır. 5.5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğindeki bu Bursa kemeri salonun büyük bir açık eyvan olduğunu göstermektedir. Eyvanın iki tarafında ara kapıları ile birbirine bağlı ve ocaklı ikişer oda vardır. Salonun hemen önündeki sağ ve solunda ikişer kubbesi bulunan yer, hücre şekline sokulmamış ve açık bırakılarak bir çeşit yan eyvan meydana getirilmiştir. Büyük kubbeli açık eyvan yaz aylarına ait, yanlardaki ikişer büyük oda kış aylarına ait toplantı ve namaz yeri ikişer kubbeli ve şekilli, yan eyvanlarda misafirlerin eşyalarına ait depolardı.

Kütüphane binası Fatih Camii'nin duvarına bitişik olarak yapıldı(1742). Kütüphaneye Sultan Birinci Mahmud hafızı kütüb İbrahim Efendi, Abdülgani Ağa ve diğerleri kitap bağışında bulundular. 1956 yılında yazma ve basma eserler Süleymaniye Kütüphanesi'ne nakledildi.

FATİH TÜRBESİ

İstanbul'da Fatih Camii'nin çevre duvarı içinde yer alan Fatih Sultan Mehmed'e ait türbedir. Miharbın önünde yapılan ilk türbeden bugüne hiçbir iz kalmamıştır. Bugünkü bina 1766 depreminden bir yıl sona yapıldı. Yeni yapıda eski temellerden faydalanıldı. 1784 yılında Sultan Birinci Abdülhamid tarafından kapı sövesi değiştirtilerek üzerine bir ayet ve kıta yazdırıldı. Barok stilin hakim olduğu türbenin dışındaki geniş ve oymaklı saçak 18.yy'ın sonu veya 19.yy'ın başına aittir. Fatih Türbesi, Sultan Abdülaziz devrinde, 1865 yılında ikinci defa tamir edildi; altın nakışlar ve sürme pencereler yapıldı.

FERİYE SARAYI

Bugün Beşiktaş ile Ortaköy arasında bulunan sarayların eski adı. Üç bölümden oluşan bu saraylarda padişahın uygun gördüğü hanedan mensupları ile kışlık dairesi bulunmayan kişiler otururdu. Bugün Kabataş Lisesi ve Galatasaray Lisesi'nin ilk kısmı olarak kullanılmaktadır

GALATA KULESİ

XIV. yüzyılda Galata'ya yerleşen Cenevizliler tarafından, 1348 yılında bölgelerini yabancılara karşı korumak amacıyla, Galata surlarına ek olarak yaptırılmıştır. Galata surlarının baş kulesidir. XVI. Yüzyılda Kasımpaşa tersanesinde çalıştırılan esirler için zindan olarak kullanılmış, daha sonraları tersanenin ambarı haline getirilmiştir. İlk uçan Türk olan Hezarfen Ahmed Çelebi, ünlü uçuşunu Galata Kulesi'nden yapmış ve Üsküdar'a kadar uçmayı başarmıştır.

Galata Kulesi'nin iç çapı zemin katında 8,95 dış çapı en alt kısmında 16,45 m ve duvar kalınlığının birer çıkıntısı (segment) şeklinde devam eder. 4. Kattan sonra, Türk çağı yapımı olduğunu gösteren biçimde mazgallar ve 5. Katta top namlularının yerleştirildiği yuvalar vardır. Yerden külah ucuna kadar kulenin bütün yüksekliği 66,90 m'dir. 7. ve 8. katların her biri 14 pencerelidir.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlıyı Anlamak Kolay Değil
Avrupa ülkeleri, bilhassa akıl hocaları İngilizler, planlarını hep İslam düşmanlığı üzerine kurdular; “Ne yapalım da İslamiyet zayıflasın, dolayısıyla Hıristiyanlık kuvvetlensin!..” Planlarını bunun üzerine bina ettiler. Dün olduğu gibi bugün de geçerlidir bu kural. Demokrasi, din ve vicdan hürriyeti kendileri için, yani Hıristiyanlık için geçerlidir. Müslümanlar için böyle bir şey söz konusu değildir. Nerede görülürse sinsice yok edilmelidir, prensibi uygulandı hep. En büyük düşmanları da Osmanlı oldu.


Sebebi de şu: İslamiyet’i, Eshab-ı kiramdan sonra gerçek manada, en mükemmel şekilde sadece Osmanlılar temsil etmişler ve üç kıtaya yaymışlar. Dünyanın en büyük Müslüman Türk İmparatorluğunu kurmuşlar. Türk=Müslüman olarak algılanmış asırlar boyunca. Hal böyle olunca da, nasıl yeni nesli Osmanlıdan uzak tutabiliriz hesabı yapıldı. Bu yapılmazsa gerçek İslamı öğrenirler diye korktular. Bunun için de Abbasilerden sonraki İslam tarihini dondurdular; yok farz ettiler. Çünkü bundan sonra, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi geliyor. Ne zaman dolaptan çıkardılar? Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yani Osmanlının fiilen bitişinden sonra.


Bu dönemi merak edenlere karşı da devamlı karalama kampanyaları düzenlediler. Çeşitli akıl almaz iftiralar sebebi ile de, Arap ülkelerinde ve bizde de bu kampanyalar kabul gördü. Bilhassa, Arap ülkelerinde Arap milliyetçiliğini kuvvetlendirerek, asırlardır kendilerine hizmet eden Osmanlıya Arap ülkelerini düşman ettiler.


Batı’nın bu faaliyetlerini, sadece biz söylemiyoruz, kendilerinden insaf sahibi olanlar da söylüyor. Bunlardan biri de, Alman ilim adamı Ord. Prof. Fritz Neumark’tır.


[Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.

20 Temmuz 1936'da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete geçen İktisat Fakültesi'nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü) başkanlığı da yapmıştır. 1952’de döndükten sonra Frankfurt Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]

Alman profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark'a, (Avrupa bizi neden sevmez?) diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir:

(Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:

1- Müslüman olduğunuz için sevmez.

2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.

6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar.

7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı'nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadeti devam ettirdi.

8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır.

9- Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var. [O tarihteki sayı]

10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır.

11- Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.)


***

Yukarıda, Alman Profesör Fritz Neumark’ın, “Osmanlı Arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir” sözünü nakletmiştim. Gerçekten de bugün Osmanlı bütün müesseseleri ile ortaya çıkarılmış değildir. Çıkarılması için çalışanların önüne çeşitli engeller çıkartılmıştır. Hatta Osmanlıya sahip çıkılmaması, antlaşma maddeleri arasında yer aldı.


Engeller olmasa bile Osmanlıyı incelemek, anlamak kolay değildir. Anlamak için önce Osmanlının gayesini, varoluş sebebini bilmek gerekir.


Ömrü boyunca Osmanlı tarihini inceleyen tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Osmanlı tarihinin arşiv vesikaları incelenmeden, kanunname ve yazma eserler okunmadan, Osmanlının doğru öğrenilmeyeceğini savunur ve bu konuda şöyle der:


“Tarih meraklılarına şunu söyleyeyim ki, Osmanlı tarihini yalnız basma eserlerden okurlarsa, pek noksan ve kısmen de hatalı bilgi elde etmiş olurlar. Altı buçuk asırlık devamlı bir tarihi olan Osmanlı İmparatorluğunun siyasi, mali, iktisadi, askeri, ilmi, sosyal vb. vaziyeti, hakiki kaynaklara dayanılarak tetkik edildiği zaman bu devletin bütün azametiyle çehresi meydana çıkar.


Başka türlü, sathi, derme çatma bilgi ve basit tetkik ile, haklı olarak bu hayret ve takdire şayan azamet ve kudretin anlaşılmasına imkan yoktur. Yine bunun gibi, bu devletin gerileme ve yıkılması ve buna dair olan vesikalar ve eserler iyice incelenmedikçe, doğruyu görmek imkansızdır.


Ben ancak kanunnamelerle vesikaları tetkik ettikten sonradır ki, bu hususta ne kadar sathi bilgi sahibi olduğumu anladım. Pek çok darbelere rağmen neden Selçuk, Cengiz ve Timur imparatorlukları gibi az zamanda parçalanıp dağılmadığını ve köşesinden bucağından koparıldığı halde dimdik ayakta durduğunu ancak idrak edebildim.”


Ömrü Osmanlı tarihini incelemekle geçmiş bir ilim adamının böyle söylemesi; tarih kitaplarının dışında tarih bilgisi olmayan zavallıların ileri geri konuşanların ne kadar büyük bir hezeyan içinde olduklarını gösterir...
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlıda Adalet
Osmanlı deyince ne düşünmeliyiz?

Her şeyden evvel adaleti düşünmeliyiz.

Hangi açıdan?

Objektif açıdan, âfâkî açıdan.

Bütün Avrupa'da, Osmanlı'ya verilen değer neden o kadar üst seviyedeydi?

Çünkü Osmanlı kadıları, adaletin ateşten bir gömlek olduğunu en iyi idrak eden insanlardı. Onların gözünde, Allahû Tealâ'nın karşısında, adalet açısından herkes eşitti. Eğer bir padişah, bir kral, halktan herhangi bir kişinin hakkını haleldâr etmişse; o hakkı, hakkın sahibine iade etmek, kadıların temel göreviydi, hiç şaşmazdı bu.

Oysa ki Avrupa'da, asillerle halk arasında bir uçurum vardı. Eğer bir asil yolda giderken kazara, halktan birini atıyla çiğnemişse, onun hesabını kimseye vermezdi. Vermeye gerek görmezdi. O asildi, ötekiler de halktı. Osmanlı'da da asiller vardı; beyler, beylerbeyleri... Bunlar asaletin temsilcileriydi. Ama adalete geldiği zaman konu, beylerle, beylerbeyleriyle, padişahla halk arasında en ufak bir farklılık gözetilmezdi. İşte adalet bu demektir.

Her toplumda ileri gelenler vardır ve halk vardır. Bu ileri gelenler, her yerde kendilerine mevki edinirler, bir şeylerin sahipleridir; zengindirler, çevre yapmışlardır. Bütün ileri gelenler birbirleriyle yakın ilişki içerisindedirler ve ötekiler halktır. Adalet dağıtanlar, bu şehrin ileri gelenleri tarafındandır ve adalet hep tek taraflı olarak dağıtılır.

İşte, böyle bir Orta Avrupa, Ortaçağ Avrupası'nda Osmanlı, adaletin bütün standartlarında tam dağıtıldığı, müstesna bir ülke oluyor. Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'de söylediği gibi kıst'ı, adalet müessesesini, Osmanlı tam olarak tanzim ediyor . Tatbik ediyor, %100 yerli yerine oturtuyor. Osmanlı kadısı, hiç kimsenin hakkının, çiğnenmesine müsade etmiyor. Bu hakkı çiğneyen kişi padişahta olsa bu durum değişmiyor.

İşte, Fatih Sultan Mehmet, işte İstanbul'da bir Rum:

Fatih Sultan Mehmet talepte bulunuyor, diyor ki:

"Orada cami yapacağım, arazini bana satmanı istiyorum."

Biliyorsunuz, her arazinin bir rayiç bedeli vardır. Yani o çevrede o arazinin ne kadar para ettiği, aşağı yukarı herkes tarafından bilinir. Bir alt hududu , bir de üst hududu vardır. Fatih Sultan Mehmet, üst hududun iki katını veriyor. Ama Rum vermemekte ısrarlı. Bir Hristiyan olduğu için caminin kurulmasına gönlü razı olmuyor.

Fatih Sultan Mehmed ise "O kadar para verdiğim halde, bu adam arsayı vermiyor. Demek ki bunu, inadından yapıyor; nefsani ir davranış bu. Ben cami yapacağım, benimki nefsani değil ruhani." diye düşünyor.

Ve sonuçta Rum'un arsasını alıyor , camiyi yaptırıyor.

Adam perişan. Sonra, diyorlar ki:

"Ya, bu kadar üzüntünün sebebi ne?"

"İşte, yapabileceğim bir şey yok ki! Bunu yapan padişah; daha ötesi yok. Onun üstünde kimse yok. O bana bunu yaptığına göre. Her şey bitti!" diyor.

Diyorlar ki:

"Her şey bitmedi, bu memlekette kadılar vardır."

"Yani? Ne demek istiyorsunuz?" diyor.(Adam hiç inanamıyor bir defa söylenenlere.)"

Diyorlar ki:

"Gidersin kadıya, adaletsizliği anlatırsın, Padişah da olsa, o hesabı görür."

Adamcağız hiç inanamıyor böyle bir şeye; ama diyor hadi gideyim mahkemeye, ben müracaat edeyim.

Ve kadıya müracaat ediyor.

Adamın gözleri hayretten açılıyor; Fatih Sultan Mehmet mahkemeye geliyor. Padişah ayakta, kadı efendi oturuyor ve mahkeme başlıyor. Fatih Sultan Mehmed, adamın arsasını zorla iktisab etmektan suçlu bulunuyor ve elinin kesilmesi kararı alınıyor. Fatih Sultan Mehmet'in eli kesilecek; ama Osmanlı adaletinde, bir müessese daha var; eğer bir şeyin bedeli ödenirse ve alacaklı taraf, hak sahibi taraf bunu kabul ederse, o ceza düşer.

Bu kanuna göre teklifte bulunuluyor.

Deniyor ki:

"Bunun bedeli şu kadar altın, bu kadar altına karşılık, onun elinin kesilmesinden vazgeçiyorsan, o ödemese bile (Padişah ödemese bile) onu sana beytülmal öder. Razı mısın?"

Rum: "Şey..." Bir Padişaha bakıyor, inanamıyor, sonra: "Tabiî razıyım. Razı olmaz mıyım? O, Padişah. " diyor.

Fatih Sultan Mehmet diyor ki:

"Benden beytülmalın talebi 200 altın; ama ben 2000 altın vereceğim. Ve her gün de bir altın daha ödenmesini istiyorum. Senenin 365 günü, her gün bir altın ödenecek bu zata."

Ve kadı yerinden kalkıyor, Fatih Sultan Mehmet'in ayaklarının yanına gelip diz çöküyor:

"Padişahım, şu ana kadar ben Allah'ı temsil ediyordum. Ben oturuyordum, siz ayaktaydınız. Çünkü siz maznun mevkiindeydiniz. Allah'ı temsil eden siz değildiniz. Adaleti veya adaletsizliği temsil ettiğiniz, mahkemenin sonunda belli olacaktı. Ben Allah'ı temsil ediyordum; adaletin sahibi bendim o sırada. Şimdi benim görevim bitti. Şimdi bana, size tâbî olan, sizin imparatorluğunuzun bir kadısı olarak el etek öpmek düşer." diyor.

Padişahın eteğini öpüyor ve ondan sonra Padişah oturuyor, ötekiler dışarı çıkıyorlar.

Bu size neyi anlatıyor?

Adalet müessesesini anlatıyor. Osmanlı'nın adaletini anlatıyor. Adamlar, o güne kadar bir asille, bir halktan birisi mahkeme edilecek de, mahkeme halktan birisine hakkını verecek. Asırlar boyunca böyle bir şey görülmemiş Ortaçağda Avrupa'da. Böyle bir şey yok. İlk defa Osmanlı götürüyor adaleti. İnsanlar arasında, Kur'ân-ı Kerîm'e göre fark olmadığını orada ispat ediyorlar insanlara (İslâm'ın ne olduğunu.)

İşte bu adalet müessesesidir ki, yüz binlerce insanı Osmanlı'ya teslim etmiş.

KADI VE MAHKEME

Muhâkeme, mutlak şekilde umuma açık, alenidir. Bu bir prensiptir. Kadı, önüne getirilen bütün hukukî mevzuları bildiği iddiasında değildir. Bu da diğer bir prensiptir. Onun için kadı, göreceği dâvânın konusunu en iyi bilen bir veya birkaç ehl-i vukufu (bilir kişi) yanında bulundurmaktadır. Onların söyleyecekleri ile kayıtlı değildir, hüküm kendisine aittir. Fakat onlara danışmaktadır. Ayrıca ehl-i vukufun mütâleaları, hâkimin kararına ekli olarak adlî sicile geçirilmektedir. Bu ehl-i vukuf heyeti ile aynı zamanda, kadı'nın kararı, bir kat daha teminat altına alınmaktadır.

Kadı'nın doğru hükmetmesinde en büyük teminat, kadı'nın vicdanı idi. Bugün de öyledir. Fakat kadı'da vicdan yoksa ne olacaktır? Buna karşı bir takım baskı tedbirleri alınmıştır. Haksız hükmeden bir kadı, gerek münferit ve şahsî, gerekse o kazânın halkının topluca müracaatı ile şikâyet edilebilmekte ve bu gibi şikâyetleri hükümet, mutlaka değerlendirmekte, bazen müfettişler göndermektedir. Haksız hükmettiği, hele rüşvetle hüküm verdiği anlaşılan bir kadı'nın istikbali mahvolmaktadır.

Şahsın veya halkın müracaatı, bölgenin en büyük âmiri ve hükümetin temsilcisi olan sancak beyine ve daha çok beylerbeyine yapılabilmektedir. Şahıs veya halk bu şikâyeti isterse, sancak beyine, beylerbeyine veya herhangi bir kişiye danışmaksızın doğrudan doğruya Divân'a da yapabilmektedir. Divân'a şikayette bulunmanın hiçbir prosedürü yoktur. Bir kağıt yazıp imzalamak kâfidir. Bu şikâyetler, yüzde doksan nispetinde mutlaka tahkik edilmektedir. Padişaha müracaat yolu da açıktır.

Kadı, belirli bir suçu olmadıkça azlolunamaz, ancak daha yüksek bir kazâya tâyin edilmek üzere bulunduğu kazâdan alınabilirdi. Ticaret yapması yasaktı. Borç alıp veremez, hediye kabul edemez, umumî ziyaretlerde bulunamazdı. Kadı, halife olan Padişahın vekili olarak, onun adına adalet tevzî ettiği için, kendini sadrazama tâbî, onun emrinde saymazdı. Sadrazam, kadı'nın kazâya, adalete ait işlerine, hüküm veriş şekline karışmazdı. Kadılar gerektiği durumlarda, Padişahları dahi mahkeme çağırmak ve yargılamak yetkisine de sahipti.

Osmanlı düzeninde kadı, kazâsının belediye başkanıydı ve belediye başkanı olarak salahiyetleri çok genişti. Zira aynı zamanda, kazâ kaymakamıdır. Bu suretle imparatorluğun bütün ilçelerine, ilmiyye sınıfından kadılar hâkimdir ve devleti onlar temsil etmektedirler.

Beledî işlerde kadıya, kedhudâlar yardımcı olmaktadır. Bunlar, esnaf teşekküllerinin seçimle işbaşına gelmiş mümessilleridir. Ve klasik Osmanlı düzeninde nüfuzları çok fazladır. Beledî düzen, bilhassa bunlar tarafından sağlanmakta ve kadıya az iş düşmektedir. Fakat kadı, kaymakam ve belediye başkanı sıfatlarıyla, esnafı, fiyat ve temizlik bakımından ve istediği başka bakımlardan, teftiş edebilmekte ve hemen teftişi sırasında o anda istediği cezayı kesebilmektedir.

Zabıta, tamamen kadı'nın emrindedir. Her kasaba ve şehirde, askerî yetkilerle donatılmış subaşı ve onun emrinde asesbaşı ve asesler vardır. Bunlar güvenlikten ve asayişten sorumlu polislerdir; fakat asker sınıfından sayılmaktadırlar.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı Yağlı boyaları
18we1.jpg

II. Viyana Muhasarasının Sonucunu Belirleyen Muharebe (12 Eylül 1683)



22sa.jpg

İnebahtı Deniz Savaşının iki Batılı Sanatkarın Fırçaları ile Tasviri.


32eg.jpg

Sultan Abdülmecit Eyüp'e Girerken


45br.jpg

Sultan I. Murad Han'ın Kosova'da Şehid Edilmesi
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanli İnsani Denize Nasil Girdi?
Osmanlı insanı yüzme ihtiyacını karşılarken, harem ve selâmlık geleneğini de denize taşıdı. ‘Deniz hamamları’ ve hatta Cumhuriyet döneminin birçok plajı, bu geleneğin getirdiği çözümlerdi. Osmanlı insanının nasıl denize girdiğini yani ilk ‘deniz hamamının’ nasıl işlemeye başladığını çözmek için, Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ne baş vurmak, iyi bir başlangıçtır.
Koçu, bu konuda bir tahmin yapıp, 1826-1850 arasında kurulduğu düşünülen Çardak İskelesi Deniz Hamamı’nın ilk olma şerefini taşıdığını belirtir. Yine Koçu, ikinci hamamın Salıpazarı, üçüncüsünün ise Kumkapı’da kurulduğu tahminini yürütür.
Öncelik hangi semtte olursa olsun, Osmanlı insanı yüzme ihtiyacına çözüm olarak, Ekrem Işın’ın deyimiyle, “geleneği ürkütmeden” ilginç bir sosyo-kültürel proje ortaya koymuştur: Reşad Ekrem’in sözünü ettiği deniz hamamları aslında, harem ve selâmlık geleneğinin denize taşınmasından başka bir şey değildir!..
Şimdi de bu deniz hamamlarının ‘teknik’ özelliklerini, bir başka İstanbul tutkunundan, Halûk Şehsuvaroğlu’ndan dinleyelim:“Boğaziçi’nin ve Marmara’nın hangi yerlerinde umumî deniz hamamları yapılacağı Şehremaneti’nce tespit edilmişti. Bu yerlerin şenliğine, masrafına göre, bir, üç, beş sene için müzayede ile ihalesi yapılırdı.”
Şehsuvaroğlu, 1867’de İstanbul kıyılarında 62 deniz hamamı bulunduğunu; bazı yerlerde yalnız erkeklere mahsus hamamlar, bazı kıyılarda ise, kadın ve erkeklere mahsus ayrı ayrı hamamlar olduğunu; böyle çift hamamların “birbirinden ses duyulmayacak şekilde” yapıldığını yazar...
20. Yüzyıl’ın başında, İstanbul kıyılarında deniz hamamına sahip olmayan semt, yok gibidir...
Tabii, bütün bu deniz hamamları aynı özelliklere sahip değillerdi. Ama Şehremaneti’nin standartlarına göre yapılırlar ve denetlenirlerdi... Bunlar ‘umumî’ deniz hamamlarıydı... Bir de özellikle Yeşilköy ve Boğaz sahillerinde ‘zata mahsus’ hususî deniz hamamları, yalıların önlerinde, ince birer ahşap iskele bağlantısıyla, dizilivermişlerdi...
Burada, toparlanan belgeler ışığında, hep İstanbul’un deniz hamamlarından söz ettik; çünkü daha çok bunların öyküleri önümüze çıktı. Ama biliyoruz ki, çepeçevre Anadolu sahilleri de, 19. Yüzyıl’ın başlarından 1930’ların sonlarına dek -evet, bu kadar geç bir döneme dek- deniz hamamlarından yararlanmıştır.
Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki, Türkiye’de kadınlı erkekli birlikte denize girilen plajlar açıldıktan sonra da, deniz hamamları varlıklarını sürdürmüşlerdir. Örneğin, 1926, Moda Plajı’nın adı, hâlâ ‘Moda Deniz Hamamı’dır ve ‘Kadınlar Hamamı’ kısmıyla, harem ve selâmlık geleneğini sürdürür. Bir başka örnek de Bakırköy’den: “Hebdomon’dan Bakırköy’e” adlı kitabında Turgay Tuna’nın da vurguladığı gibi, 1938’de “Ömer Bey’in gazinosu” erkekler ve kadınlara ayrılmış banyolarıyla müşterilerini ağırlar.

 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı Neden Sanayi Devrimi Gerçekleştiremedi?
Osmanlı hakkında şimdiye kadar binlerce yazı yazıldı. kimileri bu şanlı devleti anlatacak kelime bulamazken kimileri de yerden yere vurdu. Osmanlı'yı yerden yere vuranların asıl dayandıkları nokta ise Osmanlı'nın sanayi devrimini gerçekleştirememiş olmasıdır. Ben bu görüşe itiraz ediyor ve şöyle diyorum:
Sanayi devrimini yapabilmek için sömürgeye ihtiyaç olduğunu hepimiz biliriz. Osmanlı zaten sömürgeye karşı gelmiş ve Avrupa devletleri yanında güç kaybetmiştir. Zaten Osmanlı'nın yıkılış sebebi de yine sömürgecilik değil miydi?
Yani Osmanlı sömürgeye karşı bir devlet olduğu için, Sanayi devriminin temeli olan sömürgeyi kabul etmediği için Sanayi devrimini gerçekleştirememiştir. siz ne dersiniz?

(not: kısmen alıntı)
╔بِسْــــــــمِ اﷲِارَّتْمَنِ ار

Hayal Limanında Demirleyen Yelkenliye
...
tahtını en büyülü divanında bulmalı
açılmalı sonsuzluk sularında engine
fırtınalar kopsa da, umudumuz olmalı
limanları boyarken gökkuşağı rengine

Nurullah genç

Zafer Arabası

Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı'nın Denizlerdeki Gucu Neydi?
Prof. Dr. İdris Bostan’ın 25 yıllık bir çabaya dayanan araştırmaları, açık ve kesin bir biçimde ortaya koyuyor ki, Türkler asla sırtlarını denize dönmemişler ve Osmanlı denizciliğinin boyutlarını uluslararası bir düzeye taşımışlardır.
Erhan Afyoncu, İdris Bostan ile konuştu ve Popüler Tarih için, Bostan’ın şu sıralar piyasaya çıkan kitabının can alıcı noktalarını öne çıkardı...
Tarih boyunca, Türklerin hep denizlerden uzak kaldığı anlatılır. Bunun nedeni, denizcilik tarihimizle ilgili fazla araştırma yapılmamış olmasıdır.
Osmanlı denizciliği konusunda 25 yıldır arşivlerde araştırmalar yapan ve bu alanda, dünyadaki birkaç uzmandan biri olan Prof. Dr. İdris Bostan’ın Nisan 2005’te Bilge Yayınları arasında çıkan ‘Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri’ isimli yapıtı, denizciliğimize nasıl da haksızlık ettiğimizi, bilgi ve belgelerle ortaya koyuyor.
Prof. Dr. İdris Bostan, araştırmalarına dayanarak, Osmanlıların Akdeniz’deki bütün gelişmeleri takip ettiklerini ve en büyük gemileri inşa etmekte hiç de zorlanmadıklarını ortaya koyuyor.
İdris Bostan’ın da altını çizdiği gibi, 1571 İnebahtı, 1770 Çeşme ve 1827 Navarin deniz muharebelerinde, Osmanlı donanmasının tamamının imha olduğu mağlubiyetlerden sonra bile, çok kısa sürelerde eskisinden geri kalmayacak yeni donanmaların inşa edilmesi, Osmanlı denizciliğinin gücünü gösteriyor.
Osmanlı denizciliği konusundaki yüzlerce desen, resim, gravür ve minyatürle bezenmiş ‘Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri’ adlı yapıtıyla denizciliğimize farklı bir bakış açısı getiren Prof. Dr. İdris Bostan, kitabının Önsöz’ünde şu çok çarpıcı satırlara yer veriyor:“İmparatorluğun son dönemlerine kadar, gemi inşa sanayiini kendi imkânları ile yürütmeyi başaran Osmanlıların, çağdaşı devletlerin hiçbirinde görülmeyen bu üstünlüğü bile henüz yeterince incelenmemiştir.”
Bu tespitin sahibi Prof. Dr. İdris Bostan ile, Türklerin dünya denizlerindeki macerasını konuştuğumuzda, kendisine ilk sorumuz, “Türklerin tarih boyunca denizlerden uzak kaldığı anlatılır. Bu konuda neler söylersiniz?” şeklinde oldu.
İdris bostan’ın yanıtı ise şöyleydi:
“Türklerin denizlerle karşılaştığı ilk önemli dönem, Anadolu’yu yurt edindikleri ve özellikle Batı Anadolu’ya ulaştıkları 11. Yüzyıl’a kadar gitmektedir. Çaka Bey’in Ege’deki faaliyetleri bu sıralarda başlamıştır.
Selçukluların Sinop’ta ve bugüne intikal eden Alâiye, yani Alanya’da tersaneler kurmaları, Karadeniz ve Akdeniz’e yönelik faaliyetleri, Venedik ve Ceneviz’e verdikleri ahidnâmelerle sahillerdeki deniz ticaretini himayeleri altında tutmaları ve “emîrü’s-sevâhil, reisü’l-bahr” gibi denizcilik unvanları kullanmaları, denizlere olan ilgilerini göstermektedir.
Yine Anadolu Türklerinin, Karadeniz’e, kuzeyde bulunan denize, yön belirten ‘kara’ kelimesini kullanarak Karadeniz; batıda bulunan denize yani bugünkü Ege’ye ‘ak’ kelimesini kullanarak Akdeniz demeleri denizlere ilgilerinin bir başka ifadesidir.
Selçuklulardan sonra Menteşe, Aydınoğulları ve Karasi beylikleri gibi sahil beyliklerinin varlığı, Türklerin denizlere ilgisinin sürdüğünü göstermektedir.
Osmanlıların, bu gelişmeler üzerine bina ettikleri denizciliklerinin sınırlarını aşarak Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint denizlerine ulaşmaları, hiç de küçümsenmeyecek bir husustur.
Özellikle Akdeniz’de karşılaştığı İspanya, Venedik, Ceneviz, Fransa ve Malta gibi denizci devletlerden oluşan Müttefik Hıristiyan Güçleri’ne karşı tek başına mücadele edebilmesi ve Akdeniz’i de dünyanın en önemli devletlerarası ticaret merkezi haline getirmesi, dünya denizciliği bakımından da önem taşımaktadır.
Bu durum Osmanlı’yı; Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’nde Portekiz karşısında, sonraları da Hollanda ve İngiltere karşısında söz sahibi yapmıştır.
Neredeyse bütün Osmanlı sahillerinin tersane ve liman şehri haline gelmesi, bazı stratejik nehirlerde donanma bulundurulması ve tersaneler kurulması, Akdeniz’de Cezayir, Tunus, Trablusgarb, İskenderiye, Kıbrıs, Rodos, Sakız, Midilli ve İnebahtı’da; Kızıldeniz’de ise Süveyş, Cidde, Moha ve Aden’de; Basra Körfezi’nde de Basra gibi eyalet ve sancaklarını birer deniz üssü ve filosu olarak teşkil etmesi; Karadeniz’in tamamını yüzlerce yıl sadece iç ticarete açık tutması gibi hususlar dikkate alındığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun aynı zamanda bir deniz imparatorluğu olduğu fikrini doğrular.”
İdris Bostan’a, “Osmanlı padişahları denizciliğin gelişmesi için neler yaptılar?” diye sorduğumuzda ise, şu yanıtı aldık:
“Osmanlı padişahları içinde, stratejik olarak denizlere ilgi gösteren ilk padişah Yıldırım Bayezid’dir. Gelibolu’yu bir deniz üssü olarak organize ettikten sonra, süratle kadırgalar inşa ettirmiş, Çanakkale Boğazı’ndan geçişi kontrol altına almıştır.
Fatih bu politikayı devam ettirerek Taşöz, Limni ve Midilli’yi almış ve Sakız’ı vergiye bağlamıştır. Donanmasındaki gemilerin sayısını artırarak süratle Karadeniz ve Akdeniz’e yönelmiş, Kuzey ve Güney Karadeniz kıyılarını ele geçirdikten sonra, Orta Akdeniz’e doğru ilerlemiş, Otranto’ya asker çıkarmış, Rodos’u kuşatmış ve denizlerde varlık gösteren ‘denizci gaziler’ bu dönemde görülmeye başlanmıştır.
II. Bayezid devri, imparatorluk donanmasının alt yapısının kurulduğu dönemdir. Bir taraftan tersaneler kurulup geliştirilmekte, diğer taraftan denizlerde düzenli devlet donanması yanında, gayr-ı nizâmî denizciler faaliyet göstermektedir. Bu döneme ‘deniz gazileri’ de dediğimiz gönüllü reisler damgasını vurmuştur.
“Hakanü’l-bahreyn” olan Kanunî’nin politikaları Osmanlı denizciliğinin boyutlarını uluslararası düzeye taşımıştır. Artık mücadele Orta ve Batı Akdeniz’de yaşanmaktadır. Osmanlı donanması İspanya’ya karşı Fransa’ya yardım için sefere çıkmaktadır...
Çok geçmeden Akdeniz’i aşarak Faslı korsanlarla Atlas Okyanusu’nda görülen ve özellikle Güney İngiltere’yi hedef alan ‘Garp Ocakları’ denizcileri bölgenin en etkin unsurları olmuşlardır.
Ayrıca, Uzakdoğu ve Hindistan’daki Müslüman devletlere Hind Denizi’nde yardım eli uzatan, ticarî ve dinî amaçlarla deniz güvenliğini sağlamakla sorumlu olan bir Osmanlı İmparatorluğu görülmektedir. 1538 tarihli ünlü Bender kitabesinde belirtildiği gibi Kanunî, “gemiler yürüden Bahr-i Frenk u Mağrib ve Hinde” bir sultandır artık.”
Daha sonraları da, Fernand Braudel’in de belirttiği gibi, “16. Yüzyıl sonlarından itibaren, Akdeniz’de büyük devlet donanmaları merkezî üslerine çekilmiş, büyük deniz savaşları veya fetihler söz konusu olmamıştır” denebilir...
Şimdi biraz da kitabı tanıtalım:prof. Dr. İdris Bostan’ın kitabının ‘Osmanlı Deniz İmparatorluğu’ başlıklı birinci bölümünde, denizlerle tanışmamızı, Osmanlı-Venedik rekabetini, beylikten imparatorluğa gelişen Osmanlı denizciliğini, ‘deniz gazileri’ diye anılan Türk korsanlarını, Dârü’s-Sınâ’a denilen Tersâne-i Âmire’yi, hakanü’l-bahreyn, yani denizlerin hakanı Kanunî Sultan Süleyman’ın Osmanlı denizciliğine katkılarını, Barbaros Hayreddin Paşa’yı, Preveze Deniz Muharebesi’ni, Malta Kuşatması’nı, Türk denizciliğinin büyük başarısı olan Kıbrıs’ın fethini, İnebahtı Deniz Muharebesi’ni anlatıyor.
Yapıtın ikinci bölümünde ‘Kadırgadan Kalyona’ başlığı altında, 17. Yüzyıl’ın ikinci yarısında Osmanlı gemi teknolojisinin gelişimi, 24 yıl süren Girit Seferi’nin Osmanlı gemi teknolojisine tesirlerini, kalyonun yükselişi, Mezemorta Hüseyin Paşa, 1770 Çeşme Muharebesi, Osmanlı Bahriyesi’nde modernleşme çabaları, Akdeniz’de Fransa’ya karşı Osmanlı-Rus-İngiliz ittifakı ve 1827 Navarin baskını ele alınıyor.
Kitabın en önemli bölümü olan üçüncü bölümde, Osmanlı donanmasındaki baştarda, kadırga, mavna, kalyata, firkate, pergandi, karamürsel, palaşkerme, şayka, şehtur, melekse, geç gemisi, celiyye, kancabaş, kırlangıç, üstüaçık, işkampoye, tonbaz, aktarma, çekeleve, çamlıca, çete kayığı gibi kürekli gemiler anlatılıyor. Dördüncü bölümde ise, göke, barça, ağribar, kalyon, bartun, karavele, firkateyn, kapak, korvet, brik, şalope, şehtiye, uskuna, kotra, pink, gulet gibi yelkenli gemiler ele alınıyor. Osmanlı donanmasında kullanılan gemiler, gemilerin özellikleri, nerelerde nasıl inşa edildikleri, kullanılan malzemeler, Osmanlı arşiv belgelerine ve kütüphanelerde bulunan gemi resim ve minyatürlerine dayanılarak anlatılıyor.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlılarda Ateşli Silahlar Sanayii
Osmanlılar XIV. asırda Avrupa'da kullanılmaya başlanan ateşli silahları kısa sürede tanıyarak kendi ülkelerine transfer ettiler. Osmanlılar Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481), ateşli silahlarda ve bilhassa topçulukta, dönemin en ileri teknolojisine sahip oldular. Osmanlı topçularının ileri derecedeki balistik bilgisi, ortadan ayrılabilen iki parça toplar, kuşatma ve sahra topları, havan topları, dört beş metre uzunluğunda, yüz kilodan ağır gülleler fırlatabilen ve yirmi tona yakın ağırlığı olan çok büyük çaplı toplar, zamanın tekniğine ve bilgisine oranla fevkalade sayılabilecek harika savaş araçlarıydı. Osmanlılar, basta İstanbul'daki Tophane-i Amire'de olmak üzere, belli başlı merkezlerde büyük çaplarda toplar dökerken, bir yandan da top götürmenin mümkün olmadığı yerlere, bakir ve tunç gibi top yapım malzemesini götürerek top döktüler. Osmanlıların uyguladığı bu sistem, Osmanlıların silah sanayiinde Avrupa'dan ileri seviyede olduğunu göstermektedir. Nitekim Fransa'nın, 1493 yılındaki İtalya Seferi'nde, engebeli arazi yüzünden toplarını nakletmede büyük güçlüklerle karşılaştığını ve harekatın geciktiğini, oysa Sultan II. Murad'ın bundan 43 sene önce Akçahisar Muhasarası'nda, Fatih'in ise, on beş sene önce İşkodra Muhasarası'nda toplarını kale önünde dökerek bu meselenin üstesinden kolayca gelindiğini görmekteyiz. Osmanlı topçuluğunun kısa zamanda bu derecede gelişmesinde basta padişahların (özellikle Fatih'in hem kendisinin bizzat ilgilenmesi ve hem de bu işle uğrasan kişileri yüksek ücretle himaye etmesi) ateşli silahların savaşlardaki önemini ve belirleyici gücünü oldukça erken dönemde kavramalarının büyük payı bulunmaktadır.

Diğer taraftan Osmanlıların bu hususta malî sıkıntılarının olmaması da, önemli faktörlerdendir. ilk dönem padişahlarının, devleti genişletme çabalarıyla geçen mücadelelerinde savaşmak zorunda oldukları Avrupa ve Balkanlar'daki mahallî senyörlerin ve hanedanların sığındığı kaleleri yıkmak ve ele geçirmek için daima muhasara harbi yapmak durumunda kalmaları sebebiyle, muhasara topları Fatih'in saltanatının sonuna kadar geçen zamanda, büyük önem kazanmış ve gelişme göstermiştir. Zaten, yükselme döneminde olan Osmanlılar, Hıristiyan milletlerin daima tazyik ve meydan okumaları karşısında silahlarını mütemadiyen geliştirmek, yenilemek ve düşmanın silahlarıyla dengelemek zorundaydılar. Ayrıca Osmanlıların Balkanlar'da ve kısmen de Anadolu'daki oldukça zengin maden yataklarına erken dönemlerde sahip olmaları ve bunun yanında iyi bir hazineye malik bulunmaları büyük bir avantaj idi. Sultanların bu imkanları zorlamaları, müspet yönde kanalize ederek iyi değerlendirmeleri, bu silahların kısa zamanda etkili bir şekilde Osmanlı ordusunda yer almasını sağlamıştır.

1430'lu yıllarda, Osmanlı ordusunda büyük çaplarda topların olduğuna dair kayıtlar, çok sayıda yetenekli top ustalarının bulunduğunu da göstermektedir. Zira Osmanlılar, ateşli silahların kullanımında Hıristiyan top yapım ustalarını kendi askerî örgütleri ile bütünleştirirken, kendi askerlerini de ayni hizmetler için yetiştirmeye itina göstermişlerdir. Mesela, Türk asilli topçu ustaları Haydar, İsmail, Muslihuddin ve Saruca gibi isimler buna dair ilk örneklerdir. Coltado isimli bir İspanyol topçusu, 1592 yılında yazdığı eserinde Osmanlı topunun orantısız ve kusurlu olduğunu söylemekte, fakat yüksek kaliteli madenden yapıldığını belirterek övmektedir. Osmanlı topunun ilk dönemlerdeki üstünlüğü emsallerine nispetle kalitesinin pek farklı olmamasına rağmen neticeye çabuk ulaşmak için ebatlarının büyüklüğündeydi. Halen Londra Kulesi Müzesi'nde bulunan 1464 yılında yapılmış ortadan ayrılabilen iki parçalı Osmanlı topunun kimyasal analizi, eritme ameliyesinin kusurlu olmasına rağmen, iyi bronzdan dökülmüş olduğunu göstermektedir. Yine İstanbul'daki Askerî Müze ve Kültür Sitesi'nde bulunan Kanunî Sultan Süleyman dönemine ait bir tunç topun kimyasal analizi ayni şekilde sonuç vermiştir.

Osmanlıların, erken devirlerden itibaren Avrupa'dan ateşli silahları aktarmada gösterdikleri istekli tavra, diğer İslam devletlerinde rastlanılmamaktadır. Mesela, Osmanlıların XV. yüzyılın baslarından itibaren kullanmaya başladığı tüfek, Memluklarda 1489 tarihinden sonra, İran'da ise Uzun Hasan (öl. 1478) zamanındadır. Diğer yandan ateşli silahları Osmanlılardan önce tanıyan ve Avrupa devletleriyle eskiden beri temasta olan Memluk Devleti Portekiz saldırılarına karşı Osmanlılardan 1511 yılında, bir miktar ateşli silah yardımı almıştır. Ancak daha sonra Osmanlılarla karşı karsıya kalınca da Rodos hakiminden barut ve tüfenk, "Frengistan'dan da yarar topçular ve tüfekçiler getirtmişlerdir."

Silah Yardımı

Osmanlılar, bir taraftan sahip oldukları silah teknolojisini geliştirmek için çalışırken, diğer taraftan da, bu silahların kendileriyle dinî veya ırkî bağı bulunan çeşitli Asya ve Afrika ülkelerine yayılmasında köprü rolü oynadılar. Bu rol, Osmanlıların diğer İslam ülkelerine genellikle belli miktarda topçu, tüfekçi ve ateşli silah uzmanları ile top ve tüfek yardımı yapmak seklinde olmuştur. Osmanlı tehlikesi karsısında bu devletlerden bazılarının Avrupa'dan silah almak zorunda kalmaları da dolaylı bir roldür. Sah Abbasi dönemindeki İran dışında kalan Doğu ülkeleri, etkili olarak ateşli silahlarla mücehhez bir ordu kuramamışlardır. Osmanlıların ateşli silahları taşıdıkları ülkeler arasında ilk olarak Türkistan Hanları, Kirim Hanları, Hindistan, Sumatra'da Açe Sultanlığı ve Habeşistan'da Sultan Ahmet Gran'in Devleti ile Afrika'da Bornu Devleti gelmektedir. İkinci grupta ise, İran'da Ak koyunlu ve Safeviler, Mısır'da Memluklar sayılabilir.

Bazı Avrupa ülkelerinin yanında Osmanlılarla da ilişkisi olan bu devletlere Osmanlılar siyasî ve dinî ilişkilerine göre personel, silah, barut ve demir gibi malzeme satarak veya hibe ederek ateşli silahlar konusundaki imtiyazlı konumlarından istifade ile Asya, Afrika ve Orta Doğu'daki etkinliklerini artırma politikası takip etmişlerdir. Hariç ülkelere yapılan bu yardımların yanında kendi ülkesi içinde uçlarda bulunan beylerbeylerine de gerektiğinde savaş malzemesi veya top tüfek yapıcısı ustalar yine İstanbul'dan gönderilmekteydi.

Osmanlıların verdiği ateşli silahların, özellikle Orta Asya'da Türk Devletleri'nin iç savaşlarında Osmanlıların desteklediği taraf açısından çok önemli rol oynadığı, Habesistan ve Açe'de de Portekiz ve Hollanda gibi gayri Müslim sömürgeci devletlerle savaşan İslam devletlerinin muvaffakiyetinde ciddî ölçüde tesirli olduğu görülmüştür. Tabiatıyla bütün bu yardımlar hilafet merkezini elinde tutan Osmanlıların, söz konusu devletler nezrindeki itibarini artırmış ve saygınlık kazandırmıştır. Memluklara silah yardımı yapılması da henüz bozulmamış olan ilişkiler öncesinde onları Hıristiyan Portekizlilere karşı savaşlarında destekleme gayesi gütmekteydi.

Diğer Milletlerin Durumu

İslam dünyasında ateşli silahların kullanımında özel bir yeri olan Memluklar ile İranlılar, Avrupa devletlerinden silah almakta ve her ikisi de Osmanlılar gibi bu silahların yapımı için Avrupalı usta, teknisyen ve mühendisler kullanmaktaydılar. Ancak, bu silahları kendi milletlerinden teknisyen ve mühendislere de öğreterek geliştirmeyi sağlamada Osmanlılar kadar basarili olamadıklarından, mücadelelerde Osmanlılara karşı kaybettiler. Osmanlı Devleti ise, ateşli silahların ilk olarak geliştiği Orta Avrupa ve Balkanlara yakın olmanın ve hatta buraları oldukça erken zamanlarda fethetmenin ve diğer yandan bölgedeki madenlere sahip olmanın avantajını çok iyi bir şekilde değerlendirmiş ve neticesini almıştır.

1509'da Memluk Sultani Kansu Gavri, Portekizliler ile Kızıldeniz'de savaşmak için gerekli donanma malzemesini ve ateşli silahı Osmanlı Devleti'nden istemiştir. Osmanlı Devleti de, 1511 yılında, 400 top, 40 kantar barut ve bir miktar bakırdan oluşan bir yardim yaparak Memlukları Hıristiyan Portekizlilere karşı desteklemiştir. Bu yardımlar arasında gemi yapım malzemesi yanında asker ve arkebüzler de bulunmaktaydı. Diğer taraftan İslam dünyasında ateşli silahların kullanımında önemli bir yeri olan Memluklar, Kansu Gavri devrinde bir reform teşebbüsünde bulunmuşlarsa da Ridaniye'de, Osmanlılar karşısında mağlup olmaktan kurtulamamışlardır.

Osmanlılar, Habeşistan'daki Müslüman lider Sultan Ahmed Gran'a 1527 ve 1542 yıllarında bölgedeki Hıristiyan lider ve onun destekçisi Portekizlilerle savaşmak üzere birçok ateşli silah ve top yardımı yapmıştır. Sumatra'da Osmanlı sultanı adına hutbe okuyan Açe Sultanı'na da, Hollandalılar ve Portekizlilerle savaşması için gönderilen yardım gemileri İstanbul'dan yola çıkmış, ancak Yemen isyanı sebebiyle bu yardim yerine ulaşamamıştır. Bunun yerine Osmanlılar, bir grup top yapıcısını Açe'ye göndermişlerdir. Bu top ustaları, burada 200 kadar bronz top dökerek Mallaka'da Açe Sultanı'nın Portekizlilerle savaşında muvaffakiyetini sağlamışlardır.

Hindistan'da Osmanlı topçularının ayrı bir yeri ve önemi vardı. Sultan Bahadur Şah'ın emrinde çalışan Selman Bey'in yeğeni Mustafa Bayram, Rumî Han ve kölesi Hoca Sefer Selman da Hüdavend Han ünvanlarını almışlar ve bu bölgede oldukça büyük bir üne kavuşmuşlardır. Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) tarafından Hind Şahı'nın isteği üzerine oraya giden İstanbullu Hüseyin Han'ın dökmüş olduğu Maliki Maidan adli 42 ton ağırlığındaki bronz top 1685 yılına kadar kullanılmıştır.

İran Safevileri ise Osmanlı akınlarına karşı koyabilmek için 1548 yılında Portekizlilerle bir antlaşma yaparak onlardan ateşli silahlar satın aldı. Daha önce de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Venediklilerden top ve ateşli silah ile birlikte bunları kullanacak kişileri kendi ordusuna dahil ettiyse de, 1473 yılında Fatih ile yaptığı Tercan Savaşı'nı, Osmanlı silahlarının üstünlüğü sebebiyle kaybetti. Yine 1514'teki Çaldıran Savaşı'nda her iki tarafın güçleri eşit olmasına rağmen, üstün silah gücü sayesinde Osmanlı ordusu galip gelen taraf oldu. Bu neticelerden sonra 1528 yılında Safevi Sultani Sah Tahmasib, İngiltere'den silah ve malzeme getirmeye baslarken, bir taraftan da Rumlu Tüfenkçiler denilen, tamamı Osmanlı Türkleri'nden oluşan ve tüfenk kullanan bir grup kurdu.

Osmanlıların askerî yardim gönderdiği diğer bir Müslüman devlet Afrika ülkesi olan Bornu Devleti'dir. En parlak dönemini May idris Elevma (1571-1603) döneminde yasayan ve gücünü İslam'ın çevreye yayılması için kullanan bu devlet lideri, 1576 yılında III. Murad'a bir elçi göndererek itaat bildirdi ve Osmanlı Devleti'nden askerî ve teknik yardim istedi. Trablusgarb Beylerbeyliği vasıtasıyla yapılan yardımda birçok tüfek ve tüfekçi gönderilmiştir. Elevma, bu yardim sayesinde, çakmaklı tüfeklerle donatılmış bir ordu kurmuştur.

Baştan beri verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi Osmanlılar, İstanbul'un fethini müteakip çok sayıda ateşli silahlarla mücehhez bir ordu kurarak dünya devletleri arasında ciddi ve caydırıcı bir güç halini almaya başlamışlardır. Bu gücü onlara sağlayan faktörlerden birisi olan ateşli silahlardaki üstünlükleri sayesinde batıdaki ve doğudaki düşmanlarına karşı pek çok mücadelede muvaffak oldular. On yedinci asrın ortalarına kadar hiçbir İslam ülkesi ateşli silah teknolojisinde Osmanlıların gücüne erişememişti. Avrupa devletlerinin ise Osmanlıları yakalamaları ancak bu asrin başlarında gerçekleşebilmiştir. Çağın savaş teknolojisini çok iyi takip eden ve bunu en iyi şekilde kullanan Osmanlılar, bu teknolojinin Müslümanların dünyanın dört bir yanında muvaffak olmaları adına kullanılmasında elinden gelen yardımı esirgememiştir. Bir taraftan kendisi Avrupalı düşmanları ile çarpışırken, bir taraftan da, Afrika'dan Sumatra'ya, oradan Asya'nın ve Hindistan'ın ortalarına kadar hakimiyetleri dışındaki çok büyük bir coğrafyaya ateşli silah ve asker yardımı yaparak Müslüman devletleri Gayri Müslim düşmanları karşısında desteklemiştir. Dünya'nın üçte birine fiilen hakim olan Osmanlılar diğer üçte birinde de, kendilerine sevgi ile bağlanan ülkeler sayesinde söz sahibi olmuşlardır.

Ayrıca;
Fatih Sultan Mehmed'in de her Osmanlı padişahı gibi bir mesleği vardı. Padişahlara meslek edindirme geleneği halkın "padişah hiç bir şey yapmadan hazineden geçiniyor" dememesi içindir. Her padişahın bir mesleği vardır. Fatih Sultan Mehmed ise bir top dökümcüsü olarak başlamış ve kendini geliştirerek bu işin bilim adamlığı kısmına geçmiştir. İstanbul' u fethederken kullandığı topları, yanına çağırtıp, icadı için birlikte çalıştığı Bizanslı bir bilim adamıyla beraber, kendisi bizzat icad etmiştir.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanli Devleti'nin Yukselis Sebepleri
Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini aynı zamanda fetih politikası ve hızlı bir şekilde cihan devleti olmasının sebeplerinde aramak gerektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’nin fetih politikası ve küçük bir beyliği kısa zamanda cihan devleti yapan sebepler, aynı zamanda yükseliş sebepleri olarak zikredilebilir. Ancak yine de konuyu, ayrı olarak ele almakta yarar vardır. Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür:

1) En önemli sebep, manevî değerlerine ve İslâma olan bağlılıklarıdır. Bunu i’lây-ı kelimetüllah ruhu diye de ifade edebilirsiniz. Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir. Bir ferdin himmeti milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağlar ve şahsî hayatını milletin hayatına tercih ettiren önemli sebepler bulunmalıdır. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerden başkası olamaz. O halde manevî değerleri ile ordusunu techiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez. Bu mânâyı târihe bakarak, daha da müşahhas hale getirebiliriz. Osmanlı Devleti’nin bir zamanlar, bütün Avrupa ’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur'ân dan alınan şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim” Gerçekten Kosova meydan muharebesine çıkan Murad Hüdavendigar “Yarab beni din yolunda şehid , ahirette said et” demiş ve istediği olmuştur. Bu ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış; daima Avrupa'yı titretmiştir. Size de soruyorum; şu dünyada basit fikirli ve saf kalpli olan genç askerlerin ruhunda öyle ulvi fedakarlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi duygu bu mânevî değerlerin yerlerine ikame edilebilir? Allah ve ahiret inancından başka hangi şey, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?

Tarih bize gösteriyor ki, biz Müslüman Türkler , ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz. Ne vakit mânevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemişizdir. O zaman düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır. Bilesiniz ki, düşman bizi hiç bir zaman açık savaşta yenememiştir. Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir. Bir milletin maddî bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, mânevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur.

Vatana ihanet suçuyla 1821 yılında Patrikhanenin orta kapısı önünde asılmış bulunan İstanbul 'daki Fener Patriki Gregorios tarafından Rus Çarı Aleksandr'a yazılan mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler , sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve mânevî bağları koparmak, dinî metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Mânevîyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır. Osmanlı Devleti n'i tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türkler'e bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır.”

Sultân Aziz devrinde, İstanbul Rus Elçisi olan GeneraI İgnatyef , bu mektubu zikrettikten sonra şunu ilave eder: “Ben vazifedeyken bu teşhisler isabetle tecelli etti”. Evet maalesef bu oyunlara gelen Tanzima t gençliği, Rus elçisinin dediği gibi, “millî ananelerin düşmanı ve atalarının papuçları olamayacak bir hale gelmişlerdi'. İbn-i Kemal de, Osmanlı Devleti’nin Gazneliler , Selçuklular ve Harzemîler gibi, Müslüman devletlerle mücadele ederek ve kendi mevlâlarına isyan ederek yükselmediğini, belki tamamen yukarıda anlatılan gazâ ruhuyla ve yüksek bir himmetle yükseldiğini misâller vererek açıklamaktadır. Osmanlı Tarihlerinin mukaddimelerinde zikrettikleri bazı menkıbeler de, bu ruhu açıklamak için zikredilmişlerdir.

2) Osmanlı Devleti’ni yükselten sebeplerin ikincisi, Osmanlı Devleti’nin özellikle yükselme dönemlerinde tam bir hukuk devleti olması yani şer’-i şerif ve kanun-ı münifin esas kabul edilmesidir. Gerçekten de, içinde 763 Kanunnâmeyi neşrettiğimiz Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizi inceleyenler göreceklerdir ki, Osmanlı Devleti’nin yükseliş, duraklama, gerileme ve yıkılışını, kanunnamelere bakarak grafikle göstermek mümkündür. Osmanlı Kanunnâmeleri, Fâtih ’den itibaren zirvededir. Kanuni devrine kadar, kanun yapma ve kanunu uygulama görevleri ehil ellerdedir. II. Selim ’den itibaren durgunluk başlamıştır. III. Murad zamanında durmuştur. Daha sonra ise, önce gerilemiş; sonra da Adâletnâmeler ’le örtülemeyecek kadar gedikler açılmıştır. 1700-1800 yılları arası Osmanlı Devleti’nin hukuk devleti olmaktan çıkma tehlikeleri yaşadığı dönemdir. Osmanlı vatandaşı, yükselme döneminde Müslüman olsun gayr-i müslim olsun, tam bir hukuk devleti olduğuna ve ayırım yapılmaksızın adaletin icra edildiğine inanmaktadır. İşte vatandaşı böyle bir inanca sahip devletin yükselmesi mukadderdir. “Padişah fermanıyla kira bedellerinin olduğu gibi bırakılması olmaz. Zira Padişahın emriyle nâ-meşrû‘ olan şey meşrû‘ olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur. Bu hususlarda emr-i şer‘-i şerif budur. Bir türlü dahi değildir. Şer‘i hükümlere vâkıf iken onları ketmetmek, Kur’ân'daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır” diyen Ebüssuud ’lar; “Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince. Ammâ çan ve nâkus çalmayalar. Ve kiliselerin alub mescid etmeyem” diyen Fâtihler ve nihayet “Madem ki, onlar ra‘iyyetliği kabul etmişler. Dinimiz gereği, onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara cebretmek, dinimize muhâlifdir” diyerek, hem gayr-ı müslimlerin şahsî hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de meşru‘ sınırlar içinde kalmak şartıyla din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı anlatan Zenbilli Ali Efendiler , bu izaha çalıştığımız hukuk ve adalet devletinin sacayakları olmuşlardır.

3) Devletin devam ve bekasına sebep olan para ve askerin mükemmel oluşudur. Osmanlı Devleti’nin yükselmesine sebep olan para, halktan zorla toplanan para değil, memleketin mamur olmasından ortaya çıkan paradır. Bu dönemde, Osmanlı parasının kaynakları tamamen şer’î vergiler ve meşru gelir kaynaklarıdır; tekâlîf-i örfiyye neredeyse yok gibidir. Yıldırım Bâyezid , kadıların davacı ve davalılardan aldıkları harçları rüşvet sayarak buna vesile olan kadıları idam etmeye kalkışacak kadar hassastır. Asker ise, ehliyetli ve vasıflıdır. Çünkü tam bir gaza aşkıyla eğitimli askerler yetişmektedir. Kanuni devrine kadar, yeniçerinin adedi en fazla 10-12 bin kadardır. Ama her yerden zafer haberleri gelmektedir. Viyana bozgununda bu sayı 50 binlere ulaşmıştır. Ancak mal toplamaktan başka kayguları yoktur. Bu dediklerimize Yeniçeri Kanunnâmesi en canlı şahittir. En önemlisi de, yükselme döneminde asker siyâsetin ve idarenin içinde değildir.

4) Günümüzde bazı araştırmacıların tenkit ettiği gılmân sistemi yani kapıkulu sistemi de, devletin yükseliş sebeplerinin başında gelmektedir. Zira tarihde çoğu büyük devletler, kendilerine tabi olan aristokrat beylerin isyanlarıyla yıkılmışlardır. Abbasî Devleti kendi elleriyle büyüttükleri aristokrat aileler eliyle; Büyük Selçuklu Devleti mevâlî- olan Harzemiler eliyle yıkılmışlardır. Günümüzde de devletin hânedânlarla sıkıntıda olduğu ortadadır. İşte Osmanlı Devleti, bu sıkıntılardan kurtulmak için, ailesi ve yakın çevresi bulunmayan devşirme ve köle asıllı insanları Enderûn denilen özel mektepte bir devlet adamı gibi yetiştirerek onları devletin yükselmesinde istihdâm etmiş ve başlangıçta muvaffak da olmuştur.

5) Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemlerinde tam manasıyla hür bir ilmin de önemli etkisi olduğunu ifade etmekte yarar vardır. Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma'rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te'min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür. Abbasî Devleti'nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerinin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misâllerdir. Fâtih Sultân Mehmed'in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih'i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî ; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: “Kadılar, şer'î hükümler i icra edeceklerdir. Ancak memleketin nizâmı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir”. Bu sebebledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf , ilim adamlarına ise erbâb-ı kalem demişlerdir. Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir. İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şe*****ir. Hakk'a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk'dan başkasına tâbi olmaz. Zira hakk'ı tanıyan, hakk'ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakk'ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icabeder. Ebüssuud ’un biraz önce zikrettiğimiz şu cümleleri bunu aksettirmektedir: “El-Cevab; Olmaz. Padişah'ın emri ile nâmeşru' olan şey meşru' olmaz. Haram olan nesne helâl olmak yoktur”.

6) Osmanlı Devleti’ni yükselten sebeplerden birisi de vazifelerin, ister ilmiyede, ister seyfiyede ve isterse de kalemiyede olsun, ehil olanlara verilmesidir. Medeniyetlerin kurulmasında ve yıkılmasında mahâret ile salâhatın önemi inkâr edilemez. Tarihe bakıldığında görülecektir ki, bu iki vasfı kendinde birleştiren milletler nice medeniyetler kurmuşlar ve daima payidâr olmuşlardır. Yıkılan bütün medeniye t ve devletlerin altında ise, aranırsa mutlaka bu iki vasıftan birinin veya ikisinin yokluğunun yattığı esefle müşahede olunur. Mahâret , kişinin kendi mesleğinde ehil, uzman ve kâbiliyetli olmasıdır. Salâhat ise, kişinin din ve ahlâkça yüksek bir seviyeye ulaşmasıdır. Şunu önemle belirtelim ki, salâhat ve mahâret birbirinden ayrıdır. Hamiyet, vatanperverlik, sadâkat ve adâlet gibi ulvî duygular, salâhatın meyvesidir ve o bahçede yetişir. İş, san'at, kabiliyet ve benzeri hususlar ise, mahâret bahçesinden derlenebilen meyvelerdir. Kalb ve vicdanı manevî duygularla bezenmeyen bir insandan hakikî mânâda hamiyet, sadakat ve adâlet beklenilemez. Ancak, iş, san'at ve kabiliyet başka şeyler olduğu için, sâlih olmayan bir adam güzel çobanlık yapabilir; ayyaş bir adam ayık olduğu zamanlarda iyi saat tamir edebilir. Yani bu noktada salâhat ayrıdır, mahâret ayrı...

Elbette ki, vazifelere yapılan tayinlerde, hem sâlih, hem de mâhir olanlar, yânı hamiyetle fazileti birleştiren, kalbi ve fikri münevver olanlar tercih edilecektir. Bu vasıfları beraberce bulunduran insanlar yeterli sayıda değilse, bu takdirde ya mahâret ya da salâhat esas alınacaktır. İslâm 'a göre ikisini birleştiren bir eleman yoksa, san'at'ta ve işde mahâret tercih sebebidir.

Bir kısım İslâm hukukçuları ve tefsirciler tarafından, özellikle idarî yetkiye sahip devlet ricaline hitâben nâzil olduğu söylenen Kur’ân'ın şu âyeti, bu konuda çok mânidardır:

“Haberiniz olsun ki, Allah sizlere muhakkak şunları emrediyor: Biri emânetleri ehline vermeniz, biri de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hareket etmenizdir. Allah size ne güzel öğüt veriyor. (Her halde bu emirleri tutmalısınız). Zira şüphesiz ki, Allah verdiğiniz kararları işitir ve emânetler hakkında yaptıklarınızı görür”.

Hz. Rasûlullah'ın (S.A.V.) “Emaneti ehline ver ve sana hâinlik edene hıyânetle mukâbele etme” hadisi de, bu mânâyı teyid etmektedir.

Osmanlı Devleti 'nin yükselme devrini tetkik edenler, neden kısa bir zamanda dünya devleti haline geldiğini ve salâha t ile mahârete ne derece riâyet ettiklerini çok iyi bilirler. Rumeli’deki Sırp , Macar ve muhtelif kavimlerin kendi arzuları ile neden Osmanlı hâkimiyetini tercih ettiklerinin sebebini, hakperest ve cesur padişah Yavuz kadar Zenbilli Ali Efend i'de ve Muhteşem Süleyman kadar Osmanlı hukuk âbidesi Ebûssuud'da da aramak icab eder. Devleti haricî münâsebetlerde temsil eden nişancıların, diplomatik ve diplomasi ilminin mütehassısları ve kazaskerlerden titizlikle seçildiğini müşâhede edince; Kanuni'nin sadrazamının dilinden bir sadrazamın nasıl olması gerektiğini yine onun kaleme aldığı “Asâfnâm e”den ibretle okuyunca ve bakanlar kurulu demek olan Divan -ı Hüm âyun'un “hâcegân -ı divan “ olmadan toplanmadığını kanunnâmelerden öğrenince, Osmanlı Padişahlarının neden ve nasıl zaferden zafere at koşturduğunu daha iyi anlıyoruz.

Osmanlı Devleti'nin duraklamasında ve gerilemesinde, ehil olmayan insanların göreve getirilişinin yattığını çok iyi idrâk eden Osmanlı Padişahı, vezir-i a'zamına bu hakikatı, bir tayin fermanı münâsebetiyle şöyle ifade ediyor:

“Benim Vezirim, Tezkirecilik görevi için, ehliyetli bir kaç adayı düşünerek seçip, bana arzet. Önce kendi devlet adamlarımızı terbiye etmeyip, her birinde türlü türlü uygunsuz tavırlar varken, başkalarını terbiye etmeye yüzümüz kalmıyor. Ben senin kimseye iltimas yapmayacağını biliyorum. Gerek bu çeşit fiillere ve gerek tamah ve rüşvete cesaret edenleri, niçin tarafıma ifade etmezsin? Hep “benden olmasın” diye diye devletimiz bu hale geldi. Bundan sonra vâkıf olduğun kötü hareket her kimden zuhûr ederse, tarafıma bildiresin. İşte sana tenbih ediyorum.”

7) Bütün bu sebeplerin etkisiyle, yükseliş dönemindeki Osmanlı idaresinde rüşvet , suiistimal, sefâhet, israf ve gayr-i meşru masraflar, vatandaşa zulüm ve benzeri kötülüklerin olmayışı, Osmanlı Devleti’ni kısa zamanda yükseltmiştir
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Padişah mezarları
1-Osman Gâzi Hân: Bursa’da Osman Gâzi Türbesi’nde.
2-Orhan Gâzi Hân: Bursa’da Orhan Gâzi Türbesi’nde.
3-I. Murat Hân: Bursa, Çekirge’de kendi türbesinde.
4-I. Bayezit Hân: Bursa’da Bayezit Hân Türbesi’nde.
5-I. Mehmet Hân: Bursa Yeşil Türbe’de.
6-II. Murat Hân: Bursa, Murâdiye semtinde.
7-II. Mehmet Hân: Fatih’te, Fatih Câmii bahçesindeki türbesinde.
8-I. Selim Hân: Yavuz Selim Câmii bahçesindeki türbesinde.
9-I. Süleyman Hân: Süleymaniye Câmii bahçesindeki türbesinde.
10-II. Bayezit Hân: Bayezıtta Bayezıt Câmii bahçesindeki türbesinde.
11-II. Selim Hân: Ayasofya Câmii ön bahçesindeki türbesinde.
12-III. Murat Hân: Ayasofya Câmii ön bahçesindeki türbesinde.
13-III. Mehmet Hân: Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesinde.
14-I. Ahmet Hân: Sultanahmet Câmii yanındaki türbesinde.
15-I. Mustafa Hân: Ayasofya Câmii önündeki türbesinde.
16-II. Osman Hân: Sultanahmet Câmii yanındaki türbesinde.
17-IV. Murat Hân: Sultanahmet Câmii yanındaki türbesinde.
18-İbrâhim Hân: Ayasofya Câmii bitişiğindeki türbesinde.
19-IV. Mehmet Hân: Yeni Câmii arkasında Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
20-II. Süleyman Hân: Süleymaniye Câmii bahçesindeki Kânunî Türbesi’nde.
21-II. Ahmet Hân: Süleymaniye Câmii bahçesindeki Kânuni Türbesi’nde.
22-II. Mustafa Hân: Yeni Câmii arkasındaki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
23-III. Ahmet Hân: Yeni Câmii arkasındaki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
24-I. Mahmut Hân: Yeni Câmii arkasındaki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
25-III. Osman Hân: Yeni Câmii arkasındaki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
26-III. Mustafa Hân: Lâleli Câmii önündeki türbesinde.
27-I. Abdülhamit Hân: Bahçekapı’da Hamidiye Türbesi’nde.
28-III. Selim Hân: Lâleli Câmii önündeki türbesinde.
29-IV. Mustafa Hân: Bahçekapı’da Hamidiye Türbesi’nde.
30-II. Mahmut Hân: Çemberlitaş’taki kendi türbesinde.
31-I. Abdülmecit Hân: Yavuz Selim Câmii bahçesindeki türbesinde.
32-I. Abdülaziz Hân: Çemberllitaş’taki Sultan II. Mahmut Hân Türbesi’nde.
33-V. Murat Hân: Yeni Câmii arkasındaki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’nde.
34-II. Abdülhamit Hân: Çemberlitaş’ta Sultan II. Mahmut Hân Türbesi’nde.
35-Reşat Hân: Eyüp’te Sultan Reşat Hân Türbesi’nde.
36-Vahidettin Hân: Şam’da Sultan Selim Câmii kabristanındadır.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Ey Osmanlı geri dön”


16 Eylül 2005 Cuma
İsrailli yahudi entelektüel İsrael A. Shamir “Ey Osmanlı Geri Dön” adlı makalesinde dünya barışı için yeniden Osmanlıya ihtiyaç olduğunu, imparatorluğun yıkılışından sonra sadece Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın da acı çektiğini, Balkanlar, Filistin ve Irak’ta yaşananları örnek göstererek anlatıyor. İşte bu makaleden sizlere çarpıcı bölümler:
“... İmparatorlukta kurucu unsur olan Türklere, Avrupa hayrandı ve onlardan korkuyordu, oysa şimdi onlar da Frankfurt ve Londra’nın çöpçü bulaşıkçıları için işlerinde istenmeyen rakipler. Şimdi kimi Türk liderler AB’ye girmek hülyalarıyla kendilerini avuturken, belki de artık imparatorluğu geri getirmeyi düşünmeye başlamamızın tam sırası. Aslında imparatorluk çok büyük ve etkisiz olduğundan yıkılmadı. Toy yerel elitler zehirli ulusçuluk meyvasından yediler; bunu onlara Batılı lafazanlık üstadları sunmuştu... İmparatorluğun yıkılışından sadece Ortadoğu çekmedi. Hatta ilk ayrılan eyalet Yunanistan’ın şimdi avro tarafından ekonomisi mahvedilmez ve zengin kuzeylilerin otelcisi haline getirilmezdi. Onun da, Rumların, İskenderiye’den İstanbul’a dek imparatorluğun kalburüstü ahalisi olduğu günleri özlemek için iyi bir nedeni var...
Osmanlıdan kopan ülkelerin hiçbiri başarılı bir devlet kuramadı. Ve Batılı yırtıcılar, giderek daha ve daha da küçük gruplar arasına kavga ekmeye devam ettiler, şimdi Türkiye ve Irak’taki Kürt hadiselerinde görüldüğü gibi.
AB ile Avrupa, bin yıl önce çökmüş Şarlman imparatorluğunu yeniden kurdu. Eğer Batı’nın sürekli düşmanları birleşiyorsa, bu niye doğuda da olmasın... Avrasya’da hakimiyet kavgaları vermek, yerine Türkler, Slavlar, Araplar güçlerini birleştirebilirler. İstanbul’u ortak başkent ve imparatorluk hükümeti payıtahtı yapabilir. İstanbul bizim Brüksel, New York ve Pekin’e cevabımız olabilir. Yüzyıllar sürmüş hakimiyet kavgaları Avrasya’da nice savaşlar çıkarmış iken, birlik tüm istekleri tatmin edebilir. Rusların da dahil olduğu birliğin başkenti İstanbul olabilir. Türkler ise Kırım ya da Taşkent’le komşu olur, Yakutistan’ın uzak elmas madenleri ve Pravoslav Türklerinin diyarları, tek bir Rusla savaşmadan elde edilir. Ortadoğu birkez daha, hep ait olduğu Avrasya’ya dahil edilir; Washington’dan, Londra’dan, Brüksel’den gelecek emirlere boyun eğmez. Çok uzak bir yer olmaktan çıkan Türkiye, Bağdat’la Kiev’den, Belgrat ve Kahire’den, Vladivostok ve Ankara’dan gelenlerin buluşma yeri olur.”
Osmanlı artık tarihe mal olmuştur. Yeni Dünya Düzeni ya da Globalleşme Osmanlının son izlerini silme hareketidir. Aşırı Türk düşmanı Churcille(Çörçil) bile (o tarihte iktidarda olanlara) Aman Osmanlıyı yıkmayın. Onun boşluğunu dolduramayız. Ve bir gün gelir Osmanlıyı ararız demiştir. Rumlar ve Ermeniler Batı’nın oyununa gelmemiş olsaydı Türkiye’de 5- 7 milyon Rum, 2- 3 milyon Ermeni Türkiye’nin kaymağını yiyen etnik grup olacak idi. İsrail aydını Shamir, Osmanlının yeniden ihyasını istemektedir. Ancak bu mümkün değildir. Kaldı ki bizler Osmanlı devrindeki ceddimiz kadar temiz değiliz. O tarihte İstanbul’da senede en fazla 3 cinayet ve hırsızlık oluyordu. Şimdi ise evimizde bile güvende değiliz...
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Osmanlı Devirleri Genel Bilgi
Kuruluş Dönemi

Osmanlı Devleti'nin Genel Özellikleri

Osmanlı tarihi, Anadolu Türkiye tarihinin 4. dönemini oluşturur.

Türk devletleri içinde en uzun süre yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşanıdır.

Türk Devletleri içinde merkezi otoritesi en güçlü olanıdır.

Kültür ve uygarlık alanında en çok ilerleyen Türk Devleti'dir.

Mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullanır. Ancak, I. Ahmet dönemine kadar veraset yasası belirgin değildir.

Şeriat hukuku ile yönetildiğinden Teokratik, mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullandığından Monarşik devlet yapısı görülür.

Fetih temeline dayandığından askeri, etnik yapı çeşitli olduğundan çok uluslu bri imparatorluktur.

Fetih politikası, dinsel (cihat) ve ekonomik (ganimet) amaçlı olmuştur.

Osmanlıların Kökeni

1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra Anadolu'da Moğol hakimiyeti başladı.

Bu tarihten önce Kayı Boyu, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat zamanında Anadolu'ya gelmişti.

Kayı Boyu Anadolu'ya ilk geldiğinde başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı.

Anadolu Selçuklu Sultanı tarafından Kayı Boyu'na Söğüt ve Domaniç kışlak olarak verildi.

Kuruluş Sırasında Anadolu ve Çevresi

Kayı boyu Söğüte geldiğinde Anadolu'da Beylikler dönemi başlamıştı.

Anadolu Selçuklu Devleti henüz yıkılmamış fakat İlhanlı Devleti'nin egemenliği altına girmişti.

IV. Haçlı seferi sırasında İstanbul'dan kaçan Rumlar Karadeniz Bölgesi'nde Trabzon Rum Devleti'ni kurmuştu.

Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi Bizans hakimiyetindeydi.

Moğol istilası nedeniyle Anadolu'ya Türkmen akını başlamıştı.

Türkmen göçleri sonunda Anadolu'daki Hristiyan nüfus azaldı, Hristiyanlar şehirlere yerleşti.

Türkmenler Selçuklu etkisinden kurtardıkları mistik liderleriyle tarikatlar kurmuştu.

Zanaat loncaları yani ahiler zamanla güçlenerek, halkı askeri ve siyasal kargaşaya karşı korumuştu.

Türkmenlerin çoğu köylere yerleşerek tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştı.

Göçebe yaşamı sürdüren boylar daha çok Güney Anadolu'da, Toroslar'ın eteklerine ve Çukurova'ya yerleşmişti.

Ege, Marmara ve Doğu Karadeniz'de Rumlar, Kayseri ve Sivas'ta Moğollar, Çukurova ve Doğu Anadolu'da Ermeniler yaşamaktaydı.

Anadolu'nun Kuzey Doğu'sunda Altınordu Devleti hüküm sürmekteydi.

Doğu Anadolu ve İran Bölgesi'nde İlhanlılar bulunmaktaydı.

Trakya Bölgesi ve Marmara'nın güneyi ile Batı Anadolu'da Bizans egemendi.

Yakın Doğu'da en önemli siyasi güç Memlük Devleti idi.

Balkanlar'da derebeylik rejimi ile yönetilen, Sırp Krallığı, Bulgar Krallığı, Arnavut Beyliği, Macar Krallığı, Eflak ve Boğdan Beylikleri, Mora Despotluğu, Bosna ve Hersek Beylikleri, Erdel Beyliği bulunmaktaydı.


Osmanlı Devleti'nin Büyüme Nedenleri


İslam dini ve İslam dininin öngördüğü cihat inancı.

Türkmen desteğinin alınması ve beyliklerle iyi geçinilmesi.

Anadolu'ya gelen Türkmenlerin fethedilen yerlere yerleştirilmesi yani düzenli iskan politikası

Balkanlardaki düzensiz siyasi birlik ve Bizans'taki taht kavgaları.

Yetenekli ve deneyimli yöneticilerin iş başına geçmesi.

Merkezi otoritenin güçlü olması.

Fethedilen bölgelerde halka karşı adil davranılması ve dinsel hoşgörünün olması.


Osman Bey Dönemi (1299-1326)

Ertuğrul Gazi'nin 1281 yılında ölümü üzerine boyun başına Osman Bey geçti.

1299 tarihinde Osmanlı Beyliği'nin bağımsızlığını ilan etti. Bu tarih Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.

Osman Bey, Yenişehir, Karacahisar, Yarhisar, Bilecik, Mudurnu ve İnegöl'ü aldı.

Osman Bey'e en büyük desteği Anadolu ahileri ve Türk beyleri sağladı.

Bölgede bulunan Bizans tekfurlarına karşı büyük başarılar kazandı.

1308 tarihinde Koyunhisarı'nda Bizans ile ilk savaş yapıldı ve başarı sağlandı.


UYARI : 1308'de Anadolu Selçukluları'nın yıkılışı üzerine Osman Bey İlhanlılar'a bağlılığını bildirdi. Bu dönemde ilk defa para basıldı.

1281 yılında Karacahisar'ı ele geçirdi.

1320 tarihinden itibaren ordunun başına Orhan Bey geçti.

Orhan Bey 1326'da Bursa'yı kuşattı.

Şehir ele geçirildiği gün Osman Bey öldü.

Orhan Bey Dönemi (1326-1362)

Orhan Bey 1324 tarihinde Osmanlı Beyliği'nin başına geçti.

Bursa şehir alınarak başkent yapıldı.

1329'da İznik üzerine yürüdü ve Bizans ile yapılan Maltepe Savaşı'nda İznik ele geçirildi.

Kocaeli Yarımadası'nın fethi tamamlandı.

1342'de Ulubat ve Mihaliç Kaleleri alınarak Karesioğulları ile komşu olundu.

İlk Osmanlı donanması bu dönemde kuruldu.

İlk defa 1353 tarhinde Rumeli'ye geçildi.

Marmara'nın kuzey ve batı kesimlerinin fethi tamamlandı.

Gelibolu'nun tamamı, Malkara ve Keşan ele geçirildi.

İlk defa divan teşkilatı kuruldu. İlk vezir de bu dönemde atandı.

İlk Kaptan-ı Derya (Karamürsel Paşa) bu dönemde atandı.

I. Murat Dönemi (1362-1389)

I. Murat kardeşlerini öldürerek tahta geçen ilk Osmanlı padişahıdır.

1362 yılında Sazlıdere Savaşı ile Bizans ordularını yenerek Edirne'yi fethetti.

Gümülcine ve Filibe alınarak Bizans'ın Balkanlarla olan bağlantısını kesildi.

Bu durum Balkan uluslarının Osmanlı'ya karşı birleşik haçlı ordusu oluşturmalarına sebep oldu.

UYARI : 1364 yılında oluşturulan bu Haçlı ordusu tarihte Osmanlı Devleti'ne karşı oluşturulan ilk Haçlı ordusudur.

1364 tarihinde Sırp Sındığı savaşı ile Haçlı ordusu bozguna uğratıldı.

Bu savaş ile Balkanlar'da Macar etkisi kırıldı.

1371'de Sırplarla Çirmen Savaşı yapıldı ve Sırplar bozguna uğratıldı.

1389 tarihinde ikinci bir Haçlı ordusu Osmanlı Devleti'ne saldırdı.

1389 tarihinde Kosova Savaşı ile Haçlı orduları ikinci kez yenildi.

UYARI : Bu savaş sonunda, savaş meydanında bulunan yararlıların büyük bir bölümü düşman askeriydi. Sultan Murat, savaş sonrası, savaş meydanında dolaşırken uzakta ölüler arasında bir kıpırdanma oldu. Ölüler arasında uzun boylu bir Sırplı (Kral Lazard'ın damadı, Miloş) kalkarak padaişaha doğru gelip elini öpmek istediğini söyledi. Padişaha yaklaşan Sırplı, aniden hançerini çekerek muhafızlara rağmen I. Murat'ı hançerledi. Sırplı hemen oracıkta paramparça edildi.

Anadolu'da Germiyanoğulları'ndan Kütahya, Simav ve Tavşanlı çeyiz olarak alındı.

Ankara ele geçirildi.

Çandarlı Halil'in teklifi ile Yeniçeri Ocağı'nın temeli atıldı. İlk defa devşirme sistemi uygulanmaya başlandı.

Tımar sistemi oluşturuldu.

Rumeli Beylerbeyliği kurularak, merkeze bağlı eyalet sistemi oluşturuldu.

I. Bayezit (Yıldırım) Dönemi (1389-1402)

Beyliklerler mücadele ederek Anadolu'nun siyasi birliğini sağladı.

İstanbul iki kez kuşatıldı fakat başarı sağlanamadı.

İlk kuşatmada Bizans Avrupa'dan yardım istedi ve Haçlı ordusu harekete geçti.

1396 Niğbolu Savaşı ile Haçlı ordusu bozguna uğratıldı.

UYARI : Bu savaş sonunda Mısır'da bulunan Abbasi Halifesi I. Mütevekkil, Yıldırım Bayezit'e gönderdiği mektupta ona "Sultan-ı İklim Rum" diye hitap etmiştir.

Bu savaşla Bulgaristan ele geçirildi, Eflak ve Bosna Osmanlı Himayesine girdi.

İkinci İstanbul kuşatması sırasında Boğaz'ın Anadolu yakasına Güzelcehisar da denilen Anadolu Hisarı inşa edildi.

Bu kuşatma Timur'un Anadolu topraklarına girdiği haberi üzerine kaldırıldı.

Ankara Savaşı'nın Nedenleri

1. Timur'un cihan hakimi olma amacıyla büyük bir imparatorluk kurmak istemesi

2. Timur'un, Çin'e yapacağı seferde Batı'da güçlü bir devlet bırakmak istememesi.

3. Ahmet Celayir ve Kara Yusuf'un Osmanlı Devleti'ne sığınması

4. Türkmen Beylerinin Timur'a sığınması ve Beylerin Timur'u kışkırtması.

Ankara Savaşı (1402)

Timur, 1402 yılında Anadolu'ya girerek, Sivas'ı aldı.

Yıldırım Bayezit ve Timur Çubuk Ovası'nda karşılaştı.

1402 yılında meydana gelen Ankara Savaşı'nda Osmanlı ordusu yenildi ve Yıldırım Bayezit esir düştü.

Ankara Savaşı'nın Sonuçları

1. Yıldırm Bayezit Timur'a esir düştü ve esaret altında öldü.

2. Anadolu'da Türk birliği bozuldu ve beylikler yeniden kuruldu.

3. Batı'ya olan Türk ilerleyişi yavaşladı ve İstanbul'un fethi gecikti.

4. Bizans İmparatorluğu geçici bir süre de olsa kendini toparlama fırsatı buldu.

5. Fetret Dönemi başladı.

Fetret Devri (1402-1413)

I. Bayezit'in oğullarından Süleyman Rumeli'de, Musa Bursa'da, İsa Balıkesir'de ve Mehmet de Amasya'da hükümdarlığını ilan etti.

Kardeşler arasında taht kavgası başladı ve Anadolu'nun siyasi birliği sarsıldı.

Mehmet Çelebi 1413'te kardeşlerini ortadan kaldırarak Osmanlı tahtına geçti.

Osmanlı Devleti, 11 yıl süren Fetret Devri'nde, sağlam devlet örgütü ve yerleşmiş sosyal kurumlar sayesinde yıkılmaktan kurtuldu.

UYARI : Fetret Devri'nde Musa Çelebi İstanbul'u kuşattı.

I. Mehmet (Çelebi) Dönemi (1413-1421)

Anadolu'da siyasi birliği yeniden sağladı.

Aydınoğlu Beyliği'nden İzmir'i aldı.

Karamanoğlu Beyliği'nden Akşehir ve Beyşehir'i geri aldı.

Candaroğlu Beyliği'ni de ortadan kadırdı.

Eflak Beyi'ni yenerek bu beyliği hakimiyeti altına aldı.

UYARI : Fetret Devri'nde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da toprak kaybetmemesinin nedeni Balkanlar'da izlediği hoşgörü politikasıdır.

Batınilik mezhebini yaymaya çalışan Şeyh Bedrettin Mahmut'un müritlerinden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile birlikte isyan etti. Fakat isyan bastırıldı.

1420'de Mustafa Çelebi isyan etti.

II. Murat Dönemi

Bizans'ın desteklediği Mustafa Çelebi hükümdarlığını ilan etti fakat 1422 yılında yakalanarak öldürüldü.

İstanbul'u kuşattı fakat kardeşi Çelebi Mustafa'nın isyanı sonucu, kuşatma yarım bırakıldı.

Menteşoğulları, Candaroğulları, Aydınoğulları ve Taceddinoğulları Beyliklerine son verdi.

Germiyanoğlu Yakup Bey, oğlu olmadığı için topraklarını Osmanlı Devleti'ne vasiyet etti.

Osmanlı-Venedik Savaşı (1425-1430)

Ankara Savaşı'nı fırsat bilen Bizanslılar, Eflaklar, Arnavutlar ve Sırplar, Osmanlı aleyhine harekete geçmişti.

Osmanlı Devleti'nin Adriyatik ve Ege'nin Batı kıyılarına sarkması, Venediklilerin işine gelmiyordu.

Osmanlı Devleti de Balkanlar'da daha güvenli ilerleyebilmek için Venediklilerin elinden Selanik'i geri almak istiyordu.

1425-1430 yılları arasında meydan gelen savaşta Osmanlı Devleti Selanik, Yanya ve Serez'i ele geçirdi.

Orta ve Güney Arnavutluk'ta Osmanlı egemenliği sağlanmış oldu.

1444 yılında Osmanlı ordusu Haçlılara karşı yenilgiler aldı.

Osmanlı Devleti, 1444 yılında kendi lehine olmayan Edirne Segedin Antlaşması'nı imzaladı.

II. Kosova Savaşı (1448)

1444 Varna yenilgisinden sonra yeni bir haçlı ordusu oluşturuldu.

Jan Hunyad önderliğindeki Haçlı ordusu Mora seferine çıkmış bulunan II. Murat'ın ordusuna saldırdı.

1448 tarihinde meydana gelen Kosova Savaşı'nda Haçlı Ordusu bozguna uğratıldı.

Balkanlardaki Osmanlı hakimiyeti kesin olarak sağlanmış oldu.

Bu tarihten itibaren, Avrupalılar, Osmanlı Devleti'ne karşı bir daha Haçlı ordusu oluşturma cesareti bulamadı.

Bu tarihten sonra Avrupalılar sürekli savunmada kalmış, Osmanlı saldıran taraf olmuştu.

Yükselme Dönemi

II. Mehmet (Fatih) Dönemi

İstanbul'un Fethi

Nedenleri ve Hazırlıkları

İstanbul'un Fethinin Nedenleri

1. Osmanlı toprak bütünlüğünün sağlanmak istenmesi

2. Bizans'ın Balkanlar'da bulunan Osmanlı topraklarına asker sevkinin engellenmek istenmesi

3. Bizans'ın Osmanlı taht kavgalarını desteklemesi

4. Hz. Muhammed'in fethi teşvik edici hadisi

5. İstanbul'un dünya ticaret yolları üzerinde bulunan önemli bir kent olması

Fetih Hazırlıkları

Hristiyan aleminin Bizans'a yardım etmesini engellemek için bazı Avrupa ülkeleri ile antlaşmalar yapıldı.

Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı yapıldı.

UYARI : Bu hisarın yapılma nedeni Balkanlar'dan karadeniz yolu ile yapılabilecek yardımları kesmek ve Boğazları kontrol altında tutmaktır.

400 parçalık bir donanma meydana getirildi.

Muslihiddin, Saruca Sekban ve Macar Urban'a büyük kuşatma topları döktürüldü.

İstanbul'un Fethi (1453)

Bizans İmparatorluğu İstanbul şehri ile civardaki birkaç kasabaya hakim bir durumdaydı.

Bizan elindeki donanmayı Haliç'e çekerek, Haliç'in ağzını zincirle kapattı. İstanbul, hem karadan hem de denizden çok sağlam surlarla çevrilmişti.

6 Nisan 1453 sabahı kuşatma başladı.

21-22 Nisan gecesi 72 parça donanma karadan Haliç'e indirildi.

29 Mayıs 1453 sabahı İstanbul'a girildi.

Fethin Tarih Açısından Önemi

İstanbul'un Fethinin Türk Tarihi Açısından Önemi

1. İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti yapıldı.

2. Fetih ile Osmanlı Devleti için için İmparatorluk dönemi başladı.

3. Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü sağlandı.

4. Dünya ticaret yollarının önemli noktası Osmanlıların eline geçti.

UYARI : Bu durum Akdeniz ve Karadeniz ticaretinde etkili olan Venedik ve Ceneviz'e zarar verdi.

5. İstanbul'da bulunan Ortodoks Kililsesi'nin koruyuculuğu Osmanlıların eline geçti.

UYARI : Böylece Osmanlı Ortodoksların lideri konumuna gelmiştir. Bu kilisenin denetim altına alınması, Hristiyan birliğini parçalama amacı taşımaktadır.

İstanbul'un Fethinin Dünya Tarihi Açısından Önemi

1. İstanbul'un fethi ile Orta Çağ kapandı, Yeni Çağ başladı.

2. Doğu Roma imparatorluğu sona erdi.

3. Savaş toplarının üstünlüğü anlaşıldı, sur ve kalelerin önemi azaldı.

4. Feodalizmin yıkılış süreci hızlanmış oldu.

5. İstanbul'un Türkler'in eline geçmesi üzerine Avrupalılar yeni ticaret yolları aramaya başladı.

UYARI : Bu durum Coğrafi Keşifler'in zorlayıcı nedenini oluşturdu.

Anadolu'daki Fetihler

İlk önce 1459'da Cenevizliler'den Amasra alındı.

1460 yılında Candaroğulları Beyliği'ne son verildi.

1461'de Trabzon Rum İmparatorluğu ortadan kaldırıldı.

UYARI : Böylece Büyük Selçukluların başlattığı Anadolu'yu Türkleştirme politikası tamamlandı.

1466'da Karamanoğulları Beyliği'nden Konya ve Karaman alındı.

Otlukbeli Savaşı (1473)

Osmanlılar ile Akkoyunlu Devleti arasında Anadolu'da egemenlik kurma mücadelesi bulunmaktaydı.

Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu Devleti'ni yıkarak, Sivas'a kadar gelmişti.

Candaroğulları ve Karamanoğlu beyleri de Uzun Hasan'a sığınmıştı.

1473 tarihinde yapılan Otlukbeli Savaşı ile Akkoyunlu Devleti yenildi.

UYARI : Bu savaş Akkoyunlu Devleti'ni zayıflatmış ve onun Şah İsmail tarafından yıkılmasına neden olmuştur.

Batıdaki Fetihler

1454 - 1459 arasında Sırbistan'a üç sefer düzenlendi, Sırbistan ele geçirildi.

1460'ta Mora despotları ortadan kaldırıldı.

1462 yılında Eflak, 1476 yılında da Boğdan Beyliği alındı.

1463 yılında Bosna, 1465'te de Hersek Osmanlı Devleti'ne bağlandı.
UYARI : Bu fetih hareketi ile Balkanlar'da siyasi birlik sağlanmıştır.

Denizlerdeki Fetihler

Ege'de 1456 yılında Taşoz, Bozcaada, Semadrek, ve Limni, 1462 yılında Midilli, 1470 yılında da Eğriboz adaları alındı.

1475 yılında Kefe, Azak ve Menküp kaleleri alınarak Kırım Osmanlı topraklarına katılıp Osmnalı'ya bağlı hanlık haline getirildi.

Kırım'ın Alınması'nın Sonuçları :

1. Gedik Ahmet Paşa tarafından Kırım alındı ve Osmanlılara bağlı hanlık haline getirildi.

2. İpek Yolu'nun kontrolü tamamen Osmanlıların eline geçti.

3. Karadeniz bir Osmanlı gölü haline geldi.

4. Cenevizlilerin Karadeniz'deki etkinliğine son verildi.

5. Rusya'ya karşı tampon bölge yaratıldı ve Rusya'nın Karadeniz'e inişi bir süre engellendi.

6. Kırım'ın bağlı hanlık olmasıyla Osmanlılara savaşlarda asker ve ekonomik kaynak sağlandı.

Osmanlı-Venedik Savaşları (1463-1479)

Nedeni :

Osmanlı Devleti'nin İstanbul, Ege Adaları , Amasra, Kırım, Mora Yarımadası ve Yunan Adaları'nı elegeçirmesi ile Venedik ve Cenevizlilerin ticari darbe yemesi.

Sonuçları :

Venediklilerin denizde, Osmanlılar'ın ise karada üstün olması nedeniyle taraflar birbirine üstünlük sağlayamadı. Venediklilerin barış istemesi sonucu 1479'da Venedik Antlaşması imzalandı.

UYARI : Fatih'in Venediklilere kapitülasyon vermekle ulaşmak istediği amaçlar şunlardır: Birincisi ticareti canlandırmak ikincisi ise Avrupa Hristiyan birliğini parçalamaktır.

Otranto Kuşatması (1480)

1. Büyük bir imparatorluk kurmak isteyen Fatih'in, Batı Roma topraklarına sahip olmak istemesi.

2. Avrupa'ya yapacağı seferlerde önemli bir üs kazanmak istemesi

3. Roma'ya ulaşarak Katolik kilisesini denetleyip Avrupa Hristiyan Birliği'ni parçalamak istemesi.

Sonuçları :

1. 1480'de Otranto şehri ve kalesi, Napoli Krallığı'ndan alındı.

2. Fatih'in ölümünden sonra Otranto Napoli Krallığı tarafından ele geçirildi.


Fatih Kanunnamesi

Sınırların genişlemesi ve ihtiyaçların artması üzerine düzenlenmişti.

İki bölümden oluşur :

Birinci Bölüm : Şehzadelerin hükümdar olması ile ilgilidir. Burada kardeş katli yasallaşmış ve şehzadelerin sancaklara gönderilmesi zorunlu tutulmuştu.

İkinci Bölüm : Devlet memurlarının görev ve sorumluluklarıyla ilgilidir. Ayrıca bağlı beylik sistemi uygulamaya geçirilmiştir. Sadrazamlar Divan toplantılarına başkanlık etmeye başlamıştır.

II. Bayezit Dönemi
Cem Sultan Olayı

Fatih'in ölümü üzerine Amasya sancağında bulunan Bayezit devşirmelerin desteğiyle tahta geçti.

KOnya sancağında bulunan ve Türkmenlerin desteklediği Şehzade Cem bunun üzerine taht mücadelesine başladı.

Memluklerin'de desteklediği Cem Sultan, Bursa'yı aldı ve adına para bastırıp hutbe okuttu.

1481'de Yenişehir Ovası'nda yenilen Cem, Konya'ya kaçtı.

II. Bayezit'in gönderdiği kuvvetlere yenilen Cem Sultan, önce Mısır'da Memlüklülere, ardından da Rodos şövalyelerine sığındı.

Yıllarca Avrupa'da dolaştırılan Cem Sultan, 1495 yılında Napoli'de öldü.

UYARI : Cem Sultan'ın Avrupalılara sığınması Osmanlıların bu iç sorununu uluslararası bir sorun haline getirdi. II. Bayezit Cem'i ellerinde tuttukları için Papalığa -1495'te Cem Sultan'ın ölümüne kadar- vergi ödedi. Bu dönemde İspanyolların saldırısına uğrayan Beni Ahmer Devleti'ne destek gönderilemedi.

Osmanlı-Memluk İlişkileri

Osmanlı-Memluk ilişkileri II. Bayezit Dönemi'nde tamamen gerginleşti.

UYARI : Memluk sorunu ileride kesin bir şekilde Yavuz Sultan Selim tarafından çözümlenecektir.

Fatih Dönemi'nde Memlüklüler, Osmanlı Devleti'nin Hicaz su yolları teklifini reddetmiş ve Dulkadiroğulları Beyleri arasında çıkan iç çekişmelere karışmıştı.

Memlükler, Cem Sultan'ı ve Karamanoğlu Beyi'ni de himaye etmişti.

II. Bayezit 1485'te Memlükler üzerine sefere çıktı.

Bu savaşlar genel olarak Osmanlıların aleyhine sonuçlandı.

Ramazanoğulları Beyliği alındı.

Osmanlı-Venedik İlişkileri

1499'da Venediklilerin elinden İnebahtı, Modon ve Koron alındı.

Navarin Limanı Osmanlıların eline geçti.

Karadeniz kıyılarında Kili ve Dinyester Irmağı'nın ağzında bulunan Akkerman kaleleri alındı.

Osmanlı-İran İlişkileri

1501'de Akkoyunlu Devleti toprakları üzerinde Safavi Devleti kuruldu.

Safavi hükümdarı Şah İsmail, Anadolu ve çevresinde Şii birçok taraftar topladı.

Doğu Anadolu'da Şahkulu Baba Tekeli tarafından Şii kökenli bir ayaklanma çıkarıldı ve bastırıldı.

II. Bayezit'ın izlediği gevşek politika ve devlet işlerinden iyice elini çekmesi, Şehzade Selim'i kızdırdı.

Selim, 1512'de Osmanlı tahtına geçti.

I. Selim (Yavuz) Dönemi

Çaldıran Savaşı (1514)

Doğu Anadolu'ya sahip olmak isteyen Şah İsmail bölgedeki Şii Türkmen aşiretlerini Osmanlı'ya karşı ayaklandırıyordu.

Yavuz İran seferi öncesi Dulkadiroğlu Alaüddevle'den yardım istedi fakat isteği reddedildi.

1514'te Osmanlı orduları İran ordularını Çaldıran Savaşı'nda yendi.

UYARI : Yavuz Sultan Selim Trabzon sancağında valilik yaparken Şah İsmail'le savaşmış ve Şah İsmail'in savaş taktiğini öğrenmiştir. Bu savaş sırasında Osmanlılar hareketli topları kullanmışlardır. Bu durum, teknolojik ilerlemenin savaşların sonucunu nasıl etkilediğini göstermektedir.

Bu savaş Osmanlı Devleti'ne Doğu Anadolu'yu kazandırdı.

Şah İsmail kaçtığı için Safavi Devleti yıkılamadı.

Tebrize kadar olan bütün topraklar Osmanlı Devleti'nin eline geçti.

Şii sorunu geçici olarak çözümlendi ve Doğu Anadolu güvenlik altına alındı.

Safavi hazinesi Osmanlı hazinesine aktarıldı.

Turnadağ Savaşı (1515)

Yavuz'un Çaldıran Savaşı öncesi Dulkadiroğullarından istediği yardım reddedilmişti.

Yavuz, Çaldıran zaferinden sonra 1515 yılında Dulkadiroğulları'nı yendi ve bu beylik yıkıldı.

Turnadağ Savaşı sonunda Maraş, Mardin, Elbistan ve Diyarbakır Osmanlı topraklarına katıldı.

Anadolu'da siyasal birlik tamamlanmış oldu.

Mısır Seferi

Yavuz'un İran seferi sırasında Şah İsmail ile Memlüklüler Osmanlı'ya karşı bağlaşma yapmıştı.

Yavuz, 1516 yılında Mısır üzerine sefere çıktı. 1516 yılında Mercidabık Savaşı ile Memluk ordusu bozguna uğratıldı.

Mercidabık zaferi ile Osmanlı Devleti, Suriye ve Filistin'i ele geçirdi.

Yavuz Sultan Selim, 1517 yılında tekrar Mısır seferine devam etti.

Rıdaniye Savaşı ve Memlük Devleti'nin Yıkılışı

Kansu Gavri'nin yerine geçen Tomanbay Osmanlıları Mısır'dan atmak istiyordu.

1517 yılında yapılan Ridaniye Savaşı ile Mısır Ordusu bir kez daha yenildi.

Rıdaniye Savaşı sonunda Memlük Devleti yıkıldı ve Mısır Osmanlı hakimiyeti altına alındı.

Mısır Fethi'nin Sonuçları

1. Memlük Devleti yıkıldı.

2. Suriye, Filistin ve Mısır Osmanlı topraklarına katıldı.

3. Doğu Akdeniz Osmanlı hakimiyetine girdi.

4. Kutsal Topraklar (Mekke ve Medine) Osmanlı hakimiyetine girdi.

5. Kutsal emanetler ve Mekke ile Medine'nin anahtarları Yavuz'a yollandı.

6. Halifelik makamı Osmanlılara geçti.

UYARI : Halifelik böylece Kureyş kabilesinden çıkarak Osmanlı soyuna geçti. Ayrıca Osmanlı'nın teokratik yapısı tamamlandı.

7. Memlük hazinesi, İstanbul'a getirildi.

8. Kıbrıs adasını ellerinde bulunduran Venedikliler, Osmanlı'ya vergi ödemek zorunda kaldı.

9. Baharat yolu Osmanlıların eline geçti.

UYARI : Bu durum Osmanlılar için büyük bir ekonomik kazançtır. Ancak Portekizliler Ümit Burnu'ndan Hindistan'a ulaştığı için Osmanlılar buradan kazanç sağlayamadı.

I. Selim (Yavuz) Dönemi Genel Özelliği

Türk ve İslam alemini tek bir çatı altında toplamaya çalıştı.

Sadece doğu ülkelerine seferler düzenlendi.

Bunun nedeni; Yavuz'un Türk-İslam devletlerini tek çatı altında birleştirmek istemesi ve devlet bütünlüğünü sarsacak tehlikeyi Doğu'da görmesiydi.

I. Süleyman (Kanuni) Dönemi

İç ayaklanmalar
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'nde güçlü devlet otoritesi sayesinde saltanat kavgaları olmamış, ancak bir takım iç isyanlar çıkmıştı.

İlk isyanı 1520 yılında Şam valisi Camberd Gazali çıkarmıştı.

1524 yılında sadrazam olamdığı için ikinci vezir Ahmet Paşa isyan etti.

Bu sırada Yozgat civarında, vergi yüzünden Baba Zennun isimli bir şaki isyan etti.

1527 yılında da, Şiiliği yayma iddiasıyla Kalenderoğlu isyan etti.

Batıya Yapılan Seferler

Batı'da en zor rakip Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu idi.

Şarlken Avusturya ve Macaristan'ı da yanına çekti.

Fransa bu ittifaka karşı cephe aldı.

Kanuni, Şarlken'e karşı Fransa kralı I. Fransuva'yı destekledi.

Fransızlara kapitülasyonlar verildi.

Belgrat'ın Fethi (1522) ve Mohaç Meydan Savaşı (1526)

Macaristan'ın Balkan milletlerini Osmanlı'ya karşı kışkırtması ile 1521'de Macaristan'a sefer düzenlendi.

1521'de Osmanlı ordusu Belgrat şehrini ele geçirdi.

Kanuni, 1526 yılında Macaristan'a bir sefer daha düzenledi.

29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan Savaşı ile Macar Ordusu bozguna uğratıldı.

Osmanlı Ordusu Macaristan'ın başkenti Budin'i (Budapeşte) ele geçirdi.

Macaristan toprakları Osmanlı Devleti'ne katıldı.

UYARI : Bu durum Macaristan toprakları üzerinde emelleri olan Avusturya'yı rahatsız etmiş, böylece Osmanlı Avusturya savaşları başlamıştır.

I. Viyana Kuşatması (1529)

Osmanlı Devleti 1522'de Macaristan'ı fethetmişti.

Şarlken ve Avusturya Arşidük'ü Ferdinand, Macaristan'dan Türkleri atmak istiyordu.

1529 yılında Ferdinand Macaristan'a saldırdı, Macar kralı Yanoş'da Kanuni'den yardım istedi.

Osmanlı ordusu 1529 yılında tekrar Macaristan seferine çıktı.

Avusturya topraklarına giren Osmanlı ordusu başkent Viyana'yı kuşattı fakat kış nedeniyle kuşatma kaldırıldı.

Almanya Seferi (1533)

Avusturya Arşidük'ü Ferdinand, İstanbul'a elçi göndererek kendisinin Macaristan kralı olarak tanınmasını istedi.

İsteği reddedildi ve Ferdinand Budin'i işgal etti.

Kanuni, yeniden Macaristan seferine çıktı ve Almanya içlerine kadar ilerledi.

Karşısına çıkan kimse olmayınca İstanbul'a döndü.

Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında İstanbul Antlaşması imzalandı.

Macaristan Seferi

1533 İstanbul Antlaşması'na rağmen 1540'ta Macar kralı Yanoş'un ölmesi üzerine Kral Ferdinand, Avusturya Macaristan topraklarında hak iddia ederek tekrar Budin'i işgal etti. Kanuni 1541 yılında Macaristan topraklarına yeniden girdi. Avusturyalıları Macaristan'dan attı.

Macaristan'ın Osmanlılar tarafından alınan bölgesi Budin Eyaleti adıyal Osmanlı topraklarına katıldı.

UYARI : I. Süleyman, Macaristan'ı ele geçirdiği zaman iç işlerinde serbest dış işlerinde Osmanlı'ya bağlı duruma getirmişti. Fakat bu durumda Macaristan üzerinde tam bir egemenlik sağlanamamış, Avusturya vakit kaybetmeden Macaristan topraklarını işgal etmişti. Bunun üzerine I. Süleyman Macaristan'ı Budin ve Temeşvar eyaleti bir de Erdel Beyliği olarak üçe ayırdı. Böylece Macaristan doğrudan merkeze bağlandı.

Kanuni, 1566'da Avusturya üzerine tekrar bir sefer düzenledi ve Zigetvar Kalesi'ni aldı.

UYARI : Zigetvar seferi Kanuni'nin son seferidir. Bu savaş esnasında ölmüştür. Askerlerin morali bozulmasın diye ölümü bir süre gizlenmiştir.

Kapitülasyonlar

Fransa'ya Kapitülasyonların Verilmesinin Siyasal Nedenleri

Kanuni'nin, Avrupa'da Şarlken'e karşı giriştiği mücadelede, Fransa'yı yanına çekmek istemesi.

Kanuni'nin Avrupa Hristiyan birliğini parçalamak istemesi.

Avrupa'da bir bağlaşık elde etmek isteği.

Fransa ile 1535 tarihinde bir antlaşma imzalandı.

İran Seferleri (1533-1555) ve Amasya Antlaşması

Nedenleri :

1. Kanuni'nin daha çok Batı'ya sefer yapıp, Doğu'yu ihmal etmesi.

2. İran'ın Şiilik propagandasına devam etmesi.

3. İran'ın Bağdat, Basra ve Basra Körfezi civarında yaşayan Sunni halka baskı yapması ve halkın Kanuni'den yardım istemesi.

Kanuni, 1533-1553 tarihleri arasında İran üzerine topam üç sefer düzenledi.

Bu seferlerde başarı sağlanamadı. Çünkü seferlerde İran şahı Osmanlı Padişahının karşısına çıkmadı.

1555 yılında İran ile Amasya Antlaşması imzalandı.

Amasya Antlaşması (1555)
Bu antlaşma ile Erivan, Tebriz, Bağdat ve Doğu Anadolu Osmanlılara bırakılmıştı. Amasya Antlaşması İran ile Osmanlı arasında imzalanan ilk resmi antlaşma oldu.

Deniz Seferleri

Rodos'un Fethi (1522)
Rodos Adası'nda St. Jean Şövalyeleri hüküm sürmekteydi.

Rodos adası, Papalığın Doğu Akdenizdeki ileri karakolu görevini yapmakta idi.

Şövalyeler Müslüman ticaret gemilerine saldırmakta ve Hristiyan korsan gemilerine yataklık yapmaktaydı.

Rodos Adası, 1522 yılında fethedildi.

Cezayir'in Alınması

Kanuni, Şarlken'i Akdeniz'de zor duruma düşürmek için Cezayir Beyi Barbaros'u İstanbul'a davet etti.

Barbaros, Kaptan-ı Derya olarak Osmanlı donanmasının başına getirildi.

Barbaros Hayrettin Paşa Cezayir'i Osmanlı Devleti'ne hediye etti ve Cezayir savaşsız Osmanlı himayesine geçmiş oldu.

Barbaros Cezayir'e beylerbeyi olarak atandı.

Preveze Deniz Savaşı

Avrupalılar Osmanlı'nın Akdeniz'deki üstünlüğüne son vermek amacıyla Papa'nın önderliğinde Haçlı donanması hazırladılar.

Haçlı donanması Andre Dorya komutasında, Osmanlı donanması ise Barboros Hayrettin Paşa komutasındaydı.

27 Eylül 1538 tarihinde meydana gelen Preveze Deniz Savaşı'nda Barbaros Haçlı donanmasını bozguna uğrattı.

Bu savaşla Akdeniz egemenliği tamamiyle Osmanlıların eline geçti.

Hint Seferleri

Portekizliler Ümit Burnu yolunu keşfederek Hint Okyanusu'na ulaşıp, bu bölgeyi ele geçirerek hem Hindistan'ı ekonomik açıdan kullanmak, hem de Hristiyanlığı yaymak istemişti.

Portekizliler aynı zamanda Müslüman ticaret gemilerine ve hacca giden Müslüman gemilerine zarar vermeye başlamıştı.

Hindistan'daki Gücerat Müslümanları Kanuni'den yardım istemişti.

Osmanlılar 1538-1553 yılları arasında Hindistan'a dört sefer düzenledi.

Osmanlılar Hindistan'a yaptıkları bu seferlerde başarı gösteremediler. Bunun nedenleri :

1. Osmanlıların bu seferlerde siyasi veya ekonomik amaç taşımamaları.

2. Dönemin devlet adamlarının Hindistan'ın ekonomik önemini kavrayamaması.

3. İç denizlere göre yapılmış Osmanlı gemilerinin, Okyanus'ta Portekiz Donanması ile başedememesiydi.

Sokullu Mehmet Paşa Dönemi

Sokullu Mehmet Paşa; Kanuni, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde sadrazamlık yaptı.

Bu dönemde 1566'da Sakız Adası Cenevizliler'den alındı.

Yemen'in egemenliği sağlandı.

1571 yılında Venediklilerden Kıbrıs Adası alındı.

UYARI : Sokullu bu fethin arkasından kendisini ziyarete gelen bir Venedik elçisine şu sözleri söylemişti ;

"Ziyaretinizin sebebini anlıyorum, İnabahtı yenilgisinin üzerimizdeki etkisini anlamaya çalışıyorsunuz. Fakat unutmayın ki, biz sizden Kıbrıs'ı almakla kolunuzu kestik. Halbuki siz donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı traş etmiş oldunuz. Kesilen kol yerine gelmez. Lakin traş edilen sakal eskisinden daha gür çıkar.

1571'de İnebahtı Savaşı'nda Haçlı donanmasına yenildi.

Tunus Osmanlı topraklarına katıldı.

Lehistan 1575'te Osmanlı himayesine girdi.

1577'de Fas Portekizlilerden alındı.

Sokullu Mehmet Paşa'nın Projeleri

Sokullu sadrazamlığı süresince Doğu Avrupa Türkleri ile Kafkasya bölgesini Osmanlı Devleti'ne bağlamak istedi.

Don ve Volga Irmaklarını bir kanalla birleştirerek, Karadeniz'den Hazar'a geçmeyi planladı.

1579 yılında Süveyş Kanalı'nı açmayı düşündü, böylece, Hindistan ve Endonezyadaki Müslümanlara yardım etmeyi planladı.

Sokullu 1579 yılında hançerlenerek öldürüldü, projeleri de uygulamaya konulamadan yarım kaldı.

Duraklama Dönemi

Duraklamanın Nedenleri

A. İç Nedenler :

1. Merkezi Yapıdaki Bozulmalar :

Padişahlık Makamının Bozulması

I. Ahmet ile birlikte şehzadelerin sancak eğitimi uygulaması kaldırıldı, şehzadeler sarayda kapalı bir hayat yaşamaya başladı.

Saraya kapanan şehzadelerin ruhsal yapılarında bozulmalar görüldü.

UYARI : III. Mehmet; son kez sancağa çıkan Osmanlı padişahıdır.

I. Ahmet Dönemiyle hanedanın en yaşlı üyesi tahta geçmeye başladı.

UYARI : I. Ahmet, sancağa çıkmadan tahta çıkan ilk padişahdır.

Sadrazamalık Makamının Bozulması

Sadrazam padişahtan sonra en etkili olan ikinci kişi idi.

Sadrazamlar, önceleri eğitim ve tecrübelerine göre seçilirken, daha sonraki dönemlerde rüşvet ve iltimas yolu ile göreve gelmişlerdi.

UYARI : Duraklama Dönemi'nde 61 sadrazam göreve gelmiştir.

Duraklama Dönemi'nde yeteneksiz kişiler sadrazamlık görevine getirildi.

Bu durum halkın devlete olan güvenini azalttı, isyanların çıkmasına neden oldu.

Saray Kadınlarının Yönetime Katılması

Kimi padişahların zamansız ölümü üzerine geride tahta geçecek çocuk yaşta kişiler kalıyordu.

Veraset sisteminden dolayı çocuk da olsa bu kişi tahta geçebiliyordu.

Bu çocuk hükümdarların tahta geçmesi ile anneleri devlet yönetiminde etkili olmaya başlıyordu.

Kadınların devlet işlerinde etkinliği Kanuni Dönemi'nde Hürrem Sultan ile başladı.

Valide Kösem Sultan ve Turhan Sultanla devam etti.

UYARI : Duraklama Dönemi'nde IV. Murat'ın annesi Kösem Sultan ile, IV. Mehmet'in annesi Turhan Sultan yönetimde oldukça etkili olmuşlardı.

Zamanla saray kadınları devlet adamlarının atanmasında da söz sahibi oldu.

Bu da bilgi ve beceriden yoksun kişilerin iş başına gelmesine neden oldu.

2. Orduda Meydana Gelen Bozulmalar :

Yeniçeri Teşkilatındaki Bozulmalar

Askeri kanun ve geleneklere saygı gösterilmemeye başlandı.

Yeniçerilerin ve Kapıkulu Ocağı'nın bozulması ile orduya olan güven kayboldu.

Kanun-i Kadim'e aykırı askere alım işlemleri yapılmaya başlandı.

UYARI : Yeniçeri Ocağı'na usülsüz asker kaydeden ilk padişah III. Murat'tır.

Devşirme sistemi bozuldu.

Yeniçeriler çeşitli nedenlerden dolayı sık sık ayaklanmaya başladı.

Merkeze her istediklerini yaptırabilen Yeniçeriler, bazan padişahları bile tahttan indirmişti.

Eyalet Ordusundaki Bozulmalar

XVII. yüzyılda Tımar dağıtımındaki adaletsizlik ve haksızlık Eyalet ordusunun itibarını zedeledi.

Dirlik araziler askerlikle ilgisi olmayan kişilere verilmeye başlandı.

UYARI : Yükselme Dönemi'nde Eyalet Ordusu Yeniçeri Ocağı'na karşı önemli bir denge unsuruydu. XVII. yüzyılda eyalet askerlerinin sayısının azalması ile, Yeniçeri Ocağı güç kazanmış ve devlet yönetiminde Ocağın etkinliği artırmıştır.

Bir kısım dirlik arazi de peşin vergi amacıyla iltizama çevrildi.

Donanmadaki Bozulmalar

Osmanlı donanması Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'nde en üst düzeye ulaşmış, Barbaros Hayreddin Paşa'nın ölümüyle de giderek önemini kaybetmişti.

Denizcilikle ilgisi olmayan kişiler kaptan-ı deryalığa getirilmişti.

Ekonomideki Bozulmalar

Savaş ganimetlerinin azalması.

Uzun süren ve genelde yenilgiyle sonuçlanan savaşlar.

Eskisi gibi yabancı devletlerden vergi ve hediye alınamaması.

Artan saray masrafları ve devlet ihtişamına paralel olarak lüks ve israfın artması.

Sık sık padişah değişiklikleri yüzünden ödenen cülus bahşişleri.

Tımar sisteminin bozulması.

Kapıkulu askerlerinin sayısının artması.

Eğitimdeki Bozulmalar

Osmanlı Eğitim sistemi Avrupa'nın oldukça gerisinde kalmıştı.

Osmanlı Devleti'nde en önemli eğitim kurumu medreselerdi.

Medreselerin başında bulunan ulemalar gelişmeye ayak uyduramadı.

Medreselerde zamanla pozitif bilimler askıya alındı.

Medrese eğitimi yapmamış bir çok insana diploma ve ve rütbe verildi.

Yeni doğmuş çocuklara müderris ünvanı verilerek beşik uleması zümresi meydana geldi.

Ulemalar zamanla askerle birlike isyanlara katılıp saraya hücum etti.

Toplum Yapısındaki Bozulmalar

Siyasi, sosyal ve ekonomik yapının bozulması ile Anadolu'da Celali İsyanları çıktı.

Celali isyanları ile merkezi otorite tamamen sarsıldı.

İsyanların artması üzerine Anadolu'da yaşayan halk şehirlere göç etmeye başladı.

İsyanların bastırılmasında kullanılan yöntemler, halkla devletin arasının açılmasına neden oldu.

B. Dış Nedenler :

İmparatorluğun Doğal Sınırlarına Ulaşması

Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılın sonunda yaklaşık 20 milyon kilometre kare sınır ve 100 milyon nüfus ile en geniş sınırlarına ulaşmıştı.

Üç kıtaya yayılan bu sınırların korunmasında zorluk çeken Osmanlı Devleti, bazen birçok cephede savaşıyor ve bu nedenle mevcut gücü bölünüyordu.

Avrupa'da Merkezi Krallıkların Kurulması

Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi'nde Batı'da çok rahat ilerledi, çünkü Avrupa'da derebeylik rejimi (küçük kırallıklar) hüküm sürmekteydi.

XV. yüzyıl ile birlikte Avrupa'da güçlü merkezi krallıklar kuruldu.

Avrupa, XV. ve XVI. yüzyıllarda Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform ile önemli adımlar atmış, Osmanlı Devleti'nde ise aynı gelişmeler görülmemişti.

XVII. Yüzyıl Siyasi Tarihi

Osmanlı-İran Savaşları

III. Murat Dönemi (1577-1590)

III. Murat, 1579'da İran şahı Tahmasb'ın ölümü ile ortaya çıkan taht kavgalarından faydalanarak İran üzerine sefere çıktı.

Osmanlı Ordusu, Hazar Denizi'ne kadar ilerledi fakat, 1590'da İranlılar'ın barış İstemesi Üzerine Ferhat Paşa Antlaşması imzalandı.

Ferhat Paşa Antlaşması (1579)

Bu antlaşma ile Azerbeycan, Luristan, Gürcistan ve Dağıstan Osmanlılara bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu, bu antlaşma ile doğuda en geniş sınırlara ulaşmış oldu.

I. Ahmet Dönemi (1603-1611)

Nedeni : Osmanlı Devleti'nin Batı'da Avusturya ile savaşta bulunmasını ve Anadoludaki Celali İsyanlarını fırsat bilen İran'ın Ferhat Paşa Antlaşması ile Osmanlı Devleti'ne verilen yerleri geri almak istemesi.

Şah Abbas, 1603'te Tebriz ve Erivan'ı alarak Diyarbakır ve Musul'a kadar ilerledi.

1611 yılında Nasuh Paşa Antlaşması imzalanarak bu savaşa son verildi.

Nasuh Paşa Antlaşması (1611)

1. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Ferhat paşa Antlaşması ile aldığı toprakları geri verdi.

2. İran her sene Osmanlı Devleti'ne ikiyüz deve yükü ipek verecekti.

Bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin elde ettiği toprakları geri verdiği ilk antlaşmadır.

I. Mustafa Dönemi (1617-1618)

Nedeni : İran'ın antlaşmalarda verdiği sözü tutmayıp Osmanlı Devleti'ne söz verdiği ekonomik yükümlülüğü yerine getirmemesi

1617-1618 tarihleri arasında devam eden bu savaşlarda önemli bri çatışma olmadı, 1618'de İran ile Serav Antlaşması imzalandı.

1618 yılında imzalanan Serav Antlaşması ile Nasuh Paşa Antlaşması'nın koşulları her iki ülke tarafından da yeniden kabul edildi.

IV. Murat Dönemi (1622-1639)

Nedeni : İran'ın hile ile Bağdat'ı işgal etmesi.

IV. Murat, İran'a iki sefer düzenledi. Bu seferler sonunda Revan ve Bağdat'ı tekrar ele geçirdi.

1639 yılında İran ile Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı ve altmış yıldır süren İran savaşları sona erdi.

Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639)

1. Azerbaycan ve Revan İran'a bırakıldı.

2. Bağdat Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.

3. Zağros Dağları iki ülke arasında sınır oldu.

Bu antlaşma ile XVII. yüzyıl Osmanlı-İran savaşları sona erdi ve bugünkü Türkiye-İran sınırı büyük ölçüde çizildi.

Osmanlı-Lehistan Savaşları

Genç Osman Dönemi (1618-1622)

Nedeni : Lehistan'ın Boğdan'ın iç işlerine karışması.

Genç Osman 1618 yılında Lehistan seferine çıktı.

Leh ordusunu yendi ve Hotin Kalesi'ni kuşattı.

Bu sefer, yeniçerilerin gevşek davranması üzerine, 1620 yılında Hotin Antlaşması imzalanarak son buldu.

Hotin Antlaşması (1620)

1. Lehliler ve Osmanlılar birbirlerinin topraklarına saldırmayacaktır.

2. Lehistan, Kırım Hanı'na 40 bin düka altını vergi olarak ödemeye devam edecektir.

Hotin seferi'nde Yeniçerilerin yetersizliği anlaşılmış ve ilk defa Genç Osman, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmak istemişti.

IV. Mehmet Dönemi (1672-1676)

Nedeni : Lehistan'ın, Türk himayesinde bulunan Ukrayna Kazakları'nın iç işlerine karışması.

Osmanlı ordusu 1672'de Lehistan seferine çıktı. Lehliler birçok defa yenildi ve 1676'da Bucaş Antlaşması imzalandı.

Bucaş Antlaşması (1676)

a) Ukrayna Osmanlıların koruması altında kalacak.

b) Podolya Osmanlılara verilecek

c) Lehistan her sene vergi ödeyecek

Bucaş Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarına toprak kattığı son antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı İmaparatorluğu Batı'da en geniş sınırlarına ulaşmıştı.

Not : Lehistan Diyet Meclisi, Bucaş Antlaşması'nın vergiyle ilgili üçüncü maddesini kabul etmedi. Savaş yeniden başladı. Osmanlılar vergiyle ilgili maddeyi kaldırınca 1676 yılında Bucaş Antlaşması yenilendi.

Osmanlı-Venedik Savaşları (1645-1669)

Nedeni : Venediklilerin Osmanlı ticaret gemilerine saldırması ve Osmanlı Devleti'nin Girit Adası'nı almak istemesi.

1645'te Girit yüzünden Osmanlı-Venedik savaşları başladı.

25 yıl alınamayan Kandiye Kalesi'nin alınması ile Venedikliler barış isteğinde bulundu.

Osmanlı-Avusturya Savaşları (1593-1606)

Nedeni :

1. Avusturya ile Osmanlı arasındaki sınır mücadelesi

2. 1593 tarihinde Bosna Beylerbeyi Hasan Paşa'nın Avusturyalılar tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesi

III. Murat Dönemi'nde Avusturya savaşları başladı.

1573 yılında Estergon ve Kanije kalelelerini Avusturya'ya kaptırdı.

III. Mehmet Dönemi'nde Avusturya'dan Eğri Kalesi alındı.

1596'da Haçova Savaşı ile Avusturya ordusu bozguna uğratıldı.

1596'da Estergon ve Kanije Kaleleri geri alındı.

İran sorunu ve Celali İsyanları yüzünden Osmanlı Devleti barış istedi ve 1606'da Zitvatorok Antlaşması imzalandı.
 
---> Devlet-i Aliye-i Osmaniye (Arşivlik)

Zitvatorok Antlaşması (1606)

1. Eğri, Kanije ve Estergon Kaleleri Osmanlılarda kalacaktır.

2. Avusturya Kuzey Macaristan topraklarını elinde tuttuğu için her sene Osmanlılara ödediği vergiyi artık ödemeyecektir.

3. Avusturya bir defaya mahsus olmak üzere savaş tazminatı ödeyecektir.

4. Avusturya arşidükası protokol bakımından Osmanlı padişahına denk olacaktır.

Not : 1533 İstanbul Antlaşması'na göre Avusturya arşidükası Osmanlı sadrazamına denkti.

Zitvatorok Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Orta Avrupa'daki üstünlüğünü kaybetmiş, Avrupadaki devletlerle eşit seviyeye gelmişti.

Osmanlı-Avusturya Savaşları (1622-1664)

Avusturya'nın Erdel Beyliği iç işlerine karışması.

1662'de Avusturya seferine çıkan Osmanlı ordusu Uyvar, Zerinvar ve Novigrat kalelerini aldı.

Bu savaşlar 1664 yılında imzalanan Vasvar Antlaşması ile son buldu.

Vasvar Antlaşması (1664)

a) Uyvar ve Novigrat kaleleri Osmanlılara bırakılacak, Zerinvar Avusturya'da kalacaktır.

b) Erdel Osmanlı Devleti'nde kalacak, Osmanlı Devleti ve Avusturya, Erdel'den askerlerini çekecektir.

c) Avusturya, Osmanlıların Erdel Beyi adayını tanıyacaktır.

d) Avusturya savaş tazminatı ödeyecektir.

Bu antlaşmadan sonra Avrupalılar, Osmanlıların eski gücünü kazandığını zannederek büyük bir paniğe kapılmıştı.

II. Viyana Kuşatması (1683)

Nedenleri :

1. Koyu katolik olan Avusturya'nın, Protestan Macarlara baskı yapması,

2. Macarların Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dan yardım istemesi,

1682'de Osmanlı Devleti Avusturya'ya savaş ilan etti.

1683'te Avusturya üzerine sefere çıkıldı.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683'te Viyana'yı kuşattı.

Haçlı ordusunun yardıma gelmesi üzerine Osmanlı ordusu Viyana önlerinde bozguna uğradı.

Bozgunun nedenleri :

UYARI : II. Viyana bozgunu ile, Kosova Savaşı'ndan sonra Avrupa'da taarruza geçen Osmanlılar, artık savunmaya geçmiştir.

Osmanlıları Avrupa'dan atmak amacıyla "Kutsal İttifak" oluşturulmuştur.

1. Merzifonlu'nun deneyimli komutan ve devlet adamlarının sözünü dinlememesi

2. Merzifonlu'nun şehrin yağmalanmasına izin vermemesi,

3. Viyana'nın güçlü surlarla çevrili olması,

4. Kırım Hanı'nın zamanında yardım göndermemesi.

Kutsal Bağlaşma ve Savaşlar (1683-1699)

Nedeni : Osmanlı Devleti'nin Viyana önünde bozguna uğraması ve bu fırsattan yararlanmak isteyen Hristiyan Avrupa'nın Papa'nın önderliğinde kutsal ittifak kurarak, Türkleri Avrupa'dan atmak istemesi.

Avusturya, Macaristan ve Erdel'i alıp Bulgaristan'a girdi,

Osmanlı Devleti ile Haçlı ittifakı arasında 1683'te dört cephede savaş başladı.

Lehistan, Podolya ve Boğdan'ı, Venedik, Mora ve Dalmaçya'yı aldı.

1687 yılında II. Süleyman, 1695'de de II. Mustafa tahta geçti.

Yenilgilerin devam etmesi üzerine Osmanlı Devleti Karlofça Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekildi.

Karlofça Antlaşması (1699)

Avusturya, Lehistan, Venedik ve Osmanlı Devleti arasında imzalandı.

1. Temeşvar ve Banat Yaylası dışında kalan bütün Macaristan ve Erdel Avusturya'ya verildi.

2. Hırvatistan'ın bir bölümü Avusturya'ya verildi; Sava ırmağı sınır oldu.

3. Podolya ve Ukrayna Lehistan'a verildi.

4. Dalmaçya kıyıları ve Mora, Venedik'e verildi. Korint Osmanlılarda kaldı.

5. Antlaşmanın süresi 25 yıl olacak ve Avusturya'nın garantisinde bulunacaktı.

Not : Rusya, Karlofça Antlaşması imzalanırken iki yıllık bir ateşkes imzalamış ve barışa yanaşmamıştır. Amacı Kırım'a doğru ilerlemektir. Ancak, Avrupalı Devletlerin baskısıyla 1700'de antlaşma masasına oturmuştur.

Osmanlılar, Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları'yla ilk defa toprak kaybına uğradı.

Bu antlaşmalar, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVIII. yüzyıl genel politikasında belirleyici rol oynadı ve Osmanlı Devleti'nde Gerileme Dönemi Başladı.

Gerileme Dönemi

XVIII. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti

Osmanlı Devleti, 1699'da imzalanan Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları ile kaybettiği toprakları geri alma siyaseti izledi.

UYARI : Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması'ndan sonra sürekli toprak kaybetmesine rağmen uzun süre varlığını koruyabilmiştir. Bunun nedeni, Avrupa Devletleri arasındaki çıkar çatışmalarıdır.

Osmanlı Devleti bu dönemde başarılı olamadı, toprak kazanmak yerine, yeni toprak kayıpları yaşadı.

Osmanlı Devleti'nde "Gerileme Dönemi" 1792'de imzalanan Yaş Antlaşmasına kadar sürdü.

Edirne Olayı

II. Mustafa (1695-1703) Karlofça Antlaşması'ndan sonra Edirne'ye çekilip, devlet yönetimini FEyzullah Efendi'ye bırakıp, kendini av ve eğlenceye vermişti.

Bu durumdan memnun olmayan ve Edirne'nin başkent olacağı söylentilerine inanan bir grup İstanbul'da isyan etti.

Asiler 1703 yılında Edirne'ye yürüyüp Feyzullah Efendi'yi idam ettikten sonra, II. Mustafa'yı tahttan indirerek, yerine III. Ahmet'i tahta geçirdi.

XVIII. Yüzyıl Dış Siyasal Gelişmeleri

Prut Savaşı ve Prut Antlaşması (1711)

Nedenleri : I. Petro'ya Poltova Savaşı'nda yenilen XII. Şarl'ın Osmanlı Devleti'ne sığınması üzerine Rusların Osmanlı topraklarına saldırması.

1711' de Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa Eflak'a girdi.

UYARI : Baltacı Mehmet Paşa'nın ileriyi göremeyen bir vezir olması ve çevresindekilerin paraya düşkün olması nedeniyle bu seferden istenilen sonuç alınamamıştır.

Baltacı Mehmet Paşa'nın Rus ordusunu sıkıştırdığı bir sırada Rusya'nın barış istemesi üzerine Prut Antlaşması imzalandı.

Osmanlı-Venedik, Avusturya Savaşları ve Pasarofça Antlaşması (1715-1718)

Nedenleri : Osmanlı Devleti'nin Karlofça Antlaşması ile kaybettiği Mora ve Dalmaçya kıyılarını tekrar ele geçirmek istemesi ve Venediklilerin Mora Rumlarına baskı yapması ile Mora Rumlarının Osmanlıdan yardım istemesi.

Osmanlı Devleti, 1751 yılında Mora'yı yeniden aldı.

Osmanlı Devleti'nin Korfu Adası'nı kuşatması üzerine Avusturya, Mora'nın tekrar Venediklilere verilmesini istedi.

Osmanlı Devleti, 1716'da Avusturya'ya savaş ilan etti.

Osmanlı ordusunun Petervaradin'de yenilmesi üzerine, Avusturyalılar Belgrat'ı ele geçirdi.

Osmanlı Devleti'nin barış istemesi üzerine 1718'de Pasarofça Antlaşması imzalandı.

Pasarofça Antlaşması (1718)

Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında imzalanan bu antlaşma ile :

1. Yukarı Sırbistan, Belgrat, Sırmiyum, Batı Eflak ve Banat Yaylası (Temeşvar) Avusturya'ya bırakıldı.

2. Venedik'ten alınan Mora ve Grit Osmanlılarda kaldı.

3. Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarındaki bazı kaleler Venedik'e verildi.

Antlaşmanın Önemi :

1. Osmanlı Devleti, Batı'nın üstünlüğünü tamamen kabul etti ve toprak kurtaramayacağını anladı.

2. Osmanlılar, Ortodoksları koruma görevini son kez yerine getirdi.

3. İngiltere ve Hollanda'ya verilen ayrıcalıklar Kapitülasyona dönüştürüldü.

4. Pasarofça Antlaşması'nın yarattığı barış ortamında Lale Devri'ne girildi ve ilk defa Batı tipinde ıslahatlara gidildi.


Osmanlı-İran Savaşları (1722-1746)

Nedenleri : Safavi Devleti'nin Sunni Müslümanları Şiiliğe zorlaması üzerine Kafkasya ve Azerbaycan'da bulunan Sunnilerin isyan ederek Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi.

Sunnilerle İran arasında çıkan savaşı fırsat bilen I. Petro Kafkasya'ya girip, Bakü taraflarını işgal etti.

Osmanlı Devleti, 1724'te Kafkasya'ya girdi.

Fransa'nın araya girmesi ile İstanbul Antlaşması imzalandı.

İran tahtına geçen Şah Tahmasb, Şahkulu'nunda desteğini alarak , tekrar Osmanlı üzerine yürüdü.

1730 yılında İstanbul'da Patrona Halil İsyanı çıktı.

İsyancılar III. Ahmet'i tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u tahta geçirdi.

I. Mahmut Dönemi'nde İran ile 1732'de Ahmet Paşa Antlaşması imzalandı.

1639'da İran ile Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı.


İstanbul Antlaşması (1724) :

1. Derbent, Bakü Kaleleri ve Dağıstan Rusya'ya bırakıldı.

2. Gence, Karabağ, Revan ve Tebriz Osmanlı Devleti'ne verildi.

İstanbul Antlaşması (1724) Osmanlılarla Ruslar arasındaki ilk dostluk antlaşmasıdır.

Patrona Halil İsyanı

Lale Devri'nde Avrupa tarzında yapılan ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın kişiliği ile özdeşleştirilen ıslahatlar, ulemadan ve yeniçerilerden bir takım kişilerin çıkarlarına ters düşmüştü. Lale Devri ile birlikte artan Lüks yaşantı, fakir halkın tepkisine yol açmıştı.

O yıllarda İran ile yapılan savaşlar da devam etmekteydi.

Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın İran seferine gitmek istememesi, ona karşı olanlara bulunmaz bir fırsat vermiş, Bayezit Hamamı tellaklarından Patrona Halil ve Muslu Beşe ismindeki iki Arnavut önderliğinde bir grup 1730 yılında isyana başlamışlardı.

Vergilerden şikayet eden halk ve İran Seferi'ne katılmak istemeyen Yeniçeriler de isyana katılınca, isyan giderek büyümüş, saraya giden asiler, padişah III. Ahmet'ten Damat İbrahim Paşa'nın kafasını istemişlerdi. Kendilerine teslim edilen Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı idam eden asiler, tekrar saraya yürüyerek, padişah III. Ahmet'i tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u geçirdiler. Bu isyanla Lale Devri sona ermiş oldu.

Ahmet Paşa Antlaşması (1732)

İran ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan bu antlaşma ile;

1. Gence, Tiflis ve Dağıstan Osmanlılarda kaldı.

2. Tebriz, Kirmanşah ve Hemedan Eyaletleri İran'a verildi.

Osmanlı-Rusya, Avusturya Savaşları ve Belgrat Antlaşmaları (1736-1739)

Nedenleri :

1. Rusya'nın İran savaşları sırasında Kırım Hanı'nın İran'a gidişini engellemesi

2. Rusya'nın Lehistan'ın iç işlerine karışması

3. Avusturya ile Rusya arasında bağlaşma yapılması

Osmanlı Devleti, 1736 yılında Rusya ve Avusturya ile savaşa girdi.

1739 yılında, Avusturya ile Belgrat Antlaşması imzalandı.

UYARI : Belgrat Antlaşmaları'ndan sonra Avusturya ve Rusya aralarındaki bağlaşmayı yenileyip, Osmanlı Devletine bildirdiler. Buna karşılık Osmanlı Devleti İsveç'te bir bağlaşma yaparak Avusturya ve Rusya'ya bildirdi. Böylece, Batı'da uzun süren barış dönemi başladı.

Rusya ile de Belgrat'ta ikinci bir antlaşma imzalandı.

Osmanlı-Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Antlaşması (1768-1774)

Nedenleri : Rusya'nın geleneksel Karadeniz'e inme, Boğazlardan geçerek sıcak denizlere açılma politikası.

Bu politikanın sonucu olarak Rusya, 1768 'de Lehistan'ın iç işlerine karıştı.

III. Mustafa, 1768'de Rusya'ya savaş ilan etti.

Osmanlı ordusu birçok cephede yenilgiye uğradı.

Rus donanması, 1770'te Çeşme'de Osmanlı donanmasını yaktı.

1774 yılında III. Mustafa'nın yerine I. Abdülhamit tahta geçti.

1774 yılında, Rusya ile Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı.

Küçük Kaynarca Antlaşması (1774)

Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin o güne kadar imzaladığı en ağır koşullu antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin egemenlik hakları zedelenmiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin büyük devlet olma özelliği sona ermiş ayrıca Rusya, Akdenize inme politikasını gerçekleştirmiştir. Yine Rusya, ilk defa Osmanlıların iç işlerine karışma hakkını elde etmiş, Ortodoksları koruma görevi Rusya'ya geçmiştir.

Kırım Olayı

Ruslar, Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra, Kırım'ı kendilerine bağlamak istediler.

Ruslar 1778 yılında Kırım'a girerek, kendi yandaşı olan Şahin Giray'ı han seçtirdi.

Osmanlı Devleti bu hanlığı onaylamadı.

1779 tarihinde Fransa'nın devreye girmesi ile Rusya ile Aynalıkavak Tenkinamesi imzalandı.

UYARI : Böylece, Kırım Rusya'ya bağımlı hale getirildi. 1783'te Şahin Giray'la anlaşan II. Katerina, Kırım'ı Rus topraklarına kattı, Osmanlı Devleti bu olayı ancak protesto edebildi.

Osmanlı-Avusturya, Rusya Savaşları, Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları (1787-1792)

Nedenleri : Rusya'nın, Aynalıkavak'a rağmen, Kırım'ın iç işlerine karışması ve 1783 yılında Kırım'ı işgal etmesi.

Osmanlı Devleti, Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasını kabul etmedi ve 1787 yılında Rusya'ya savaş açtı.

Kısa bir süre sonra Avusturya ile de savaşa girildi.

1789'da Rusların Ozi Kalesi'ni alarak halkı kılıçtan geçirmesi üzerine I. Abdulhamit üzüntüden öldü.

1789 yılında III. Selim tahta geçti.

1789 yılında Fransız İhtilali oldu.

Osmanlı Devleti Avusturya ile Ziştovi Rusya ile de Yaş Antlaşmasını imzaladı.

Ziştovi Antlaşması (1791)

Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı.

1. Avusturya, savaşta aldığı toprakları Osmanlı Devleti'ne geri verecektir.

2. Orsova ve Unna Irmakları arasındaki topraklar Avusturya'ya bırakılacaktır.

Yaş Antlaşması (1792)

Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı.

1. Kırım'ın Rusya'ya ait olduğu kabul edildi.

2. Dinyester Irmağı Rusya ve Osmanlı Devleti arasında sınır olarak kabul edildi.

3. Rusya, Boğazlar'dan geçip serbestçe ticaret yapabilecekti.

Osmanlı-Fransız İlişkileri

Fransa, Rusya'nın ve Avusturya'nın Osmanlı toprakları üzerinde yerleşmesini istemiyordu.

Lale Devri'nde Osmanlı-Fransız dostluğu iyice arttı.

I. Mahmut zamanında 1740 yılında imzalanan antlaşma ile Fransa'ya kapitülasyonlar verildi.

1789 İhtilali ile Fransa'da başa geçen Drektuvar hükümeti döneminde Osmanlı-Fransız ilişkileri bozuldu.

1789 yılında Napolyon Bonapart Mısır'ı işgal etti.

Fransa ile 1801 yılında El-Ariş Mukavelesi imzalandı.

UYARI : Osmanlı devlet adamları, XVIII. yüzyılın sonlarında var olan topraklarını korumak için denge siyaseti izlemeye başlamıştır. Denge siyaseti, Avrupalı devletler arasındaki çıkar çatışmalarından faydalanarak toprak bütünlüğünün korunmasıdır.

III. Selim Dönemi'nde ağırlık kazanmıştır. Öncelikle Akdenizdeki Osmanlı varlığını korumaya yönelik bir amaç izlenmiştir.

El-Ariş Mukavelesi (1801)

Fransa ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı. Bu mukaveleye göre ;

1. Fransızlar Mısır'ı boşaltacaklar

2. İngilizler deniz yolu ile Fransız askerlerini ülkelerine götüreceklerdir

Dağılma Dönemi

Ulusçuluk Eylemleri

Sırp İsyanı (1804)

Nedenleri :

1. Osmanlı Devleti'nde merkezi otoritenin zayıflaması

2. Sırbistan'ı yöneten Yeniçeri kodamanlarının halka baskı yapması

3. Rusya ve Avusturya'nın kışkırtması.

4. 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkan "ulusçuluk" akımlarının Sırplar arasında yayılması.

5. XVIII. yüzyılda Osmanlı-Avusturya, Rusya arasında çıkan savaşların Sırp topraklarında yapılması

Sırplar , 1804'te, Kara Yogi önderliğinde ayaklanma başlattı.

1812'de imzalanan Bükreş Antlaşması ile Sırplara ayrıcalık verildi.

Sırp ayaklanması, 1813'te Miloş Obronoviç önderliğinde yeniden başladı.

1829'da Edirne Antlaşması ile Özerk Sırbistan Prensliği kuruldu.

1878 Berlin Antlaşması ile Sırbistan bağımsızlığını elde etti.

UYARI : Sırp Ayaklanması, Fransız Devrimi'nin getirdiği ulusçuluk akımının Osmanlı Devleti'nde görülen ilk etkisidir.

1789 Fransız İhtilali

Yalnız Fransa'da değil bütün dünyada etkileri görülen Fransız İhtilali, dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Avrupa'da mutlakiyet idarelerinin yıkılışını başlatan bu olay, Fransa'nın XVIII. yüzyılın başlarından itibaren sürüklendiği ekonomik ve sosyal bunalımların doğal bir sonucu idi. 14 Temmuz 1789 tarihinde Fransız Kralı XVI. Lui'nin meclisi dağıtmak istemesi üzerien halk ayaklandı ve Bastille Hapisanesi'ni bastı. Mahkumlar serbest bırakıldı ve isyan giderek büyüyerek bütün Avrupa'ya yayıldı.

Bükreş Antlaşması (1812)

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1812 tarihinde imzalandı.

Antlaşma maddeleri şu şekildeydi:

1. Eflak ve Boğdan Osmanlı Devleti'ne geri verilecek, ancak Osmanlı Devleti, Eflak ve Boğdan beylerini görevine iade edecektir.

2. Beserabya Rusya'ya verilecek, Prut ırmağı sınır olacaktır.

3. Osmanlı Devleti, Sırbistan'a ayrıcalık verecektir.

Bükreş Antlaşması ile Osmanlı Devleti ilk defa kendisine bağlı bir ulusa ayrıcalık verdi.

Edirne Antlaşması :

1. Yunanistan bağımsız olacaktır.

2. Eflak ve Boğdan özerkleştirilecektir.

3. Sırbistan Prensliği kurulacaktır.

4. Tuna Irmağının kenarındaki bazı kaleler Rusya'ya verilecektir.

5. Rus ticaret gemileri Boğazlar'dan serbestçe geçecektir.

6. Osmanlı Devleti, Rusya'ya savaş tazminatı ödeyecektir.

7. Doğu Anadolu'da bazı kaleler Rusya'ya bırakılacaktır.

Antlaşmanın Önemi :

1. Edirne Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra imzaladığı en ağır koşullu antlaşmalarından biridir.

2. İlk defa Osmanlı Devleti'ne bağlı bir ulus bağımsızlık kazanmıştır.

3. Rusya, Orta Avrupa ticaretini denetlemeye başlamıştır.

4. Bugünkü Romanya'nın temelleri atılmıştır.

5. Mısır Sorunu'nun başlamasına neden olmuştur.

Osmanlı Devleri, bu antlaşmadan sonra Rusya'ya karşı tek başına olamayacağını anladı ve kendi varlığını sürdürmenin Avrupa devletleri arasındaki denge politikasına bağlı olduğunu gördü.

Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878)

1. Sırbistan, Karadağ ve Romanya'ya bağımsızlık verilecektir.

2. Bulgaristan 3 Bölüme ayrılacak; Makedonya Osmanlı Devleti'ne verilecek, Doğu Trakya özerkleştirilecek, Bulgaristan Prensliği kurulacak. Böylece, Rusya'nın Balkanlar'da güçlenmesi ve Balkanlar üzerinden Akdeniz'e inmesi engellendi.

3. Kars, Ardahan ve Batum Rusya'ya verilecek, Doğu Bayezit Osmanlı Devleti'ne kalacaktır.

(Kars, Ardahan ve Batum Brest Litowsk Antlaşmasıile Osmanlı Devleti'ne geri verildi.)

4. Bosna Hersek, Osmanlı Devleti'ne bağlı olacak, Avusturya tarafından yönetilecektir. (1908'de Avusturya, Bosna Hersek'i işgal etti.)

5. Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacaktır.

6. Teselya Yunanistan'a bırakılacaktır.

7. Osmanlı Devleti, Rusya'ya savaş tazminatı ödeyecektir.

Antlaşmanın önemi :

1. Osmanlılara bağlı pek çok ulus bağımsızlığını kazandı.

2. Osmanlılarda çoküş dönemi başladı.

3. Osmanlı Devleti'nin egemenlik hakları zedelendi.

4. Ermeni sorunu başladı.

5. Rusya'nın Balkanlar'da güçlenmesi ve Akdeniz'e inmesi engellendi.

6. İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'ni korumaktan vazgeçtiği anlaşıldı.

7. Osmanlı-Alman yakınlaşması başladı.

Yunan İsyanı (1820-1829)

Nedenleri :

1. Osmanlı Devleti'nde merkezi otoritenin zayıflaması

2. 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkan "ulusçuluk" akımlarının Yunanlılar arasında yayılması.

3. Rönesans ve Hümanizm hareketleri ile Avrupa'da Yunan hayranlığının başlaması.

4. Rumlar'ın, gemicilik sayesinde Avrupa ile iyi ilişkilere girmesi

5. Rumlar'ın, bağımsızlık amacıyla Etnik-i Eterya Cemiyeti'ni kurması.

Rumlar 1820'de Eflak'ta isyan etti.

1821 yılında Mora Yarımadası'nda isyan çıktı.

Mora isyanı, Mehmet Ali Paşa'nın yardımı ile bastırıldı.

İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti'nin Yunanistan'a bağımsızlık vermesi için 1827'de Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktı.

1829'da Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlığını elde etti.

UYARI : Ulusçuluk akımının etkisiyle Osmanlılardan bağımsızlığını elde eden ilk ulus Yunanlılar (Rumlar) olmuştur.

Etnik-i Eterya Cemiyeti

Bu cemiyet 1814'te Odessa'da ikisi Rum, biri Bulgar üç kişi tarafından kurulmuştur. Cemiyetin asıl amacı eski Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırmaktı. İstanbul Patriği ile Rus Çarı'nın da desteklediği bu derneğin başında Rus Çarı'nın yaveri olan Aleksandr Ipsillanti bulunuyordu. Cemiyet kısa sürede güçlenmiş, Yunanistan ve İstanbul'da şubeler açmıştır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

1769'da Kavala'da doğdu. 1799'da Fransızlar'ı Mısır'dan çıkarmak üzere gönderilen orduda bayraktar olarak görev aldı. Kısa sürede "başıbozuk alayı" komutanlığına atandı. Mısır'da çıkan Kölemen ayaklanmalarını bastırdı. 1805'te Mısır valiliğine atandı. Mısır'da Avrupalı uzmanların denetiminde kuvvetli bir ordu kurdu. Ayrıca Batı eğitim sistemine dayalı bir eğitim sistemi ve toprak reformunu gerçekleştirdi. Bu arada İstanbul ile iyi geçinmeye de dikkat etti. Hicaz'da çıkan Vahhabi İsyanı'nı bastırdı. 1820'de Sudan'ı ele geçirdi. 1824'te Mora ayaklanmasının bastırılmasında Osmanlı ordusuna çok yardımı oldu. Oğlu için istediği Suriye valiliği yerine Girit valiliği verilince devlete karşı ilk Müslüman isyanı başlattı. 1841'de Suriye elinden alındıysa da Mısır'da kendi hanedanını kurdu.

Eflak-Boğdan, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek İsyanları (1875-1878)

Nedenleri :

1. 1789 Fransız İhtilali'nin getirdiği uluşçuluk akımı

2. Rusya'nın Panislavizm politikası.

İlk ayaklanma 1875 yılında Bosna ve Hersek'te meydana geldi.

Aynı yıl Bulgarlar da ayaklandı.

Kargaşadan yararlanan Sırplar ve Karadağlılar da Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

Avrupa devletleri Balkanlardaki barışı sağlama amacıyla İstanbul'da bir konferans düzenledi.

Osmanlı Devleti, Avrupa'nın iç işlerine karışmasını engellemek amacıyla 1876 yılında Kanun-ı Esasiyi ilan etti.

Osmanlı-Rus Savaşları

1807-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması

Nedeni : 1804 Sırp isyanında Rusya'nın Sırpları kışkırtması ve çıkan isyanı desteklemesi.

Osmanlı Devleti, 1806 tarihinde Boğazlar'ı Rusya'ya karşı kapattı.

1806 tarihinde Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etti.

1807 tarihinde de Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş ilan etti.

Fransa'ya güvenerek bu savaşa giren Osmanlı Devleti, Fransa'nın iki yüzlü politikası sonucu 1812'de Bükreş Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekildi.

1827-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması

Savaşın Nedenleri :

1. Rusya'nın 1820 tarihindeki Yunan isyanını desteklemesi

2. 1827 yılında da Navarin'de Osmanlı ve Mısır donanmasını yakılması olayına katılması.

1827'de Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

Osmanlı Devleti'nin savaşa hazır olmaması nedeniyle, Rusya, Batı'da Edirne'yi, Doğu'da da Erzurum'u ele geçirdi.

Osmanlı Devleti, 1829 tarihinde Edirne Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekildi.

Kırım Savaşı (1853) ve Paris Antlaşması

Savaşın Nedenleri :

1. Rusya'nın Akdeniz'e inme emelleri.

2. Rusya'nın, Eflak ve Boğdan'ı işgal edip, Sinop'ta Osmanlı donanmasını yakması.

1853 yılında İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak Rusya'ya savaş ilan etti.

1856'da Kırım'ın Sivastopol ve Malakof şehirleri ele geçirildi.

1856 yılında Paris Antlaşması imzalandı.


Paris Antlaşması (1856)

Koşulları :

1. Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılacak, Avrupa Devletler Hukukundan yararlanacaktır. Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü Avrupa devletleri tarafından korunacaktır.

2. Karadeniz, tarafsız hale getirilecek, savaş gemisi bulunmayacak, yalnızca ticaret gemileri geçecektir.

3. Rusya ve Osmanlı Devleti, Karadeniz'de savaş gemisi bulundurmayacaktır.

4. Eflak ve Boğdan'a özerklik verilecek, Avrupa devletleri'nin garantisinde olacaktır.

5. Tuna ırmağında ticaret gemileri serbestçe dolaşacak ve Avrupa Devletleri tarafından denetlenecektir.

6. Boğazlar, 1841 Londra Senedi'ne göre düzenlenecektir.

7. Osmanlı Devleti'nde 1856 Islahat Fermanı izlenecek, ancak iç işlerine müdahale edilmeyecektir.

Antlaşmanın Önemi :

1. Osmanlıların XIX. yüzyılda kazanan devlet olarak imzaladıkları tek antlaşmadır.

2. Osmanlı Devleti'nin kendi toprak bütünlüğünü koruyamayacağı anlaşıldı.

3. Osmanlı Devleti, bir Avrupa devleti olmanın diyetini Islahat Fermanı ile ödedi.

4. Osmanlı Devleti, savaşı kazanan devlet olmasına rağmen yenik devlet durumuna düşürüldü.

5. Karadeniz tarafsız bir deniz haline getirildi.

6. Rusya'nın Akdeniz'e inmesini engelleyerek İngiltere ve Fransa Akdeniz'de güvenliklerini sağladı.

7. Rusya'nın Balkanlar'da egemenlik kurması engellendi.

8. Rusya, 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile elde ettiği haklarını kaybetti, bundan sonra Pan-Slavizm politikasını ortaya attı.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve Ayastefanos Antlaşması

Nedenleri :

1. Paris Konferansı'nda çıkarları zedelenen Rusya'nın Pan-Slavizm politikasına ağırlık vermesi

2. Rusya'nın Balkan uluslarını Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya kışkırtması

Osmanlı Devleti, 1876'da toplanan Berlin, İstanbul ve Londra konferanslarında alınan, kendi aleyhindeki kararları kabul etmedi.

Bunun üzerine 1877'de Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

Ruslar, Doğu'da Kars, Ardahan, Batum ve Erzurum'u, Batı'da da Edirne'yi aldı.

Osmanlı Devleti bütün cephelerde yenilince, 1878'de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalandı.

UYARI : Ayastefanos Antlaşması, İngiltere ve Avusturya karşı çıktığı için uygulanmadı. İngiltere, Rusya'nın Doğu Akdeniz'de; Avusturya da, Rusya'nın Balkanlar'da güçlenmesini istemediğinden, bu antlaşmaya karşı çıktı.

Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878) :

1. Sırbistan, Karadağ ve Romanya'ya bağımsızlık verilecektir.

2. Büyük Bulgaristan Krallığı kurulacaktır.

3. Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Bayezıt Rusya'ya bırakılacaktır.

4. Bosna ve Hersek özerkleştirilecektir.

5. Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacaktır.

6. Teselya, Yunanistan'a bırakılacaktır.

7. Osmanlı Devleti, Rusya'ya savaş tazminatı ödeyecektir.

Mısır Sorunu
Mehmet Ali Paşa İsyanı

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Napolyon'un Mısır'ı işgali sırasında Kahire'ye geldi.

1804 yılında Mısır valiliğine getirildi.

Mısır'da birçok ıslahatlar yaptı.

1821'de Mora'da ortaya çıkan Rum isyanını bastırdı.

Mora valiliği isteği reddedilince, Suriye ve Çukurova'ya girerek Kütahya'ya kadar ilerledi.

Bunun üzerine II. Mahmut, Rusya'dan yardım istedi.

UYARI : Osmanlı Devleti, ilk defa kendi valisi ile savaştı. Mısır sorunu bir iç sorunken zamanla uluslar arası bir sorun haline geldi.

1833 yılında Rus donanması İstanbul'a geldi.

1833 yılında Kütahya Antlaşması imzalandı.

Osmanlı Devleti, 1833'de Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması'nı imzaladı.


Kütahya Antlaşması (1833) :

Koşulları :

1. Mehmet Ali Paşa'ya Girit Valiliğine ek olarak Suriye Valiliği verilecektir.

2. Oğlu İbrahim Paşa'ya Cidde Valiliğine ek olarak Adana Valiliği verilecektir.

3. Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devleti'ne vergi ödeyecektir.

Hünkar İskelesi Antlaşması (1833)

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalandı.

Koşulları :

1. Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya savaş durumunda birbirlerine yardım edecektir.

2. Osmanlı İmparatorluğu'na saldırı olursa, Rusya asker gönderecek, masrafaları Osmanlı Devleti tarafından karşılanacaktır.

3. Rusya'ya saldırı olursa Osmanlı Devleti Boğazları kapatacaktır.

4. Anlaşma sekiz yıl geçerli olacaktır.

Önemi :

1. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında ittifak kuruldu.

2. Rusya, Karadeniz'de güvenliğini sağladı.

3. Osmanlı Devleti, Boğazlar'daki egemenlik haklarını kendi isteği doğrultusunda son kez kullandı.

4. Boğazlar sorunu başladı.

Nizip Savaşı (1839)

Kütahya Antlaşması, ne Osmanlı Devleti'ni, ne de Mehmet Ali Paşa'yı memnun etmişti.

1839 yılında Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devleti'ne ödemesi gereken vergiyi ödemedi.

Mehmet Ali Paşa, aynı yıl bağımsızlığını ilan etti.

1839 yılında Osmanlı ve Mısır orduları Nizip'te karşılaştı ve Osmanlı ordusu yenildi.

Avrupa ülkeleri, 1840 yılında, Londra'da bir konferans topladı.

Konferans'ta Osmanlı Devleti'nin Mehmet Ali paşa'ya karşı korunması kararı alındı.

1840 yılında Londra Antlaşması imzalandı.

Londra Antlaşması (1840)

1840 yılında Londra'da Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya delegeleri bir araya gelerek Mısır Sorununu halletmek üzere bir mukavele imzaladılar. Bu mukaveleye göre:

1. Mısır eyaleti hukuk bakımından Osmanlı Devleti'ne bağlı olmakla beraber, yönetim açısından Mehmet Ali Paşa'ya bırakıldı.

2. Mısır'ın Osmanlı Devleti'ne yılda 80 bin kese altın vermesi kararlaştırıldı.

3. Suriye, Adana ve Girit Osmanlı Devleti'ne geri verilecek.

Berlin Konferansı'ndan Sonra Osmanlı-Avrupa ve Osmanlı-Balkan İlişkileri

İngiltere'nin Kıbrıs'ı Alışı (1878)

Kıbrıs, 1570 yılında Sokullu devrinde Osmanlı topraklarına katıldı.

Ada, İngiltere tarafından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, güya adayı Rus saldırılarına karşı korumak amacıyla, işgal edildi.

Tunus'un Fransızlar Tarafından İşgali (1881)

Fransızlar, 1830'da Cezayir'i işgal etti.

Fransızlar, Berlin Konferansı'nda Tunus'a yerleşme arzularını bildirdi.

Fransa, 1881 yılında Tunus'u işgal etti.

Mısır'ın İngilizler Tarafından İşgali (1882)

Mısır, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katıldı.

1869'da Süveyş Kanalı'nın açılması ile Mısır'ın stratejik ve ekonomik önemi iyice arttı.

1881'de Fransızlar'ın Tunus'u işgali üzerine İngilizler harekete geçti.

İngitere 1882 yılında Mısır'da çıkan isyanı bahane ederek Mısır'ı işgal etti.

Girit Sorunu ve Osmanlı-Yunan Savaşı (1897)

1878 Berlin Antlaşması'nda Girit'e imtiyaz verilmesine rağmen, adada bulunan Rumlar ile İstanbul arasındaki anlaşmazlıklar devam etti. 1896 yılında Girit'de çıkan isyan sonunda, Yunanistan adaya asker çıkardı. Ertesi yıl Osmanlı-Yunan savaşı başladı.

1897 yılında Yunanistan ile bir antlaşma imzalandı.

Bu antlaşma ile; Girit'e muhtariyet verilemsi ve Yunanistan krallık soyundan bir prensin Girit'e vali olarak tayin edilmesi kararlaştırıldı. 1908'de Venizelos, Girit'i Yunan Krallığı adına yönettiğini ilan etti.

Balkan Savaşları sonunda Osmanlı Devleti, Girit'in Yunanistan'a ait olduğunu kabul etti.

Doğu Rumeli ve Bosna-Hersek

1878 Berlin Konferansı ile Bulgaristan üç kısıma ayrıldı.

1885 yılında Filibe'de, Doğu Rumeli'yi, Bulgaristan'a bağlamak amacıyla bir isyan çıktı.

1897'de Bulgaristan Prensi, Osmanlı Devleti tarafından, Doğu Rumeli Valisi olarak kabul edildi.

1908'de (II. Meşrutiyet'in ilan edildiği sırada) Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.

Aynı yıl Avusturya Bosna-Hersek'i topraklarına kattığını belirtti.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst