Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

DiReNiS

Bayan Üye
Ayşe Arman'ın 'tesettürlü' günleriHürriyet'in 'radikal' ismi Ayşe Arman, yazı dizisi için tesettüre girdi. İlk izlenimlerini yazan Arman, "Mahalle baskısı yok" dedi.
Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman, geçtiğimiz hafta verdiği çıplak pozlardan sonra bu defa kapandı ve örtülü bir kadına toplumda nasıl davranıldığını araştırdı. 12 Temmuz'da Hürriyet Pazar'da başlayan yazı dizisinin tanıtımı şu şekilde yapıldı...

Ayşe Arman tesettüre girdi. Gece Reina'nın kapısını zorladı.

İstanbul yetmedi İzmir'e gitti. Alsancak'ta yürüdü, Kordon'da çarşafa girdi.

Ege'de karşı mahallenin tatil köylerini gezdi. Haşema giyip yüzdü.

Türbanla vapura, uçağa, minibüse bindi.

Mahalle baskısını ölçtü. Hissettiklerini yazdı.

Sonra da mini etekle Fatih İsmailağa Caddesi'nde dolaştı.

İşte o yazı...

Nihat Odabaşı’nın fotoğraflardan sonra posta kutuma düşen mesajlardan biriydi: "Soyunmakta ne var, kolaysa örtün güzelim! Örtün de, bu ülkedeki baskıyı, zulmü gör..."

İşte her şey, bu kışkırtıcı mesajla başladı.

Mesajı atan kişinin herhalde aklına gelecek son şey, benim bu sözleri ciddiye almamdı.

Ama aldım.

Çünkü merak ettim.

O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp, şehri İstanbul’da bir o semte, bir bu semte gidecektim.

Bütün toplu taşıma araçlarına binecektim.

Kafelere, barlara, gece kulüplerine girecektim.

Bir süreliğine, "karşı mahalle"ye geçecektim.

Şurası kesin ki, hem çok eğlenecek hem de çok şey öğrenecektim.

İnsan, tek başına eğlenemiyor!

Biri gerekiyor, bir arkadaş.

İşte Demet, burada...

Kızım ile kızı kanka: Alya ve Lila.

Müthiş ikililer.

Kızlar da yaramaz, anneleri de!

Demet’e "İstanbul’da benimle birlikte birkaç gün İslami hayat tarzına uygun takılır mısın?" diyorum.

Şaşırıyor, "Ne yapacağız yani?" diyor.

"Başımızı örteceğiz, sokaklara çıkıp dolaşacağız. Tabii ki, türbanlıların gerçek ruh halini anlayabilmemiz mümkün değil. Zaten bizim iddiamız da, ’karşı mahallenin kadınlarını anladık’ olmayacak. Biz sadece şeklen de olsa, neler hissettik, nelerle karşılaştık, onu anlatacağız..."

"Tamam" diyor, "Ben varım..."

*

Şimdiye kadar hep "Nasıl açılacağız?" diye düşünmüşüz.

İş, kapanmaya gelince bir hayli zorlandık! Ne giyeceğiz, nasıl yapacağız, nasıl örtüneceğiz, kural nedir, ne yaparsan komik olursun, ne yaparsan ciddiye alınırsın... Bilmiyoruz.

Ama azimliyiz, öğreniyoruz.

Demet, evden bir pardösü getiriyor, jean üzerine giyiyor, belini de sıkıyor, kafaya da bir eşarp, aman Allah’ım Fransız gibi oluyor.

"Yok" diyorum, "Olmadı. Bizimkilerin örtüsü bu kadar Avrupai değil. Başka bir çözüm bulmak lazım..."

İmdadımıza, Tekbir yetişiyor.

Tesettür giyimin önde gelen markalarından. Çok yardımcı oluyorlar, kıyafet yolluyorlar.

Önce, spor takılmaya karar veriyoruz. Ben pantolon üzerine tunik gibi bir şey giyiyorum, Demet etek-ceket. Ama asıl değişimi, kafamız kapanınca yaşıyoruz.

*

"Duyamıyorum seni Demet!"

Maruz kaldığımız ilk şey, ses kaybı.

Şöyle ki, türbanın altına bir "bone" takılıyor.

Kaymasın diye. İşte o bone, kulakları kapatıyor. Bir de tepesine türban... Etti mi sana iki kat...

Duy, duyabilirsen... Ben kendimi uçakta gibi hissettim. Hani basınç değişince kulakların tıkanır ya, o hesap...

Biri bir şey söylediğinde, elimle kulağımı dışarı çıkarma ihtiyacı hissediyorum. Cep telefonunu da bonenin içine sokmaya çalışıyorum.

Leman, sağ olsun, kafamızı hediye paketi haline getiriyor, ilk iğne boynumuzun altına... Ötekiler çeşitli yerlere...

İşte hazırız!

Bekleyin bizi sokaklar geliyoruz...

Nişantaşı Abdi İpekçi’de şöyle bir baştan aşağı yürümeye karar veriyoruz.

Sonra House Cafe, Beymen Brasserie, Allah ne verdiyse...

Uzun uzun Louis Vuitton’un önünde dikiliyoruz, vitrine bakıyoruz.

Benim kolumda çakma bir Louis Vuitton var, "karşı mahalle"nin bir kısmı da çok meraklı hem marka çantaya, hem da eşarba... Longchamp, Hermes, Dior tercih ettikleri markalar... Ama en çok Burberrys eşarp seviyorlar...

Hayvan desenli olduğu için Versace tercih edilmiyormuş.

Cama yansıyan görüntümüze bakıyorum ve "Bu, ben miyim?" diye şaşırıyorum.

Leman’ın sözleri kulağımda o esnada, "Seni okuyan bir sürü türbanlı var, hepsiyle aranı bozacaksın. Sakın bütün hissettiklerini yazma" demişti.

Bakın, bozulmak, darılmak yok... Ne hissediyorsam yazacağım... Amacım, kimseyi yargılamak değil... Ama size yalan söylemek istemiyorum, lafı kıvırmak da...

Benim türbanla uyum sağlayabilmem mümkün değil. Bir kere yakıştıramıyorum kendime, olmuyor, aynada başka biri çıkıyor karşıma...

Şu anda da kafamı cendereye sokulmuş gibi hissediyorum.

Öyle bir baskı, sıkışıklık, rahatsızlık...

Her tarafım terliyor, şıpır şıpır, sırtım, gıdım, ensem, şakaklarım...

Yanımda yürüyen Demet’le konuşabilmek için, kafamı çevirmem yetmiyor, tüm bedenimle dönmem gerekiyor, dünyayı 180 derece algılayamıyorum...

Şaşırtıcı bir tespit, eskiden yolda yürürken insanlar bana bakardı.

Gazeteci olduğum, beni tanıdıkları için değil, evvel eski bakarlardı.

Bir enerjim vardı, hayat akardı içimden, geçerdi, hissederdiniz, hissederdim.

O şimdi yok. Ben sanki matlaştım.

Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki.

Acayip bir duygu.

Hayat boyu ayrışmaya, farklı olmaya çalışmışım. O da şimdi yok.

Bedenim bile sanki benim değil.

Demek ki, saç deyip geçmemek gerekiyor, bir bildikleri var ki kadınların kapanmasını istiyorlar, çünkü saç kapanınca, insanın yüzünün anlattığı şey azalıyor, kaba hatları çıkıyor, burnu öne fırlıyor...

Ve sizi temin ederim en büyük yalan "Türban göze vurgu yapıyor, gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor..."

E bir şeyle avutacaklar kadınları!

Dezavantajı o kadar fazla ki, avantajından söz edilemez bile...

*

Aklımda bunlar, Abdi İpekçi’yi boydan boya yürüyoruz, Beymen’in yanından arka caddeye geçiyoruz...

Doğru ya doğru, Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, "Hooop!" filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar...

Hiçbir şey olmuyor. Yeryüzünde kimsenin umurumda değiliz. Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar.

Laf yok, hakaret yok.

Mahalle baskısı yok.

*

House Cafe’de latte’mizi içiyoruz.

Yine problem yok. Biraz hüzünlü bakışlar var, o kadar. Bir müdahale, bir aşağılama? Asla. Bir ara bana power pilates yaptıran hocam Hakan’ı görüyorum. Şöyle bir bakıyor suratıma, tanımıyor. Alıştım, birkaç tane daha tanıdıkla karşılaşıyorum, herkes kös bakıp geçiyor.

O yüzden zaten "karşı mahallenin kadınları" kafalarına renkli renkli baş örtüleri takıyorlar.

Bir top kumaşa dönüyorlar. Kendilerini bir şekilde göstermek istiyorlar.

Bu da çok anlaşılır, çok insani...

O mahalle, bu mahalle, hepimiz beğenilmek isteyen kadınlarız aslında...

Hüsrev Gerede’ye giriyoruz, kayınpederimin evine doğru yürüyoruz...

Deniz Seki’ye iletilmesi için bir mektup vermek istiyor.

Bari elden alayım...

İşte Haldun Dormen en şeker haliyle karşımda...

Bana diyor ki, "Kapıcıya bırakmıştım mektubu, aksilik işte, kapıcı da gezmeye gitmiş, buraya kadar boşuna geldiniz, üzgünüm..."

"Önemi yok" diyorum, "Ayşe yarın gelip kapıcıdan alır..."

"Yok yok, Ayşe zahmet etmesin" diyor, "Alya var, işi gücü var..."

İnanmayacaksınız ama kayınpederim benimle konuştuğunun farkında değil!

"Haldun Bey, benim Ayşe" diyorum.

"Nasıl yani!" diyor.

*

Sıra Beymen Brasserie’de.

Brasserie, Nişantaşı’nın sembolü...

Gidip en öne kuruluyoruz, salata ve diet kola söylüyoruz. Bakalım ne olacak? Bir iki masa biraz acayip bakıyor. Çok az bir küçümseme...

Ama o kadar.

Personel çok kibar. Çok anlayışlı.

Bence şöyle görünüyoruz, "Brasserie’de hep oturmak istemişler ama hiçbir zaman cesaret edememişler, bugün başarmışlar, kırmayalım, onlar da bizim insanımız. Kucaklayalım. Hem zaten asıl müşterimiz Güney’de tatilde, İstanbul da biraz boş, ne olur yani gelseler..."

Bir ara garsona soruyoruz, "Çok rahat ettik burada, teşekkür ederiz!"

"Ne demek!" diyor. "Eskiden olsa bu muhitte yadırganabilirdiniz ama artık alıştılar. Ayrıca bunda yadırganacak ne var, benim ailem de sizin gibi kapalı. Ben ve arkadaşlarım, biz herkese aynı muameleyi yapıyoruz. Hepimiz müşterilerimizsiniz. Her zaman gelebilirsiniz..."

Sonra hızımızı alamıyoruz, kendimizi başka semtlere atıyoruz. Vapurla şöyle bir Üsküdar yapsak nasıl olur?

Mısır alıp, motora biniyoruz.

Tabii alışmamış başta, türban adam gibi durmuyor, rüzgár yüzünden bazen saçma sapan hallere giriyor. Birbirimizin örtüsünü kolluyoruz.

Boğaz’ın rüzgárı, saçlarımızda gezinemiyor diye hüzünleniyoruz. Üsküdar’da, kalabalıklarda kayboluyoruz.

Her yer bize benzeyen insan dolu.

Varız ama yokuz.

Minibüsle sahil boyu gidiyoruz, otobüsle geri geliyoruz. Neşelenmek için çiçek alıyoruz, kağıt helvalı dondurma alıyoruz, kalabalıkla birlikte meydanda oturuyoruz, gelen geçeni izliyoruz. Bir ara bir ayakkabıcı takılıyor gözüme, ayakkabımı boyatıyorum. Ayakkabıcıyla sohbet ediyorum.

"Hadi" diyor Demet, "Karşıya, alkolsüz kokteyller içmeye, hafiflemeye..."

*

Ortaköy Four Seasons’da limonata içiyoruz... Herkes güler yüzlü...

Kılık kıyafetimiz hiç sorun olmuyor.

Ortaköy Meydanı’na yürüyoruz, hava da nasıl sıcak, pişiyorum.

Üzerimdeki her şey fazla geliyor.

Ortaköy acayip kalabalık...

Gözlükler deniyoruz, esnafın biri "Bunlar manken!" diyor, ay bir mutlu oluyoruz, yaşasın sonunda biri bizi beğendi, baktı ilgilendi...

Muhtemelen ondan alışveriş yapalım diye ama olsun hoşumuza gidiyor.

Hem "eski manken" demedi...

Algıda seçicilik bu olsa gerek, bir eşarpçı görüyoruz, güzelleşebilmek için tek şansımızın farklı renkte eşarp takmak olduğunu biliyoruz, dükkanın sahibi çok kibar, "İçeride oğlum var, söyleyeyim çıksın, siz deneyin eşarpları" diyor...

Da...

Leman ve iğneler yok...

Kafamızı açarsak yeniden nasıl bağlayacağız?

Dükkanın sahibi, bir tuhaflık olduğunu fark ediyor, "Yeni mi kapandınız?" diye soruyor.

Acıyarak, şefkatle...

Ama yargılayarak değil...

Kem küm edip geçiştiriyoruz.

Demet, pembe bir eşarp seçiyor kendine, ben mavi...

Ortaköy meydanına gidiyoruz, Levent arkamızda gölge gibi takip ediyor bizi. Bir süre kayıkların üzerinde oturuyoruz, geleni geçeni izliyoruz.

Şimdi istikamet Ortaköy House Cafe ...

Boğaz’ın en güzel yerindeki kafeye girince, "Oh be" diyoruz, bir güzel bara kuruluyoruz. Her çeşit insan var içeride, kimse kafasını bile kaldırmıyor.

"Bugünün en heyecan verici alkolsüz kokteyli ne?" diye soruyorum.

Bir Mohito geliyor ki...

İçine atla o kadar güzel, o kadar serin...

Bir ara aklıma düşüyor, "Yoksa bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?" diyorum, anladılar da numara mı yapıyorlar...

Yooo, gerçekten tanımıyorlar.

Servis iyi ve hızlı...

Orada Demet’le kara kara düşünüyoruz... Hiç beklediğimiz gibi çıkmadı...

Mahalle baskısı sıfır... Yandık... Bunun haber değeri yok... Ya da var mı?

Birilerinin bağırıp, çağırması lazımdı...

"Gidin, defolun, sizi istemiyoruz" demesi...

Demediler...

Neyse ne, olan bu...

Bir de Reina’yı deneyelim...

Oraya girmeye çalışalım...

Ne bileyim İzmir’e gidelim, Kordon’da çarşafla dolaşalım...

Haşemayla yüzelim...

Tüm bunları, alkolsüz kokteyl içerken düşündük.

Bir de alkollü içseydik!

Fatih’te minik etekle dolaşma fikri de o anda ortaya çıktı...

"Madem bizim mahallede türbanlı dolaştık... Bir de karşı mahallede mini etekle dolaşalım... Bakalım ne olacak?"

Aaaaaa, şurada dikilen Ferzan Özpetek değil mi?

Üzerinde bir tişört, bir bermuda, ayağında parmaktan geçme terlikler, Teşvikiye Palas’ın önünde birini bekliyor, yoldan gelip geçenlere bakıyor, bizi de tepeden aşağıya şöyle bir süzüyor. Ona doğru yürümeye başlayınca, yüzünde rahatsız bir ifade görüyorum.

Türbanlılar bu kadar direkt, doğrudan davranmıyor galiba, daha çekingenler, bizim gibi erkeklerin üzerine üzerine yürümüyorlar.

Yanında duruyorum ve "Beni tanımadın mı?" diyorum.

"Tanışmış mıydık?" diyor.

"Ne demek tanışmış mıydık!"

Benim onunla bir hukukum, bir arkadaşlığım var. Gözlerini, yüzümde gezdiriyor, tanıdık bir şey arıyor; bulamıyor. Deli mi ne, gerçekten tanımıyor.

"Benim ben!" diyorum, "Ayşe..."

"Hangi Ayşe?" oluyor.

Hálá tık yok.

Aman Allah’ım bu kadar mı değiştim?

Kim olduğumu söylüyorum, şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor, "Hiçbir şekilde tanımadım" diyor, ekliyor "Ama ikinizin de beden dilinde bir tuhaflık var, tam kapalılar gibi değilsiniz. Sonradan kapanmış gibi duruyorsunuz. Kocasının baskısıyla filan..."

Abiye tesettür olayına da girdik

Merak ettiğimiz bir şey daha var.

Normal tesettür var tamam ama, bunun bir de lüksü var.

O nasıl tepkiyle karşılanıyor acaba?

Bir başka deyişle "abiye tesettür".

Demet siyahlara bürünüyor, ben beyazlara.

Gözümüze kalem-malem de çekiyoruz.

Şimdi kendimizi daha bir kadın gibi hissediyoruz.

En büyük nedeni de ayağımızdaki topuklular.

Daha zengin bir görüntümüz var, zavallı gibi durmuyoruz.

Şöyle bir gözlemimiz oldu; zenginlik, genel olarak insanların sinirine dokunuyor, daha önceki kıyafetleri giydiğimizde bize şefkatle bakanlar, şimdi kaşlarını kaldırıyorlar..

"Ne işiniz var burada" ya da "Para el değiştirdi, artık bunların parası var" gibisinden.

Ama yine de mahalle baskısı yok.

Biz, iki kadın, çok eğleniyoruz.

Bu halimizle bir sürü yere gidiyoruz.

Derken soluğu Akaretler’deki W Otel’de alıyoruz.

Direkt içeri giriyoruz, bara çıkıyoruz, hiç sorun olmuyor.

Sonra Der Die Das’a uğruyoruz.

Nihat Odabaşı, Aslı Altan, Deniz Akkaya, Mahmut Anlar, Ender Sanal, Murat Patavi bir ekip halinde oradalar.

Nihat, benim Nihat, "Michael Jackson anısına siyah ve beyaz giyinmiş iki kadın geldi" diye espri yapmış.

Ama tanımamış!

Bebek Kahve’deyiz

Olmaz demeyin oluyor...

Bebek Kahve’ye gidiyorsun, bin yıllık Selo seni tanımıyor.

Oysa, her şey aynı...

Her zaman oturduğun yere oturuyorsun.

Her zamanki gibi büyük Adaçayı istiyorsun.

Farklı olan tek şey, kafandaki türban...

Biz "Hop! Burası size uygun bir yer değil! İkileyin" türünden itici bir tepki bekliyorduk.

Olmadı.

Her zamanki Bebek Kahve’ydi.

Parayı ödemek için içeri Selo’nun yanına gidiyorum.

Tanımıyor.

Parayı ödüyorum.

"Özcan nerede?" diyorum.

"Ameliyat oldu."

"Aaa çok geçmiş olsun ne ameliyatı?"

"Tiroid" diyor, "Telefonu kaç? Bir arayayım" diyorum, "Bilmiyorum ki" diyor. "İnsan bu kadar yakını olan birinin telefonunu bilmez mi?" diyorum.

Selo, ona sürekli sorular soran türbanlı kıza sinir oluyor, numarayı veriyor ve "Hadi işim var hadi, hadiiiii..." diyor.

Abi, bu ayrımcılık ne b.k yiyeceğiz?

Reina komedisi

Reina’ya girmek için kendimize isim uyduruyoruz:

Fatima Abbas ve Rana Ebubekir...

Dubailiyiz.

Kebaba da çok meraklıyız.

Köşebaşı Dubai’de açıldı, pek sevdiğimiz bir lokanta, tatil için İstanbul’a gelince, o sevdiğimiz lokantanın denize nazır şubesinde kebap yemek istiyoruz.

Rezervasyon tamam. Gazeteden bizim için yapıyorlar. Fakat bir ültimatom var:

"Çarşaflılarsa unutun, giremezler!"

"Yok yok deniyor, misafirlerimiz modern tesettürlü."

"Tamam o zaman."

Ben fosforlu yeşil bir el feneri gibiyim.

Demet, sarılar içinde.

Reina’nın kapısında dikiliyoruz.

Size ne kadar eğlendiğimizi anlatamam.

Girişteki paniği görmeniz lazım... Koca koca adamlar bizi görünce ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Gülmemek için kendimizi zor tutuyoruz.

Almak istemiyorlar ama nasıl kıvıracaklarını bilmiyorlar. Bütün trafik durdu herkes bize bakıyor.

Al sana mahalle baskısı!

Ama yani olabilecek en kibar biçimde, gece kulübüne giremeyeceğimizi söylemeye çalışıyorlar.

Dubailiyiz ya güya, İngilizce konuşuyoruz, "Ama rezervasyonumuz vardı" diyoruz, defterden adımızı bulmak için uğraşıyoruz.

Aralarında konuşuyorlar, "Abi giremez bunlar, içeride isyan çıkar, baksana tamamen kapalılar, olmaz... Söyle... Bir şey uydur!"

"Sizin rezervasyonunuz akşam üzerineymiş, şimdi geç oldu, artık gece kulübü. Giremezsiniz" diyorlar.

Ne kadar yaratıcılar!

"Yoo biz şimdi de yeriz, önemi yok" diyoruz.

"Ablacığım" diyor, "Çok alkol var içeride... Neydi bunu İngilizcesi... Too much alcohol... Gelmez sana..."

"Biz alışığız" diyoruz, "Dubai’de gidiyoruz kulüplere... Diet kola içiyoruz..."

"Abi bunlar Dubaili, orası acayip bir yer, sen direkt de ki, İstanbul’da türbanlılar giremiyor böyle yerlere..."

"Oğlum diyemem... Ayrımcılık bu..."

"Demezsen yarın yine gelecekler, ne b.k yiyeceğiz?"

O sırada "Yarın akşam 7’de gelelim o zaman" diyorum ben.

"Gördün mü" diyor, "Mahvolduk!"

Görevlilerin hali o kadar perişandı ki daha fazla zorlamayalım diyoruz. Arabaya biniyoruz ve karnımız ağrıyıncaya kadar gülüyoruz.

Pislikten başka bir şey değilsiniz!

Kim ne derse desin...

Gözü karayım.

Bir sürü şeye balıklama atlarım. Benim tehlike çanlarım bir türlü çalmaz.

Hep "Bir şey olmaz!" derim. Dere tepe düz giderim.

Hayatımda ilk defa "Yapmayalım, değmez!" diyorum.

Korkuyorum, ödüm patlıyor.

Neden?

Çünkü Fatih’teyiz. Üstelik mini etekliyiz. Kimseyi rahatsız ya da huzursuz etmek istemiyoruz, tahrik etmek için de uğraşmıyoruz, nasıl bizim mahallede tesettürle dolaştıysak, nasıl İzmir’de çarşafa girdiysek, Fatih’te de mini etekle dolaşır mıyız, nasıl dolaşırız, onu merak ediyoruz.

Tepkileri görmek istiyoruz.

Yaradana sığınıp, yürümeye başlıyoruz.

Fatih genelinde hiçbir şey olmuyor.

Normal bir semt.

Tamam, belli ki mutaassıp insanlar yaşıyor, tek tük askılı ya da kolsuz elbiseli kadın var.

Bize biraz tuhaf bakıyorlar ama içimdeki tehlike çanları çalmıyor.

Amaaaaa...

İsmail Ağa Caddesi’ne gelince...

Hayatımda böyle bir şey görmedim. Aklımdan çıkmıyor.

Pakistan gibiydi.

Herkes cüppeli, sarıklı, sakallı...

Kadınlar çarşaflı...

Yolun başında, tek tük görüyorsun, sonra çoğalıyorlar, birden her taraftan siyah çarşaflı kadınlar çıkıyor. Ve arkalarından gelen cüppeli adamlar...

Yanlış anlaşılmasın, kim ne isterse giysin ama orası Türkiye gibi değildi, İstanbul’da gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, zaman sanki gerçekten durmuştu.

Fatihliler için bile marjinal bir yer.

Barbie bebeklerini tahrik edici bulanlar işte onlar...

Fatih’te dolaşırken tanıştığımız çok şeker tesettürlü bir arkadaşımız var, bize diyor ki "Yürürsünüz, Allah’ın izniyle yürürsünüz... Bir arkadaşımızı tokatlayarak sersem ettiler... Siz hiç durmayın, hızlı adımlarla caddeyi baştan başa yürüyün. Bir şey olursa koşabilirsiniz değil mi?"

Şimdi bu lafları siz duysanız ne yaparsınız? Korkmaz mısınız?

Ama başladığımız işi bitirmek gerek.

Caddeye dalıyoruz.

Sağlı sollu hacı yağı satan dükkanlar var, dini kitaplar, Kuran’lar, antika köstekler, tesettür kıyafetleri, aksesuvarlar...

Ortada da meşhur İsmail Ağa Camii.

Önümüze bakarak yürüyoruz.

Bir an çıplakmışız gibi bir duyguya kapılıyoruz çünkü öyle bakıyorlar.

Uzaktan bizi izleyen fotoğrafçı arkadaşımız Levent bile tırsmış durumda.

Üzerinde turuncu bir tişört var diye laf yemiş.

Bizim yediğimiz lafın, haddi hesabı yok.

Hele, sakallı cüppeli bir adam "Pislikten başka bir şey değilsiniz!" deyince...

Demet’le göz göze geliyoruz, adımlarımızı hızlandırıyoruz.

Ve kendimizi arabaya atıyoruz.

Byeeee İsmail Ağa Caddesi!
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp,
Bez parçası... Keşke ahirette senin yandığını görebilsem be Ayşe Arman...
Kızlar da yaramaz, anneleri de!
Kızlarınız da sizin gibi anlaşılan. Kendi ağzıyla söylüyor anneleri yaramaz diye :) Bencede yaramaz sizi sadece İstanbul'un Karaköy'ü Ankara'nın Bentderesi paklar ;)
Öyle bir baskı, sıkışıklık, rahatsızlık...

Her tarafım terliyor, şıpır şıpır, sırtım, gıdım, ensem, şakaklarım
Bu dünyada sizin tabirinizle cool takılın bakalım , asıl öbür dünyada terleyeceksiniz , yanacaksınız... İnşallah Örtülü kardeşlerimin gözünün önünde yanarsınız !
En büyük nedeni de ayağımızdaki topuklular.
Daha zengin bir görüntümüz var, zavallı gibi durmuyoruz.
Demek zavallı gibi...
Hele, sakallı cüppeli bir adam "Pislikten başka bir şey değilsiniz!" deyince...
Pislik değil dayı peynir :D

Ayşe Arman... Bu ve bunun gibi peynirlerin kilosu marketlerde 5.5 lira (malum kaşarın fiyatı o kadar :D ) Pek fazla ciddiye almamak lazım bu peynirleri boşver hatice ;)
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

sorun şu ki ayşe arman sadece giyiminde uygulamış o islami hayatı
kapanırken ruhunda bir değişiklik olmamış, bir şeyler hissederek ve şevkle kapanmamış, bundandır öyle hissedişi, zaten şuan zorla takan ve istemeyen, sevmeyen insanda aynı şeyleri söyler sanırım.
Bence kapanabilmek büyük cesaret, çünkü çok fazla yargılayan ve yanlış anlayan var. Ben şimdiye dek hiç cesaret edemedim ama kapanan çoğu kişininde iradesine hayranım . HAYIR HAYIR BİLİYORUM, BABALARI KAPATMADI ONLARI.
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Biliyorsunuz ki bu kadın geçenlerde HELLO dergisine yarı çıplak pozlar verdi...
Ve bu kadının mesleği ''gazetecilik''...

Yazıyı okuyanlar anlamıştır,kadının asıl amacını..
Amaç burda,gerçekten tarafsız olarak ''bizlerin'' yaşadıklarını anlamaya çalışmak değil,,taraflı olarak oynanmış bir oyundur..

Mahalle baskısı olmadığını ve heryerde rahatlıkla dolaştığını söyleyen Armanın amacı farklı olduğu için bu kadar mutlu mesut yaşamış tesettürlü olarak...

İlk olarak Arman bilmez mi ki ilk baskı,yaşadığımız ülkenin devletinden gelmekte..

Tamam onu geçtim..
Nişantaşı kafelerini gezmiş..Hiç bir sorun yaşamadan..
E be Arman atma şimdi...
4 Yıldır Nişantaşı sokaklarını eskitmekteyim..
Nişantaşında bir mağzaya girdiğinizde(örtülüyseniz),sizinle ilgilenen bir eleman gnellikle olmaz...''Takılsınlar,çıksınlar'' edalarında davranır sayın satış elemanları....

Ve bir cafeye girdyseniz,diğer insanlar kapılarda karşılanıp (neredeyse ayak uçlarına eğilip öpülcek.!) hoş buyur edilirken içeri,siz örtülüyseniz,kendi halinizde içeri girersiniz ve garsonla siz seslenene kadar muhattap olamazsınız..

Yapma Allah aşkına Arman,toplu taşıma araçlarında gençler dekolteli makyajlı kadınlara zıplayarak yer verirken,örtülü ablalarımda kıllarını kıpırdatmıyorlar...

Sayın Arman sen hangi İstanbul'da gezdin sorarım_?
Nişantaşı sokaklarında hiç mi o nefret dolu bakışlarla karşılaşmadın..Ya da hiç mi arkandan ''yazık,türemeye başldılar yine ..sıkmabaşlar,,bunlar yüzünden şöyle böyle'' laflarını yemedin... Yoksa ''amacına engel olur'' diye yazamadın mı_?

Bırak şimdi Arman sen kimi kandırıyorsun_?


İyi bir gzeteci haysiyeti ve onuruyla,yaptığı röportajları,haberleriyle gündemde kalmaya çalışır...
Senin gibi çıplak pozlar ve tesettürü kullanarak, ''OYUNLAR'' oynayarak değil...

Gazeteciliğini hakkıyla yapmanı öneririm..
Yoksa kimbilir...
Bir kör kurşun..
Hani olurda..
Denk geliverir biyerleriine..
Sen bilmezsin lakin,
Davası için savaşan çoktur bu ülkede güzelim :)

Haa bir de..
Mail adrsine ve sayfana attığım yazıları da bi zahmet ''gazetecilik''adının onuru adına yaynlama cesaretinii gösteriver..
İşine geleni yayınlayıp,işine gelmeyeni es geçmek haysiyetsizliktir.
 
Son düzenleme:
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Bakın, bozulmak, darılmak yok... Ne hissediyorsam yazacağım... Amacım, kimseyi yargılamak değil... Ama size yalan söylemek istemiyorum, lafı kıvırmak da...


bu da ' okuyuclarımı kesinlikle kaybetmek istemiyorum siz duygularınızı aldırıp öyle okuyun' manifestosu olsa gerek.

bende inanmıyorum gerçek izlenimlerini anlattığına. biz kapsüllerde yaşayan insanlar değiliz, etrafımızda herkese ve her şeye olan muameleyi görebiliyoruz ve neler yaşandığınıda biliyoruz. kimlerin çizginin dışına atıldığını, kimlerin tepkili olduğunu, kimlere pislik dendiğini ve kimlere denmediğini...
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Derviş'in fikri neyse zikri de odur..

Bence düşündükleri çok yanlış.Onun hepten başörtüsüyle sorunu var bence.Mesela haşema giyince suyu hissetmiyormuş,başını örtünce kafasını döndüremiyormuş falan...

Sonuçta neden Allah başımızı örtmemizi istiyor bunu düşünmüş müdür ki?
Hani derler ya gülü seven dikenine katlanır diye.Elbette birşeylerde zorlanacaksın ki iyi sonuçlar alabilirsin.

Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır...VICTOR HUGO
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Kaynatasıyla uzn uzun konuşmuşşmuş...
Arkdaşıyla uzun uuzun konuşmuşmuş...
Beni tanımadınmı demiş...Yok demiş öteki...
Ben Ayşe demiş...Hangi Ayşe demiş öteki...
Yüzünebakmışlar uzun uzun da yine tanımamışlar
Ah be Arman biraz daha inandırıcı olamazmıydın : p
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Demet siyahlara bürünüyor ben beyazlara.

Gözümüze kalem-malem de çekiyoruz.

Şimdi kendimizi daha bir kadın gibi hissediyoruz.

En büyük nedeni de ayağımızdaki topuklular.

Daha zengin bir görüntümüz var zavallı gibi durmuyoruz.




bi sürü şey söyledim de yazamam ki....:mad: neyse gerizekalı demekle yetiniyorum..
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Başörtüsünü kendi ahlaksız şov ve emellerine alet eden bu şahsiyetsizlik abidesi, o başörtüsünün ağırlığını taşıyamayacak kadar hafiftir. Acıyorum sonlarınızı düşündükçe. Yaşlarınız yetmişe dayanıp da yüzünüzde ölüm çizgilerinin arttığı, o güzelliklerinizden eser kalmadığı, kadeh kadeh zıkkımlandığınız şarapları vücudunuzun artık kabul etmediği ve içinizi ölüm korkusunun kapladığı günlerinizde bu yaptığın ahlaksızlık aklına gelirse hiç mi utanmayacaksın acaba.
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Daha zengin bir görüntümüz var zavallı gibi durmuyoruz.



senin zavaLLı dediqin insanLar öteki dünyada ahirette sendende zengin oLcakLar oranı buranı acıcaqına kapanda müsLümanLıgı ögren..



Hele sakallı cüppeli bir adam "Pislikten başka bir şey değilsiniz!" deyince...


amca onLar pisLikmi pisLİkLere ayıp etmişsin..onLar cift kaşarLı tost oLmuşLar..




O herkesin diline düşmüş milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp


senin o dediqin bez parcası ahiretimizde bize yardımcı oLucak senin giydigin 2 cmLik oranı buranı gösteren etek deiL bizLeri kurtaracak oLan..



Öyle bir baskı sıkışıklık rahatsızlık...

Her tarafım terliyor şıpır şıpır sırtım gıdım ensem şakaklarım



ah ayşe ah sana o ismi verenin benn

ahirette napcaksın cehennemde napıcaksın acaba
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Kadın bir araştırma yapmış,tecrübelerini de anlatmış orada.Bunun neyine böyle sinirlendiniz ki?Türbanlılar kendini,"açıklar bizi çok eziyor,aşağılıyor" görüşüne o kadar kaptırmış durumdaki her yerden bu sonuca varıyorlar.Tamam bu durum yok değil ama abartılıyor artık.2yıldır otellerde staj yapıyorum ve orada yapılan hizmetleri de görüyorum,türbanlıların bir kez bile "türbanlı" olduğu için eksik hizmet aldığına şahit olmadım.Reina'ya alınılmaması normaldir o farklı.Daha önce de söylediğim gibi modern yerlerde türbanlılara karşı bir dışlanma yok değil(tıpkı mini etekle tutucu biryere gitmek gibi) ama bu abartılıyor.
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Kadın bir araştırma yapmış,tecrübelerini de anlatmış orada.Bunun neyine böyle sinirlendiniz ki?Türbanlılar kendini,"açıklar bizi çok eziyor,aşağılıyor" görüşüne o kadar kaptırmış durumdaki her yerden bu sonuca varıyorlar.Tamam bu durum yok değil ama abartılıyor artık.2yıldır otellerde staj yapıyorum ve orada yapılan hizmetleri de görüyorum,türbanlıların bir kez bile "türbanlı" olduğu için eksik hizmet aldığına şahit olmadım.Reina'ya alınılmaması normaldir o farklı.Daha önce de söylediğim gibi modern yerlerde türbanlılara karşı bir dışlanma yok değil(tıpkı mini etekle tutucu biryere gitmek gibi) ama bu abartılıyor.

Yazıyı bidaha oku istersen...

Amacı gerçekten tesettürlüleri anlamak olsaydı 'amenna'...İyi yapmış derdim.
Lakin amacının ne olduğu bariz bir şekilde ortdayken,siz de ''ne var canım bunda'' diyorsanız, aynı kefedeki, aynı mahalledeki (Armanın deyişiyle,bize göre karşı mahalle) bir çok şeyini yitirmiş,belli bir oyunun içindeki kuklalardansınız..
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Ya ne amacı olacak Ayşe Arman'ın da işi gücü yok zaten sırf türbanlıları aşağılamak için böyle bir araştırma yapacak.Bu yazıda da abartı bir şey göremedim ki?Haklı buluyorum bu yazısında Arman'ı,türbanlılar bu dışlanma olayını fazla abartıyor.Nasıl Nişantaşı'da türbanlılara kötü gözle bakılıyorsa Fatih'te,İsmailağa'da da dekolte giyinenlere kötü bakılıyor.Gittiğin yerin belirli düzenlerine göre davranırsın veya gitmezsin yani bu kadar basit.Şimdi Nişantaşı'ya türbanla gidip "beni kötü gördüler" demenin bir alemi yok.He güzel değil,acı bir şey ama günümüzün şartları bu,gittiğin ortama göre olursun veya gitmezsin bu kadar basit.Tüm dünyada vardır bu,mesela Amerika'da zenci mahallesine beyaz halde girerseniz ezilirsiniz.Tüm bu ayrımlar gerçekten acı ama türbanlılar sanki sadece kendileri için geçerliymiş gibi bas bas bağırıyorlar.Ben de kız arkadaşlarımın Fatih'te mini etekli dolaşmasını istiyorum hiç ezilmeden,hadi bakalım.Biz de eziliyoruz o zaman.İsmailağa'daki adam mini etekli kızlara laf edince tebrik ediyorsunuz,Nişantaşındakiler türbanlıya edince saydırıyorsunuz.Siz mini etek giyenlere,dekolteli giyinenlere binbir tane laf söyleyin sonra türbanlıya bir laf gelince isyan edin.Sonra neymiş "ayrımcılığa karşıyız",hadi ya?
 
Son düzenleme:
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Fatih'te mini etekle kız arkadaşını rahatlıkla dolaştırabilirsin. Hatta istersen sen bile dolaşabilirsin. Kimse bir şey demez hiç korkma.
Biz o takıntıları çoktan aştık. Darısı türban takıntısı olanların başına.
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Fatih'te mini etekle kız arkadaşını rahatlıkla dolaştırabilirsin. Hatta istersen sen bile dolaşabilirsin. Kimse bir şey demez hiç korkma.
Biz o takıntıları çoktan aştık. Darısı türban takıntısı olanların başına.

Gerçekten mi?Geçtim mini eteği benim annem normal giyinir kot falan.En son nedenini unuttum ama gittiğinde milletin tuhaf tuhaf bakışlarından çok rahatsız olmuştu.Düşünün siz mini etekli genç bir kızın ne tepkiler alacağını.
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Gerçekten mi?Geçtim mini eteği benim annem normal giyinir kot falan.En son nedenini unuttum ama gittiğinde milletin tuhaf tuhaf bakışlarından çok rahatsız olmuştu.Düşünün siz mini etekli genç bir kızın ne tepkiler alacağını.

Hepiniz aynı yolu izlersiniz...Hep aynı laflar...
Polemik yorumlarla spekülasyon oluşturarak haklamaya çalışırsınız kendinizi...


Evet belki bu dünyada eziliriz,dışlanırız,aşağılanırız ve hatta ÖLÜRÜZ bunun uğruna...Lakin dostum içimiz rahattır her zaman...Ne olursa olsun,herşeye rağmen gururumuz,onurumuzdur...
Sizin gibiler bir nebze canımızı sıkar sadece...
Dert etmeyiz...Allahın rızası yeter (;
 
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

Kadın bir araştırma yapmış,tecrübelerini de anlatmış orada.Bunun neyine böyle sinirlendiniz ki?Türbanlılar kendini,"açıklar bizi çok eziyor,aşağılıyor" görüşüne o kadar kaptırmış durumdaki her yerden bu sonuca varıyorlar.Tamam bu durum yok değil ama abartılıyor artık.2yıldır otellerde staj yapıyorum ve orada yapılan hizmetleri de görüyorum,türbanlıların bir kez bile "türbanlı" olduğu için eksik hizmet aldığına şahit olmadım.Reina'ya alınılmaması normaldir o farklı.Daha önce de söylediğim gibi modern yerlerde türbanlılara karşı bir dışlanma yok değil(tıpkı mini etekle tutucu biryere gitmek gibi) ama bu abartılıyor.

burda ayşe armanın amacı çok belli seçilen cümlelerden
illaki kapalılardan bazıları abartıyordur ya da açıklar da abartıyordur.
Şunu kimse söyleyemez ama, türbanla gittim laf eden yok, bakan yok, yadırgayan yok. çünkü VAR, çünkü biliyoruz bizler var olduğunu, en ufak bir yerde görüyorsunuz bunu, elif şafak yazmıştı *Amerikadayım kafede oturuyorum Müslüman olmanın bir baskısı var üstümde ve içeri örtünmüş bir kadınla çocuğu giriyor, ben birden kasılıyorum, kadının çocuğu yere yemek döküyor8 ya da düşüyor tam hatırlamıyorum) ben içimden kadına nefret kusuyorum bizi karaladı diye, etrafıma bakıyorum sorun yok, kimse bir şey dememiş ve kimsenin umrunda değil.*

Ama bu nerde? AMERİKAda kimsenin kimseye bu anlamda karışmadığı asıl medeni yerde. Medeniyet kılıfını giyinmiş Türkiyede durum nasıl peki?Pantolon giymiş bir türbanlı geçmeyegörsün sokaktan, heme başlıyor laflar madem kapalısın etek giy diye, yahu yaşıyoruz bunları inkar edilemezler. mini eteklilerin dışlandığı yok bunuda biliyoruz. bende gayet giyiyordum mini etek, elbise, şort, kimsede dışlamadı beni. Nerde dışlanıyordur? yobaz insanların yanında belki, madem deniyorki kapalılar yerini bilsin reinaya girmesin, mini eteklilerde yerini bilsin dini güçlülüğüyle nam salmış mekanlara uğramasın. Pislikler demişlermiş ama türbanlıyken kimse karışmamış. Yok biz dünyayı bilmiyoruz sanki de birilerini kandırmaya çalışıyor bu kadın.
 
Son düzenleme:
---> Buyrun Ayşe Arman ve yorumlarınız.

burda ayşe armanın amacı çok belli seçilen cümlelerden
illaki kapalılardan bazıları abartıyordur ya da açıklar da abartıyordur.
Şunu kimse söyleyemez ama, türbanla gittim laf eden yok, bakan yok, yadırgayan yok. çünkü VAR, çünkü biliyoruz bizler var olduğunu, en ufak bir yerde görüyorsunuz bunu, elif şafak yazmıştı *Amerikadayım kafede oturuyorum Müslüman olmanın bir baskısı var üstümde ve içeri örtünmüş bir kadınla çocuğu giriyor, ben birden kasılıyorum, kadının çocuğu yere yemek döküyor8 ya da düşüyor tam hatırlamıyorum) ben içimden kadına nefret kusuyorum bizi karaladı diye, etrafıma bakıyorum sorun yok, kimse bir şey dememiş ve kimsenin umrunda değil.*

Ama bu nerde? AMERİKAda kimsenin kimseye bu anlamda karışmadığı asıl medeni yerde. Medeniyet kılıfını giyinmiş Türkiyede durum nasıl peki?Pantolon giymiş bir türbanlı geçmeyegörsün sokaktan, heme başlıyor laflar madem kapalısın etek giy diye, yahu yaşıyoruz bunları inkar edilemezler. mini eteklilerin dışlandığı yok bunuda biliyoruz. bende gayet giyiyordum mini etek, elbise, şort, kimsede dışlamadı beni. Nerde dışlanıyordur? yobaz insanların yanında belki, madem deniyorki kapalılar yerini bilsin reinaya girmesin, mini eteklilerde yerini bilsin dini güçlülüğüyle nam salmış mekanlara uğramasın. Pislikler demişlermiş ama türbanlıyken kimse karışmamış. Yok biz dünyayı bilmiyoruz sanki de birilerini kandırmaya çalışıyor bu kadın.

Tebrikler :)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol puff
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst