ümit ile serbest düşünce

KENEVİR HAKKINDA YANLIŞ BİLİNEN DOĞRULAR
Şimdi üç kuşaktır bizlere yanlış empoze edilen bir yalandan uyanma vaktidir.
Yıllardır katlettiğimiz doğa bizden öcünü almadan önce bir şeyler yapmalıyız. Doğa katliamını engellemeliyiz. Ağaçları kurtarmalıyız. Tekrar doğal besin ve ilaç kullanımına geçmeliyiz.
Konumuz; KENEVİR
Hani ekimi yasak olup yetiştirilmesi özel izinle sınırlı tutulan uyuşturucu sınıfı sayılan bu bitki meğer masummuş.
Hak etmediği bir sicil yüzünden fişlenmiş bu bitki emperyalizm tarafından.
Kenevir insanlık tarihinin en eski bitkilerindendir. Kenevir dişisi ve erkeği gözle ayırt edile bilen tek bitkidir.
1000 metre kare kenevirden 4000 metre kare ağaca eş kağıt çıkar. Bir ağaç 20 ile 50 yıl arası yetişir, kenevir ise 4 ayda yetişir. Kenevir 8 kez kağıda dönüştürüle bilir, ağaç 3 kez. Dönüşümlü zirata uygun yaz bitkisidir. Dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur.
Yani kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşsa zirai ilaçlama sektötüne de gerek yoktur.
Tüm Petrol kimya ürünleri yenilene bilir olarak petrol kimyadan daha ucuza üretile bilir.
Kenevirin kullanıldığı sektörler şöyledir; İlaç yapımında, kağıt yapımında, yakıt yapımında, kumaş yapımında, otomotiv sektöründe, petrol ve petrol kimyanın kullanıldığı her alanda alternatif ayrıca kozmatik ve sabun yapımında, aıds ve kanser tedavisinde kemotrapi ve radyasyon etkisini azaltma, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk ve piskoloji rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılan etken maddesi THC nin sentetiği gerçeğinin yarısı kadar iyileştire biliyor.
Kenevir bataklık kurutmada etkilidir. Radyasyon temizleyici olup olağan üstü miktarda oksijen üretir. 1000 metre kare kenevir 25000 metre kare ormanlık alan kadar oksijen üretir. Kanvas ürünleri kenevir ürünlerinin adıdır ilk kot pantolon kenevirden yapılmıştır. Sicim, ip, halat, çuval, çanta, halı, torba, döşeme, ayakkabı, şapka yapımında dayanıklı ve idealdir. Toğumunun besin değeri ideal protein değeri çok yüksek içindeki iki yağ asidi başka hiçbir bitkide yoktur. Kollestrol dostu omega3, omega6, omega9 yağlarını taşıyor. Hayvan beslemekte ideal bir besin ve hormon takviyesine gerek yok.
Şuanda hormanlarla ve kimyasallarla dolu fastfood reklamları serbest ama KENEVİR KOTUNUN reklamını yapmak yasak yani kimyasal olan yasal, doğal olan yasak. Yararlı olan hapiste zararlı olan özgür ve serbest. Plastikten üretilen ürünlerin tümü daha kolay ve sağlıklı bir şekilde kenevirden üretile biliyor. Kenevir plastiği kolayca doğaya dönüşe bilirken plastik 1 milyon yılda yok olmayacak kadar zararlı.
Peki kenevirin faydaları bilinmiyor muydu da bizler petrol ve kimyasala dayalı medeniyet kurduk. Elbette biliniyordu ve bir zamanlar kenevir bütün yan ürünleriyle kullanılan bir bitkiydi kullanım alanı çok genişti peki ne odu da bugün bu bitki yasak hale geldi.
Bugün yasak olan kenevir 18. Yüzyılda Amerika’ da zorunlu olarak yetiştiriliyordu. Kenevir üretmeyen çiftçi hapse bile atılıyordu. Bugün ise üreten hapse atılıyor.
Amerika’da 1900’ lü yılların altın sahibi siyasetçi ve yayıncı film yapımcısı William Render Hearst ülke çapında gazete, dergi ve medyanın sahibiydi. Kağıt üreticiliği yapıyordu ve ormanları vardı. Kenevirden yapılacak olan kağıttan milyonlarca dolar kaybedecekti. John Davison Rockefeller dünyanın en zengin adamıydı ve petrol şirketleri vardı biyo yakıt ve kenevir yağı onun en büyük rakibiydi . İlaç sektöründeki kenevir bazlı doğal ürünlerde Rockefeller tarafından düşman ilan edilmişti.
TIPAN ana hissedarı Andrew Mellon petrol ürünlerinden plastik üretmek için patentler almıştı . Plastik, selefon, naylon, metenol, rayon, dakrol atık petrolden üretilecekti. Ama kenevir endüstrisi TIPAN’ tın Pazar payının %80 nine engel oluyordu. Andrew Mellon ABD de hazine bakanı oldu. Yeğenini de Federal Narkotik Bürosunun başına atadı. Mellon, Rockefeller ve William Render Hearst kendi aralarında yaptıkları gizli toplantılarda kenevirin kendilerine milyonlarca dolarlık düşman olduğuna karar verdiler. “KENEVİR ORTADAN KALKMALIYDI.”
Meksikalıların kullandıkları argo olan bir kelime ile mariana sözcüğünü gazeteler aracılığı ile en tehlikeli uyuşturucu olarak beyinlere kazılması sağlandı. Mariana ile kenevirin aynı şey olduğunu bütün beyinlere kazımak istiyorlardı ve başardılar. Mariana yı yasaklattıklarında keneviride yasaklatmış oldular. Karar verildiğinde kararı veren doktor kenevirin yasaklandığını bilmiyordu.
Filimler,kitaplar, dergiler ile Mariana hakkında sahte veriler ve raporlar kullanıldı 1930’ lu yılarda halk cahil ve bilgisizdi. Subliminal mesaj konusunda bilgisizdi ve ırkçılık henüz bitmemişti. Bu kişiler aynı zamanda ırkçılık üzerinden kampanyalar yapıyorlardı. İlaç sanayisinde kullanılan kenevir yasaklandı ve KENEVİR EN ZARARLI UYUŞTURUCU OLARAK FİŞLENDİ.
 
ISAAC NEWTON
(1642-1727)

*İngiltere doğumludur , babası yokken dünyaya gelmiştir.
*18 yaşındayken Cambrige üniversitesi Fen bilimler ve Matematik Bölümünü okumuştur.
*Işığın gök kuşağının tüm renklerinin bir karışımı olduğunu tespit etmiştir.
*İlk yansıtıcı teleskopu tasarlamış ve imal etmiştir.
*Optik alanında yapmış olduğu deneylerin sonuçlarını ingiliz kraliyet ve bilim akademisine daha 29 yaşındayken sunmuştur.
*II.hareket kanununu bulmultur. Bunun matematiksel ifadesi F=m.a ->bir cismin ivmesinin,yani hızındaki değişimin cisim üzerine etki eden net kuvvetin cismin kütlesine bölünmesine eşit olduğunu söyler.
*Evrensel yer çekimi kanununu bulmuştur.
*Matematiğe binom teoremini kazandırmıştır.
*Yıldızların kökeni hakkında ilk inandırıcı açıklamayı yapmıştır.
*1727 yılında ölmüş ve Westminster katedraline gömülme şerefine erişen ilk bilim adamıdır.
(En etkin 100 kişi-Mishael h.hart )
 
HABERLER TOPRAKTAN YEŞERİYOR

Geçtiğimiz yıllarda çevre bilincini arttırmak amacıyla üretilen ekilebilir kağıt, Japonya’nın bitkiye dönüşen gazetesi “The Mainichi Shimbunsha” için atılan başarılı bir adımdı.

Küresel iklimin değişmesiyle birlikte pek çok alanda çevreciler mücadeleye başlamış, karbon ayak izini en aza indirmek üzere değişik uygulamalar geliştirilmeye başlamıştı.

Japonya’da bu fikir daha büyük bir projeye dönüştü ve geçtiğimiz günlerde çevreyi korumak amaçlı yapılan büyük bir icat olarak kullanılmaya başlandı. Bu düşünce ilk olarak “The Mainichi” ile çalışan ve Japonya’nın en büyük ajanslarından biri olan Dentsu Inc tarafından tasarlandı. Şirket daha önce de çevresel koruma ile ilgili susuzluk çeken nüfus için su bağışlarıyla ilgili bir girişimde bulunmuş, pek çok reklam kampanyası da düzenlemişti. Çevreye yönelik girişimleri ile tanınan şirket “Mainichi sadece bilgi yoluyla değil, aynı zamanda küresel sorunları çözerek insanları harekete geçirmeye yöneliktir” sözleri ile tasarılarını açıklıyor.
Kullanım süresi bittikten sonra bu gazeteleri atmanıza gerek yok, toprağa gömerek içine monte edilen tohumlar sayesinde ağaç, çiçek yada sebze elde edebilirsiniz. Mürekkebinin de sebze kaynaklı olması onlar için gübre görevi görmesini sağlamaktadır.

Yeşil gazetenin bu girişimi Japonya’da olumlu bir tepki ile sonuçlandı ve günde 4 milyondan fazla kopya satarak 80 milyon Yen, 700.000 dolardan fazla kar elde edildi.
(KAYNAKÇA:yeşilist,vikilist,haberturk,ntv)
 
ENIAC

Bu ilk bilgisayarın siparişi, 1941 yılında ABD’nin II. Dünya Savaşı'na katılmasıyla birlikte ordu tarafından gizli olarak Pennsylvania Üniversitesi'ne ait elektrik mühendisliği okulu Moore School of Electrical Engineering'e verildi. Amaç daha az isabet hatalı uzun menzilli top ve füzelerin hesaplamalarında kullanılmasıydı.

Bilim adamları John Mauchly ve Presper Eckert tarafından yaklaşık 4 yılda imal edildi. Yaklaşık maliyeti 500.000 dolar idi. ENIAC ilk deneme çalışmasına 1945 yılında başladı. Gerçek anlamda çalışabilmesi ise 1947 yılını buldu. Ancak 2 Eylül 1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla savaş sona ermişti ve böyle bir makine için ihtiyaç da kalmamıştı. ENIAC 1947 yılında basına tanıtıldı.

Savaş sonrası Düzenle
Savaşın ardından ENIAC ağırlıklı olarak hava tahminlerinde, atom enerjisi hesaplamalarında, kozmik ışın çalışmalarında, termal tetikleme, rastgele sayı bulunmasında, rüzgar tüneli dizaynında ve diğer bilimsel araştırmalarda kullanıldı. 1951 yılına gelindiğinde ise, endüstriyel amaçlı olarak kullanılmaya başlandı.

ENIAC’ın parçaları şu anda Washington’daki Amerikan Ulusal Müzesinde sergilenmektedir...
 
ENIAC

Bu ilk bilgisayarın siparişi, 1941 yılında ABD’nin II. Dünya Savaşı'na katılmasıyla birlikte ordu tarafından gizli olarak Pennsylvania Üniversitesi'ne ait elektrik mühendisliği okulu Moore School of Electrical Engineering'e verildi. Amaç daha az isabet hatalı uzun menzilli top ve füzelerin hesaplamalarında kullanılmasıydı.

Bilim adamları John Mauchly ve Presper Eckert tarafından yaklaşık 4 yılda imal edildi. Yaklaşık maliyeti 500.000 dolar idi. ENIAC ilk deneme çalışmasına 1945 yılında başladı. Gerçek anlamda çalışabilmesi ise 1947 yılını buldu. Ancak 2 Eylül 1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla savaş sona ermişti ve böyle bir makine için ihtiyaç da kalmamıştı. ENIAC 1947 yılında basına tanıtıldı.

Savaş sonrası Düzenle
Savaşın ardından ENIAC ağırlıklı olarak hava tahminlerinde, atom enerjisi hesaplamalarında, kozmik ışın çalışmalarında, termal tetikleme, rastgele sayı bulunmasında, rüzgar tüneli dizaynında ve diğer bilimsel araştırmalarda kullanıldı. 1951 yılına gelindiğinde ise, endüstriyel amaçlı olarak kullanılmaya başlandı.

ENIAC’ın parçaları şu anda Washington’daki Amerikan Ulusal Müzesinde sergilenmektedir...
 
ARAMIZDAKİ PSİKOPATLAR

Yaygın kanının aksine psikopatların hepsi soğukkanlı, psikotik katiller değillerdir. Bu insanların pek çoğu aramızda yaşıyor ve kişilik özelliklerini hayattan elde etmek istedikleri şeyler için kullanarak avantaja çeviriyor. Bu yolda başkalarını harcamak pahasına...

Tam olarak nedir bu psikopati?

Psikopati, hislerden yoksunluk, suçluluk duygusu taşımamak, sahtekârlık ve dürtü kontrolünü sağlayamamak gibi özelliklerle özdeş bir tür kişilik bozukluğudur. Tahminlere göre toplumda %1 oranında görülmektedir ve anlaşılamayan bir sebepten ötürü bu insanların çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır.

Ancak bu rakam yalnızca belirli bir düzeyde psikopatiye sahip olan insanları kapsamamaktadır. Toplumumuzda teşhis koyulacak derecede olmasa da psikopatinin pek çok özelliğini kişiliğinde barındıran pek çok insan vardır.

Psikopatlar, diğer insanlara göre suça daha fazla eğilim gösterirler fakat genel kanının aksine çoğu şiddet eğilimi taşımaz.

Bu insanlar yaptıkları şeylerin ahlakî olarak yanlış olduğunu bilirler fakat bu onları çok fazla etkilemez. Suça eğilimli olmalarının sebebi de tam olarak budur. Ancak şiddete eğilimli olduklarının düşünülmesinin sebebi, bugüne kadar yapılan çoğu araştırmanın, psikopatların çoğunlukta olduğu düşünülen hapishanelerde yürütülmüş olmasıdır. Fakat psikopatinin teşhisini koymak için mahkumlar üzerinde inceleme yapmak elbette yeterli değildir. Dışarda, kişilik özelliklerini başarı sağlamak için kullanan pek çok psikopat vardır.

Başarılı psikopati her ne kadar tartışmalı bir terim de olsa, ortaya çıkışı epey eskilere dayanıyor.

Bu terimi ilk olarak 1941 yılında Amerikalı psikiyatrist Hervey Cleckley, ünlü kitabı "The Mask of Sanity"de ortaya atıyor. Cleckley'e göre psikopati, derinde yatan duygusal eksikliklerini ve dengesiz yapısını rahat bir şekilde gizleyerek dışarıya normal görünebilen insanları ifade eden bir terim. Kitapta aynı zamanda antisosyal kişilik bozukluğuna sahip insanların sempatik görünümlü, benmerkezci, güvenilmez, suçluluk duymayan ve hissiz kimseler olduklarına ve yaşamları boyunca kimseyle derin bir duygusal bağ kuramadıklarına işaret ediyor. Cleckley aynı zamanda bazı psikopatların insan ilişkilerinde ve mesleki yaşamlarında kısa süreli de olsa başarı gösterebileceklerini, sevilen ve takdir edilen bireylere dönüşebileceklerini ifade ediyor
 
14. YÜZYILDA KEDİLERİN İNTİKAMI

75 Milyon İnsanın Ölümüne Neden Olmuş Bir Acayip Kedi Düşmanı: Papa IX. Gregory

14. yüzyılda 9. Gregory adındaki yobaz ve ahmak bir papa, bugün hala var olan, kedilerle ilgili saçma sapan batıl inançların ortaya çıkmasında büyük pay sahibi bir insan. Asya ve Avrupa’da yaşayan milyonlarca kedinin ve insanın hayatını birkaç yıl içinde karartmış bu adamın, kör inançlarının bedeli oldukça ağır olmuş.

Bir yobazın korkuları ve elindeki güç yüzünden milyonlarca masum canın katledilmiş olması, tarihten alınması gereken büyük bir ders taşıyor.

İnsanlık tarihindeki en büyük hastalık felaketlerinden biri olan veba salgını, nam-ı diğer “Kara Ölüm”ün ortaya çıkış sebebi konusunda, aslında birden fazla teori var. Bunlardan en güçlü olanlarından biri de, “Kedilerin İntikamı” adını layık gördüğümüz teori.

1. Yüzyıllar önce Avrupa topraklarında, önü alınamayan ve tahminen 75-200 milyon insanın ölümüne neden olan bir veba salgını oldu

2. Ve bu trajedinin yaşanmasındaki sebep 9. Gregory adındaki Papa’nın kedi nefreti yüzündendi

3. Bu dönemde çıkarılan “Vox in Rama” adındaki kilise belgesi, siyah kedilerin satanik bir simge haline gelmesinin ilk ortaya çıkış sebebiydi

4. Yobaz Papa, kedilerin şeytan olduğunu ilan etmişti. Zaten Avrupa’da o dönem bir şeylere şeytan damgası yapıştırmak, her şeyi şeytan görmek çok popülerdi

5. Ve bölgedeki bütün kedilerin, onlarla iş birliği yapan cadılarla (yani sahipleriyle) beraber yakılması için ferman verdi

6. Bunun üzerine onbinlerce kedi katledildi. Artık sadece birkaç sayılı aristokratın kedisi hayatta kalmıştı

7. Ama bu korkunç şeytan temizleme ayininden sonra, ölen masum hayvanların ve doğanın adaletinin vereceği ders çok büyük olacaktı

8. İntikam, Kırım’dan İtalya’ya gelen bir geminin ambarında geldi

9. Geminin ambarından limana inen birkaç fare, veba mikroplarıyla birlikte Avrupa sokaklarında fink atmaya başladı

10. Mikroplarını insanlara bulaştıracak olan bu fareleri, ortadan yok edebilecek hiçbir kedi yoktu

11. Avrupa nüfusunun neredeyse üçte biri sayılan 75 milyon insanın vebadan helak olmasının arkasındaki sebep tamamen nefret ve cehaletin sonucuydu.
 
Katil Bilim Manhattan Projesi

1896 de Fransız fizikçi Henry Becquerel’in radyoaktiviteyi keşfetmesiyle geliştirimeye başlanan atom bombası fiziksel olarak ilk defa 1911 yılında denenmiştir. Fakat atom bombasının yıkıcı gücü ancak 1930’lu yılların sonuna doğru anlaşılmıştır. 2 Aralık 1942 de “Metalurji Projesi” kod adlı projeyi İtalyan Enrico Fermi yapmıştır ve resmen atom çağını balşlatmıştır. Ardından atom enerjisinin silahlarda kullanılabileceğini öngören Albert Einstein dönemin Amerika başkanı Roosevelt’e bir mektup yazmış ve Almanya’nın II. Dünya Savaşı başlamadan Atom enerjisini keşfetmeye çok yakın olduğunu ve bunu savaşta yıkıcı bir güç olarak kullanmaya karar verdiğini bildirmiştir. Mektup olayından hemen sonra Almanya’dan daha çabuk davranan ABD, 1945 yılında Los Alamos, Meksika’da Prof. Dr. Oppenheimer kontrolünde atom enerjisinin kullanımını araştırmış ve saf Uranyum ve Plutonyum’dan 50 şer kg üretmiştir.

ABD, atom enerjisinin insanlar üzerindeki ölümcül ve yok edici etkisini araştırmak için “Manhattan Project” adı verilen bir araştırma grubunu kurmuştur. 1945’de 40 Laboratuar ve 200.000 bilim insanıyla başlayan bu projedeki çalışan sayısı Amerika’da makine endüstrisinde üretim yapan tüm işçi sayısında daha fazlaydı. 1945’de ilk meyvesini veren Manhattan projesi ile birlikte Fat Man (Şişman Adam) isimli bomba Meksika’nın Alamagor bölgesinde kontrollü olarak patlatılmıştır. Yeryüzündeki bu ilk nükleer patlamayla doğa atom bombasının yıkıcı gücüyle karşılaşmış olmuştur. Aslında, Fat Man Atom bombası denenmeden önce Başkan Harry Truman II. Dünya savaşının sonlarına yaklaşılırken bombanın Japonya üzerinde kullanılması kararını çoktan almıştı. Alınan bu canice kararda başkanın kişisel sorunları, kini, nefreti ve Pearl Harbor’dan kalma öç alma duygusunun da etkili olduğu söylenebilir.
Einstein, Leo Szilard, Edward Teller, Eugene Wigner ve bir grup bilim adamı 1939 yılında Nazi Almanya'sının atom bombası araştırmaları yaptığı ve bunun hazırlıklarına başladığı yönünde ABD'ye uyarılarda bulunmuş fakat pek ciddiye alınmamışlardır. II. Dünya Savaşı'ında bu bombanın kullanılma ihtimali üzerinde durmuş olan Einstein, mevcut statüsünü kullanarak Leo Szilard'la birlikte ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'e bir mektup yazmıştır. Mektupta, Amerikan hükümetine uranyum araştırmaları ve zincir reaksiyonları ile ilgili araştırmalar yapması tavsiye edilmiştir. Bununla birlikte en önemli detay olarak Nazi Almanya'sının atom bombası yapabilecek yetkinliği olduğu vurgulanmış Adolf Hitler'in de bu atom bombasını kullanmaktan çekinmeyeceği bildirilmiştir. Bu durumda Roosevelt, II. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın atom bombasının geliştirmesine yönelik ihtimalini riske atmamış ve Manhattan Projesi'ni başlatmıştır.

Manhattan Projesi ile, Einstein ve diğer bilim adamları toplanmış ve atom bombasını geliştirmeye yönelik bir ekip kurulmuştur. Bu ekip Los Alamos, New Mexico test ve geliştirme merkezine götürülmüştür. Bununla birlikte 1940 yılında Einstein, daimi ikamet izniyle beş yıl vatandaşsız kaldıktan sonra Amerikan vatandaşı olmuştur. Einstein bu projenin başındayken gruptaki meslektaşlarının ısrarına rağmen direk atom bombasını geliştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmamıştır. O, ABD donanmasına gelecek silah sistemlerinin tasarımlarını değerlendirmeye yönelik çalışmalar yapmıştır. Fakat bir süre sonra II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sına caydırıcı bir durum yaratacağı düşüncesi onu da etkilemiştir. Ve savaş sırasında atom bombasını geliştirip tamamlayan tek ülke ABD olmuştur.
 
OMUT DELİL DEĞİL İNSANIN ALDIĞI GERİ DÖNÜŞÜMLER DOĞRU

Dünya düzdür, küresel ısınma yoktur, Barack Obama ABD vatandaşı değildir diye iddia edenlerin, somut delillere rağmen fikirlerini neden değiştirmedikleri araştırıldı. Kimi zaman haberlere konu olan, tüm delillere karşın “Dünya düzdür” diye iddia eden insanların neden böyle davrandıklarını hiç merak ettiniz mi? Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insanların doğru bildikleri yanlışların gerçeğini öğrenirken somut delillerden ziyade aldıkları geri bildirimlerin etkili olduğunu ortaya koydular.

SEARCH

BİLİM“Dünya düzdür” diyenlerin düşüncesinden neden vazgeçmedikleri araştırıldıPublished 8 ay ago on 06/09/2018 By İsa Ekici
SHARE TWEET
Dünya düzdür, küresel ısınma yoktur, Barack Obama ABD vatandaşı değildir diye iddia edenlerin, somut delillere rağmen fikirlerini neden değiştirmedikleri araştırıldı. Kimi zaman haberlere konu olan, tüm delillere karşın “Dünya düzdür” diye iddia eden insanların neden böyle davrandıklarını hiç merak ettiniz mi? Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insanların doğru bildikleri yanlışların gerçeğini öğrenirken somut delillerden ziyade aldıkları geri bildirimlerin etkili olduğunu ortaya koydular.

Gelişimsel psikologlar, insanların inançlarının düşüncelerinin mantık ya da bilimsel veriden ziyade görevleri ya da etkileşimleri neticesinde aldıkları tepkilere dayandırdıklarını tespit etmişler. Araştırmacılardan Louis Marti, “bir konu hakkında bilmediğiniz halde çok şey bildiğinizi düşünüyorsanız, konuyu araştırma ya da daha az bildiğiniz kabul etme konusunda başarısız oluyorsunuz” diyor. Bu durum gerçek ve sanal yaşamda bazı insanların neden sahtekârlar tarafından kolayca kandırılabildiğini de açıklıyor. Yapılan araştırmada bilim adamları, insanların bildiklerinden emin olmalarına neyin etki ettiğine yoğunlaşmışlar. Neticede insanların uzun vadeli kümülatif bilgilerden ziyade en son tecrübe ettikleri olaylara güvendiklerini görmüşler.

Rochester Üniversitesi’nde yapılan ve 500’den fazla yetişkinin katıldığı deneyde bireylere 24 farklı resim gösterilerek bireylerden, şekli ve rengi hakkında herhangi bir bilgilerinin olmadığı “Daxxy” adındaki nesneye benzeyenleri işaret etmeleri istenmiş. Bireylere her tahminlerinden sonra doğru ya da yanlış bildikleri yönünde geri bildirimde bulunulmuş. Test sonucunda bireylerin yeni tahminde bulunurken, aldıkları tüm geri bildirimlerden ziyade son beş tahminlerindeki verilere dayandıkları görülmüş. Araştırmacılardan Marti, bulguların çok ilginç olduğunu, ilk 19 tahminlerinde yanılsalar, son 5 tahminde doğru bilseler dahi deneklerin kendilerinden çok emin olduğunu gördüklerini, süreç içerisinde Daxxy’yi öğrendiklerini, ancak öğrenmek için ellerindeki tüm bilgiyi kullanmadıklarını tespit ettiklerini belirtiyor. Marti devamla, şayet amacınız gerçeği öğrenmekse öğrenilen tüm bilgilerden ziyade son bulgulara dayanmanın iyi bir taktik olmadığını ifade ediyor.
Kaynak: 2018 | Berkeley News
 
KISSADAN HİSSE;

Eşek ağaca bağlıyd!!
Şeytan geldi ve ipini çözdü!!

Eşek, komşunun tarlasına girdi, kuru ve yeşil yemeye başladı !!

Tarla sahibi çiftçinin karısı eşeği gördü ve tüfeğini çıkartarak eşeği öldürdü !!

Eşeğin sahibi tüfek sesini işitti, baktı ki eşeği ölmüş, sinirlendi, çiftçinin karısı üzerine kurşun boşalttı!!

Çiftçi döndü, karısını ölmüş bulunca, tüfeği aldı ve eşeğin sahibini öldürdü...

Eşeğin sahibinin oğlu, babasını ölmüş bulunca, silahı aldı tarla sahibi ve büyük oğlunu öldürdü...haber tarla sahibinin ailesine ulaştı, hepsi silahlarını aldılar ve eşek sahibinin çiftliğine hücum ettiler, evde kim varsa öldürdüler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yaktılar !!!!

Şeytana soruldu: sen ne yaptın..!!
Şeytan dedi: hiç...ben sadece eşeği saldım..

Bir ülkeyi yıkmak istediğinde oradaki eşekleri sal, yeter...
 
HAYATTA AMACINIZ OLSUN...

Hayat amaçlarınız olsun! Sizi motive eden, heyecanlandıran ve mutlu eden. Modunuz düştüğünde yükseltebilen, gece vaktince yatmanızı, sabah da erken kalkmanızı sağlayan. Ümitle ve çabayla da destekleyin kendinizi. Birçok konuda birden fazla amacınız olabilir. İlişkiniz, evliliğiniz veya birlikteliğiniz ile; var olan veya olmasını hayal ettiğiniz çocuklarınız ile; işiniz ve kariyeriniz ile; kazancınız veya statünüz ile; inancınız ve maneviyatınız ile ilgili.. İsteğinize göre uzatabilirsiniz listeyi. İşte o zaman sabahlar ve güneşin doğuşu daha da anlamlı olur ve miskinliği, tembelliği atarsınız üzerinizden.. Günün belki de en kıymetli diliminden, "sabah olsun hayrolsun" ve "gün doğmadan neler doğar" diye özlemle beklenen güzel bir sabahtan herkese GÜNAYDIN! Uzm.Psk.Dnş. İlker KABA
 
DOKUNMA ZARAR VERME!!!

İnsan olmak; çocukları sevmeyi, korumayı, onlara saygı ve şefkat duymayı gerektirir! Canı yanmış bir canlıyı gördüğünde; üzülebiliyorsan, onun acısını hissedebiliyorsan, acısını hafifletmek için elinden gelen çabayı gösterebiliyorsan İNSANım diyebilirsin. Diyelim ki bunları yapamayacak veya hissedemeyecek kadar duygusuzsun; o zaman da sana önerim şudur: NÖTR OL! ZARAR VERME! Bakınca gülümsediğimiz, sevgi dolu hissettiğimiz, şefkat duyduğumuz, gözümüzden sakındığımız çocuklarımıza DOKUNMA! ZARAR VERME!
 
BAĞIMLILIK

Önce 'Normal' kullanırsınız. Bir sorun yoktur hayatınızda. Sonra 'Aşırı ya da Problemli' kullanmaya dönüşür alışkanlıklarınız. En son hali tam olarak da resimdeki gibidir maalesef. Artık 'Bağımlı' olmuşsunuzdur. 'Tutsak' kelimesi de karşılar bu durumu. İpin ucu ve kontrol her zaman sizde olsun! Alışkanlıklarınızın ESİRİ OLMAYIN! Uzm.Psk.Dnş. İlker KABA
 
Esrarengiz Philadelphia deneyi (Gökkuşağı Projesi)

Philadelphia deneyi uzun yıllardır tartışmalara konu olmuş bir deneydir ve ABD donanması tarafından 28 Ekim 1943 tarihinde gerçekleştirildiği iddia edilmektedir. Tartışmalara konu olmasının sebebi ise deneyin gerçekten olup olmadığına dair karşıt görüşlerin bulunmasıdır. Zira deneyin varlığına dair yeteri kadar kanıt bulunmamaktadır ve bu nedenle gerçekliğine dair tartışmalar devam etmektedir. Ayrıca ABD donanması da böyle bir deneyin gerçekleştirildiğini reddetmektedir.
İddialara göre 28 Ekim 1943’te USS Eldridge adlı bir destroyer, sadece bir kaç dakika içerisinde 600 km’den fazla bir yolu gidip gelmiştir ve Gökkuşağı Projesi olarak da adlandırılmaktadır.

Deneye katıldığı söylenen tüm askerler böyle bir bilgiyi yalanlamışlardır ve her ne kadar bir asker kabullenmişse de, daha sonra reddetmiştir. Aslında uzun yıllardır tartışılagelen bu deney, 1984 yılında sinemaya aktarıldığı zaman daha büyük bir popülerlik yakalamıştır.

Rivayetlere Göre Deneyin Gerçekleşmesi
Albert Einstein’ın birleşik alan teorisi, nesnelerin arasındaki çekim ve elektromanyetizma ilişkisinden bahsetmektedir ve Einstein bu teori üzerinde oldukça uzun süre çalışmışsa da hiç bir zaman çalışmalarını tamamlamamıştır. Bir bilim dergisinde yayınlanan çalışmalar ise nihai bir sonucu göstermekten uzaktır. Philadelphia deneyi ise bu teorilerin üzerine oluşturulmuştur.
İddialar, 1930’lu yıllarda Princeton Üniversitesi’nde çalışmaların devam ettiğini söylemektedirler ve çeşitli bilimadamlarının da bu projeye katkıda bulundukları belirtilmektedir.

Deneyin esas hedefi ise aslında elektromanyetik dalgalar kullanarak geminin hem radarlarda hem de gözle görünmelerine engel olmaktı. Yani aslında bir görünmezlik kalkanı olarak planlandığı belirtilebilir. Bunun için destroyere devasa jeneratörler monte edilmiştir ve manyetik ışınların yayılması hedeflenmiştir. Ancak görünmezlik hedefiyle uygulanmasına karşın projenin sonucunda ışınlanmanın keşfedildiği belirtilmektedir.

Deneyin Gerçek Amacı

O dönemde deniz mayınları manyetik güdümlüydü, yani gemi mayına yaklaştığı anda, mayin gemiye doğru hareket edip gemiyi imha ediyordu gökkuşağı projesiyle geminin metalinin manyetizmadan etkilenmesi metroji mühendislik sayesinde önlenilmis olup şuan bütün savaş gemilerinde kullanılıyor olmasıdır.
Fakat dönemler soğuk savaş etkisiyle abartma olmayan birşeyi olmuş gibi göstermek modaydi...
 
İnsan Ne İle Yaşar

Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…

Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz.
 
Evdeki Tabak Düşmanı

Bir çoğumuz ailelerimiz biz belirli bir yaşa geldiğimizde kadın veya erkek olsun bizlerden birşeyler beklediklerini fark ediyoruz.
Kokmayın bu bulunduğumuz ülkede neredeyse %70'e varan rakamları bulmakta yani bu size özel degil ailelerin neredeyse %70'inde yasanan bir durum.
Çoğumuz 18-19 yaslarına geldiğimizde ailelerimizin bizden istekleri bitmek tükenmezmiş gibi geliyor.
Okula gidiyoruz okulu nezaman bitirecek gözüyle bakılıp, eğitim hayatı bitirilincede nezaman çalışmaya başlıyacak düşünceler ile gözlerin bize çevrildiğini farkediyoruz. Bu olaya ben Ailedeki Tabak Düşmanı psikolojisi diyorum. Bu durum içerisindeki birey büyük bir bunalıma sokmakla kalmayıp ailesi kendisini sadece kendi menfaatleri için yetiştirildiğini düşünmeye başlıyor ve ne yaparsa yapsın bu durumdan kurtulamıyor çağreyi sevmediği kendini geliştiremeyeceği bir işe girmek yada kadınlarda evlenip bu durumdan kurtulma psikolojisine bürünmekte oluyor.
Fakat işler burada bitmiyor sevmediğiniz bir işe girdiğinizde de evin bütün ihtiyaçları hatta kardeşinizin arkadaşına alacağı doğumgünü hediyesini bile siz almak zorunda kalıyorsunuz.
Fakat işler bununlada bitmiyor evlenip kendi hayatına bakmak isteyen kadınlar ise evlendiklerinde şiddetli geçimsizlik , şiddet veya ekonomi özgürlüğü olmayan bireyler olarak karşımıza çıkıyor.
Hatta sokak çocuklarının, ekonomik yönden zayıf ailelerin içerisinden çıkmasının en büyük sebebi Evdeki Tabak Düşmanı Psikolojisi ola bilir.
 
KORKMAYIN
Değişim ve kutuplaşma aynı süreçte işler.
Kutuplar birbirinin özünü karşıtında barındırır.
Her şey, hiçlikten doğar ve ardından kutuplaşma ile kendine yaşamsal alan açar.
Hiçbir şeyi, ne iyi olarak ne de kötü olarak ele almayın…
Aksine, tümüyle evrenin gerçekleri üzerine kurun ve evreni karşıtların dinamiği olarak hissedin…
Hissedin ki, yaşadığınız olumlu olumsuz tümcelerden öze varabilin.
Kendinize ulaşıp, aradığınız kişinin ulaşılmaz olduğu saçmalığından sıyrılıp yola devam edebilin.
Kimlerin, kimliklerin arasında boğulup kalmadan, sizi mutlu eden tek bir hecenin, tek bir cümlenin esiri olmanın peşine düşmeyin.
Yalnızlıktan şikayet ederken kalabalıkların anlamsızlığına dem vuran satırlar arasında boğulmayın.
Belki, siz bulunduğunuz yerde olmanın farkını şansını yaşamazken, sizin için önemsiz an için ölümü seçebilen insanların varlığından bihaber yaşarken, çektiğiniz resmin karesinde olamamanın ezikliği içinde kalan kalabalıkların saçmalığında, kızmayın artık kendinize….
Mutlak amaç kendinize kızıp hırpalamaksa spor yapın mesela…
Kicksboks gibi…
Dayak yiyin, bedeniniz, ruhunuz dağılana kadar hemde…
Bir iki darbeyle rakipte sarsıntı yaratmanın mutluluğu yediğiniz dayağı bastırsın örneğin.
Hepsi bir tarafa, her şeye rağmen, sevin sevin sevin…
Fonda çalan müziğin sizi götürdüğü yılları,
Servis açan elemanın kurumsal hikayelerini,
Şefin tavsiyesi, eşsiz lezzeti,
Denizin sesini,
Uzaktan gelen rüzgar esintisini
İllede manzara ve derinliği hissedin…
Mutlu olmak için çabalamayın, sadece bakın, görün, koklayın…
Korkmayın…
 
5 AYDA 250 KİTAP OKUNURMU
Atakan yalan söylüyor olabilir mi?
Kısaca bir hesap yapalım.
Her kitap 100 sayfadan oluşsa 25.000 sayfa yapar. 5 ay ise 150 gün yapıyor. Atakan günlük 166 sayfa kitap okumuş demektir. bir sayfayı bir dakikada okuduğunu düşünsek günde 2,7 saat atakan kitap okumuş oluyor.
ilk duyduğunuzda “vay be nasıl yani 5 ayda 250 kitap okunur mu abi?” diye düşünebilirsiniz.
Cep telefonu ekranına günde kaç saat baktığınızı biliyor musunuz?
Benim ki ortalama günde 6,5 saat. onu biliyorum da sizi bilemem…
Yani birazcık akıllı telefonlarınızdan “kim ne etmiş ne yapmışâ€ bakmak yerine az bir zaman ayırsanız sizde filozof olursunuz yani. Zaman ayırmayınca çok kitap okuyanların ağzının içine öyle bakarsınız işte!
Hepsi bu kadar, kalın düşünceyle…
alıntı
 
Nerede Çokluk Orada Kargaşa



Masamın üzeri kitaplarla dolu. Öyle birkaç tane değil! Üst üste yığılmış. Hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Sizde de oluyor mu öyle? Bir tanesini seçip başlasam da sürekli gözüm diğerlerinde. Yazı yazmak için de benzer bir sıkıntıyı yaşıyorum mesela. Aklıma birkaç konu var. Tam bir tanesine başlayacağım, diğerini mi yazsam acaba kaygısı geliyor. Sonra ikisini de yazamıyorum.
İnsan bu açıdan bir hayli garip. Olmadığı zaman elindeki ile yetinmek zorunda. Olduğu zaman da elindeki hiçbir şeyin değeri yok! Ben bunu kızımda da görüyorum. Ben çocukken annem ve babam sürekli olarak kendi dönemlerinde çok fazla oyuncak şansı olmadığından bahsederdi. Benim oyuncaklarımın bir değeri yoktu benim için. Çok çabuk bozuyor ya da parçalıyordum. Şimdi kızıma bakmıyorum, aynı cümleleri ben kuruyorum. Biz belki birkaç gün oynardık oyuncaklarımıza. Ebeveynlerimiz buna kısa derlerdi. Şimdiki çocuklar için oyuncak dediğinin kıymeti birkaç saat. Sonra attıkları yeri bile unutuyorlar. Çünkü bolluk var. Onlar yokluk nedir görmediler. Bu saatten sonra görecekleri yokluk bizim varlık dönemimizden daha mı kötü olur yoksa daha mı iyi olur bilinmez. Ben kötü olacağını sanmıyorum.
Bazı şeyleri de kaybediyoruz ama! Kitaplardan bahsettik mesela. Şöyle yolda yürürken içine gireceğimiz, eve giderken uğrayıp kitap alacağımız bir kitapçı yok. Artık kitap almak için bile alışveriş merkezine girmek zorundayız. Bazı şeyler bollaşırken bazı değerler yitip gidiyor.
Simülasyon hayatlarımız sürüp gidiyor. Biz Platon’un mağarasında ayaklarından ve boynundan zincirlerle bağlanmış, duvardaki yansımaları izliyoruz. Hem gerçekleri göremiyor hem de bunları değiştirmeye muktedir olamıyoruz. Bütün yaşamın ipleri kaçmış elimizden. Tam bir kargaşa.


Kargaşa güzel bir şeydir aynı zamanda. Hiçbir kargaşa sonsuza kadar sürüp gitmez. Böyle zamanlar insanların ruhunda huzursuzluklar ve derin yaralar bırakır. İnsan iyiyi arama yolculuğuna başlar. Huzur dolu zamanlarda umurlarında olmayan dertler kargaşa dönemlerinde ortaya çıkarlar. Bu kargaşa dönemi de elbet güzel günlerin habercisi. Öyle olmak zorunda aslında. Yoksa insanlığın sonu gelir!
YAZAR: Mehmet Ortaç
 
Ölüme Tutsak




Katil de benim, maktûl de. İtiraf ediyorum hakim, kendimle verdiğim o savaşta, kendim tarafından kalleşçe katledildim. Silahı tutan da bendim, namlunun ucundaki de. Tetiğe basarken titremedi ellerim. Şakaklarımda hissettiğim o soğuğa göğüs gerdim ama şu amansız yalnızlığıma göğüs geremedim, pes ettim.
Katil de benim, maktûl de. İtiraf ediyorum hakim, o uçurumun dibinden, o dipsiz maviliğe itilerken sırtıma değen eller benimdi. Öyle güçlü ittim ki kendimi, tüm kemiklerimin kırıldığına yemin edebilirim. O dipsiz maviliğe daldığımda zaten ölü bir bedenden ibarettim. Saniyeler önce değil, seneler önce ölmüştüm oysa. İnandıramadım kimseyi, göstermek istedim. Kolay yolu seçtim, pes ettim.
Katil de benim, maktûl de. İtiraf ediyorum hakim, o ipi, o tavana ben astım. Ben tekmeledim o tabureyi ayaklarımın altından. Celladım bendim, cellada ölüm emrini veren de. Her şey bendim ama kimseydim. Sorun da buydu. Birileri için biri olmaya çabalamaktan yoruldum, pes ettim.
Katil de benim, maktûl de. Kes cezamı hakim, kes cezamı gideyim lâyık olduğum o cehenneme. Tanrı’nın benim için yazdığı senaryonun son sahnesini oynamalıyım daha, yanmalıyım dünyadaki ateşin yedi kat üstünüyle. Dünyada bıraktığım yalanları izlemeliyim sonra gökyüzünden, bir kez daha cezalandırmalıyım kendimi. Pes ettim hakim, savunmam yok.
Vur kelepçeleri bileğime, tutsak olmalıyım bu ölüme; başka gidecek yolum yok.

YAZAR: Yaren Gece ÖZTÜRK
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol puff
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst