---> Toprakkokusu
Güne kattığım ilk nefeste, yokluğun var annem…Zamanla küllenir demişti herkes sensizliğin acısı için. Yalanmış annem. Gecenin koyu yalnızlığı gibi düşlerimde, günün ilk tokadı gibi sabahımda yokluğunun keskin sızısını yaşıyorum. Hatta belki günden güne acısı artan, sırtıma saplanmış bir bıçağın kanattığı ve günbegün ince ince kanayan bir yara sensizlik…
Hayatımın fotoğrafını çekiyorum her gün. Şöyle bir bakıyorum. En iyi teknikler kullanılmış, malzemede masraftan kaçınılmamış, dekorun cıvıl cıvıl olduğu bir kare elimdeki. Ama biliyor musun, asla netleşmiyor, hep flu bir fotoğraf bu. Çünkü bir eksik var. Hem de yeri hiçbir şeyle doldurulamayacak bir eksik…Anne sıcaklığının yerini hangi fotoğrafçı doldurabilir ki…
Bazen de bir film haline geliyor hayatım. Ayaklarımı uzatıp, beyazperdenin büyülü dünyasına adım atıyorum. Hem tek seyircisi, hem başrol oyuncusu olduğum bir film bu. Ve seyirci olarak izlerken, baş aktrisin benden başka hiçbir seyircinin okuyamayacağı tanımsız acısının izini okuyorum gözlerinde. Çünkü en neşeli sahnede bile, gülerken gözlerinin ışığı eksik annem. Sen eksik olunca, ışık da eksik. Filmin süresi uzun mu olacak, kısa mı olacak onu kestirmem mümkün değil. Ama eminim, o ışık son sahnede bile geri gelmiş olmayacak o gözlere. Çünkü onlar ait olduğu yerde. Senin özleminde yitirdim annem…
Bazen de en keyifle okuduğum kitap oluyorsun. Bilirsin bir kitabı okurken o dünyanın içine girer, kaybolurum ben. Nasıl büyük bir zevkle okuyorum senin romanını bir bilsen. Sonunu hep merak ederim kitapların. Bu kitabın etmiyorum. Hatta hiç son sayfaları okumayayım diye dua ederken, bir de bakıyorum son sayfaya gelmişim. İsyan duyguları kabarıyor içimde. Ne yazık ki haykıramıyorum dilimin ucunda yapışıp kalan sızımı. Çünkü kitabın yazarı eşsiz bir yazar. Ve hepimizin hayatını o yazıyor. Ne söylesek, ne yapsak da biliyorum ki tüm kitapların sonu aynı. Kitabın ince mi kalın mı olacağına karar vermek yetisi kahramanlarının değil. Yazara saygı duymanın gerekliliği içinde, boynumu eğip, kitabın bittiği gerçeğini kabullenmeye çalışıyorum. Baş kahraman öldü ama, tutunduğu yürekteki yeri sapasağlam.
Sürekli olarak geri dönüşlerle dolu anlar yaşıyorum. Çalışırken, konuşurken, kitap okurken, müzik dinlerken, her an ama her an bir yanım tamamen seninle. Hastanede yaşamdan koptuğun anları yeniden yaşıyorum bazen, bazen de çocukluğumun en sıcak günlerine geri dönüp, eşsiz sıcaklığına sığınıyorum. Seni kızdırdığım ve üzdüğüm günler de dün gibi aklımda, en yakın dostun olup dertleştiğimiz anlarda. Ama biliyor musun annem, sen aslında hiç kimseye kendini tam olarak açmadın gibi geliyor bana. Hayatın içindeki karmaşık bütün sorunları kendi kendine çözmeye çalışan, çok kırılgan, bir zamanlar çok acılar çekmiş kadın olmana rağmen hep kendine sakladın hüzünlerini…O buram buram acı kokan yanını, canın kadar çok sevdiğin babamı bile ortak edip etmediğin konusunda tereddütlerim var. Zorluklarla kendi kendine savaşmaya çalışan yorgun bir savaşçıydın sen. Ne yazık ki artık savaş bitti, savaşçı gitti…Ölüm 1 – 0 galip.
Tatlı annem, mektubumun üstüne pul diye sevgimin şeklini yapıştırdım, zarfın rengi kara belki ama yüreğin değdiği anda şeker pembe olacak şekilde özel olarak ayarlandı. İçine konan mektubu ise o güzelim yeşil gözlerinle değil, anne önsezinle okuyacaksın.Özel ulağımız ise beyaz kanatlı bir melek…Yokluğunun acısı ile boz bulanık olan evlat sevgimle, yaşama doymayan gül yüzünü öpüyorum canım annem…
(alıntı)