süper fıkralarrrrrrrr

BİR ALTIN BORÇ
Tenasuha, yani ruhun insan öldükten sonra bir hay­ vanın veya başka bir insanın bedenine girip tekrar dün­ yaya döndüğüne inanan Arap şairlerinden biri arkada­ şına şaka olarak:

— Bana bir altın ver, dünyaya öbür gelişimde sana
yüz altın vereyim, demiş.

Arkadaşı, ona, inancına uygun şu karşılığı vermiş:

— Önce sen, öbür gelişte insan geleceğine dair bana
bir kefil göster, ben de bir altını sana vereyim. Ya köpek
veya maymun olarak dünyaya gelirsen, 100 altını ben
kimden alırım...
 
SEÇİM YASAĞI
Rusya'da seçim yapılıyordu.

Adamın biri eline verilen zarfı açmak isteyince, gö­revli sandık başı memuru atıldı:

— Hey, ne yapıyorsun?

— Bir şey yaptığım yok. Sadece kimi seçtiğimi bil­mek istedim de...

Memur gülerek başını salladı:

— Olmaz öyle şey. Seçimin gizli olduğunu bilmiyor
musun?
 
MİLLİ MARŞ
Trabzon'da 95-96 sezonunun şampiyonluk maçı yapılmak­ tadır. Stat tıklım tıklım. Büyük heyecan ve stres var. Trab- zon'luluk ruhu kabarmış, fut­ bolcular seremoniye çıkmışlar ve Milli marşı herkes olanca gücüyle okurken Oflu Ömer yanında Tellioğlu Fuat'ın du­ daklarını kıpırdatma zahmetinde bile bulunmadığını görünce bozulur, dirseğiyle dürterek uyarır:

Ula Fuat, niye söylemiysun millu marşimuzi?
Fuat fısıldayarak cevap verir:
Ula penum sesum küzel teğildur da ondan, der.
 
HA BU YAŞTAN SONRA...
Temel ile Fadime hayli zamandan beri birlikte yaşıyorlarmış. Fadime ev­ lenmek istiyor, fakat Temel buna pek yanaşmıyormuş. Yıllar böyle sürüp gitmiş.

Bir gün Fadime, Temel'e açılmış:

— Temel artık evlenek derim, ne
dersin?

Temel umutsuz başını sallamış:

— Ha bu yaştan sonra bizu çim alur Fadime?
 
KEDİ
İki deli, akıl hastanesinin duvarını sessizce aşıp, hende­ğe gizlendiler.

Hışırtıyı duyan bekçi ba­ ğırdı:

— Kim var orada?

Delilerin biri çok akıllıca bir kedi taklidi yaptı: "Miyaaaauuv..."

Bekçi uzaklaştı, deliler sürünerek uzaklaşmaya çalış­ tı, ama yine hışırtılar duyuldu.

Bekçi tekrar gelip bağırdı:

Kim var orada?
Cevap ikinci deliden geldi:
Bir kedi daha.
 
KISA DONEM
Temel askerlik görevini denizaltında yapıyordu. Fa­kat kısa bir süre sonra köyüne döndü. Yakınları Temel'e böyle erken dönmesinin sebebini sordular.

Temel şöyle cevap verdi.

— Beni daha fazla alıkoymak istemediler. Çünkü *******i yatarken pencereleri ardına kadar açıyordum.
 
DOĞRU SÖZE NE DENİR?
Kadının kocası hastaymış. Bir­denbire durumu ağırlaşmış. Telâ­ şa kapılan kadın hemen bir dok­tor çağırmış.

Doktor hastayı inceden inceye muayene ettikten sonra dışarı çıkmış. Kadın hemen yanına ko­ şup sormuş:

Durumu nasıl doktor? Çok mu kötü? Can mı çe­
kişiyor yoksa?
Telaşlanmayın hanfendi. Üzülecek bir şey yok,
maşallah turp gibi.
İyi ama, öyleyse nesi var doktor bey?
Nesi mi var?.. Ha bakın, doğrusunu isterseniz onu
ben de anlayamadım. Ama merak etmeyin, otopside an­
larız!..
 
ÖLÜMDEN KAÇILMAZ
Saf bir adam, koşa koşa Hazret-i Süleyman'ın sara­yına gelir. Yüzü sararmıştır. Hazret-i Süleyman sorar:

Efendi ne oldu?
Adil hükümdar... Bugün Azrail bana öyle hışımla
baktı ki... Rüzgara emret. Beni alıp Hindistan'a götür­
sün. Belki oraya gidersem canımı alamaz...


Hazret-i Süleyman, rüzgara emretti. Rüzgar, hemen adamı alıp Hindistan'a götürdü. Biraz sonra da, Azrail'e sordu:

— O zavallı adama ne sebeple hışımla baktın? Bana
anlat...

Azrail:

— Ey Allahın elçisi, dedi. Ben ona hışımla bakma­
dım. Onu yol uğrağında görünce, şaşırdım. Çünkü Allah
bana, "Bugün git, onun canını Hindistan'da al", buyur­
muştu. Halbuki onun yüz kanadı olsaydı, bugün Hindis­
tan'a gidemezdi, dedi...
 
DALKAVUK
Paşa hazretleri, kona­ ğında yemek yerken patlı­ can musakkayı çok be­ ğenmiş:

— Yahu, demiş... Şu
patlıcan üzerine yemek
yoktur... Nesi olsa yenilir.
Yanındaki dalkavuk he­
men atılmış:

— Evet, Paşa hazretleri, patlıcan gibi sebze yoktur.
Nesi olsa yenilir...

Bir kaç gün sonra, sofraya patlıcan kaynıyarık gelin­ ce Paşa kızmış:

— Yahu, demiş. Şu patlıcan da bir şeye benzese,



yenilecek şey değil...

Dalkavuk hemen söze atılmış:

— Haklısınız Paşa hazretleri, berbat bir şeydir. Şunu
nasıl yerler anlamam...

Paşa, kaşlarını çatmış:

— Ulan, iki gün önce patlıcanı övüyordun. Şimdi ise
yerin dibine sokuyorsun!..

Dalkavuk, yerlere kadar eğilerek:

— Aman Paşa hazretleri, ben patlıcanın değil, zatı-
alinizin dalkavuğuyum...
 
TİLKİ
Tilki, bir gün başı­nı alır, gezmeye çı­ kar. Köyün mey­ danına varır. Bir duvara çıkar, çev­ reyi seyre dalar. Oradan geçen köy muhtarı şaşırır:

— Aaa, bir tilki!..

Köyün hocası camiye giderken duvardaki tilkiyi gö-

rür:

— Aaa, tilkiye bak!..

Bakkal da oradan geçerken bağırır:

— Hay Allah bir tilki!..



Kahvedekiler merak edip dışarı çıkarlar. Onlar da tilkiyi görünce şaşırırlar:

Tilkiyi gördünüz mü?
Vallahi bir tilki bu!..
Kalabalık çoğalıp sesler uğultuya dönüşünce tilki or­ mana kaçar. Dişi tilkiye:

— Bugün öğle vakti köye indim. Orada herkes beni
tanıyor, ben hiçbirini tanımıyorum...
 
ŞAKA
Laz'ın biri, takasının içinde oturmuş, Allah'a yal­ varmaktadır:

— Allahum, bu cün tut­
tuğum ilk paluğu pi fakire
vereceğum, der.

Ve lâz oltasını atarak beklemeye başlar. Neden sonra oltayı çeker. Bakar ki bir de ne görsün? Ucunda koskocaman bir balık!

— Haçan hiç pu da fakire verulur mu daa!

Birden balık bir çırpınışta oltadan kurtulur ve denize atlar. Lâz üzgün ve şaşkın:

— Allahum, ben şakacıktan demuştum daa... der.
 
TAMAMDIR
Temel, veznedardan bir demet pa­ ra almış ve saymaya başlamış. Ye- diyüz bin liraya kadar saymış:

— Buraya kadar tamam çıktı, bun­dan sonrası da tamamdur... diyerek yürümüş gitmiş...
 
ÇOK ŞÜKÜR
Sarhoş bir Karadenizli, bir ayağı yolda, bir ayağı kaldırımda aksaya aksaya yürüyordu. Duru­ mu gören polis yaklaşıp sordu:

— HemşerimL Bu kadar sar­
hoş olmak için ne kadar içtin?

— Ne münasebet memur
bey... Sen penum sarhoş oldu­
ğumdan emin misun?

— Kaldırımda nasıl yürüyordun? Bir ayağın sette,
diğeri yerde... Ancak sarhoş böyle yürür!

Karadenizli sevinçle ellerini yüzüne götürdü:

— Sağolun memur bey! Penu o kadar rahatlattınız
ki... Doğrusu kendimi topal zannedeydum...
 
HEY GİDİ GENÇLİK HEY
Hoca bir gün ata binmek ister, bir türlü binemez.

Hey gidi genç­
lik hey, diye ah çeker.
Sonra etrafına bakı-
mp kimse olmadığını
görünce de;
Hadi hadi... ben senin gençliğini de bilirim, der.
 
NİYE GİRMEMİŞ?
Doktor, beş akıl hastasını, boş banyonun önüne götürdü ve emretti:

— Haydi, girin suya ve başla­ yın yüzmeye!

Biri hariç, hepsi doktorun em­ rine uydular, boş banyonun içine doldular, kulaç atmaya başladılar...

Doktor, banyoya girmeyen delinin yanma yaklaştı. Gülümseyerek:

— Galiba sen iyileştin Ahmet, niye yüzmedin?
Deli boynunu büktü:

— Belki kızacaksınız ama doktor bey, yüzme bilmi­
yorum ben de, ondan.
 
TESADÜF BU YA!
Kopenhag'da bir genç doğum kliniğine girip da­nışmaya başvurdu:

— 48 numaralı odada
yatan genç kızla görüşmek
istiyorum.

Nöbetçi hemşire sordu:

Hay hay! Siz nesi oluyorsunuz hastanın?
Ben mi? Erkek kardeşi?
Bu sırada hemşirenin yanında duran hanım hemen atıldı:

— Öyle mi? Çok memnun oldum tanıştığımıza. Ben
de annesiyim...
 
EVLİLİĞİN BÖYLESİ
Nasrettin Hoca evlen­ meye niyetlenir. Eş- dost bir hatuncağızı öve öve göklere çıka­ rırlar.

Şöyle huylu!
Böyle soylu!
— Dünyalar güzeli... Hoca'nın gönlünü çelerler.



Evlenirler. Zifaf gecesi yüz görümlüğünü veren Ho­ ca, gelinin duvağını kaldırır. Aman Allah'ım! Çirkin bir gelin.

Gelin hanım, kocasına sadakatini göstermek için:

— Hoca efendi, akrabalarından kime görüneyim, ki­
me görünmeyeyim? diye sorar.

Hoca şaşkın:

— Aman hatun, bana görünme de kime görünürsen
görün... der.
 
NİYE GİRMEMİŞ?
Doktor, beş akıl hastasını, boş banyonun önüne götürdü ve emretti:

— Haydi, girin suya ve başla­ yın yüzmeye!

Biri hariç, hepsi doktorun em­ rine uydular, boş banyonun içine doldular, kulaç atmaya başladılar...

Doktor, banyoya girmeyen delinin yanma yaklaştı. Gülümseyerek:

— Galiba sen iyileştin Ahmet, niye yüzmedin?
Deli boynunu büktü:

— Belki kızacaksınız ama doktor bey, yüzme bilmi­
yorum ben de, ondan..
 
HAVAALANI
Genç is adami uçaga binmek üzere havaalanina gelir ve bilet kontrolü yapilan masaya giderek, elindeki valizleri teslim eder.
Görevli; "Biletinizi alabilir miyim?" der.
Adam biletini verir ve ekler; "Biletimden göreceginiz gibi New York'a gidiyorum. Ancak, verdigim yesil valizin Londra'ya, mavi olanin da Paris'e gitmesini istiyorum."
Görevli kiz saskinlikla ; "Özür dilerim, ancak bunu yapmam mümkün degil".
Bunun üzerine genç adam; "Bunu duyduguma çok sevindim. Geçen sene yapmistinizda!"
 
KAHVALTI!
Fransız delikanlı, Paris'in bulvar kahvesinde oturmuş, tipik kahvaltısını yapıyormuş. Kahve, kruvasan, ekmek, tereyağ, reçel. Yan masaya ağzında cikleti ile tipik bir Amerikalı turist oturmuş. Sohbet başlamiş...
Amerikalı: o ekmeğin hepsini yiyecek misin?
Fransız: Tabii..
Amerikalı: Biz yemeyiz. İçinden biraz alır yeriz. Kalan bir fiçida toplanır. Fabrikaya gider. Kruvasan yapılır. Fransa'ya satılır, demis. Fransiz cevap vermemiş.
Amerikalı: Reçel de yer misiniz?
Fransız (öfkeli): Tabii..
Amerikalı: Biz meyveyi taze yeriz. Kabuklarını, çekirdeklerini, çürümüşlerini bir fıçıda toplar fabrikaya gönderir, reçel yapar, Fransızlar'a satarız.
Fransız: Peki siz kullandiginiz prezervatifleri seviştikten sonra ne yaparsiniz?
Amerikalı: Atarız tabi...
Fransiz: Biz atmayız. Bir fiçida içindekilerle biriktirir, fabrikaya gönderir, ciklet yapar, Amerikaya satarız, demiş....
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst