süper fıkralarrrrrrrr

TEMEL VE FADİME
Temel, karısı Fadime ile dargındır. Ayrı odalarda yat­ maktadırlar. Konuşmak zorun­ da oldukları şeyleri yazılı ola­ rak birbirlerine anlatmaya çalı­şıyorlardı. Bir akşam Fadime yatağına yatacağı zaman dola­ bının yanında küçük bir pusula bulur. Pusulayı Temel yazmıştır. Şöyle demektedir:

— Sabah penu saat peşte uyandurasın...

Ertesi sabah saat sekizde uyandığı zaman Temel ya­ nındaki masanın üzerinde şu pusulayı görür:

— Temel, haydi kalk saat peşe celeyi...

NİÇİN BALIK TUTAMIYORMUŞ?

Bir Batılı Alman ile bir komünist Rus, sınırın iki ya­nında balık avlıyordu.

Alman birbiri ardınca balık tutarken, Rus'un oltasına bir tek balık bile gelmiyordu.

Nihayet Rus nehrin karşı yakasındaki Alman'a ses­ lendi:



— Sen balık tutarken aynı nehirden, ben neden hiç
bir balık tutamıyorum?

Alman biraz düşündükten sonra cevap verdi:

— Belki senin tarafında, balıklar ağızlarım açmaktan
korkuyorlardır.
 
ÇOK YAŞA
Diktatörün biri, nutuk vermek üzere halkı kentin stadyumu­ na çağırmıştı. Tam mikrofon başına gelmişti ki, ön sıralar­ dan birindeki dinleyici aksırdı.

— Kim hap sırdı? diye sordu.

Cevap alamayınca, muhafız kıtasına emir verdi:

— Ön sıra!

İlk sıradakiler yaylım ateşine tutuldular. Diktatör yine sordu:

— Kim hapşırdı?

Yine cevap yok. Yine yaylım ateş...

İlk on beş sıradakilerin hepsi öldü. Aynı soruyu on altıncı sıradakilere sorunca, çelimsiz bir adam yerinden kalkıp korka çekine:

— Ben hapşırdım Sayın Başkanım, dedi.
Diktatör, aradığını bulmanın rahatlığı içinde:

— Çok yaşa! dedi. Ben de "çok yaşa" demek için
sormuştum zaten.
 
MUAYENE..
Temel tedavi için İstanbul'a gelir ve dok­ tora gider.

Muayenehanede doktor Temel'e soyun­ masını söyler. Temel soyunur ancak uzun sü­ redir yıkanmadığı için ter kokmaktadır.

Doktor sinirlenir:

Arada bir yıkansanız fena olmaz.
Bileyrum doktor, memleçetteki doktor da öyle
söyledi, ama pen cene eyi bir doktora cöruneyum diye
celdum.
 
TAM İSABET!
İçtihad dergisini yayımlayan Abdullah Cevdet'in bir şiirindeki:

Ben bu vatanın öksüzüyüm
dizesi, dizgi yanlışı sonucu:
Ben bu vatanın öküzüyüm
biçiminde çıktı.
Abdullah Cevdet buna pek öfkelenmişti. Önüne ge­ lene dert yanıyordu. Babıâli yokuşundan inerken Süley-



man Nazif e rastladı. Uzun uzun yakındıktan sonra sor­ du:

Ne dersin bu işe?
Süleyman Nazif cevabı yapıştırdı:
Tam isabet, tam isabet!..
 
SAYI
Akıl hastanesini gezmekte olan gazeteci, bir koğuşta rastladığı hastaya sordu:

— Burada kaç kişisiniz?

Karşısındaki, elini "boş ver" anlamında salladıktan sonra:

— Asıl, dedi, siz dışarda kaç kişisiniz?

NEREDEN KARDE Şİ OLUYORMU Ş ?

Adamın biri Hükümdarın kapıcısına gelir ve ona:

— Anne-baba bir kardeşin geldi, demesini söyler.

Hükümdar, içeri girmesine izin verir. Aralarında şu konuşma geçer:

Nereden kardeşim oluyorsun sen?
Adem ile Havva'dan.
Ona bir dirhem verin.


Anne-baba bir kardeşine bir tek dirhem mi veri­
yorsun?
Adem ile Havva'dan olan her kardeşime bir dir­
hem verecek olsaydım, sana bu kadarı bile düşmezdi...
 
KUŞ SANMIŞ!
Saf köylü, şehre iş için gel­ miş. Bir evin penceresinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran oluyor.

— Allattım... Ne güzel ya­
ratıkların var... diyor.

Tam o sırada papağan konuşmaya başlıyor:

— Ne bakıyorsun?

Köylü, neye uğradığını şaşırıyor:

— Kusura bakma hemşerim. Seni kuş sandım da...
 
NİÇİN ALKIŞLIYORLAR?
Bir gün Einstein'la, meşhur komedyen Charlie Chaplin otomobille Hollywood'dan geçiyorlardı. Gören herkes onları alkışlıyorlardı.

Charlie, Einstein'a dönerek:

— Bakınız, dedi, ikimizi de alkışlıyorlar.

Sizi anlamadıkları için, beni de anladıkları için alkış­ lıyorlar.
 
ZEKA
Cemal İstanbul'a yeni gelmiştir. Şe­ hirde bir kilisenin çanını vakitli vakit­ siz çalarken görür. Temel'i bulur ve sorar:

— Ulaa Temel, ha pu kilisenin çanu niye çalayuuu...

Temel düşünür ve:

— Görmeyi misun Çemaal, birisu ip unu çekeyu da
ondan çalayuuu... der.
 
DÖVE DÖVE ZINDIK ETMEK REVA MI?
Harun Reşid'in huzuruna, zındık olduğu söylenen bir adam getirirler.

Harun:

— Sen zındık imişsin, doğru mu? diye sorar.
Adam inkar eder. Harun:

Hayır, sen zındıksın! dedikten sonra, ikrar edince­
ye kadar dövülmesini emreder. Adam:
Sultanım! Bir putperest huzurunuzda müslüman
olsa, kaftan giydirerek iltifat ettiğiniz halde; bir müslü-
manı döve döve zındık etmek haktan reva mıdır? der.
Bu söz, Sultan'ın hoşuna gider, adamı affederek serbest
bırakır.
 
ZOR GÖREV
Bütün parasını ortaya süren adam, pokerde kaybetti. Kaybedince kalp krizi geçirip oluverdi. Masadakiler, haberi ölenin karısına kimin vereceğini tartıştılar. Gö­rev, içlerinden birinin üzerine kaldı.

O da ölenin karısını buldu, anlatmaya başladı:

Kocanız pokerde...
Kadın atıldı:
Bütün parasını ortaya koydu, değil mi?
Koydu ve...
Hepsini de kaybetti, öyle mi?
Kaybetti, hanımefendi.
Allah canını alsın o herifin!
Aldı, hanımefendi
 
MISIR UNU
Temel reis, deniz kazasından sonra tek başına, terk edilmiş bir adaya düşer.

Aradan yıllar geçer ve yine kaza sonucu genç ve güzel bir kız yüzerek adaya çıkar. Genç kız, kendisini karşıla­ yan Temel reise anlamlı an­ lamlı güler;

Herhalde yıllardır hasretini çektiğin şeye kavuşa­
caksın şimdi.
Uyy, yoksa mısır un imi ceturdun yanında?
 
NİÇİN FENER TAŞIYORMUŞ?
Adamın biri, bir gece, elinde fener, omuzunda kova ile bir âmâya rast gelir. Âmâ yakınlardaki bir ırmağa varıp kovayı doldurmuş geri dönmektedir.

Kendisine:

— Sen âmâ (gözleri görmeyen) bir adamsın. Gece ile
gündüz senin için birdir. Niçin fener taşıyorsun?

Âmânın cevabı ibretli olur:

— Ey boş kafalı adam! Feneri senin gibi kalbi âmâ
(kör) olanların karanlıkta bana çarpıp ta su kabımı kır­
mamaları için taşıyorum...
 
KAYSERİLİ
Okuma-yazma bilmediğini önce­ den söyleyenlerden birinin, bilenler tarafına geçtiğini gören kumandan bağırır:

— Sen neden o tarafa geçiyorsun
oğlum?

Acemi er gayet ciddi bir ağızla:

— Kumandanım, der. Okumam
yazmam yok ama Kayseriliyim!...
 
BANA SOR
Bir adamın gayet huysuz bir hanımı varmış. Kadın bir gün Cenazesini kaldıracakları vakit imam, âdet gereği:

— Ey cemaat! Şu hatunu nasıl bilirsiniz? deyince, adam imama:

Be hocaefendi! Cemaat ne bilsin, onu bana sor!

demiş.
 
SİZDEN AVANAK KİMSE YOK
Napolyon Bonapart, ki Avusturya İmparatorunun damadı idi, bir gün o taraftan fena bir haber alır. Kayın­ pederine öfkesinden hanımı Maria'ya:

— Baban çok avanaktır, der. İmparatoriçe, fransız-



çayı iyi bilmediğinden, "avanak" manasına olan fransız- ca kelimeyi anlayamaz, hazır bulunan başbakandan bu kelimenin manasını sorar. O, iki tarafı da gücendirme­ mek için:

— Dirayetli demektir, der.

Bir kaç gün sonra, imparatoriçenin başkanlığı altın­da hususi bir meclis kurulur. Mühim bir madde müza­ kere olunduğu sırada kraliçe başbakana:

— Bu işin düzeltilmesi himmetinize bağlıdır, çünkü
içimizde sizden avanak kimse yoktur! der.
 
FOTOĞRAF
Temel, ahırda ineklerin arasında fotoğrafım çektirir ve yirmi yıldır gurbette olan dayısına yollar. Res­min arkasına da şöyle yaz­ mıştır:

— Ortada, işaretleduğum penum!
 
KIRKAYAK
Lüks bir Mersedes Temel'e çarpar. Temel'in bacağı kırılır. Hastanede mersedesin sahibi hem özür diler hem de uzlaşma önerir.

Temel:

— Olur efendu, der. Bağa bir beşyüzmilyon pango-



not verursen vazgeçerum davadan.

Yahu ne yapıyorsun ben milyarder miyim?
Ha sen milyarder değilsun da ben kırkayak mi-
yum?
 
TİCARETE DÖKMENİN ANLAMI YOK
Köyden şehire göçmüş cahilin biri, camiye pek gitmediği gibi, za­man zaman din adamları aleyhinde de lâflar edermiş. Bir ğün, ondan alacaklı ve bakkal dükkânı sahibi olan hoca bunu sıkıştırmış:

Ula Memo! Sen müslüman
değil misin?
Elhamdülillah müslümanım.
Niye öyleyse, namaz kılmı­
yorsun?
Kılacağım.
Oruç?
Tutacağım.
Karma iyi davranacak mısın?
Davranacağım.
Komşularla da iyi geçinecek misin?
Geçineceğim.
— Borçlarını da ödeyecek misin?

Sözün buraya gelmesine fena halde sinirlenen Memo:

— Hoca efendi, hoca efendi! demiş. îşi ticarete dök­
menin âlemi yok.
 
KAZA
Polise bir ihbar gelir. Te­ mel ile Dursun kaza yap­mıştır. Polis olay yerine geldiğinde görür ki, ara­ balar sapasağlam, Temel ile Dursun'un ağzı burnu dağılmış. Polis sorar:

— Anlat Temel. Olay na­ sıl oldu?

— Komserum... Hava sisli olduğundan kafamı pencereden çıkarmış öyle gideyirdum. Meğersem Tur­ sun da karşidan öyle geleyirmuş...
 
ATINI ALSIN
Temel komşusunun atını almış, uzak bir Karadeniz köyüne gitmiş. Atı uygun bir yere bağlayarak düğün evine çıkmış. Kendisi gibi uzaktan gelen diğer davetli­ ler de atlarım Temel'in atının yanına bağlamışlar. Ak­ şam üzeri düğün dağıldığında, Temel atım alıp geri dö­ necek amma acaba hangi at kendisinin, bir türlü karar verememektedir. Bu arada diğer atların sahipleri de



orda toplanıp dönüş hazırlıkları içindedirler. Temel'in işi acele olduğu için bir an evvel gidecek, fakat atını ta- nıyamıyor. Bir an düşünür ve tabancasını çeker:

— Uyy uşaklar ha puriye pakın, herkes atinu alsun, pen penum atimu vuracağum daa...

Bunun üzerine oradakiler hemen atlarına binerek uzaklaşırlar. Temel'e de kendi atı kalır ve bir yanlışlık yapmaktan kurtarır kendini.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst