Nurullah Genç Şiirleri

Nurullah Genç - Kavuşma

sana geliyorum yalnızlıklardan
yürüdükçe hicran gülüyor gibi
yüreğimde dağlar yükseldi kardan
vuslat, ağır ağır ölüyor gibi

gözlerim, buzlayan kanatlarıyla
yorgun umutların peşinde her an
düşlerim, şahlanan kır atlarıyla
birer birer kopuyorlar zamandan

kısalan yolların uzadığını
kulağıma fısıldıyor her diken
mehdabına gömdüm hayal çağını
senden geliyorum sana gelirken
 
Nurullah Genç - Kendisine

Sen ey şehrin yerlisi, cesur, kararlı mühür
Sen ey inatçı kıskanç, alçak gönüllü ve hür
Karanlık geceleri korkutsa da günahım
Kızlar Kayası gibi dikilip kaldı âhım
Sefere çıkanların tatlı rüyâsı mısın
Rûhumun cellâdı mı, yoksa hülyâsı mısın
Konuşursun, sözlerin dâre çeker canımı
Susarsın, çâresizlik büyütür isyânımı
Siyaha boyanınca, kanatlanır mı yürek
Hangi harfin başını bekliyor şimdi melek
Kasîde, hangi şehrin âşiyânında güzel
Bulutlu havalarda parlayan aydır gazel
Yine mest, yine sarhoş bahçendeki mumyalar
Canlanıyor taşların kalbinde sardunyalar
Fildişinden heykel mi taşıyorsun elinde
Yine bir raksın mumu yanıyor gözlerinde
En hâkî denizini verdim sana ömrümün
Dilediğince yıkan sularında gönlümün
Sürmek mi istiyorsun masal arabasını
Getireyim kapına devlerin en hasını
Ölümsüz meyvesini sundum hayal bağının
Dehâsında bulmuşum seni yalnızlığımın
Celî bir kavis miydin, sokuldun yüreğime
Hattı hümayununla sultan oldun evime
Hendeseyi titretir endâmın ley-ü nehâr
Bu aşkı destan gibi yazıyor fırtınalar
Yüzündeki çizgiler kûfî midir sülüs mü
Aradığın define İrem mi Endülüs mü
Sen ey yardım sevenim, ruhumu derde saldın
Yalnızlığım ağlarken gülenim, nerde kaldın
Azimli bir yüreğin yorgun kimyasın da mı
Sevda denklemlerinin memnû dünyasında mı
Her pazartesi âhım kapında helâk olur
Her Cuma karanlığın kuşları leylâk olur
Kâşifin benim gülüm, görmediğin yine ben
Bilseydin sana benden bakanı görünmeden
Anlardın; her macera tende rü�et gibidir
Oysa sende gördüğüm, sana gurbet gibidir
Utangaç bir merhamet saklıyorsun sesinde
Sahraya dönüyorum baharın ötesinde
Gizlice bir nikahtır o arzuhal, o kâmet
Sensizlik, yollarımda bir değil, bin kıyamet
Bu tebessüm rüya mı, bu istifham uğru mu
Âh bir çoğaltabilsem yüreğinde ruhumu
Bilmezsin ayrılığın ağı kokan dilini
Hâtıra bırak bana oyalı mendilini
Ege uygarlığı çağrıştıran tarihin
Asya�ın bağrı kadar muammalı ve derin
Arı sütü damlarken kaygan kirpiklerinden
Görünmez bir mürekkep akar iliklerinden
Yüreğin, âh yüreğin bir hüzün lâlesi mi
Masallar ülkesinde Zengibar kalesi mi
Kapısına bir türlü varamadım, a gülüm
Hudutlarında bile duramadım, a gülüm
İpeğimi elimden aldı pusathâneler
Bulamaz kaybedilen nûn� rasathaneler
Hummalı bir kovanda bal yapan arı mısın
Hayatımın ansızın kopan damarı mısın
Paslandı buzdağları ortasında çeliğim
Gözlerinden hatıra kaldı kekemeliğim
Kervanında kaybolan bir bezirgân gibiyim
Kaktüslerin diline düşen figân gibiyim
Her köşede bir meddâh anlatıyor âhımı
Bilmiyor, kirpiğinden almışım siyahımı
Uğrunda, kralların bahtı solsaydı, gülüm
Amerika, yolunda kurban olsaydı, gülüm
Bir Kafkas figüründe bulurdum son izini
Efeler diyârına çevirirdim yüzünü
Eşkıyâ vurgunudur seni benden ayırmak
Çalıkuşunu yakan bir rüyayı haykırmak
Gölgelere gecenin künhünü hatırlatır
Ayrılıklar bazen de gölgeleri ağlatır
Sükûnla savaşıyor hislerim kıyasıya
Sevdiğini bilirim uykuyu doyasıya
Süslenmek istiyorsan, ruhumu boynuna tak
Bu firûze özgürlük yalnız senin olacak
Bastığın her hücremde otuz sekiz çizgi var
Baktığım her duruşun muammalı bir duvar
Suskunluğun taş gibi, gülüşün berrak değil
Neden vivien kokar baharın, leylâk değil
Gözlerin bir zamanlar toprağın sahibiydi
Bakışların bir tutam gül yaprağı gibiydi
İnsanlar kıvranırken ejderlerin ağında
Ceylan gibi yürürdün bir hayal sokağında
Yine de, yokluğumun en şüpheli çağıydın
Tenhâlarda ağlayan bir okul kaçağıydın
Karanlık korkutamaz gülüm seni, vururum
Kâtil yüzlü cinlerin karşısında dururum
Yeter ki, o nâzenîn kalbin emir buyursun
Kâinat yıkılsa da yüreğimde uyursun
 
Nurullah Genç - Kopardın

Bir hicran çölüne bıraktın beni
Kalbine girdiğim yolu kopardın
Yaydın üzerime yalan gölgeni
Adını andığı dili kopardın

İçimden boşluğa savruldu külün
Hüznün ateşiyle yandı kakülün
Yıllardır ruhumda öten bülbülün
Her seher konduğu dalı kopardın

Uzattıkça sana boş ellerimi
Birer birer yıktın hayallerimi
Bilmem, ölü müyüm, yoksa diri mi
Saçımdan son siyah teli kopardın

Gönlümde aşkınla hergün yeşeren
Göğü yıldız yıldız önüme seren
O güzel, bembeyaz gülü kopardın
 
Nurullah Genç - Nereden Bileceksin

O eski hülyaların sahile vurduğunu
Yakama bir muamma taktığım gün hatırla
Gurbetin mahşerimde bir sıla bulduğunu
Dağlar gibi eriyip aktığım gün hatırla

Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında
Kaybolan ışıkların gözlerim olduğunu
Her seher yüreğimde açan karanfillerin
Her akşam ellerimde sararıp solduğunu
Nereden bileceksin

Kim bilir, belki bir gün kapıma geleceksin
Siyah tüylü martılar yorgun pencerelerde
Benimle ağlayacak benimle güleceksin
Göğsümde ızdırabı deniz fenerlerinin
Hayatımdan fışkıran hüzne gömüleceksin

Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu
Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla
Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu
Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla

Bilemezsin içimde bir denizdir yaşamak
Sen denizin en uzak noktasında şen şakrak
Ben kırgın dalgalarla avunurum derinde
Gemilere yosunlu mendiller bağlayarak

Nereden bileceksin fesleğen köklerinin
Hercai bulutlardan bıkıp usandığını
Ansızın kayıveren yıldızların ardında
Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını
Nereden bileceksin

Yağmura boyun büken susuz topraklar gibi
Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin
Sinesinde bi-vefa bir sırrı saklar gibi
İnfazına yürüyen ölü tutsaklar gibi
Gözlerinin hicranlı yaşını sileceksin

Tatlı bir rayihanın göklere dolduğunu
Irmaklara karışıp aktığım gün hatırla
Gölgelerin ruhumu görüp kaybolduğunu
Mavi bir şimşek gibi çaktığım gün hatırla

Gülümse ve uzaklaş çünkü anlayamazsın
Bu kopan fırtınayı Yusuf'un yüreğinde
Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık
Züleyha'nın menekşe büyüyen gözlerinde

Nereden bileceksin kayalara tutunan
Devlerin birer birer vurulup öldüğünü
Rüyaları süsleyen eşsiz mücevherlerin
Bir dervişi görünce yere döküldüğünü
Nereden bileceksin

Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin
Kollarında rüzgarlı bir deprem karanlığı
Kapı aralığından sessizce gireceksin
Işıldayan bu gönül şahikası önünde
El pençe divan durup sen de eğileceksin

Bülbülün lalezardan neden kovulduğunu
Bu hayal zindanını yıktığım gün hatırla
Balığın susuz kalıp suda boğulduğunu
Acılar evreninden çıktığım gün hatırla
 
Nurullah Genç - O Akşamdı

ışıklı tellerine takıldı ayaklarım..
karşımda alev alev duran kirpiklerinin..
kapattın yüreğimi karanlık evlerine
bana kim olduğumu soran kirpiklerinin..
o akşam yakamozlar gibiydi bakışların..
akdeniz gözlerinin damlasıydı o akşam..
sağnak sağnak boşaldın çorak topraklarıma
tebessümün göklerin cilasıydı o akşam..
bir anda kelepçeli buldum ellerimi
varlığın gurbetimin sılasıydı o akşam
dağları birer birer devirip sana gelmek
gönlümün en ateşli duasıydı o akşam..
sakıncalı saatler yaşadım yollarında..
yüzün sanki sonsuzluk şuasıydı o akşam..
aldandım bulutlara uzanan ellerine
bu sevda ömrümün son sevdasıydı o akşam..
gülleri, sümbülleri kıskandıran endamın
merhametsiz derdimin devasıydı o akşam..
oysa anlayamadım ızdırap olduğunu
içimde bir heyula,bir serap olduğunu
her lahza çöktüğünü ve harap olduğunu..
bilemedim ne deniz ne mehtap olduğunu..
meğer kalbin kalbimin belasıydı o akşam..
 
Nurullah Genç - Odasına

Birgün seni müzeler cavidanı sayarlar
Ruhumu mumyalayıp mahzenine koyarlar
En güzel rüyaları koynunda gördü gülüm
İffetli aynalarda saçını ördü gülüm
Bilmiyor, hayalini duvara astığımı
Volkan gibi konuşup, kan gibi sustuğumu
Hangi köşene koydu oyuncak bebekleri
Ayıları, kuşları, ıslak kelebekleri acılarıma dair
Düşlerine girdi mi kan tüküren bu şair
Şair ki, doludizgin bir yangında bunalan
Kendi ruhundan kopan çığın altında kalan
İçinde ne belalı yolların kıvrandığı
Cinnetlilerin bile O�u deli sandığı
Bir dünya atlasında vesikalık bir adam
Ardında gölgesiyle kıvrılan puslu idam
Ey mesih yüzlü oda, söyle bana derinden
Bir gün bu gam heykeli ölürse kederinden
Gülüme haber salıp çığlıklar atar mısın
Sen de soylu şairi bir pula satar mısın?
 
Nurullah Genç - Öpülürdü Alnımız

Korkmazdık geceden, silah sesinden,
Sular kirlenmezdi avucumuzda
Uçardık göklerin penceresinden
Yıldız ülkesine, mavi sonsuzda

Gönlümüze henüz gelmemişti güz,
Sevgi sürülürdü ekmeğimize,
Neşeyle evcilik oynardık gündüz
Bereket dolardı evlerimize

Ölümü bilmezdik öldürmeyi de
Yaprak dökmemişti umutlarımız
Gözünü kırpardı gece, aydede
Mehtabı süslerdi bulutlarımız

Toprağın gözleri millenmemişti
Babamız oyuncak derdi mermiler...
Denizler tutuşup küllenmemişti
Balıklara arkadaştı gemiler...

Kurşunlanmaz öpülürdü alnımız
Çiçekler sevginin işaretiydi,
Geçip gitti o mutluluk çağımız,
Ruhumuz kederden elbise giydi...
 
Nurullah Genç - Özlem Beyaz Bir Gül Açar Bağrında

Mevsimlere dokunan tebessümün sıcağı
Sana doğru akmayan ırmağın sığlığıdır
Gariplerin hüzünle alevlenen ocağı
Sana doğru süzülen damlanın çığlığıdır

Maskesi çocukları aldatıyor ömrümün
Uyku, çıkmaz sokağın beynine vuran ağrı
Uğursuz ellerimde sararıp solmuştu dün
Bugün bütün çiçekler açıyor sana doğru

Yine geçtim o kanlı badireler şehrinden
Salyangoz işgaline direnen kalmamıştı
Çeşmeler simsiyahtı günahların kirinden
Senden kopan hiç kimse bahtiyar olmamıştı

Aşkının büyüsüne kapılan kertenkele
Kabuğunu sıyırmak için yollara düştü
Çevresinde acılar biriken bir heykele
Beddua göklerinden bulutlar kara düştü

Ölülerin sessizce uyandığı o yerde
İhtiyar olmamıştı sana varan bedenler
Ayrılık yine me'yus, kıvranıyor kabirde
Bakmamışlar yüzüne yalnız sana gidenler
 
---> Nurullah Genç - Nereden Bileceksin

Şiirleri büyülü gibidir okuduğum bir şair :)
 
Nurullah Genç - Pişmanlık ve Hüzün

Elim silahlı sermayem: Gurur
Ne çiçekler benim; ne ben çiçeğim
Bir gün hesap için divan kurulur
Ayaklar altında kalır yüreğim
Elim silahlı sermayem: Gurur
Korkarım beni de alnımdan vurur

Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın
Bütün varlığımdan soyuluyorum
Ortasında kaldım bir bataklığın
Kurtarın dostlarım, boğuluyorum
Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın
Bahçesi harâbe tüm insanlığın

Karşımda yokluğun alev gözleri
Zindanlar içinde zavallı ruhum
Mükâfat mı, bana şu kan gölleri
Yoksa işkence mi, avutulduğum
Karşımda yokluğun alev gözleri
Bana diş biliyor yıllardan beri

Dilene dilene eğilmiş belim
Yüzüm kaktüs yaprağına benzemiş
Bİlmiyorum, neden böyle tembelim
Kim bana 'çalışma, yaşarsın' demiş
Dilene dilene eğilmiş belim
Artık görmüyorum, sağırım, kelim

Acaba çıkar mı yollarım düze
Yoksa yokuşlar mı öldürür beni
Birgün kavuşursam belki, gündüze
Talih bir defacık güldürür beni
Acaba çıkar mı yollarım düze
Sonsuzluğa, mutluluğa, denize
 
Nurullah Genç - Sen Geliyorsun

Sen geliyorsun; kuşlar geliyor bahçelerden
Papatya kokusu bir de, sen gelmeden önce

Nasıl tanıyorum bilsen geçtiğin sokakları
Biraz mahmur oluyor bakışları, fersiz, çaresiz
Ölü kelebekler görüyorum sokak köşelerinde
Duvar diplerine bırakılmış acılar
Yorgun ihtiyarlar bir de, gençliğini arayan

Sen tüm sokaklardan geçmişsin meğer
Hangisine baktıysam rengi bembeyaz
Bir dokun bin ah işit pencereden
Bir asker ağlıyor kenarında sessizce
Yavuklusunun adını unutmuş gözlerinde
Ne zaman biteceğini askerliğinin
Nereye gideceğini, kim olduğunu

Aklının karıştığı mahzenlerde
Bir adam izlerine bakıyor delice
Şimdi sen geliyorsun, biliyorum
Hayallerim geliyor, umutlarım, mutluluğum
Hiçbir şeyi görmüyor gözlerim
Gireceğin kapıdan başka
 
Nurullah Genç - Seni Benim Kadar Sevemeyenler

seni benim kadar sevecek olan
başını taşlarda çürütmelidir
yarasına dikenleri sarmalı
kalbinde dağları yürütmelidir

gözleri her sabah başka bir çeşme
her akşam krater, her gece duman
gökleri günboyu alevlenirken
boynunda bir kement olmalı zaman

yollar düğüm düğüm boğmalı onu
ızdırap sızmalı baktığı yerden
kaplan tutuşmalı, kurt inlemeli
saçından bir teli yaktığı yerden

sana benim kadar tutulmak demek
vurulmak demektir kartallar gibi
tâcını, tahtını kaybetse bile
gülümseyebilmek krallar gibi

seni benim kadar sevecek olan
ruhunu kapından kovabilir mi
seni benim kadar sevemeyenler
seni benden fazla sevebilir mi
 
Nurullah Genç - Sensiz Kalan Bu Şehir

sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim

mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda
tutuşturmak istedim beni böyle umarsız
bırakıp gittiğin bu zalim şehri
yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında
inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak
en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların
hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü

gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzreydim neron�n roma�ı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz
yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların
içli bir yağmur gibi boşandı üzerime

kediler geçti birden kavşaklarından şehrin
acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar
onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar
onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz
yakmak istiyorlar yakamıyorlar

saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde
her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu
benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar
gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin
her biri bir kenarda darmadağın
çömelip kalıyordu yutkunuyordu
rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin

nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin
anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi
kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri
çünkü sen her şeyinle bendesin
 
Nurullah Genç - Sitem

Benden anlamadın şiirden anla
Senin gülüşünle yaşadığımı
Akşamı ettiğim senden kalanla
Sabaha seninle başladığımı
Benden anlamadın şiirden anla
 
Nurullah Genç - Siyah Gölzerine Beni De Götür

Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.

Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor;ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.

Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor;ben gidiyorum.

Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun.

Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
 
Nurullah Genç - Su İsteyişine

bir su ver, dirileyim kuruyan köklerimde
bir köprü kur çıldıran nehirlerin kalbine
bir kuşun yuvasına götür gökkuşağını
karıncanın kırılan ayağına sar beni
ben ki, toprak altında bir devim, kurtar beni
okunu çek bağrımdan; yandı cânım, bir su ver
ölü bir tenden bile perişânım, bir su ver

ağlıyor ateşimin gölgesinde, Neruda
Aragon mutlu aşkın yokluğunda çilekeş
her yerde tutuşan su istiyor geceden
her çeşmenin başında eşkiya gülümsüyor
bir çiçek at kararan duygular mahşerine
bir fidan dik bağrına onurlu bahçıvanın
damarlarım çatladı; yandı kanım, bir su ver
dirilmek istiyorum a sultanım, bir su ver

gözleri birer birer kayan hücrelerimde
Genç Werther'i yeniden kurşunlayan bir acı
al hançeri eline, kopar bileklerimi
katranlı bir urganda tükensim yalnızlığım
bir ağacın titreyen yaprağına koy beni
bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni
zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver
a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver
 
Nurullah Genç - Sükut-u Hayal

Böyle mi olacaktı türkülerin son hâli
ezgilerden sorulur küfürlerin vebâli

ayna kırıldı; hasret divanında gül soldu
papatya uçarı bir zakkum oldu
kuğu gölün en susuz noktasında boğuldu
ivedî bir kavgadır tenhâ da ömür
direniyorum
direniyorum ki, aşk yenilmesin
zenginlere, cinayet erbâbına

böyle mi olacaktı mutluluğun son hâli
kahkahadan sorulur hıçkırığın vebâli

bir milat öncesi kalıntı gibi
zulme açılıyor gizli kapılar
sanki bütün yüzler çalıntı gibi
çocuklarda bile kan kokusu var
hayat bir dramdan alıntı gibi
tabut kırılıyor; ağlıyor mezar
aşk elden gidiyor; durmamalıyım
yosunlu hayaller kurmamalıyım
ölümün ardına düşüp gün boyu
kırmızı camlara vurmamalıyım

böyle mi olacaktı değirmenin son hâli
bereketten sorulur kuraklığın vebâli

güya bütün umutlar ülkeme dolacaktı
güya ülkem göklerin yolunu bulacaktı
neden hafif tartıyor yüreğimi terâzi
intizarın mavi dengelerini
yıkıyor sonunda leylâ
direnmeliyim
direnmeliyim ki, aşk yenilmesin
yoksullara, kürek mahkumlarına
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst