İslâmi Şiirler

---> İslâmi Şiirler

Sonsuz bir sevdayla umut etmek seni…. Ey Sevgili…

Bulutların yağmurlarını kıskanmak
Batan güneşte kıvılcım olmak
Sen olabilmek her yıldız tanesinde;sevgine hasret gökyüzünde
Sonsuz bir aşkla sevmek seni ve yaşamak uğruna yalnız dünyada
Kıskanmak Asr-ı saadeti senin yıllarında…

Düşünüyorum da nasıl baktı yüzüne sahabiler
Ebubekir nasıl dayandı sevgine
Hatice sensiz ne yapardı.
Ömer dayanamadı gidişine de;ölüm diyemedi sensizliğe
Acıyı seninle yaşarken ALLAH dostları, sensizlik acısını gömdüler mi kalplerine

Asrı saadette olmak,yaşamak seninle
Nasıl olurdu bilmiyorum?
Uğruna bir canda biz olamazmıydık,
Hicret ederken seninle İslam davasına.
Küfranın karşısında keskin bir kılıç da biz olamazmıydık

Geçtiğin yollar ayak izlerini koruyabildiler mi rüzgar karşısında
Çiçekler açabildi mi utanmadan,gül kokunun yanında
Hala hicret ediyor mu yollar sana…
Güneş her doğduğunda ufka doğru
Her yağmur tanesi terk ettiğinde bulutları
Bir bebek açtığında gözlerini dünyaya
Bitmez bir umutla ışık ol diye karanlıklara
Sonsuz bir sevdayla arıyor mudur izlerini…
Güneşe ışığını veren sen ey sevgili,karanlıkta mı bıraktın bizleri...
 
---> İslâmi Şiirler

Âlemlerin Rabbinin mahbûbu Muhammeddir.

Cismi pâk, ismi Ahmed, âlemlere rahmetdir.

Hulk-i azîm sâhibi Levlâke.... muhâtabı,

Menba-ı ilm, edeb, feyz, nûr ve muhabbetdir.

Odur gerçek vâsıta, Hak’la kul arasına,

Sözü şifâ rûhlara, adı gönül pasına.

Odur hakîkî tabîb, me’yûs kalb hastasına,

Değil kendi, ümmeti, meleklerden yüksekdir.

Bu en seçkin kuluna, Hak yardımcılar verdi,

En sevdiği kulları ona Eshâb eyledi.

Resûlullah: yolları, benim yolum demişdir,

Asrların iyisi bu asrı göstermişdir.

Muhammed Mustafâyı canından çok sevdiler,

Mal, mülk, makâmlarını, uğruna terk etdiler.

İslâmı yaymak için severek can verdiler,

Yâ Rab, bu ne güzel hâl, yâ Rab, bu ne izzetdir.

Onun bir sohbetinde nefsleri pâk oldu.

Kalblerine ma’rifet, feyz, nûr, tecellî doldu.

Evliyâ hâllerini onlar bir anda buldu,

Ve hep Ona uydular, bu ne büyük şerefdir.

Onlar hepsi âdildir, kimseye zulm etmezler,

Nefsleri için aslâ, hilâfet istemezler.

Bu yüzden harb etmezler, birbirini üzmezler,

En yüksek makâmdalar ve hepsi müctehiddir.


İhlas Yayınları
Eshabı kiram kitabından özetle
 
---> İslâmi Şiirler

Yokluğunda seni özledik.
Sana değen rüzgarı, seni örten bulutu özledik. Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim.
Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ahlakı, adabı, ihsanı, irfanı, iz'anı, feraseti, basireti, şecaati, celadeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik. .
İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hürmeti, devleti özledik.
Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu.
Efendim,
Sen kendini 'abduhu ve rasuluhu: O'nun kulu ve elçisi' olarak takdim etmiştin. Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan 'kurtarıp' melekleştirerek hayattan dışladılar. Bu ifrata karşı başka bazıları da tefrite sapıp seni 'güzel örnek' olmaktan çıkarıp bir 'postacı', bir 'ara kablosu' seviyesinde görerek hayattan dışladılar.
Bunların hepsi sana iman ediyordu. Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ızdırabını çektirdiler bize. Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiştirmedi.
Allah seni 'güzel örnek' olarak gösterdi. Sen, Kur'an'ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin. Tıpkı bir annede spermin insana, bir ağaçta suyun meyvaya, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu.
Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla 'kitab'ı, kitapları örnek göstermekte direndiler. Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi örnek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu?
Efendim ,
Kitapsızlıktan değil, 'peygambersizlikten' kırıldık. Yokluğumuz peygamber yokluğu. Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretim çekiyoruz. Çocuklarımız peygamberi sorunca 'evladım onun ahlakı tıpkı falancanın ahlakı gibiydi' diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az.
İnsanlık destanıyla yaşıt olan vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek 'peygambersiz kitap' gelmemişti. Sayemizde yaşlı dünya ona da şahid oldu efendim. Peygambersiz Kitab'a, Muhammed aleyhisselamsız Kur'an'a da şahid oldu. Şimdi Kur'an mahzun efendim , Kur'an öksüz. Seninle Kur'an'ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla tohumun, anayla evladın arasını ayırır gibi.
Gel de bir bak Efendim, bu mazlum ümmetin hali pür melaline. Bıraktığın din tanınmaz hale geldi. Bıraktığın sitenin harabelerinde baykuşlar tünedi.
Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın.
Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu.
Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık Efendim . Nebevi mirasın irfani ve ahlaki boyutuna bir hizip, ilmi ve fikrî Boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketi boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı. Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın 'bütünün kendisi' olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler. 'Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.' Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup 'hak benim' dedik.
Oysa ki Efendim, bazen parçalanan hakikat hakikat olmaktan çıkar. Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir. Bunu farkedemedik Efendim .
Efendim ,
İsrailoğulları, peygamberlerini katlediyorlardı. Biz de senin güzel hatıratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik. Seni katlettik Efendim .
Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar.
Kimilerimiz içinde sen hiç doğmadın. Onlar hep senden mahrum yaşadılar. Şol mahiler ki derya içreydiler, deryayı bilmediler.
Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim ?
Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz.
Bize kırgın mısın Efendim ?


MUSTAFA İSLAMOĞLU
MEDİNE
 
---> İslâmi Şiirler

Sen Yoktun


Sen yoktun...
Hz Âdem’deydi nurun
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Âdem nuruna affedildi
Arafat bu affa şâhitti

Sen yoktun
Nuh’un gemisindeydi Nurun...
Dalgalar yeryüzünü boğarken
Taprağın bağrındaki su
Gökyüzüyle buluşurken
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı binbir sebeple
Tûfan, nurunu selamladı edeple...

Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun
İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
“Rabbimiz” dedi,
“Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin âlem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.

Sen yoktun...
Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni
Alemlerin efendisi diye sana seslendi.
Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine..
Çünkü bu âlemin reisi geliyor...
Bekleyin Ahmed geliyor.
Kainata rahmet geliyor.
Havarilerin yüzünü okşayan,
Ölüleri dirilten bir nefes oldun
Ama sen yoktun...


Sen yoktun Sultânım,
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Huteyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...
En son çocuk atılırken çukura
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu hirâyı.
Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,
Efendisine hazırlanıyordu mekke.
Âlem Efendisine hazırlanıyordu
Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.
Toprak yalvarıyordu rabbine,
Allahım gönder artık diyordu.
Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada


Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Önünde cebrail!
Ardında yalın kılıç melekler!
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.

Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!
Kainat bir isim duymak istiyordu.
Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;
Muhammed!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed!
Melekler öptü o nurdan ellerini.
Muhammed!
Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!
Sana o adı veren rahmana kurbanız


Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra anne halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeterki sen iste,
Sen iste yarasulallah
Deki ben kimim?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulullah desin.

Sen vardın
Bedir kârdı,
Uhut dardı
Hendek yârdı.
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitler...


Hele bir enesin vardı senin.
Enes bin malik...
Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,
Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu.
Onlar da
“Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince
Enes kükremiş:
“ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?
Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit ey nebi!
Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.
Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...

Musab Bin Umeyr’in vardı senin.
Uhut’ta sancağını taşıyan.
Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki
Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi.

Ebu hureyren vardı...
Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı.
Sen anlardın,
Ya Ebâhir gel! Derdin.


Ve sen gittin...
Bir gidişle gittin
Ardında hüznün kaldı.
Hasretin kaldı göklerde.
Bilal ezan okuyamaz oldu
Ne zaman teşebbüs etse
Muhammed rasulullah demeye
Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi.

Sonra günler ay,
Aylar yıl oldu.
Ve asırlar oldu
Sensizliğe açtık gözlerimizi.
Ama sen bırakmazsın bizi.
Sen varsın ey şehitlerin sultanı
Sen varsın!
Bir şehit bile ölmezken
Sana nasıl yok deriz.
Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip
Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin.
Ne anam var ne babam...
Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden.


Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah!
Bırakma bizi ki; Allah;
Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor.
Bırakma bizi!
Hayatı seninle öğretti Rahman.
Kulluğu seninle tanıdık.
Duayı senden öğrendik sevgili!
Hz Ömer umre için senden izin isteyince,
“Kardeşcik” dedin ona,
Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın?
Bizler Ömer değiliz ama
Bütün dualarımız senin için

Ey Rabbimiz!
Rasulünü anışımızdan haberdar et!
O’na binler salat, binler selam!
Habibine Makam-ı Mahmut’u ver
O’na vesileyi lutfet.
O’nu refik-i Âlâya yükselt
Bizi de affet
O’nun hatrına affet
Zatının hatrına Affet.

Dursun Ali Erzincanlı
 
---> İslâmi Şiirler

Aydınlık Veren Sensin
Aydınlık veren sensin
Kalbi sökülmüş çağa
Aydınlık veren sensin
Kuraklaşan toprağa
Al güller seren sensin

Gönüllere muhabbet
Gözlere nöbet nöbet
İlim, haya, feraset
Çiçeği deren sensin

Karanlıklar bürürken
İnsankığın gözünü
Damla damla nurunla
Hikmeti gören sensin

Horlanırken müminler
Ezilirken müslüman
İslam'a sahip çıkan
Rahmete veren sensin

Şehide AğıtYüreğinde ve alnında
Durulmaz şah damar durur
Uzanmış kara toprağa
Dudağında kanlar kurur

Bir tebessüm yanağına
Güllerden demet kondurur
Yummuş gözlerini şehit
Gören sanar sanki uyur

Başucunda yetimleri
Elleri elimde soğur
İnci inci gözyaşları
Ağlar durur, ağlar durur

Şehadet bir çağrı ona
Hakk katından gelen onur
Hüzün döken bulutlarda
Islatırlar yağmur yağmur

A.Baki Kömür
 
---> İslâmi Şiirler

Mübtelâ yı mihnet-i mâsivâyım Efendim!
Garîk-i bahr-i isyân u rüsvâyım Efendim!
Açılsın ne olur o vech-i pâkinden nikâb!
Yüzüne aşinâ-yı pür-vefâyım Efendim!
Varıp bezmine âşıkân binbir leâl ister,
Ben bir garîb-i nâlân u şeydâyım Efendim!
Geçerler candan, girenler nûr hâlene bir kez,
O dertten bin belâya müptelâyım Efendim..!
Olur Mecnûn görenler ruhsârını a cânân!
Kapında mülk-i serâp bir gedâyım Efendim!
Esîr-i dâm-ı firkatte hep yandım yakıldım;
Her subh u şâm inim inim bir nâyım Efendim!
Seherler bûy-ı huzûrunla tüterken her şeb,
Ben neden nâr-ı hicrâna yanayım Efendim!
Kerem eyle bırakma bendeni bu hicrânla!
Kerem kılmazsan, nasıl dayanayım Efendim!

M.Fetullah gülen
 
---> İslâmi Şiirler

Ah nideyim ömrüm seniYok yere geçirdim günü
Ah nideyim ömrüm seni
Seninle olmadım gani
Ah nideyim ömrüm seni

Geldim ve geçtim bilmedim
Ağlayıp gussa yemedim
Senden ayrılam demedim
Ah nideyim ömrüm seni

Hayrım şerrim yazılacak
Bir gün mezar kazılacak
Benzim şeklim bozulacak
Ah nideyim ömrüm seni

Gidip geri gelemezsin
Gelip beni bulamazsın
Hep benimle kalamazsın
Ah nideyim ömrüm seni

Hani sana güvendiğim
Güvenip de sevindiğim
Hepsi kaldı kazandığım
Ah nideyim ömrüm seni

Miskin Yunus gideceksin
Acep sefer edeceksin
Hasret ile kalacaksın
Ah nideyim ömrüm seni
 
---> İslâmi Şiirler

Aşkın ile aşıklar
Aşkın ile aşıklar
Yansın ya Resulallah
İçip aşkın şarabın
Kansın ya Resulallah

Seni seven her kişi
Verir yoluna başı
İki cihan güneşi
Sensin ya Resulallah

Seni seviyor Subhan
Oldun kamuya sultan
Canım yoluna kurban
Olsun ya Resulallah

Feda Yunus'un canı
Nur kapladı cihanı
Âlemlerin sultanı
Sensin ya Resulallah




Aşkın aldı benden beni
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni

Sofulara sohbet gerek ahîlere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra bana seni gerek seni

Miskin Yunus benim adım gün geldikçe artar odum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
 
---> İslâmi Şiirler

Canım kurban olsun senin yoluna

Canım, kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Gel şefaat eyle kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!

Mümin olanların çoktur cefası,
Ahirette olur zevk-u safası.
Onsekizbin âlemin Mustafası,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!

Yedi kat gökleri seyran eyleyen,
Kürsinin üstünde cevlan eyleyen,
Miracda, ümmetin Haktan dileyen,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!

(Yunus) neyler iki cihanı sensiz,
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz!
Sana uymayanlar, gider imansız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
 
---> İslâmi Şiirler

Gelseydin

Sevgili!
Ümmü mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medinene uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
"kardeşlerim" deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe!..
Ola ki sen(a.s.m.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O "kutlu doğum" gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i münevvere'den dünyaya yayılan ashabın gibi,
Eyyüb sultan gibi,
Kab bin malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül adeviyye gibi rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı efendim(a.s.m.)!!!
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.vahşi gibi...
Hani sen hane-i saadet'ten mescid-i nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(a.s.m.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir ebu bekir(r.a.) görürdü,
Bir de ömer(r.a.)...
Şimdi okununca ezan-ı muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(a.s.m.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz!...


DURSUN ALİ ERZİNCANLI
 
---> İslâmi Şiirler

Medine'nin Fethi


Her şey bir şiirle başladı.
Peygamber huzurunda okunan bir şiirle…
Kızgın kum fırtınalarından,
Adem vadisinden kopup gelen bir şairle…
Ardında kırk süvari,
Ve alev alev yanan gözlerinde ihanet haberleri.
Bu şair, huzaa kabilesinden Amr bin Salim'di.
En üst perdeden okudu şiirini,
Ve gözlerini kırpmadan dinledi Nebi;

"Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar,
Hudeybiye'de seninle yaptıkları misakı bozdular.
Bizi Vetir'de,
Kendi yurdumuzda gafil avladılar.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı,
Çağıramayacağımı sandılar."

Dedi ve durdu.
Şair ağlıyordu.
Peygambere çevrildi tüm gözler
Ve o an tutuldu nefesler.
Sahabenin başları yere değiyordu,
Çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor,
Peygamber celalleniyordu.

“Ey Nebi!
Allah’ın kullarını yardıma çağır,
İçlerinde Allahın Rasulü de olsun
Yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin,
Ve büyük bir ordunun başına geçip,
Denizler gibi köpürerek akıp gelsin.”

Şiir bitmişti,
Şair de bitmişti.
Gözler hâlâ peygamberdeydi,
Allahın râsûlü, ridasını toplayıp ayağa kalktı!
Ve sahabe ayağa kalktı.
Şimdi konuşan peygamberdi;

“Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle
Huzaalara yardım etmezsem,
Ben de yardım görmeyeyim.
Varlığım kudret elinde olan Allah’a andolsun ki,
Kendimi ve ev halkımı koruduğum gibi,
Bunları da koruyacağım.
Şimdi haber salın yeryüzüne!
Allah’a ve Ahiret gününe iman edenler Medine’de toplansın.”
Medine dağlarında savaşın ritmi,
Sokaklarında peygamber sessizliği…
Konuşmuyor nebi
Hane-i saadet’te kılıçlar bileniyor
Hane-i Saadet’te zırhlar temizleniyor
Ve şehirlerin anası gülüyor.
Mekke-i mükerreme uzaktan gülüyor.

Gül ey Mekke! Gün senin günündür
Gün senin fetih günündür.
Gül ki, bu dönüş sanadır.
Baksana,
Dün bağrından koparılan yiğitler dönüyor sana
Erak topraklarını savuran rüzgar dönüyor önce
Ardından büyük bir birlik;
Başlarında Halid bin Velid!
Arkadan ey Mekke!
Senin topraklarında yaşarken
Rabbim Allah’tır dedi diye sövülen,
İşkence gören,
Her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi
Kan içinde kalan muhacirler geliyor.
En önde Zübeyr bin Avvâm geliyor
Hani sekiz yaşında müslüman olan
Hani onbeş yaşında senden koparılan
Amcası onu bir hasıra sarmıştı hani
Ateş dumanına tutmuştu
Küfre dönsün diye.
Ama o dönmedi küfre
Ve peygamber yıldızlarından biri olarak
En önde sana dönüyor ey Mekke!
Sonra bir bölük halinde Beni gıfarlar geliyor!
Bayrakları Ebu Zer Gıfari’nin elinde…
Şu müslüman oluşunu Kâbede ilan edince
Bayılana kadar dövülen Ebu Zer geliyor.
Eslemler geliyor bölük halinde
Müzeyneler bin kişilik alayla geçerken çölden
Tekbir sesleri geliyor göklerden
Ey Mekke başka kimi bekliyorsun söyle!
Hz.Hamza’yı mı?
Musab bin umeyr’i mi?
Onlar,
Şehitler ordusuyla tebessüm ediyorlar sana
Ve baksana
Gözleri ışıl ışıl
sana yaklaşan ve tozu dumana katan
bir alayı seyrediyorlar
Kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim
Bir hareketlilik semada…
Bunlar ölüme susamış savaş erleri Ensâr!
Ve en ortada simsiyah sarığıyla Yâr!
O an Peygamberler ayakta,
Melekler ayakta
Şehitler ayakta…
Ey Mekke Kalkabilirsen sen de kalk
Çünkü gönüllere safâ geliyor
Hazreti Muhammed Mustafa! geliyor

-----
Sekiz yıl geçti aradan
Sensiz tam sekiz yıl geçti…
Gittiğin gece
Uzaktan dönüp Kâbe’ye bakınca;
“Mekke!” demiştin,
“Sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin
ama senin insanların beni rahat bırakmıyor”
deyip gitmiştin.
Yıldızlar da seninle birlikte gitmişti.
Kapkaranlık geceler kalmıştı ardında.
Mekke öksüz kalmıştı.
Ve Mekke çocukları…
Çocuklar hep
Sümeyye’nin toprağa düştüğü yerde oynadı,
Habbâb bin Eret’in ateşe atıldığı yerde oynadı
Hane-i Saadetin üzerinde
Sevr mağarasından kalma güvercinler bekledi seni .
Kâbe-i Muazzama’da namaz kılışını özleyen Hârem,
Haticetül Kübrâ’nın hatıraları,
O gül kokuna hasret kalan sokaklar bekledi seni.
Şimdi Kasva’dan inmez misin Ya Rasulallah!
İnmez misin ki,
Ayaklarından öpsün mekke toprakları
Ve kaldırmaz mısın başını ki
Nur çehreni seyretsin âlem

İşte Rasulullah’ın nur yüzü göründü.
İşte Rasulullah bakıyor.
Başında yemen işi simsiyah bir sarık.
O Alnındaki nura kurban olalım.
Rasulullah Kâbe’ye bakıyor.
Ve işaret ediyor Hz. Bilâl’e…
Bilâl, Kabe-i Muazzamâ’nın üzerinde…
Şimdi Bilâli dinlesin yer ve gök.

DURSUN ALİ ERZİNCANLI
 
---> İslâmi Şiirler

Fani dünya

Bu dünya fanidir, güvenme sakın!
Geçici şeylerle övünme sakın!

Aklı olan buna gönül bağlamaz,
En sonunda pişman olup ağlamaz.

Bakınca görülür, dünyanın fendi,
Benim diyen nice insanı yendi.

Zelil dünya, kötü kadından pistir,
Çok erkekten arka kalmış habistir.

Yüze güler, üç gün yanında kalır,
Sonra bin mihnetle canını alır.

Yedi başlı ejderhadır bu dünya,
İnsanoğlu her an yem olur ona.

Büyük küçük demez, yutar her şeyi,
Toprak etti nice, paşayı beyi.

Nice hükümdârı, nice veziri,
Şu kara toprağın etti esiri.

Zaloğlu Rüstem’i koyup sapana,
Taş gibi fırlatıp attı yabana.

Ferhatlara kayaları deldirdi,
Külünk ile başın ezip öldürdü.

Nasıl mahzun etti, Mecnun’u dünya,
Şaşırıp kalmıştı, bu hâle Leyla.

İskender’i dertle süründürmüştü,
Bütün cihânı ona güldürmüştü.

Hani, hikmet ehli hazret-i Lokman?
Saldırdı ona da, vermedi aman.

Ararken fanide âb-ı hayatı,
Duyuldu onun da bir gün vefatı.

Hiç kimseye insaf etmez bu fani,
Bunca enbiya ve evliya hani?

Sultan Süleyman’a kalmadı dünya,
Bütün cin ve insan mahkumken ona.

Her mahlukun lisanını bilirdi,
Rüzgara biner de gökte gezerdi.

Hani dünya netti Nuşirevan’ı,
Kaplamıştı adaleti cihanı.

Şu yalanca dünya onu da aldı,
Kendi gitti, ismi dillerde kaldı.

Nice gonca gülü dağıttı dünya,
Nice bülbülleri ağlattı dünya.

Nice yanan ocakları söndürdü,
Nicesini parmağında döndürdü.

Herkesin başında yel gibi esti,
Balta ile vurdu, kellesin kesti.

Nicesinin gül yüzünü soldurdu,
Gözünün içine toprak doldurdu.

Nicesinin ateşinde kavurdu,
Harman gibi küllerini savurdu.

Gelmiş idi nice kükremiş aslan,
Dişlerini döktü vermedi aman.

Bu fanide ne bahçe kalır, ne gül,
Bu külhânda, ne ateş kalır, ne kül.

Bu âlemde, ne bostan kalır, ne bağ,
Hepsi ölür, ne hasta kalır, ne sağ.

Asla yoktur, bu dünyanın amanı,
Bir gün yıkar başa bu köhne hanı.

Fani dünya her geleni ağlattı,
Gözlerinden kanlı yaşlar çağlattı.

Hazret-i Âdem’e yaptı çok hile,
Senelerce ona çektirdi çile.

Oğlu Kâbil, Hâbil’i öldürünce,
Çok ağladı, ölüsünü görünce.

Çile bir mirastır, Âdem babadan,
Hep böyle gelmiştir bu âlem baştan.

Zalim dünyâ bin bir çeşit zulmeder,
Kıyamete kadar hep böyle gider.

Nuh, bin sene davet etti Hak dine,
Fakat inanmadı kavmi kendine.

Münkirlere dahildi bir oğlu da,
Gemiye binmedi boğuldu suda.

Odunları yığdı, bir ateş yaktı,
Halil İbrahim’i içine attı.

Hakkın emri ile ateş yakmadı,
Nemrut yine küfrünü bırakmadı.

Dünya, Yakub’a ciğer dağlattı,
Yıllarca Yusuf’um diye ağlattı.

Yusuf’u da bir kuyuya attırdı,
Daha sonra köle diye sattırdı.

Züleyha, ne çekti aşkın elinden,
Düşmedi Yusuf’un adı dilinden.

Sırrı ifşa oldu, el âlem duydu,
Aşk onu ne hâlden, ne hâle koydu.

Zengin iken fakir eyledi onu,
Aziz iken hakir eyledi onu.

Bu fani dünyanın cefası çoktur,
Unutma kimseye vefası yoktur.
 
---> İslâmi Şiirler

kabir duasi

bir selvi altinda,bir mezar tasi.
gorursen bakmadan cekipte gitme.
ustunde yazili,adiyla yasi.
camurlu okunmaz,silmeden gitme.

selviyi dikenler bilir derdimi.
kazdilar serindir,diye yerimi.
tanirmisin yoksa,benim yarimi?
yarimsen adini vermeden gitme.

kurumasin selvim,bir avuc su dok.
esmiyor dallari,bulutsuzmu gok?
ustumde dikenler,salarlarsa kok.
bagrimi delerler,sokmeden gitme.

sicakmi topragim elini cekme.
serinletir belki,birazcik bekle.
dunyadan hasretim ne olur soyle.
seviyorum seni demeden gitme.

sonmeyen atesle hala yanarim.
sis degil ustumde,tuten dumanim.
sevgimdi,sevdamdi,benim imanim.
imanim sendeyse vermeden gitme?

cokmu uzun yolun son yol burasi.
her adem oglunun,en son yuvasi.
bilmiyorsan eger,kabir duasi.
her seven kavussun demeden gitme.

i.gungor
 
---> İslâmi Şiirler

GÜL-Ü MUHAMMEDİ

Hiç bir an unutmadım seni ben ey Sevgili,
Sönmez içimde tutuşturduğun iman ateşi,
Hep canlıydı gönlÜmde ki o hidayet Ümidi,
Kalbimde solmayacak o GÜlÜ Muhammedi.

Seni tanıdım gÜnden beri senindir kalbim,
Huzur ile mutluluğa doygundur bu kalbim,
Karanlıktan nurunla aydınlandı bu kalbim,
Sen gÜneşin,aydınlandı seninle bu kalbim.

Yaratılıp tÜm alemlere sen rahmet kılındın,
BÜtÜn kullara yol gösteren rehber kılındın,
O son Peygamber,Hatem-Ül Enbiya kılındın,
Kurtuluş yollarına sen, mihmandar kılındın.

Ardından gelen kullara tÜm yollar asan olur,
Senin gittiğin yolda ki tÜm tuzaklar bozulur,
Burada sana uyan kul,cennette komşun olur,
Hem dÜnya da hem ahret de kurtulmuş olur.

Seni anan bir gönÜlde ne acı ne de tasa olur,
O kokunu duyan insanın içi gÜl gÜlistan olur,
O gÜl yÜzÜn kalbimiz de açar gonca gÜl olur,
Sen kalplerimize girince cennet bahçesi olur.


Alıntı
 
---> İslâmi Şiirler

Elli İki Gün


Alemlerin Rabbi olan Allah
Bir peygamber gönderecekse eğer
Yıldızlarla duyurdu bu haberi
Kamer menzillerinde üç yıldız doğa,


Şimdi son kez doğacak yıldızlar
Müjde üstüne müjde
Nur üstüne nur gibi,
Şimdi son kez müjdeleyecek
O son aziz Peygamberi…

Elli iki gün var…
Hane-i Saadet’te hüzün ve sevinç iç içe
Tesellisini bekliyor annelerin annesi,
Eşini kaybetmiş hazin bakışlarıyla
İncisini bekliyor
Belki o minik kalp atışlarını duyuyor.
Belki gözyaşı döküyor,
Babasız dünyaya geleceğine,
Ama taşıdığı rahmetin farkındadır Hz. Amine…
Tam elli iki gün var.
Ve yıldızlarında ötesinde hazırlıklar…
Kuşlar var,
Kuşlar…
Bakışlarıyla mesafeler aşmakta…
Kuşlar;
Dünyadan çok uzakta;
Ama hızla dünyaya yaklaşmakta…

Tam elli iki gün var…
Mekke-i Mükerreme’de bir felaket haberi;
Yemen valisi Ebrehe, Kabe’ye saldıracak!
Abdülmuttalib’in alınan iki yüz devesi…
Mekke reisi, develerini istiyor,
Kabe’nin sahibi Kabeyi koruyor!

Ebrehe öfkeli; ‘Onu bana karşı kimse koruyamaz’ diyor.
Kureyş’in Ulusu son sözünü söylüyor;
Ben Ona karışmam, işte Sen işte O…
Elli iki gün var…
Mekke halkı tepelere yürüyor, dağ başlarına
Mekke boşaltılır, Harem-i Şerif mahsun, Abdülmuttalib mahsun…
Kureyş’in Ulusu Kabenin halkasına tutunur,
İlahi, dokunulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları koru…
Kabe’yi ve Kabe Halkını Koru…

…Ve ardından O’da yürür Dağlara,

Bir tek örtüsü kalır Kabe’nin
Yemen alacası bir örtü…
Hane-i Saadet yalnız, makam-i İbrahim yalnız…
Hicri İsmail, Hacer-ül Esvet,
Ve Kabe-i Muazzama yapayalnız…

Ve Kuşlar;
Ayak yapılarından belli ki, sadece uçmak için yaratılmışlar,
Bir yere kesinlikle konmayacaklar…
Kuşlar… hızla dünya semasına yaklaşmakta.

Elli iki gün var…
Muassaf vadisinde Ebrehe’nin ordusu,
En önde devasa bir fil, ardında altmış bin sefil,
Kabe’yi yıkmak için harekete geçiyor.
Daha adımını atmadan fil, Ebrehe’nin yol göstericisi Tufeyl,
Yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldıyor…

‘Mamut, sağ ve selametle geldiğin yere dön!,
Çünkü sen, Allah’ın dokunulmaz kıldığı memlekettesin…’
Ve Tufeyl’de çekilir dağlara…
Ve fil dizleri üstüne çöker… orduda bir kargaşa.
ne oldu bu file?, yönü başka tarafa çevrilince koşuyor,
Hem de delice bir süratle…
Ama Kabe’ye doğru döndürülünce yüzü, kapanıyor dizlerinin üstüne.
Ucu sivri demirler sokuluyor burnuna, Mamut kalksın ve yürüsün diye,
Ama nafile…
Tam o esnada gökyüzünde Yemen tarafında bir karartı,
Kapkara bir bulut gibi, deniz üzerinden git gide yaklaşan,
Yaklaştıkca netleşen bir karartı…
Ve dehşetle açılan gözler…

Ve sapsarı kesilen yüzler…
Bir ses:
‘Dayana bilecekseniz bakın’ diyor. Çünkü,
Gökten Ebabiller yağıyor…

Yeryüzünde hiç görülmemiş kuşlar, irili ufaklı, bölük bölük, fırka fırka,
Birbiri ardınca,
Başları vahşi hayvanların başı gibi, gagalarında ve ayaklarında taşlar,
Pişirilmiş çamurdan.
Kanatları benek benek karbeyazı,
O ilahi nur’dan, ve alınlarında bir yazı…
EL KAHHAR

Belli ki azap için yaratılmışlar.
İşte başlıyor azap…
Ebrehe ile altmışbin kişilik ordusu ve sicim gibi yağan taşlar…
Taşlaşmış yürekleri söküp çıkaran taşlar.

Elli iki gün var,
Kabe yalnız değil, Kabe sahipsiz değil.
Ve haykırıyor Kabe;

Hani nerede ordunuz?
Hani gururlanıyordunuz?
Hani kaçış yurdunuz?
Hem nereye kaçıyorsunuz?…

Takip eden Allah, nereye kaçıcaksınız?
Takip eden Allah…

Bu gün fil ordusundan bu azabı tatmayan hiç kimse kalmayacak.
Ebrehe malup, galip olan Allah,
Biliniz ki sonunuz alevli bir ahtır.
İntikam alanların en hayırlısı Allah’tır.

Yarabbi;
Bu gün ve bu günden sonra,
Eğer bir Ebrehe ruhu, toplayıp ordusunu, yürürse haremine…
Ne olur Ebabillerini gönderme.
Muhammedi muhabbetle dolu bir tek kalpde duruncaya dek gönderme kuşlarını.

O gün dağlara çekilen halk,
Nasıl korku içinde izlediyse Onları,
Bu gün Ebabiller izlesin bizi,
Ve yeryüzü duysun sesimizi…

Kabe’i Muazzamanın koruyucusu biziz,
Çünkü biz Ümmeti Muhammediz…

Ebabiller uzaklaşırkan Mekke’den
Kabe’i Muazzama Gönüller Sultanı’nı bekkliyor.
Anneler Anne’si Gül’ünü bekliyor…

Tam elli iki gün var…




Dursun Ali Erzincanlı
 
---> İslâmi Şiirler

-Umumi ahval-i arzımdır-

Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri;
Gülşen'e çevirdiğin, çöller huzursuz şimdi.
Ey âlemlere rahmet, ey ufuk Peygamberi;
Bülbüller figandadır, güller huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Sen gidince zamanın, büsbütün kaçtı tadı,
Âşıkların, Ya Nebî; sînesini dağladı!.
Giran geldi yokluğun, akan sular ağladı;
Ah! Dicleler, Fıratlar, Niller huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Heyhat ki, ehl-i fitne kıtaları dolaştı;
Heyhat ki, kardeşliğe, barışa kan bulaştı.
Firkatinle Ya Rasûl, mevsimler başkalaştı;
Günler, haftalar, aylar, yıllar huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Ümmetin darmadağın, hâl-i perişandadır,
Gâyeden uzaklaşmış; her biri bir yandadır.
Başsız İslâm âlemi, en kritik andadır;
Feth-i mübin'e mazhar el'ler, huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Nice sır saklı idi,"nübüvvet" pâyenizde,
Saadet asrı, vücut bulmuştu sâyenizde.
Lâkin şu an hüzün var, karada ve denizde;
Sükûnuna ay düşen göller, huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Ey gönüller sultanı, ey server-i kâinat!.
Doğuşun bir mesajdı, karanlık çağa inat.
Kimsesiz mazlumlara herdem açtın kol/kanat;
Aynı ilgiye muhtaç kullar,huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Öksüz Mescid-i Aksa, başını okşayan yok!
Temeli oyulsa da, hâlâ bir taş koyan yok!
Yüreği yananların, feryadını duyan yok!
"İmdat!" diye çağıran diller huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.

Savruldu yele gitti, zor kazanılmış haklar;
Yad'ların tekelinde, mahzun kutsal topraklar!.
Durum bu,"Güller Gülü!"soldu yeşil yapraklar;
Gövdeye kurt girince, dallar huzursuz şimdi..
Şol âlem-i bekâ'ya göçtüğün günden beri!.





Ahmet Süreyya DURNA
 
---> İslâmi Şiirler

EF’AL-İ MÜKELLEFİN

Gece gündüz döner hep arz,
Kâinat çok güzel bir tarz,
Kesin delil ile belli,
Hakkın emri bizler farz.

Dünya’da yok tutan bir ip,
İnsanlar farklı farklı tip,
Zanni delil ile sabit,
Hak buyruğu bize vacip.

Düşün düşün ibadet et,
Nasip olsun bize cennet,
Peygamberin işlediği,
Müslüman’a oldu sünnet.

Yoksullar iyilik yap,
İbadet et, işle sevap,
Muhammed’in yaptığı,
Bize oldu müstehap.

Serbest demiş Resulallah,
Ne sevap var, ne de günah,
Ye,iç,otur,kalk,gez,uyu,
Helâl, haram değil, mübah

Gocunacak yok bir yaram,
Azda olsa helâl param,
Hakkın yasakladıkları,
Bütün işler bize haram.

Tufandan hiç korkar mı Nuh,
Çünkü taşır temiz bir ruh,
Peygamberlerin sevmediği,
Elbet olur bize, mekruh.

Taştan yaptı, KÂBE’yi Şit,
Kur’ân bizlere tam mürşit,
İbadet bozan şeyler,
Müminlere oldu müfsit…
 
---> İslâmi Şiirler

hasret kasîdesi


Âh nasıl sever gönül, O Nebiyy–i Zîşanı,

Bir kuş gibi çırpınır burada insanın cânı!

Âşıklık sözle olmaz, yürekte yara vardır,

Zaman mekân boyunca hiç dinmez ki hicrânı!

Ey yel, dalları oynat, hoş kokular al getir,

Bin zevk, bin neş'e verir, hayâl etmek bu ânı!

Şu gönlümün içinde bir gonca mekân tuttu,

Yâre kavuşmadıkça derdi bilmez dermânı!..

"Yâ esefâ!" demek var, Yakûb olanlar için,

Elim ermez bir şeye gurbet vurur kervanı!

A Yûsuf, Züleyhâ'nın köşküne kuruldun da,

Nil suları içerek yemektesin helvanı!

Dünya gam değirmeni, ben onu döndüren sel,

İstemem böyle yansın, ne dost, ne bir ihvânı!

O Nur–i Dilârâ'dan bana haberler getir,

Ey Sevgilinin kuşu, dalıma kur yuvanı!

Keşke sürebilseydim ben hâk–i pâyine yüz,

Çöl lâlesi bu canın belki diner figanı!..

Merhaba demez sabah, hiç bitmez şeb–i hicran,

Ah nice özlemişim, suyunu ve havanı!..

Bastığın topraklarda boy verir cennet gülü,

Ey Nebî, ne devlettir ben olsam bahçıvanı!..

Aşkın doyumsuz pınar, nazarın kalbe şifâ,

Sen Kerim'sin, Sen cömert, Sen seversin ihsânı!.

Künhüne ermek muhâl, vasfına yetmez kelâm,

Uğursuz iblislerin kâr etmez ki bühtanı!..

İnkârın kuyusunda yüzerken Ebû Cehil,

Taş dile gelip dedi: "Ey kör, Ahmed'i tanı!"

El sürdüğün her çiçek zaman boyu gülümser,

Ey âlemin övüncü, bu ne işve fidanı?..

Gözyaşı incilerin bin dünyaya bedeldir,

Melekler Arş'a taşır seherlerde duânı!.

İki cihanın Nuru, Seyidi Sensin elbet,

Her kim delil isterse işte "Levlâk" nişanı!..

güzellik ilkbaharı kapına kurdu çadır,

"Cennetü'l–Bakî"ye al, bu gönlü perişanı!

Âlemin rahmetisin, cennetler Sana müştâk,

Kimin var böyle bahtı, kimin var böyle şânı?

Ey Allahın Resûlu, ey güzeller güzeli,

Aşkına râm eyledin nice cihangir hanı!

Hızır'ın hayat suyu, Kevser'inden bir katre,

Kimse değil bir Sensin, bu mülkün Süleyman'ı!.

güzellik ve güzel huy Seninle kemâl buldu,

Deryalar gibi cömert Sende gönül cihanı!..

İsminin bereketi dudaklara tat verir,

Kim bir salât okusa Hak yağdırır gufrânı!

Yanağının güneşi âlemi süsleyen ay,

Necati'ye meded kıl, ey Nebîler Sultanı!..

Senin Gül Cemâline nice âşıklar var ki,

Hasret gazeli okur dudağının mercanı!.

Bu ayrılık derdine Lokman çâre bilmiyor,

Ömrümce dinmeyecek gönlümün feverânı!...

MUSTAFA NECATİ BURSALI
 
---> İslâmi Şiirler

Söz yazıya dökülsün mü Yiğidim
Harmanlanıp kaldırılsın mı gönül toprağından
Gözlere değmememin sebebidir HARAM!
Sözler bulur hedefini YETER!
Çöl yanmıştır görememenin hasretine
Özlemekten yorgun düşer her sene ruhen
Denizi susuz bırakacak kelâmı
Derdi gözyaşlarıyla doyuracak kuraklığı
Yansam aşkın derinliğinde kavrula kavrula
Yıkamaya kalkmasınlar kalbimi
Aşk dediğimin dermanı gelse bir ah!
Yiğidim söz bulanık içim çamurlaşmış
Bataklıkta bir kolum
Seni anmaktan yorulmamış gönlümü de saracak
Tez yetiş, ayağındaki toz tanesine kurban olayım!
Gençliğimi harcadığım bereketsiz mekân başıma devrilsin
Rahmetsiz iklimlerin yabancı bir kentlisiyim
Şefaat dilenmeye takatim de yok
Affına sığındım yol bozuk yol göster Yiğidim...
Ey Edep timsali Abdullah'ın evladı
Ey Hayânın önde gidipte
Hicaz güneşini görmeyen yüzüyle
Sana hasret kalan anneciğinin yavrusu
Ey Ümmetinin Sevgilisi
Ateş nar-ı cehennem
İtaatte kusur görüldü. Eyvah!
Gurbete mi düştü yollar,
Kavuşmaya izin verilmiyor mu, eyvah!
Benim bahçemde yanıklar kokar Ey Gül
Heybemde su taşımam aşkını söndürmesin diye
Bedevi olacaksam çöllere
Sen diye koynuma alır sarıp okşarım kızgın kumları...
Ey vefalı Yiğid
Ömrümce kölelik bahşet bana hediye olarak
Kapından ayrılmam seni koklayana kadar
Ah! Yiğidim.
Ne zamansızdır bu vuslat
Hangi yöne doğrulsam Sen geleceksin sanırım
Yağmur yağdı eteklerime
Çöl Sen kokar diye sardım yine dün gece boynuma
Öpüp kokladım ama
Kimse gelmedi yıllardan bu yana
Ah!

16:54 19/09/2007
Efendimiz a.s.'a İtham Edilmiştir
VesseLam

Mühür Sy.
 
---> İslâmi Şiirler

Günahkâr halimle Ravza'na gelsem,
Kademin altına yüzümü sürsem,
O nur cemalini bizlere açsan,
Bakamam yüzüne ya Rasûlallah!...

Uğruna verilen bir can olsam da,
Aşkın ile yanıp kavrulsam da,
Tenine dokunan bir gül olsa da,
Sakınırım Seni ya Rasûlallah!...

Bu dünya fanidir elbet bitecek,
Kabir âlemine göç edilecek,
Kimin ümmetindensin denilecek,
Diyemem ismini ya Rasûlallah!...

Doğar doğmaz secdeye kapanansın,
Ümmet için Allah'a yalvaransın,
Gözlerinden yaşlar akıtansın,
Sen ağlama ne olur ya Rasûlallah!...






Emre TANIRGAN
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst