Gül Hakkında Herşey, Gül Resimleri

---> Gül Hakkında Herşey, Gül Resimleri

whiteroses3626.jpg


whiteroses36271.jpg

 
---> Gül Hakkında Herşey, Gül Resimleri

Gül: Yapraklarda Yansıyan Güzellik

Gül deyince akla güzellik ve sevgi gelir yoksa gülün yapı taşları olan karbon, azot, hidrojen, ve oksijen atomları değil. Gül, madde ve mânâ ilişkisini anlamak için de güzel bir örnektir. Şöyle ki: Birbirinin tamamen aynı olan iki gül alalım, ve bunlardan birisini iyice ezerek çamur haline getirelim. Sonra da bu iki gül arasında bir fark olup olmadığını soralım. Herhalde böyle bir soru çok tuhaf bulunur, ve gülün bir parça çamur ile mukayese edilemiyeceği söylenir. Ancak gül ile onun çamur ikizi bir kimya laboratuvarına gönderilecek olursa, her ikisinin eşdeğer olduğu raporu gelecektır. Yani madde olarak, bir gül ile onun ezilmesinden oluşan çamur arasında hiç bir fark yoktur. Ama bunlar farklıdır, ve aralarındaki fark madde olmadığına göre tamamen mânâdır. (Hiç kimse herhalde bunlar madde olarak aynı şeydir diye gül yerine gül çamuru vermeyi düşünmez).

Demek gülün çamurunda olmayan her özellik ve hasiyet mânâ ile alakalıdır, ve mânâsı yanında gülün maddesinin kıymeti neredeyse bir hiçtir. Yani gülü gül yapan maddesi değil, o maddede tezahür eden mânâdır. Gül adeata bir mânâ taşıyıcısıdır, ve güzel mânâlar göndermek istendiğinde akla gelen ilk şey güldür. Gülü alan kişi de gülün maddesini değil, gönderilen güzel mânâları alır ve hisleriyle masseder ve zevkeder. Tabi yanlışlıkla gözü maddeden başka bir şey görmeyen mânâdan habersiz birilerinin eline geçmezse inek veya eşek gibi.

Müsbet ilmin kaynağı gözlemdir.

Biz de gülü gözlemleyip irdeliyerek mânâ ile ilgili temel bilgilere ulaşabiliriz. Gül (veya başka bir çiçek) deyince akla ilk gelen şey herhade “güzellik”tir. Ve biz bu güzelliği gözümüzle görürüz ama kalbimizle tanır ve hissederiz (burada elbette vücudun pompası olan fiziksel kalpten bahsetmiyoruz). Öyle görülüyor ki bu kalbin, güzelliği tadıp zevkeden bir his dili, ve güzelliği öğüten ve hazmedip tüm vücuda yayan bir güzellik midesi vardır. Bu midenin eli de görebildiği yer kadar uzun olan gözdür. Kişi güle bakmaya devam ettikçe gülün güzelliğini yemeye devam eder, ama gülden hiçbir şey eksilmez. Çünkü yediği güzellik madde değil, mânâdır. Kalben gelişkin bir insanın gözleriyle güzellik yemekten aldıği haz, ağzıyla yediği lezzetli bir yemekten aldığı hazdan daha az değildir. Bir koyun veya inek ise, ancak ağzına ***ürüp yerse gülden bir haz alabilir (tabi gülün dikenleri diline batmazsa). İşte insan ile hayvan arasındaki en temel fark, bu tür yüzlerce manevî hisler ve midelerdir. Yani hayvanda bir, insanda ise yüzlerce mide vardır, ve bunların biri hariç hepsi mânâ ile alakalıdır. Yoksa, bildiğimiz insan midesi ile hayvan midesi arasında pek bir fark yoktur. O yüzden yemek için yaşamak aslında insanlıktan istifa etmektir.

Gülü güzel yapan herhalde atomlarındaki güzellik değildir. Zira canlı bir güldeki bir hidrojen veya azot atomu ile ezilip çamur haline getirilmiş bir güldeki hidrojen veya azot atomu tamamen aynıdır – elmas ile grafitteki karbon atomlarının aynı olması gibi. Parçalarında olmayan bir şey bütününde olamayacağına göre (korunum kanunu), gülün güzelliği kendisinden yani maddesinden değil, dışarıdan gelir – aynen elmasın göz kamaştıran pırıltılarının dısarıdaki bir ışık kaynağından geldiği gibi. Gül ve diğer güzel şeylerin özelliği, bu güzelliği alıp yansıtabilmeleridir aynen elmasın özelliğinin ışığı alıp büyüleyici bir şekilde yansıtabilmesi olduğu gibi. Bu da evrende madde (ve zaman) ile ilgisi olmayan yaygın bir güzelliğin, ve dolayesi ile bir güzellik katmanının, olmasını gerektirir. Eski Yunanlılar bile bu mânâyı hissetmişler ki bu katmanı “güzellik tanrıçası” Venüs veya Aphrodite olarak kutsallaştırmışlardır.

Biraz dikkatle bakılırsa, gülde güzellikle beraber ilim, süsleme, san’at, tanzim etme, koruma, ve sevgi gibi madde olmayan bir çok şey açıkça görülür. Öyleyse gül, madde ve mânâ karışımı olarak şöyle ifade edilebilir:

Gül = Yaprak, koku, tohum, vs (Madde) + Güzellik, san’at, vs (Mânâ)

Gül, güzellik ve sevgi ile o kadar özdeşleşmiştir ki o nazenin yaprakları adeta atom ve molekullerden değil de güzellik ve sevgiden dokunmuştur. Güzellik ve sevgi, sanki yapraklara bürünüp gül olarak görülmüştür. Gülde tezahür eden bu mânâları dikkate almadan onu sadece molekül yığını anlamsız bir madde olarak görmek, gözlemlerlerimizle bağdaşmaz. Hidrojen ve karbon karışımı olan bir hidrokarbon yakıtı sadece karbon olarak görmek ne kadar yanlış ise, gülü de sadece bir madde olarak görmek o kadar yanlıştır, ve bu dar bakış açısıyla gülü anlamak mümkün değildir. Bır şeyi anlamak, ancak onun maddesiyle beraber mânâsını da anlamakla mümkündür.
 
---> Gül Hakkında Herşey, Gül Resimleri

Gül sevdası

Her yaz güller için bir şeyler karalamak isterim. Çünkü gül dünyaya sunulmuş güzelliklerin en başında geliyor. Ben baharı yazı gülle anlıyorum, her halde siz de öylesinizdir. Gülleri isim isim renk renk, koku koku tanımaktan hoşnudum... Bir gül bahçesine girdim mi, güller biçim biçim beni çağırıyor. İçim yaşama coşkunluğuyla doluyor.
Bakın dünya kurulalı gül için neler neler yazılmıştır ama o kısa ömürlü gül eskimemiştir. Hiçbir şiir, hiçbir resim onu eskitememiştir. Kelimeler renkler onu solduramamış, o vakti gelince kendisi solmuş, fakat yeniden doğmuştur. Tıpkı Yahya Kemal’in,

Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış
Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle.

demesi gibi. Kırmızı, yanıklığının rengi. Oysa hasret tükenişinde sarılar beyazlar da var.
Ben de bir gül hikayesi yazmıştım; son kitabım Beyaz Bir Kıyı’ya aldım onu. Hikaye ama mensur şiir dense daha uygun olur. Bir gül arayışını anlatır. Gül sadece bir çiçek değil, bir simge. Sevgilinin simgesi... Sevgililerin en üstünü ise Hz. Muhammed’dir. (S.A.V.)
İstanbul gül şehridir aslında, gül bir medeniyettir. Sanatta incelmedir. Padişahlardan bir tanesi gül mevsiminde her sabah sarayın bahçesine çıkar, gül koklar, tek tek dost selamlarcasına gezermiş onları. Acaba gül sevmeyen ve koklamayan Osmanlı padişahı var mıydı? Sanmam. Çoğu şairdi ve çoğunun şiirinde gül defalarca geçiyordu.
“Keşke insanlar dertsiz tasasız olsalar da iş gül koklamaya kalsa” diyenleriniz olabilir. Ama dertsiz tasasız yaşayan bir kul var mı? Evet gül... Her şeye rağmen gül. Umutsuzluğun içinde bile...
Bakın genç kuşak yazar ve şairlerinden Ekrem Kaftan kitabına “Gülistanbul” adını koymuş. Kitabında yer alan başlangıç beyitleri, içte ve arka kapakta bulunan gazel, bu adı taşıyor. Bu şah gazelin birkaç beytini kadim şiirin en yeni pırıl pırıl bir örneği olarak buraya alıyorum.

Fethini müjdelemiş cihana gül, İstanbul
Yollar açmış göklerde ezana gül, İstanbul

Gül müjdesi olmasa sevmezdim bunca seni
Damla damla aşk veren hûbâna gül, İstanbul

Olmasaydı kubbeler yedi tepe üstünde
Verir miydi râyiha her câna gül, İstanbul.

Düşünüyorum, İstanbul hâlâ gül müdür? Çirkinleşen çehresinde gülden eser var mıdır? İyimserlikle bakıldığında, evet diyebiliriz. Fakat bu bir mecazdır, şair hem gül İstanbul’u hayal ettirir, hem de kitabın ilk şiirindeki gibi Cennette bir gülistan (gül bahçesi) bulma umudunu taşır.
Gül bekleyiştir, sabırdır, çiledir. İstanbul’un güleceği ve gülleneceği zamanlar uzak mı dersiniz?

Eski güller

“Hayret!.. İnanamıyorum bazen.
On yıl, yirmi yıl önceki sevgiler bile bambaşkaydı. Şimdiki sevgilere güvenemiyorum ben...” diyordu.
Haklı mıydı, bilmiyorum. Sizce haklı mı?..
*****
Bildiğim şu:
Bu sözü duyduğumdan bu yana yirmi yıldan fazla zaman geçti!..
Geçenlerde hemen hemen aynı bir konuşmaya şahit oldum da...
O da aynı düşüncedeydi; onbeş-yirmi yıl önceki sevgiler başkaymış!..

Ferhat’lar, Şirin’ler..
Leylâ’lar, Mecnun’lar...
Arzu’lar, Kamber’ler nasıl seviyorlarmış... İnsanlar biribirlerine nasıl davranıyorlarmış...
Acaba onların yüreği mi farklıydı bizlerden?..
Acaba onlarda daha çok hoşgörü mü vardı, sevgilerini muhafaza eden?..
Sorular biter mi?..

Gerçekten; nasıl oluyor da insanlar o kadar güzel olabiliyor eskilerde?
Neden, bunca üzüntüden sonra Leylâ’da bir sivilce bile çıkmıyor?
Kamber’in suratı yeni uyandığında nasıl?.. Arzu’ya yakınları acaba ne diyor?.. Şirin’i merak ediyorum, gerçekten şirin mi?..
Sonra, insanların sadece bugün yaşayanlarında olsa kötülük, fesatlık... Bu hikâyelerdeki acılar, ayrılıklar olur muydu? Bu hikâyeler olur muydu daha doğrusu, her şey süt liman olsa?..

Yâre giden gül öyle güzel ki, emsali görülmedi hâlâ...
Yarin bahçesindeki gül öyle kırmızı ki, hepsinden başka...
Halbuki şimdiki güllerin hepsi, hepsi, hepsi de gül kırmızısı!..
Üstelik hepsi de dikenli!..

Dünlerde güllerin dikeni yok muydu gerçekten?
Ama bakıyorum eski fotoğraflara, varmış...
İnanmıyorum;
Eski güllerde de dikenler vardı, bugünküler kadar...
Ama dikenine bakılmayan güller bugüne kalmış!
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst