FıkraLar. . .

İstanbul’a giden bir Kayserili ne satıldığını anlayamadığı bir dükkana dikkati çeker bir şekilde bakmaya başlar. Kuşkulanan dükkan sahibi: -Ne bakıyorsun aptal aptal diye sorar.
Kayserili:
-Hiç! Burada ne satılıyor diye merak ettim. Dükkan sahibi:
-Eşşek başı satılıyor der. Kayserili bu münasebetsizliğin altında kalır mı hiç. Belli… belli… görülüyor der. Hepsi satılmış bir tane kalmış!
 
Öğretmen okula yeni gelen öğrencilerden memleketlerini sorarken sıra Kayseriliye gelince:
-Manisalıyım diye atar... Bu öğrencinin Kayserili olduğunu bilen arkadaşları gülüşürler. Bunun sebebini soran öğretmene çocuklardan biri:
-Arkadaş yalan söyledi. O Manisalı değil Kayserili. Öğretmen Kayserili öğrenciye:
-Neden Manisalıyım diyorsun? Kayserili öğrenci gayet ciddi cevabı kondurur:
- Övünmek gibi olmasın diye efendim
 
Kasabamızda kış bitimi gençler dışarıya çalışmaya giderler. Süleyman Eryılmaz’ın çocukları –iki oğlu- da çalışmaya gider. Sonbahar geldiğinde geri gelirler. Komşular: -Nasıl senin oğlanlar bir şeyler getirdi mi? İşleri iyi miymiş? Gibi göz aydın ederler. Süleyman Eryılmaz yaz boyunca işlerin de kendine kalması oğullarının da tatmin edici bir şeyler getirmemesi üzerine: - Ne olacak gurbete giden bi mot bi got getiriyor.
 
Padişah II.Ahmet döneminde Erzurum korkunç bir sel felaketine uğrar. Sadrazam padişahın huzuruna çıkar ve olayı haber verir. Allah sizi korusun hünkarım bir acı haber vereceğim. Erzurum şiddetli bir sel felaketine uğradı şehir çok zarar gördü çok sayıda insan ve hayvan can verdi. Padişah şöyle konuşur: -Cenab-ı Hak Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. Aradan bir süre geçtikten sonra acı bir haberi daha padişaha verir: -Devletlüm bugün Üsküp şehri yangınla mücadele verdi. Şehrin yarısı yandı zarar çok fazla. Padişah yine üzgün bir tavırla şöyle konuştur: -Üsküplü kullarımın kederini canı gönülden paylaşıyorum. Allah Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. Her felaket haberinden sonra padişahın Kayserili kullarını koruması veziri-azamı hayrete düşürür sonunda dayanamaz ve sorar. Padişah vezirine şu açıklamayı yapar: -Erzurum sel felaketine uğrayabilir ama bunun etkisi geçince halk yerli yerine döner eski hayatını yaşamaya başlar. Her vilayet için aynı şeyi düşünebiliriz ama Allah göstermesin Kayseri’de bir felaket ortaya çıkarsa Kayserililer yurda dağılır ve tüm halkın işlerini ellerinden alırlar. İşte asıl felaket o zaman olur der
 
1970`li yıllarda komşu illerden bir yolcu Kayseri`ye gelmiş. Pastırmanın çok methini duymuş hatta birkaç sefer de yemiş. Ancak pastırma aleyhinde çıkan dedikodulardan da oldukça rahatsızmış. Tek problemi eşek etinden pastırma satmayan bir dükkan bulup oradan almakmış.

Adamcağız şüpheli bakışlarla pastırmacılar çarşısını dolaşıp dükkanları inceleyip (şurası satar burası satmaz: şurası daha temiz burası pasaklı v.b.) düşünürken yazı tura atmak gelmiş aklına. Atmış yazı turayı denk gelen dükkana girmiş. Adamın şüpheli bakışlarla girip pastırmaları incelediğini anlayan Kayserili esnaf adamın ne için bu kadar incelediğini de tahmin etmiş ve bir oyun oynamayı düşünmüş. “Buyur” demiş esnaf. Adam yine tedirgin:
- Pastırma alacağım da... diye kekelemiş korkarak.
-Tabii derhal ne kadar?
- İki yüz gram yeter. Çok severim de... Ama... Öbür tarafını diyememiş. (Yani aman eşek eti olmasın diyecek.) Kayserili anlamış vaziyeti. Parçayı tarttıktan sonra satırla kıymaya başlamış: Hemşehrim bu niye bu kadar zor kesiliyor öyle... Kayserili hemen taşı gediğine oturtmuş:
- Sorma birader bu namussuz eşek iken de böyle inattı.
 
Kayseri Karpuzatan’da pastırmacıların olduğu yerde bir pastırmacı pastırmaları kuruturken bir köpek büyük bir parça pastırmayı kaptığı gibi koşmaya başlamış. Bunu gören pastırmacı köpeği kovalamaya başlamış ve bütün Yeşil Mahalleyi dolaşmışlar. Epey bir kovalamadan sonra köpek ve pastırmacı bayağı yorulmuşlar. Köpek son bir gayretle Keykubat Tepelerine doğru koşmaya başlamış. Pastırma sahibi de tepenin eteğinde soluksuz ve nefes nefese kalmış giden köpeğin arkasından bakarken ardından bağırmış: - Tamam tamam bu da babamın hayrına olsun demiş.
 
Bilirsiniz eskiden Kayseri’de Ermeniler yoğun olarak yaşarlarmış. Bir gün Ermeni’nin biri yolda yürürken elinde altın para olan küçük bir çocuğa rastlar. Nasıl olsa bu çocuğun aklı ermez şu parayı elinden alayım diye düşünür. Çocuğun yanına yaklaşıp gülümseyerek çocuğu sever ve tatlı bir dille: -Sen bu elindekini bana ver ben sana şeker leblebi alayım. Bu senin işine yaramaz. -Tamam vereyim ama eşek gibi anıracaksın. Ermeni pişman olur ne yapalım der ve sokak ortasında eşek gibi anırır. Çocuk: - Sen eşek aklınla bunun değerini biliyorsun da ben bilmez miyim? Ermeni’nin olay karşısında ağzı açık kalmıştır.
 
Zamanın Bünyan Kaymakamı “gece kimse fenersiz gezmeyecek” diye emir verir. Emrine uyulup uyulmadığını kontrol etmek için geceleri gezmeye çıkar. Bir gün Aşık Mustafa’ya rastlar. Aşığın elinde fener yerine keven otu yandığını gören kaymakam kızgın kızgın sorar: -Hani senin fenerin? Aşık Mustafa hiddetlenerek cevap verir: Ottan olur aşıkların feneri Yeni çıktı Kaymakamın hüneri Çeker isem belimdeki döneri Haddini bildiririm kaymakam. Neye uğradığını şaşıran kaymakam çevredekilere sorar. -Bu kim yahu? Çevresindeki görevliler: -Efendim buna Bünyan’ın meşhur Aşık Dayısı derler. Bu halk aşığıdır. Kaymakam bir şey söylemeden çeker gider.
 
Yolda yemek için yanına aldığı pastırmayı çaldıran Kayserili hayli hiddetlenir .Onun “of puff” diye sıkıntısını anlayan hemşehrisi “Kendisine bu kadar dert etme.” diyerek onu teselli etmeye çalışır: -Bir parça pastırmayı çaldırdığına bu kadar hayıflanmanın bir anlamı yok. Boş ver gel bendekini beraber yeriz. Yol arkadaşı pastırmayı çaldırdığına bu kadar hayıflanmadığını belirterek durumu izah eder: -Adamın çaldığına yanmıyorum pastırma doğramasını bilmeyen bir adamın eline geçmişse diye ona üzülüyorum demiş.
 
Adamın Biri Kayseride 7 Katlı Bi Binaya Bakıyormuş Oranı Halkından Biri Yanına Gitmiş Ve Hemşerum Kaçıncı Kata Bakıyorsun Demiş Adam-2. Kata Bakıyorum Demiş-Tamam O zaman 50 Milyon Çıkar Demiş Adam 50 Milyon Vermiş Ve Giderken içinden -Enayi Ben 7. Kata Bakıyorum Dİye Mırıldanmış
 
Uzaya gönderilmek üzere bir adam aranıyormuş. Gazetelere ilanlar verilmiş. Başvurular degerlendirilmiş. İlk elemeyi kazanan Alman Fransız ve Kayserili mülakat için tekrar çagrılmışlar. Üçüde aynı odaya getirilmiş. Ve başkan bu üç kişiye "Beyler bu iş için her yönüylen uygun oldugunuza karar verdik. İş uzaya gönderilecek adama ödenecek para konusuna geldi. Bu konuda görüslerinizi almak istiyoruz. Siz bu iş için ne kadar alacaksınız?" diye her üçünede sorulmuş.
Soruya Alman şöyle cevap vermiş. - "Ben bu iş için 20.000 Dolar ücret isterim. 10.000 Doları benim için10.000 Doları ise ben uzaya çıktıktan sonra burada geçimlerini sürdürsünler diye ailem için...
"Fransız soruya şu şekilde cevap vermiş.- "Ben bu iş için 30.000 Dolar alırım. 10.000 Doları bana 10.000 Doları aileme ve 10.000 Doları da metresime..."
Cevap sırası Kayserili'ye gelince bakmışlar ki Kayserili harıl harıl hesap yapıyor. Neyse Kayserili hesabi tamamlayip söyle cevap veriyor:- Ben bu iş için 40.000 Dolar isterim. Bu paranın 10.000 Dolarını Başkana rüşvet olarak 20.000 Dolarını uzaya gitmesi için Alaman'a veririm. Kalan 10.000 Dolar da kısa günün karı Allah bereket versin.
 
Yahyalı’ya Adanalı bir ilköğretim müfettişi geldi ve kısa zamanda ahbap olduk. Kendisine köylere gittiğinde genç öğretmenlere yük olmamasını onların imkanlarının kıt olduğunu anlattım. Çevreyi iyi bildiğim için falan köye gidince falan kişiye selam söyle onda misafir ol falan köyün muhtarının hali vakti iyidir onda kal gibi notlar verdim. Dikme köyüne varınca da Ateş Ağa’da misafir ol fakat o çok nüktedandır dikkat et bir laf söyler altından kalkamazsın dedim. Günlerden bir gün müfettiş Ateş Ağa’ya misafir olmuş. Çok iyi ağırlamışlar ertesi gün ahırdan atını eşeğini çıkartmış hazırlamış müfettişi ata bindirmiş kendisi de eşeğe binmiş öbür köye kadar götürüyormuş. İki günden beri hiç de o anlattığım gibi nüktedan bir adam olarak göremediği Ateş Ağayı müfettiş yavaş yavaş yoklamaya başlamış: - Ateş Ağa maşallah senin Karakaçan çok hızlı ateş gibi yürüyor demiş. - Evet beyefendi iyi yürür demiş. Beklediği cevabı bulamayan müfettiş biraz sonra Ateş Ağanın eşeği yerde gördüğü tütün paketinin kağıdını eğilip koklayınca Müfettiş yine söz açmış: -Ateş Ağa senin Karakaçan okuma da biliyor herhalde demiş. Artık sabrı tükenen Ateş Ağa: -Evet bilir beyefendi. Biraz daha okusa müfettiş olacaktı zaten demiş.
 
Vaktiyle Kayseri Sanayi Bölgesinde sobacı ustası İsmail Ağa mesleğini icra ederdi. Ticaret hayatı işte... Bir gün verdiği senedin tutarını ödemekte zorlanmış. Senedi protesto olmuş ve ihbar İsmail Ustanın adresine ulaşmış. Protestoyu öğrenen usta utancından ne yapacağını şaşırmış ve bağa kaçmış. Etrafına da haber sızdırmamış. Ama kulağı tetikteymiş. Emniyet güçleriyle jandarma ya da alacağı olanlar grup halinde işyerine gelerek kendisini protesto edecekler diye günlerce kaçarmış. Aradan epey zaman geçtikten sonra ne olduysa olmuş. Hele bir gidip ortalığı kolaçan edeyim demiş ve iş yerine uğradığında herkesin aldırmaz bir halde işine gücüne devam ettiğini görmüş. Hiç kimse kendisiyle ilgilenmiyormuş. Protestoya dair kimse bir kelime bile söylemiyormuş. Merak etmiş ve dükkan komşularına sormuş: -Beni protesto edenler olmadı mı? -Hayır. -Polis jandarma ya da kalabalık bir alacaklı grubu gelmedi mi? -Hayır. Ama komşusu noterden bu protesto evraklarının geldiğini söylemiş ve evrakı ustaya uzatmış. Usta protesto kağıdını almış masanın üzerine çarpmış: - Protesto dedikleri bu muydu? Bu ise her gün gelsin be birader!
 
Doktor muayenehaneye ilk kez gelen hastadan 50 bin sonraki muayenelerde 30 bin lira alıyordu. Bunu öğrenen Kayserili muayeneye ilk gidişinde: -"İşte yine geldim doktor bey" dedi. Doktor soyunmasını söyledi. Muayene etti ücretini aldı: - Sağlığınız düzeliyor. Aynı ilaçları kullanmaya devam edin!
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst