bir tek seni unutamam..

15-BU YOL NEREYE GİDER

bir kuğunun boynuna dokunurken…

yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan
 
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela

yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda
 
16-BÜYÜYORUM

Büyüdükçe,
sentetik zamanlara
kangren ayaklar bastım,
izi kaldı
ömrümün...

Kara çaldılar yüzüme
bütün kara parçalarında
elbette
"afrika dahil"
parça başı çalışan
kiralık katildi zaman.

Gülüşüm sivas yangını,
ağlarsam kızma...
ölmek bile
yakışıyor bazı adama..
 
17-CEMRE

gözüme ilişti gözün
içimde infilak saati!
yasak baktın nikotin sıcaklığıma,
bir sigara daha yaklaşıyor bahar...
ellerin yanında değil,
gemiler kalkıyor avuçlarından
bütün limanlara bir telaş,
yaklaşıyor bahar...
deniz altında bir zindan düşü,
ayıp sarılmalar, lanetli öpücükler
bilinmez bir nemrut esrarı
arkadaş dağlar gibi korkusuz korkular...
kekikler yeşeriyor
yaklaşıyor bahar
bir deliliğin eşiğinde
amansız mekansız
sofrasız
yani aç, ilaçsız
ve
hiçbir şiirin eskitemediği
gözlerin,
gözlerimin önünde
el pençe divan...
bahar damarı çatladı toprağın
bir nefes daha yaklaşıyor bahar.!
 
18-ÇÖL DAHA İYİ

Çöle kıyısı olan kentlerin
limanları sıkıcı olur
kuş uçar gemi geçmez,
kervan zaman içinde.
böyle kentlerde insan
fırtına gibi sever,
sevdiği için ağlamayı.

hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
ziyan olurum

seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım
hangi türküde sevmekten bahsedilse
bu çölde ben
'şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor'da
bahsedilen şair olurum
 
19-DEPO ÇAVUŞU KONYALI MUSTAFANIN ŞİİRİ

ağbi, dedi
bir söz var,
dilimle yüreğim arasına sıkışmış
belki on yıl belki onbeş
gider gelir
usumun uslanmayan yerlerine,
bir şiirinde, dedi
yazarsan, dedi
çok makbule geçer
belki makbul saymayacağım bu isteğim,
yazarsan eğer, dedi
şöyle kocaman harflerle:
İSYANLARDAYIM, diye
kepime yazdığım gibi şöyle,
o kepi hep çıkarırız
ne zaman ismin anılsa hanemizde...
olur dedim be çavuşum,
yazarız...
şiir dediğin kimin içindir mustafa?
 
20-DOLMABAHÇEYE TAŞINAN BİR ARALIK AKŞAMI

Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe'de, çay tadında....
Divit ucuyla yazılmıs bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehmedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında....
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
Kadın, Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu.. Adam da.. Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti..
.. Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş,
daraltılmıs.. ilk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler,
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış.. Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken.. Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman.. şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı..
 
21-ECE HANIMA

O beni buldu.
Bense sadece bulundum
Adı Ece'ymiş öyle söyledi,
Çok güzelmiş, çok alımlı,

O beni buldu.
Geldi... sadece...
Geri koyacak sandım ama..
Beni aldı.. götürdü..

O beni buldu.
Evinin en gizli köşesine koydu beni
Kimsenin bilmediği en kuytu köşeye.
Canım sıkılıyor.. yüreğim de..

Sanırım beni geri götürmeyecek.
Ama kendi bilir
Adı ece'ymiş ece dedim ya
Soyadı mı?
Bilmiyorum...
 
22-EY HALKIM !

Sevidir öz türkçe
Tüm belaların mümessili
Her dilde aynı sızıyı hatırlatır
Yalnızlık
Bakma kemik sesidir sesimin içine sızan
Kırılmaktadır sabah akşam
Eklemlerim fire vermektedir ek yerlerinden
Ruhumdaki
Dikiş izleri belli olmaktadır
Evet değirmende bir başak kederidir un
Ama suyla hamur olacak bir şey değildi bu kördüğüm...
Sen bir sokak oluyorsun bazı
Bazı bir koku
Birinin saçına sinen
Sen bir şaka oluyorsun bazı
Durup dururken aklıma gelen
Sen bir çift göz oluyorsun bazı
Bir tek sözü bile aklında tutamayan
Herkes kötü davranıyor bana
Sözüm kesiliyor
Ve kanıyor en zayıf harfinden
Saçım çekiliyor
Yüzümden
Herkes bana kötü davranıyor
Yalnızlığım ki,yirmidört saat birlikteyiz
Kendisiyle
Bazı o bile uğramıyor
Asıl gelmeyince gelen
Bir ölüm haberi gibi
Ağaçlarım sökülüyor sonra
Başka yere ekilecekmiş süsü veriyor
Kuru dallarımın pişmanlığına
Ellerime yapraklar dökülüyor
Hak edilmiş bir sonbahardan
Herkes bana kötü davranıyor
Uğradıklarında anlıyorum
Görmezden geliyorlar
Yol uzun vakit kalmıyor bana
Ayaküstü kalbimi kırıp gidiyorlar
Ağzımda kendi gözyaşım birikiyor
İçin için bir tuz tadı
İçin bu kayıplar içinizden geldiği gibi
Üzülmeniz için
Herkes sevsin istedim beni
Suç işledim masa örtülerime
Süs mahiyetinde
Kimseyi sevemedim uluorta
Suç işledim kayıtlara geçti
Geçti gitti bir ömrün
Henüz bilmiyorum ne kadarı
Cezadır ey halkım
Çekilir tenimden
 
Tez elden hazırlanır doktora
Kendini ele veren tezler
Konumuz yoktur ey halkım
Konuşmacınız yalnızlık illetinde
Yazılarına bir süre zarar verecektir
Kendisi yıllık gizinde
Kar bile yağmaz
Kış kendini tanımlamaz
Akdenizin zedeli mevsimlerinde
Seyrine buğu dayanmazdı oysa
Çocukluğum
Lapa lapa bir seyirliktir
Komikliğimiz yoktur ey halkım
Komiğiniz kar izindedir
Kadındır
Saçlarında birbirine karışır teller
Sevgilinin tellerine bakışlar konar
Herkes sevdiğine canım
Böyle mi yazar?
Aşkımız yoktur ey halkım
Sevdalınız şıllık izindedir
Yazımız yoktur ey salkım
Üzümlerimiz üzünç içinde
Şarap meylindedir
Şiirimiz çoktur ey halkım
Şairiniz acı çekmektedir.
 
23-GÜLÜŞÜN

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Sarılışında ne düşler,
Ne düşükler,
Sakınamazsın.

Aynı yolları,
Kimsesiz mekanları,
Birlikte özleme hasreti...
Yalnızlığımın dert ortağı gastrit...

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.

Bütün iç savaşlarda,
Rehin alındı bu yürek
Kandıramazsın.

Hangi çekilişin
Büyük ikramiyesi bu,
En uzak sevişmelerin
Yeni yetme utancı.
Lakin aşk,
Biraz da utanmaktır yaşamaktan,
Sakınamazsın...
Yeni yetmelik işine gelince:
O zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçede var.
Bazı dillerde yok.

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Kime niyet kime felaket bu aşk,
Anlayamazsın.
 
Ödümüz patlıyor acı çekmekten
Oysa;
Biraz da acıdır,
Aşkın mayası.
Kaçınamazsın.

Gülüşündeki manayı saklayamazsın.
Tutunacak yerimiz yok,
Resmi tutanaklarda.

Gülüşünde bin yıllık hasret var,
Saklayamazsın.
..........................
Bu yazık karşılaşmanın
Alnımıza çakılıyor anafikri:

Aşka cesaretimiz yoksa
Başka zaman görüşürüz!
 
24-GÜRDAL İLE KONUŞMA

tam soruyordum
“madem ölecektin
niçin bu kadar güzeldin?”
peçetedeki balığı gördüm
ağlıyordu
niçin ağlar peçetedeki balık diye sordum
bir mendil niye kanarsa ondan
dedi Gürdal.
 
25-HEPSİ BU

Değişen ben değilim
dönüşen savaş
yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:

bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlanmak

şimdi ölüm bile yetmiyor
acılarımızı tartmaya
dostlar
alıngan bir sahili pinekliyorlar
bir merhabayı bıçaklar gibi artık
selamlaşmalar

değişen ben değilim
dönüşen savaş

artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya

yine de ışıklar bu kenti
güzelmiş gibi gösteriyor
geceleri...
 
geceler...
yani
Ahmet Haşim in kafiyeleri...

seni aklıma düşüren
yerçekimi değil
yalancı yıldızlar
öyle uzaksın ki
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus

bir aşka yetecek kadar
ve anımsatacak kadar
sebepsiz bir ölümü,
acılarımız
ve kafiyelerimiz var...

işte hepsi bu kadar...
 
26-HOŞÇAKAL ANLATICI

kolları kesiliyor
takatten
alt kattan sesler
ve penceresinde kız çocuğu bir fesleğen kokusu
inadından olacak
evcil daralmaların
kuş yüreğinin içinde bir kafes besler
nefes almadan
sadece vererek koşar
boylu boyunca yaşamanın içine
zira
soyulunca anlaşılıyor asıl
portakalın mucizesi
hoşçakal tabiat
sağol hatırlattığın için
hoşçakal bilim
elimde
binlerce cevapsız kalmış ahize
yüze kapatılmış yüzlerce telefon
hoşçakal anlatıcı
yerini bulamadım anavatanımın
sesinin haritasında
anlattığını anlayamadım beni affet
doğduğum yer biraz sapa
bilirsin
iki kere hoşçakal der
bütün romantikler
hoşçakal anlatıcı
hoşçakal!
 
27-İŞSİZ ŞİİR

bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi,
hepsi insan işi

sevda diye bağıran yüzün,
bir kitabın en sır satırını
okuyan sesin,
beni bana düşman eden,
ağlamaklı gecelerimin
tek temsilcisi
ve hiçbiryerde şubesi
olmayan yüzün
yani baştan ayağa sen...

bu bakışlar
bu bakır tadı
hepsi,
hepsi insan işi
ve insanın insana ettiği
en yalan yemin: AŞK!
hepsi,
hepsi insan işi..
 
28-KARANFİL ÖLÜLERİ

günler güz yanığı
sonsuza giden raylarda gümüş
kum susan çöller gibi
yalana buyruk akıyor
bıkıyor zaman...
senin maviliğinden eser yok
haki yeşil bir yaz
ve tel örgülerde
karanfil ölüleri...

bazı ***** kuşlar
konduğu pencerelere tutsak
yalan yanlış konmalara zemin
haki yeşil bir yaz
hasret mavisinde karanfil ölüleri
önünden tren geçen hemzenin hayat
duran zaman
esneyen saatler
amaçsız bir bit yarışı
yürüdükçe uzayan
koştukça beton yollar
ve yollarda
karanfil ölüleri...

limanlarında denizsiz yaşanan
ezan vakti küheylan
kuşluk vakti beyinsiz bir şehir
diken biriktiren bir koleksiyoncu
ve gül kokumsuz çim bahçelerde
karanfil ölüleri...

bezgin çamurlarda
nefsi müdafadır bir tozun direnişi
kimsenin bikinisini çıkarmadığı
haki yeşil bir yaz

ve yarasına işeyen kırık haziran makamında
erotik
karanfil ölüleri...

sormadan konuşan ahmak
yalan değil gölge değil iz hiç değil
sanal bir serinliğe sığınan
çağıl çağıl bir nehir bile değil
çağlayan diliyle ırmamak
ve ırmaklarda
karanfil ölüleri...

yaprağına kırmızı
kıvrımına şarkılar
dallarına suskun bir hayat öpücüğü
ve haki yeşil bir yaz içre yazılan
sıkkın şiirlerde
karanfil ölüleri..
 
29-KASABA

astarı erken sarkmış
kirasız kaygısız
belki kefilsiz bile
et kokusunda bir vitrin özlemiyle büyütülmüş
bir kasabada
ölmeliydim aslında
on yıl geriden gelen afişli
**** kokulu yazlık sinemaların birinde
uyuyakalmalıydım

sizi tanımadan hatta
gazete bile okumadan
konformist kahvaltılarda
o kasabada
o kendi delikli uykusundan bile habersiz
karabasanda ölmeliydim

adınız geçmiyor farkındasınız değil mi
tek bir şarkıda bile
nasıl kasabaların tek bir caddesi vardır mühim
gerisi ara sokak yalnızlıkları
kediler bile ıslık çalmadan geçer kaldırımları
bir otobüs geçer
"soğuk ve şehirler arası"
bir uykuda içindekiler...

ne kasaba karşılar otobüsü
ne muavin irkilir
kimse inmeyecektir çünkü
kimse binmeyecektir...
herşey bizzat hayata benzer:
otobüsün kasabadan geçişi,
bizim dünyadan geçişimiz...

hiç meşhur olmayan şairler kalır
bazı kasabaların otel odalarında
beyaz kağıt ister vakitsiz
resepsiyon uykuluğundan
 
kasaba il olmak ister
herşey bizzat hayata benzer
otobüs geçer kasabanın gecesinden
ara sokakta ıslıksız kediler
bazısı yeni hayat'a yazılır olanların
bazısı yazılamaz
olmayan bir beyaz kağıda

ıssızlığın da bir müziği vardır elbet
konuşulamayan notaları vardır
en dandik kasabaların bile
kurulu düzenleri vardır sabahın sekizine
herşey bizzat hayata benzer
ıssız kasaba eskizlerinde...

kasaba il olmak ister
her şair intihar etmek ister bizzat
kafiyeli cinaslı bir son peşindedir
yoksa neden gecenin üçünde
neden kediler bile mırıldanmazken en tutan şarkıları
neden boktan bir kasabanın orta yerinde
ışıksız bir vitrin seyri

herşey hayata benzer bizzat
iki sevdalı arasında...
biri doğumdur hesapsız
öteki ölüm şairce
bazı kasabaların
otel odalarında...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst