Yeniden seçebilmek...

---> Yeniden seçebilmek...

İçimdesin hissediyorum.
Kan gibisin, kanım gibisin.
Damarlarımda akışını, derimin altından kayışını,*hücrelerimde dansedişini hissediyorum.
İçimde olduğunu bilmek çok güzel...

Hep içimde kal sevgili.
Seni seviyorum.
[MENTION=4428]sEmih[/MENTION]
 
---> Yeniden seçebilmek...

Gölgemin üzerine gölgenin düşüşünü bile sevdim.
Benden bir basamak yüksekte durup, alnımdan öpüşünü.
Başımı göğsüne dayayışımı.

Aşkımmm, yolum yoluna çıksın diye;
Havva olup Ademe sunmak için, o elmayı ben çaldım Tuba ağacından!
[MENTION=4428]sEmih[/MENTION]
 
---> Yeniden seçebilmek...

Bir çok koca yanlış pişirildikleri için berbat olurlar; güzellik ve yumuşaklıklarını kaybederler. Bazı hanımlar onları sürekli sıcak suyun içinde tutarlar; bazıları ise dikkatsizlik ve kayıtsızlıkları ile donmalarına izin verirler.* Kimileri onları sinir bozucu tutumları ve sözler ile haşlarlar. Bazıları turşusunu kurarken, diğerleri utanmazca ziyan olmalarına izin verir. Doğaldır ki böyle muamele edilen kocaların yumuşak ve iyi olmaları beklenemez oysa doğru düzgün pişirilen kocalar gerçekten çok leziz olurlar.

Koca seçerken uskumru seçerken yaptığınız gibi gümüş pırıltısına ya da somon seçerkenki gibi altın ışıltısına kanmayın. En iyileri eve teslim olduğu için koca bulmaya pazara gitmeyin. Malzemeyi elinizle *seçtiğinizden emin olun zira herkesin damak tadı farklıdır. Sabırla doğru düzgün pişirmeyi öğrenene kadar koca sahibi olmamak daha akıllıca olur.

Tabii ki, saklamak için kaliteli porselenden bir kazan en iyisidir ancak elinizde hepi topu *toprak bir güveç var ise, o da işe yarar ancak dikkatle… Yengeç ve ıstakozlar gibi kocalar da canlı pişirilir. Bazen kazandan dışarı sıçrarlar ve kenarları yanıp kabuk tutar. Bu nedenle onları kazanın içinde konfor adı verilen ipekten bir kordon ile sabitlemek akıllıca olur zira görev isimli kordon genellikle dayanıksızdır. *Temiz ve sürekli bir aşk, sıcaklık ve neşe ateşini canlı tutun. Onu ateşe kendisine uygun olacak bir mesafede tutun.* Fokurdayıp saçılırsa endişe etmeyin zira bazı kocalar pişinceye kadar bunu yaparlar. Şekercilerin deyimi ile “öpücük” formunda biraz şeker ekleyin, biber ve sirkeyi hiç kullanmayın. Lezzetini artırmak için baharat, mizah ve coşku ile çeşnilendirin. Ancak çeşniler her zaman büyük bir sağduyu ve dikkatle kullanılmalıdır. Pişip pişmediğini anlamak için keskin şeyler *saplamayın. Nazikçe karıştırın yoksa tencerenin dibine yapışır ve işe yaramaz hale gelirler. Pişip pişmediğini rahatlıkla anlarsınız. Böyle yaparsanız, hazmının çok kolay, bünyenize uygun olduğunu göreceksiniz. Siz dikkatsiz davranıp yuva ocağının ateşinin sönmesine neden olmadığınız sürece bozulmadan duracaklardır. Böyle hazırlanırsa kocalar yaşam boyu size mutluluk vereceklerdir.

19 yüzyılda yazılmış bir yemek tarifleri kitabının önsözüdür – Louise Bevens’e teşekkürlerimizle
 
---> Yeniden seçebilmek...

Seninle yıldızlı gökler, altın kumsallar, yeşil bir deniz düşlüyorum. Yıldızlar senle daha yakın oluyor, kumsallar sonsuza uzanıyor, denizin içinde binlerce yeni dünya doğuyor. Ah canımın içi, kutup yıldızım seninle herşey dönüşüp, başka birşey oluyor...

Seninle bir tablonun içine hapsolmak istiyorum. Bir müzenin duvarında solgun sarı bir ışık altında kalakalmak, uzanmış elinin gölgesi olmak, ayaklarının altında uzanmış çimlere bakmak, tablonun ortasında dahası kalbinin ortasında açan bir mahzun çiçek olmak istiyorum. Ah göz bebeğim, yedi rengim seninle ben yeniden doğuyorum.

Seninle genç hüzünlü bir aşığın kömürle duvara yazdığı bir şiirin iki dizesi olmak istiyorum. Biri olmadan diğeri eksik kalan, art arda okunduğunda umut, bir başına okunduğunda keder veren iki dize olalım istiyorum. Şiire aşık olmayan hiçbir göz dokunmasın, okumasın bizi diyorum. Ah ömrümün şiiri, sevincim ve kederim sen yalnız ama yalnız benim dudaklarımdan dökül istiyorum.*

Seninle bir balıkçının ayaklarını yıkadığı çeşme olmak istiyorum. Ne zaman çağıldayarak dökülsek her yan huzura kessin diyorum. Su gibi aziz olalım, onun gibi katışıksız, saf ve masum kalalım istiyorum. Denizim, tuzum sensiz ben hiçbir yere sığamıyorum.

Seninle zamanın bilinmeyen bir noktasında kaybolmak istiyorum. İstiyorum ki parmak uçlarımız birbirine değdiğinde zaman yitip gitsin ve biz sonsuzluğun içinde kalalım. Ah benim gecem, gündüzüm, kayıp zamanım... İnan bana sensiz geçen her an kederimden ölüyorum.

Sana binlerce şey söylemek istiyorum. Kalbimi koparıp ellerine versem diyorum. Yalnız bir meyve gibi saklasan onu, kıymetlendirsen ve hiç vazgeçmesen ondan... Kalbim, ruhum sen diyorum sen sadece... Zaten başka da birşey diyemiyorum...
 
---> Yeniden seçebilmek...

"Bir sabah dünya boşken kalkıp sor kendine: Neyin var taşınacak?
Neyin var sen gidince aklı sende kalacak!"

Bugün bir vedaya adamışsın kendini. Suçlayacak kimsen yok. Sevecek kimsen yok.
Sevecek kimsenin olmadığını artık fark etmiş gibisin.
Umutsuzluğa yakışmamış ellerin. Öyle çırılçıplak, öyle yalınayak, öyle vazgeçmiş.
Güneşin hiç uğramadığı tenine küsmek senin harcın değildi hani?
Bugün bir küskünlüğü vaat etmişsin kentine.
O kimsenin uğramadığı sokakları kırmızıya boyamışsın.
Birkaç kağıt kesiği kurtaramaz seni bu hayattan. Kocaman bir yalan darbesine kucak açmışsın sen.
Yol almamışsın sen batmışsın.
Küçük kanatlarından büyük şeyler beklemenin yorgunluğu çökmüş bedenine.
Sebepsizce.
"Bazı kuşların yuvaları kanatlarıdır." demiş şair,
sen ise kanatlarını satıp kendine aşklar satın almışsın.
Ama şunu bil uçmayı hayal eden bütün kuşlar ölmek üzere.
Bugün yalancı bir aydınlık açmış gözlerini.
Birkaç yağmur damlası düşmüş avuç içlerine. Yalayıp yutmuş içindekileri.
Çok bekletmişler seni.
Oysa hayat bile yakalanır, ya da kaçırılır ama bekletilmez yazıktır.
Ve bugün tanıdık bir boşluk yine.
Her an düşebilirmiş hissine çok benzemiyor değil mi?
Ah ne çare!
Bazen ne de iddialı bir avuç çocuk oluyorum… Oysa gözlerim bile çocuk olmaktan büyüdü..
İyi ki bilmiyor kalabalıklar
yağmura bakmayı cam arkasından insandan insana şükür ki fark var
Ancak ben kendimi ne zaman kuş zannetsem nasıl oluyor bilmiyorum, ansızın vuruluyorum bu şehirde.
İnsanların arasına karışıp onları taklit ettiğimde ise soytarıya dönüyorum.
Kursağımda bir şey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde her şey
hem acıya, hem umuda benzer hep.
gökyüzünde bile gecenin ölümüyle başlamıyor mu yeni gün...
İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum; neden daha güçlü kanatlarım yok diye...
Ne istiyorlardı sahi benden? Belki ben çok şey istiyordum onlardan. Verdiklerimin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar bir şeyler istiyordum. Ama sonunda kaçıyorlardı. Hayır, hayır ben kaçıyordum. Hayır kaçmıyordum belki de: insana ihtiyacım vardı. Kuş olmayı bırakıp, kendimi balık sanmayı bırakıp belki de yalnızca insanlığı arıyordum bilmiyorum, bunda acınacak bir şey de
yoktu halbuki.

Neyse...
Ne kadar çok insana içerliyor insan bazen.
Aslında hepimiz bu dünyada çok fazla gereksiz insan olduğu konusunda hemfikiriz. Ama içimizden biri bunu azaltmak isterse katil oluyor. Belki de zaman zaman tolerans gösterilmeli katillere.

İyi insanı herkes sever, bir de diğer insanlara kulak verin artık. Kötüye, çirkine,
yaramaza, tembele, susana, çok gülene, çok ağlayana, çalana çırpana…
Bakmayın ya da vazgeçtim o masum gözleriniz kirlenmesin!
Hepiniz o kadar masumsunuz, herkes o kadar iyi ki, sanıyorum cehennemde bir tek ben yanacağım.En fazla Bukowski eşlik eder bana etse etse.

"Lakin siz haklısınız.
Ben ölümümden sonra hiçbir zaman cüret edemedim aynaya bakmaya ve o kadar ölüyüm ki,
hiç bir şey ispatlamıyor artık ölümümü."
ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular özet geçelim.

"Oğullarınıza , karşı cinse saygı duymayı öğretin. Gece yarısı eve dönen kadının aranmadığını öğretin. Bir kadının omzuna , arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin. Dokunmaktan korkmamasını öğretin. Sevmenin değer verme olduğunu
öğretin. Sahip çıkmayla , sahip olmanın farklı olduğunu öğretin. Hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin. Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin."
sonrası...sonrasını tekrar konuşuruz.

Mutluluk yaşanmaz anımsanır diyor ya hani Yıldız Kenter, peki mutlu saydığımız tüm o anılar ansızın birer kabusa dönüşünce neyi yaşıyor insan?
Sırf aklına gelmesin diye yastığa başını koyamayan insan neyi yaşıyor sahi?

Uyumayı ve uyuyunca uyanmayı unutuyor mesela, kedileri sevmeyi, yemek yemeyi unutuyor. Sigarayı bırakamıyor asla. Okumayı bırakıyor düşünmeyi bırakamıyor bir türlü.

Bir de şu çocukluk meselesi...

"..o diyorlar o tepeler
bu yalnızlık bitmez diyor
fenerimi yaksan da olur
ben ölüyüm çocuk diyor.."

Bir gün birileri geliyor ve yüreğinin bütün saflığını*alıp götürüyorlar kendileriyle birlikte masallara.
Sonra...
Artık nasıl fırlayıp dans edebilir ki insan?
Nasıl döksün akan sulara çocukluğumun saçlarını ve o elmayı
nasıl ezmesin ayaklariyla
Nasıl inansın masallara?

Bir zamanlar içimin soğuk odalarında gezinen kırık, üzgün, çocuk ölüyor. Zaten bir yerlerde durmadan öldürüyorlar çocukları.

Artık çocukluğum bitti diyorum anneme düşünmeye fırsat bile kalmadan oldu olanlar.
Çocukluğum için, gazeteye bir başsağlığı ilanı verelim anne ne olur!

Çocukluğunda kendini kuş sanacağına, kırmızı balık olacağına, birazcık akıllı olsaydın diyor annem.

Masada duran çaylarımız soğuyor.

Her neyse
kimse kimseyi sevmiyor artık...
O kağıttan yapılmış yıldızlar dönüp duruyor sonsuzluğun çevresinde.
Ömür dediğin bir çayın soğuma süresi kadar zaten.
O da; kuş yemi kadar yalnız geçiyor.

Kuşlar mı?
Ben kuş iken küçücüktüm,düşünemiyordum, gazete okumuyordum, borcum yoktu, göklerde her şeyden habersiz yükseklere uçmaya çalışıyordum.
İnsanları tanımıyordum ben kuş iken.


Kuş ah, sadece bir kuştur işte
" Kuşlar ölür sen uçusu hatırla!"
 
---> Yeniden seçebilmek...

Bizi yanıltan şehirlerin puslu havasıymış meğer.

Oysa insan bir Bodrum akşamında, aylardan Eylül ise, bir martı denizin üstünde nazlı nazlı süzülürken üstelik; nasıl konuşabilir ki kısık sesle?

Nasıl susturabilir içinden geçen şarkıları?

Yağmursuz ve sisli bir şehirde korkar insan belki martı çığlıklarından ama bütün yağmurların biriktiği kocaman bir yağmur damlasından su içiyorsa bir martı ve sallandırmışsan bedenini o damlaya doğru martıların çığlıkları en güzel şarkı gelir kulağına…

Bir kadın bir Bodrum akşamında korkuyorum diye haykırıyorsa hala çok incinmiştir.

Eski bir şehirde çok karşı çıkıyordur her şeye ve insan bunca karşı’yken herşeye kendine de karşı olmadan sürdüremez yaşamını.

Bir bodrum akşamında açmışsa ona yüreğini bi adam, gözbebeklerinin tam içine bakıyorsa ya da öyle geliyorsa kadına ve hala öpmüyorsa adamı; bu sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışlıklara tahammülü olmadığındandır.

Hem farklıyı hem doğruyu aradığındandır.

Bir kadın her şeyi hikayeleştirip, oyun sanıyorsa mutlu sonlarla biten masallarla büyütülmüştür.

Her şeyi oyun gibi yaşıyorsa tüm kırılganlığıyla, onca hiçlik varken ve sonlandırabilecekken bu oyunu birkaç ilaç kutusu uzaklıkta, katlanışlarının sebebi babasından ona miras kalan masalları bir gün doğacak kızına anlatmak isteyişindendir.

İşte bir kadının aklına kızını düşüren bazı geceler vardır ve kendini unutturan.

İşte eğer çocuksu bir hayal düşmüşse aklına oyunu kimin kazandığının önemi kalmaz.

Bu düşü kadının aklına düşürende güçlüdür, kadında…

Bazen bir gül yaprağı başarır herşeyi, ya kucakta yatan şımarık kedi, ya da Bodrum gecesinde bir Eylül akşamı bilinmez…

Her ne olursa olsun bazı an’lar kazınır insanın içinde derinlere, nefes alamadığı zamanla küçücük bir gülümseme olarak geri gelir.

Şimdi ben biliyorum mutsuz olduğum anlarda beni gülümsetebilicek hikayeyi; Sabaha karşı iskelede korkak bir kadın, kadının avuç içine işaret parmağıyla iz bırakan adam…

Bütün hikaye bu yanlızca; kadının kısacık yaşamında bütün anılara bedel ama…




19.09.2012

BODRUM
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst