Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Uzatma soluğunu üstümde yaşam
Uzatma artık daralıyorum
Oyunlar kurmuştuk yılgıyla kendimize
Bir çember, bir çember daha atlayıp
Kim söylediyse doğruyu, kim yaşamında ilk kez
Islak bir böcek gibi hakkediyor ölümü
Bir ses vuruyor, bir renk, bir biçim
Sevgilerinden, tutkularından tedirgin olan
Adımını dışarı her nasılsa atmış da
Parmak uçlarıyla dağlıyor bizi
En korkağımız yiğit kesildi
Varışıyla arındı yokluk, ama ürküyoruz
Bulması için biz seçmiştik onu
Biz, yıgğınları duvar diplerinden çekip
O yanımızda, o özümüzde, o her an tek başına
Kapıları açtı da ardına dek, geçemiyoruz.
Bütün soruların yanıtları bir tek yerde
O suların çekilmediği tek yerde
Bir göç alır başını, bizden çoğa doğru
Toplasam önüme düşen gölgelerimi
Yaptıklarıma değil, yapacağıma bakar
Yine de bir şeylere güvenmemek
Güvenmektir tek birşeye
İzin verse sevinç yoksunluğu
Nerelerde gizlidir asıl yolculuğumuz
Ne zaman, nerede başlayacaksa
Pusuda çırpınır umudun ilk dilimi
Şimdi toplandı artık üstümüzde
Dinle bak, o fırtınanın uğultusunu
Bir sabah ansızın gülümsediler
Elleri ulaştı yüreklerine
Kestiler soluğunu toprağın
Gözleri bir sıra ışık mıydı ne
Güneşi yazmak için biçimlendiler
Nasıl da böldüler öfkeleriyle
Pençeleri ağarmış dağları ortasından
Uzaktan uzağa büyüdü sesleri
Hızla vurdular topuklarını
Yeraltı suları çoktan haberliydiler
Bu bir korkuydu üstünde
Kaçındığı bir yazgı
Ne yana dönse yollarını kestiler
Ağır, oturaklı, yalnız bir insan
Gözaltındaydı ilk kez, kendine karşı
Gir içeri sevdiğim, ıslanmışsın
Gidenleri yolcu etmiş
Kendini yarılamışsın
Saatin bu yüzden mi durdu
Bunun için mi
Katmerli güller içinde
Bir diken gibi yalnızsın
Senden önce
Yağmur tozu döşeyip durdu
Pulkanatlı bir böcek
Yuğdu yıkadı beyaz odayı
Başka hiç kimse dokunamadı
Sözleri toplayıp yatağın başucunda
Bir lamba içine taşıdı
Aynanın buğusunu sildi
Karanlığını akşamların
Kışın çelik soğuğunu
Sağır günlerin yoksulluğunu
Daha önceki tanıkları
Hepsi dışarıda şimdi
Ah sevgilim
Senin için hazırlanmak
Ancak görünmez bir hünercinin
Çalışkanlığıyla
Sınanmalıydı
Gir içeri sevdiğim, ıslanmışsın
Seni kucaklayıp yatırayım
Bir bardak tarçınlı ıhlamur, ballı
Kurutulmuş elmayla
İyi gelir
Yürek algınlığına
Sonra da uyumalısın
Kapattım kapıyı.
Benim bir an yaşamama izin ver
Kavurucu ağacım
Kafeslerine almadan beni
-Ki onu içime çarçabuk yerleştirirler-
Lambamı taşırlar su kenarlarına
Islak kumlarda geceleri yeni avlardır
Gözledikleri.
Kendileri uykularında yalnız, yorgun
Hoyrat elleriyle benim yüreğimi ezerler
Bırak zorlu gençliğim
Bir an yaşamama izin ver
Sesim açık kapılardan süzülüp geçsin.
Şimdi nereye gidiyoruz ona bakalım
Bilmeliyiz nereye gittiğimizi
Kapıları çarparak dışarı çıkıyoruz değil mi
Islak taşlarında kayarak bu eski sokağın
Hala değişmeyen kaldırımlarında birbirimize tutunarak
Ellerimizi arıyorsak
Artık bilmeliyiz
İçimde yalnız bir göçmen yerini arıyor
Yağmur yağıyor, gökyüzü kapalı
Nehrin bulanık suları köpürmüş, duyuyorum
Beni kendine ayırmışsın, farkındayım
Yollara çıkarmışsın, yaşlı atların toynak sesleri
Duman içinde ve alacakaranlığın
Yüzüne bakıyorum bir pencere açılıyor
Bembeyaz bir zambak uzanıyor geceye
Yaşadığı toprağa benzemiyor
Eğimine bakılırsa dağların yalnızlığı
Bu kente hiç yakışmıyor
Adresi unutmuşuz kimbilir nerde
Bulanık yüreklerimiz
Karıştırdıkça eski aşklar ufalanıyor
Yalansız, özürsüz hatta özlemsiz
Bir kadın bir erkeğe tutunuyor
Anılarına tutunuyor, acısız
Resimleri tarıyor ıslanmış tümü
Hepsi siyah beyaz
Kimseyi tanıyamıyor
Bu caddeler, bu evler, bu nehrin kıyısı
Siniyor her yere dağıtıp durduğun sesin
Sütunlara, vitrinlere, ayak seslerine
Kafesler darmaduman
Tüm kuşlar salıverilmiş
Suyun üstünde tüten sis
Dokunsan masmavi hüzün
Buradan geriye kaç kişi sığmıştır
Binlerce binlerce yıl önce
Mermer taşlardan atlayarak
Çıplak ayaklarını kaç kişi çoğaltmış
Kaç kişi orada kalmıştır
Sözler çok toy, henüz insanın tutsağı
Buz gibi ıslık çalan gece poyrazında
Yaşayan bir varlığın duyarlığına dokunur
Parmaklarında taşıdığı canla
Arkasından yükselen denize
Bir aynaya doluşan binlerce gözle
Dokunur bir canlının dibe çökmüş acısına
Az çekmiş sıcağını, hala titrer elleri
Sarsılır bir taş, toprak kalkar yerinden
Dağıyla, yamacıyla, tarihiyle bu eski kent
Göresi gelir ışığı, göresi gelir
Açar yine açar, kat kat açar
Yarınlara umudu
Kımıldar uykum
Uykumda sesim kımıldar
Ve boşlukta açan
Korkulu bir gözdür o
Büyüyen ağrısıyla usul usul
Düşlerimiz çekilir
Bir yerde gece çekilir
Orada öyle vurgun, öyle acımasız
Hiç kullanılmamış
Hiç soluk almamış gibi
Uzanıp yatar kimliğimiz
Bütün gün asılı durdu o güneş
Çekinceye dek anılardan zamanı
Bakır bir tepsi gibi yansıdı içimizde
Gider yine geri döner yollarım
Sularıma yavaşca, yavaşca sularıma
Şimdi değil bir önceden belki de
Bir düş sıçramasıydı bu kuşkularım
Sürgün bekleyişi üstümüzde gerilen
Yorgun uykusunda en yeşil
Asılı kalmışız tutkuya
Orman içimizde, gövdemiz yaprak kesilmiş
Biraz ötemizde umut
İklimler değişir de
Biz neden geçemeyiz
Bir günden ötekine
Kalın gövdesinden tutuşmuş tomruk gibi
Rüzgarda acısını tanırım onun
Hiç bu kadar yakına gelmemişti
Gökyüzünün gergin göğüslerinden
Toprağa kar olup sağıldı hüzün
Öyle şeyler gördük ki
Utandık sıcaklığımızdan
Işık olmanın aydınlığında ölüm
Kim bıraktı bizden önce bu korkuyu
Yüzlerimiz duvara dağlanmış gibi
Kitap içyüzlerinde soyadımız tutuklu
Daha kaç dilde susacağız
Kaç yaşamın üstümüzde yalınkat gücü
Bütün akşamlar biraz da seni taşır
Kurşun gibi inerler bulut üstünde
Bir sandalın akarsuya duruşu gibi
Gölgen ayrı yüzer, bedenin ayrı
Diyeti acımasız duyarlığının
öyle uzun zaman geçti ki üstünden
kim bana benziyor şimdi
kim artık senin çizginde
izlermiş gibi çiçek açmış ağacı
kalakaldık düşlerimizin önünde
hiç sorduk mu neden bu kadar yakınız
uzak kaldıkça birbirimize
yazıktır tek başına bir bulutun
tepeleri sarması
taşır sürekli serinliğine
paylaşılmayan yalnızlığını
bu yüzdendir hüzün
gökyüzünün en eski parçası
yine de senin her gidişinde
açılmadan içine kapanır yüzüm
nasıl bıraktıysan senin renginde
peki ama sen ne zaman gelmiştin
söylesem kim inanır gittiğine
Yuvarlak altın yüzünden geçmişim günün
Derin ırmaklar boyunca ilerlerken
Sıkıntılarımıza bile alışık
Niye hep gün ortasına çakılı kalmış
Bu yapışkan yoğunlukta ıssızlık
İlk söz vardı ya, insana değin
Nice umutlardan devşirdiğimiz
Ama bir başka iklimde
Ölümün her an su başında beklediği
Taze bir erik gibi ısırdığında zamanı
İlk söz vardı ya,
Binlerce ses arasından onu ararım
Bilirim can yürür, kan yürür şimdi bedene
Yine dönüşünden fışkıracak sevincim
Kolaydı bir zamanlar
Değiştirmeye çalışmadığımız
Bozmadığımız sürece gizi
Yağmurda ıslanmadan
Bir tek su vurmadan yüzüne
Cam gerilmiş bir bahçede
Güvez karanfilleri çiğnemeye benzer
Anılara bastırmak kendimizi
Tutunmaz umudum inancım olmadan
İyi niyeti abartarak sevi sansam da
Bana sırt döner
Bunca ilkel ve yabancı
Pusatlarını dökmüş sağduyum
Kırılır kapısında
Yüreğim çarparak, coşku içinde
Beklerim nerede yankılanacaksa sesim