Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Biliyorum dedim, baktım, baktınız
Zaman hiç geçmez mi
Sordum, sorguladınız
Camlara yapışmış çiçek ölüleri
Yüzleriniz
Sokaklar boydanboya
Adresimi sildiniz
Beklemek böyle bir şey
Islıkla bir korkuyu geri çevirmek
Ucu keskin bıçakla
Bir bulutu kesmek
Duman gibiydi, kadın gibiydi bulut
Gölün üstüne dağıldı
Yarasında koyu bir gece
Ağdı suya
Üstüne fotoğraflar çektiniz
Unutulmus kadınlarin dalgın ve agırdır
Anıları
Sevmeyi bilseydiniz
Define avcısıydım
Bundan önceleri
Haritasız dedektörsüz
Pusulam yosun tutmus
Ağaç gövdesi..
Gizli dehlizlerden geçmek kolay
Toprak kökleri
Bir geyik çalımıyla biçmişim
Kendim soymuşum gizlerini
En büyük aşk orda gömülü
Toprağı elemişim
Bedelini ödeyemezsiniz
Üste bir ömür sürdüm
Ödüllü bir yalnızlık benimkisi
Var varanın
Git gidenin
Bir rüyayi getirenin
Nereye kadardır becerisi
Aralıktan rüzgar giriyor
Ya tam açın
Ya kapatın artık pencerenizi
seni sevmek ne kadar kolay
akıp giden bulutları izlemek
kaynak başında köpüren suyu
yerden fışkıran ışığı yani
eğilip içmek
binbir alaşımlı sevdayı
rahatça üstüne giymek
daha da uzuyor öpünce
daha da kalın ve beyaz boynun
gecenin içinde gizli bir yol açıyor
bir ırmak, puslu beyaz
içe akan, yansıyan, balkıran
yukarı dönen bir el gibi
bileğinden çevrilerek
ah benim ölümü susturan aşkım
seni sevmek
ezberlemek oluyor
yabansı bir koku var
havada döne döne yükselen
fundalıkların çalılıkların
defne kokusu, ıtır kokusu
ölü taşlar, boz yosunlar, kuru otlar
anılar yani sürekli anılar
heybetlı bir akşam sarısı
alınlık oldu ne yazık
başucumuzda duruyor
sesin yontulmuş akik
dudaklarının arasında
bir yağmur telaşı sesin
ay altında yaprak denizi
ağır aksak geçen zamanın
geçmeyen yalnızlığı
utangaç, tutungan, ve çok narin
sesin bu yüzden ellerine benziyor
Seni sen yapan bunlar mı
Gözlerin mi hani demiştim ya
Her zaman ormanaltı bitkisi
Hiç vurmaz üstüne güneş
hep serin her zaman nemli
Seni sevmek sevgilim
bir insanın ansızın
bir zambağa dönüşmesi
Benim işim bu
Denize bıçak atmak bodoslamadan
Yaşlı bir fener ustası gibi
Geldim ya,
Bakır çalığı bir acıdan
Herşeyler bir çizgide
Sanki bir yerlerden tanıdığım
Sanki kızıl damgalı
Her an sıçramaya hazır
Canlı ve biçimli bir yarış atı
Suyun yüzünde açan kan
Ateş gibi saydam kırmızı
Benim işim bu
Yamaçtaki asmaların
Yeşertirim üzümünü.
Bilirim, belleğimde
Kaç arı, kaç çiçek dalı
Ayışığında kanat çırpar
Geldim ya, dumanlı bir su başından
Bulut hummasıydı
Umudu umutsuzluğu bir çizgide
Korkuyla seyiren bir çizgide
Ve susmak kırgınlıktı
Bu soğuk yalnızlıkta
Susmak, ölümü anmaktı
Benim işim bu
Seni nasıl yaşatsam eskiteceğim
Ala tüylerinin çekirdeğinden
Gökyüzünde ay söndü
Fildişi renginde bir kadın
Açtı yüzünü
Kim olduğunu bilmiyor
Yıllardır küçük bir avluda
Her sabah çiçek açıp
Her gece döküyor
Al ipekten bir akşamdı, yazsonu
Uğultusu doldu önce denizin
Arnavut kaldırımlı dar sokağın
Yıkıldı duvarları
Taraçalara bacalara tırmandı
Oluk oluk aktı evlere
Küçük kadınların yatak odalarına
Deniz bastı
Titreyen dudağından öptüm suyu
Deniz yağmur ormanlarına dönüştü
Mercanları saf sarıdan, yakut kırmızı
Su yosunlarıyla örtüştü
Aşk ordaydı
Diplerin altın gülü
Biz yanyanaydık, tanığıydık
Kendi sevdamızın
Ama korkuyorduk
Birbirimizin yüzüne bakmaya
Mavi büklümüyle dalgalar
Aştı üstümüzden
Yandı kavruldu göğsüm
Eğri bir bıçak yarası
Zaten nerde yanlış vardı
Nerde gömüldü
Unuttum geceyi
Ay öldü
Öyle her yerde aramadım
Kendiliğinden çıkıp geldi bir orman uğultusuyla
Ağaçların kalın karanlık gölgeleri
Ve üstünde tuzlu su titreşimleriyle
Vakitten kazanıyorduk iki çakıltaşı
Denizin kıyısında kalmıştı biri
Öteki sektirilmiş
Ayaklarının ucunda soğuk ikindiler
Gün batımları, ayışığında söylenen uzak türküler
Yani Odysseus'un lotus çiçeği
Bal kadar tatlı, deniz suyu gibi
İçtikçe daha şiddetle susatan
Bir su çiçeği
Denizin, ormanın, katran kokulu mavnaların,
Yaklaşan günün özgür kokusu
Sardı unutturdu seni..
En büyük tutku çekim gücüydü
Koyu , akışgan ,
Fırtına öncesi ağırlık,
İnsan ikliminde esip duran
Bunaltan ve felaket yapışkan
Eğri bir bıçakla sevdanı kesip sundun
Denizin girdabından
Her bitki, her çiçek,her ağaç,her yağlı yemiş
Senden bu kadar uzakta öyle anlamsızdı ki
Doygunluk gibi, mutluluk gibi , hoşnut bir evlilik gibi
Eskitiyordu kendi içinde çekirdeğini
Soğuk bir alev yalnızca ısıtmayan
Seni özlemeyi yerleştirdim yokluğuna
Tasarılar, niyetler özgürlüğün havasında dağıldı gitti..
Günüm karardığında, gecem uzadığında seni düşünürüm.
Bir şiir söylenir dünyaya, payıma düşeni alırım
Bir renk atılır fırçayla, ışığı yakalarım
Şarkı söyler bir kadın, dağılır yalnızlığım
Ve dimdik duruyorsa bir insan onca kavgada
Ödünsüz ve kararlı
Korkumdan utanırım
Ne omzunu isterim başımı yaslayacak
Ne ellerini, ellerimde tutacak
Varsın uzaktan savrulsun gülüşü
Hiç olmasın gölgesi yanıbaşımda
Sabahları bahçemde açan gül gibi
Soluğu karışıp gitsin havaya
Olması gereken yerde durur o
Yani hayatın tam ortasında
Bana kendimi sevdirmek için
İnce bir dal kanat açtı
Ararken gerili gökyüzünde dinginliğini
Koca bir gölge gibi düştü üstüne zaman
Giysilerini vermeden güne
Katıksız ve ışıksız suya değmeden
Alev kızılı kesildi
Dalga dalga içerdi karanlığı yalnızlığımız
Ve hiçbir insan renkleri tanımadı kokusundan
Deniz dayandı, deniz bitimsiz, sessiz mi sessizdi
Dayandı sonsuzluğa kayan mor topraklarına
Bütün varlığını sarsan bunca güçle
Patlayan geceler güneşin yangınında
Kendi yıkımlarımıza karşın
Yeniden dönüyoruz kozamızın özüne
Gördüm ben, daha ne ki beklediğim
Yorgun sarsıntısından baharın ağaç
Henüz doğmuş bir kuzu ıslaklığında
Aktı aydınlığa bir çiçek önce
Sonra sıvama güneş
Bir uçurtma asılıdır boynunda
Tüm umudu çocuğun
Bedeni su kırması, köpüren kardan.
İnsan mı bildi sevgiyi ancak
Çay kıyısındaki sazlar mı
Balık yumurtasındaki sancıyla sarsılan
Acıyla yeşermektir biraz sevinmek
Yarların gün görmeyen dinginliğinde
Hadi ben bir düş gördüm,
Öyle diyelim
Niye ölüler düşer baharımın üstüne
Bunca istekle aradığımız
İri bir çınar yaprağı gibi
Düşüyor sevinç
Yılgıdan mermere dönmüş yüzlerimize
Bir ağaca sımsıkı sarılan insan
Parmaklarıyla içse de özsuyunu
Acısını taşıyamaz
Taşıyamaz çünkü yalnızlığı geleceğine
Dargın bile değilim artık
İlk oturduğum zaman masa başına
Böyle yine korkusu basmıştı beni
Aldığım tüm coşkulara karşı
Susmamın doğada patlayışıyla
Öylece başıboş akan zamanda
Sanırım yavaştan oluşur tutkum
Nereye gittiysem hep öne düşen
Ellerim ve yüzüm yanar
Haykıran tutulması çok güç solukta
Görüyorsa güzelleşir gözlerin
Titrer teninin aydınlığından
Son uykuya yatmadan önce
Sıcaklığını götürecekmiş gibi
Tutabilirse bir canlıyı,
Bir eli, bir gövdeyi, bir gülüşü
Ya da varsaydığı sevilerini
Aktaabilirse kırgınlığından
Bu kez ölümsüzlük gerilir çarmıha
Çocukların yaptığı resimler gibiyiz
Eksik resimler
Ama öyle canlı, öyle bereli
Gözlerimiz dağılmış gül biçimi
Yol kesiyor bir uçtan bir uca
Sarı bir acı şimdi yapraklar
Ve yüreğin orta yeri
Her sabah kimseler uyanmadan
Yeni bir hendek açıyoruz
Büyüyen bu kentin kıyısında
Çekip almak için
Boğulmadan içerde
Çocuk seslerimizi
Korkumuzu gömmek için bu hendek
Korku nedir
Öyle utanmış ki bizden
Dağ keçileri vardır ya
Hani kendinden daha sessiz bir suya
İnce beyaz sakalını düşüren
Resimde dağılmış çizgi
Yeniden açtık toprağı
Kar sularıyla birlikte
Bu kentin dışında bir yerde umut
Belki içimizde
Çiçek yatağı
Biz ilk ağızı topladık
Koyunun iri sıcak memelerinden
Toprağa tütünün yumuşağını
Suyun köpüğünü taşıdık.
Bütün orman çillerini döktü yaprağa
Biz iki ırmağın arasından
Biz mezopotomya'dan
Uzandık sevmeyi aşeren sunaklarımıza
Gelinlerimiz kurnalarda yuğdular sevinçlerini
Bebeleri taşıyan hasatlarıyla
Uzun saçlarında gözboncukları dizili.
Kokulu kınaları sıvadılar el ayalarına
Gökyüzü genişledi hem de hiç eksilmeden
Erik yeşili düştü gülüşlerine
Ve kayısı gülünün sarı tazeliği.
Dokundular parmaklarıyla doğanın arılığına
Büyüdü yalnızlık, büyüdü özlem taşkınlığı
Bir tanrıça derken binlerce göz verdiler
Çırpınan kollarında yurtlarının soluğu
Koyu kırmızı bir güneşti uygarlık.
Aç bir hayvan gibi bakıyor dünyaya
Ve kayısı gülünün sarı tazeliği.
Çelikten zorlu, yüreklerdi orası.
Sözler ısıttı bizi,
-Ama düşünce daha aydınlık değil-
Kaba ipliklerle bağlıydı duyarlığımıza.
Tanrı yalnızca bir savaşçı,
Ayağının tozunu silkmeden
Hızla ilerledi mersin ve sakız ağaçları arasından,
Vermek için sevginin eline en güçlü silahını.
Ellerinde yanan çıralar
Süslü genç kızlar ve delikanlılarla
İnsanoğlunun kendini beğenmiş tüm erdemleri
Kutsallık, inatçılık ve yiğitlikle
Uzak, çok uzak ataları uyandırdılar.
Kapkara kıllı bir korkuydu artık yaşamlarında
Kendi seslerini tanıyamadılar.
Uyurken içimizde ne kapılar açılır
Ne kanatlar biten omuzbaşlarımızda
'Uç uçabilirsen, uçmazsan parçalan'
Diye haykırır kartal
Kayaların üstünden yavrularına.
Az az konuşmayı öğrendik,
Kıpırdatmadan dudaklarımızı.
Aslan ancak böceklerden çekinir
Fırsat vermemeyi sınadık çoğalmalarına.
Tanrıların en eskisi, en soylusu ateş
Genç vücutlardan kusacak alıvlerini
Geri gelmesi için iyilikle erdeme yol açmada
Egeli genç bir adam altın ibrikten su dökt
'Bütün kötülük ve horlamalar boşuna değil artık,
Uyanması şart oldu öfkelerimizin,
Ölümsüz bir soluğa karışıp gider insan
Bulduysa ülküsünü' diyordu genç yüreği.
Böylece sunduk yaşamı en büyük ustanın eline
Ruh özgürlüğü ve düşünce duruluğu için zamanı
Çekidüzene verdik önce, korkuyu arındırdık.
Küçük bir toplulukla, oynattık yerinden
Büyük yığınları
yeniden doğmak için kurtulan amaçlarla.
Yaşayamaz güvenemeden,
Acı bizim kanımızda o yüzden
Büyük gücümüz var, örneğin bayrak yaparız bir adı
Gitgide aydınlanır sevi;
Erkek kadınla, Tanrı ruhla kaynaşır
sevi ve özgürlüktür tansığa açılan kapılarımız
Onur ya da utanç bize bağlı
Çok ağır da olsa özgürüz
Ve insanız biz.
Ey sonbahar
Ey hüzünlü gözleri aşkın ve mevsimlerin
Ne zaman geldin
Güneşin üstüne düşen gölge
Ey sonbahar
Yalnız kadın
Saltanatı dulluğun
Aklından gelip geçen bütün yazlar
Ayışığı kadar sadeydi
Ayışığı kadar temiz
Hatırladığın kış geceleri
Şimdi ağzında renklerin bütün tadı
Kızılın güneş tadı
Mavinin su tadı
Beyaz zambakların utanmaz tadı
Hiçbir kuş barınamaz seninle
Yüreğin en eski aşk kırgını
Boş limonluklar, kurutulmuş elmalar
Kayıp gider, ürperdikçe zeytin ağaçları
Eylül böylece ayrılığın ve ölümün mührüdür
Kaybolan zamanların
Yaşayamadıklarımızın
Bu çılgın oyun, hayatlar içinde
Devinip duran
Ortak bir düş salgını
İşte aşkım
İşte ruhum
İşte ben
Ey sonbahar
Savrulup duruyoruz
Rüzgarlarınla
Yapraklarınla
Böyle bir akşam vaktiydi
Yaseminler yavaş yavaş
Ve gece sümbülleri
Karanlıkta toplamaya hazırdım
Güneşten çekmişler kendilerini
Aşağıdan yukarı açılan bir yarım kuyu
Tül perde gibi yanan o ince koku
Yaseminler, yaseminler
Kör ağaçların yıldız dokusu
Durmadan yazıyorum bu çiçekleri
Derliyorum topluyorum
Bütün mevsimlerden gelmiş mektuplar
Solgun mavi kurdeleli
Kutularda saklıyorum
Bazıları kitapların içinde
Sayfa araları çiçek lekeli
Ben o kitapları okumuş muydum
Uzun yağmurlar yağıyordu
Issız yollara çıkıyordum
Tehlikeli ve asi
Islanmıyordum
Severim yağmurları ve hala severim
Otursam yine yazarım seni
Bütün çiçekler mevsimleri anlatır
Sırtlarında basılı mühürleri
Yoğun bir akşamla bitti eylül
Evet yasemini zulamda gizli
Bütün soruların yanıtları bir tek yerde
O suların çekilmediği tek yerde
Bir göç alır başını, bizden çoğa doğru
Toplasam önüme düşen gölgelerimi
Yaptıklarıma değil,yapacağıma bakar
Yine de bir şeylere güvenmemek
Güvenmektir tek birşeye
İzin verse sevinç yoksunluğu
Nerelerde gizlidir asıl yolculuğumuz
Ne zaman, nerede başlıyacaksa
Pusuda çırpınır umudun ilk dilimi
Şimdi toplanır artık üstümüze
Fırtına uğultusu
Aşağıda yukarıda yıldız yıldız karanlık
Belli belirsiz solan ama değişen yüzleriyle
Gece ürkütür bizi sarsıp uyandırmazsak
Kıpkızıl bir çiçektir örsümüzdeki ateş
Orada yıldızlara dişlenip kalmış
Çığlık atmadan önce ilk dalgayı içerdi
Gece kıvılcımlarla yanıyor sıçrayarak
Bir savaş arkadaşı, bir nöbet arkadaşı
Canlı kaçıncı gece, dinleyişinden belli
Işığa susamış yükselip inemiyor
Hep aynı örtüyü kuşanmış hep eaynı karanlık
Ağır bir yengiye sesini kısarak
Biz yolumuzdaki aynaları kırarız kaçmak için
Bize göz kırpan, baştan çıkaran aynaları
Yanılsamadır hepsi
Her birimiz İsa uzantısında, üstünden yürürken gecenin
Buranın tıpkı eşi
Bir başka yere taşırız
-Cim karnında bir nokta kadar yüreğimiz-