Muhsin Yazıcıoğlu..

---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Bunu görmeme gerek yok bundan 31 sene öncesi zatenn ben göremezdim..

Açıp biraz yakın tarih okursan zaten görmene gerek kalmaz...

Herşey açık ve net anlatılıyor...
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

görmekten kastıp o değildi zaten yani bilgin net mi demek istedim
ayrıca internetten baktım yakın tarihe fakat REİS in adını göremedim daha çok DİNSİZ kesimden insanların ismi var???
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

yazık yazık gençLik nereye gidiyor..

arkadaşLar öLen bir insanın hakkında oLur oLmaz bir şekiLde atıp tutmayın..

Zeynep şu okuduğun yazıları payLaş bizimle bizide ikna et bakaLım..
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Maraşı unutmak ihanettir
29 yıl önce yaşanan Maraş katliamı ile Sivas ve Çorum’da gerçekleştirilen Alevi katliamları AKP’nin bugün iktidar olmasını da hazırladı. AKP’nin önemli isimlerinden Abdülkadir Aksu katliam sırasında Maraş Emniyet Müdürü’ydü.

29 yıl önce yaşanan Maraş katliamı ile Sivas ve Çorum’da gerçekleştirilen Alevi katliamları AKP’nin bugün iktidar olmasını da hazırladı. AKP’nin önemli isimlerinden Abdülkadir Aksu katliam sırasında Maraş Emniyet Müdürü’ydü. Aksu’ya bağlı Maraş polisi 5 gün boyunca katliamı izledi.

MİT olayın içinde olmasaydı Maraş’tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi… Bu satırlar 29 yıl önce yaşanan Maraş katliamının devlet eliyle nasıl planlandığını ortaya koyan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ölümünden sonra açıklanan arşivindeki belgelere ait. Ecevit’in ‘gizlediği’ belgeden de anlaşıldığı gibi Türkiye Cumhuriyeti tarihi katliamların ve kıyımların tarihidir. 1970′li yıllardan günümüze kadar gerçekleştirilen katliamlar bugünkü AKP iktidarını ortaya çıkardı. AKP’nin bugün iktidarda olmasının altyapısı Malatya, Maraş, Sivas ve Çorum’da Alevilere yönelik katliamlarla hazırlandı. Fethullah Gülen cemaatiyle kol kola girerek ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin destekleyicisi AKP’nin günümüzde Reha Çamuroğlu gibi kişilerle Alevilere karşı sözde ‘ılımlı’ yaklaşımları ise katliamlarla amaçlananların son halkasını oluşturuyor. 29 yıl önce yaşanan katliam sırasında Maraş’ın Emniyet Müdürü, bir önceki AKP hükümetinin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’dur. Sadece bu gerçek bile AKP’nin Maraş gibi katliamlarla ilişkisini anlamak için yeterlidir. Ecevit’in Maraş katliamını MİT ve MHP lideri Türkeş’in planlandığına ilişkin belgeyi neden ‘gizlediği’ ise ABD’nin AKP’yi de yedeğine alarak Bölge’deki uygulamaları gözönüne alındığında daha da net anlaşılıyor. Ecevit’in ‘gizlediği’ belgelere göre Maraş katliamı aylar öncesinden ‘Barış Gönüllüleri’ adıyla Bölge’ye gönderilen ABD’li ajanlar, MİT ve MHP tarafından planlandı. Maraş katli******* bir hafta önce Türkeş’in açıklamaları ise katliamın habercisiydi. Türkeş’in Malatya katliamıyla ilgili ‘Daha büyük olaylar olacaktır’ şeklindeki açıklamaları Maraş’ta karşılık buldu.

Çatlı’nın ekibi oradaydı
Maraş katliamını devlet çetesinin bir numaralı elemanı Abdullah Çatlı’nın ’silah arkadaşı’ Haluk Kırcı ve arkadaşları bizzat uyguladı. Ankara’nın Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları sonradan tesbit edilen Haluk Kırcı, Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz , İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses.Muhsin Yazıcıoğlu katliamdan bir hafta önce Maraş’a gittiler. İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli gibi faşistaler de Maraş’a akın ettiler. 19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Maraş’taki otellerin kayıtlarında bu kişilerin işlerini Milli Piyango bileti satıcısı olarak bildirdikleri de sonradan ortaya çıktı.

Alevilerin evleri işaretlendi
Milli Piyango bileti satıcısı kılığında Maraş’a gelen bu kişiler kentte Alevilerin yaşadıkları Yörükselim, Şeyhadil, Kümbet ve Yeni Mahalle gibi semtlerde nüfus sayımı yapıyoruz iddiasıyla evlerde kaç kişinin yaşadığını tespit ettiler. Tespit edilen bu evlerin kapıları kırmızı boyayla işaretlendi. Alevi evlerinin işaretlenmesinin nedeni ise katliam günü açığa çıktı. 19 Aralık’ta katliam için düğmeye basılarak Çiçek Sineması’nda tesiri az bir dinamit patlatıldı. Devrimcilerin attığı iddia edilen dinamitin MHP’li Ökkeş Şendiller (Kenger) tarafından attırıldığı kısa sürede anlaşılsa da katliam için düğmeye basılmıştı artık.

20 Aralık akşamı Alevilerin gittiği Yeni Mahalle’deki Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atıldı ve iki kişi yaralandı. 21 Aralık’ta Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Alevi ve solcu olan Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık’ta yapılacak olan öğretmenlerin cenaze törenine saldırı hazırlığı ise geceden başlatıldı. 22 Aralık’ta Maraş Müftüsü, resmi araçla dolaşarak, ‘Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım’ diye halkı kışkırttı. Devlet Hastanesi Başhekimi ise öğretmenlerin cenazelerini Cuma namazının bitimine denk getirerek katliama yardımcı oldu. Cenaze töreni sırasında önceden hazırlanmış saldırganlar ‘Komünistler Moskova’ya, Katil İktidar’ sloganlarıyla saldırıya geçti. Polislerin saldırganları engellememesi üzerine cenaze korteji dağıldı. Faşist ve şeriatçı çeteler ilerleyen saatlerde iyice azgınlaştı ve Alevilerin yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldırmaya başladı. 22 Aralık’ta geç saatlere kadar süren saldırılarda 100′e yakın işyeri tahrip edildi. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakıldı.

Hamile kadınların karnını deştiler
23 Aralık’ta ise camilerden ve belediye hoparlöründen, ‘Bütün din kardeşlerimiz son görevlerini yapsınlar’ şeklinde anonslar yapıldı. Ve ardından Alevilerin yaşadığı mahallelere otomatik silahlarla saldırılar başladı. Önceden kırmızı boya ile işaretlenen evler tek tek yakıldı. Polisin ve askerlerin önlem almamaları faşist ve şeriatçı çetelerin Maraş’ı tamamen ele geçirmesine neden oldu. Maraş’ı kan gölüne çeviren caniler Alevi kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, kundaktaki çocukları boğazladılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ettiler, kadınların memelerini kestiler. Çocukların gözlerini şişlerle oydular, insanları baltalarla doğradılar. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak mahalleleri camilerinin imamları da yer aldı. Mahalle muhtarı saldırganlara silah dağıttı. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat taşıdı. Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın söyledikleri şeriatçılarla, faşist çetelerin katliam için nasıl bir araya geldiklerini göstermesi bakımından hayli çarpıcıydı. İmam Yıldız, cuma vaazında ‘Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır’ diye halkı kışkırttı.

Askeri birlikler ve polis katliamı izledi
Birçok mahallede, sokakta, evde kadın, çocuk, genç, yaşlı Alevi yurttaşlar katledilirken devlet katliama seyirci kaldı. İldeki askeri birlikler saldırganları engellemedi. Canlarını kurtulmak için askere sığınan kişileri askerlerin ellerinden alan saldırganlar onları kurşuna dizdi. Devlet Hastanesi’ne getirilen yaralılar burada öldürüldü. Maraş katliamı tam beş gün sürdü. Beş gün devlet Maraş’ta yaşanan katliama seyirci kaldı. Maraş’ı kontrol altına alan faşist ve şeriatçı çeteler ‘Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı’nın kellesini istiyoruz’ sloganları ile Alevi ve devrimcilerin evlerine beş gün boşunca saldırdı. Katliam sırasında Maraş’ta bulunan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise ‘katliamın solcuların tahriki sonucu’ çıktığını iddia edecek kadar yüzsüzleşti. Özaydınlı Türkeş’i de ziyaret ederek, katliamın mimarıyla sözde alınacak önlemleri görüştü. Oysa katliam tam da Türkeş’in istediği gibi olmuştu. Maraş’ta ‘Müslüman Türkiye’ sloganı eşliğinde yapılan katliam 25 Aralık gecesi ancak durdurulabildi. Olaylarda resmi kayıtlara göre 111 kişi vahşice öldürüldü, binin üzerinde insan yaralandı. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edildi. Katliam ile ilgili açılan dava sonucunda ise Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, Gerekçeli Kararında katliamı uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi örgütlerle bugün Kürtlere ve devrimcilere karşı çeşitli katliamlar gerçekleştiren ETKO ve kontr-gerillanın adını kayıtlara geçirdi.

Yaşayanlar katliamı anlatıyor

‘Ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe’de Kaşanlı (…)ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail’e de baltayla vurup beynini parçaladılar…’ Devletin ‘gizlediği’ katliamla ilgili dönemin Maraş Savcısı Dündar Saner’in hazırladığı rapora yansıyan bu anlatımlar, ne Hitler Almanyası’nda, ne faşist Pinochet dönemi Şili’de yaşandı. Üstelik bu anlatılanlar, yıllar boyu ‘gizli’ kaydıyla devletin ‘karanlık’ mahzenlerinde saklanan resmi bir raporun tüyler ürpertici kayıtlardan sadece bir cümlesi. İnsanlık dışı vahşeti yaşayanlar daha sonra bu katliamı şöyle anlattı:

Şeyho Demir: ‘O günkü Maraş Emniyet Müdürü geçen dönem AKP hükümetinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu’ydu. Katliamı MİT, MHP ve şeriatçılar el birliğiyle gerçekleştirdiler. Ben olaylar olduğunda İstanbul’daydım. Katliamı duyunca hemen Maraş’a gittim. 24 Aralık gecesi vardım Maraş’a. Sabahleyin Maraş Devlet Hastanesi’ne gittim. Orada Antep’ten tanıdığım bir hemşire ile karşılaştım. Beni görünce şaşırdı, ‘Aman Şeyho abi sen nereden geldin. Burada herkesi öldürüyorlar. Hastaneye hafif yaralı olarak gelen en az 10 kişiyi aşağı indirip öldürdüler’ dedi. Maraş Devlet Hastanesi Başhekimi’nin gözetiminde yapıldı bunlar. Bütün herkes biliyor ki, böylesine büyük bir katliam devletin eli olmadan yapılamaz. Yörükselim Mahallesi’nde hamile bir kadının karnını süngü ile yarıyorlar. Annesinin karnından çıkardıkları 8 aylık bebeği ‘allah allah’ bağırtıları arasında çengelle elektrik direğine asıyorlar. Bu vahşetin resimleri o günkü gazetelerde yayınlanmıştı. Maraş katliamı davasını avukat olarak Halil Güllüoğlu takip ediyordu. Güllüoğlu’ndaki dosyalar hiçbir zaman açıklanmadı. Zaten onu da davayı takip ettiği için öldürdüler. O dosyaları açığa çıkarsınlar, katliamdaki devletin rolü net olarak açığa çıkar.’

Meryem Polat: ‘Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Her şeyi talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.’

Kamil Berk: ‘23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,… Sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla saldırıya geçtiler. Alevilerin evlerine saldırdılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP’ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar… Evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü…’

Yeter İşbilir: ‘Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokak’ta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular… Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım… Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.’

Maviş Toklu: ‘24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah…’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocam Kalender’i alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, kocanı kurban kesiyorum’ dedi. Kocamı, gözlerimin önünde öldürdüler. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i kurban ediyorum’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler. Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler.’


Linkini de verim mi?
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Katliamın Ön Hazırlıkları:

MHP ve MSP’nin dışarıda desteklediği Süleyman DEMİREL’in azınlık hükümeti, şeriatçı örgütleri korumuş, eylemlerine göz yumulmuştur. Ayrıca yansız görevini sürdüren Çorum Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak, yerine Tunceli’de bir çok olaya adı karışan Nail BOZKURT, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirilmiştir. Yine sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış, zehir hafiye diye tanınan Faruk SUKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ’de Çorum valiliğine atanmıştır. Demokrat olarak bilinen 40’a yakın polis memuru telsiz emriyle başka illere ataması yapıldı. Bir çok okul yöneticisi ve demokrat öğretmenin, memurun sürgünü ve yer değişimi yapıldı. Devletin bir çok kurum, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere ruhsatlı silah verilmeye başlandı. Buna karşın, Çorum emniyetinde görevli sağcı bilinen bir çok polisin başka illere ataması çıkarılmışken, ilişkileri kesilmeden Çorum’da görevlerinin sürdürdüler.

ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli Robert ALEXANDIR PECK (CIA görevlisi olarak tanınır) Çorum’a gider. Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür, MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler, Alevi-Sünni hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider. Amasya’da Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması üzerine sorular sorar, ne zaman ve hangi ölçüdebir çatışma çıkabileceği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. (1)

Bu değişim ve çalışmalar sürdürülürken; ülkücü örgütlerin halkı tahrik etmek için çalışmalarını sürdürüyorlardı. Çorum’da 19 Mayıs “Gençlik ve Spor Bayramı” kutlama hazırlıkları sırasında ülkücülerin Bayram töreninde kızların kıyafetlerini gerekçe göstererek halkı tahrik etmek amacıyla şu bildiriyi dağıtıyorlardı:


“Müslüman namusuna sahip çık

19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın iffet ve hayasına kahpeçe ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor.
Yine müslüman evlâdı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir. Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi? Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ama karnında çocuk çıkarken zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu haris-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere-İslâmcı Gençlik” (2)


Gün SAZAK’ın Ölümü:

Ülkücülerin CİHAD bildirisinden 9-10 gün sonra Ankara’da MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK (1. MC hükümetinde Gümdük ve Tekel bakanlığı yapmıştır.), 27 Mayıs 1980 günü belirsiz kişilerce vurularak öldürüldü. Gün SAZAK Ankara’da öldürülmüş. Çorum’la uzaktan-yakından ilgisi yok. Eğer duygusal bir tepki olacaksa Ankara’da olması gerekirdi. Oysa Türkiye genelinde saldırı, tahrip ve cinayetler başlatıldı, günlerce devam etti. Özellikle Alevi-Sünnilerin, iç içe yaşadığı kentlerde saldırı ve cinayetler halka yönetildi. Görülüyor ki, bu saldırı, cinayet ve katliamlar, duygusal bir tepkinin sonucu değil; perde arkası güçlerin ve planladığı, yönlendirdiği eylemlerdir...

Çorum katliamı, Gün SAZAK’ın ölümü gerekçe gösterilerek başlatılmıştır. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan sağcı gruplar (ülkücüler) elleri havada kurt işareti yaparak “kanımız alsa da zafer İslâmın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan alevilere ait işyerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır. Yürüyüş kortejinin çevresinde görevli polislerin müdahalesi görülmez ve seyirciler.

Çorum’un okullarında sağcıların baskısı, terörü boyutlanarak artar. Öğrencilerin derslere girmesini engellemeye çalışırlar. Öğretmenlere saldırırlar. 28 Mayıs günü başlatılan ilk eylem noktalanır. Sağcı gruplar ve MHP İl Yöneticileri toplanarak ilk günün eyleminin değerlendirmesini yapıyor, yeni saldırı hazırlıklarını planlıyorlardı. Ankara’dan Gün SAZAK’ın cenaze törenine katılanlar (Çevre ile ve ilçelerden) Çorum’a gelmeye başladılar. Ayrıca bazı yabancı turizm şirketleri de Çorum dışından MHP’li militanları Çorum’a taşıyorlardı. 29 Mayıs günü başlatılacak ve günlerce sürecek saldırıların planı, saldırı yapılacak semtler ve görevli olacakların listesi hazırlanır.

29 Mayıs günü sabahıdır. Çorum’un işçisi, memuru, esnafı; öğrencisi ve halkı, günlük işlerini yürütmek için işlerlerine gitmeye hazırlanıyorlardı. Dışarı çıktıklarında, cadde ve sokakların faşist saldırganlarca işgal edildiğini, “Kana kan, intikam” sloganlarıyla saldırılarını sürdürdüklerine tanık olurlar. Saldırganlar ise rastladıkların dövüyor ve esir alıyorlardı. Alevilere ait işlerleri yağmalanıyor, tahrip ediliyor ve yakıyorlardı. Saldırıya uğrayanların, güvenlik güçlerine başvurduklarına “Toplumsal olaydır, müdahale edemeyiz” yanıtını alıyorlardı.

Faşist saldırganlar, Çorum’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını işgal etmekle yetinmemişlerdir, Çorum’la komşu il, ilçe ve köylerle bağlantılı tüm yolları da işgal etmişlerdi. Araçlar durduruluyor, kimlik kontrolü yapılıyor, Alevi olanları alıp işkence ediyorlardı. Sağırların, körlerin bile görebilecekleri bu hazırlıkların devlet tarafından görülmemesi olanaklı değildir. Ama önlem alınmamıştır...

Saldırganların bir kolu, Alevi görüşlü Çorum Gazetesi’ne; Alevi yayın satan Bahar Kitapevi’ne saldırarak tüm eşyalarını, malzemelerini dağıtır ve tahrip ederler.

Saldırganların büyük bir kolu da, Alevilerin yoğunlukta olduğu Milönü Mahallesine yönelirler. Saldırının haberini alan Milönü halkı, yollarda barikat kurarak saldırıya karşı savunma direnişine girişirler. Başka bir kol, Kuruköprü, Üçevler, Sigorta ve Mutluevler semtine yönelirler. Bu semtlerde oturan Alevilerin, saldırıdan habersiz ve savunma önlemlerini alamamışlardır. Mevcut güvenlik güçleri ise, bir bölümü yansız kalırken, bazı polislerde saldırganlara yardımcı oldukları saptanır. Bu semtte 45 yaşlarında Servet YILDIRIM isimli bir kişiyi öldürürler. Celal ERDOĞAN (öğretmen), Salih YILMAZ (Öğretmen), Turan KABAKULAK, Vedat ELİAÇIK, Hüseyin ŞİMŞEK, Sefer EKEN, Sezai GÜREN, Neşet AYDIN, Mustafa NALLICA Sadık VASIFOĞLU, Hasan KÖSE, Aşır DEMİREL isimli Alevi kişilerde kurşunla ağır yaralanmışlardır. Yine Altınevler Semtinde evlerinin balkonunda oturan iki kizkardeşe silahla ateş edilmiş ve her ikisi ağır yaralanmışlardır. Bu semt ve mahallelerde bir çok ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılmıştır.


Sokağa Çıkma Yasağı:

Olayların genişlemesi, karşılıklı çatışmaya dönüşmesi üzerine, Çorum Vali Rafet ÜÇELLİ, sokağa çıkma yasağı koyar. Savunma amacıyla halkın oluşturduğu barikatların kaldırılmasını ister. Saldırıya uğrayan halk, sokağa çıkma yasağına uyarken; saldırganlar özgürce sokaklarda saldırılarını sürdürüyorlardı.

Çorum kalesi yakınındaki semtlerde oturan halkın kurduğu bir savunma barikatına saldırganlar silahla ateş etmekte, ama barikatı aşamıyorlardı. Vali Rafet ÜÇELLİ, halkın kendini savunması için kurduğu bu barikatın kaldırılmasını Jandarma Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE’ye emir verir. Halk ise, can güvenlikleri için kurdukları barikatı kaldırmamakta direnirler. Vali ise, barikatın mutlaka kaldırılmasını, yolun trafiğe açılmasını istemektedir.


Jandarma Yarbay Vural GÜRİDE ile Vali arasında geçen konuşma şöyle:

Vali: lütfen Ankara-Samsun Karayolu trafiğe açılsın.
Yarbay Güride: Sayın Valim yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. kan akar, bu da olayları tırmandırır.
Vali: Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır.
Yarbay Güride: Kan dökülür, ben açamam sayın valim. Buyurun siz açın.

Halk barikatını kaldırmaz. Ama başka bir semtteki zayıf bir barikatı aşan 19 AN 709 plakalı, kırmızı renkli Reno marka bir otomobil Milönü semtini silahla boydan boya tarar. Semt halkı panik içinde evlerine koşuşurlar. Yaralananlar olur. Mahalleyi silanla tarayan otomobilin plakasının bir traktöre ait olduğu, otomobilin içinde polislerin olduğu kanaati oluşur (3)


İki Polisin Ölümü:

Mayıs’ın 28-29-30-31. Günleridir. Dört günden beri karşılıklı çatışmalar sürmektedir. Bu arada Alevilere ait bazı ev ve işlerleri tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Bir çok kişi yaralanmış, bazıları da öldürülmüştür. Halkın güvenlik güçlerine (polise) güveni olmadığından barikatlarla semtlerini korumaya çalışıyorlardı. Bunun farkına varan vali, askeri birliklerden yardım ister. Askeri birliklerin devreye girmesiyle saldırılar ve çatışmalar denetim altına alınmış görünse de; bunu fırsat bilen Emniyet güçleri, direnen mahallelerde operasyonlara giriştiler. Operasyon sırasında Multuevler-su deposu yakınında, yol ortasında kurşunlanarak öldürülmüş bir erkek cesedi bulunur. Yapılan kimlik tespitinde cesedin polis memuru Abdurrahman KOCAK’a ait olduğu belirlenir. Daha sonra Milönü’nde başka bir polisin öldürüldüğü, birinin de yaralandığı ortaya çıkar. Polis öldürme olayında yaralı kurtulan polis memuru Mehmet BEKTAŞ ifadesinde: “trafikteki servisler kaldırılmış olduğu için, sabahları işe değişik vasıtalarla gidiyordum. O sabah Muzaffer YEŞİLYURT’la birlikte Milönü’nden geçerken boş bir arsadan üzerimize dört el ateş edildi. ‘durun, teslim olun, silahlarınızı atın’ diye bağırdılar. Muzaffer silahını çekip ateş etmeye başladı. Benim Kırkkale tutukluk yapmıştı. Onlar ateş etmeye devam ediyorlardı. O sırada Muzaffer vuruldu ve düştü. Düşünce ateş edenler uzaklaştılar. Muzaffer ‘hemşerim beni kurtar’ dedi. Eğilip baktığımda ölmüştü. Onun tabancasını aldım ve kaçanların arkasından iki el ateş ettim. Bu sefer 100-150 kişi olarak bana doğru geliyorlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaçarak bir apartmana girdim. Bu sırada attıkları bir tuğla alnıma gelmişti. Ev sahibi ‘Girecek benim evi mi buldur, defol’ dedi. Beni kovalayanları da içeri aldı. Üzerime atladılar ve beni sürükleyerek sokağa çıkarttılar. O sırada kendimi kaybetmişim. Eşim Gülay beni oradan olarak, hastaneye gütürmüş” (4)

Polislerin ölümüyle ilgili başka söylentilerde bulunmaktadır. Söylentiye göre Mehmet BEKTAŞ’la, birlikte gelen polis Muzaffer YEŞİLYURT’a Milönü’ndeki barikatların kaldırılmasını teklif eder. Muzaffer karşı çıkınca, Mehmet BEKTAŞ silahını çekerek Muzaffer’i vurur. Barikatların yanında bulunanlarda olayı görüyor, Mehmet BEKTAŞ’ın arkasına düşüyorlar. Olay açıklığa kavuşamıyor. Ama Aleviler suçlu görülerek iki kişi gözaltına alınır, yargılama sonucu ağır hapis cezası verilir.


Polisler, Milletvekillerine Saldırıyorlar:

Çorum katliamı nedeniyle CHP’Li milletvekilleri (Şükrü BÜTÜN, Ethem EKEN, Senatör Abullah ERCAN) olayları yerinde incelemek üzere gelmişlerdir. Milletvekilleri, CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’nun makamında otururlarken, biri heyecanla içeri girer. Saldırganların dışarıda iki genci silahla yaraladıklarını, yardımcı olunmasını söyler. Milletvekilleri de hemen dışarı fırlayarak yaralı gençlerin bulunduğu yere giderler. Orada polis ekibinin beklediğini, yaralılara yardımcı olmadıklarını görürler. Milletvekilleri yaralılara yardım etmeye çalışırken, polis ekibinin içinde bulunan Kemal MARAŞLI “Olayların sorumlusu sizlersiniz. Polisleri siz öldürdünüz, komünistler” kışkırtmasıyla polis ekibi milletvekillerine saldırırlar. Polislerle milletvekilleri itişirken, milletvekili Şürkü BÜTÜN’ün belindeki tabancası yere düşer. Polis Kemal MARAŞLI hemen tabancayı alarak milletvekiline çevirir. O sırada iki genci silahla yaralayan MHP’lilerde gelir ve polis ekibiyle birlikte milletvekillerine saldırırlar. Karşılıklı itişme sürerken, başka bir polis ekibi de olay yarine gelir, tabancalarını çekerek saldırgan polislere ve MHP’lilede çevirirler. Böylece milletvekilleri de saldırıdan kurtulmuş olurlar. (5)


İçişleri Bakanı Vekili Çorum’da:

Çorum olayı tırmanarak cinayetlere dönüşmektedir. İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat CELASUN’la birlikte Çorum’a gelirler. Çorum’da teşkilatı bulunan siyasi parti il yöneticileri, Çorum milletvekillerinin katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Saldırı olayı değerlendirilir. Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ, tek yanlı ve timsah gözyaşlarıyla olayları anlatır. Bu anlatımın etkisinde kalan Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN: “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” dediğinde; Çorum CHP Milletvekili Ethem EKEN, “nasıl olur paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar” yanıtını verir. Sonuçta oluşturulan bir komite Milönü’ne giderek halkla görüşürler. Can güvenliği garantisi sonucu barikatlar kaldırılır.


Vali - Emniyet Müdürü Görevden Alınıyor:

Çorum’da Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler, Milönü, Kale, Esnafevler, Şenyurt, Bahçelievler, Karşıyaka, Nadık Mahallelerinde ve semtlerinde saldırılar devam etmektedir. Semt halkı kurdukları barikatlarla savunmalarını sürdürmektedirler. Askeri birliklerin müdahalesi sonucu saldırı olayı kısmen de olsa denetim altına alınmıştır.

Çorum halkı, saldırı ve katliamın valinin ve Emniyet Müdürünün yanlı tutumlarından kaynaklandığını açık açık söylemektedirler. Basın olayı yerinde incelemekte, haber yapmaktadır. Böylece Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT’un yanlılığı gizlenemez olmuştur. İstemeye istemeye her ikisi görevden alınırlar. Yüksel ÇAVUŞOĞLU Çorum Valiliğine, Erdem YURTSEVER’de Emniyet Müdürlüğüne atanırlar.

Çorum katliamında yansız görev yapan Çorum İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE, polislerin, Alevilere karşı kinli tahriklerini, MHP’li saldırganlara nasıl yardımcı olduklarını görmekte; buna karşı önlemler almaktadır. Jandarma komutanı, demokrat ve yansız tutumlarıyla halka güven veriyordu. Ne var ki saldırgan faşistler; komutanın tutumundan memnun değiller. Çorum MHP’li milletvekilleri Mehmet IRMAK Çorum’a gelir. Jandarma İl Komutanı Vural GÜRİDE’ye “Niye engellemiyorsun” diye çıkışır ve baskı yapar. Milletvekillerinin baskıları Yarbay GÜRİDE’yi etkilemez. Bu kez Çorum’da olaylar nedeniyle görevli bulunan askeri birlik komutanı General Şahabettin ESENGÜL’e giderek ve Jandarma Komutanının tutumundan memnun olmadıklarını değiştirilmesini isterler. General ESENGÜL, kendisine yapılan baskıyı şöyle anlatmaktadır: “İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklanması değil, kanamasını istiyorlardı. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışım etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadılar. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizor rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız. Bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı. Fevkalede küstah bir tavır içindelerdi” (6)

MHP’lilerin baskısı sonucu Jandarma İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE görevden alınır.



Çorum Dışına Taşan Ölüm:

Çorum’un giriş-çıkış yolları, faşistlerin işgalindedir. Araçlar durdurularak içindekiler indirilip kontrol ediyorlardı. İçlerinde Alevi olanları alıp götürüyorlar ve işkence ediyorlardı. Çorum-Ortaköy yolu, Ovasarap Köyü’nün (Sünni, MHP yoğunlukta) yakınından geçmektedir. Ovasaray Köyü’nde 35-40 MHP’li militan yolu kapatır. Çorum’dan Kozluca Köyü’ne (Alevi Köyü) giden bir kamyonu durdururlar. Kamyonda bulunan Selahattin ve Metin ARDIÇ isimli iki genç kardeşi indirirler. İşkenceden, sorgulamadan geçirirler. Selahattin silahla ağır yaralanır, acı içinde yerde kıvranır. Selahattin’in küçük kardeşi Metin henüz 10 yaşında. Ağabeyinin kanlar içinde yerde yatışını, eli silahlı faşistlerin hakaret ve küfürlerini gördükçe korkudan titremekte, hüngür hüngür ağlamaktadır. Faşistlerden biri kamyonun yönünü Çorum’a doğru çevirir, yaralı Selahattin’i ve Metin’i kamyonun şoför mahaline kor. Metin daha küçük kamyonu kullanmasını bilmiyor. Selahattin ise kurşunla ağır yaralı, sürekli kan kaybetmektedir. Çaresizlik içinde Selahattin direksiyonu eline alır, kardeşi Metin’in katkısıyla Çorum-SSK Hastanesine yetişirler. SSK Hastanesi, ülkücülerin denetinde ve üs olarak kullanılmaktadır. Kan kaybı nedeniyle Selahattin yürüyemez olmuş, koltuğuna girilerek SSK Hastanesinin acil bölümüne yetiştirilir. Görevliler “Sen sigortalı değilsin, ancak devlet hastanesi bakar” diye hiç ilgilenmezler. Devlet hastanesine götürecek kimse yok. Acılı haber babası Cemal’a ulaşmış, koşarak yetişir. Kan gereklidir. Selahittin’in kan grubunu belirlemek için kanı alınır, bir şişeye konulur, babasına verilir; Kan tahlil merkezine gönderilir. Acılı baba, kan şişesiyle dışarı çıktığında, SSK Hastanesinin bir görevlisi “Komünistler burada kan tahlili yapamazlar” diyerek baba Cemal’ın elindeki şişeyi alır, barikatlara vurarak kırar. Kan tahlili zamanında yapılmadığı için gerekli kan bulunamamış; Selahattin’de fazla kan kaybından yaşamını yitirmiştir. (7)

Alevi köylerinin yolları işgal altındadır. Ahmetdoğan, Çobandoğan, Savak ve Yoğunşehit köylerinde yaşayan Aleviler dışarı çıkamıyorlardı. Hayvanlar içerde, insanlar içerde, ekinler tarlada. Eli silahlı faşistler yollarda (8)

Ankara’da ameliyat sonucu yaşamını yitirmiş bir Alevi kadının cenazesi Çorum’daki köyüne götürülmektedir. Kuruköprü mevkiinde eli silahlı faşist bir grup tarafından durdurulur. Arabada bulunanlar indirilerek kimlik tespiti yapılır. Alevi oldukları anlaşılınca ölü sahiplerine hakaret edilir, coplanırlar. Bununla da yetinilmez, cenazeyi açmak isterler. Ölü sahipleri defin ve yola çıkma belgelerini göstererek, güneş batmadan cenazenin köye yetiştirilmesini rica ederler. Adı üzerinde faşist, ölüye de saygıları olmaz. Bir yanda cenaze tekmelenmekte, bir yan da cenaze sahiplerine işkence edilmektedir. Bunca hakaretten sonra içlerinden biri “Bırakın şu ********leri, cehennem olup gitsinler” söylemiyle cenaze arabası birakılır.


Ceset... Ceset...:

Faşistler, insan avındalar, önüne geleni dövüyor ve öldürüyor, işkence ediyorlardı. Mutluevler semtinde bir inşaatta iki ceset bulunur. Kimlik belirlemesinde birinin Yahya BARAN’ın, diğerinin de Osman AKSU’ya ait olduğu ortaya çıkar. Her ikisinin elleri ve gözleri ağızları bağlandığı, vücutlarında 18’er kurşun yarası olduğu saptanır.

Çorum-Eskiekin Köyü sınırları içinde, buğday tarlalarında iki gencin cesedi ortaya çıkar. Osmancık-Mehmet Teze Köyü nüfusuna kayıtlı Kazım GÜLER’e ait ceset ile kurşunla delik-deşik edildiği ve kimliği belirlenemeyen diğer bir cesedinde aynı biçimde önce işkence, sonra silahla öldürüldüğü; Bayat’ın Gökboğaz mevkiinde Şeref ***** adında bir gencin silahla taranmış cesedi; Elvan Çelebi köyü sınırları içindeki tarlalarda SSK Çorum Hastanesi’nde çalışan Necati GÖKTAŞ’ın silahla taranmış cesedi bulunmuştur. Tarlalarda cesedi bulunanların tümünün Alevilere ait olduğu; cesedi bulunmayan nice kayıp bulunduğu saptanmıştır. (9)

28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam, askeri birliklerin müdahalesiyle biçimsel olarak denetim altına alınmıştır.


Katliamın TEMMUZ Dönemi:

Taşeron olarak kullanılan faşistlerin amacı, Çorum’ a bağlı ilçe ve kasabalarda oturan Alevileri baskı ve katliamlarla göçe zorlamak, süreç içinde bölgenin denetimini ele geçirmektir. Çorum halkı K. Maraş katli******* ders çıkarır. Saldırının ilk günü kendi olanaklarıyla kurdukları barikatlarla güvenlik önlemlerini almışlardır. Ayrıca Çorum’ un Sünni inançlı toplumunun MHP’liler dışında kalanlar, saldırganlara destek vermemişler, hatta bir bölümü saldırıya uğrayanların yanında yer alarak direnmişlerdir. 28 Mayıs 1980 de başlatılan faşist saldırı bu nedenlerle amacına ulaşamamıştır.

Faşistler, Mayıs’ ta başlatılan saldırıdan gördükleri eksiklikleri gidermeye, Sünni halkın katılımını sağlamaya çalışıyorlardı. Ayrıcı dışarıdan faşist militan ve silah getirmeye, saldırıya engel olan devlet görevlilerini kentten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kendi içlerinde ekipler oluşturarak mahalle, kasaba ve köy çalışmalarına yöneldiler.

Çorum halkı, faşistlerin bu hazırlıklarının katliama dönüşeceğinden kuşku duyuyor ve ilgilileri uyarmaya çalışıyorlardı. AP Çorum İl Başkanı Yardımcısı Erol *****, CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ’ la birlikte vali ve emniyet müdürüyle görüşürler. MHP'nin saldırı hazırlıklarını ileterek önlem alınmasını isterler... (10)

Aynı tarihte yeşil renkli 19 AT 535 plakalı ve 131 Murat markalı (Adnan EZEJDER’ e ait ) bir otomobil, sol görüşlülerin oturduğu semtlere dalıyor, çevreye ateş açıyor, ateş sonucu Hatice İLHAN isimli bir lise öğrencisi ağır yaralanıyor. Bu gelişmeler ve tahrikler olurken; Ülkücüler, halkı savaşa çağıran bir bildiriyi Çorum ve ilçelerinde dağıtmaktadır.


Bildiri şöyle:

“ Büyük Türk Milleti, ... Son bağımsız Türk Devleti üzerinde oynanan hain oyunları, komploları, planları görmemek için artık kör, hatta hain olmak gerekir. Türk varlığını dünya üzerinden silmek isteyen emperyalist güçlerin yerli uşakları, komünist ler, vatan hainleri, bölücüler, Türk Devleti’nin temeline dinamit koymak isteyenler ellerindeki Rus ve Çin yapısı silahlarla ne yapmak istemektedirler.

Bu eli silahlı eşkıyalara karşı kesin tavrı almak, dur demek zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Kıymetli hemşehrilerimiz, Müslüman Türk Milletini bataklığa sürüklemek isteyen, bölmek, parçalamak, yok etmek isteyen komünist cinayet çetelerine karşı uyanık olalım. Türk Devleti’ni yok etmek isteyen bu hain emperyalist güçlere karşı yılmadan çekinmeden, canı pahasına mücadele veren ülkücü Türk Gençliği’ ne destek olalım. Büyük cihada hazırlanalım.

Ülkücü Türk gençliğinin her ferdinin cesetleri birer birer çiğnenmedikçe bu mübarek vatan topraklarına komünizm girmeyecektir. Ülkücü Türk gençliği barış zamanı bir karıncanın ayağına basıp incittiği zaman bundan üzüntü duyacak kadar yufka yürekli olduğu gibi, aynı zamanda vatan hainleri için sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar da gaddardır. Burası da böyle bilinsin. Bizi komünist kurşunları değil, milletimizin susuşu öldürüyor. Kanımız aksa da zafer İslam’ın. Yolumuz Allah’ın yolu-ÜLKÜCÜ GENÇLİK (11)

Faşistlerin bir katliama hazırlandıkları valiye bildirildiği, ayrıca ülkücülerin halkı savaşa çağırdıkları bildirisi ortadayken, Çorum Vali’ si ve emniyeti önlem almaz. Tam tersine Alevilerin yoğunlukta olduğu semt ve mahallelerde operasyon başlatır. 100 e yakın erkek ve genci gözaltına alırlar. Faşistlerin örgütlü olduğu semtlerde operasyon başlatılmaz. Onlar çatılarda, tepelerde mevzilerini kurmakta, ağır makineli tüfeklerini yerleştirmektedirler. SSK hastanesini de üs olarak kullanırlar.

1 Temmuz 1980. Salıyı çarşambaya bağlayan gecedir. “ Ya susturacağız, ya kan kusturacağız “ sloganıyla ikinci katliam başlatılır. Terlemez Evler ile SSK Hastanesi civarında yerleştirilen uzun menzilli silahlarla Alevi evlerine ateş açılır. Katliamın başlatıldığının işaretidir. Faşistlerin egemen olduğu Bahçelieveler, Mutluevler, Etievler, Yavrutuna, Terlemez Evler, Ulukavak, Çatalhavuz, SSK Semt ve mahallelerinde silah sesleri, kenti çınlatmaktadır. Çorum’ un üstüne karaduman çökmüştür. Semtin tüm telefon şebekeleri kesilmiş, haber alınamamaktadır.

Çarşamba günü, Çorum’ un pazarıdır. Çevre köy ve kasaba halkı, Çorum’ daki çatışma ve saldırıdan habersizdirler. Pazarda satacak ürünleri traktör ve minibüslerle Çorum’ a doğru yola çıkarlar. Yollar maskeli ve silahlı faşistlerce tutulmuştur. Kent pazarına gelen tüm araçlar durdurulur, kimlik kontrolü yapılır, Aleviler alınarak kendi karargahlarına götürülür. Elleri, ayakları ve ağızları bağlanarak işkence ederler. Pazara götürdükleri eşya ve ürünleri yağmalanır, araçları yakılır. Günün bilançosu 4 ölü 10 yaralı, 50 ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılmıştır. Bu gelişmeler üzerine vali sokağa çıkma yasağı kor. Aleviler sokağa çıkma yasağına uyarken saldırganlar kollarını sallayarak rast gele ateş ediyor, ev ve işyerlerini yakıyorlardı. Olayı yaşayan tanıklar anlatıyor:

YUSUF: Sarılık Köprübaşı Mahallesi, 2. Cihan sokakta oturuyorum. Hastahanede evrak memuruyum. Göreve gidiyordum. Büyük bir kalabalık cami yandı diye bağırarak geliyorlardı. Bunlardan 100 kadarı evimin önünde toplandılar. “ Kızılbaşlar’ ı yakın yıkın” diye bağırıyorlardı. Bu sırada Harmancıklı Rıza CANCAN’ ı kurşunlayarak evinin önüne attılar. Benim evi ateşe verdiler Çocuklarım kaçtı. Beni yakaladılar, iyice dövdüler, sonra Harmancıklı Elvan’ın evine götürüp, Harmanlıkta elimi ve ayağımı bağlayarak astılar. Yanımda aynı biçimde üç kişi daha asılıydı. Birisi Kemal ULUMAN’dı, diğerini tanıyamadım. Bunlardan biri dişiyle ipi çözdü, bizi de kurtardı. Ufak bir duvardan atladım. Zor yürüyordum. Çok kan kaybetmiştim. Duvar dibine yatarken çocuklarım beni arıyormuş. Seslerini duydum, buradayım dedim. Yanıma geldiler, beni alıp Harmancıklı Elvan’ın evine götürdüler. Burada beni gördüler, tekrar dövdüler, tekrar bağladılar. Çok yalvardım, dinlemediler, dövmeye başladılar. Bazı komşular bağırtımı duyarak gelip araya girdiler beni hastaneye götürdüler...

Hatice KALTAKÇI: Kalabalık bir grup evimin önüne geldi. Kocamı alıp götürdüler; önce bir bakkala, sonra bir kahveye soktular. Buradan çıkardılar, başıma bir torba geçirdiler, önlerine kattılar, sopalarla vurdukça düşüyordu. Ben korktum, bayıldım. Böyle devam etmişlerdi. Şehir dışına kadar hapishanenin arkasına çıkınca orada ölmüş, otların içine atmışlar. Kocamı beş gün aradım. Hastane morguna getirmişler, tanıyamadım. Tanınacak hal koymamışlardı...

Halil COŞKUNER: SSK Hastanesi arkasında oturuyorum. Simel Beton Boru Fabrikasında çalışan işçiyim. Akşam üzeri eve geldim. Babam beni çarşıya gönderdi. Eve döndüm, yemeğe oturmuştuk. Kuruköprü yöresinden gelen bir grup evi sardı. ‘yakacağız’ dediler. Hemen camları kırmaya başladılar. Bunlar baba-oğul komünist dediler. Bizi önlerine aldılar, ellerinde tüfek ve tabanca vardı. ‘Yürü ****** çocuğu komünistler’ diye vuruyorlardı. Babamın kafası, yüzü kandı. Kuruköprü’de bir harabe eve soktular bizi, soydular. Babamda 4000 TL ile bendeki 50 TL’yi aldılar; bizi bağladılar. Kimisi ‘Bunları kafalarını keselim, kimileri gözlerini oyalım’ diyorlardı. Dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı, bizi bırakarak kaçtılar. Bir jandarma iki polis bizi gördü, çözdüler ve hastaneye götürdüler. Hastanede bir polis ifademi alıyordu. Bana ‘Ulan doğru söyle ****** çocuğu’ diye bağırıyordu. Korkumdan onun dediği gibi ifade verdim. (12)


Kanlı Cuma:

4 temmuz sabahı, vali bir gün önce koyduğu sokağa çıkma yasağını kaldırdı. Faşistler ise halkı tahrik etmek için kendi adamlarını değişik camilere dağıtırlar. Cuma namazının bitiminde içeri girerek “Ey müslümanlar, Aleviler Milönü’ndeki Alaaddin Cami’ye bomba attılar. Cami yanıyor, namaz kılan müslümanları katlediyorlar” diye bağırırlar. Tahrik sonucu Cuma namazından çıkanlar eline ne geçirmişlerse topluca Milönü’ne koşarlar. Çorum’un değişik camilerinden binlerce tahrik edilmiş insan Milönü’ne yığılmıştır.


TRT’nin Tahriki:

TRT’de “Çorum’da Alaaddin Cami’sine patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı.” Haberini aralıklarla sık sık vermektedir. Çorum’da da telsizlerle “Aleviler camiyi bombaladı” söylentisi yaygınlaşır. Evinde oturan tarafsız Sünniler istemeye istemeye yayılan dedikoduların etkisiyle Milönü’ne koşarlar.
Oysa Alaaddin Cami’ye ne patlayıcı madde atılmış, ne de dışarıdan ateş edilmiştir.

Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem TÜRKER, konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

“Alaaddin Casi’sinin bombalandığı haberi olaydan bir saat önce bütün şehirde duyulmuştu. O sırada ben merkez jandarma karakolu’ndaydım. Cami bombalandı diye polis telsizi duyurdu. Bu telsizin hemen arkasından bir askeri telsiz duyuldu. Yüzbaşı Naiz ‘Bombalama olanağı yok, hangi polis bu haberi verdi?’ diye bağırıyordu.”

Böyle bir haberi askeri yetkililer vermemiş, vali’de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamış. TRT’nin Çorum muhabiri böyle bir haber vermediğini söylemektedir. Haberi yayan poliste ortaya çıkarılmamış. (13)

Bu kasıtlı haber üzerine Çorum Halkının çoğunluğu Milönü’ne yığılmış, Milönü halkı ise korku sonucu kendi güvenliklerin için barikat kurmaya çalışmışlardır. Çorum’un tüm semt ve mahallelerinde silah sesleri, alevler yükselmektedir. Mahallelerde “İmdat... İmdat...” çığlıkları yürekleri parçalıyordu. O günün haberleri iç açıcı değildi. İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında bir kadın 7 kişinin elleri bağlı olarak silahla öldürülmüş bulunur. SSK Hastanesinin morgunda 7 ceset bulunmaktadır. Ölü sayısı 17’ye çıkmış. Kimliği tespit edilenler: İsmail SOLMAZ, Veli SOLMAZ, Hasan BAĞZIK, Rıza CANDAN , Ahmet DOĞAN, Şükrü YALÇIN, Mehmet YILMAZ, Mehmet *****Cİ, Mustafa YILDIRIM, Aziz GÜNDOĞDU, Ali PAÇACI...

Tanık BEKTAŞ: Beni evden alarak zorla Çukurörenli Karabebek adlı birinin evine götürdüler. 74 yaşında olduğumu, hacca gittiğimi, ibadetli bir müslüman olduğumu, 17 nüfuslu bir ailenin büyüğü olduğumu söyledim. Dinlemediler, gözlerimi bağlayarak küfürlerle tekmelemeye başladılar. İçlerinden biri müdahale ederek beni bıraktılar. Daha sonda torunum Bekir beni aramaya çıkmış. Onu da yakalayarak gözlerini, ellerini bağlamışlar, dayaktan geçirmişler, işkence etmişlerdi.


MHP'li Faşistlerin Kadına Saygısı:

Kartal ailesi Alevidir. O gün kapılarını sıkı sıkıya kapatmış, korku içinde dışarıdan gelen sesleri dinlemektedirler. Çok geçmeden kapıları çalınır, camları kırılır ve “Dışarı çık, öldüreceğiz sizi” diye bağırırlar. Kapı kırılmak üzereyken, Satılmış KARTAL kapıyı açar, elleri sopalı, silahlı bir grup içeri dalar. Kargaşadan Satılmış KARTAL kendisini dışarı atarak bitişikteki apartmana gizlenmeye çalışır, Ama karısı Gökçen KARTAL’ı yerlerde sürükleyerek dışarı çıkarırlar. Gökçen KARTAL, orta yaşlı bir ev hanımıdır. Dövüle dövüle bir eve götürürler. Orada külotunu çıkararak sokakta sallamaya başlarlar. Sonra el ve ayaklarını urganla bağlayarak ev sahibi Süleyman ÜREYEN’le birlikte götürülür, işkence edilerek öldürürler. (14)


Saldırı ve sarkıntılık nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir kadın başından geçenleri şöyle anlatıyordu:

“İki çocuğum ve komşu kadınla birlikte bir bodruma saklanmıştık. 25-30 kişilik bir grup bizi bodrumda buldular. ‘bunlarda s...min kızılbaşları’ diyerek bizi dövmeye dışarı çıkardılar. Zincirlerle ve sopalarla durmadan edep yerlerimize, memelerimize, vuruyorlardı. Yanan evimizin yanına getirdiler. Benimle beraber olan komşu kadın külotuna saklamış olduğu 17 bin lirayı belki bizi bırakırlar diye adamlara verdi. Yine bırakmadılar. Silahların dipçikleriyle vurarak bizi bir adamın evine teslim ettiler. Gecenin on ikisine kadar orada kaldık. Yüzü maskeli bir adam Ben kadınları almaya geldim’ diyerek bizi evden aldı. Komşu kadın ve yanımda iki küçük çocuğumla bizi bir bağ evine götürdüler. Orada bizi çırılçıplak soydular. ‘Sizi çırılçıplak heryerde gezdireceğiz’ dediklerinde korkudan altımıza ettik. Ancak bizi bırakmadılar. Çocukları bağ evinde bırakıp, bizi (iki kadın) başka bir yere götürdüler. Dört kişi nöbet tutar gibi değişerek geldiler... Ben bayılmışım. Onlarla durmadan kendimin Sünni olduğumu söyleyerek yalvarıyordum. Bırakmadılar. Ekmek filan yiyecek bir şey vermediler. Karşımızda bir bidona su koydular, çocuklar ağlıyor ve su istedi. ‘Kızılbaşları zaten susuz öldürüyorlar’ diyerek çocuğa bile su vermediler. Ertesi gün ikinci zamanı olmuştu. Bir ıslık sesi duyduk. Bunun üzerine yanımızdakiler kaçıp gittiler. Biz de oradan yürüyerek ayrıldık. Askerler teslim olduk...” (15)


Polis Panzeri Ölüm Kusuyor:

Polis panzeri ve arkasındaki üç sivil araba ile Çorum’da operasyona girişirler. Panzer, mahalleden geçerken hedef gözetmeden ateş açar, Hatun DURSUN isimli hamile bir kadın kafasından aldığı iki kurşun yarasıyla yaşamını yitirir. Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR ağır yaralanır.


ÖZDEMİR, saldırıyı şöyle anlatır.

“Ben saldırı günü arkadaşlarla birlikte Milönü’nde kahvede oturuyorduk. Birden bir panzer sesi duyduk, dışarı çıktık. Halk dışarıda toplanmıştı. Panzer hedef gözetmeksizin halkın üzerine ateş ediyordu. Halktan da panzere taş atmaya başladı. Mahallede bir süre dolaşarak panik yaratmaya çalıştı. Benim de içinde bulunduğum kalabalığa doğru ateş ederek gelmeye başladı. Nasıl ki, tank savaşta karşı tarafı tararsa, panzer de öyle ateş ediyordu. Baktım panzerin altında kalacağız, arkadaşlar kendimizi yol dışına atın diye bağırdım. Kendimi, yolun kenarında bulunan 1.5 metrelik bir çukura atarak çiğnenmekten kurtuldum. Bir müddet sonra arkadaşlar beni sağlık ocağına, oradan Çorum devlet hastanesine götürdüler.” (16)

Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS’da panzerde atılan kurşunla omuzundan yaralanır. Panzerdeki polisler yaralı öğrenciyi alıp SSK Hastanesine götürmek isterler, ancak orada bulunan kadınlar “Aman çocuğu vermeyin, Bunlar SSK’ya götürüp orada öldürecekler” diye bağırırlar. Polisler kararlı ve zorla yaralı Süleyman ATLAS’ı panzere alarak SSK Hastanesine götürürler. Bir gün sonra Süleyman ATLAS’ın işkenceyle öldürülmüş cesedi babasına teslim edilir.


Katliam ve Köylüler:

Kızılkaya Köyü Alevidir. Çorum katliamının acılı haberini radyoda duyarlar. Çorum’dan gelen komşularından öğrenirler. Çorum’da yakınları bulunmaktadır. Yakınlarının durumunu öğrenmek için Çorum’a gidenlerin yolu kesilir, rehin alınırlar. Bir daha da haber alınamaz. Köyün her evinde ağıt ve gözyaşları dinmiyor. Ama kayıplarını arayamıyorlardı. Çünkü yollar faşistlerin işgalindedir. Jandarmaya başvururlar. Köylülerin yanına 10 kadar jandarma verilir, tarlalarda ölülerini aramaya çıkarlar.


Karşılaştıkları durum şöyle:

“Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaşırlar. Paçacı’lara (Ali PAÇACI) ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır. Traktörün tekerleklerinden bir kısmı yanmış, yakıt deposu patlamış, arka göbek toprağa oturmuştur. Traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali PAÇACI’nın cesediyle karşılaşırlar. Cesedin bir çok yerinde kesici aletlerle meydana gelmiş yaralar mevcuttur. Özellikle boyun arka kısmında bulunan, boyuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür. Oğlu Veysel’inde işkence edilerek öldürülmüş cesedi bulunur.

Arpa tarlası içinde başka bir ceset daha bulunur. Çorum’un birinci olayından beri kayıp olan Yoğunpelit Köyü’nden Musa KİREÇLİ’nin her tarafına kurt düşmüş ve kokuşmuş cesedi bulunur.

Yaydığı köprüsü civarında şoför Ali GÜNDOĞDU ile tarla sahibi Rıza AYVAZ’ın kolları kesilmiş, kafa derisi yüzülmüş cesetleri ile; Salman adlı bir kişinin başı kesilerek öldürülmüş cesedi; Ali TEKEL’in bacanağı Selman ESER’in kafası kesilmiş, ayaklarından asılmış cesedini bulurlar...” (15)


Tanık Abbas AŞAN:

Olay günü karayollarından maaşımı aldım, köyüme dönüyordum. İkizler Benzinliği yanında bir grup beni yakaladı. Sopalarla dövdüler, üzerimdeki 9 kin lirayı aldılar. Beni bağladılar. Kömür deposu yanında üstü açık mandıra olarak yapıldığını bildiğim yere götürdüler. Oraya vardığımda çeşitli yerlerinden yaralı, dayak yemiş 6-7 kişi daha vardı. Onları da bağlamışlardı. Bunlardan daha sonra ölün Hüseyin ŞİRİN’le beni sırt sırta bağladılar. İkimizede tekrar vurmaya başladılar. Biz kendimizden geçmiş durumda yerde yatıyoruz. Tanımadığım bir kaç kişiyi nöbetçi bırakıp gittiler. Geceyi öğlece geçirdik. Sırtımda bağlı Hüseyin ŞİRİN’in öldüğünü anladım. Çünkü hiç hareket etmiyordu. Tahminen gece yarısı ölen Hüseyin’i sırtımdan çözdüler. Tekrar alimi ayağımı bağladılar. Hüseyin’i de “Bu ölmüş atalım ekinlerin içine” diye alıp götürdüler. Sabah olmuştu gün ağırmıştı. Caniler beni ve yaşar ÖLMEZ’i ikizlerin benzinliğinin altındaki asfalta götürdüler. Orada ikimizi yatırarak tabancayla ateş ettiler. Beni kafamdan, Yaşan ÖLMEZ’i kolundan vurdular. Öldü zennederek bırakıp gittiler. Tanımadığım bir kaç kişi gelip bizi bekçilere gösterdiler. Onlar polis çağırdı, hastaneye götürüldük. (18)


Sivillerin Şovu:

Çorum’da faşistler insan avının peşindeler. Apartman çatılarında uzun menzilli silahlarla Alevilerin evlerini tarıyorlardı. Sokak ve mahallelerde Alevilere ev ve işyerleri yakılıyordu. Ev ve sokaklarda insanları toplayarak esir kamplarında işkence ediliyordu. Telefon, su şebekeleri kesik. Kimi polisler resmi elbise ve silahlarıyla faşist grupla birlikte halka ateş ediyorlardı. Onlarca ölü, yüz binlerce yaralı. İkiye bölünmüş Çorum...

Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Mustafa GÜRCÜGİL, Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN, Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU helikoplerle Çorum’a gelirler. Kent üzerinde bir kaç dönüşten sonra vali, Emniyet Müdürü ve askeri yetkililerle görüşür, aynı helikopterle Ankara’ya dönerler. İçişleri Bakanı mustafa Gürcügil, dinlemek üzere Antalya’ya giderler.

Antalya’da basına şu ilginç açıklamayı yapar:
“Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasi gayeli ve siyasi gayeli ve siyasi hedefli olan sol gruptur..(19)

Süleyman DEMİREL (Başbakan): “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse, devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor. Günlerdir bu meseleyle uğraşıyoruz... Bu hadiselerin arkasında CHP var..(20)

Bülent ECEVİT: “....olayı sağ militanların başlattığı bilindiği halde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsünü vermeye çalışmaktadır. Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır...”(21)

Siyasiler, Malatya, K.Maraş, Sivas, katliamı gibi, Çorum katliamınıda kapatmaya çalışıyorlardı. Çorum katliamını başlatan faşist örgütler, katliamı planlayan ve destek veren perde arkası güç ve örgütler ortaya çıkarılmamıştır. Alevi-Sünni; sağ-sol çatışmasıyla kılıflayarak dosya kapatılmıştır.

Çorum Katliamının Bilançosu : 57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanmıştır.




KAYNAK :
1) Cüneyt Arcayürek: Darbeler ve Gizli Servisler, Sf: 221
2) Çorum Gazetesi: 23.07.1980
3) Sadık Eral, Anadolu’da Alevi katliamı, Sf: 88
4) Sadık Eral, a.e.g. Sf:94
5) Cumhuriyet Gazetesi, 02.06.1980
6) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1986)
7) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 103-105
8) Cumhuriyet Gazetesi, 08.06.1980
9) Hürriyet Gazetesi, 05.06.1980
10) Aydınlık Gazetesi, 09.07.1980
11) Çorum Gazetesi, 24.07.1980
12) Çorum Gazetesi, 26.07.1980
13) Sadık Eral, a.eg. Sf: 129
14) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1980)
15) Sadık Eral. a.e.g. Sf: 159
16) Çorum Gazetesi, 31.07.1980
17) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 151, Aydınlık Gazetesi, 08.07.1980
18) Çorum Gazetesi, 30.07.1980
19) Cumhuriyet Gazetesi, 14.07.1980
20) Cumhuriyet Gazetesi, 11.07.1980
21) Milliyet Gazetesi, 11.07.1980

Alıntıdır..
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Pir Sultan Abdal Şenlikleri
Pir Sultan Abdal, Sivas Yıldızeli İlçesi’ne bağlı Banaz Köyü’nde yaşamıştır. Halkın diliyle ve sazıyla halk kültürünü yaygınlaştıran ve yaşatan bir ozandır. Osmanlı yönetiminin baskı, katliam ve soygununa karşı çıkarak halkı örgütleyen bir halk öncüsüdür. Bu özellikleri ve uğraşları nedeniyle Osmanlı yönetiminin şimşeklerini üstünde toplamış; sonuçta Sivas’ta asılmıştır. Osmanlı yönetimi, Pir Sultan Abdal’ı asmakla da yetinmemiş, deyişlerini, şiirlerini de yasaklamıştır. Tüm baskı ve yasaklara karşın, halk, Pir Sultan Abdal’ı unutmamış; 400 yıldan beri deyişlerini, şiirlerini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktararak bugünlere getirmiştir.

Banaz Halkı, kendi öncüsü ve piri olan Pir Sultan Abdal’ın ilkelerini ve kültürünü örgütlü olarak yaşatmayı amaçlar. 1976’da Banaz Köyü’nde “Pir Sultan Abdal” adıyla bir dernek kurulur. Derneğin öncülüğünde ve yöre halkının katkıları ve katılımıyla her yıl Pir Sultan Abdal etkinlikleri düzenlenmektedir. Ayrıca Yıldız Dağı’na bakan tepenin üstüne, 8 metre boyunda tunç kaplamalı bir Pir Sultan Abdal heykeli yaptırılır. Ne var ki 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yöneticileri, diğer dernekler gibi bu derneği de kapatırlar. Sevenleri, Pir Sultan Abdal’ı yaşatmaya kararlıdır. 1988’de Ankara’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ni kurulur. Eskiden olduğu gibi, Banaz Köyü’nde her yıl Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmeye de başlanır.

1-4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecektir. Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal, tüm ezilenlere, demokrasi ve özgürlük yanlısı olan herkese mal olmuş bir simgedir. Pir Sultan’ın bu özelliğinden hareket eden Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, etkinlikleri demokrasi ve özgürlük yanlısı kesimlerin temsilcileriyle ortaklaşa yapma kararı alır ve bu amaçla, çeşitli demokratik kitle örgütlerine, yazarlara, ozanlara, sanatçılara çağrı yaparlar.

Çağrı mektubu şöyledir:

“Sayın Başkan ve Yönetim Kurulunun Değerli Üyeleri; “Önce bir hususun altını sevinerek çizmek gerekiyor. Hepimizin mutlulukla izlediği bir örgütlenme sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreci başlatma şansının bizlere ve bizim kuşaklarımıza nasip olması, kuşkusuz ayrı bir onur nedeni olarak kabul edilmelidir. Tarih, ulusumuzun ve yaşamsal donanımımız olan kültürümüzün asimile edilerek Araplaştırılmasına ve sonuç olarak da yok edilmesine karşı gösterilen direncin örnekleriyle doludur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Atatürk'ün uluslaşma, laikleşme ve çağdaşlaşma çabalarıdır. Bunun yanında Alevi yurttaşların Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dinsel gericiliğe, din devletine, dinin siyasete ve kişisel çıkarlara alet edilmesine karşı verdiği mücadelenin sayısız örnekleri de tarihi birer gerçek olarak ortadadır. Bunlardan en çarpıcı örnek de PİR SULTAN ABDAL'dır.

“Çağdaş ve ilerici bir yaklaşım örgütlülüğün önemli bir kilometretaşı olan dernek ve vakıflarımızın giderek amacına daha uygun işlevleri üstleneceğine inancımız tamdır. Evrensel yanları bugüne dek fazla yansımayan Alevi kültür ve folklorunun, ulusumuzun tümüne ve insanlığa kazandırılması konusundaki çabalarımızı tarih kuşkusuz tespit edecek ve değerlendirecektir.

“Canlar,

“Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı güzel Anadolumuzun evrensel isimleri adına kültür şenlikleri düzenliyor. Ancak siyasi iktidarın bu kapsamda ünlü düşünür Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen şenliklerde Alevi felsefesinin özünü saptırmaya çalıştığını, onu siyasi araç yaptığını hepimiz üzülerek izliyoruz. Bunun en somut ve çarpıcı örneği, ANAP döneminin Ülkücü Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'tir. Zeybek'in o ünlü konuşmasında, Hacı Bektaş Veli'nin Ahmet Yesevi tarikatına bağlı olduğunu, ondan feyz aldığını kanıtlamak için büyük çaba sarfetiği hâlâ hatırlardadır.

“Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa ve benzeri halk önderleri adına düzenlenen şenlikler, bizler için mihenk taşlarıdır. Bu şenlikler, Anadolu kültürünün gün ışığına çıktığı, yaşadığı, ete kemiğe büründüğü, renklendiği, insanları etkilediği ve kitleselleştirdiği devinimlerdir. Bu şenliklerin siyasi amaçla kullanılmasına asla izin vermemeli, onlara sahip çıkmalı ve özünün korunmasına gerekli özeni göstermeliyiz. Bunu sağlamak için de ev sahipliğini biz yapmalıyız, şenlikleri bizler yönetmeliyiz.

“Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne sürekli evsahipliği yapan derneğimizin Yönetim Kurulu, yukarıda bilgilerinize sunulan özet görüşlerden yola çıkarak, farklı bir yol ve yöntemi önermekte, evsahipliğini de bölüşmek istemektedir. Bu şenliklerde kültürümüz, en anlamlı şekilde ortaya konmalı, bizler tarafından dikkatle izlenmeli ve konuklara keyifli bir ortam sunulmalıdır. Basının, TV'nin şenlikleri takip etmesi sağlanmalı ve bu yoldan şenliğe katılamayan yurttaşlarımıza da ulaşılmalıdır. Laiklik ve demokrasi konusundaki çabalarımızın kitleselliğe dönüşmesine ve kamuoyuna mal olmasına bu şenlikler büyük katkı sağlamalıdır. Bu nedenle yazımız ekinde sunulan Şenlik Programı'nda sıralanan etkinliklerin, dernek ve vakıflarımız arasında paylaştırılması düşünülmektedir. Örneğin; bir kuruluşumuz semah ekibi ile katılarak katkıda bulunacaksa, bir başka kuruluşumuz gazetecileri, panelistleri, sanatçıları veya TV ekibini götürmeyi, bunlara araç sağlamayı, konaklama için yer ayırmayı vb... görevleri üstlenerek katılabilirler.

“Sevgili Canlar; “Bu mektubumuz yurtiçi ve yurtdışında olmak üzere yaklaşık olarak elli kuruma gönderilecektir. Pek doğal olarak, özellikle yurtdışındaki kuruluşlarımızın organizasyon içerisinde aktif bir görev almaları ve yerine getirmeleri çok zor görünmektedir. Bu kuruluşlarımızdan bütçeleri ölçüsünde, sembolik de olsa bu organisazyona katkı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Ancak bu kuruluşlarımızın yönetici ve üyeleri, tatillerini şenlik tarihine denk getirir ve konuğumuz olurlarsa, hem şenliğimizi onurlandırırlar, hem de bizi mutlu kılarlar. Şenlik düzenlenmesine aktif veya maddi olarak katkıda bulunacak kuruluşlar, uygun görecekleri bir ismi de tespit ederek Şenlik Komitesi'ne önereceklerdir.

“Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne maddi veya manevi olarak katılmayı düşünenlerin ve “Şenlik Komitesi Üyeleri’nin isimleri, dergimizin 7. sayısında ilan edilecektir.

Önerilerimize olumlu yaklaşım gösteren kuruluşlarımızın değişiklik öneri veya düşünceleri varsa, onları en geç 15 Mayıs 1993 tarihine kadar bize bildirmelerini rica ederiz. 22. 04. 1993

Saygılarımızla...

Rıza AYDOĞMUŞ Murtaza DEMİR
Gen. Bşk. Yrd. Genel Başkan



“Derneğin çağrısına çok sayıda örgüt, yüzlerce yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi olumlu yanıt verdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin yöneticileri, Kültür Bakanlığı’nın ve Sivas Valiliğinin katkılarını da istemişlerdir. Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği, bu istemi olumlu karşılar ve mali katkı yanında, konaklama ve ağırlama konusunda da katkıda bulunulacağı bildirilir. Hatta, Sivas üst Düzenleme Kurulunda, Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü Mehmet Talay da yer alır.

30 Haziran 1993 akşamı, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Ankara’dan Sivas’a hareket eder. Sivas halkı, konuklarını coşkuyla karşılar.

1 Temmuz gününün programı oldukça yoğundur. Sivas Kültür Merkezi’nin konferans salonu tıklım tıklım dolmuştur. İzleyicilerin çoğunluğu ayaktadır. Salonun içindekiler kadar bir topluluk da dışarıda kalmıştır. Saygı duruşundan sonra, PSAKD’nin Genel Başkanı Murtaza Demir bir açış konuşması yapar. Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in konuşmasından sonra Yazar Aziz Nesin konuşur. Daha sonra sahneye gelen halk oyunları ekibi salonu coşturur.

Öğleden sonra Buruciye Medresesi’nde kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışı yapılır. Yazarların imza masalarının önündeki okuyucular onlarca metrelik kuyruklar oluşturmuştur. Halkla yazarlar ve sanatçılar bir aile gibi kaynaşmışlardır.

Saat 17.00’de Kültür Merkezi’nde Hasret Gültekin’ in dinletisinden sonra, “Çağların Pir Sultanlarından Günümüz Pir Sultanlarına“ başlığıyla düzenlenen panel başladı. Yazar - Gazeteci Sami Karaören’in yönettiği panele, Asım Bezirci, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Aydın Çubukçu ve Hüseyin Gülkanat panelist olarak katıldılar.

Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin birinci günü, halkın ilgisi ve coşkusuyla noktalandı. Etkinlikleri izleyen Sivaslılar, kent dışından gelenleri evlerine konuk etme yarışına girmişlerdir. Konukların bir kısmı evlere dağılırken, bir kısım konuk da otellerde kalmayı yeğlemiştir.

2 Temmuz günü programı saat 10.00’da başladı. Şenlik ekipleri, bir gün önceki yoğun çalışmanın yorgunluğuna aldırmadan, günün etkinliklerinin daha başarılı ve coşkulu geçmesi için hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı.

Buruciye Medresesi’ndeki fotoğraf ve kitap sergilerine gösterilen ilgi aynı yoğunlukta sürüyordu. Salonun açılışından çok önce gelmiş insanlar, ellerindeki kitapları imzalatmak ve değerli yazarlarla sohbet edebilmek için heyecanla bekleşiyordu.

Saat 14.00’deki Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın dinletisinden sonra, “Medya ve Emperyalizm” paneli yapılacaktı. Hasan Uysal’ın yöneteceği panele, Sami Karaören, Raif Türk, Şükrü Günbulut, Mustafa Yalçıner ve Soner Doğan da panelist olarak katılacaktı. Kültür Merkezi’nde 1500 kadar izleyici bulunuyordu.

Bu çalışmalar sürdürülürken, bazı cami önlerinde ve yakınlarında birtakım gruplaşmalar görüldüğü ve bir saldırı olabileceği haberi fısıltı halinde yayılıyordu.

b) Saldırı Başlıyor

PSAKD’nin Sivas’taki etkinliklerine yönelik saldırı, anlık bir tepkinin ürünü değildir. Bu saldırının planlı bir hazırlık süreci sonrası başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştır. Irkçı-şeriatçı örgütler, Malatya, Kahramanmaraş, Elazığ, Çorum, Tokat, Kayseri gibi çevre illerdeki deneyimli militanlarını Sivas’a taşımışlar ve militanlar, Belediye’nin ve dini vakıfların yurtlarında konuk edilmişlerdir. Bu hazırlıklara ek olarak Sivas halkının dini duygularını tahrik amacıyla bildiri dağıtılmış ve camilerde dar kadrolu toplantılar yapılmıştır.

Saldırı ve katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden biri şöyle:

“MÜSLÜMAN KAMUOYUNA

“Bismillâhirrahmânirrahim “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb:6)

“Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.)’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır.

“Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.

“Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı Müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir.

“Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.

“Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir

“Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:

“İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.

“Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.

“Gün, Allah (C.C.)’ın vahyi Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V.)’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulması günüdür.

“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.’ ( Nisa:76)

“Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.

”MÜSLÜMANLAR” 4



Saldırı ve katliam gecesi 1 Temmuz akşamı da başka bir bildiri evlere dağıtılır:

“ Halkımıza Çağrı;

“Müslüman halkın yaşadığı bu ülkede, İslam için binlerce şehit verilmiş bu topraklarda, bir kesim tarafından, ‘basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti’ adı altında, Müslümanlar’ın kutsal değerlerine sözlü veya yazılı olarak kimse saldıramaz.

“Biz Müslümanlar, canımız pahasına da olsa, bu değerlerimizi korumakta kararlıyız.

“Müslüman halkımızdan bu konularda duyarlı olup, İslam’ın değer yargılarını alaya alanlara izin vermemelerini, ne pahasına olursa olsun bunu engellemeyi dini bir görev olarak bilmelerini, bu alçaklar karşısında susulduğunda, yarın mahşerde Allah’a nasıl hesap vereceğimizi düşünmelerini istiyoruz.

“ ‘Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeyi gerekir. O’nun eşleri, onların anneleridir...’ ( Ahzâb Suresi, Ayet: 6)

“ ‘Ve kâfirlerin hesapları varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah hesabı çabuk görendir.’ ( Enfal Suresi, Ayet : 30)

“ ‘Kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.’ ( Saff Suresi , Ayet:8)

“Not: Bu yazıyı okuyan, Allah rızası için çoğaltarak dağıtsın.

”MÜSLÜMANLAR” 5



Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) da halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkmıştı. Tertipçiler, saldırıya geçmek için koşulların yeterince olgunlaştığı kanaatine varırlar. 2 Temmuz günü, camiler tıklım tıklım dolar. Bazı saldırganlar cuma namazını tam bitmemiş olacak ki, bir yanda ellerinde sopalar, bir yanda yarı bırakılmış namazlarını tamamlamak için sağına, soluna selam vererek koşuyorlardı.

2 Temmuz Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı. Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar; taş ve sopalarla Kültür Merkezine saldırdılar.

“Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak“ sloganları atan gruplar, Kültür Merkezi’nde bulunan 1500 kişinin üzerine saldırır. Ancak, etkinlikleri izlemekte olanların direnişleriyle karşılaşan ve sayıca görece az olan saldırganlar, geri çekilmek zorunda kalır. Saldırganlara sürekli olarak yeni katılımlar olmaktadır. Çeşitli camilerden çıkanlar, koşarak saldırganlara katılmaktadır. Kalabalık gruplar, Kültür Merkezi’ne bir kez daha saldırırlar. İzleyiciler ve görevliler bir yandan saldırıya karşı barikat kurarak direniyor; öte yandan da içerideki insanları boşaltmaya ve arabalarla başka yerlere göndermeye çalışıyorlardı. Olay yerinde yeteri sayıda güvenlik gücü yoktu. Olanlar da saldırıyı engelleyecek güçte değillerdi. Kültür Merkezi’nin camları, kapıları ve pencereleri yerle bir edilmişti.

Nihayet, Kültür Merkezi boşaltıldı ve saldırıya uğrayanlar güvenli bölgelere gönderildi. Bu arada, yeni katılımlarla saldırganların sayısı onbine yaklaşmıştı. Gözlerini kan bürümüştü ve dişlerini gıcırdatarak parçalayarak insan arıyorlardı. Saldırgan kitle, isteğine ulaşamamanın verdiği hırsla Kültür Merkezi’nden Valiliğe yöneldi.

Valilik önünde toplanan binlerce saldırgan, “Şerefsiz vali istifa, Sivas size mezar olacak, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Yaşaşın şeriat, Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz...” sloganlarıyla binayı taşa tuttular...

Saldırganların bir kolu, yeni dikilen “Halk Ozanları Heykeli”ne yöneldi. Heykeli kazma ve balyozla parçalayarak sürüklemeye başladılar. Bu arada, kimi saldırganların dişlerini heykele geçirmeye çalıştığı görülüyordu. Diğer bir grup da, Kongre Müzesinin yanında bulunan Atatürk heykeline saldırdı, yere düşürdükleri Atatürk heykelini de sürüklemeye başladılar. Saldırganların sayısı giderek 15 bine yaklaşmıştı. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak etkinlik konuklarının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Saldırı üzerine, güvenliğin daha kolay sağlanacağı düşüncesiyle otele gelmiş insanlar tedirgin oldular. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, “Dağılın, yapmayın” demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı.

Otelde bulunanlar, tehlikenin ayırdında idiler. Telefonla Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürünü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istediler. Bununla da yetinmediler, telefonla Ankara’da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısını, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aradılar. Oteldekiler arasında olan halk ozanı, 1987-1991 dönemi SHP milletvekilli Arif Sağ da, telefon başından ayrılmıyor, Ankara’da SHP milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı, İstanbul eski belediye başkanı Nurettin Sözen’ i arayarak saldırının korkunçluğunu anlatıyor, bir an önce önlem alınmasını istiyordu. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır” yanıtını veriyorlardı.

Saldırganların amacını sezinleyen Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de saat 14.30’da Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı telefonla arayarak bilgi vermiştir. Saldırının giderek bir katliama dönüşeceğini gören Sivas Valisi, çok tedirgin olur ve Ankara’yla telefon irtibatını hiç kesmez. Saat 14.40’da yeniden İçişleri Bakanı’nı ve müşteşarını arar, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirir. Vali yine de rahatlayamaz. Saat 18.45’te Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı tekrar arar ve mutlaka yardım edilmesi gerektiğini bildirir. Çevre illerden de yardım istenmektedir.

Sivas Valisi’nin bunca çabalarının ve görüşmelerinin sonucu, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis; Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 Polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 Jandarma olmak üzere 71 güvenlik görevlisi gelmiştir. Sivas Tugay Komutanı 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi er göndermiştir. Askerler saldırganların arkasında bir yerde nöbet tutarcasına bekletilir. Bir ara Tugay Komutanı da olay yerine gelir ve sağa sola bir göz attıktan sonra ayrılır.

Otel’de bulunanların Ankara’daki yetkililerle yaptığı telefon görüşmeleri ve önlem istemleri de dikkate alınmamıştır. Bu girişimler ve devletin duyarsızlığı değerlendirildiğinde saldırganların korunduğu tartışması gündeme gelmektedir.

Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Saldırganlardan kimileri, otelin önündeki arabaları ters çevirerek ateşe vermekte, kimisi de bidonlarla benzin taşıyarak otelin içine atmaktadır. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.

Yangın oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Yangın bütün oteli sarmıştır. Cinnet halindeki kalabalık, ölüm haberlerini beklemektedir. Dışarıda gözlerini kan bürümüş katiller, otelden gelen yanmış insan eti kokusunu ciğerlerine çekerken, Ankara’daki bakanlar ve yetkililer de kokteyllerde kadeh kaldırıyorlardı.

4 Temmuz günü, Sivas’ın Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardı. İtfaiyenin merdivenli arabası otele yaklaştı.

Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli merdivenlerden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler.Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli, itfaiyenin merdivenlerinden aşağıya atıldılar. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar ambulansla değil polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesine götürüldü.

Yaşamını Yitirenler

1) Behçet Sefa AYSAN Şair - Ankara

2) Yeşim ÖZKAN Sanatçı - Ankara

3) Nurcan ŞAHİN Sanatçı - Ankara

4) Muhibe AKARSU Misafir - Ankara

5) Muhlis AKARSU Sanatçı - Ankara

6) Murat GÜNDÜZ Sanatçı - Ankara

7) Handan METİN Sanatçı - Ankara

8) Ahmet ÖZYURT Sanatçı - Ankara

9) Huriye ÖZKAN Sanatçı - Ankara

10) İnci TÜRK Sanatçı - Ankara

11) Özlem ŞAHİN Sanatçı - Ankara

12) Yasemin SİVRİ Sanatçı - Ankara

13) Asuman SİVRİ Sanatçı - Ankara

14) Uğur KAYNAR Şair - Ankara

15) Sehergül ATEŞ Sanatçı - Ankara

16) Gülender AKÇA Sanatçı - Ankara

17) Gülsün KARABABA Sanatçı - Ankara

18) Mehmet ATAY Sanatçı - Ankara

19) Hasret GÜLTEKİN Sanatçı - Sivas

20) Serkan DOĞAN Sanatçı - Ankara

21) Muammer ÇİÇEK Sanatçı - Tokat

22) Belkıs ÇAKIR Sanatçı - Ankara

23) Asaf KOÇAK Karikatürist - Ankara

24) Edibe SULARI AĞBABA Misafir - İsviçre

25) Menekşe KAYA Sanatçı - Ankara

26) Koray KAYA Çoçuk - Ankara

27) Serpil ÇANİK Sanatçı - Ankara

28) Erdal AYRANCI Yönetmen - Ankara

29) Asım BEZİRCİ Yazar - Ankara

30) Sait METİN Sanatçı - Ankara

31) Carina Cuanna THUIJS Misafir - Hollanda

32) Nesimi ÇİMEN Sanatçı - İstanbul

33) Metin ALTIOK Şair, Yazar - Ankara

34) Kenan YILMAZ Otel görevlisi - Sivas

35) Ahmet ÖZTÜRK Otel görevlisi - Sivas






Yaralananlar:

1) Aziz NESİN 27) Oktay SAMUR
2) Lütfiye AYDIN 28) Kadir ARDIÇ
3) Cafer Can AYDIN 29) Ahmet BAYRAM
4) Aydoğan YAVAŞLI 30) Faruk YALÇIN
5) Melahat YAVAŞLI 31)H.İbrahim DARBİÇER
6) Kamber ÇAKIR 32) Ahmet YAPAR
7) Lütfi KALELİ 33) Şaban YILMAZ
8) Serdar DOĞAN 34)Selahattin ÖZASLAN
9) Gülay ŞAHİN 35) Nurettin DARIKA
10) Makbule ÇİMEN 36) Sabri KANGAL
11) Nuray ÖZKAN 37) Birsen GÜNDÜZ
12) Bülent DAYLAŞLI 38) Mustafa GÖKTEKİN
13) Faruk DAYLAŞLI 39) Turan KESER
14) Bedia ATMACA 40) Erkan KILIÇ
15) Şadiye TANIŞ 41) Şükrü GÜLMEZ
16) İnci ŞENER 42) Bilal KALE
17) Nevzat ÇİĞDAMLI 43) Ali SERTAŞ
18) Ünal ALTUNAY 44) Çiğdem GÜLHAN
19) Ali UYGUR 45) Mecit ÜNAL
20) Hasan YILDIRIM 46) Hidayet ÖZDEN
21) A. Turan ONAK 47) Solmaz YILMAZ
22) Mustafa KAYA 48) Zülali BİLGİN
23) Erdal KOÇ 49) Seyit İNAT
24) Rukiye GÜLER 50) Ersin GÜREN
25) Adem ŞAHİN 51) Salim CEBENAY
26) Ercan DEVELİ

Otelden yara almadan kurtulanlar

1) Arif SAĞ 21) Neval OĞAN
2) Yıldız SAĞ 22) Tuncay YILMAZ
3) Murtaza DEMİR 23) Demet IŞIK
4) Ali ÇAĞAN 24) Elif DUMANLI
5) Haydar ÜNAL 25) Murat KILIÇ
6) Yüksel YILDIRIM 26) İclal KARAKUŞ
7) Ali BALKIZ 27) Ertan KARTAL
8) Ali BAŞTUĞ 28) Ali Rıza KOÇYİĞİT
9) Ali DOĞAN 29) Mustafa TÜRKAN
10) Ayben KOP 30) Rıza AYDOĞMUŞ
11) Ali YÜCE 31) Mehmet AYDOĞMUŞ
12) Nimet YÜCE 32) Deniz HUNAR
13) Celal YILDIZ 33) Ferhun ATEŞ
14) Nurhan METİN 34) Cevat GERAY
15) Cem CELASUN 35) Gülsen GERAY
16) Zerrin TAŞPINAR 36) Olgun ŞENSOY
17) Mehtap YÜCEL 37) Nuray ÖZKAN
18) Hülya KADEROĞLU 38) Cevat ÜSTÜN
19) Battal PEHLİVAN 39) Hidayet KARAKUŞ
20) Türkân PEHLİVAN 40) İ. Cem ERSEVEN



Yaralanan polisler:

1) Doğukan ÖNER İl Emniyet Müdürü
2) Rahim ÇALIŞKAN Emniyet Müd. Yrd.
3) Mustafa UZUN Şube Müdürü
4) Yaşar TEMEL Başkomiser
5) İbrahim KURŞUN Komiser
6) Sönmez KAYIŞ Polis Memuru
7) Ramazan KARATAŞ Polis Memuru
8) Bülent DAMLACI Polis Memuru
9) Nevzat GÜNDOĞDU Polis Memuru
10) Ersoy KARA Polis Memuru
11) Şaban AKIN Polis Memuru
12) Salim ŞEN Polis Memuru
13) Hüseyin YÜKSEL Polis Memuru
14) Sebahattin DİNÇ Polis Memuru

(Kaynak: Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s.335-37)



d) Devlet yetkilileri ne dedi?

Sivas’ta eli sopalı, taşlı, zincirli onbini aşkın saldırgan, insan avındaydı. Korkunç durum, Başbakana, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir yardım gelmedi ve önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ;“Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” diyor, ilgilileri uyarıyordu. Cumhurbaşkanının “halk”tan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı. Gerçi Süleyman Demirel, politik yaşama kazandırdığı, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” şeklindeki veciz sözü ile tarafını çoktan açıklamıştı.

Başbakan Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyebiliyordu. Daha sonra TBMM’de yaptığı bir konuşmada da Van’da yakılan bir oteli, Sivas’takiyle karıştırmış ve “Bir vatandaş, sigortadan para almak için sigortalı oteli yakmıştır” demişti. Bir başbakan, ülke sorunlarına ve toplumsal gelişmelere bu denli duyarsız olabiliyordu.

Ülkenin iç asayişinden sorumlu bir yetkilisi, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, otele yapılan saldırıyı, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur göstermiştir.

Devlet yetkililerinin açıkça taraf tutmaları, güvenlik güçlerinin ilk soruşturmasını da etkilemiştir. Saldırı öncesinde, sırasında ve sonrasında yeterince önlem alınmadığından insanlar yakılmış, saldırgan katiller ellerini kolllarını sallayarak kent dışına çıkmış ve izlerini kaybettirmişlerdir. 10-15 bin saldırgandan ancak 35 kişi, katliamdan bir gün sonra gözaltına alınmıştır. Artan toplumsal tepkiler sonucu, gözaltına alınanların sayısı daha sonra 190’a çıkarıldı. Gözaltına alınanlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalafetten dolayı soruşturma başlatılmış, fezlekeler bu doğrultuda hazırlanarak Cumhuriyet Savcılığı’na sevkedilmişlerdir. Soruşturmanın bu yetersiz çerçevede kalması sonucu, 190 kişiden 124’ü tutuklanmış, geri kalanlar serbest bırakılmışlardır.

Olay, rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme şeklinde ele alınmadı. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.

e) Sivas Valiliğinin Raporu

Sivas Valisi Ahmet KARABİLGİN, katliamla ilgili olarak hazırladığı bir raporu İçişleri Bakanlığına sunar:

Olay Öncesi İstihbarat

01. 07. 1993 Perşembe günü, İl Merkezinde başlayacak olan ve aralarında Aziz NESİN’in bulunduğu birçok yazar ve sanatçının katılacağı 4. Geleneksel Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’ni protesto etmek amacıyla, 30. 06. 1993 günü ‘gizli’ olarak, ‘Ek - 1’de sunulan bildiri dağıtılmıştır.

Konunun hassasiyetinden dolayı, etkinlik programı ve Aziz Nesin aleyhindeki bildiri Emniyet Müdürlüğü’ne faksla iletilmiştir.

II. Olayın Başlangıcı ve Seyri

2 Temmuz 1993 Cuma

- Paşa Camii önünde görevli emniyet ekibi (3860 kodlu) tarafından, Paşa Camii ve Meydan Camii’nden, Cuma namazından çıkan 500-1000 kadar kişiden oluşan grubun dört koldan Hükümet Konağı’na doğru ilerledikleri bildirilmiştir. (13.30)

- Hükümet Meydanı gerisinde oluşturulan polis barikatını aşan yaklaşık 2 bin kişi, maydanda, “Vali istifa”,”zafer İslam’ın”,”Şeytan Aziz”,” İslamiyet’i ezdirmeyeceğiz” vb. sloganlar atmışlardır. (13.40)

- Sayıları yaklaşık 3 bini bulan grup, Osmanpaşa Caddesi ve Buruciye Medresesi civarında benzer sloganları yinelemiştir. (13.55)

- 3 bin 500 dolaylarında gösterici, Kültür Merkezi önüne gelmiş ve içerdeki karşıt grupla slogan mücadelesi başlamış, çatışma polis tarafından önlenmiştir. (14.10)

- Kültür Merkezi’nden ayrılan grubun sayısı, 4-5 bini bulmuştur. (14.40)

- Grup, Buriciye Medresesi’ne gelmiştir. (14.45)

- Buriciye Medresesi önünden Hükümet Meydanı’na geçen 6 bin dolayındaki gösterici, aynı sloganları tekrarlamışlardır. (14.50)

- Grup, Hükümet Meydanı’ndan Atatürk Caddesi’ne yönelmiştir. (15.00)

- Atatürk Caddesi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na gelinirken, sayı yaklaşık 8-9 bini bulmuştur. (15.10)

- Hükümet Meydanı’ndan İstasyon Caddesi yoluyla Kültür Merkezi’ne gelen göstericiler, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etmiş; Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla taşlı sopalı çatışma, polisçe, fazla büyümeden, zor kullanılarak önlenmiştir. (15.30)

- Valilik tarafından görevlendirilen Belediye Başkanı, Kültür Merkezi önündeki topluluğu sakinleştirmek için bir konuşma yapmıştır. (15.48)

- Kültür Merkezi’nden İstasyon Caddesi yoluyla yeniden Hükümet Meydanı’na ve Madımak Oteli civarına gelen yaklaşık 10 bin kişilik gösterici grubu, slogan atmaya devam etmiştir. (15.55)

- Madımak Oteli önünde toplanan yaklaşık 15 bin göstericiye, Valilik’ten gelen istek üzerine, Belediye Başkanı ve Büyük Birlik Partisi İlçe Başkanı birer konuşma yapmışlardır. (18.00)

- Belediye İtfaiye araçları, Hükümet Meydanı’na gelmiştir. (18.30)

- Kültür Merkezi önündeki heykel, belediye garajına konulmak amacıyla Meydan’dan geçirilirken, topluluk tarafından Madımak Oteli önüne getirilmiştir. (19.14)

- Madımak Oteli önündeki araçlar ve heykel ateşe verilmiştir. (19.50)

- Otele yaklaşmak isteyen itfaiye araçlarına, göstericiler yere yatarak engel olmuşlardır. (20.00)

- İtfaiye, otele güçlükle yaklaşabilmiştir. (20.05)

- Yangın Otele de sıçramıştır. (20.10)

- Afyon Sokak’tan (arka taraftan) gelen itfaiye, yangını söndürmeye başlamıştır. (20.20)

- Hükümet Meydanı’na gelen göstericiler, Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlamışlardır. (20.40)

- Güvenlik kuvvetleri havaya ateş etmiş ve göstericiler dağılmaya başlamıştır. (20.50)

- Kalabalık, küçük gruplar halinde şehrin çeşitli kesimlerine yayılmıştır. (21.00)

- Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk Büstü tahrip edilmiştir. (21.40)

- Sayın İçişleri Bakanı Valiliğe gelerek, olaylarla ilgili bilgi almıştır. (22.00)

- Valilikçe ilan edilen ”sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hâkimiyet sağlamışlardır. (23.00)

III. Olayın Nedeni

Olayların asıl nedeni, dinsiz olduğunu birçok kez açıklayan yazar Aziz Nesin’i bahane eden irtica yanlısı ve devlet düşmanı odakların, fırsattan yararlanıp, halkı, işsiz, güçsüz kişileri galeyana getirmesi ve istismar etmesidir.

Olaylar, idarenin elinde olmayan, kanunsuz göstericiler karşısında eldeki güvenlik güçlerinin kesin üstünlüğünü imkansız kılan bir gelişim seyretmiştir. Gelişmeler, dakika dakika hükümet yetkililerine ve üst düzey yöneticilere iletilmiştir.

Çeşitli camilerden çıkan ve normal bir kalabalık içinde küçük gruplar halinde değişik yönlerden gelen göstericiler, bir anda Hükümet Konağı önünde kanunsuz gösterilerine başladılar. 13.30 dolaylarında başlayan bu ilk olay üzerine, derhal Emniyet ve Jandarma üsleri ile yaptığım haberleşmede, başlayan olaya karşı alınacak önlemler değerlendirilmeye ve uygulamaya sokulmuştur. Olayın, ilk dakikalarında yarattığı izlenim, toplanan kişilerin hemen dağılıp gidecekleri şeklinde olmuştur.

Topluluğun Hükümet Konağı önünden ayrılmayıp slogan atmayı sürdürdükleri ve yere oturmaya başladıkları görüldüğünde, işin ciddiyeti anlaşılmış ve saat 13.45’te, yani olayın başlamasından 15 dakika sonra, Tugay Komutanı’ndan askeri güç talebinde bulunulmuştur. 13.45’te başlayan ve aralıklarla süren takviye kuvvet isteme talebine gecikerek karşılık verilmiştir. Hazırlandığı bildirilen kırk kişilik ilk kuvvet, Hükümet Konağı önüne ancak saat 16.00 dolaylarında ulaşmıştır.

Saat 19.10’da Genelkurmay Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesine kadar, Tugay güçlerinin olay mahalline sevki mümkün olamamıştır. Sayın Genelkurmay Başkanı bu telefon görüşmesinde, Tugay’ın tüm gücünün olaylara müdahale etmek üzere kullanılacağını bildirmiştir. Saat 19.45’te, göstericiler kundaklanmış Madımak Oteli’ne girmek üzereyken, Tugay’ın son gelen ek gücü, koşar adımla kalabalığa müdahale etmeye çalışmış, ama kalabalığı yaramamıştır. Tugay takviyesinin en son anda, saldırganlar otele girmek üzereyken ulaşmakta olduğu, deşifre edilecek Emniyet telsiz konuşmalarından, Emniyet Müdürü ile yaptığım haberleşmelerden de anlaşılmaktadır.

Bu kritik anda yanımda bulunan İl Jandarma Komutanı’nın emri ile Jandarma timinin havaya ateş açması, olayların daha vahim noktalara gitmesini önlemede etkin olmuştur.

IV. Son Değerlendirme

1. Kanunsuz bir toplum olayına dönüşeceği yönünde kesin bir belirti bulunmamasına rağmen her türlü güvenlik önleminin alındığı etkinliklerde fanatik bir grubun çıkarttığı olayın, daha önceki yıllarda yaşanan ve tüm şehri kaplayan mezhepler arası çatışmaya dönüşmemesi, güvenlik güçlerinin halk üzerine ateş edip olayları daha da alevlendirmesi yanlışlığına düşülmemesi yönünde her türlü duyarlılık gösterilmiştir.

Keza aynı yaklaşım, Sayın Başbakan’ımız ve İçişleri Bakanı’mızla yaptığım telefon görüşmelerinde, ‘Gösteriler içindeki halkın, güvenlik güçlerinin ve saldırıya hedef olan misafirlerin hepsinin korunması zorunluluğu olmadıkça kuvvete başvurulmaması’ şeklinde tekrar edilmiş ve bu yönde talimatlar alınmıştır.

2. İlk anda kuvvete başvurup, grubun tüm şehre yayılması; olayların tüm şehri kaplaması ve sayıca yetersiz güvenlik güçlerinin şehre yayılan olaylar karşısında iyice güçsüz bir duruma düşmesi ve olayların daha büyük facialara dönüşmesi sonuçlarını yaratabilirdi.

3. Çevre illerden gelen takviye güçler, 25-30 sayıları mertebesinde kalmış, Tugay’ın tüm gücünün bir anda seferber edilmemesi de, mevcut güvenlik kadrosuna yeterli desteğin zamanında katılamaması sonucunu doğurmuştur.

V. Sonuç

Sonuç olarak, yaşanan üzücü olayın öncesinde, olay sırasında ve sonrasında, eldeki tüm olanaklar ve güvenlik gücü kullanılmaya çalışılarak, ilimizde bulunan askeri birlik, 5. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı Sayın Müsteşarı’nın bilgisi altında Kayseri ve Tokat illerinden; ilimiz Hafik, Yıldızeli, Kangal, Şarkışla ve Zara Kaymakamlarından takviye kuvvet zamanında istenilmiş, Sayın Başbakan’a, Sayın İçişleri Bakanı’na, Sayın İçişleri Bakanlığı Müsteşarı’na, uçak ve helikopterle takviye gönderilmesi talebi arz edilmiştir. Yaşanan bu üzücü olayda, Valiliğimiz yasal ve idari her türlü çareye başvurmuş, gerekli makamlarla haberleşme ve koordinasyon içinde bulunmuştur. Dünyanın her yerinde, ülkemizin birçok yerleşim merkezinde de yapılması gereken en temel iş, olayları sınırlamak ve büyümesini engellemektir. Bu çerçevede Valiliğimiz görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmiştir.

f) Tahrik mi, Tertip mi?

Devletin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan düzeyindeki yetkililerinin olaya yaklaşımları, yakılanların bunu sanki hak ettiği yolundadır. Saldırganlara yönelik herhangi bir tutum alınmasına karşı çıkmakta, olayın tahrike bağlı bir duyarlık olduğunu iddia etmektedirler.

Böyle bir tutum, etkilerini göstermekte gecikmedi. Nitekim Emniyet Müdürü ile Vali hemen görevden alınır. Katliam soruşturması, Aziz NESİN’in tahrikleri ekseninde yürütülür.

Emniyet tahkikatı bu yöndedir ve Savcılık da böyle bir yol tutturmuştur. Cumhuriyet Savcılığı soruşturmasında, katliamı planlayan ve başlatan örgütler üzerinde durulmamış; saldırı Aziz NESİN’ın tahriklerine bağlanmış ve iddianame, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet temelinde hazırlanmıştır. (Sivas Savcısının hazırladığı iddianame: Hazırlık 1993/2460, Sivas Asliye Ceza Mahkemesi)

Ankara DGM Savcılarının 1 Nolu DGM’ye sunduğu iddianamede de, “Sivas’ta Pir Sultan Şenlikleri ve bu şenliklere katılan, bir konuşma da yapan, Aziz NESİN gibi dini inkâr etmekten öte, İslâm dinini küçültücü, aşağılayıcı bir kitabı da neşrettiren, Türk halkına aptal demekten çekinmeyen kişilerin davet edilmesi” gibi ifadelere yer verilmiştir. 8 DGM Savcıları da, katliamı planlayanları ve başlatan örgütleri ortaya çıkarmaktan yana olmamış ve olayları Aziz NESİN’in tahrikine bağlamışlardır.

Ankara 1 Nolu DGM de gerekçeli kararında (E: 1993/106, K: 1994/190), saldırıyı ve katliamı Aziz NESİN’in tahrikine bağlayarak olaylarda bir örgüt aramanın gereksiz olduğuna karar vermiş, sanıkların cezasında da dörtte bir oranında indirim uygulamıştır.

Oysa saldırının ve katliamın örgütlü olarak planlandığına dair tanık ifadeleri ve belgeler bulunmaktadır. Üstelik bunların tümü mahkemeye sunulmuştur. Olaylardan iki gün önce kentte, “Müslüman Kamuoyuna” başlıklı bir bildirinin dağıtıldığını belirtmiştik. Şenliklerin birinci gününün akşamı, “Halkımıza Çağrı” başlığı taşıyan ikinci bir bildirinin dağıtıldığı da vurgulanmıştı. Malatya Valisi, saldırıdan bir gün önce bir otobüs dolusu Aczmendi militanının Malatya’dan Sivas’a geldiğini, basına söylemiştir. Yine daha önce aktardığımız gibi, şenliklerin birinci ve ikinci günleri, Sivas’taki yerel sağ basın organları (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke vb.) dağıtılan bildirilerin içeriğine uygun ve tahrik edici yazılar yayımlamışlardır.

Bu yazılı kaynaklara ek olarak, TBMM’nin olayla ilgili kurduğu Araştırma Komisyonuna ifade veren çeşitli görevlilerin anlatımları da ilginç bilgilerle yüklüdür.

O günlerde Sivas Emniyet Müdürü olan Doğukan ÖNER: “... Bu Perşembe günü de, Aziz NESİN Buriciye Medresesine gitmiş, Buriciye Medresesinde öğleye kadar kitap imzalamış, o akşama kadar belirli yerlerde gezmiş. O akşam çıkıp Madımak Oteli’ne gitmiş. Gece saat 21.00’de bir tek siyasi şubemizin korumasıyla birlikte yanında 8 kişi ile Madımak Oteli’nden çıkmışlar, Atatürk Caddesinden inmiş aşağıya; orada Sarayhan Restorantı var; Sarayhan Restorantına yaya gitmişler. Orada içki içtikten sonra da yine yaya olarak aynı ekiple o şekilde gitmişler. Yani ben şunu arz etmek istiyorum, yani olay bir tek Aziz NESİN’e yönelik olan bir hadise değildir.

“... Bu işte kesin provokasyon vardır. Bu işte kesin dışarıdan gelme birtakım güçler vardır. İlk defa camiye gittiğim zaman o caminin ön tarafında belirli birtakım gruplar vardı... Ben o grupları Madımak önünde görmedim...”

Mehmet YILDIZ (Sivas Emniyet Asayiş Müdürü): “Heykel getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük... Paşa Camisinden anons edilince, diyelim ki 200 kişi pankart astı. Amerikan Bayrağını yaktılar...”

Millet Partisi İl Başkanı: “Paşa Camisinde namaz bitmişti, bir kısım imamı beklemeden namaz biter bitmez dışarıda bir gürültü patırdı oldu... Amerikan Bayrağının yakılışını bizzat gördüm. Pankartı da cami duvarında asılı olarak gördük.”

Dr. Hüseyin POLAT (Tabibler Odası Başkanı):“Öncelikle bu saldırı devlete karşı yapıldı. Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı yapıldı. Belediye Başkanı ‘Gazanız mübarek olsun’ diyerek manevi destek verdi.”

Mehmet TALAY (Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü): “Aziz NESİN Sivas’a ilk kez gelmedi. Aziz NESİN bundan yedi, sekiz ay veya bir sene kadar önce kitap imza gününe gelmişti. Sonra Aziz NESİN’in konuştuğu gün Perşembe günü, olaylar 24 saat sonra çıkıyor. Tepki olarak olsaydı aynı gün tepki olurdu...”

Şakir ŞEKER (ANAP İl Başkanı): ”Caminin içinden insanlar çıkmaya başladığı anda, 20 veya 25 kişilik namazla hiç alakası olmayan ve namaz kılmayan bir grup, bahçede namaz kılan yere gelir ve bunlar bir pankart açarlar, arkasından da bir Amerikan Bayrağı ateşe verilir...” 10

Yine kamu tanıklarından Emniyet görevlileri İzzet KARADAĞ, Erol ÇÖL, Refik SUNGUR, Nazım GÜNAYDIN, Orhan Veli KARADAYI, Mehmet ÖZBEK, Ömer Faruk ÜNAL hazırlık ifadelerinde ve Mahkemedeki ifadelerinde saldırının ve katliamın organizeli olduğunu belirtmişlerdir. 11

Belgelerden ve tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı gibi, Sivas katliamı tahrik sonucu değil, örgütlü ve planlı hazırlıkların sonunda gerçekleşmiştir.

g) Yargı Süreci

Katliamdan birkaç gün sonra soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma ve yargılamanın gelişimi şöyledir:

1) Sivas C. Başsavcılığı, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefetten dolayı bazı kişiler hakkında soruşturma başlatır ve Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açar. Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi de 23. 08. 1993 gün, 1993/302 Esas, 1993/315 kararıyla, kamu güvenliği yönünden davayı Ankara Asliye Ceza Mahkemesine gönderir. Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 1993/1185 E. Kararıyla dava Ankara DGM’ye gönderilir.

2) Sivas C. Başsavcılığı, ayrıca 22. 07. 1993 gün ve 1993/2212 Hz. Sayılı iddianamesiyle Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açar. Mahkeme de kamu güvenliği nedeniyle dava dosyasını Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderir. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi de, oluşumunun DGM’yi ilgilendirdiği gerekçesiyle 11. 10. 1993 gün, 1993/169 E., 1993/150 sayılı kararıyla davayı Ankara DGM’ye gönderir.

3) Sivas İli, Kayseri DGM kapsamındadır. Bu yüzden, Kayseri DGM Savcılığı da soruşturma başlatır. Sonra 25. 08. 1993 gün, 1993/175 Esas, 1993/197 sayılı kararıyla davayı kamu düzeni bakımından Ankara DGM’ye gönderir.

4) Ankara DGM, kendisine gönderilen dava dosyaları hakkında 27. 10. 1993 tarih ve 1993/129 Esas, 1993/109 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verir. Böylece Mahkemeler arasında uyuşmazlık sonucu dava dosyası Yargıtay’a gider. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 08. 11. 1993 gün ve 1993/11824 Esas, 1993/11804 sayılı kararıyla Ankara DGM’nin yetkili olduğuna karar verir.

5) Ankara DGM, gerek Asliye Cezada açılan davaların dosyasını, gerekse Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dosyayı 1993/106 Esas kararıyla birleştirir. Sonuçta dava, Ankara 1 nolu DGM’de açılmıştır.

Görüldüğü gibi, saldırı ve katliam sırasında Emniyet, suçluları yakalamada oldukça pasif kalmış; Sivas’ın dışından gelen saldırganlar kolaylıkla Sivas’ı terketmişlerdir. Sonradan gözaltına alınanların tümüne yakını Sivas’ta oturanlardır.

Yargı sürecinde dava dosyası, Kayseri DGM, Sivas, Ankara Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleriyle, Ankara DGM ve Yargıtay arasında uzun süre dolaştırılmıştır. Böylece sıcağı sıcağına soruşturma başlatılmadığı gibi, suçluların çoğunluğu çoktan kayıplara karışmışlardır.

35 kişinin ölümüne, 60 kişinin yaralanmasına neden olan bu katliamın soruşturulmasına, yargılanmasına etki eden veya engellemeye çalışan gizli güçler mi vardır? Burası tartışma konusu olmuştur.Ama katliamın öncesi, sonrası ve yargılama süresinde saldırganların korunduğuna, basın ve kamuoyu tanık olmuştur.

Ankara 1 nolu DGM’ye sunulan iddianamede Sivas Katliamı şöyle anlatılmaktadır:

“İDDİANAME: 02. 07. 1993 Cuma günü her yıl olduğu gibi Banaz Köyü’nde yapılmakta olduğu söylenilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin bu yıl Sivas şehrine dikilen Pir Sultan Abdal Abidesi’nin açılışı nedeniyle Sivas il merkezinde yapılmış olması, toplantıya İslam dünyasında tepki yaratan Şeytan Ayetleri Kitabı’nı Türkiye’de de yayınlayan Aziz Nesin’in davet edilmesinin, il içinde olumsuz bir ortamın doğmasına neden olduğu gözlenmiştir. Sivas ilinde yaşayan vatandaşların bu duruma hassasiyetlerini gösterecekleri ve bir büyük olayın geleceği önceden bilinmesi de bir yana, yasal ve emniyet tedbirlerinin bu tür olayları önlemede etkin bir çare olamayacağı açıktır...

“İslam dünyasında tepki yaratan ‘Şeytan Ayetleri’ kitabının Türkiye’de yayınlanmasını yürüten ve Türk toplumunda sergilediği hareketleriyle hiç de iyi izlenim bırakmayan Aziz Nesin’in bu merasime (4. Pir Sultan Abdal şenliği) davet edilmesi, geleneksel olarak Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin her yıl Banaz Köyü’nde yapıldığını düşünürsek, bu şenliğin Sivas İl Merkezi’ne getirilmesi; kamu davasındaki bu olayı hazırlamıştır.

“İşte 02. 07. 1993 gününün Cuma olması ve camilerden çıkan halkın, fanatik dincilerin yönlendirmesiyle, yetkililerce olayın önlenmesi için yeterli tedbirin alınmaması ve geciktirilmesi,

“Ayrıca, fanatik toplulukça şenlikten bir gün önce il merkezinde yayınlanan gazetelerde açıklamalar yapılması ve halkı kışkırtan bildiriler dağıtılması;

“Hele hele Aziz Nesin’in İslam Dini’ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları;

“Kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması;

“Eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir.

Sivas ilinde meydana gelen bu vahim olay için de, ‘Bu şenlik neden İl Merkezi’nde yapılmıştır, neden Cuma gününe rastlatılmıştır, neden genelde halk tarafından hareketleri hiç de hoş karşılanmayan Aziz Nesin şenliğe davet edilmiş, kendisine konuşmalar yapma imkanı tanınmış, neden şenlikle hiç ilgisi olmayan terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulmuştur?’ soruları cevapsız kalmaktadır.

“Bir yanda ‘Marksist-Leninist’ düzene dayalı devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik oluşturulan yasa dışı terör örgütleri, özellikle PKK terör örgütünün; bir yanda fanatik dincilerin laik devlet düzenini cebren ilga edilip, yerine şeriat devlet düzeninin getirilmesine ilişkin;

“... Çalışmaları Sivas olayında tahrik ve teşvik şeklinde görüntülenerek gövde ve güç gösterisi oluşturulmuştur. Olaydan bir gün önce sokağa dökülen Marksist-Leninist düzene dayalı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik Dev-Sol, Dev-Genç, PKK terör örgütlerinin militanlarının katılmasıyla Sivas sokaklarında yapılan yürüyüş ve Aziz NESİN’in konuşmaları sergilediği tavrı, bir gün sonra meydana getirilecek olayların tahrikçisi olmuştur...” 12

DGM savcılarının iddianamelerinde, Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri ve bu şenliğe katılanlar “Dev-Sol, Dev-Genç, PKK” örgütleriyle bağlantılı olmakla suçlanmaktadır. Bu örgütlerin Sivas’ta yürüyüş yaptıklarından sözedilmektedir. Oysa Sivas Valiliğinin ve Emniyet Müdürlüğünün raporlarında böyle bir yürüyüş olmadığı belirtilmiştir. Yine, katliamı gerçekleştiren ırkçı-şeriatçı örgütlerden hiç söz edilmemiştir. Katliamın nedenini Aziz NESİN’in tahrikine ve sol örgütlere bağlayarak savcıların, katliamı yapanlardan yana taraflı olduğu görülmektedir.

Davanın ilk duruşması, Ankara 1 nolu DGM’de 21. 10. 1993 günü yapıldı. Duruşmayı izlemek üzere binlerce kişi Ankara DGM önüne geldi. Binin üstünde polis Adliyenin geliş yollarını çevirmişti. Saldırganların yakınlarının ve avukatlarının dışında kimseyi Adliyeye yaklaştırılmıyorlardı. Sivas’ta katledilenlerin aileleri ve avukatları içeri alınmadılar. Emniyet güçleri, duruşmayı izlemeye gelenlere ve katledilenlerin yakınlarına acımısızca saldırdılar. Kadınları saçlarından tutarak yerlerde sürüklediler ve copladılar. Ağza alınmayacak küfür ve hakaretler yapıldı. Birçok kişi gözaltına alındı.

İlk duruşma böyle başladı. Yakınlarını kaybeden aileler ve müdahil avukatları sonraki duruşmalara katılma imkanı buldular. Sanıklar, her duruşmada müdahil avukatlara ve yakınlarını kaybeden ailelere sözle ve el hareketleriyle hakarette bulunuyorlardı. Mahkeme heyeti bu tür hareketlere müdahale etmiyordu.

Müdahil avukatlar, katliamla ilgili elde edilmiş fotoğrafları, filmleri ve benzeri belgeleri mahkemeye sundular. Mahkemeye sunulan belgelerde saldırganlar, somut olarak görülüyordu. Ancak mahkeme heyeti avukatların belgelerin incelenmesi istemini kabul etmedi. Daha sonra davanın gelişimini, tanıkların ifadelerini basından ve kamuoyundan gizlemek için gizlilik kararı alındı. Müdahil avukatlar, mahkeme heyetinin tutumunu yanlı görerek reddi hakim isteminde bulundular. Avukatların bu istemi de reddedildi.

Mahkemenin yanlı tutumu karşısında, müdahil avukatlar, yaptıkları bir açıklamayla duruşmalara katılmama kararı aldılar:

“...Şeriat heveslilerinin, teokratik devlet özlemcilerinin yargılandığı ve Cumhuriyet tarihimizin en önemli davalarından olan Sivas Olayları Davasının her yönüyle topluma, halkımıza açık olması gerekir. Müdahil vekileri olarak, gerekçesi ve nedenleri bile tutanağa yazılmamış olan ‘Gizlilik kararı’nın sürmesini asla benimsemeyiz, yargılamanın kamuoyundaki inandırıcılığına gölge düşmesine göz yummayı, halkın haber alma hakkının tıkanmasını içimize sindiremeyiz ve hukuka uygun bulmayız.

“Bu nedenle meslektaşlarımız, müdahil müvekkillerin de isteklerini göz önünde bulundurarak; mahkemelerce verilmiş bulunan ‘Gizlilik kararı’ kaldırılıncaya kadar, duruşmalar halka açık olarak yapılıncaya kadar, duruşmalara girmeme ve mahkemeyi tarihi sorumluluğu ve hukuki yanlışlığı ile baş başa bırakma kararı vermişlerdir...” 13

Müdahil avukatların bu kararını desteklemek üzere, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi de tüm şubeleriyle açlık grevi kararını aldı. 14 Haziran 1994 günü başlayan ve18 Haziran akşamı sona eren dört günlük açlık grevine, Derneğin 35 Şubesinin tüm yönetim kadrosu katıldı. Açlık grevi süresince 100 binin üstünde kişi ve kurum temsilcisi Derneği ziyaret ederek destek verdiler. Buna ek olarak Ankara’da 200 bin bildiri dağıtıldı.

Bunca tepki ve uyarıya karşın, mahkeme heyeti kararında direnerek yargılamayı yürüttü. Gizlilik içinde yürütülen yargılama 26. 12. 1994’te karara bağlandı. Mahkemenin gerekçeli kararı şöyledir:

“Gerekçeli Karar: ...Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz NESİN’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz NESİN’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz NESİN olmasına rağmen hedefde sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların, laik-antilaik veya mezhep çatışması olmadığı, sadece İslam dinince mukaddes sayılan değerlerin aşağılanmasına tepki gösterildiği, Aziz NESİN’in Anadolu’nun herhangi bir vilayetinde da aynı tepkiyi görebileceği, dolayısıyla şahsa yönelik eylemin bir başka amaca çekilerek kamplaşma ve kutuplaşma yaratmasının hukuki ve sosyal bir yararı olmadığı kanaatindeyiz.

“... Olayların müştekisi Aziz NESİN’in, Bakanlar Kurulu’nun 24. 08. 1989 tarih ve 1989/14479 sayılı kararnamesinde, yazarı Salman RÜŞDİ olan ‘Şeytan Ayetleri’ isimli kitabın Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasını yasakladığı, Türkiye’de bu yasağa rağmen adı geçen kitabı Aydınlık Gazetesinde yayınladığı ve bu kitabın içeriği itibarıyla Müslümanların Peygamberi ve eşlerine karşı tahrik ve tazyif edici ibarelerin bulunması sebebiyle tüm Müslüman halkı bu yayından dolayı haksız şekilde tahrik ettiği, böylece olayların çıkmasının müsebbibi bulunduğu anlaşıldığından, sanıklara tayin olunan ceza TCK’nun 51/1 maddesi gereğince ¼ nisbetinde indirilecek... hapis cezasıyla ayrı ayrı cezalandırılmalarına...“ (Ankara 1 nolu DGM’nin Gerekçeli Kararı, Sayfa: 461/465) 14

Böylece Sivas katliamı davasının 22 sanığı hakkında 15’er yıl, 3 sanığı hakkında 10’ar yıl, 54 sanığı hakkında 3’er yıl, 6 sanığı hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanığı hakkında da beraat kararı verildi.

DGM’nin kararında katliamı gerçekleştiren faşist (ırkçı-şeriatçı) örgütlerden söz edilmediği gibi, katliam Cumhuriyete ve laikliğe karşı bir eylem olarak da değerlendirilmemiştir. Ama bir suçlu gerekliydi ve o da bulunmuştu: Aziz NESİN. Üstelik bu hiç de yeni bir şey değildi; devletin yetkilileri, siyasi iktidarın sözcüleri, emniyet yetkilileri ve savcılar da, Sivas katliamının örgütlü bir hareket olmadığını, Aziz NESİN’in tahrikiyle ortaya çıkmış bir tepkinin sonucu olduğunu, olayın ilk gününde açıklamışlardı.

Müdahil avukatlar, DGM’nin kararını taraflı, hukuka ve adalete aykırı olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyiz ettiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Esas No: 1996/688, Karar No: 1996/4716 kararıyla, “Katliamın Cumhuriyete, Laikliğe ve Demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek DGM’nin kararını esastan bozdu.

Ankara 1 nolu DGM, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı. Karar, 28. 11. 1997’de açıklandı. Mahkemenin Esas No: 1996/84, Karar No: 1996/199 Gerekçeli Kararında şu ifadelere yer veriliyordu:

“... 7-8 saatlik uzun bir zaman süreci içerisinde güvenlik görevlilerince yapılmış olan çeşitli uyarılara rağmen dağılmayarak Hükümet Konağının önünde bulunan güvenlik görevlilerini kurduğu barikatın da zorlanıp devlet ve hükümetin il’de temsilcisi olan valiye ‘Şerefsiz vali’, ‘Vali istifa’ şeklinde, yürüyüşler ve toplanmalar sırasında Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerine aykırı biçimde ‘Şeriat gelecek zulüm bitecek’, ‘Cumhuriyeti burada kurduk, burada yıkacağız’, ‘Yaşasın şeriat, kahrolsun laiklik’, ‘Şeriat isteriz’, ‘Dinsiz laikler’ sloganlarının atılması, bir kısım işyeri, mesken ve araçların yakılması ‘Yak yak’ sloganları altında güvenlik görevlilerinin kurduğu barikatın cebir kullanılmak suretiyle açılıp otelin yakılması suretiyle 35 kişinin öldürülmüş ve çok sayıda kişi ve güvenlik görevlisinin yaralanmış bulunması ve nihayet Türk İnkılabının temel taşlarından birisi olan Sivas Kongresinin imzalandığı ve sonradan müzeye dönüştürülmüş bulunan bina ile önündeki Atatürk Heykelinin tahrip edilmiş olması, olayda kullanılan cebir, bir kısım icra hareketlerinin TCK’nin 146. Maddesinde belirtilen sonucu yaratmaya elverişliğinin ve Aziz NESİN’in düşünce ve davranışları bahane edilmek suretiyle Anayasal düzenin en önemli ilkelerinden olan Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bulunduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır...” (Gerekçeli Karar, s. 65-67)

DGM’nin kararında 33 sanığa idam, diğerlerine de muhtelif ağır hapis cezaları verilmiştir.

Mahkemenin kararı taraflarca temyiz edilmiştir Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, 24. 12. 1998 günü verdiği kararda hapis cezaları onaylanırken, 33 idam cezası bazı usul noksanlıkları nedeniyle bozulmuştur. Dava bir kez daha DGM önündedir.

KAYNAKLAR

1) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas, s. 27

2) İlke Dergisi, Sayı: 58 (Ekim 1978)

3) PSAKD Arşivi

4) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s. 319

5) A.g.e., s. 323

6) A.g.e., s. 335

7) A.g.e., s. 330 ve Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı, s. 41

8) Gerekçeli Karar (Ankara 1 nolu DGM: 1993/106, Karar: 1994/190)

9) Sivas Dosyası (TBMM Araştırma Komisyonu Dosyası)

10) A.g.e.

11) Kayseri DGM Savcılığı (16. 07. 1993-KL -4)

12) Gerekçeli Karar (Ankara 1 nolu DGM: 1993/106, Karar: 1994/190), s. 95, 96, 111, 112

13) A.g.e.

14) A.g.e.



Bu bölümle ilgili geniş bilgi için şu kaynaklardan yararlanılabilir

A- Kitaplar:

1) Muzaffer İlhan ERDOST, Üç Sivas

2) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas

3) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını

4) Çetin YİĞENOĞLU, Ölü Ozanlar Kenti Sivas

5) Ali YILDIRIM, Ateşe Semaha Durmak

6) Ali BALKIZ, Sivas’tan Sydney’e Pir Sultan

7) Bilinmeyen Yönleriyle Sivas Katliamı, Ayyıldız Yayınları

8) Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı

9) Serdar DOĞAN, Yaşamak

10) Öner YAĞCI, Sivas’ı Unutmadık

B-Dergiler:

1) Pir Sultan Abdal / Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı 8, Ağustos 1993

2) A.g.e., Sayı 9, Ekim 1993

3) A.g.e., Sayı 10, Aralık 1993

4) A.g.e., Sayı 12, Haziran 1994

5) A.g.e., Sayı 13, Ocak 1995

6) A.g.e., Sayı 15, Haziran 1995

7) A.g.e., Sayı 16, Temmuz 1995

8) A.g.e., Sayı 20, Eylül 1996

9) A.g.e., Sayı 23, Temmuz 1997

10) A.g.e., Sayı 24, Ekim 1997



C-Gazeteler:

1) Cumhuriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10,11 Temmuz 1993

2) Miliyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 Temmuz 1993

3) Hürriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, ,9 10 Temmuz 1993

4) Aydınlık, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 Temmuz 1993

5) Sonhavadis, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993

6) Tercüman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993

7) Akşam, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993

8) Akit, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993

9) Zaman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993

10) Sabah, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993

11) Türkiye, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993

Alıntıdır..


Al cnm bunları bunların yeterli olcağını sanmıyorum sen kendin de araştırma yap..

Ben ölen bi insanın arkasından atıp tutmadım..

Ölen her kim olursa olsun bu günahtır..

Hee şunu da söleyimm bu dönemde ülkücülerin basında Muhsin Yazıcıoğlu varmış..
 
Son düzenleme:
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Hamile kadınların karnını deştiler
23 Aralık’ta ise camilerden ve belediye hoparlöründen, ‘Bütün din kardeşlerimiz son görevlerini yapsınlar’ şeklinde anonslar yapıldı. Ve ardından Alevilerin yaşadığı mahallelere otomatik silahlarla saldırılar başladı. Önceden kırmızı boya ile işaretlenen evler tek tek yakıldı. Polisin ve askerlerin önlem almamaları faşist ve şeriatçı çetelerin Maraş’ı tamamen ele geçirmesine neden oldu. Maraş’ı kan gölüne çeviren caniler Alevi kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, kundaktaki çocukları boğazladılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ettiler, kadınların memelerini kestiler. Çocukların gözlerini şişlerle oydular, insanları baltalarla doğradılar. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak mahalleleri camilerinin imamları da yer aldı. Mahalle muhtarı saldırganlara silah dağıttı. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat taşıdı. Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın söyledikleri şeriatçılarla, faşist çetelerin katliam için nasıl bir araya geldiklerini göstermesi bakımından hayli çarpıcıydı. İmam Yıldız, cuma vaazında ‘Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır’ diye halkı kışkırttı.

Bu yazıyı yazan kişinin kim oldğunu öğrenmek istiyorum..

yani bütün bunları bu adam mı yaptı..

Ben ikna oLmadım..

Sivas alevi vatandaşlarının en yoğun olduğu bir şehirse eğer Muhsin yazıcıoğLu bu %50 oyu bu şehirden nasıl aldı..??

o zaman bu insanlar bu tarihlerini demek ki hafızalardından tamemen silmişler yani öyle bir tarihki nasıl oluyorda bukadar kolay silinebiliyor hafızalardan..

Bak tatLım akp öyle yada böyle yeniden iktidar bu yazıların hepsi bir karalama kampanyası..

Muhsin yazıcıoğLuna gelince..

o adamın hayatını okudum ben..Bu adam cezaevinde yıllarca kalırken 5 yıl hücre cezası alırken türlü işkencelere maruz kalırken devlet nerdeymiş???

Şimdi beni iyi dinle alevi sünni ve kürtü hepimiz kardeşiz bize böyle saçma sapan olayları olur olmaz bir şekilde anlattıklarında hemen inanıyoruz..

ve hemen tepkimizi koyuyoruz onların istediklerini yapıyoruz..

Ben sana katılmıyorum sadece sana söyleyebileceğim tek şey..

öLmüş bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz yapacak oldğunuz bir dua onu okumazsınz olur biter..

inanmıyorum + ikna oLmadım..;)
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Hamile kadınların karnını deştiler
23 Aralık’ta ise camilerden ve belediye hoparlöründen, ‘Bütün din kardeşlerimiz son görevlerini yapsınlar’ şeklinde anonslar yapıldı. Ve ardından Alevilerin yaşadığı mahallelere otomatik silahlarla saldırılar başladı. Önceden kırmızı boya ile işaretlenen evler tek tek yakıldı. Polisin ve askerlerin önlem almamaları faşist ve şeriatçı çetelerin Maraş’ı tamamen ele geçirmesine neden oldu. Maraş’ı kan gölüne çeviren caniler Alevi kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, kundaktaki çocukları boğazladılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ettiler, kadınların memelerini kestiler. Çocukların gözlerini şişlerle oydular, insanları baltalarla doğradılar. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak mahalleleri camilerinin imamları da yer aldı. Mahalle muhtarı saldırganlara silah dağıttı. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat taşıdı. Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın söyledikleri şeriatçılarla, faşist çetelerin katliam için nasıl bir araya geldiklerini göstermesi bakımından hayli çarpıcıydı. İmam Yıldız, cuma vaazında ‘Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır’ diye halkı kışkırttı.

Bu yazıyı yazan kişinin kim oldğunu öğrenmek istiyorum..

yani bütün bunları bu adam mı yaptı..

Ben ikna oLmadım..

Sivas alevi vatandaşlarının en yoğun olduğu bir şehirse eğer Muhsin yazıcıoğLu bu %50 oyu bu şehirden nasıl aldı..??

o zaman bu insanlar bu tarihlerini demek ki hafızalardından tamemen silmişler yani öyle bir tarihki nasıl oluyorda bukadar kolay silinebiliyor hafızalardan..

Bak tatLım akp öyle yada böyle yeniden iktidar bu yazıların hepsi bir karalama kampanyası..

Muhsin yazıcıoğLuna gelince..

o adamın hayatını okudum ben..Bu adam cezaevinde yıllarca kalırken 5 yıl hücre cezası alırken türlü işkencelere maruz kalırken devlet nerdeymiş???

Şimdi beni iyi dinle alevi sünni ve kürtü hepimiz kardeşiz bize böyle saçma sapan olayları olur olmaz bir şekilde anlattıklarında hemen inanıyoruz..

ve hemen tepkimizi koyuyoruz onların istediklerini yapıyoruz..

Ben sana katılmıyorum sadece sana söyleyebileceğim tek şey..

öLmüş bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz yapacak oldğunuz bir dua onu okumazsınz olur biter..

inanmıyorum + ikna oLmadım..;)

Bak ablacımm..Ben ölen bi insanın ardından konusmam..Sadece konu hakkındkai bilgilerimi söyledim..Demin de dediğim gibi kim olursa olsun günahtır..
Bunları yapan Muhsin Yazıcıoğlu demiorum tek basına bunları yapamaz zaten..Bu MHP'nin ve ülkücülerin yaptığı bişey ve o dönemde ülkücüleirn lideri de Muhsin Yazıcıoğlu..Dediğin gibi okuyacağımız bi dua onu da okumam..
Sivas'a gelince Sivasın hepsi Alevi değildir..Oraya festival için gidenler yakılmış..Ordan oy alması doğal çünkü Hepsi Alevi değil..
Ayrıca alıntı yaptığın maraş olayı Sivas katliamı değil..
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Bak ablacımm..Ben ölen bi insanın ardından konusmam..Sadece konu hakkındkai bilgilerimi söyledim..Demin de dediğim gibi kim olursa olsun günahtır..
Bunları yapan Muhsin Yazıcıoğlu demiorum tek basına bunları yapamaz zaten..Bu MHP'nin ve ülkücülerin yaptığı bişey ve o dönemde ülkücüleirn lideri de Muhsin Yazıcıoğlu..Dediğin gibi okuyacağımız bi dua onu da okumam..
Sivas'a gelince Sivasın hepsi Alevi değildir..Oraya festival için gidenler yakılmış..Ordan oy alması doğal çünkü Hepsi Alevi değil..
Ayrıca alıntı yaptığın maraş olayı Sivas katliamı değil..

HakLısın tatlım zaten bizdede yakışmaz öLünün arkasından konuşmak ama ben yinde o adamın bunları yaptığına inanmıyorum ve hiçbir tezde buna beni inandıramz..

duanı okuma ama imzandaki bedelini ödüyor yazınıda değiş cnm ..;)
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

:):) tmm :D İmzamda arkasından konustuğumu düşünmüorum senin için değiştirdimm :D
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

farklı inançlara,farklı mezheplere farklı kültürlere, saygım vardır...

Fakat...
İslamiyete inanmıyorlar diye öldürmek yanlış..bunda hemfikiriz..
Ama...
İslamiyete çomak sokmaya çalışanların ölümü HAK'tır ;)

O dönemde sağcı--solcu olayları hat safhadaydı...
Nasıl,solcular yandaşlarını kışkırtıp sağcıları vurdularsa,
Sağcılarda,yandaşlarıyla beraber solculara çok kurşun sıkmıştır...

E yani ülkeyi bölüp,kışkırtmaya çalışanlara karşı eli kolu bağlı oturulamazdı da...

Burdan bilmeden konuşmak kolaydır..

Fakat ne dolapların döndüğünü hiçbirimiz bilemeyiz...
O çok iyi sandığınız öldürülen kişilerin,,nelere çomak soktuğunu da bilemeyiz...

ki,Muhsin yazıcıoğlu... dilinden Allah kelamı düşmeyen,abdestsiz adım atmayan,normal hayatında bile mütevazi ve İslamın gerekliliklerini yerine getiren,,bunlarla övünüp,gerek gerçek hayatında,gerekse medyada kibire kapılarak bunlardan bahsetmeyen bir insandı...
Gerçek hayatta da tanıdığım,sohbet ettiğim bir isimdir...



Sanmıyorum...Ve hatta Eminim...''GEREKSİZ BOŞ YERE,,DURUP DURURKEN bir insanı öldürmez..!!!''


Teşekkürler yorumlar için....
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

Bu yazıyı yazan kişinin kim oldğunu öğrenmek istiyorum..

yani bütün bunları bu adam mı yaptı..

Ben ikna oLmadım..

Sivas alevi vatandaşlarının en yoğun olduğu bir şehirse eğer Muhsin yazıcıoğLu bu %50 oyu bu şehirden nasıl aldı..??

o zaman bu insanlar bu tarihlerini demek ki hafızalardından tamemen silmişler yani öyle bir tarihki nasıl oluyorda bukadar kolay silinebiliyor hafızalardan..

Bak tatLım akp öyle yada böyle yeniden iktidar bu yazıların hepsi bir karalama kampanyası..

Muhsin yazıcıoğLuna gelince..

o adamın hayatını okudum ben..Bu adam cezaevinde yıllarca kalırken 5 yıl hücre cezası alırken türlü işkencelere maruz kalırken devlet nerdeymiş???

Şimdi beni iyi dinle alevi sünni ve kürtü hepimiz kardeşiz bize böyle saçma sapan olayları olur olmaz bir şekilde anlattıklarında hemen inanıyoruz..

ve hemen tepkimizi koyuyoruz onların istediklerini yapıyoruz..

Ben sana katılmıyorum sadece sana söyleyebileceğim tek şey..

öLmüş bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz yapacak oldğunuz bir dua onu okumazsınz olur biter..

inanmıyorum + ikna oLmadım..;)


hepsini baştan sona okudum sana aynen katılıyorum..süpersin inanılcak gibi dğil vatanını böyle seven adamın arkasında böyle yazılar..;)
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

orada yaralanan ölenlerin çoğu komünist.. hem 7 yıl hapis yatarak onca işkenceyi çekerek ödemedi mi bedelini???
 
---> Muhsin Yazıcıoğlu..

zeynepcim sana istinaden yazmadım onu kendi adıma söyledim umarım yanlış anlamamışsındır
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst