Merak Ettiginiz Dini Sorular

---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Namaz kılmayan cehenneme mi gidiyor?

Camii de müftülük yapan bir hocadan duymuştum, dedi ki "Allah bütün günahlarınızı af eder ama kul hakkını asla " ...

Zaten gerekli açıklamayı Melek abla yapmış sağ olsun .
Yukarıda ki sözden de anlaşıldığı gibi "kul hakkı yememek" çok önemli .
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

bende duymustum.

namaz kilmiyorsan, obur dunyada kizgin sac uzerinde namaz borclarini odeyecekmissin.

her musluman '' la ilahe illallah Muhammeden resullullah'' diyen cennete gidecek. AMA gunahlarimizin cezasini cektikten sonra (gunahi olanlar)
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Rica ederim...

Evet kul hakkı çok önemli.. kul, hakkını helal etmedikçe Allah affetmiyor...o yüzden hak yememek Lazım ...ama o kadar çok hak yiyoruz ki haddi hesabı yok...gıybet (dedikodu) bile bir hak sayılıyor
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

önce hakkında hayırlısı olsun Nazlı'cım...bazen rüyaları çıkan ve ruyasını kendisi yorumlayan insanlar vardır bende ruyalarını kendi yorumlayan ve pek saçma rüyalar görmeyenlerdenim, yani rüyalarıma inanırım bazen ona göre davranırım...eger annende böyleyse biraz dikkate almak lazım olabilir, üstte de yazdıgımız gibi, istihareye yatıp rüya görenler ve dogru cıkanlarda cok vardır ama hiç görmeyenler yada rüyası tam olarak dogru cıkmayanlarda vardır...yani sen anneni tanıyorsun eger daha öncede rüyaları cıktıysa, arkadaşınla olan ilişkini tamamen kesmek değil belki ama onun hakkında karar vermek için biraz daha bekleyip zamana bırakman gerekir gibi düşünüyorum...tabi sadece bir rüya yüzünden tamamen ilişkiyi bitirmek olmaz ama acele etmemekte de fayda var...bu insan yeni tanıdıgın biriyse daha da bekle bnce..Allah bazı insanlara rüyalarında, bazı insanlara kuvvetli his olarak bişeyler gösterir, yada hissettirir, uyarı verir...annende o insanlar arasında olabilir...
Çok teşekkür ederim daha dikkatli olacam öyleyse ve evet arkadaşımla yeni tanıştık sayılır. Ben dua etmeye devam edeyim Allahın izniyle dua kaderi değiştirirmiş. Her şeyin hayırlısı...
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

en güzeli ve dogrusu dua etmek elbette...Allah hakkında hayırlısı versin inşallah

ben teşekkür ederim
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Öncelikle bizi birbirimize dost ve akraba kılan ve dost ve akrabalarımıza iyi davranmamızı, onlar ile sıla yapmamızı, onların sevinci ile sevinmemizi, derdi ile dertlenmemizi emreden Cenâb-ı Allah’tır. Öyle ki, Kur’ân’a göre mü’minlerden birbirine en yakın olanlar akrabalardır1 ve akrabalar birbirleri ile alâkalarını kesmemeleri gerekir. Nitekim Kur’ân, “Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının”2 buyuruyor.
Dünyada bizi birbirimize dost ve akraba kılan Cenâb-ı Allah’ın, ahrette bizi ayıracağını düşünmek esasen Allah’ın rahmet ve şefkat sıfatları ile çelişir. Çünkü dostların ve akrabaların ayrılıkları insanı gerçekten incittiği gibi, esasen Allah’ın rahmetini de, şefkatini de–-tâbir caizse—incitiyor.

Hiç şüphesiz, mahşerde yargılanırken, kişinin, fıtrî bir seyir ile kendi hak ve hukukunun peşine düşeceği, hakkını çiğneyen kimseleri, bu annesi ve babası da olsa, akrabası da olsa görüp hakkını isteyeceği; haksız kimselerin ise, borçlu olduğu kimselerden kaçmak isteyeceği Kur’ân’ın haber verdiği bir gerçek: “O pek kuvvetli sayha geldiği vakit… O gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, zevcesinden ve oğullarından kaçar! Onlardan her kişinin (o gün) kendine yetecek derdi ve meşguliyeti vardır.” 3

Diğer yandan kâfir olmanın, akrabalık bağlarını ebediyen kopardığını, kâfir kimselerin, Müslüman kimsenin zürriyetinden de sayılmadığını yine bize Kur’ân bildiriyor. Meselâ Hazret-i Nuh (as) kendisini inkâr edip gemiye binmeyen ve gözleri önünde kükreyen suyun dalgaları içinde boğulup giden oğlu Kenan hakkında af dilemek istedi. “Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir” 4 demişti. Fakat Allah şöyle buyurdu: “Ey Nûh! O, senin ailenden değildir. Çünkü o, sâlih olmayan bir amel sahibidir (kâfirdir). O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Seni, cahillerden olmaktan menederim.” 5 Keza Hazret-i Nuh (as) bir münkir olan karısı için de şefaat etmek ve kurtarmak istedi. Ancak kurtaramadı. İşte âyet: “Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, ‘Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!’ denildi.” 6

Ancak mü’min olan bütün dost ve akrabaların gerek kabirde, gerekse mahşerden sonra buluşacağı ve mahşer dışında ayrılık yaşamayacağı, mahşerdeki yargılamada bile Cenâb-ı Allah’ın dost ve akrabaları uzlaştırıp helâlleştireceği, aralarında hak ve hukuk meseleleri varsa Kendi yüksek rahmetiyle barıştırıp, hak isteyene Cennetinden verip râzı edeceği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (asm) dost ve akrabalardan cehenneme düşenlerle ilgili olarak, Allah’ın, Cennet ehlinin ricasını ve duâsını kabul edip Cehennem’de ziyaret değil, Cehennem’den tamamen kurtaracağını müjdelemiştir. Şöyle buyurmuştur:

“Mü’minler ateşten kurtuldukları zaman, Allah’a yemin ederim ki, sizden hiçbir kimsenin, hakkı tamamıyla ortaya çıkarmak hususunda Allah’a yalvarıp yakarması, kıyamet gününde mü’minlerin ateşte olan kardeşleri, dost ve akrabaları için Allah’a yalvarmaları kadar şiddetli olmamıştır! Mü’minler: ‘Ey Rabbimiz! Bunlar bizimle beraber oruç tuttular ve haccettiler’ derler. Onlara: ‘Tanıdığınız kimseleri ateşten dışarı çıkarınız. Onlar ateşe haram edilmiştir!’ denir. Mü'minler, kimi inciklerine, kimi de dizlerine kadar ateşe gömülmüş olduğu halde pek çok insanı ateşten dışarı çıkarırlar. Sonra: ‘Ey Rabbimiz! Cehennem’de emrettiğin hiçbir kimseyi bırakmadık!‘ derler. Allah: ‘Geri dönün! Kalbinde bir dinar ağırlığında iman ve Allah korkusu olan her kimi bulursanız onu da çıkarınız!’ buyurur. Onlar yine pek çok insanı ateşten çıkarırlar. Sonra: ‘Ey Rabbimiz! Cehennemde, emrettiğin hiç kimseyi bırakmadık!‘ derler. Allah tekrar: ‘Dönünüz! Kalbinde yarım dinar ağırlığınca iman bulunan her kimi bulursanız onu da çıkarınız!’ buyurur. Onlar yine pek çok insanı ateşten çıkarırlar. Sonra tekrar: ‘Ey Rabbimiz! Bize emrettiğin hiçbir kimse Cehennemde kalmadı’ derler. Allah yine: ‘Dönünüz! Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimseyi ateşten çıkarınız!’ buyurur. Onlar yine pek çok insanı çıkarırlar. Sonra: ‘Ey Rabbimiz! Cehennemde zerre kadar da olsa iman ve hayır sahibi hiç kimse kalmadı!’ derler.” 7

İşte Allah kullarını böylesine ateşten kurtaracak olan Rahman ve Rahim’dir.
Beklediğim cevaptı sevdikleimizden ebediyen ayrılamayız :)
Teşekkür ederim ilginiz için :)
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

gayri muslumler cennete giremeyecekler mi ?
orn.edison ,
insanliga bu kadar buyuk hizmeti olsa da
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

gayri muslumler cennete giremeyecekler mi ?
orn.edison ,
insanliga bu kadar buyuk hizmeti olsa da

“Size ne oluyor da münafıklar hakkında ikiye bölünüyorsunuz? Halbuki kendileri hak ettikleri için Allah onları küfre geri çevirmiştir. Allah'ın saptırdıklarını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdıkları için asla doğruya yol bulamazsın.” (Nisa, 4/88)

Bu ayetten 91. âyete kadar, özel olarak Kur'an'ın geldiği tarihte ve çevrede, genel olarak da her zaman ve her yerde, gruplar ve topluluklar olarak Müslümanlarla ötekiler (Müslüman olmayanlar) arasındaki ilişkiler ele alınmaktadır. İslâm başka inançları ve hayat tarzlarını benimseyen fertlere ve gruplara da hayat hakkı tanıdığı, onları hem kendi içlerinde hem de dünya yüzünde korumayı Müslümanlara ödev kıldığı için ilişkilerin -taraflara zarar vermemesi amacıyla- bazı kurallara bağlanmasına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bu ihtiyaç hem âyetlerle hem de Hz. Peygamber (asv)'ın ve onun çizgisindeki halifelerin uygulamalarıyla -farklı ve yeni ilişki biçimlerine de örnek teşkil edecek şekilde- karşılanmıştır.

Müslümanlar Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra çeşitli ilişkilere girmek durumunda oldukları gayrimüslimler, şöyle çeşitlenmişlerdi: Mekke'de ve Medine'de yaşayan müşrikler, Medine ve civarında yaşayan ehlikitap (daha çok Yahudiler), hem Mekke'de hem de Medine'de yaşayan, müşrik veya ehlikitap oldukları halde bu durumlarını gizleyen ve Müslüman görünen münafıklar. Gayrimüslimlerin Müslümanlarla gruplar arası siyasî ilişkileri de şu kategoriler içinde cereyan ediyordu:

a) Hasımlar ve düşmanlar,

b) Antlaşmalılar ve bunlarla antlaşma yapmış bulunan diğerleri,

c) Tarafsızlar. 91. âyete kadar bu konular ele alınmış, ilişkilerde uyulacak kurallara ışık tutulmuştur.

Bu ayetin sebeb-i nüzulü hakkında alimler arasında farklı görüşler vardır. Bazılarına göre, Uhud savaşı sırasında Müslümanları bırakıp yoldan geri dönen Abdullah b. Übey b. Selul ve adamları olan Medineli münafıklar hakkındadır. Bazılarına göre ise Medine'de yaşayan ve Uhud Savaşı'nda geri dönen münafıklar değil, Mekke'de yaşayan, gerçekte putperest oldukları ve Müslümanlar aleyhine faaliyette bulundukları halde Medine'ye geldikçe veya Müslümanlarla karşılaştıkça kendilerini onlardanmış gibi gösterenlerdir. Taberî’nin tercihine göre, bunlar Mekke halkından önce Müslüman olup sonra dinden çıkan mürtetler hakkındadır.(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri). Müslümanlarla savaş durumunda olan gayrimüslimler ve bunlara yardımcı olanların ele geçirildiklerinde esir edilmeleri, gerektiğinde öldürülmeleri savaş halinin tabii sonuçlarındandır.

Sebebi ne olursa olsun, bu ayette belirtilen münafıklar belli bir zümredir. Allah, bu adamların bir daha samimi olarak İslam dinine girmeyeceklerini elbette bilmektedir. Allah ise haşa haksız yere bunların iman yolunu kapatmamıştır. Ayette ifade edildiği üzere, bunlar “Yaptıkları bunca cürüm sebebiyle Allah kendilerini baş aşağı getirdiği” kimselerdir.

Nitekim, “İnkâra saplananları ise ister uyar ister uyarma onlar için birdir, imana gelmezler.”(Bakara, 2/6) mealindeki ayette de belli kâfirler söz konusudur. Bu ayet ortada olduğu halde Hz. Peygamber(s.a.v)’in tebliğine devam etmesi de gösteriyor ki, burada söz konusu edilen ve imana gelemeyecekleri bildirilen belli birkaç kâfirdir.

İşte Allah, Nisa 88’de söz konusu edilen bu iflah olmaz grubun durumunu açıkça ifade ederek, bu münafıklar hakkında hüküm verirken, bunlar yüzünden kalkıp birbiriyle çekişen Müslümanların iki gruba ayrılmalarının yanlış olduğunu vurgulamış, bundan sonra bu çekişmenin devam etmemesi için onların durumunu belirten kesin sonucu da “Allah’ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz?” mealindeki ifadeyle ortaya koymuştur.

Görüldüğü gibi bu olayın açıklığa kavuşmasında ilahî vahiy rol oynamıştır. Hz. Peygamber (a.s.m) daha hayattadır ve Allah ile olan irtibatı devam etmektedir. Hikmeti ne olursa olsun, Allah’ın kesin hükmünü verdiği bir konuda elbette insanlar için başka seçenek kalmaz.

Fakat, bizim şimdiki durumumuzda, vahiyle desteklenmemiz mümkün olmadığına göre, belli insanların -bizim irşadımızla- yola gelip gelmeyecekleri de belli değildir. O halde bize düşen görev böyle özel şahıslara ait özel olaylardan değil, Kur’an’ın genel prensiplerinden hüküm çıkarmaktır. O da şudur: “Elçiye düşen görev tebliğdir.” Biz tebliği yapacağız, gerisini Allah’a havale edeceğiz.

Ayette geçen "... İnkâr etmenizi, böylece onlara eşit ve benzer hale gelmenizi isterler" cümlesi, farklı inanç ve düşüncede olan grupların birbirlerine karşı sosyopsikolojik durum ve tutumlarını ifade etmektedir. Bu beşerî ve sosyal kural asırlar boyu değişmeden gelmiştir. Ulus devletlerin doğduğu günümüzde de insanların eşitlikten tam yararlanabilmeleri için aynı ulustan olması gerekiyor. Uluslar, aradaki "farklı ulustan olma" durumunun ortadan kalkmasını istemiyorlar; ancak kültür, inanç ve ideoloji farkının temel haklar açısından bir ayırımcılık sebebi sayılmamasını istiyorlar.

Ne var ki, sözde çoğulculuğu savunanlar uygulamada bunun, diğer inanç sistemlerinin, kültür ve ideolojilerin ortadan kalkması ve dünyada tek tip bir kültürün (günümüzde Batı kültürü) kalması şeklinde gerçekleşmesini hedefliyorlar. Bunca insan hakları belgelerine ve antlaşmalarına rağmen uygulamada sırf renkleri, kültürleri ve inançları farklı olduğu için bir kısım insanlar ve uluslar diğerlerine eşit sayılmıyor, haklarına eşit derecede saygı gösterilmiyor ve sahip çıkılmıyor. "Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır." (Bakara 2/120) mealindeki âyet de bu gerçeği ifade etmektedir.

Bugün yeryüzünde mevcut birçok din, ideoloji ve kültür açısından insan haklarında eşit olmanın şartı aynı kültürü ve inancı paylaşmaktır. Ancak İslâm'da insanların, insan haklarından yararlanabilmeleri için Müslüman olmaları şartı yoktur. Allah Teâlâ kullarının Müslüman olmalarını ister, bundan hoşnut olur fakat onları buna zorlamaz. Dileyenlerin kendisini de, hak dini de inkâr etmelerine fırsat verir, bundan dolayı onlardan dünyada rahmetini ve rızkını esirgemez. Müslümanlar da başka dînden olanlara bu ilâhî muamele örneği çerçevesinde yaklaşmak ve davranmak durumundadırlar.

İslâm dini, ehlikitabı tevhid çerçevesinde birliğe, bütün insanlığı da barış ve insan haklarına saygı ilişkisi içinde yaşamaya davet etmesine rağmen, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında hâlâ değişmediği müşahede edilen uygulamadaki bu tutum ve yaklaşım farkı sebebiyle onların dostluk ve yardımlarına güvenmemek esastır. Müslümanlar elbette kendilerine düşmanca davranmayan, antlaşmalarına sadık kalan gayri müslimlerle barış ve iyi ilişkiler içinde olacaktır. Ancak karşı tarafın -açıklanan ve tarih boyunca yaşanıp görülen- temel yaklaşım ve tutumlarının da unutulmaması gerekmektedir.
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Esra katkılarınız için teşekkürler..benim bu konuyu açmamdaki amaç kısa , öz cevaplar vermek...sizin alıntı yaptıgınız şekilde konular mevcut zaten...eger sorulara akılda kalıcı ve kısa cevaplar vererek katkıda bulunursanız arkadaşlaramıza daha faydalı olur diye düşünüyorum

Tekrar katkılarınız için ilgi alakanız için Teşekkür ederim
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Fal baktırmak neden günah ?

Cünkü gayb( yani gelecegi) Allah'tan başkası bilemez...ayette vardırr Gaybı yalnız Allah bilir diye...falcılar da gelecekten haber vermeye calıştıkları için haşa bende gelecekten haber verebilirim idiasında oldugu için, fal baktırmak ve bakmak insanı şirk'e kadar götürür kesinlikle günahtır haramdır...

Ben böyle biliyorum daha detaylı bilen arkadaşlar varsa yazabilirler
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

evet canim...
biliyoruz ki sirk en buyuk gunah ve kahve fali bakanlar hayalin dedigi gibi gaybdan haber verme oldugu icin ALLAHA sirk kosmus oluyor (yani kendini es tutmus oluyor) o yuzdende cooook buyuk gunahi var.
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Kuran-ı Kerimden varlıkların yaratılışı ve evrenle ilgili ayet meali bilen varmı ? :)
 
---> Merak Ettiginiz Dini Sorular

Kuran-ı Kerimden varlıkların yaratılışı ve evrenle ilgili ayet meali bilen varmı ? :)

O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (EnamSuresi, 101)


Dünyanın yoktan var edildigini açıklayan ayet..


BİZ GÖĞÜ 'BÜYÜK BİR KUDRETLE' BİNA ETTİK VE ŞÜPHESİZ BİZ, (ONU) GEİŞLETİCİYİZ.
(ZARİYAT SURESİ, 47)

Dünyanın genişlemesini açıklayan ayet..

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor... (Zümer Suresi, 5)

Gece ve gündüzü anlatan ayet...

Muhakkak sizin Rabb'iniz, O Allah'tır ki, altı 'gün'de(devirde), Gökleri ve Arz'ı yarattı. Sonra Arş'a istiva etti(yöneldi). Geceyi, kendisini sürekli takip eden gündüzle örttü. Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları, emrine boyun eğdirdi. 'Yaratma' da, 'emir' de, (Allah'ın) değil midir? Alemlerin Rabb'i olan Allah ne kutsaldır.

[ARAF (7)/54]

Buda görüldügü üzere daha açıklamalı anlatan ayet


Daha var ayetler ögrenmek istedigin tam olarak bu mu diye sormak için bunları koydum sadece
 
Son düzenleme:
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst