karalamalarım

parpali

Banned
merhaba dostum günlük,

senden sayfalar dolusu var elimde senle konuşmayı,senle paylaşmayı çok seviyorum bilirsin.gün olur savinçlerimi yazdım,gün geldi gözyaşlarımı döktüm üstüne.ama hep dinledin kaçmadın benden.kağıtlara yazmayı daha çok severim normalde bilirsin beni.ama artık annem defter toplamaktan sıkıldı defterleri koyacak yer bulamamaktan yoruldu.bende seni buraya taşıdım.

çok zor günler geçiriyoruz birlikte biliyorsun .şimdi yine zorlu bir süreç var önümüzde son iki haftamız:(ama atlatacağız değilmi dostum bunuda birlikte.

ne diyoruz biz hep"insanlar tek başınayken her aklına eseni yapabilir,ağlayabilir mesela..."biz artık tek başınayız ve aklımıza eseni yapalım senle dostum.
 
---> karalamalarım

:))Senin de günlüğün var artık..
Hayırlı olsun canım..
Bol bol karala,ben seve seve okurum..Çünkü güzel yazıyorsun
 
---> karalamalarım

teşekkür ederim canım elimde kağıt olarak tam 24tane var gerisi burada olacak umarım beğenirsiniz karışık bir hayat benimki ama

Rutin hayat bakış açısını köreltir..Hayatı dışından seyretmeden ne kadar çok boyutuyla yaşıyorsak kavrayış ve süzdüklerimiz de o kadar çok olacaktır..:))
Bu açıdan , derin kavrayışlar için dalgalı yaşamalar da gerekli kardeşim
 
---> karalamalarım

Rutin hayat bakış açısını köreltir..Hayatı dışından seyretmeden ne kadar çok boyutuyla yaşıyorsak kavrayış ve süzdüklerimiz de o kadar çok olacaktır..:))
Bu açıdan , derin kavrayışlar için dalgalı yaşamalar da gerekli kardeşim

karadenizin dalgaları bile hayatımda sönük kalır canım benim
 
---> karalamalarım

Bugün dostum, en yakınım, en kıyamadığım,
akan gözyaşlarını kendi gözyaşlarım saydığım, acısını acısı sevincini
sevincim bildiğim, canımın en içi bitanem cüzzamlı meleğimin doğum günü.
Çok mutlu bir yaş geçirmesini diliyorum öncelikle. Çok mutlu, güzel
elle tutulur mutluluklar O'nu bulsun.
Hep ama hep yüzü gülsün. Canını sıkan, O'nu üzen her ne varsa defolup gitsin.
iyiki doğmuşsun canımın en içi,nice nice yıllara,hep birlikte ...
 
---> karalamalarım

24 Kasım 2011 PerşembeTÜRKÇE ÖĞRETMENİM


Uzun yıllar önceydi.


Oniki yaşını doldurmuş küçük kız, o yıl ortaokula başlamanın heyecanı içindeydi.
Uçsuz bucaksız bir alana kurulu olan, yıl boyunca orta okul hem tarihi binasıyla küçük kıza çok çekici geliyordu, hem de yeni bir çevreye girmekten ötürü çekingenlik yaşıyordu.

Beş yıl boyunca birlikte olduğu ilk okul öğretmeni ve arkadaşlarından ayrılıp, yeni bir hayata başlamanın tedirginliğini fazlasıyla hissettiği bir dönemdeydi.
Onun gibi ortaokul birinci sınıf öğrencileri, değişik dersler ve değişik öğretmenlerle yavaş yavaş tanışıyorlardı.
Öğretmenlerini sevmişti,
hele Türkçe öğretmeni, etkileyici ses tonu, öğrencilere yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımı ve mükemmel Türkçe’si ile küçük kızın gönlünde taht kurmuştu.

Türkçe öğretmeninin değişik bir ders anlatış biçimi vardı.

Özellikle dilbilgisi derslerinde konuyu bir hafta önceden öğrencilerine verir, ertesi hafta konuya hazır olan bir öğrenciyi derse kaldırır, önce ona dersi anlattırır sonra da kendisi eklemeler yaparak derse devam ederdi.

Bir gün, yine ertesi haftanın ödevini verdi öğretmen öğrencilerine.
Konu, “ İnceltme İşareti ” idi.

Kız, eve gidince dersine güzelce hazırlanmaya başladı.
Konuyu önce okudu, sonra bir kaç kere annesine anlattı, ardından oyuncak bebeklerini karşısına alarak onlara da öğretmen edasıyla inceltme işaretini anlattı.

Ertesi hafta ders başladı; öğretmen her zamanki gibi : “Konuyu kim anlatmak istiyor?” diye sorduğunda, kız derse hazır olmasına rağmen yine de çekinerek parmağını kaldırdı.
Öğretmen arka sıralardan kalkan bu çekingen parmağı gördü ve kızı tahtaya çağırdı.
Küçük kızın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Heyecan içinde tahtaya geldi ve konuyu anlatmaya başladı, anlatırken örnekler de verdi;
“ kar, kâr – hala, hâla – adet, âdet- kağıt, kâğıt ”.

Anlattıkça öğretmen dahil bütün sınıfın onu dinlediğini fark etti; heyecanı geçti.

Sunum bittikten sonra öğretmenine baktı.
Öğretmen yüzüne memnuniyet ifadesi yerleşmiş bir tebessüm içinde şunları söyledi:
“ Evet çocuklar, arkadaşınız bu konuyu o kadar güzel anlattı ki, benim bir şey eklememe gerek kalmadı. Hepinizin önünde O’na teşekkür etmek istiyorum, arkadaşınıza kocaman bir aferin.,,
Kıza ismini ve okul numarasını sordu, kız da ismini ve okul numarasını söyledi...
O gün küçük kız hayatının dönüm noktalarından birini yaşamıştı.
Kendine daha çok güvenmiş, o ürkek serçe çekingenliği azalmış, okuluna, yeni arkadaşlarına daha da alışmıştı artık.
* * * *
Sevgili Öğretmenim;
Açık mektup nasıl yazılır bilmiyorum, tıpkı bu mektubun size ulaşıp ulaşmayacağını bilmediğim gibi.
14 yıl geçti aradan ama bazı şeyler unutulmuyor.
Siz yıllar önce o gün, belki de farkında olmadan, o çok bilinen “ deniz yıldızı ” hikayesindeki gibi okyanusa bir deniz


Dilek .....
6/f 565
zağnos paşa ilköğretim okulu
 
---> karalamalarım

Bu aralar tarafıma en çok yöneltilen soru bu heralde; -İyi misin?- Gerçekten bak, iyi misin sen?..Sürekli iyiyim deyişlerin tatmin etmiyor nedense kimseyi..Aslında ben bile inanmıyorum ya buna.Yaşıyoruz işte diyip değiştiriveriyorum konuyu.En iyi yaptığım şey,konuyu kendimden uzaklaştırmak..
Çünkü gerçekten nasılım aslında, bilmiyorum.Anlamsızım, durgunum belki.Bi tarafım avazı çıktığı kadar bağırmak, ağlamak isterken; bir tarafım salt susmak istiyor...Garip garip rüyalar görüyorum her gece.Hep üşüdüğüm ve korktuğum...Hani gelir ya bazen karabasan, bağırırsın ama sesin çıkmaz.Bende kimseye duyuramıyorum sesimi.Sonra uyanıyorum annem başımda ateşime bakıyor.Aslında önceki gece, neden erken uyuduğumun nedenlerini arıyor gözlerimde.Uyku sersemi asla cevaplamayacağımı bildiği sorular soruyor ardı arkasına..
Dün soğukta mı kaldın sen?
Atkı takmadın mı boynuna?
Hii incecik şeyle yatmış bide!!Ah be kızım....
Ve ben onun sesiyle bu sefer huzurla dalıyorum uykuya..Annemin küçük kızı olmak iyi geliyor ...


Uyumak istiyorum hep işte.Böyle bir hafta, 10 gün şu kasvetli kasım bitene kadar düşünmeden,özlemeden,sormadan,sorgulanmadan öylece uyumak....
 
---> karalamalarım

Bütün dünyada bir kıyamettir kopuyor aldırma! Sen sadece elinde kardelen getiren bir peri hayal et!Rüzgarlarla savrulan bembeyaz bir elbisesi olsun üzerinde.En sevdiğin renkte olsun gözleri al veya mor...Bırak saçlarını kalbinde delice uçursun...Dile sen, yeter!Gönülden dilenen dileklerin akıbetini benden daha iyi bilirsin...Denizlerden yüreğine siyah bir inci gelsin konsun.Hüzünlerinde bu siyah inci gibi değerli olsun..!
 
---> karalamalarım

Yazmaya nasıl başladığımı düşündüm bugün.Hafızam gerçekten çok yorgun.İçimdeki yazma tutkusunu kim koyuvermiş ki kalbime?
Hangi masal kitabından özenmişim?
Hangi sümüklü çocuk, aşkı yazmayı öğretmiş bana?
İlkokulda Ali'ye,Ömer'e,Işıl'a defalarca yazdığım cümleleri saymazsam,yazdığım ilk cümlem neydi...Kimeydi ve ne ile ilgiliydi...?
Özgürlüğün tanımını ilk olarak hangi sözcüklerle yapmışım?
Şimdi kurduğum cümlelerin sonuna nokta koyamazken,küçücük yaşımda bir sürü defteri dolduracak kadar cümle nereden gelmiş ki aklıma?
Çocukken de kendimi yalnız hissetmiş olamam heralde ama neden yazmayı yeni öğrenmiş bir çocuk defterler dolusu kendinden bahseder ki?
Neden sürekli yaptığı ettiği şeyleri bir deftere yazar?
Çıkan dişlerini ve kırılan kupasının bir parçasını neden yapıştırır bir defter yaprağına?
O zaman ki yazabilme cesaretim nerde şimdi.Eskisi kadar çok anı biriktiremiyorum demek ki artık.
Kitaplardan,filmlerden,şarkılardan,şairlerden alıntılarla dolu kırmızı defterim.
Ama tutku bu...İnsanın içine işledimi bi kere öyle kolay gitmez.Çocukluğumda geleceğime yatırım yapmışım ben durmadan.
İyi ki okumuşum o güzel hikayeleri,iyi ki çocuklar üzerken annelerini,ben elime bir kalem defter alıp cümleler kurmuşum.
İnsanların büyümek diye tabir ettiği vakitlerde de, iyi ki yaptığım onca hataya rağmen bildiğim yoldan hiç sapmamışım.Sapmayacağım.
Ve şanslıyım hayatın, bütün bu değişkenliğine rağmen,onca yıpratma çabası karşısında,gecelerce ağlattığı günlerin ardından bile hala çocukluğumdan bahsedebiliyorum.
Hala yazmaya gücüm var.Söyleyeceğim çok şey var daha üstelik.
Mesela sabahları; "Belki çocukluktan kalan küçücük bir hikayenin ardından gitmek içindir uykular.Belki yaşanmamış yaşanacak onca hayal peşinden koşmak için bütün masallar" sözlerine sahip şarkı ile uyanıyorum.
Bütün bunları aklıma düşüren "Kırmızı Balık"ım aslında.


Doldurduğum onca defterin ardından,bir gün ilk kez içimde paylaşma isteği duyduğum anda yazmaya başladığım günlüğe...
Kısacık zamana sığdırdığım,farkındalıklarla dolu öyküm...
Adına hiç düşünmeden "kırmızı balık"diyebildiğim...

Bugüne kadar hiç "neden kırmızı balık" oluşuyla ilgili bir yazı yazmadım.İpucu vermedim.Kimsede sormadı zaten "neden kırmızı balıksın?"diye...
Artık bazı şeylerin değişme vakti geldi.
Hayatımda emin olduğum hiçbirşey yoktu. Hedeflerim hep yarımdı,aşklarım hep mutsuz.E zaten bu yüzden kapkara bir defterdi ya.Siyahın üzerine düşülmüş notlarla dolu.Üstelik bütün cümleler saklı gizli.Adın da ise apayrı bir sır gizli...
Gitmek üzerime kurduğum onca cümle ütopik değildi lakin kapalıydı üstü hep ve gerçekleşmeyeceğinden korkutuğumdan hep kısık sesle söylenmiş.


"Küçük Kara Balık"ı dinleyen kırmızı balık olarak uyuyup henüz uyanmamıştım.Bu yüzden kara balığımın adını hiç anmadım...
İlk olarak çocukken tanıştım "küçük kara balık"la. "küçük prens" ile tanıştıktan hemen sonra.

O zamanlar kızmıştım bu balığa.


Ne kadar da yaramaz ve asiydi.


Öylece yaşarken bir derede,denizi düşlerdi bu balık.


Ve bir gün annesini ve çevresindeki herkesi hiçe sayarak gitti.Türlü türlü macera yaşadı hep üstesinden geldi.Yolda uslu ve korkak balıklarla karşılaştı hepsine dersini verdi.


Sonunda denize ulaştı.Ancak bir balıkçıl onu yedi.


Hançeriyle onunla savaşırken masal bitti.


Kara balığa ne olduğunu söylemedi öykü ama küçük kara balık ölmüştü o zaman benim için.


Küçücük bedeniyle kocaman bir balıkla savaşamazdı.


Üzülmüştüm."Ah be balıkçığım değdi mi şimdi bir deniz düşü uğruna ölmeye" diye düşünmüştüm.
Düşünmüştüm ama düşündürmüştü beni bu öykü.
Çocuk aklımla bile "gitmek mi iyi kalmak mı "diye.
Belli ki çocukların herşeyi bilip anladıkları varsayılarak yazılmıştı.
O günün çocuklarına bugünün büyüklerine yazılmıştı.
Çocukluktan sonra öğrendiğiniz çok az iyi şey var zaten.
Bir kaç sene önce ,bir kez daha tanıştım bu balığın öyküsüyle, yeniden hiç okumamışçasına.Bu sefer hiç kızamadım ona.
Küçücük haliyle herkese kafa tutup, yine küçücük bir dereden engin denizlere kocaman yüreğiyle ulaşabilen kara balığı anladım."Annesini yalnız bıraktı" diye kızmıştım.Bu kez kızamadım anladım."Bir deniz düşü uğruna değer miydi diye üzülmüştüm." Bu kez üzülmedim.Değerdi çünkü.Uğruna ölmeye değer bir hedefi yoksa insanın zaten ölü gibiydi öğrendim.
Uyumamız için anlatılan öykülerden değildi bu tersine, yetişkin olup sınırlarımızda hapsolacağımızı görerek,henüz çocukken uyanabilmemizi sağlamaktı amacı.
İçinde yaşamaya çalıştığı derede, kurallara,insanlara uymanın basitliğine aldanırsa bir akvaryumdan farkı kalmayacağını çocukken bana anlatmaya çalışmıştıda anlayamamışım işte.
Birde hikayenin sonunda kırmızı balık vardı.
Fark ettim ki küçük kara balığın öyküsü aslında kırmızı balığı yaratmıştı.
Son cümleler şöyleydi çünkü;"Büyükanne masalını bitirdi. On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık “İyi geceler” dileyerek yatmaya gitti. Büyükanne de uykuya daldı. Ama küçük bir kırmızı balık ne yaptı ne ettiyse de uyuyamadı. Sabaha kadar denizi düşündü hep..."Kara balık kaybolsada uyumayan bir küçük kırmızı balık farkındalık huzuru yaşıyordu.
Sevmiştim bu kırmızı balığı çok sevmiştim.
Sonra en sevdiğim çocukluk hatıralarından oldu kırmızı balık benim için.
Belki de balıkçı hasanın oltasını attığı kırmızı balık, küçük kara balığın öyküsünü dinleyen ve onun yolundan giden kırmızı balıktır diye düşündüm hep..Bu şakıyı kırmızı balığa söylemiştik belkide..
"kirmizi balik denizdeee
kivrila kivrilaa yüzüüyor
balıkçı hasan geliyoor
oltasını atıyor
kırmızı balık dinleee
sakın yemi yemeee
balıkçı seni tutacak
oltasına atacak
kırmızı balık kaaç kaç
kırmızı balık kaaç kaç​
"


Küçük kara balık olamazdım ben henüz...O kadar cesur olmadım hiç bir zaman.Ama kırmızı balık düşünüyordu henüz.
Farkındalığa erişmişti,gereken tek şey hamle yapmaktı.İşte ben olsam olsam kırmızı balık olabilirdim.Bu hikayeyi okuduktan sonra uyuyamamıştım bende.Derenin bittiği yeri görmeden ölmek istemiyorum bende.
Hep ucu açık kalacak bu hikayenin...Yıllar sonra o küçük kara balık oldum işte ben diyemeyeceğim belki ama en azından sonunu belirleyeceğim bu hikayenin. Irmağın sonu olup olamadığını kendim göreceğim..."Küçük kara balık kurtulmuş,çok mutlu" diyebileceğim...


Neden mi yazdım bunları...?
Dedim ya artık bir şeylerin değişme vakti geldi.
Kırmızı balığın artık desteğe ihtiyacı var.
Saklanmaktan o kadar yoruldu ki...
Kırmızı balık,uykusundan bir türlü uyanmıyor bu aralar çünkü.
Hatırlatmak istedim ona denizleri yeniden...
Blogumda da değişiklikler yaptım.
Bir deniz koydum onun için mesela...
Eskiden kırmızı balığın altında yer alan;
"Şimdi her şey hazır.. Bir tek eksiğim var: kırmızı.. Bir türlü tamamlanamayan; tamamlandıkça eksik kalan kırmızı..." sözü kırmızı balığın aşkı bulamayışıydı.Hala geçerli.Herşey hazır ancak kırmızısı biraz soluk hala.
Ama olsun elbet bir gün tamamlanır oda.

"Küçük kara balık bana çocukken masalımı verdi,şimdi özgürlük tutkusunu.İyice büyüyünce de aşkı getirir belki yüzgeçleriyle..."
Hem zaten aşık olsa kırmızı balık bir prense, suyun dışında ne kadar yaşayabilir ki...!
 
---> karalamalarım

özledim...
eve bir koşu gidip su içmeyi...
annemin tembihlerini...
saflığımı,küsmeyi,barışmayı,
dizimin kanamasını,kabuklarını yolmayı...
birbirimizi korkuttuğumuz hikayeleri...


içini perdeler ile süslediğimiz,o terkedilmiş minübüsü...
sek sek oynamayı,saklanmayı,edelenmeyi,sobelemeyi...
babamın eve elinde ekmek ve çekmeceli çikolata işle gelişlerini...




festival çıkışı alınmış 1metrelik kurşun kalemimi...
çocukca sırlarımı...
ilk kazığımı...
oyuncak tavşanımı özledim...



haşhaş tarlasındaki resmimi...
babamın tahtadan yaptırdığı oyuncak koltuk takımını...
ablalarımla oynamayı...
annemin babama lakap takıp öyle seslenmesini...
babamın sakinliğini...



yakılan sobayı,o sıcacık anları...
papatesi,kestaneyi,mandalina kabuklarını...
denize girelim hadi diye yalvarmalarımı...
salçalı tostu...



peçete koleksiyonumu...
karda yuvarlanmayı...
saçlarımın okşanmasını...
ilk öpücüğümü...
duvarın üstüne oturup ayaklarımı sallamayı özledim...
 
---> karalamalarım

Hayat...


Hepimiz şu veya bu şekilde bir çarkın dişlileri olmuşuz, kaptırmış gidiyoruz


Kendince yükü ağır herkesin,binbir zorluklar çekiyor kimimiz,kimimizse pireyi deve ebadında görüyor...


Herkesin yükü kendine ağır elbette...


Kaç kişiyiz biz burada,hani körler sağırlar birbirini ağırlar hesabı,


birbirimizin sayfalarına bakıp, sayfasında gönlünü açmış olanımıza, gönlümüzü akıttığımız...
İki elin parmaklarını geçmeyiz sanki değil mi /sessizleri bilemem tabi :)) ben sesi çıkanlardan bahsediyorum/


Hepimiz de bir şekilde içimizde kalanları döküyoruz buraya, bazen kimseye diyemediklerimizi, bazen sadece en yakınlarımızın bildiklerini, zor günler de geçiriyoruz, mutlu günler de, hayatı yaşıyoruz işte...


Umut var ne hikmetse içimde bugün,değişik bir huzur, güzel şeyler de var yaşamamızı bekleyen, sırası gelince yaşayacağız elbette...
 
---> karalamalarım

Yoruldum ulen ! Çok yorgun göründüğümü söyledi kel,
uzun uzun sohbet ettik epeydir konuşamıyorduk. O'nsuz olmuyo!
Hala yol yorgunluğum
devam ediyor. Üstüne bir de iş yorgunluğu eklenince epeyce hırpalandım.
Evde kimseyi görmeden hatta hiç ses çıkarmadan dinlenmeyi düşünüyorum.
Lodos var başımı ağırlaştırıyo.
Battaniye altında sızıcam ben ses çıkarmayın olur mu ?
 
---> karalamalarım

Ey ruhum;

Ana rahmine tutunmaya çalıştığın gibi, şimdilerde Dünya'nın rahmine tutunmaya çalışıyorsun.

Etrafında insanlar var: onlarca, yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca...

Sana nasıl yaşayacağını anlatacaklar, yeri gelecek baskı yapacaklar. Sana büyü, en iyi okulu bitir dedikleri gibi, varlıklı bir koca bul, evlen, çocuk doğur diyecekler. Bunlar kötü mü? Tartışılır. Zaten sonuç fark etmez. Mühim nokta hayatın ile ilgili kararları kendinin alıp almadığı. İçindeki 'sen'i merak edip, görmek istiyorsan öncelikle hayatın ile ilgili kararları kendin almalısın!

Çoğunluk gibi hareket etmediğinde dışlanacaksın, hatta sindirilmeye çalışılacaksın. Sana akıl vermeye kalkanlar olacak ve kendi doğruları üzerinde düşünmemiş nice insan o doğruları sana aktarmaya çalışacak. Farklılıktan korkacaklar. Kötü kız olacaksın belki, belki delinin teki diyecekler belki de hızlarını alamayanlar yaftalayacaklar seni. Unutma önce kişiliğine saldırıp, itibarsızlaştırmaya çalışacaklar seni ki kendinden vazgeçebilesin! Sense meselenin daha farklı olmak değil daha doğal yaşayabilmek olduğunu aklından çıkarmayarak, kulaklarını tıkamayı bilmelisin! Yoksa her daim başkalarının biçtiği hayatını üzerine geçirirsin.

Canın acıyacak yer yer. Öyle anların olacak ki bir çığ gibi önüne çıkanı devirir olmayı dileyeceksin. Kulaklarına yaklaşan dudaklar sana "içinde tutma sakın bunları. Cezasını vermelisin." diyecekler. "Ben ne yaptım da böyle oldu?" sorusunu kendine sorup, kendini sorgulamanı çoğu insan telkin etmeyecek sana. Oysa içinin ağlarına önce kendi kusurların takılmalı! Ayrıca şunu unutmamalısın ki şayet kınadığın davranışları, sırf canın acıdığı için uygulamaya kalkarsan aynı pisliğe sende bulanacaksın.

İntikam naraları atacak bazıları. Ezbere öfkelenmiş nice insan göreceksin ve tıpkı o insanlar gibi davranman istenecek senden. Sözlerini kor bir mermi yapıp, vurduğun her yanı delmeni, düştüğün her yeri yakmanı bekleyecekler senden. Kimileri 'güçlü olmayı' bu şekilde tanımlayacak. Belki öyle şeyler yaşayacaksın ki senin içinde de bu duygu ayyuka çıkacak. Lakin senin ihtiyacın olan şey bu değil: ihtiyacın olan yaşadığın her kötü şeyi içinde sindirip, yola devam edebilme yetisi! Unutma, intikam, öfke, kin gibi duygular büyük bir külfettir ruha.

"Saygı duy!" diyecekler sana. Evet saygı duymalısın. Sadece insanlara değil, yaşayan her canlıya saygı duymasını öğrenmelisin. Sözde olmamalı saygı duyuşların, öz olmalı. Cinsel tercihi, inancı, ırkı, dili her ne olursa olsun karşında ki insanı olduğu gibi kabul edebilmelisin. Şunu unutma sen Rab değilsin! İnsanları yargılayıp, cezalar kesmek de senin işin değil! Ve sen gerçekten saygı duyup duymadığını, kendinden farklı olanı ötekileştirdiğin ölçüde anlayacaksın.

"Kendini düşün, bu kadar duyarlı olma, boşver." diyen insanlar çıkacak karşına. Tüm bunlar zırvalık! İşte sen bunları boşver, bunlara karşı duyarlı olma! Şayet sadece kendini düşünüp, her şeyi, herkesi boş verecek olursan kendine bencilliği aşılamış olursun ve her aşının yaptığı gibi bağışıklık sistemini buna aşina edersin. Bir süre sonra normal gelir sana bencillik, nice insan ezersin kendi çıkarların uğruna. Ezdiğin insan sayısı kadar kendini beğenmiş, o kadar küstah ve bu durumdan vazgeçmediğin sürece bir o kadar da adi biri olarak kalırsın!

Kalp kırmaktan, sudan kaçan fareler kaç, kaçın! Unutma bir kalbi kırdığın zaman, kırıkları toplamak her daim kalbi kırılan kişiye kalır ve bir kalbin acısı beden acısına hiç benzemez. Bazı sancılar, günlerce, aylarca hatta yıllarca ağır bir yük gibi sinede taşınır. İşte bu yüzden bir kalbi kırmaktan kaçın!

Özgürlüğün en kıymetli hazinen olmalı. Kimsenin sana prangalar bağlamasına izin vermemelisin. Yalnız şunu da unutmamalısın özgürlük, bir başkasının sınırına dayandığı anda biter. Özgürlük adı altında, diğer canlılarının sınırlarına tecavüz ettiğin müddetçe en aşağılık varlıklardan biri olacaksın!

Sen!
Bedeninden daha ziyade beyninin cenabet olmasından korkmalısın. Beden suyla arınsa da, beyne su işlemeyeceğini hep aklında bulundurmalısın!

Ve yine sen!
Tüm bunları uyguladığında gerçekten bir insan olmayacaksın! Gerçekten insan olmaya karar verdiğinde kendini bunları uygular halde bulacaksın...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst