---> İnsanlar Evrildi mi?
Huzur ortamında kurt ile kuzular bir arada yaşar, aynı dereden su içerler.
= = =
Nebraska Adamı fosili
1922'de, Amerikan Doğa Tarih Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen Dönemine ait bir azı diş fosili bulduğunu açıkladı.
İddiaya göre bu diş insan ve maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başlatıldı.
Her zamanki gibi evrim taraftarları bu azı dişi fosilini de maymunlarla insanlar arasında bir ara format canlısı olarak düşünülen Pithecanthropus Erectus şeklinde yorumladılar.
Kimi evrimciler ise daha da ileri gitmekten çekinmeyerek adı geçen azı dişinin daha da evrimleşmiş bir insana ait olduğunu öne sürdüler.
Bilimsel oldukları iddia edilen büyük tartışmalardan sonra bu fosile Nebraska adamı lakabı verildi. Bilimsel adı da bir kral adı gibi Hesperopithecus Haroldcook II oldu.
Birçok otorite Nebraska adamını ve fosili bulduğunu iddia eden Henry Fairfield Osborn'u destekledi.
Vakit geçirilmeden gerçekte ne olduğu tam bilinmeyen tek bir dişe bakılarak Nebraska adamının kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi.
Ve hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının eşi ve çocuklarıyla birlikte tüm ailesinin sanki çok yakından gözlemlenmişler gibi doğal ortamda resimleri çizilerek, yayınlandı.
Daha ilginç olanda söz konusu diş fosilini inceleyen bazı evrim taraftarı bilim adamının, ilk insanların ergenlik yaşını yaşamadıklarını iddiasını ortaya atmalarıdır.
Bütün bu senaryolar derin bir hayal gücüyle tek bir dişten üretilmişti.
Evrim teorisi taraftarları sonuçta hiçbir bilimsel veriye dayanmadığı halde hayalhanelerinde ürettikleri açıkça belli olan bu adamı ve ailesini öylesine benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Fakat bu ara evrimcilerin hiçte hesaplarında olmayan, hiç beklemedikleri bir gelişme oldu.
1927'de azı dişinin iskeleti ve diğer parçaları bulundu.
Bulunan parçalar, dolaysıyla azı dişi maymunlarla ya da insanlarla uzaktan yakından bir alakası olmayan Prosthennops isimli yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmiş bir cinsine aitti.
Sonuçta taraftarlarınca büyük tantanalarla ortaya atılan, evrimin en güçlü kanıtlarından biriymiş gibi gösterilen; boy boy aile resimleri çizilen kral isimlerine benzer Hesperopithecus haroldcook II ve ailesinin tüm çizimleri alelacele bilimsel literatürden çıkarıldı.
Şüphesiz ki hiç bir bilimsel bulguya dayanmadığı halde tek bir diş fosiline bakarak, günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların anatomileri, sosyal yaşantıları, duruşları, yürüyüşleri hakkında senaryolar üretebilmek için çok geniş bir hayal gücüne ihtiyaç vardır.
Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla bu hayal gücü evrim teorisi taraftarlarında bol bol bulunmakta, onlarda bu meziyetlerini taassuba varan bir inançla bağlı oldukları teorilerinin propagandası yapma yönünden kullanma fırsatını kaçırmamakta, sonrada bütün bunları bilimsel bir takım deyimlerle, isimlerle süslenmiş hayali senaryolar eklenmekte, kendi yalanlarını, aldatmacalarını kendileri de inanmakta sonuçta bütün bunların bilimsel çalışmaların sonuçları olduklarını iddia edebilmektedirler.
= = =
Aldatmacalarla, sahtekarlıklar bilim yapılmaz.
Gerçekler bulutların ardındaki güneş gibidir. Ergeç ortaya çıkar.
= = =
EVRİMİN YÜZ KARASI: Piltdown Adamı Fosili ve Skandalı
Charles Darwin gerçek amacı olan insanın kökenini açıklama konusunu ilk kitabı Türlerin Kökeni'nde değil, bundan 12 yıl sonra yayınladığı ikinci kitabı İnsanın Türeyişi'nde ele aldı.
Bu kitabında insanın; evrimin en üst basamağında bulunduğunu varsaydığı maymunlara benzer primatlardan evrimleştiğini ileri sürdü.
Fakat Charles Darwin'in teorisindeki diğer varsayımları gibi bu iddiasını da doğrulayacak herhangi bir bilimsel kanıtı yoktu.
Tek yaptığı, hayvanlar âleminde fiziksel olarak insana benzetebileceği en uygun canlı olan maymunlarla insan arasında bir akrabalık ilişkisi hayal etmekten, bu hayaline uygun kurgular yapmaktan, iddialar öne sürmekten ibaretti.
Charles Darwin bu kitabında ırkçı argümanlar da geliştiriyor ve dünya üzerinde yaşayan bazı ilkel insan ırklarının evrime kanıt oluşturduğunu iddia ediyordu.
Oysa günümüzdeki genetik incelemeler Darwin'in ve o dönemdeki diğer evrimcilerin savundukları bu ırkçı görüşleri haksız ve mesnetsiz çıkarmıştır.
Darwin, insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiğini ileri sürdüğüne göre; teorisine inananlara, iddia edildiği gibi insanın evrimini kanıtlayacak fosiller bulma görevi düşüyordu.
Onlarda bunu görevlerini canla başla yerine getirmeye çalıştılar. Sahtekarlıklarda dahil her yolu denediler.
19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren neredeyse tüm bir paleoantropoloji bilimi bu amaca yöneltildi.
Darwinizm'e inanan paleontologlar insanla maymun arasındaki var olduğunu varsaydıkları kayıp halkayı bulmak için yoğun araştırmalara giriştiler.
Umdukları büyük bulgu, 1910 yılında İngiltere'de ortaya çıktı.
Bu, sonraki 43 yıl boyunca insanın evrimini kanıtlayan çok önemli bir delil olarak dünyaya sunulacak olan Piltdown Adamı kafatasıydı.
Sonuçta bu kafatası bilimsel bir buluşun ortaya koyduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak empoze edilecek, yıllar boyu insanları derinden etkileyecektir.
Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Bu nedenle bulunan bu yeni fosile Piltdown adamı veya Eoanthropus Dawsoni adı verildi.
= = =
Piltdown Adamı kafatasını arama çalışmaları
= = =
Fakat Eoanthropus Dawsoni garip bir fosildi. Kafatasının üst kısmı tam bir insan yapısına sahipken, alt çenesi ve dişleri maymunsu özellikler gösteriyordu.
Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu.
Fosile beş yüz bin yıllık bir tarih biçildi ve çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi.
Buluş kısa sürede büyük ün kazandı.
İngilizler, İngiltere'de bulunan fosili kendi ırklarının atası olarak görüp büyük bir gururla sahiplendiler.
Kafatasının büyük oluşu, İngiliz zekâsının çok önceleri evrimleştiğinin bir göstergesi olarak yorumlanıyordu.
lerleyen yıllarda Eoanthropus Dawsoni hakkında yüzlerce tez yazıldı ve fosilin sergilendiği Londra British Museum'u gezen yüz binlerce ziyaretçi, insanın evrimi konusunda ikna edildi.
Kırk yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı.
Dünyanın farklı üniversitelerinden beş yüzü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.
Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde:
-Doğa sürprizlerle dolu. Bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş yorumunda bulundu.
Zamanla, Australopithecus adı verilen soyu tükenmiş maymunların insanın en eski atası olduğu görüşü yaygınlaştı.
Australopithecus'un sırasıyla Homo habilis, Homo Rudolfensis ve Homo Erectus adı verilen türler tarafından izlendiği ve sonunda bu çizginin Homo Sapiens'e yani günümüz insanına ulaştığı, bir evrim klişesi olarak yerleşti.
Ders kitapları, bilim dergileri, magazin dergileri, günlük gazeteler, filmler ve hatta reklâm filmleri bile, bu klişeyi ve onu temsil eden giderek ayağa kalkıp insanlaşan maymunlar dizisi resmini benimsediler ve hiç sorgulamadan on yıllarca kullandılar.
Fakat teknolojide evrimcilerin hiç akıllarına gelmeyen bazı gelişmeler oluyordu.
Bir bakıma yalancının mumu yatsıya kadar yanacaktı.
1949'da British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan flor testi metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi.
Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı.
Sonuç çok şaşırtıcıydı.
Bu sonuç, çene kemiğinin toprağın altında bir kaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu.
Az miktarda flor içeren kafatası ise, sadece bir kaç bin yıllık olmalıydı.
Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekârlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı.
Gerçektende beş yüz bin yıllık olduğu öne sürülen Piltdown Adamının kafatası bir kaç bin yıllıktı.
Daha sonraki araştırmalarda bulunanlar daha ilginçti.
Kafatası 500 yıl önce ölmüş bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti.
Çene kemiğindeki dişler bir insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak yontulup törpülenerek şekillendirilmiş; buna göre sıralanmış, eklem yerleri de aynı yöntemlerle kafatasına uydurulmuştu.
Daha sonra da bütün parçalar potasyum dikromat ile lekelendirilip çok eski görünmeleri sağlanmıştı.
Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu.
Gerçek fosillerde ise bu mümkün değildi.
Fosillerin yanında bulunan ilkel araçlar ise çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklitti.
Yüzyılın en büyük bilim sahtekârlıklarından birini ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Bu büyük bilimsel skandal karşısında:
-Dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için, yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir? Diye sormaktan kendini alamadı.
Tüm bunların üzerine Piltdown Adamı, kırk yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.
Piltdown adamı skandalı evrimcilerin tam bir yüz karasıdır.
Sapık ideolojilerini canlı tutmak için neler yapabileceklerinin sadece bir örneğidir.
Evrimcilerin evrim kanıtı olarak yaldızlayıp boyayarak, türlü yalan ve aldatmacalarla süsleyerek ortaya koydukları her şeyi ama her şeyi inceleyip irdelerken, hele hele doğru ya da gerçek kabul ederken çok dikkatli olunmalıdır.
Bu gibi fiyaskolara rağmen evrimciler insanın kökeni konusunda fosil arayışlarını sürdürdüler.
Oysa gerçekler çok daha farklıydı.
Elde edilen fosiller hiçbir evrim şemasına uymuyor, oturmuyordu.
Daha fazla fosil bulundukça da, sorun çözülmüyor, aksine daha karmaşıklaşıyordu.
Sonunda bazı otoriteler gerçeği itiraf etmeye başladılar.
ABD'nin en önde gelen paleontologları arasında yer alan Harvard Üniversitesi'nden Niles Eldredge ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Ian Tattersall, bu konuda şu önemli yorumu yaptılar:
-Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keşif meselesi olduğu düşüncesi, bir efsanedir.
Eğer öyle olsaydı, ne kadar çok hominid fosili bulursak, insanın evrimi hikayesinin de o kadar açık hale gelmesi gerekirdi.
Oysa eğer bir şey olduysa, bunun tam tersi olmuştur.
Evrim teorisinin en önde gelen isimlerinden biri olan Harvard Üniversitesi profesörü Richard Lewontin'in 1995 tarihli bir makalesindeki sözleri de Darwinizm'in bu konuda içine düştüğü umutsuz durumu ifade ediyordu:
-Uzak geçmişi düşündüğümüzde, gerçek Homo sapiens türünün öncesine uzandığımızda, dağınık ve kopuk bir fosil kaydı ile karşılaşırız.
Bazı paleontologlar tarafından ileri sürülen heyecanlı ve iyimser iddialara rağmen, hiçbir hominid türü bizim direkt atamız olarak kabul edilememektedir.
Son yıllarda konunun uzmanı olan diğer pek çok evrim teorisi taraftarı aslında savundukları teori hakkında son derece kötümser düşüncelere sahip olduklarını açıkladılar.
Örneğin ünlü Nature dergisinin bilim editörü Henry Gee, bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
-Ata-torun ilişkilerine dayalı insan evrimi şeması, tamamen gerçeklerin sonrasında yaratılmış bir insan icadıdır ve insanların önyargılarına göre şekillenmiştir.
Bir grup fosili almak ve bunların bir akrabalık zincirini yansıttıklarını söylemek, test edilebilir bir bilimsel hipotez değil, ama gece yarısı masallarıyla aynı değeri taşıyan bir iddiadır; eğlendirici ve hatta belki yönlendiricidir ama bilimsel değildir.
Yale ve California Berkeley Üniversitelerinde yüksek lisans ve doktora yapmış Amerikalı bir biyolog Jonathan Wells Evrimin İkonları: Bilim mi Efsane mi, Evrim Hakkında Öğrettiğimiz Pek çok Şey Neden Yanlış? Adlı 2000 yılı basımı kitabında bu propaganda mekanizmasını şöyle özetler:
-Toplumun geneli, insanın kökeni hakkındaki derin belirsizliğe dair bilimsel uzmanların yaptıkları açıklamalardan çok nadiren haberdar edilir.
Bunun yerine, şu veya bu kimsenin en son teorisi ile besleniriz ve bize bizzat paleantropologların bunun üzerinde anlaşamadıkları gerçeği aktarılmaz.
Ve tipik olarak, teori mağara adamlarının veya bol makyajlı insan atalarının hayali resimleri ile süslenir.
Görünen odur ki, bilimin hiçbir alanında bu kadar az bir malzeme üzerine bu kadar fazla bir kurgu yapılmamıştır.
Bir evrimci bu konuda:
-Eğer bütün hayatınızı kemik toplamak, kafatasının ve çenenin küçük parçalarını bulmak için harcıyorsanız, bu küçük parçaların önemini abartmak için çok güçlü bir istek duymak zorundasınız demek mecburiyetinde kalmıştır.
Gerçek şu ki evrim teorisi savunucularının bin bir ümitle buldukları her yeni fosil, insanın kökeni hakkındaki evrimsel tezleri biraz daha çıkmaza sokmaktadır.
---------------- S0N ---------------