Gökbilim (Astronomi)

---> Gökbilim (Astronomi)

BepiColombo programı

ESA (Avrupa Uzay Ajansı) tarafından 2012 yılında fırlatılması planlanan ve Merkür'ün kendi ekseni etrafında dönüşünü aydınlatan Giuseppe Colombo'nun onuruna adlandırılan BepiColombo uzay aracı iki ayrı sondadan oluşacaktır. Merkür çevresinde iki değişik yörüngeye oturtulması planlanan sondalardan birinin gezegenin manyetosferi, diğerinin ise yüzey ve atmosferi ile ilgili gözlemler yapması öngörülmektedir.

Adlandırma

Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU), Merkür üzerindeki yüzey şekillerine verilen adların belli kurallara göre seçilmesini önermektedir:
  • Kraterler: Ölmüş sanatçıların (besteci, ressam, yazar) adları
  • Dağlar: 'Caloris' (Latince 'sıcak' sözcüğünden)
  • Sırtlar: Merkür araştırmalarına katkıda bulunmuş ölmüş bilim adamları
  • Ovalar: Merkür gezegeninin veya tanrı Merkür'ün çeşitli dillerde adları
  • Uçurumlar: Keşiflerde veya bilimsel araştırmalarda kullanılan ünlü gemilerin adları
  • Vadiler: Radyoteleskop adları


 
---> Gökbilim (Astronomi)

Gözlem koşulları

Merkür, Güneş çevresinde yaklaşık 88 gün süren dolanma süresi ve 116 günlük kavuşum dönemi ile, gökyüzündeki görünür hareketini yılda üç kez yineler. Bir alt gezegen olması nedeniyle ile her zaman Güneş'e yakın konumdadır ve gözlenmesi Güneş'in parlak ışığı nedeniyle oldukça güçtür. -1,9 kadir derecesine varabilen parlaklığı ile en parlak yıldızlardan ve bazen Satürn, Mars ve hatta Jüpiter'den daha ışıklı olabilmesine karşın hiç bir zaman karanlık bir zemin üzerinde izlenemediği için, her kavuşum döneminin en fazla bir kaç gün süren bir kısmında, en yüksek batı ya da doğu uzanımı esnasında çıplak gözle görülebilir. Bu gözlem koşulları, doğu uzanımı için güneşin batışını izleyen, batı uzanımı için ise güneşin doğuşundan az önceki kısa bir süre için gerçekleşir. Bu nedenle her 116 günlük dönemde Merkür bir kez 'akşam yıldızı', bir kez de 'sabah yıldızı' olarak izlenir. En yüksek uzanım, yörüngedışmerkezliğinin yüksek olması nedeniyle 18o ile 28o arasında değişir, ancak 28o bile rahat bir gözlem için yeterli değildir. Özellikle tutulum düzleminin ufka daha yakın olduğu yüksek enlemlerden gezegenin görülmesi çok zordur. Gözlem noktası Yer ekvatoruna yaklaştıkça Merkür'ün sabah ya da akşam alacakaranlığında ufuktan yüksekliği artacağı için çıplak gözle görülebilmesi daha kolay olur. Merkür'ün oldukça eliptik yörüngesinin uzun ekseninin Yer yörüngesine göre konumuna bağlı olarak, dünyanın güney yarıküresinin sonbahar başlangıcına denk gelen döneminde, gezegenin olası en yüksek batı uzanımı ile 7olik yörünge eğikliğinin üst üste gelmesi sayesinde Merkür için en uygun gözlem koşulları oluşur. Aynı şekilde olası en yüksek doğu uzanımı ile yörünge eğikliği açısının birbiri üzerine eklenmesi, yine güney yarıküreden bu kez kış aylarında gezegenin rahat gözlenmesine olanak sağlar. Yüksek dışmerkezlik nedeniyle yörünge hızı dolanma sırasında çok değişir ve kavuşum süresi Yer'in Merkür yörüngesine oranla konumuna göre bir kaç gün kayabilir.
Yer atmosferinin olumsuz etkilerini en aza indirebilmek amacıyla, teleskop kullanılarak yapılan profesyonel gözlemler Merkür'ün ufuktan iyice yüksekte bulunduğu gün ortası saatlerinde gerçekleştirilir. Tam güneş tutulmaları çok kısa süre için de olsa güneşe çok yakın konumdaki gezegenin gün ortasında çıplak gözle izlenebilmesine olanak sağlar.
Kısıtlayıcı etmenler nedeniyle, yeryüzünden yapılan gözlemler en güçlü teleskoplar kullanıldığında dahi Merkür'ün yüzey şekilleri hakkında yeterli bilgi sağlayamamış ve elimizdeki bilgilerin büyük kısmı Mariner 10 uzay sondası tarafından sağlananlarla sınırlı kalmıştır.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Evreler

Bir teleskopla izlendiğinde Merkür'ün Ay ve Venüs gibi evreleri olduğu görülür. Gezegenin yeryüzüne en uzak ve Güneş'in arkasında bulunduğu üst kavuşum anında görünen yüzeyinin tümü aydınlandığından ışıklı bir daire şeklinde 'dolun' evresi söz konusudur. Bu aynı zamanda uzaklık nedeniyle Merkür'ün görünür çapının en az olduğu dönemdir. En iyi gözlem koşullarının oluştuğu en yüksek uzanım anında gezegen bir yarımdaire şeklinde görülür. Güneş ile Yer arasında kaldığı dönemlerde ise karanlık yüzünü göstererek bir 'hilal' şekli alır. Hilalin en ince olduğu dönemler gezegenin dünyaya en yakın olduğu ve görünür çapının en büyük olduğu dönemlerdir, ancak bu esnada güneş ışınları gezegenin görülmesini engeller.

Merkür'ün Güneş geçişleri

Merkür her yıl ortalama üç kez alt kavuşum konumundan geçtiği halde, yörüngesinin tutulum düzlemine 7 derecelik bir açı yapması nedeniyle güneş diskinin önünden geçişi nadiren gerçekleşir. Merkür yörüngesinin tutulum düzlemini kestiği noktalar, yani yörüngenin çıkan ve inen düğümleri ile Güneş ve Yer'in düz bir çizgi üzerinde yer almasını gerektiren bu durum her yüzyılda 12-14 kez ve yalnız Mayıs ve Kasım ayları içinde gözlenir. Güneş diski üzerinde küçük bir siyah beneğin ilerlemesi şeklinde izlenen bu olay, Merkür'ün yörünge hızının daha düşük olduğu günöte noktasına daha yakın olan Mayıs geçişlerinde daha yavaş olur ve 9 saat kadar sürebilir.


Güneş Sistemi'nde Merkür'ün özel yeri

Bazı özellikleri, Merkür'ü eşsiz kılmaktadır:
  • Güneş Sistemi'nin Güneş'e en yakın gezegenidir
  • En büyük çekirdeğe sahip ve demir oranı en yüksek gezegenidir.
  • Yüzeyinde sıcaklık farklarının en büyük olduğu gezegendir.


 
---> Gökbilim (Astronomi)

Astoloji...Ve Kader...Arasındaki ilişki

KADER NEDİR..? AYTLERLE KADER AÇIKLAMALARI.!
Asırlar boyudur kolay kolay anlaşılamamış bir konu bu!..

Hemen herkes bu konuda aklına geleni konuşmuş. Ama genellikle kimse de, bu hususu konuşmadan evvel acaba Kur’ân-ı Kerîm’in ve Rasûl-i Ekrem’in kader hakkında dedikleri nedir, diye araştırmamış.

İŞTE AYET VE HADİSLER:

1- ALLAH İSTEMEDİKÇE SİZ İSTEYEMEZSİNİZ!.. (İnsan-30)

2- HALBUKİ SİZİ DE YAPAGELDİĞİNİZ ŞEYLERİ DE ALLAH YARATMIŞTIR!.. (Saffat-96)

3- "YERYÜZÜNDE VEYA NEFİSLERİNİZDE SİZE İSABET EDEN BİR MÜSÎBET, BİZİM ONU YARATMAMIZDAN EVVEL, MUTLAKA BİR KİTAPTA YAZILMIŞTIR.
BUNU, ÖNCEDEN MUKADDER VE YAZILI OLDUĞUNU BİLİP; ELİNİZDEN ÇIKAN ŞEYLERDEN DOLAYI ÜZÜLMEMENİZ VE ELİNİZE GİREN İLE DE SEVİNİP ŞIMARMAMANIZ İÇİN (açıklıyoruz)!.. ALLAH, DÜNYALIKLA BÖBÜRLENENİ SEVMEZ" (Hadîd-22/23)

4-DE Kİ: HEPSİ DE KENDİ PROGRAMLARI DOĞRULTUSUNDA 5-BİZ HER ŞEYİ KADERİYLE HALKETTİK!.. (Kamer-49)

6-HER BİR NEFSE VE ONU DÜZENLEYENE, SONRA DA ONA HEM KÖTÜLÜĞÜ, HEM KORUNMASINI İLHAM EDENE. (Şems-7/8)

Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

-Şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allah rahime bir melek tevkil etmiştir.

Melek, "Ey rabbım bir nutfedir; ey rabbım bir kan pıhtısıdır; ey rabbım bir çiğnem ettir" der. Allah bir mahlûk hükmedip yaratmak istediğinde Melek,

"Ey Rabbım erkek midir yahut dişi midir; şâkî (iman etmeyen)midir yahut saîd(iman eden)midir; rızkı nedir; ecelî nedir?" sorularını sorar. BUNLAR ANASININ KARNINDA İKEN BÖYLECE YAZILIR!.."

Bakın bir Rasûlullah öğretisi daha:

-Sizden hiçbir kişi ve yaratılmış hiçbir nefis müstesna olmamak üzere, muhakkak cennetteki ve cehennemdeki yerine Allah yazmıştır!.. Ve herkesin şakî veya saîd olduğu muhakkak yazılmıştır!..

Bunun üzerine sahabîlerden bir kimse şöyle sordu:

Ya Rasûlullah, öyle ise bizler âmeli terkedip, bu yazımız üzerine kalalım mı?..

Rasûlullah şöyle buyurdu:

-Saîd olan kimse, saadet ehlinin ameline ulaşacaktır. Şakî olan kimse de, şekâvet ehlinin ameline ulaşacaktır. Sizler amel edip çalışın!.. Çünkü herkese kolaylaştırılmıştır!.. Said olan Saadet ehlinin ameline KOLAYLAŞTIRILIR, şakî olan da şekâvet ehlinin AMELİNE KOLAYLAŞTIRILIR.(Kader mevzuu çok derin bir konu olduğu için bu konu başlığında daha fazla irdelemiyorum.. ancak arzu edenler ö.m atarak kaderle ilgili bi konu açmamıda diLeyebilir, yahutta yine ö.m la sorularını iletebilirler.. vaaz olarak anlaşılamsın.. bilgi paylaşıyoruz..!)




 
---> Gökbilim (Astronomi)

Messier Gökcisimleri Kataloğu


1.jpg
M91 Sarmal Gökada
(NGC 4548)
Tür SBb Coma Berenices Takımyıldızında
Virgo Kümesi'nin çubuklu sarmal gökadasıdır. Çubuğu çok ilgi çekicidir. Bu çubuklu yapının küçük teleskoplarla bile görülebildiği söylenmektedir.Uzaklaşma hızı 400km/s'dir. Kümenin uzaklaşma hızının 1100 km/s olduğu bilindiğine göre 700 km/s'lik bir hızla bize doğru yaklaşmaktadır.
2.jpg
M92 Küresel Küme
(NGC 6341)
Sınıf IV Hercules Takımyıldızında
26.000 Işıkyılı uzaklıktadır. Komşusu M13'den daha az parlaktır. M92'nin tahmini yaşı için 16 milyar yıl vermektedir. Gerçek çapı 85 ışıkyılıdır. Yaklaşık 330.000 güneş kütlesine sahiptir. Yaklaşma hızı 112 km/s'dir. Küme içinde 16 değişen yıldız bulunmuştur.
3.jpg
M93 Açık Küme
(NGC 2447)
Tür 'g' Puppis Takımyıldızında
Oldukça küçük ancak parlak bir açık kümedir. 22 yaydakikası çaplı alan içine saçılmış 80 üyesi vardır.3600 ışıkyılı uzaklıkta olup en parlak yıldızı B9 tayf türünden mavi dev yıldızdır. Yaşı kabaca 100 milyon yıl tahmin edilmektedir.
4.jpg
M94 Sarmal Gökada
(NGC 4736)
Tür 'Sb' Canes Venaciti Takımyıldızında
Parlak iç bölgesi yüzünden 'Sab' olarak sınıflanmıştır. Bu parlak dairesel disk aktif yıldız oluşum bölgesi ile çevrelenmiştir.Bu gökada yıldız oluşumlarının iki öbeğini de içerebilir. Uzaklığı iyi saptanamamıştır.
5.jpg
M95 Sarmal Gökada
(NGC 3351)
Tür 'SBb' Leo Takımyıldızında
Hubble Uzay Teleskobu tarafından Hubble sabitini belirlemekte kullanılan gökadalardan biridir. Gökada içindeki Cepheid değişenleri bu teleskopla gözlenerek gökadanın uzaklığı araştırılmaktadır. Sonuçlara göre uzaklık 35.5 + 3.1 milyon ışıkyılı kadardır.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Güneş'in Son Sırları
Tarık ÇELİK


Güneş nurani bir ağaçtır, gezegenler onun hareketli meyveleri...
Ağaçların aksine Güneş silkinir, ta o meyveler düşmesin.
Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar.
Evet Güneş bir meyvedardır; silkinir; ta düşmesin
müncezib seyyar olan yemişleri.
Eğer sükutiyle sükunet eylese, cezbe kaçar
ağlar fezada muntazam meczupları.


İnsanlık tarihi boyunca Güneş, gökyüzünün en çok dikkati çeken yıldızlarından biri olmuş, üzerinde pek çok araştırma yapılmıştır.



Güneşin kendi kütlesi Dünya kütlesinin 332270 katıdır. Çapı 1,4 milyon km’ dir. Dünya-Güneş uzaklığı ise bilindiği gibi 149 milyon km’ dir. Güneşin dış gaz tabakaları çok fazla bir sahaya yayıldığından bu gök cisminin nerede sınırlandığını bilmek zordur, belki de dünyamız bile güneşin en dış ve en ince gaz tabakaları içinde yer almaktadır. Bugün artık güneş lekelerinin manyetik tesir neticesinde oluştuğu ortaya konmuştur.


15.jpg



Güneş tacının sıcaklığı hakkındaki bilgiler peyklerden elde edilen fotoğraflarla sağlanabilmektedir. Bu fotoğrafta mavi kısım en sıcak, sarı renk ise daha soğuk kısmı belirtir. Zaman zaman tekerrür eden patlamalar da taca ayrı bir mana kazanrırır.
Güneşin sathında halkalar şeklinde manyetik sahaların teşekkül etmesi süper sıcaklıktaki elektrik yüklü gaz parçacıklarının içten dışa akışının engellenmesiyle güneş lekeleri ortaya çıkar. Bu sebeple lekeler 6000 derece sıcaklık yerine 3000 °C dir. Şimdiye kadar ölçülen en büyük güneş lekesinin çapı 300.000 km.yi bulmuştur. Yani yerküresinin tam 47 katı bir büyüklük, 1960’da keşfedilen bir başka husus da güneşin bir çan gibi genleşip salınmasıdır. Vak’a, her beş dakikada bir tekrarlanmakta, güneşin sathı bu esnada 300 m/sn bir hızla bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir. Bu duruma Asrın Beyin Yapıcısı şu teşbihle dikkati çekmektedir: Güneş nurani bir ağaçtır, gezegenler onun hareketli meyveleri.. Ağaçların aksine Güneş silkinir, ta o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Son tesbitlere göre Güneş’in periyodik hareketleri (beş dakika salınımı) on milyon farklı akustik dalganın armonik ahengiyle doğmaktadır. Güneş müziği de denilen bu dalgalar, insan kulağı tarafından duyulmaz. Çünkü feza boşluğu ses nakline imkân tanımaz. Ayrıca bu sesler insan kulağının alabileceği frekansta değildir. 1976’da Rus astronomlarının bildirdiklerine göre güneş aynen bir kalp gibi 160 dk. lık bir sürede genişlemekte ve tekrar büzülmektedir.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Güneşin bu esnadaki genleşmesi tam 3 km.’ yi bulmaktadır.



16.jpg



Güneşin birçok davranış hususiyetleri Manyetogram dediğimiz kampüter çizimleriyle incelenmektedir. Resimde görülen manyetik çizgileri gözümüzün görmesine imkân olmadığı halde milyonlarca kilometrelik manyetik çizgiler ve güneş üzerindeki dağılışları, bu çizgileri Çizen Nakkaşı göstermez mi?
Toplam genişleme güneşin çapının 10 000’de 2’sidir. Ölçmelerde bir hata olup olmadığını anlamak için, bir Fransız araştırma ekibi, eksi 30 °C’ de Güney kutbunda, 120 saat süren bir araştırma yapmış, neticede güneşin gerçekten bir kalp gibi attığı kesinlik kazanmıştır. Güneşteki helyum çekirdeklerinin hidrojen atomları tarafından meydana gelişi ve kütle kaybı üzerinde de durulmuştur. Bilindiği gibi, güneşte hidrojen atomları helyuma çevrilmektedir. Dört yapıtaşı olan bir helyum çekirdeği bir protonlu dört hidrojen çekirdeğinden daha hafiftir. Bu kütle farkı ise enerjiye dönüşmektedir. Bugünkü tesbitlere göre çekirdeklerin erimesinde ortaya çıkan sert ışın parçacıklarının güneş sathına ulaşmaları, bir milyon sene sürmektedir. Satha eriştiklerinde ise hidrojen atomlarının ışıldamasına sebep olur, hayatımızın vazgeçilmez bir unsuru olan güneş ışığını oluştururlar.

Ancak bir milyon sene gibi uzun bir sürede meydana gelen bu ışık acaba insanoğluna neler hatırlatmakta... Burada Rahmeti Sonsuz’un işaretlerini görmemek Güneşten bizlere ulaşan ışıkları bilmemek gibi abestir. Oysa körler bile güneş ışıklarının sıcaklığını yüzlerinde hissederler. 1951’de Pasifikte tecrübe edilen hidrojen bombasından sonra, güneşin bazı özellikleri hesaplanabilmiştir. Mesela Güneş 3,8 trilyon megawat gücünde bir hidrojen sobasıdır. Fezanın her yerinde olduğu gibi Güneş 220 milyar barlık bir basınçla gravitasyon tarafından sıkıştırılmaktadır, bu da sıcaklığın 16 milyon dereceye çıkmasına sebep olmaktadır.

Füzyon halinde meydana gelen enerji, dışa doğru basınç yapar. Aynı şekilde dıştan da içe doğru gravitasyon tesiriyle bir basınç olduğundan sistem dengelenmiş olur. Fezada güneş enerjisi 150 milyon km. kadar yayılabilir. Dünyamızın güneşe olan hassas ve ölçülü uzaklığı sayesinde hayatiyet devam etmektedir. Güneş her saniye bir milyon ton madde kaybına uğramaktadır.

Güneş, ışıkları gibi, insanlığın ufkunu aydınlatacak daha pek çok müjdeyi bağrında saklamaktadır.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

GÖKCİSİMLERİNİN ADLARI

Eski çağlardan bu yana insanlar, gökyüzüne bakmış, onun güzelliği ve ulaşılmazlığına ilgi duymuşlar. Eski Yunanlılar ilk yıldız atlaslarını oluşturmuş, gökcisimlerine çeşitli adlar vermişler. O zamanlardan günümüze değin pek çok yıldız atlası oluşturulmuş. Bugün biz de modern bir yıldız kataloğuna ya da gökyüzü haritasına baktığımızda, değişik adlandırmalarla karşılaşırız. Bunlar biraz karmaşık görünseler de temelleri aslında daha önce kurulan adlandırma sistemlerine dayanır.

Bir yıldız kataloğuna ya da gökyüzü haritasına baktığımızda, pek çok adlandırmayla karşılaşırız. Takımyıldızlara verilen adlar, genellikle Eski Yunanlılar’ın verdikleri adlardır. Eski Yunanlılar, gökyüzünü belli bölümlere ayırmış, ilk yıldız kataloglarını oluşturmuşlar; her takımyıldıza ayrı bir ad vermişler. Bu ilk yıldız atlasları 48 takımyıldızdan oluşmaktaydı. Bugünkü gökyüzü atlaslarıysa çeşitli biçimlerde ve büyüklükte 88 takımyıldız içeriyor. Bu takımyıldızların adları, birtakım canlı varlıklardan, günlük hayatta kullanılan araç ve gereçten ya da mitolojiden gelmektedir. Bugün, modern gökbilimde kullanılan takımyıldız adları çoğunlukla Latince’dir.

Yıldızların parlak olanlarına verilen adlar genellikle Arapça’dan gelmedir. 1982 yılında hazırlanmış olan Yale Parlak Yıldız Kataloğu’nda 835 yıldızın adı yer almış. Tüm bu adları ezberlemek olanaksız olmakla birlikte, çıplak gözle görebildiğimiz yıldızların sayısı 4000’i aşmaktadır. Günümüzde ise çok gelişmiş teleskoplar sayesinde, gözlenebilen gökcisimlerinin sayısı milyonlarla ifade ediliyor.

Günümüze değin hazırlanan çeşitli yıldız kataloglarında farklı adlandırmalara gidilmiştir. 1600’lerin başlarında, Johann Bayer adlı bir gökbilimci, hazırladığı Uranometria adlı yıldız atlasında, yıldızları tanımlamak için Yunan alfabesindeki harfleri yıldızın bulunduğu takımyıldızın başına getirdi. Örneğin, Cygnus (Kuğu) Takımyıldızı’nın en parlak yıldızını Alfa Cygni, ikinci parlak yıldızını Beta Cygni olarak adlandırdı. Yunan alfabesindeki 24 harfin bazı takımyıldızlardaki tüm parlak yıldızları adlandırmakta yetersiz kaldığı durumlarda, birbirine yakın konumda yer alan yıldızları adlandırırken, aynı harf, yanına bir sayı eklenerek kullanılıyordu. 1 Orionis, 2 Orionis gibi...



 
---> Gökbilim (Astronomi)

1712 yılında, İngiliz gökbilimci John Falmsteed, takımyıldızlardaki yıldızları batıdan doğuya doğru, sağ açıklık yönünde numaralandırdı. Bu yöntem, harita üzerinde bir yıldızı bulurken büyük kolaylık sağladı. Falmsteed kataloğundan bir örnek verecek olursak, 80 Virginis (Virgo=Başak), 79 Virginis’in hemen doğusunda, 81 Virginis’in hemen batısında yer alır. Falmsteed bu biçimde 2682 yıldızı numaralandırdı. Günümüzdeki modern yıldız haritalarında, parlak yıldızların hem Bayer harfleri, hem de Falmsteed numaraları verilir.
19. yüzyılda, gittikçe daha büyük teleskopların yapılmaya başlanması ve gözlenebilen gökcisimlerinin sayısının yüz binleri bulması sonucu, artık bu yıldız katalogları ihtiyacı karşılamıyordu. 1859 yılında, Bonn Üniversitesinde bir gökbilimci olan F.W.A. Argelander, gökyüzünü dik açıklık yönünde her biri bir derece genişliğinde olan ve boylu boyunca sağ açıklık yönünde uzanan ince bantlara böldü. Her bandın içinde kalan yıldızları, içinde bulundukları takımyıldızların ne olduğuna bakmadan, sağ açıklıklarına göre numaralandırdı. Örneğin, gökyüzünün en parlak yıldızlarında Vega, bu katalogda BD +38°3238 olarak adlandırılmıştır. (BD, Bonner Durchmusterung sözcüklerinin baş harflerinde oluşur ve “Bonn Araştırma” anlamına gelmektedir.) Buna göre Vega, +38 ve +39 dik açıklıklar arasında, 0h sağ açıklıktan sonra, 3238. yıldızdır. BD kataloğunun aslı 324 188 yıldız içerir ve gökkürenin yarısından biraz fazlasını (-2° dik açıklığa kadar) kapsar. Daha sonra, bu katalog genişletilerek, tüm gökküreyi kapsayan ve toplam 1 071 800 yıldız içeren bir katalog oluşturulmuştur.
Bugün en çok kullanılan yıldız kataloğu ise Annie J. Cannon’un 1911 - 1915 tarihleri arasında hazırladığ ı Henry Draper (HD) yıldız kataloğudur. Yıldızların sağ açıklıklarına göre sıralandığı bu katalog, 225 000 yıldız içeriyor ve her birinin tayf türü veriliyor.
Bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı katalog ise, Hubble Uzay Teleskopu için oluşturulan Hubble Space Telescope Guide Star Catalog’dur (HST GSC). Bu katalog 19 milyona yakın gökcismini içeriyor. Bunların yaklaşık 15 milyonunu yıldızlar, geriye kalanın çoğunluğunu da gökadalar oluşturuyor. Bu katalogda GSC 1234 1132 olarak adlandırılan bir gökcismi, gökyüzündeki 9537 küçük bölgenin 1234’üncüsünde yer alan 1132’inci gökcismidir.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Değişen yıldızların adlandırması ise tümüyle kendine özgü bir sistemle oluşturulmuş. Bu sistem, Argelander tarafından kurulmuş. Argelander’in sistemine göre, bir takımyıldızda keşfedilen ilk değişen yıldız, içinde bulunduğu takımyıldızın başına R harfi getirilerek adlandırılmış. İkinci keşfedilene S, üçüncüye T getirilir ve bu Z’ye kadar devam eder. Z’den sonra RR, RS, ...., RZ, SR, SS, .... SZ, ...., ZZ, AA, AB, ...., AZ, BB, ...., BZ, ...., QZ’ye kadar gider. Bazı takımyıldızlarda bu 334 tanımlama yetersiz kalmaktadır. Bu durumda, QZ’den sonra adlandırma basitçe V335, V336, .... olarak devam eder. Biraz karmaşık da olsa, değişen yıldızları adlandırmakta kullanılan yöntem bu.
Yıldızların adlandırmalarına ve yıldız kataloglarına kısaca değindikten sonra, gelelim yıldız kümeleri, bulutsular ve gökadaların adlandırmalarına. Bu gökcisimleri için hazırlanmış birçok katalog olmasına karşın, özellikle amatör gökbilimciler tarafından en çok kullanılanları Messier Kataloğu ve NGC’dir (New General Catalogue).
Charles Messier, 1700’lü yıllarda yaşamış bir Fransız gökbilimcidir. Bir kuyrukluyıldız avcısı olan Messier, öteki gökcisimlerini, yani yıldız kümeleri, gökadaları ve bulutsuları, kuyrukluyıldızlarla karıştırmamak için bir katalog hazırladı. Messier Kataloğu olarak bilinen bu katalog, 110 gökcisminden oluşuyor. Bu katalog, çoğunluğu kuzey yarıkürede yer alan bulutsu, yıldız kümesi ve gökada gibi çeşitli, en parlak gökcisimleri yer alıyor. Aslında, Charles Messier’in amacı, bu yıldız kümeleri, bulutsular ve gökadaları gözlemek değil, kuyrukluyıldızlarla karıştırmamak amacıyla onların yerlerini belirlemekti. Çünkü, bu gökcisimleri, özellikle de küçük teleskoplarla bakıldığında kuyrukluyıldıza benzetilebilir.
Messier, 15 kuyrukluyıldız keşfine imza attı; ancak, bunların çoğu bugün anımsanmıyor. Messier Kataloğu, yaklaşık iki yüzyıl önce hazırlanmış olmasına karşın, içerdiği gökcisimleri, amatör (bazen de profesyonel) gökbilimcilerin en çok gözledikleri gökcisimleridir.
Messier kataloğundaki gökcisimlerinin sırası, sağ açıklık sırasına bağlı değildir. Messier onları, keşif sırasına göre numaralandırmıştır ve numaranın önüne bir “M” harfi koymuştur. Örneğin, Andromeda Gökadası Messier Kataloğu’nda M31 olarak adlandırılmıştır. En ünlü Messier cisimleri arasında, Ülker Açık Yıldız Kümesi M45, Herkül’deki küresel Küme M13, Orion Bulutsusu M42 vardır. Uygun gözlem koşullarında, Messier Kataloğundaki gökcisimlerinin çoğu, 7x50’lik bir dürbünle gözlenebilmektedir. 70-80 mm çaplı bir teleskoplaysa, bu gökcisimlerinin hepsi görülebilir.
Sadece yıldız kümeleri, bulutsular ve gökadalar için hazırlanmış kataloglar arasında, Messier kataloğundan çok daha kapsamlı olanı, Danimarkalı gökbilimci John Dreyer tarafından hazırlanan NGC’dir. Adında “New” yani “Yeni” sözcüğü bulunmasına karşın, bu katalog 110 yıl önce hazırlanmıştır. NGC’deki gökcisimleri, sağ açıklıklarına göre sıralanmışlardır. Başlangıçta 7840 gökcismi içeren katalog, daha sonra yine Dreyer tarafından yeniden düzenlenerek Index Catalogues (IC) adını aldı. IC ile 13 226 gökcismi kataloglandı. NGC kataloğu, günümüzde de yeni düzenlemeleriyle kullanılmaktadır. Özellikle de amatör gökbilimciler, Messier Kataloğu çok az gökcismi içerdiğinden, bu katalogdan sonra, NGC’yi kullanırlar. 7x50’lik bir dürbünle, NGC’de yer alan gökcisimlerinin parlak olanlarını görmek mümkün. 200 mm çaplı bir teleskopla bu katalogda yer alan gökcisimlerinin tümü görülebilir.

 
---> Gökbilim (Astronomi)

Yeni Keşfedilen Gezegenler Sistemi
Tarık ÇELİK



Uzun araştırmalar neticesinde iki astronom, bize 50 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın yeni bir güneş sistemi olabileceğini belirtmektedir. Yapılan rasatlara göre güneş sistemimizin tek olmadığı tesbit edilmiştir. Milyarlarca yıldızın başdöndürücü bir âhenkle yüzdüğü kâinatımızda, sadece güneşimizin bir gezegen sistemine sahip olmasını düşünmek zaten mantığa terstir.

Keşif, geçen yaz Kaliforniya'daki Arizona Üniversitesi'nde "Beta Pictoris" yıldızı araştırılırken yapıldı. Bu yıldız güneşimizin kütlesinin iki katına sahip olup 10 misli daha parlaktır.

İki sene önce IRAS sun'i peykiyle alınan fotoğraflarda "Beta Picto-ris"in gezegen sistemini andıran bir
178.jpg
Güneş sistemimizin yaratılış safhalarından birini gösteren temsili bir resim görülmektedir. “Beta Pictoris”te şu anda, yaratılışın esrarengiz binbir girift bilmecesiyle böyle bir safhada olabilir.
madde kütlesiyle sarılı olduğu görülmüştür. Daha sonra Şili'de berrak bir gecede alınan görüntüler kompütürde değerlendirilmiş, neticede yıldızı saran bir kuşak olduğu anlaşılmıştır. Astronom Terril'e göre bu dilim halindeki şekil gezegen sisteminin varlığıdır. Güneş sistemimizin meydana gelmesiyle ilgili tartışmalar burada da geçerlidir. Bilindiği gibi, bununla alâkalı birçok teori ortaya atılmış fakat kesin birşey söylenememiştir. "Beta ***toris"in etrafındaki kuşak, kendisi tarafından önceden püskürtülmüş de olabilir. Kuşak üzerinde lekeler görülebilmektedir. Bu da gezegenlerin dışa doğru, güneş sistemimizdeki gibi yerleştiklerini doğrular. Şu anda yapıları çalışmalar kuşağın yaşı üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Eğer bu kuşak 100 milyon yıldan genç ise, sistem henüz teşekkül safhasındadır. Şayet 100 milyon yıldan daha eskiyse, bu defa görülenler gezegen olmalıdır. Beta Pictoris etrafındaki parçacıklar yıldızın kendi parlaklığından 100 milyon defa daha az parlaktır. Bilinmeyenlerin önünki perdeler tek tek çekildikçe bunu.Yaratıcı'nın bizlere bir lûtfu olarak kabul ediyor, bu keşfin arkasında ne gibi vakalarla karşılaşacağımızı heyecanla bekliyoruz. Ayrıca yeni keşfedilen bu gezegen sisteminin, güneş sistemimizin meydana gelmesi hakkındaki düşüncelere yeni bir bakış açısı kazandırması da muhtemeldir.






 
---> Gökbilim (Astronomi)

Gökbilim ya da Astronomi; yörüngesel cisimleri ve Dünya atmosferinin dışında gerçekleşen, yıldızlar, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, kutup ışıkları, gökadalar ve kozmik fon radyasyonu gibi gözlemlenebilir tüm olay ve olguları inceleyen bilim dalıdır.

Evrende bulunan her çeşit maddenin dağılımını, hareketini, kimyasal bileşimini, evrimini, fiziksel özelliklerini ve birbirleriyle etkileşimlerini inceler. Kullanılan inceleme yöntemi, amaç ve konuya göre birbiryle iç içe olan, genel gökbilim, astrofizik ve uzay bilimleri gibi birçok dala ayrılır.

Evrenin doğuşu ve büyümesi, evrimi, gökcisimlerinin fiziksel ve kimyasal özellikleri konumlarının hesaplanması ile ilişkilidir. Astronomi gözlemleri salt astronomi ile ilişkili değildir, aynı zamanda genel görelilik kuramı gibi fizikte çok önemli bir yeri olan teorilerin ispatı için de bilgi sağlarlar. Gözlemsel astronomiye bir tamamlayıcı etken olarak teorik astrofizik de astronomik oluşumları açıklamaya çalışır.

Tarihte

Astronomi, en eski bilimsel metodolojilerden birine sahiptir. Antik Yunan'da oluşan astronomi metodolojisi, ileri gözlem yöntemlerinin ve araçlarının geliştirilmesinin erken dönemlerde gerçekleşmesini sağlamıştır.

Günümüzde

Tarihte amatörler, pek çok önemli astronomik keşfin altına imzalarını atmışlardır. Astronomi, günümüzde hala amatörlerin önemli roller oynayabileceği pek az bilimden biridir (özellikle geçici durumların gözlemlenmesinde).

Modern astronomi, astroloji ile karıştırılmamalıdır. Astroloji, insanların yaşamlarının ve karakterlerini gökcisimlerinin konumlarından etkilendiğini iddia eden bir inanç sistemidir. Her ne kadar her iki alan da aynı kökenden gelse de, ikisi birbirinden tamamen farklıdır. Astrologların aksine astronomlar bilimsel yöntemi kullanırlar.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

ASTRONOMİDE SAYILARI KAVRAMAK
Özellikle astronomi kitaplarında bol sıfırlı rakamlar görürüz.
Bu rakamlar boyut,uzaklık,zaman hakkında birtakım sayısal değerler verir.
Bütün bunları zihnimizde yeteri kadar canlandırabiliyor muyuz?
Bugün için görebildiğimiz galaksi sayısı 140 milyardır.
Bu rakamın ne olduğunu algılamak kolay değildir.
Bir konu hariç para
Bunu çok iyi anlarız.
Ama 140 milyar galaksinin ne kadar büyük bir sayı olduğunu anlamak o kadar kolay değildir.
İsterseniz saymaya başlayın.
Yani 1,2,3,4… deyip devam edin ve 140 milyarda saymayı bitirin.
Hemen söyleyeyim.Denemeye falan kalkmayın.
Zira olanaksız bir eylemdir.
Bir insanın doğduğu andan itibaren 1,2,3,4..diye saymaya başladığını varsayın.
Bu sayma işlemi hiç durmadan devam etsin.
Bir saniyede bir sayı.
Sayma işlemi ömrünün sonunda bitsin.Örneğin 90 yıl.
Bu süre sonunda vardığı sayı nedir?
Cevap:3 milyar.
Aslında bu sayı bir hayli abartılıdır.
Zira bir saniyede bir sayı söylenemez.
Örneğin 1.987.896.769 sayısını söyleyin.Kaç saniye sürer?
Bu sebeple 90 yıldaki sayma işlemi ancak 1 milyarı bulur.
Gene de 3 milyar kabul edelim.
90 yıl boyunca hiç durmadan sayılsa sadece 3 milyara ulaşılacağı inandırıcı gelmedi mi?
Hesap makinenizi alıp hesaba başlayın.
90 yılda 32.850 gün vardır.Bu kadar gün 788.400 saat eder.
Bu kadar saat yaklaşık 47 milyon dakikadır.Saniye sayısı ise yaklaşık 3 milyardır.
Bütün bunlardan sonra 140 milyar galaksinin ne gibi bir sayı olduğunu düşünün.
Tabii evrenin genişliğini de…



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Evrende hiçbir galaksi, yıldız ve hatta karanlık maddenin bulunmadığı dev bir boşluk keşfedildi.



Minnesota Üniversitesi'ndeki bir araştırma ekibi, dünyadan yaklaşık 1 milyar ışıkyılı uzaklıkta olduğu belirlenen söz konusu boşluğun niçin orada bulunduğu hakkında bir fikir sahibi olmadıklarını vurguladılar.

Keşfi yapan bilimsel araştırma ekibinden Astronomi Profesörü Lawrence Rudnick , ''Astrophysical Journal'' adlı bilimsel dergide yazdığı makalesinde, ''Şimdiye kadar hiçkimsenin bu büyüklükte bir boşluk bulmamış olması bir yana biz bile bu boyutta bir boşluk bulmayı beklemiyorduk'' dedi.

Rudnick ve bilim ekibinin diğer üyeleri, Shea Brown ile Liliya Williams, dergide kaleme aldıkları makalede, söz konusu dev boşluğu, Wilkinson Mikrodalga Anisotropi Araştırma uydusuyla evrendeki soğuk bir nokta üzerinde yaptıkları araştırma sırasında bulduklarını belirttiler. Dergide, Kozmik Mikrodalga fonu adı verilen, evrenin doğumuna neden olan Büyük Patlama'dan arta kalan zayıf radyo sinyali üzerinde yapılan bir araştırmanın söz konusu bölgenin daha soğuk olduğunu gösterdiğine işaret eden Rudnick, ''Gökyözündeki bu noktada farklı bir şey olduğunu zaten biliyorduk'' dedi.

Rudnick'in araştırma ekibindeki arkadaşı Williams ise ''Bulduğumuz şey ne gözlemsel etüdlere ve ne de evrenin evrimi hakkında yapılan geniş ölçekli bilgisayar simülasyonlarına göre normal değil.'' ifadelerini kullandı.

Araştırmayı yapan astronomlar, Orion (Avcı ) takım yıldızının güneybatısında yer alan Eridanus takım yıldızının bulunduğu bölgede olduğu saptanan boşlukta, doğrudan görülemeyen, ancak yerçekimsel güçlerin ölçülmesiyle belirlenebilen karanlık maddeden bile eser bulunmadığına dikkati çektiler.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Göktaşı




200px-Meteor_burst.jpg





Göktaşı (veya Meteor), uzaydan dünya yüzeyine düşen maddelerin genel adı. Dünya atmosferine ortalama olarak senede birkaç bin göktaşı girer. Ancak bunların, beş yüz kadarı buharlaşmadan yere göktaşı olarak düşer. Göktaşları, Dünya atmosferine saniyede 11-72 km arasında değişen bir hızla girerler. Sürtünmeden meydana gelen ısıdan dolayı büyük bir kısmı eriyerek toz parçacıkları halinde yeryüzüne inebilir.
Göktaşları, kimyasal ve petrografik özelliklerine göre sınıflandırılırlar, kimyasal bileşimlerine göre taşsı(taşıl) (Aerolit), demirli (Siderit) ve taşsı demirli (taşıl-Demir)(Siderolit) olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Taşsı göktaşları demir, silisyum, karbon, magnezyum, alüminyum ve oksijenden meydana gelir. Demirli göktaşlarının içinde nikel, galyum, germanyum ve iridyum bulunur. Taşsı demirli, göktaşları ise olivin ile çeşitli metaller içerir.
Büyük göktaşları yeryüzüne düştüğü zaman, krater meydana getirebilir. Ancak krater oluşumu göktaşının yoğunluğuna, hızına ve çarptığı malzemenin özelliklerine bağlı olduğundan her zaman bir krater yapısı oluşmaz.



Galeri

120px-Morasko_krater_zima.jpg


Morasko adlı göktaşının açmış olduğu krater




120px-Morasko_meteoryt_oczyszczony_2006.jpg


Morasko adlı göktaşı




120px-ALH84001bakterie.jpg


Bakteri içerdiği olasılığı üzerinde durulan bir göktaşı, ALH84001



 
---> Gökbilim (Astronomi)

ASTRONOMİ ya da gökbilim, gezegenleri, yıldızlan ve evrendeki bütün gökcisimlerini inceleyen bir bilimdir. Güneş, Ay, gezegen­ler, yıldızlar, bulutsular ve gökadalar gibi bütün gökcisimlerinin yapısını ve evrimini araştıran astronomlar, evrenin nasıl oluştuğu sorusuna da yanıt ararlar. Astronomlara gö­re, bu araştırmalarla varılacak bütün gerçek­ler günün birinde tıpkı bir boz-yap bulmacası­nın parçaları gibi birbirini tamamlayacak ve içinde yaşadığımız evrenin eksiksiz bir görün­tüsü elde edilebilecektir.
1969'da Ay'a ayak basan iki ABD'li astro­notla insanoğlu ilk kez Dünya dışındaki bir gökcismine ulaşıp araştırma ve gözlem yap­mayı başarmıştı. 1970'lerde de sürdürülen bu Ay yolculuklarında önemli bilimsel deneyler yapıldı ve Dünya'ya Ay taşlarından örnekler getirildi. 1980'lerin sonlarında ise Merkür'den Neptün'e kadar uzanan gezegenler insansız araştırma uydularıyla incelendi. Güneş Siste­mi konusunda edinilen bugünkü bilgilerin çok büyük bir bölümünü bu uzay araçlarına borç­luyuz. Ama Güneş Sistemi'nin ötesindeki gökcisimlerini inceleyecek astronomların gü­venebilecekleri tek aygıt, eskiden olduğu gibi gene teleskoptur.

İnsan gözü ışığa duyarlıdır, ama ışıkla aynı yapıda olan öbür elektromagnetik dalgalann ya da ışımaların pek çoğunu algılayamaz. Uzayda değişik frekans ve dalga boylarında yayılan radyo dalgaları, mikrodalgalar, kızıl­ötesi, morötesi, gamma ve X ışınları gibi bütün elektromagnetik dalgalar geniş bir tayf oluşturacak biçimde dağılmıştır. İnsan gözü­nün algılayabildiği görünür ışık ise bu elektro­magnetik tayfın yalnızca küçük bir parçasıdır. Güneş'in yaydığı en güçlü ışıma da tayfın bu görülebilen bölümünde yer alır. Oysa uzayın derinliklerindeki öbür gökcisimlerinden çoğu­nun yaydığı güçlü ışımalar tayfın öbür bölü­münde kaldığı için insan gözü bu ışınları algılayamaz. Görünür ışığın incelenmesine dayanan optik astronomiyle yetinmeyip, gö­rülemeyen ışınların da incelenmesini amaçla­yan radyo astronominin doğuşu insan gözü­nün ve optik gözlem araçlarının bu yetersizli­ğinden kaynaklandı. Astronominin bu yeni dalıyla, elektromagnetik tayfın bütün bileşen­leri uzayın incelenmesinde yararlanılan birer bilgi kaynağı oldu. Ne var ki, görünür ışık ve radyo dalgaları dışındaki ışınımların çoğu Dünya atmosferinden geçerken soğurulur. Bunun başlıca nedeni atmosferdeki su buhan-dır. Bu yüzden, bugün astronomi gözlemle­rinde kullanılan güçlü kızılötesi teleskoplar, bu ışınların Dünya'ya ulaşmasını önleyen su buharının en az olduğu çöllere ya da çok yüksek dağların tepelerine yerleştirilir. 1980'lerde Dünya'nın çevresinde ve atmosfe­rin çok üstündeki bir yörüngeye oturtulan, kızılötesi teleskoplarla donatılmış bir gözlem uydusu (İngilizce kısaltmasıyla IRAS) çok önemli gözlemler yaptı. Morötesi, gamma ve X ışınlarına duyarlı teleskopların da mutlaka atmosfer dışındaki yörüngelerde dolanan uy­dulara yerleştirilmesi gerekir. Çünkü bu ışı­nımlar atmosferde tümüyle soğurulduğu için Dünya'ya ulaşamaz.

gökcisimlerinin, örneğin Güneş'in ya da gök­adaların (galaksilerin) incelenmesinde uz­manlaşır. Amaca uygun optik ya da radyo teleskoplarla gözlem yapan bu astronomların yanı sıra hiç gözlem yapmayan astrofizikçiler (gökfizikçileri) ya da kuramsal astronomlar da vardır. Bunların uzmanlığı da, gözlemci astronomların saptadığı olguları fizik yasaları­na uygun olarak açıklamaktır.

Günümüzde profesyonel astronomların kullandığı özel teleskoplar ve öbür gözlem araçlarıyla donatılmış gözlemevleri (rasatha­neler) kurmak, ancak devletin karşılayabile­ceği kadar pahalı bir yatırımdır. Bu yüzden birçok ülkede bu araştırmalar ulusal göz­lemevlerinde yürütülür. Ayrıca astronominin bir eğitim dalı olarak okutulduğu bazı üniver­sitelerde de özel gözlemevleri vardır. Ama böylesine güçlü ve pahalı teleskoplar olmadan da gökyüzünü incelemenin tadına varılabilir. Nitekim küçük teleskoplarla gözlem yaparak uzayın büyüsüne kapılan milyonlarca amatör gözlemci vardır. Bunlardan bazıları Ay'ı ya da Güneş'i yakından izlerken, bazıları da yeni bir kuyrukluyıldız ya da süpernova keşfede­bilmek için gökyüzünü tarar. Birçoğu da yalnızca gökyüzünün güzel ve büyüleyici gö­rünümünü izlemekle yetinir.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Astronomi ve Astroloji
Takvimin ve saatin bilinmediği çağlarda in­sanlar ancak Güneş'in ve bazı yıldızların konumlarına bakarak zamanı belirleyebiliyor-lardı. "Gökyüzünü okuyarak" toprağa ne zaman tohum atılacağını, ekinlerin ne zaman hasat edileceğini söyleyebilen kişiler bu ilk toplumlarda büyük saygı gördüler. Bu ilk astronomların çoğu din adamıydı ve sonunda, ilkel toplumların tanrı gibi taptıkları Güneş'e, Ay'a, yıldızlara ve gezegenlere ilişkin birçok efsane doğdu.
O çağlarda gökyüzünü dikkatle izleyen bu gözlemciler, yıldızların ve gezegenlerin Dün-ya'nın çevresinde hemen hemen değişmez bir yol izleyerek dolandığını fark ettiler; daha doğrusu öyle olduğunu sandılar. Böylece gök­cisimlerinin gözlemlenmiş hareketlerine da­yanarak sonraki hareketlerini de önceden kes-tirebilmeyi öğrendiler. Mevsimlerin birbirini izlemesi, Mısır'daki Nil Irmağı'nm her yıl aynı dönemde kabarması gibi bazı olayları yıldızla­ra bakarak önceden haber verebildikleri için, gelecekteki bütün olayları da yıldızların hare­ketinden anlayabileceklerini sandılar. Örne­ğin bir çocuk doğduğu anda Güneş'in, Ay'ın ve gezegenlerin gökyüzündeki konumuna ba­karak o çocuğun bütün yaşamı önceden bili­nebilirdi. Oysa insanın yazgısı ile gökcisimleri arasındaki ilişkiyi doğrulayabilecek hiçbir bi­limsel kanıt yoktur. Güneş'in ve Ay'ın konu­mundan ileri gelen gelgit olayı dışında, gökci­simleri ile Dünya'da yaşanan günlük olaylar arasında bir bağlantı kurulamaz. Gökcisimle­rini gözlemleyerek geleceği haber vermeyi amaçlayan astroloji bugün bir "sahte bilim" sayılır. Binlerce yıl astronomi ve dinle iç içe gelişen astroloji geleneği, astronomiye öncü­lük ederek artık görevini tamamlamıştır (bak. astroloji).

Yıldızların gözlemlenen özelliklerinden bi­ri, ilk astronomların da fark ettikleri gibi gökyüzünde bir araya kümelenerek "takım­yıldız" denen topluluklar oluşturmalarıdır. Gerçekte bizim aynı takımyıldız içinde bulun­duğunu sandığımız bu yıldızların birbiriyle hiçbir bağlantısı yoktur. Bu yalnızca, "görüş doğrultusu etkisi" denen ışık ve gözlem koşul­larına bağlı bir yanılsamadır. Bu etkiyle her takımyıldız gökyüzünde değişmez bir kalıp içinde görünür. Çağımızdan yaklaşık 5.000 yıl önce Babilli astronom-müneccimler, bu kalıp­ların biçimine bakarak takımyıldızlara insan, hayvan ve eşya adları vermişlerdi. Bugün kullandığımız Büyükayı, Andromeda, Kuğu, Kanatlıat, Koç, Boğa, Terazi gibi takımyıldız adlarının çoğu da Eski Yunanlı astronomların buluşudur. Gökyüzünde kuzey ve güney yarı­kürelere dağılmış 88 tane takımyıldız vardır ve astronomlar genellikle bunları Latince adlarıyla anarlar.

İlk astronomlar yalnızca gökyüzünde neler olup bittiğini izliyor, bu gözlemlerinden ola­bildiğince yararlanmaya çalışıyor, ama bu olayların nedenlerini bilemiyorlardı. Sözgeli­mi bazı takımyıldızların yılın belli bir döne­minde görüş alanından çıktığını, sonra yeni­den ve aynı yerde göründüğünü fark etmişler­di. Babilliler, Eski Mısırlılar, Mayalar ve İnkalar yıldızları gözlemek için tapınaklar yaptılar. Bu tapınaklardan bazıları öyle ko-numlanmıştı ki, yılın belirli bir döneminde gökyüzünde kaybolan belli bir yıldız, zamanı gelince tapmağın duvarındaki özel bir deliğin tam karşısında yeniden belirirdi. Hep aynı noktada doğup batan bu yıldız deliğin karşı­sında görülünce ekin zamanının geldiği anlaşı­lırdı.



 
---> Gökbilim (Astronomi)

Eski Astronomi
Eskiçağların en büyük astronomları, İÖ 7. yüzyıldan sonra Babil ve Mısır astronomisinin bütün mirasına konan Eski Yunanlılar arasın­dan yetişti. Bu bilginler "durağan" yıldızların (birbirlerine göre konumları değişmeyen yıl­dızların) doğuş ve batışlarını saptadıkları gibi, gökyüzünde "gezen", yani durağan yıldızlara göre sürekli yer değiştiren beş tane de parlak gökcismi gözlemlediler. Eskiden Yunanca' dan türetilmiş planet sözcüğüyle anılan bu gezegenler aslında kendi ışığı olmayan, ama Güneş ışınlarını yansıttıkları için parlak görü­nen karanlık gökcisimleridir. Dünya'mız da Güneş Sistemi içinde bir gezegendir. Eski Yunanlılar Güneş Sistemi'ndeki dokuz geze­genden yalnızca beşini biliyorlardı: Merkür, Venüs, Mars (Merih), Jüpiter ve Satürn (bak. Gezegen).

Eski Yunan'ın ilk büyük astronomi bilgin­lerinden Miletli Thales (İÖ yaklaşık 624-546) Ay ve Güneş tutulmalarının zamanını önceden saptamayı başarmış, ama tutulmala­rın nasıl gerçekleştiğini açıklayamamıştı (bak. Ay ve Güneş Tutulmasi). Bu bilgin Dünya'nın bir tepsi gibi düz olduğuna ve su üstünde yüzdüğüne inanıyordu. İÖ 6. yüzyılda yaşa­mış olan Sisamlı Pisagor, o çağdaki meslek­taşlarının çoğu gibi hem astronom, hem de ünlü bir matematikçiydi. Pisagor'a göre Dün­ya yuvarlak, daha doğrusu küre biçimindey­di ve evrenin merkezinde hareketsizdi; Gü­neş, yıldızlar ve gezegenler de onun çevresin­de dolanıyordu. İÖ 3. yüzyılda gene Sisam (Samos) Adası'nda yetişmiş olan Aristarkhos, Güneş'in Dünya'nın çevresinde değil, tam tersine Dünya'nın Güneş'in çevresinde dön­düğünü söyleyen ilk astronomlardan biri ol­du. O zamanlar hiç kimsenin inanmadığı bu savıyla gerçeği yakalayan Aristarkhos, Dün­ya'nın Güneş'e olan uzaklığını hesaplarken aynı başarıyı gösteremedi. Güneş'in Dünya' ya uzaklığını Ay ile Dünya arasındaki uzaklı­ğın 20 katı olarak hesaplamıştı; oysa Güneş Dünya'mıza Ay'dan 400 kat daha uzaktadır.

Eski Yunan'ın en büyük astronomlarından biri İÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Hippar-khos'tu. Trigonometri denen matematik dalını kuran bu bilgin, geliştirdiği trigonometri yön­temleriyle pek çok yıldızın konumunu belirle­di. 850 kadar yıldızı kapsayan bir katalog hazırlayarak, bu yıldızları parlaklıklarına göre altı sınıfa ayırdı. Hipparkhos'un bu sınıflan­dırması bugünkü astronomların kullandıkları sistemin temelini oluşturur. Parlaklığı birinci dereceden ya da "kadir"den olan yıldızlar uzun süre gökyüzünün en parlak yıldızları sayıldı. Ama çağımızda bu değerler yeniden gözden geçirildiğinde, parlaklığı sıfırın altın­daki eksi kadirlerle ölçülen birçok yıldız olduğu anlaşıldı. Çıplak gözle belli belirsiz görülebilen en sönük yıldızlar ise altıncı ka­dirdendir.

Eski Yunanlı astronomların son büyük temsilcisi olan Klaudios Ptolemaios ya da Arapça'dan dilimize geçen adıyla Batlamyus, İS 2. yüzyılda Mısır'daki İskenderiye kentin­de yaşadı. Pisagor gibi o da Dünya'nın evre­nin merkezinde hareketsiz durduğuna ve yıl­dızların Dünya'nın çevresinde dairesel yörün­geler çizerek döndüğüne inanıyordu. Bat-lamyus'a göre. Güneş'in ve gezegenlerin Dün­ya'nın çevresinde dolanırken çizdikleri bu yörüngeler basit birer çember olamazdı; çün­kü gezegenler arada bir yörüngeleri üzerinde geriye dönüyormuş gibi görünüyordu. Batlam-yus bunu açıklamak için "ilmek" (episikl) kavramını ortaya attı. Bu karmaşık sisteme göre her gezegen, Dünya'yı merkez alan büyük bir çemberin çevresinde daha küçük çemberler çizerek dolanıyordu. Aynı zaman­da küçük çemberlerin merkezleri büyük çem­berin üstünde batıdan doğuya doğru kayarak ilerlediği için ilmek denen eğriler çiziyordu. Batlamyus bu evren modelini "Matematik Derlemesi" adlı kitabında açıkladı.
İS 2. ve 14. yüzyıllar arasında bu bilim yalnızca Arap astronomların katkılarıyla ge­lişti. Batlamyus'un çalışmalarını kendi incele­meleriyle geliştiren Araplar, bu ünlü astrono­mun kitabını el-Mecisti adıyla Arapça'ya çe­virdiler. Bu çeviri bütün dünyanın ilgisini çekti ve yapıt Almagest adıyla anılır oldu. Parlak yıldızların bugünkü adları da Arap-lar'dan kalmadır. Astronomideki Eski Yunan geleneğini ve bilgi birikimini 8. ve 15. yüzyıllar arasında İspanya'daki Mağribiler aracılığıyla Avrupa'ya taşıyan da gene Araplar oldu.




 
---> Gökbilim (Astronomi)

Kopernik, Tycho Brahe ve Kepler
Çağdaş astronomi Polonyalı bilgin Mikolaj Kopernik (1473-1543) ile başladı. Dünya'nın hem Güneş'in çevresinde dolandığını, hem de 24 saatte bir kendi ekseni çevresinde döndü­ğünü saptayan Kopernik bu bulgularını "Gökyüzü Kürelerinin Dönmesi Üzerine" ad­lı ünlü kitabında açıkladı. Kopernik yalnız Dünya'nın değil bütün gezegenlerin Güneş'in çevresinde dolandığını da belirtti. Dairesel yörüngeler üzerindeki bu dolanımı Batlamyus' un ilmek modelinden daha iyi açıklamış,
ama tam doğruya varamamıştı. Kopernik'in görüşleri uzun süre benimsenmedi ve insanla­rın yaşadığı Dünya'yı bütün evrenin merkezi olarak gösteren Batlamyus modeli 17. yüzyıl­da bile egemenliğini sürdürdü.

Kopernik'in Güneş Sistemi'ne ilişkin kura­mı bazı değişikliklerle bugün de geçerliliğini koruyor. Bu "günmerkezli" kuramda yapılan değişiklikler, Danimarkalı Tycho Brahe (1546-1601) ile bir süre onunla birlikte çalış­mış olan Alman Johannes Kepler'in (1571-1630) ortak çalışmalarının ürünüdür.
Danimarkalı bir soylu ve çok titiz bir göz­lemci olan Tycho, gezegenlerin hareketlerini kendisinden önceki bütün astronomlardan daha doğru olarak gözlemledi. Kepler de bu gözlemlerden yola çıkarak Güneş Sistemi için yeni bir model geliştirdi. Kepler'in modeli ge­zegenlerin hareketine ilişkin üç yasaya daya­nıyordu. Bilgin bunlardan ilk ikisini 1609'da, üçüncüsünü ise 1618'de açıkladı. Yörüngeler yasası denen 1. yasaya göre gezegenler Gü­neş'in çevresinde çember değil, hafifçe basık elips biçiminde yörüngeler çizerek dolanır; Güneş de bu elipsin odaklarından birinde yer alır. Alanlar yasası denen 2. yasaya göre bir gezegenin dönme hızı, yörünge üzerinde bu­lunduğu noktaya bağlı olarak değişir; geze­genlerin hareketi Güneş'e en yakın oldukları noktada (günberi noktası) en hızlı, en uzak oldukları noktada (günöte noktası) en yavaş­tır. Dolanım süreleri yasası (3. yasa) ise, iki gezegenin dolanım sürelerinin karelerinin bir­birine oranı ile bu gezegenlerin Güneş'e olan ortalama uzaklıklarının küplerinin birbirine oranının eşit olduğunu belirtir. Bu yasaya gö­re, gezegenlerden birinin Güneş'e olan orta­lama uzaklığı ve dolanım süresi ile ikinci bir gezegenin dolanım süresi bilinirse, bu gezege­nin Güneş'e olan ortalama uzaklığı hesapla­nabilir.


 
---> Gökbilim (Astronomi)

Teleskopun Bulunuşu
Tycho Brahe ve ondan önceki bütün astro­nomlar teleskopun bulunmasından önceki yıl­larda yaşadılar; bu yüzden gözlemlerini çıplak gözle yapmak zorundaydılar. Teleskopu ki­min bulduğu tam olarak bilinmiyor, ama bu aygıtı ilk kez astronomi gözlemlerinde kulla­nan ünlü İtalyan bilgin Galileo Galilei'dir (1564-1642). 1609'da kendi yaptığı teleskopla gözlemlere başlayan Galileo, Güneş lekeleri, Ay'ın dağları ve "denizler"i, Jüpiter'in dört uydusu gibi çok önemli gözlemler yaptı. Ve-nüs'ün de tıpkı Ay gibi değişik evrelerden geçtiğini, yani bazen tam, bazen yarım daire gibi göründüğünü saptadı. Bu biçim değişik­likleri gezegenin Dünya'nın değil Güneş'in çevresinde dolandığını ve ışığını ondan aldığı­nı açıkça kanıtlıyordu. Böylece Galileo, Ko­pernik'in günmerkezli evren modelinin doğ­ruluğuna kesin olarak inandı.

Galileo'nun buluşlarından sonra gökyüzü­nü ve yıldızları görmek isteyen birçok kişi te­leskop yapımına girişti. İlk yapılan teleskop­larda ışığı odaklamak için mercek kullanıldı­ğından bunlara "mercekli teleskop" dendi. İşık bu merceklerden geçerken kırıldığı için bu tip gözlem araçlarının bir adı da kırılmalı teleskoptur. Çok geçmeden, ünlü İngiliz ma­tematikçi Sir Isaac Nevvton merceklerin yeri­ne çukur (içbükey) bir ayna yerleştirerek yeni bir teleskop gerçekleştirdi. Buna da "aynalı teleskop" ya da yansımalı teleskop denir. Çağdaş gözlemevlerinde kulfanılan büyük op­tik teleskopların çoğu aynalı teleskoptur. Çok uzak ve sönük yıldızları gözlemleyebilmek için teleskopların çok büyük olması gere­kir. Dünyanın en büyük aynalı teleskopu SSCB'nin Kafkasya bölgesindeki Zelençuks-kaya'dadır ve aynasının çapı 6 metredir. (Ast­ronomların kullandığı gözlem araçlarına iliş­kin bilgileri gözlemevi ve Teleskop maddele­rinde bulabilirsiniz.)



 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst