Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

SARIKAMIŞ ALLAHUEKBER DAĞI ŞEHİTLERİ

Birinci Dünya savaşının başladığı yıllarda 36 yıldır Rus işgali altında bulunan Sarıkamış Ardahan ve Kars'ı işgalinden kurtarmak isteyen Harbiye Nazırı (Bakanı) ve Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın emriyle 118.000 mevcutlu Üçüncü Ordu 22 Aralık 1914&'de harekete başladı. Enver Paşa 3. Ordunun Komutanlığına da vekalet etmekteydi. Savaşa lojistik yönden hazırlıksız başlayan 9., 10., 11., Kolordular sıfırın altında 40 ile 50 derece soğukta ve 60-70 Cm. kar üzerinde Rus birlikleri ile kahramanca savaştı. Yer yer zaferler kazandı. Allahuekber dağları, 37.000 şehit verilerek aşıldı. Sarıkamış kuşatıldı. "Sarıkamış Kuşatma Hareketi" aşırı soğuk ve açlık yüzünden hedef ele geçirilmeden 5 Ocak 1915'de sona erdi. Bu dağlarda Osmanlı Ordusu cephede hastalık ve donma sonucu yaklaşık 60.000 şehit verdi. Her türlü imkana sahip ve yıllardan beri hazırlanan düşman birliklerinin de bu savaşlarda 32.000 askeri öldü.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Allahüekber Dağlarında, Şehitlerimizi andık…

Kars Valiliğinin organize ettiği ile kısa adı KAI olan Kars Ardahan Iğdır Vakfı'nın katkılarıyla gerçekleşen “4. Allahüekber Dağı Şehitliği Ziyareti”yle on binlerce kahraman şehidimizi yeniden hatırladık; onların aziz ruhuna dualar gönderdik. Ve bir kez daha anladık ki, bu vatan kolay kazanılmamış ve bu aziz vatanı hiçbir hain güç asla bölemeyecek!


Sarıkamış üstünde kar

Kar altında Mehmedim yatar…

Gülüm donmuş kara dönmüş

Gören sanmış yârini sarar…


Ne zaman Sarıkamış'a yolum düşse, bir hüzün bulutu gibi bu mısralar hafızamda canlanır.

Donarak şehit olan on binlerce vatan evladının acısını yüreğimde hissederim…

Sadece Sarıkamış şehitlerini değil, Galiçya'da, Trablusgarp'da, Kafkasya'da velhasıl yedi düvelde kahramanca dövüşen, bu topraklar uğruna hayatlarını feda eden kahraman askerlerimizi tek tek alınlarından öpüp, aziz hatıraları önünde saygıyla eğilmek isterim…


Geçtiğimiz ay yine

Sarıkamış'taydık…


Kimi kaynaklara göre 90 bin olan, kimi kaynaklara göre ise 60 bin civarında olan şehitlerimizi yad etmek için 3 bin 200 metre yükseklikteki Allahüekber Dağları'na çıktık.

Kars Valiliğinin organize ettiği ve Kars Ardahan Iğdır Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleşen şehitlerimi anma töreninde duygusal anlar yaşadık. Binlerce metre yükseklikteki zorlu dağlara sıradan arabalarla ulaşmak mümkün değil. Valiliğin BOTAŞ'tan temin ettiği jeeplerle uzun bir konvoy oluşturuyoruz ve bozuk engebeli yolları aşarak dağların zirvesine saatler süren bir yolculuk yapıyoruz…

Uçsuz bucaksız yaylalar ovalar, kekik kokulu çiçekli dağların yamaçlarıyla birlikte muhteşem bir güzelliğe dönüşüyor.


Adım attığımız her yer

şehitler yatağı…


Dağların zirvesine vardığımızda, şehitler için yaptırılan mütevazı bir anıt görüyoruz. Anıtın etrafında taş yığınları var. Bölge köylülerinden 80 yaşındaki Fikri Bozkurt, “Bak evlat” diyor, “Bu gördüğün dağın her tarafı şehitlerle doludur. Biraz eşelesek toprağın her tarafından şehitlerimizin kemikleri çıkar” diyor. Fikri Dede, güngörmüş bilge bir kişi.

Bir yandan Sarıkamış dramını anlatıyor, diğer yandan Ermeni zulmünü haykırıyor. Babasının üç kardeşini Ermeni çeteleri döverek katletmişler. Fikri Dede'nin sözlerini, büyük devletlerin maşası hainlerin kafalarına kazımak lazım... Şöyle haykırıyor yaşlı köylü: “Ermeniler bu toprakları, bu köyleri işgal ettiğinde, Türk-Kürt ayırımı yapmadan herkesi katlettiler, herkese işkence yaptılar, herkesin kadınlarına, kızlarına tecavüz ettiler. Şimdi Ermeni dölü bazı hainler, bazı dış mihrakların tesiriyle bu ülkeyi bölmek, bizi birbirimize düşürmek istiyorlar. Benim dedelerim bu ülke için şehit oldu. Bu köylerde yaşayan herkesin dedeleri, nineleri şehit oldu. Bizi kimse bölemez. Ermeni uşaklarının oyununa gelmeyeceğiz!”

Törendeki bütün protokol konuşmalarını dinledim ama beni en çok etkileyen Fikri Dede'nin bu sözleri oldu. Milli birliğimizin teminatı olan böyle büyüklerimizin bu tür törenlerde başköşede oturtulması gerekir. Devlet-millet kaynaşması böyle sağlanır. Ah, bir de bu tür önemli etkinliklere halkın katılımını sağlayabilsek! İşte o zaman, törenler daha büyük bir anlam kazanacak. Yine de bu tür toplantıları çok önemsiyorum. En azından bir başlangıç teşkil ediyor. Bu vesileyle Kars Valisi Sayın Nevzat Turhan'ı da gayretlerinden dolayı kutluyorum.


Sarıkamış Şehitleri Anıtı

elzemdir…


Dönemin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın emriyle Sarıkamış Harekâtı'na katılan 90 bin Mehmedimiz, başı dumanlı bu yüksek dağlarda donarak şehit olmuşlardı. Şimdi onlardan geriye kalan isimsiz, nişanesiz toplu mezarlar…

Dağların zirvelerinde Sarıkamış Harekâtı'nda şehit düşen askerlerimizin yanı sıra, daha önce yaşanan Türk-Rus savaşlarında şehit olan askerlerimizin de mezarları bulunuyor…

Aslında her Türk gencinin buraları ziyaret etmesi gerekir. Bunun için gerekli olan altyapının-organizasyonun planlı bir şekilde sağlanması gerekiyor. Türk gençliği mutlaka Batı'da Çanakkale, Doğu'da Sarıkamış Destanı'nı bilmelidir, öğrenmelidir; Şahadet ruhunu, milli duyguyu yüreğinin ta derinlerinde hissetmelidir. Bu bakımdan Kars Ardahan Iğdır Vakfı'nın Kars Valiliği ile birlikte gerçekleştirdiği “Sarıkamış Şehitleri Anıt Projesi”ni çok önemli bir adım olarak görüyorum. Vakıf Başkanı İskender Bozdemir, Vakıftaki diğer hamiyetperver vatansever arkadaşlarıyla birlikte bu konuda büyük bir gayret ve heyecan içerisinde…

İnanıyorum ki, bu güzel heyecan ve vatan sevgisi, şehitlerimizin mübarek bedenleriyle kutsallaşan Sarıkamış'ta ve Allahüekber Dağları'nda muhteşem bir anıta dönüşecek…

Emek sarf edenlere sonsuz teşekkürler…
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

KORE SAVAŞI

Kore Savaşının Nedenleri Kore Savaşı, Uzak Doğuda güçlenmeye başlayan soğuk savaş tehlikesini ortadan kaldırmak için A.B.D. ile Birleşmiş Milletler Örgütünün birlikte düzenledikleri ilk harekattır. Güney Kore'nin Kuzey Kore ve Komunist Çin kuvvetleri tarafından işgaline son vermek üzere Birleşmiş Milletler gücü adı altında birçok ülkenin birlikte hareket ettiği 20. yüzyıl tarihinde yerini almış önemli olaylardandır.

Kore Savaşına Kimler Katıldı?
Kore Savaşına toplam 16 ülke askeri birlik ile, 6 ülke de tıbbi yardım araçlarıyla katılmıştır. Bu yardım çağrısına katılan ve askeri birlik gönderen ilk ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. İlk olarak Ekim 1950'de Kore'ye gönderilen Türk Tugayı, Ağustos 1954'e kadar Kore'de kalmıştır.


Kore'ye Giden Birliğimiz Hakkında Bilgiler
Kore Savaşına gönderilen Türk Tugayı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında topçu ve teknik destek kıtalarının eşlik ettiği 3 piyade taburundan oluşuyordu. Kore Savaşı boyunca Amerikan kuvvetlerine bağlı hareket eden tugay büyüklüğündeki tek birlikti. Tam teçhizatlı Türk Tugayı düzenliliği, askeri bilgi ve yetenekleriyle yabancılar arasında büyük saygı kazanmıştı.


20 Ekim 1950 - Askerlerimizin Kore'ye Varışı


Tugayımız Tayland öncü birliklerinden sonra Kore'ye en önce varan birliklerden biriydi. Eylül ayı sonlarında İskenderun Limanından gemiyle yola çıkan 5455 kişilik tugayımız, 18 Ekim 1950'de Kore yarımadasının Güney ucundaki Pusan limanına varmış, ertesi gün mühimmatını gemiden indirmeye başlamıştı. İner inmez Pusan'dan harekete geçen tugayımız, 20 Ekim günü 60 mil (100km) Kuzeydeki Taegu şehrine vararak, Birleşmiş Milletler kuvvetlerine katılmıştı.


10-25 Kasım 1950 Kuzeye İlerleme


Amerikan kuvvetlerinin emrinde bir alt birlik olarak görev alan tugayımız 10 Kasım 1950'den itibaren Amerikalılarla birlikte Kuzeye doğru yürüyüşe başlamıştı. Askerlerimiz bu yürüyüş sırasında, muhtemelen halkın arasına karışmış Kuzey Kore askerleriyle ve çetelerle mücadele ediyordu. Teğmen Tahir Ün Kore'den Japonya'ya geçen Yeni Sabah Gazetesi muhabiri Alaettin Erk eliyle gönderdiği mektubunda birliğimizin başarılarından bahsetmiş ve 3-4 Türk askerinin kimi zaman 30-40 Kuzey Kore askerini esir aldığını yazmıştı.
9. Amerikan Kolordusunun genel harekatı çerçevesinde Türk Tugayı 21 Kasım günü Kuzeye doğru ilerleyişe devam ederek 22 Kasım günü, üç gün önce Kunuriye varmış bulunan Amerikan 25. bölüğü ile buluştu. Burada bulunan Amerikan, Türk ve Güney Kore birlikleri Chongchon Nehri tarafından ikiye bölünen bir bölgede dağınık olarak mevzilenmişlerdi. Askerlerimize burada Amerikan 9. Kolordusunun sağ (Doğu) yanını koruma görevi verilmişti.


Kasım 1950'de Kunuri Bölgesindeki Şartlar
Kore'deki hava şartları son derece olumsuzdu. Son 40 yılın en soğuk günleri yaşanıyordu. Mançurya'dan esen sert rüzgarlar askerlerimizin hareketlerini güçleştiriyor, özellikle gece nöbetleri dondurucu oluyordu. Askerler boş tenekelerde yakılan ateşlerin başında ısınıyorlardı. Tıbbi ekipler donan askerleri tedavi etmeye çalışıyordu. Acilen kan verilmesi gerektiğinde plazmanın 90 dakika ısıtılması gerekiyordu. Su içeren ilaçlar donmuştu. Kamyonlardaki benzinin donma tehlikesine karşı alkol karıştırılması gerekiyordu. Hatta geceleri, askerlerin postallarının içinde biriken ter bile donuyordu. Kuzey Kore'nin uzun dağ sıraları ve bunların arasındaki vadilerden oluşan arazi yapısı, hareketi zorlaştırıyor, dondurucu soğukla birlikte bir kaç gün içinde gelecek felaketi hazırlayan unsurlar arasında yerlerini alıyorlardı.


Çin Varlığının Haber Alınması


Tugayımız Tokchon'un Kuzey-Batısında bir Çin birliğinin bulunduğu haber almıştı. Amerikan haber alma servisinden Çinlilerin konumu ilerleyişleri ve civardaki dost kuvvetlerin konumlarıyla ilgili bilgi istenmesine rağmen hiçbir bilgi gelmiyordu. Türk komutanlar çok ciddi bir durumla karşılaşılabileceğini tahmin ediyorlardı. Teğmen Tahir Ün mektubunda düşmanı her tarafta hissettiklerini, 4 gündür dağlarda hiç uyumadıklarını yazıyordu.


26 Kasım 1950 - Büyük Saldırı ve Kunuri Savaşının Patlaması


26 Kasım günü Çin kuvvetleri Amerikan 1. ve 9. Kolordularına ve bunlara bağlı diğer birliklere karşı çok güçlü saldırılara başladılar. İlk olarak Çin birlikleri dağlardan aşağıya doğru Tokchon civarında bulunan Güney Kore'lilere saldırdılar. Güney Kore savunması ezici saldırı karşısında çok kısa bir sürede bozguna uğrayarak dağıldı.
Çinliler genellikle gece ilerliyorlardı. 18 gün boyunca günde yaklaşık 30 km. yol almışlardı. Gündüz saatlerinde sadece keşif birliklerinin dolaşmasına izin veriliyor, diğer Çin askerleri dağlık arazide saklanıyorlardı. Çinli komutanların gündüz yerini belli eden askeri vurma yetkisi bulunuyordu. Olumsuz hava ve arazi şartları da düşman Çin ve Kuzey Kore birliklerine avantaj sağlıyordu.


Türk Birliği Açısından Kunuri Savaşında Karşılaşılan Genel Durum
Bu sırada Türklere Amerikan birliklerinin sağ (Doğu) kanadını koruma görevi verildi. 1. Türk Taburunu Kunuri'nin 15 mil (24 km) Doğusundaki Wawon'a acilen sevketmek için Amerikan kamyonları tahsis edilmişti. Bu kamyonlar daha sonra geri dönerek 2. Taburumuzu nakledeceklerdi. Durumun aciliyeti karşısında askerlerimizin bir kısmı yaya olarak yola çıktılar. Türklere gelen emir karayolunu tutarak, Unsong'u emniyete almaktı, ancak tugayımızın karanlık basmadan Unsong'a varıp, orada mevzilenmesi için yeterli zaman yoktu. Üstelik, Chongsong'da bulunan düşman Amerikalıların tutmamızı istediği çizgiye çok yakın bir konumdaydı. Bu da tugayımızın daha mevzi almadan bir sürpriz saldırıyla karşılaşması riskini getiriyordu. Ayrıca bu bölgede çete taraması yapılmadığından halk arasına karışmış olabilecek gerillalar geri çekiliş yolunu kaparlarsa tugayımız sarılabilir ve yok olma tehlikesiyle karşılaşabilirdi. Bütün bunlara ek olarak, sağ kanadını savunma görevi aldığımız Amerikan kuvvetleri geri çekilmekteydi. Öte yandan birliklerimizin o anda bulundukları yerden savunma görevi yapması da arazi şartları yüzünden hemen hemen imkansızdı. Bizden istenen KunurixTokchon yolunu tutmak için 12 mil (20 km) uzunluğunda bir cephe gerektiriyor ve bu da sayıca çok üstün olan Çinlilere karşı bizi tümüyle zayıf düşürebilecek bir durumdu. Arazinin topların etkili bir şekilde kullanımını engellemesi ve düşmanın araziyi çok iyi bilme avantajı da eklenince ortaya çıkan tablo Türk kuvvetleri için hiç de iç açıcı değildi. Güney-Doğuya geri çekilmekten başka yapacak bir şey yoktu. Ancak durum, geri çekiliş sırasında bile düşmanla karşı karşıya gelmeyi gerektirecek kadar karmaşıktı. Amerikan kuvvetleriyle temas kesilmişti. Türk Tugayı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı'nın emrinde kendi başının çaresine bakmak durumundaydı. Kunuri'nin Kuzey-Doğusuna doğru ilerleyen askerlerimiz, Wawon'da mevzilenmeyi amaçlıyorlardı. Wawon'a vardıktan hemen sonra Tokchon'a doğru Tongjukkyo Nehri boyunca yokuş yukarı, yaya olarak ve tank desteği olmadan bir ilerleyiş başlamıştı.
Amerikalılar, uçakla yaptıkları keşifler sonucunda Çinlilerin Tokchon'a doğru ilerlediklerini ve oradan büyük bir saldırı yapacaklarını büyük bir ihtimalle tahmin etmişlerdi. Amerikalılardan istihbarat alınamayışı ve genel durumun bilinememesi sonucunda yapılan manevralar tugayımıza ait iki keşif birliğini, artçı birlik haline getirmişti. Bu arada iyice yaklaşan Çinliler tugayımızı yakın takibe almışlardı. Bir öncü keşif kolumuz Karil L'yong Geçidinde Çinlilerle ilk temas eden birliğimiz oldu. Keşif birliğimizden kurtulan olmadı.


Birliğimizin Geri Çekilişi
Bütün olumsuz koşullara rağmen Türk askeri düşmanın ilerleyişini durdurmayı başarmıştı. Türk mevzilerini ele geçirmek için ardı arkasına bir çok saldırı düzenleyen Çinliler her seferinde geri püskürtülmüş ve büyük kayıplar vermişlerdi. Cephe savaşıyla sonuç alamayacaklarını anlayan Çinliler bir toplu imha planı hazırlamışlar ve sessizce tugayımızın etrafını sarmaya başlamışlardı. Komutanlarımız bu planı zamanında farkederek bir an önce geri çekilme emri verdi, çünkü sayıca çok üstün olan Çinlilerin tüm yönlerden yapacakları bir saldırıyı durdurmak imkansızdı. Askerlerimiz o gece sıfırın altında bir hava sıcaklığında ve yorgun bir şekilde sayıca kendilerinin onlarca misli olan düşmanla başbaşa kalmıştı. Çinliler bütün gece ani gürültüler, davul, ıslık ve çığlık sesleri çıkararak a******izin moralini çökertmeye ve dinlenmesine olanak vermemeye çalışıyordu.
Geri çekiliş sırasında birliklerimiz tekrar Wawon'a yaklaşırlarken ağır düşman ateşiyle karşılaştılar. Çinliler, askerlerimiz tam olarak mevzilenemeden saldırmışlardı. Çinliler tarafından sarılan öndeki 1. Taburumuz çetin bir süngü savaşına girmişti. Amerikalıların raporlarına göre o gün öğleden sonra taburdan geriye kalan iki bölüğümüz 400 yaralıyla hala savaşıyordu. Tugayımızın geri kalan kısmı bu durum karşısında buradan da geri çekilme emri aldı. 9. Bölük geri çekilen diğer birliklerimizi arkadan koruma görevini üstlenmişti. 3. Taburun 10. Bölüğü ise tugayımızın ileri hattını oluşturuyordu. Birliklerimiz sayıca çok üstün olan düşmanı oyalayarak, zaman kazanmaya ve tekrar toplanarak, mevzi tutmaya çalışıyorlardı. Savaşın en hararetli bu anında 9. bölük zor durumda olan 10. ve 11. bölüklere yardım görevini almıştı. 29 Kasım sabahına karşı Çinliler birliklerimizin direnişini kırmayı başardılar. 9. Bölüğümüz, 3. Tabur Komutanı Binbaşı Lütfü Bilgin de dahil olmak üzere tamamıyla şehit edildi.


30 Kasım 1950 - Son Durum

Geri çekiliş sırasında Çinliler Türk Birliğine müthiş bir kuvvetle saldırmışlardı. 30 Kasım 1950 günü tugayımızın yarısından çoğu kaybedilmişti. Bu çetin mücadelede kahraman Türk askerleri saatlerce süren süngü savaşı sonrasında şehit düşerken, geride bulunan diğer Birleşmiş Milletler birlikleri silahlarını ve teçhizatını bırakarak da olsa kurtulabilmişti. Amerikan karargahı sonradan kendilerinde de yeterli bilgi olmadığı için Türklere bilgi veremediklerini açıklamışlardır.


Savaşın Ülkemiz için SonuçlarıKasım 1950'deki Çin saldırısına karşı Birleşmiş Milletler kuvvetleri bozguna uğramış ve bu savaş tüm Kore Savaşının en zorlu anlarından bir olarak tarihe geçmiştir. Amerikalılar, hava koşulları, arazi ve Türklerle aralarındaki dil sorununun yol açtığı anlaşmazlıklar yüzünden Kunuri Savaşının bir bozguna dönüştüğünü, özellikle Türkler için çok kanlı ve trajik bir şekilde sonuçlandığını söylemişlerdir.
Sadece bir-iki gece süren Kunuri Savaşında Türk Tugayı 741 şehit, 2068 yaralı, 163 kayıp, 244 esir ve 298 diğer olmak üzere toplam 3514 kayıp vermiştir.
Amerikada yayınlanmış çeşitli kaynaklarda Kore'deki Türk Tugayından şöyle sözediliyor: "Savunmadan çok saldırı pozisyonlarında çok daha başarılıydılar ve asla geri çekilmek istemiyorlardı. Türkler en zor şartlarda bile kendilerini son derece cesur ve asil bir şekilde gösterdiler. Ağır kayıpları onların onur ve kararlılıklarının sembolüdür. Cesaretleri ve kahramanlıkları için bizim hiç bir şey söylememize gerek yoktur".
A.B.D. Başkanı Clinton: "Aramızdaki derin güven bağı Kore Savaşında serpildi ve bu dostluk 40 yılı aşkın sürede NATO'da omuz omuza çalışmada güçlendi. A.B.D. her zaman Türkiye'nin güvenliği ve toprak bütünlüğü, demokrasinin güçlenmesi ve Türk halkının refahının yanındadır". Ekim 1995.
Kore Savaşının ülkemiz için önemli sonuçları olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Türklerin Kore Savaşında gösterdiği cesarete ve fedakarlığa karşılık, ülkemizin 1952'de NATO'ya kabul edilmesinde önemli rol oynamış ve çeşitli yardım paketleri çerçevesinde ülkemize önemli maddi yardımlarda bulunmuştur. Kore Savaşının ülkemiz açısından diğer bir önemli sonucu da Güney Kore ve Türk halkları arasındaki yakın dostluk ve güven ilişkisinin başlaması ve gelişmesidir. Türkiye ve Güney Kore halkları arasındaki kardeşlik 2002 Dünya Kupası sırasında bir kere daha tüm dünyaya karşı açıkça sergilenmiştir.


Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Genel Komutanı Amerikalı General Walton Walker Türk Tugayının Kunuri Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı'ya madalya veriyor.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

1965-1973 YILI KIBRIS ŞEHİTLERİNİN LİSTESİ

ŞEHİTİN ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM TARİHİ

Kenan Münür 1945 1965
Necmi Mehmet 1940 1965
Hüseyin Kara Ali 1944 1965
Ergün Abdullah 1944 1965
Kamil Hüseyin Kalaycı 1921 1965
Mehmet Halil Hacı Musa 1926 1965
Ali Mehmet Ataker
1946 1965
Tünay Cevdet 1945 1965
Fuat Hüseyin (Ekmekçi)
1927 1965
Ramadan Şekerali 1932 1965
Özdemir Mehmet
1950 1965
İsmail Hüseyin 1933 1965
Mehmet Kadir Emir 1911 1965
Mehmet Oğuz 1937 1965
Sonay İsmail Beyzade 1943 1965
Özkan Mustafa 1945 1965
Zihni Hasan 1905 1965
Şefik Hilmi 1948 1965
Ahmet Ali Ratip 1910 1965
Necati Osman Nuri 1930 1965
Salih Mehmet Emin 1910 1965
Hasan Cemal 1916 1965
Ahmet Yaşar Ali 1943 1966
Cemal Adanalı 1936 1966
Müesser Kemal 1931 1966
Salih Mustafa Koyutürk 1941 1966
Şükrü Hasan 1936 1966
Salih Halil Finikeli 1936 1966
Gültekin Şengör 1935 1966
Mehmet Salih Mustafa 1947 1966
İbrahim Ahmet 1949 1966
Halil Ali Fellah 1929 1966
Hamza Mehmet 1922 1966
Cemal Ekrem 1949 1966
Mehmet Emin Salih 1908 1966
Sami Hüseyin 1915 1966
Yusuf Ahmet Alçıcı 1925 1966
Erdal İbrahim
1943 1966
Mustafa Ahmet Şahbaz 1906 1966
Mahmut Tahsin 1937 1966
Ahmet Arnavut 1919 1966
Hüseyin İbrahim Paterson 1925 1966
Hasan İbrahim Ali Basdi 1927 1967
Şevket İbrahim Ali 1931 1967
Hasan M. Pilot 1931 1967
Osman Hasan 1936 1967
Gülbahar Aziz 1934 1967
Hasan Mehmet Gazovalı 1953 1967
Tahir İbrahim 1905 1967
Kamil Şükrü 1923 1967
Mustafa Öcal Ürer 1940 1967
Mehmet M. Defteralı 1926 1967
Onur İbrahim 1956 1967
Hüseyin Cemal 1946 1967
Osman Hasan Ali 1934 1967
Ergün Mehmet 1946 1967
Ali Hüseyin Gürler 1918 1967
Mehmet Mehdi Ziba 1909 1967
Fuat Mulla Salih 1916 1967
Şükrü Redif 1910 1967
Şefik Şükrü 1947 1967
Gazi Hasan 1945 1967
Sedriye Memduh 1937 1967
Bülent Memduh 1955 1967
Cemal Mehmet Kanizi 1948 1967
Halil İsmail 1955 1967
Fevzi Mustafa 1935 1967
Mehmet Fevzi 1958 1967
Mustafa Fevzi 1959 1967
Altay Hüseyin 1947 1967
Cemal Hasan 1927 1967
Mustafa Yusuf 1945 1967
Günfer Hasan
1949 1967
Murat Mustafa 1950 1967
Kadri Rasıh Ahmet 1918 1967
Denizer Mustafa 1957 1967
İsmail İbrahim Cin 1948 1967
Bayram Mehmet Gunni 1950 1967
Mustafa Hüseyin Muharrem 1939 1967
Mehmet İbrahim 1949 1967
Bayram Mani 1936 1967
Hasan Hüseyin Kanizi
1941 1967
Kasım Ali 1949 1967
Halil Mustafa 1938 1967
Hüseyin Mevlit 1936 1967
Hüseyin Hamza 1911 1967
Hüseyin Hasan 1949 1967
Mehmet Salih Şakir 1941 1967
Mustafa Hasan 1950 1967
Mehmet Emin Sait 1877 1967
Remzi Cemal 1940 1967
Eray Mehmet 1949 1967
Osman Şevket 1948 1967
Cemal Hasan Mani
1949 1967
Osman Hasan Mavri 1905 1967
Hasan Veleddin 1919 1967
İsmail Şakir 1913 1967
Cemaliye Hüseyin 1882 1967
Mustafa Bekir Koççini 1897 1967
Hüseyin Aziz Batsali 1877 1967
Meryem Süleyman 1877 1967
Yıldıray Hasan 1945 1967
Kemal Mustafa İmam 1927 1967
Salahi İzzet 1910 1968
Kamil Hasan 1917 1968
Mustafa Mehmet 1949 1968
İsmail Ahmet 1945 1968
Ayhan Ahmet 1951 1968
İbrahim Hasan Ananiya 1935 1968
Vedat Saffet 1935 1969
Kemal Musa 1922 1969
Ahmet Yusuf 1912 1969
Salahi Mehmet 1940 1970
Mustafa Cemal 1944 1970
Ahmet Süleyman 1939 1970
Özer M. Ali 1947 1971
Hüseyin Salih 1933 1971
Niyazi Ramadan 1950 1971
Bayram Selim 1930 1971
Hasan Hüseyin Ali 1952 1971
Hüseyin Cemal 1951 1971
Mehmet Şah Sadık
1922 1971
Süleyman H. Çoli 1913 1972
Ömer Mustafa Cambaz
1950 1972
İbrahim Şefik 1931 1972
Cahit Aziz 1929 1972
Seyit Ali Darbaz
1946 1972
İlter Mustafa 1953 1972
Besim Hüseyin 1952 1972
Cafer Mustafa 1955 1972
Erdoğan Ali Selim 1939 1973
Hüseyin Ahmet Hes 1934 1973
Mustafa Hüseyin 1926 1973
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

ŞEHİTLERİMİZ
1956-1963 YILI KIBRIS ŞEHİTLERİNİN LİSTESİ

ŞEHİTİN ADI SOYADI
DOĞUM TARİHİ
ÖLÜM TARİHİ



Hikmet Haşim
1916
1956

Cüfer Ferhat
1928
1956

Nihat Yusuf
1930
1956

İbrahim Yusuffre
1923
1956

Lisani Ahmet
1918
1956

Ali Mustafa
1923
1956

İrfan Ali
1918
1956

Ali Salih
1935
1956

Şadan Kara Ahmet
1906
1956

Ahmet Mulla Hüseyin
1918
1956

Rasıh Mustafa
1886
1956

Mustafa Ali
1936
1956

Abdullah Ali Rıza
1916
1956

Mustafa Hüseyin Kutruza
1901
1956

Cemal Ali Bey
1917
1957

Ulus Ülfet
1930
1957

Mustafa Ertan Celal
1942
1957

İsmail Beyoğlu
1933
1957

Kubilay Altaylı
1941
1957

Mustafa Ahmet Beyaz
1924
1957

Halil Mustafa
1902
1957

Halit Derviş
1923
1957

Ali Arif
1924
1957

Mehmet Ahmet Bondiko
1912
1958

Şerife Mehmet
1908
1958

İbrahim Ali
1937
1958

Mustafa Ahmet
1940
1958

Sermet Kanatlı
1938
1958

Safer Muharrem
1930
1958

Fuat Yusuf
1912
1958

Hüseyin Sabri
1927
1958

Yunus Hüseyin
1933
1958

Şakir Zihni
1923
1958

Peyker Mehmet
1917
1958

Ali Hüseyin
1928
1958

Nihat Mehmet
1933
1958

Mehmet Hasan Karga
1910
1958

Ahmet İbrahim Sarandağı
1913
1958

Saydam Mustafa
1943
1958

Hüseyin Ali Bektaş
1893
1958

Tahir Hasan Hüseyin
1928
1958

Hasan Mehmet Ali
1912
1958

Ahmet Sadık
1912
1958

Hüseyin Seyit Ahmet
1938
1958

Ali Aziz
1930
1958

Yusuf Mehmet Hilmi
1887
1958

Kemal Musa
1936
1958

Hasan Mustafa
1912
1958

İbrahim Mehmet
1910
1958

Ali Hasan
1927
1958

Yusuf Hasan
1908
1958

Ali Mustafa Yorgancı
1902
1958

Ahmet Mehmet
1944
1958

Kemal Salih
1924
1958

Osman Ahmet
1878
1958

Mustafa Ali Bektaş Gön
1899
1958

Tahir Cafer
1883
1958

Hasan Süleyman
1904
1958

Mustafa Halil Çavuş
1914
1958

Adnan Derviş
1930
1958

Arif Hasan
1942
1958

Ayşe Mehmet Ali
1882
1958

İbrahim İbrahim
1896
1958

Hüseyin Hasan Asso
1928
1958

Derviş Hasan Mercan
1902
1958

Şerifali Tahir
1933
1958

Salih Tahir
1935
1958

Ferruh Cambaz
1926
1958

Özkan Hasan
1941
1958

İbrahim Yılmaz
1928
1958

Mehmet Ahmet Pekmez
1913
1958

Mustafa Emir Osman
1903
1958

Saffet Hasan
1908
1958

Mehmet Ali Hasan
1938
1958

Salih Mustafa
1890
1958

Roze Mehmet
1940
1958

Mustafa Necib
1889
1958

Akşit Mehmet Ali
1941
1958

Hasip Hüseyin
1878
1958

Zalihe Hasip Hüseyin
1888
1958

Hüseyin Hasan
1898
1958

Ahmet Hasan
1898
1958

Orhan Derviş
1933
1958

Mehmet Mustafa
1919
1958

Emine Emir Ali Osman
1908
1958

Asliye Nazım
1921
1958

Osman Ali Kasnak
1922
1958

İsmail Celal
1920
1958

Ali Mehmet
1920
1958

Kazım Salih
1927
1958

Ali Mehmet
1935
1958

Mehmet Süleyman
1930
1958

Özkan Hüseyin
1938
1958

Erol Ahmet
1935
1958

Kemal Ali
1924
1958

Adil Ahmet Akil
1940
1958

Ahmet Veli Pire
1874
1958

Hasan Hacı Arif
1905
1958

Orhan Hasan Salih
1939
1958

Cemal Mehmet
1928
1958

Zeki Niyazi
1924
1958

Reşat Mehmet
1938
1958

Asaf Elmaz
1933
1958

Hikmet Rezvan
1937
1958

Mehmet Hüseyin
1924
1958

Mehmet Zihni
1934
1958

Zübeyir Hasan
1936
1958

Mehmet Şail
1934
1959

Gülten Yunus
1940
1960

Sadık Hasan
1919
1960

Cemal Havza
1927
1961

Vedat Mustafa
1934
1961

Hüseyin Mehmet Roza
1921
1961

Cemal Osman Köse
1929
1962

Nihat Mehmet
1928
1962

Said Mustafa Kumru
1940
1962

Ahmet Cemal
1934
1963

Hasan Pehlivan
1930
1963

Ahmet Hasan Ağa
1925
1963

Hüseyin Ali
1916
1963

Vasıf Hasan
1925
1963

Mehmet Raif
1913
1963

Zeki Halil Karabülük
1937
1963

Cemaliye Emir Hüseyin
1930
1963

Bahire Hüseyin
1898
1963

Havva Durmuş
1897
1963

Ramadan İsmail
1942
1963

Mustafa Arif
1922
1963

Ali Mustafa
1913
1963

Hüseyin Redif
1905
1963

Orbay Mehmet Ali
1946
1963

Osman Talat
1931
1963

İbrahim Şenses
1932
1963

Halil Ali Köse
1906
1963

Ahmet Derviş
1929
1963

Özer Ekrem Emin
1935
1963

Vasit Mustafa
1934
1963

Salahi Şevket
1942
1963

Muzaffer Selim
1919
1963

Menteş Zorba
1944
1963

Aydın Mustafa Pekri
1939
1963

Yakup Ali Çavuş
1918
1963

Hüseyin Arif Doktor
1928
1963

Ahmet Yusuf
1935
1963

Şevket Cemal
1929
1963

Hüseyin Hasan Abuhrebi
1910
1963

Mehmet Veli
1940
1963

Derviş Mehmet
1925
1963

Mehmet Mahmut
1916
1963

Ahmet Mehmet
1943
1963

Hasan Nural Cevdet
1940
1963

Naim Hüseyin
1943
1963

Salih Mehmet
1908
1963

Ömer Hasan Depreli
1917
1963

Ahmet Osman
1931
1963

Yusuf Ahmet
1883
1963

Mustafa Ali
1940
1963

Öğüt Osman Nuri
1937
1963

Mustafa Hasan
1933
1963

Mustafa Mehmet
1920
1963

Erdoğan Rifat
1936
1963

Özay Sait
1937
1963

Muhip Hüseyin
1931
1963

Aziz Güner Hüsnü
1938
1963

Tuncer Hasan
1941
1963

Hasan Mehmet Musi
1930
1963

Mustafa Osman Rikbuba
1915
1963

Ekrem Şemşi
1920
1963

Mürüvvet İlhan
1924
1963

Hakan Nihat İlhan
1963
1963

Kutsi Nihat İlhan
1959
1963

Murat Nihat İlhan
1957
1963

Feride Hasan
1904
1963

Ayşe İbrahim
1953
1963

Ömer Hasan Buba
1944
1963

Ayşe Hasan Buba
1913
1963

Mehmet Hasan Kabadayı
1945
1963

Hüseyin Cemal
1945
1963

Mehmet Ali Ömer
1911
1963

İsmail Mustafa
1892
1963

Mustafa İsmail
1918
1963

Bayram Hasan
1893
1963

Sezai Nidai
1934
1963

Hüseyin Yalçın
1941
1963

Seyid Ali Emin
1921
1963

Hüseyin Osman
1933
1963

Veysi Hüseyin
1920
1963

Hasan Hüseyin İğneci
1883
1963

Mehmet Ahmet Skordo
1938
1963

Tufan Salih
1955
1963

Osman Cevdet
1918
1963

Gözen Hasan Sami
1945
1963

Hüseyin Ahmet Ruso
1935
1963

Şevket Kadir
1935
1963

Mustafa Osman Cancuri
1904
1963

Ahmet Halil
1916
1963

Mustafa Halil Genç
1944
1963

İbrahim Nidai
1930
1963

Hasan Hakkı
1943
1963

Kemal Ahmet Hacı Fehim
1925
1963

Mehmet Ahmet Koççino
1919
1963

Osman Hüdaverdi
1929
1963

Hüseyin Mustafa Vreççalı
1922
1963

Yusuf Aziz
1896
1963

Ahmet Ali
1913
1963

Raşit Ahmet Kurt
1903
1963

Yusuf Süleyman
1941
1963

Hasan Halil Buri
1888
1963

Lütfi Celül
1933
1963

Sonay Salih
1941
1963

Şükrü Şevki
1919
1963

Mahmut Hüseyin Karabetça
1927
1963

Hüseyin Mehmet Buba
1915
1963

Niyazi Cemal
1925
1963

Hasan Hüsnü
1926
1963

Behçet Mehmet
1944
1963

Mustafa Mehmet
1935
1963

Ertuğrul Ahmet
1941
1963

Ali Mehmet
1939
1963

Erden Mehmet Yürün
1939
1963

Hasan Hüseyin Çinko
1939
1963

Süleyman Hüseyin Aspri
1932
1963

Seyid Hüseyin
1925
1963

Turgut Hasan
1938
1963

Cemal Hüseyin Arifoğlu
1936
1963

Mehmet Salih Hasan
1941
1963

Mustafa Mulla Hüseyin
1936
1963

Mehmet Osman Balikari
1911
1963

Salih Ahmet Düztaban
1926
1963

Fatma Daniş
1909
1963

Mustafa Ali Goşşili
1941
1963

Münür Yusuf
1925
1963

Şefika Hasan
1897
1963

Havva Yakup
1929
1963

Cavit Sadık
1918
1963

İsmail Mustafa
1935
1963

Turgut Fahri
1939
1963

Kemal Hüseyin
1929
1963

İrfan Mehmet
1939
1963

Ramadan Ahmet
1938
1963

Hüseyin Mehmet Emin
1940
1963

Fikret Hüseyin
1941
1963

Erdoğan Ahmet
1937
1963

İbrahim Ahmet
1903
1963

Mehmet Aziz
1925
1963

Hasan Yılmaz Ahmet
1936
1963

Ali Fuat Mustafa
1914
1963

Hasan Mehmet Tekalemitçi
1933
1963

Hasan Ahmet Skordo
1921
1963

İbrahim Durmuş
1908
1963

Halil Mustafa Kemiksiz
1919
1963

Ali Osman
1910
1963

Osman Derviş
1903
1963

Mustafa Salih Paşa
1913
1963

Şükrü Tevfik
1927
1963
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

KIBRIS'DAKİ BAZI ŞEHİTLİK VE ANITLAR

Ayvasıl Anıtı
Karaoğlanoğlu Şehitliği
Tekke Bahçesi Şehitliği
Muratağa Katliam Çukuru
Muratağa ve Sandallar Köyleri Toplu Mezarlığı
Ortaköy Şehitliği
Atlılar Toplu Mezarı
Boğaz Şehitliği

GÜNEYDEKİ BAZI ŞEHİT KABİRLERİ Güney'de bulunan Şehitliklerimize Devletimizin acil olarak sahip çıkmasını bekliyoruz. 31 yıldan beri Güney'de yıllarca bakımsız kalan vede Rumlar tarafından tahrip edilen yüzlerce Şehit mezarlarımızın durumu çok vahimdir. Şehit yakınları biran önce Kabirlerinin tamirini bekliyor. Aziz Şehitlerimizin kemiklerini sızlatmamak için insanlık adına bir an önce gerekenin yetkililer tarafından yapılmasını bekliyoruz.


ALAMİNYO KATLİAM ÇUKURU
GEÇİTKALE ŞEHİTLİĞİ
LARNAKA ŞEHİTLİĞİ
TUZLA ŞEHİTLİĞİ
GEÇİTKALE ŞEHİTLİĞİ
BAF ŞEHİTLİĞİ
LİMASOL CAMİ İÇERİSİNDEKİ ŞEHİT MEZARLARI
LİMASOL ŞEHİTLİĞİ
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Barış Harekatının Bilançosu

3 günlük İkinci Barış Harekatı da tamamlanmış, korkulanlardan hiçbir gerçekleşmemiş, bir Türk-Yunan savaşı çıkmamıştı. Doğu-Batı blokları arasında da bir sürtüşme meydana gelmemişti. Öte yandan Batı kamuoyunun önemle üzerinde durduğu Yunan demokrasisine de bir şey olmamıştı.

20 günlük Yunan hükümeti, İkinci Barış Harekatı sırasında sendelemiş ve Başbakan Karamanlis, "Ecevit'i bu yaptığından dolayı bağışlamayacağım" demişti. Amerikan elçisine de, "Yunanistan'da demokrasinin yeniden çökmesinin sorumluluğu size ve NATO'ya ait olacaktır" diye gözdağı vermişti. Ancak, demokratik Yunanistan iktidarı ayakta kalmıştı.

Karamanlis, beklemediği bu darbe karşısında büyük bir hiddete kapılmasına karşın, Türkiye'ye savaş açmanın akılcı bir davranış olmadığının da bilincindeydi. Yunanistan, İkinci Barış Harekatı'nın gerçekleştiği 3 gün içerisinde çok büyük bir badire atlatmıştı.

16 Ağustos 1974 akşamı Kıbrıs'ta silahların susması üzerine dünya rahat bir nefes almıştı. Herkes, kazanın hafif atlatıldığı görüşünde birleşiyordu.

İki Barış Harekatı sonrasında ortaya çıkan tabloya göre Kıbrıs ikiye bölünmüştü. Lefke-Lefkoşe-Magosa hattının Kuzeyindeki Adanın yüzde 38'lik bir kesimi Türklerin kontrolüne geçmişti.

Birinci ve İkinci Kıbrıs Barış Harekatı sonunda tarafların kayıpları şöyleydi:

Türk Silahlı Kuvvetlerinden 415 Kara, 65 Deniz, 5 Hava, 13 Jandarma olmak üzere 498 şehit ve 1.200 yaralı. 70 Mücahit ve 270 Kıbrıslı Türk şehit, 1.000 yaralı.

Yunanlılarda ise 4 bin ölü, 12.000 yaralı.

Savaşın dışında olmasına rağmen BM Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

ERMENİ ÖRGÜTLERİ TARAFINDAN ŞEHİT EDİLEN DİPLOMATLARIMIZ

MEHMET BAYDAR
27 Ocak 1973
Los Angeles / ABD


Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu ermeni Gurgen (Karakin) Yanikiyan tarafından şehit edildi.

Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet eden Yanikiyan, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yanikiyan, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.

Türk diplomatlara karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu.

BAHADIR DEMİR
27 Ocak 1973
Los Angeles / ABD


Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu ermeni Gurgen (Karakin) Yanikiyan tarafından şehit edildi.

Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet eden Yanikiyan, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yanikiyan, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.

Türk diplomatlara karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Bu resim otomatik olarak küçültüldü.Buraya tıklayarak resmin orjinal boyutunu ( 1024x760 - 117 KB ) görebilirsiniz.
buyukresimw5rz.jpg



Eşi ve 3 oğlu Kıbrıslı Rumlar tarafından banyo küvetinde katledilen Binbaşı Nihat İlhan vahşeti 39 yıl süren suskunluktan sonra Saygı Öztürk'e anlattı.

KIBRIS Türk Alayı Hastanesi'nin Baştabibi Binbaşı Nihat İlhan, hayatında hiç otobüs kullanmamıştı. Hastanedeki birkaç hastayı, ameliyat malzemelerini otobüsle çatışmaların yaşandığı Kaymaklı'dan götürmesi gerekiyordu. Alayda nöbetçiler dışında kimse kalmamıştı. Binbaşı İlhan, ameliyat malzemeleri ve sağlık gereçlerini meslektaşlarıyla otobüse yerleştirirken, birbirlerine 'Hadi, çabuk olun' diyorlardı. Askeri otobüsün şoförü yoktu. Kontak anahtarı üzerindeydi. Binbaşı İlhan, direksiyon başına geçti, aynaları kendisine göre ayarladı. Vitesle oynadı. Eli ayağı dolaşıyordu. Otobüs büyük bir gürültüyle çalıştı. Yanında doktor Ayhan Alkoç vardı. Yavaşça ilerlemeye başladı. Gecenin o saatinde, alayın yakınındaki Ermeni bakkalın açık olmasına hayret etti. Bu kişinin Yunan casusu olduğundan emindi. Bakkal, Türk askerlerinin gidişini görmüş, Binbaşı İlhan'ı otobüsün direksiyonunda gördüğünde hayret etmişti.




Binbaşının sürprizi: Bir araba


Kıbrıs fena karışmıştı. Türk ailelerini taciz ve tahrik etmek için gecenin bir yarısında evlerin kapısını çalıyorlardı. Binbaşı Nihat İlhan'ın alayda nöbette bulunduğu bir gece, evinin kapısı çalındı. Kapıyı açan Mürivet Hanım, kendisine İncil satmak isteyenlere, 'Kuran-ı Kerim getirin alayım' dedi ve kapıyı kapattı. Tahrikler öylesine artmıştı ki, Larnaka Köprüsü'nün önüne Rumlar bir tabela dikmişlerdi, 'Buradan Türk ve köpek geçemez' diye. İbadet sırasında camilere kurşun sıkılıyor, halkın namaz kılması engellenmek isteniyordu.

Kıbrıs'taki her gerginlikte Ankara ayağa kalkıyor, eline Türk bayrağını alan Anıtkabir'e koşuyordu. Kıbrıs'ta yaşananlara duyarlı olanlardan birisi de Binbaşı İlhan'ın eşi Mürivet Hanım'dı. Ankara'da 'Ya Kıbrıs, ya Taksim' diye bağıranlar, ön saflarda yürüyenler arasında o da yer alıyordu. Bugün Nihat İlhan'ın aklından 'Eşim Kıbrıs mitinglerine katıldığı için mi Yunan ajanlarınca mimlenmişti' sorusu geçiyor...

Mürivet Hanım, oğulları Murat, Kutsi, Hakan'la Kıbrıs'a gittikleri zaman kendilerini bir sürpriz bekliyordu. Binbaşı İlhan, kendisine sıfır kilometre Volkswagen otomobil almıştı. Binbaşı İlhan, sabahları işine otomobille gidiyordu. Çocuklar, babaları gelir gelmez otomobilin yanına gidiyorlar, otomobilinde 'şoförcülük' oynuyorlardı. Murat hep direksiyona geçiyor, Kutsi ağlayarak annesine şikayet ediyordu...

Kahraman hemşirenin öyküsü


Kaymaklı'da başlayan olaylar yayılıyordu. Gönyeli'de olaylar kontrol altına alınmıştı. Daha güvenli olduğu için hastane, yaralılar dahil Gönyeli'deki okula taşındı. Binbaşı İlhan, kapının önünde yaralı getirilip getirilmediğine bakıyordu. Uzakta bir hemşire gördü. Sırtında da bir yaralı. Gözleri doldu. Koştu, nefes nefese kalmış hemşirenin sırtındaki yaralıyı aldı. Hemşire, yaralıyı ta Kaymaklı'dan taşımıştı... Kıbrıslı hemşire, hastasının ameliyatında da başındaydı. Yaralı kendine gelip gözlerini açtığında hemşire karşısındaydı...

Hemşire gülümsedi, 'İyi ki fazla kilolu değilmişsin. Yoksa seni getirirken benim canım çıkardı' dedi. Yaralı Kıbrıs Türkü, sınıftaki Atatürk'ün fotoğrafını gördü. 'Ben neredeyim?' diye sordu. O sırada İlhan yanlarına geldi. 'Oğlum seni buraya hemşire hanım sırtında getirdi. Böyle fedakar insanları oldukça Kıbrıs hep Türk kalacaktır' dedi. Hemşire hanım, cebinden çıkardığı mendille, yaralının alnındaki teri sildi. Göz göze geldiler. Sessizliği, 'iki yaralı daha geliyor' sesleri bozdu...

Kıbrıslı Rumlar evi basıyor


Makineli silahla kapıyı tarayan Rumlar, eve girmek için uğraşıyordu. Silah seslerine uyanan Binbaşı İlhan'ın eşi sabahlığını giyerken, bir yandan 'Murat, Kutsi, Hakan, uyanın uyanın' diyordu. Silah seslerine ev sahibi Feride Hanım ve eşi Hasan da uyanmıştı. Rumlar, kapıyı omuzladılar. Karşılarına önce ev sahibi Feride Hanım çıktı. Yediği kurşunlarla o hemen öldü. Eşi Hasan, kendisini karyolanın altına attı. Yerden seken kurşunlardan birisi bileğine isabet etti. Acı içinde kıvranıyor, ama sesini çıkarmıyordu. Binbaşı İlhan'ın eşi, çocuklarını banyo kuvetine bıraktı.

'Ağlamayın kurtulacağız' diyordu. Kendisi banyo kapısının önüne çıktı. Gözü dönmüş Rumlar, çocukları arıyordu. Önce çocukları öldürecekler, annelerine acı çektireceklerdi. Rumlar'ın ne dediklerini anlamıyordu. Anne, kapının iki tarafına kolunu germiş, çocuklarının olduğu yere onları sokmuyordu. Rumlar içerde gelişi-güzel ateş ediyorlardı. Kimisi buzdolabını, kimisi çamaşır makinesini hedef alıyordu. Arada bir konuşup kahkahalar atıyorlardı.

Birisi Mürivet Hanım'ı kolundan çekti. O kapının koluna yapıştı. Diğeri elindeki silahın dipçiğiyle kapı kolunu tutan eline vurdu. Üçüncüsü karşısında gülüyor, diğeri ateş ediyordu. Kapıyı açtılar. Çocukları gördüler. Mürivet Hanım, 'Beni öldürün, yavrularıma kıymayın' diye yalvarmaya başladı. Birden onların önüne geçip küvetin içinde bulunan çocuklarının üzerine kollarını gerdi. Ağlamalara, yalvarmalara, Rumlar'ın kahkahaları karışıyordu. Annenin kollarından yakalayıp çocuklarının üzerinden kaldırdılar. O küçük banyoda kıyamet kopuyordu. Ne gelen vardı, ne giden...

22 Aralık'ı 23 Aralık'a bağlayan o soğuk, o uğursuz gecede banyoda silahlar patladı. Murat'ın kanı banyonun beyaz fayanslarına fırladı. Annenin haykırışı boşunaydı; gözü dönmüş Rumlar'ı daha da azgınlaştırıyordu. İnsanlık yok olmuştu. Karyolanın altındaki komşu Hasan nefesini tutmuştu. Küvette 27 boş kovan çıkmıştı!
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Kıbrıs’a Dikkat Ediniz , Kıbrıs Bizim İçin Gereklidir !
Mustafa Kemal ATATÜRK


kumsal.jpg


Çoban haber vermeye geliyor


Tarih 27 Aralık 1963'ü gösteriyordu. Binbaşı İlhan'ın çocuklarına her sabah süt, peynir getiren çoban, Gönyeli'ye binbir güçlükle ulaşmıştı. Çok korkmuş olduğu ve önemli bir haber getirdiği belliydi. Komutanın her şeyden habersiz olduğunu biliyordu.

Piyade Yüzbaşı Faruk Bey'e yaklaştı, 'Komutanım, Binbaşı Nihat İlhan'ı arıyorum. Önemli haberler var' dedi. Komutan merak etti. Çoban, 'Eşini ve çocuklarını öldürdüler' diyebildi. Bir yandan Nihat İlhan'ın bulunduğu okula yürüyorlardı. İlhan karşısında çobanı görünce şaşırdı. Yüzbaşı Faruk ağlamaya başladı. İlhan ne olup bittiğini bilmiyordu. Çobanla arasında şu konuşma geçti:

- Çocukların sütünü, peynirini, ekmeğini götürüyor musun?

- Götürmüyorum artık.


- Hayrola, niçin götürmüyorsun?


- Çocuklarınız artık ne ekmek yiyor, ne peynir yiyor. Onlar Allahı'na kavuştu.

- Ne diyorsun sen?


Odada ölüm sessizliği yaşanıyordu. Komutan, çocuklarının Rumlar tarafından kaçırıldığını sanıyordu. Daha fazla duramadı. İçerden bir çığlık yükseldi. Yaralı bir mücahit bağırıyordu, 'Yetişin' diyordu. Binbaşı İlhan yanına gitti. Yaralı, doktoru ağlarken gördü. 'Neyin var?' deyince, 'İyiyim doktor bey ben iyiyim' diyebildi...

Binbaşı İlhan'dan asker sözü


Türk Alayı Komutanı Nuri Ersöz rahatsızlanmıştı... Yerine Türk-Yunan ve İngilizler'den oluşan üçlü karargahta görev yapan Kurmay Albay Hasan Sağlam gönderildi. Sağlam, Gönyeli'den doğruca hastaneye geldi. Binbaşı İlhan'ın yanına gitti. İlhan 'Eşim ve çocuklarımla ilgili kötü haber aldım' deyince, Albay Sağlam, 'Yok öyle bir şey' dedi. İlhan, 'Komutanım izin verirseniz gideyim' diye ısrar etti. Sağlam, 'Önce bana evine gitmeyeceğine, doğruca büyükelçiliğe gideceğine dair asker sözü ver' dedi. İlhan 'Söz veriyorum' karşılığını verdi.

Binbaşı bir otomobile bindi. Yanında iki asker daha vardı. Albay Sağlam'ın koruması onlara eskortluk yapıyordu. Büyükelçiliğe gidebilmek için evinin önünden geçilmesi gerekiyordu. Otomobili evinin tam önünde durdurttu. İçerdekiler 'Komutanım eve gitmeyeceğinize dair söz vermiştiniz' dedi. Nihat İlhan sesini çıkarmadı. Otomobilden inmedi. Şoföre 'Devam et oğlum' dediğinde yüreği yanıyordu. Niçin eşi, Murat, Kutsi, Hakan balkona çıkmamıştı... Aklından hep, 'Eşim ve çocuklarımı kaçırdılar' diye geçiriyordu. Çünkü son dönemlerde Rumlar hep bunu yapıyor, küçük çocukları kaçırıp onları kendi dinlerine göre eğitiyorlardı.

'Bana bir jilet verin'


Elçiliğe gittiğinde doktor arkadaşı Süleyman Alan, diş doktoru Cumhur Türker'i gördü. Alarm olduğu gece alaya gidememişler ve olaylar giderek büyümeye başladığında büyükelçiliğe sığınmışlardı. Türkiye ile telefon bağlantısı kurulamıyor, olup bitenleri Türkiye'ye haber veremiyorlardı.

Binbayı Nihat İlhan içeriye girdiğinde hepsi ayağa kalktılar. Tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Komutanın sakalları uzamıştı. Günlerdir banyo yapmamış, tıraş olamamıştı. İlhan, emrinde çalışan yüzbaşı Süleyman Alan'a döndü, elini sakallarının üstünde dolaştırırken, 'Süleymancığım bana bir jilet makinesi bulur musun? Banyo yapıp tıraş olayım' dedi.

Yüzbaşı Süleyman Alan, 'Komutanım sırtınızdaki A-3 ile tabancayı bana ver ki, ben jilet getireyim' dedi. Komutan 'Niye?' deyince Alan, 'Belki canınıza kıyarsınız' diyebildi. Komutan, 'Niye canıma kıyayım, ne olmuş ki?' diye sorabildi.

O banyo yapıp tıraş olurken, bir asker anahtar deliğinden bakıyor, içerden garip sesler gelip gelmediğini dinliyordu. Komutanın damarını jiletle kesmesinden korkuyorlardı. O yüzden banyoya girmeden önce kapının anahtarını çıkarıp saklamışlardı...
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

DÖRT CAN DÖRT FİDAN


Tabip Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürivet Hanım ortada... Sağında oğlu Kutsi solunda Murat... En küçük oğulları Hakan'ı da henüz 10 aylıkken Kıbrıs'a getirmişlerdi. 39 yıl önce Kıbrıslı Rumlar'ın katlettiği eşi ve 3 oğlunun ardından emekli Tuğgeneral İlhan bahçesine onların anısına birer fidan dikti... Onlara gözü gibi bakıyor.

Eşi ve 3 oğlu Kıbrıslı Rumlar tarafından banyo küvetinde katledilen binbaşı Nihat İlhan vahşeti 39 yıl süren suskunluktan sonra Saygı Öztürk'e anlattı


Binbaşı Nihat İlhan, eşi ve üç çocuğunun Rum çetecilerce öldürüldüğünü henüz bilmiyor, onların kaçırıldığını sanıyordu. Komutanın bu acıya dayanamayıp banyoda intihar edeceğinden korkan arkadaşları kapı önünde bekliyordu. Banyonun anahtarını kapının arkasından çıkarmaları da iyi olmuştu. En küçük bir hareket halinde içeriye dalacak, komutanı intihardan kurtaracaklardı. Gözünü kapının anahtar deliğine dayamış asker, 'Tamam çıkıyor' diye fısıldadı. İlhan, giyinmeye başladığında rahatlamışlardı. Az sonra salona geldi. İçerde derin bir sessizlik vardı. Kim, nasıl söyleyecekti. Görev Büyükelçi'ye düşmüştü. Sakin, babacan bir ses tonuyla konuştu:

- Komutanım başın sağ olsun, Allah size sabır versin...

- Hayırdır, çocuklarımı kaçırıp dağa mı götürdüler, ne oldu?


Büyükelçi sustu. Binbaşı Nihat İlhan'ın gözlerinin önüne eşi Mürivet, çocukları Murat, Kutsi ve Hakan geldi... Rumlar'ın küçük çocukları kaçırıp dinlerini değiştirdiği, çobanlık yaptırdıklarını mücahitlerden duymuştu. Kısa süre önce de bir astsubayın çocuklarını kaçırmışlardı. Eşi ve çocuklarının öldürdükleri hiç aklından geçmiyordu.

Büyükelçi:


- Maalesef dördü de kurşuna dizilmiş...


- Vatan sağolsun...


Başka ağzından tek sözcük çıkmadı. Komutanın içi yanıyordu. Gözünden bir damla yaş bile akmadı. Çünkü eşi ve çocuklarının kaçırılıp Rumlar tarafından namuslarını lekeleyecekleri korkusu yüreğine düşmüştü. Büyükelçi'nin 'kurşunlamışlar' sözlerinden sonra hatta biraz rahatlar gibi oldu.

Siz de onları öldürün


Diş hekimi Cumhur Türker, komutanına sigara uzattı. O sırada gürültüyle içeriye karnı burnunda bir kadınla, erkek getirildi. Mücahitler onları İlhan'ın önüne itti:

- Rumlar ailenizi vurdu. Siz de hamile kadınla, kocasını öldürün ki içiniz soğusun.

Komutan şaşırmıştı:


- Olur mu öyle şey? Yapılır mı böyle şey?



Birisi silahını uzatttı. Komutan elini uzatmadı. Bir mücahit, 'Komutanım siz öldürmeyecekseniz ben öldüreceğim' diye bağırdı. Komutan kadınla kocanının önüne geçti ve göğsünü onlara siper etti:

- Beni vurmadan, onları vuramazsınız...


Mücahitler silahlarını indirdi. Komutan, göğsünü siper ettiği Rum kadın ve berber olan kocasına döndü, onları yatıştırmaya çalışıyordu. Elini kadının omuzuna koydu. Birden, Rum berber başını komutanın omuzuna yasladı. Ağlıyordu. Rumca minnetini ifade ediyor, eşi ve çocuklarının öldürülmesinden üzüntü duyduğunu anlatıyordu...

Büyükelçiliktekiler ağlıyordu


Rum berber, evinde doğum sancıları başlayan eşini, o kargaşada hastaneye yetiştirmek istiyordu. Hastane yolunda mücahitlerce yakalanıp getirilmişti. Binbaşı Nihat İlhan, kadının doğum için bir an önce hastaneye götürülmesi gerektiğini söylüyordu...

Kadın iyice ağırlaşmıştı. İlhan'ın eline sarıldı. 'Hastaneye giderken bizi öldürmesinler' diyordu. Yıllardır çocukları olmuyordu. Belki bu son şanslarıydı. Komutan, mücahitlere 'Sakın dokunmayın' dedi.

İşte o an aklına eşi ve çocukları geldi. Onlara nasıl kıymışlardı... Hiç mi insafları yoktu... Hakan, Murat, Kutsi kim bilir nasıl çırpınmışlardı... 'Baba' diye nasıl bağırmışlardı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Uzun süre oturduğu koltukta öylece kala kaldı. Elçiliktekiler de ağlıyordu. Hele elçiliğe sığınmış kadın ve çocuklar, onlar benzer olayın kendi başlarına da gelebileceğini gözlerinin önüne getiriyor, kurtulduklarına şükrediyorlardı. Komutan teselli edenlere 'Rahatladım. Yok oldular ama hiç değilse o pis adamların eline düşmediler' diyordu.

Elçilik telsizi çalışmıyor


Kendine geldi. Yüzünü yıkamak istedi. İki asker koluna girmişti. Yüzünü yıkadı, yıkadı. Bir ara aynaya baktı. Gözleri kızarmıştı. Rüya mı görüyordu. Eşi, çocukları gerçekten öldürülmüş müydü? Aynayla bir kez daha yüzleşti. Şehitlerini bir an önce Türkiye'ye götürmek istiyordu.

Eşi ve üç oğlu 22 Aralık'ı 23 Aralık'a bağlayan gece şehit edilmişlerdi. Komutankötü haberi ancak 28 Aralık'ta öğrenebilmişti. Komutan, Büyükelçi'ye sordu:

- Şehitlerimi bir an önce ülkeme götürmek istiyorum. Durumu yetkili makamlara bildirmemize izin vermenizi rica ediyorum.

Büyükelçi, Ankara ile telsiz bağlantısının kesik olduğunu söyledi. Telefon imkanı ise hiç yoktu. Binbaşı İlhan, İngiliz Kraliyet Hava Meydanı'nda tanıdığı olan Tuğgeneral'e telefon etti. Ona, eşi ve üç çocuğunun Rumlar tarafından öldürüldüğünü söyledi. Şehitlerini Türkiye'ye götürmek için uçak verilmesi ricasında bulundu.

İngiliz komutan, daha önce tanıdığı komutanın bu durumuna son derece üzüldüğünü söyledi. Eğer kabul ederse cenazeleri ancak İngiltere'ye götürebileceklerini, oradan Türkiye'ye nakledilmesini önerdi. Türkiye'ye uçaklarının gönderilmesinin mevcut anlaşmalara göre mümkün olmadığını anlattı... Elçilikte sessiz bir bekleyiş sürüyordu. Bir görevli, 'Efendim telefon bağlantısı kuruldu' dedi. Telefonda Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet Sunay vardı. Binbaşı'yı teselli ediyordu. Kıbrıs'a az sonra iki uçak gönderileceğini, birisine şehitlerin ve kendisinin, diğerine ise 35 yaralının bindirileceğini ve Ankara'ya getirileceğini söyledi.

Tabutlar İngiliz kamyonunda


Büyükelçilik görevlileri ve Büyükelçilik'ten Binbaşı'nın evine giden askerler, insanın tüylerini diken diken eden o manzarayla karşılaştılar. Cesetler oradan çıkarılmadan önce gazeteci Sami Coşar, hafızalardan silinmeyen vahşetin fotoğrafını çekiyordu.

Elbiseleriyle şehitleri yontulmamış tahtalardan yapılmış tabutlara yerleştirdiler. Tabutları Türk bayrağına sardılar. Evin önüne gelen İngilizler'e ait askeri kamyona yüklediler. Evin çevresine toplanan Rumlar arasında Türk komutanın eşi ve çocukları öldürüldüğü için sevinenler vardı. Üzülenler ise diğerlerinden çekindikleri için bunu belli etmemeye çalışıyordu.

Ev sahibi Hasan da bu saldırıda eşini kaybetmişti. Karyolanın altında gizlenip canını kurtarmıştı. Kolu yaralıydı. Şehitler kamyonuna konulurken, 'Mürivet ablaa' diye ağlıyordu. Murat'ı, Kutsi'yi kendi çocukları gibi seviyorlardı. Hele o Hakan'ı... Mücahit Hasan, kamyon ilerlerken onların arkasından el sallıyordu. Yapayalnızdı...

Büyükelçilik binası önüne şehitlerin bulunduğu kamyon geldi. İngiliz komutan, Binbaşı'yı havaalanına götürmesi için zırhlı bir araç göndermişti. Önde zırhlı araç, arkada şehitleri taşıyan kamyon yola çıktı.

Rumlar yolları tutmuştu. İlk kavşakta Rumlar, zırhlı araçta şapkasını bile çıkarmamış üniformalı Türk subayını gördüklerinde şaşırmışlardı. İşaret ettiler, İngiliz şoför zırhlı aracı durdurdu. Araçtan inmiyorlardı. İngiliz şoföre, Türk subayın niçin bu araçta olduğunu sordular. O, eşi ve çocukları şehit edilen Binbaşı olduğunu, cenazelerini Türkiye'ye götürmek için havaalanına gitmekte olduğunu söyledi. Pis pis sırıttılar.

Tabuttaki bayrakları çıkarın


Aralarından birisi, 'Komutan gidemez. Teslim edin' dedi. Komutan, yola çıkmadan tabancasına mermileri yerleştirmiş, yanına yedek şarjör almıştı. Ne olursa olsun, şehitlerine dokundurmayacak, bayrağı üzerinden çıkartılmasına izin vermeyecekti.

Tabancasının kılıfının düğmesini açtı. İngiliz şoför de komutanın tabanca kılıfını açtığını çıt-çıt düğmesinin sesinden anlamıştı. Rumlar'a, 'Eğer komutanı indirmeye çalışırsanız hepinizi vuracak. Yanında tabanca ve el bombası var' dedi. Rumlar hemen geri geri çekilmeye başladı...

Zırhlı araç yavaş yavaş hareket ederken, İngiliz şoför, 'Rumlar sizden korktu' dedi. Komutan sesini çıkarmadı. Az ilerde yine Rumlar yol kesmeye hazırlanıyordu. İngiliz şoför, 'Hiç değilse şapkanızı çıkartın, asker olduğunuzu anlamazlar' dedi. İlhan, şoföre baktı, ne sesini, ne şapkasını çıkardı.

Bu kez yol kesen Rumlar, yalnız komutanla değil, arkadaki kamyonla daha çok ilgileniyorlardı. Birisi çıkıp kamyonun kasasında ne olduğuna baktı. Gelip, 'O bayrakları çıkartın' diye söylendi. İngiliz, Rumlar'ın korkak olduğunu biliyordu. Yaptıklarına, Binbaşın'ın çok kızmaya başladığını, eğer daha fazla bir şey yapmaları halinde komutanın, kendilerine ateş edeceğini söyledi.

Rumlar, kendi aralarında konuştular. Birisi 'Geçin' diye işaret etti. Zırhlı araç ve arkasında şehitlerin bulunduğu kamyon havaalanına yaklaşıyordu. Ne kötü günlerdi. Türkler adeta sarılmıştı. Her yerden saldırı haberleri geliyordu. Artık Rumlar iyice azmış, Yunanlılar'ın desteğiyle Türkler'i yok etmek için var güçleriyle çabalıyorlardı.

Türk Alayı'na ait ambulans, kamyon ve otobüsler vardı. Savaş hali nedeniyle her biri değişik yörelerde bulunuyordu. Şehitler bir başka ülkenin kamyonuyla taşınıyordu... Havaalanına Türk görevliler gidemiyordu...
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Yüzbaşı dipçiği sırtına indirdi


Havaalanına geldiklerinde, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait iki uçak bekliyordu. İki uçaktan da ikişer yüzbaşı indi. Binbaşı Nihat İlhan'ı selamladılar, 'Başınız sağ olsun komutanım' dediler. Yüzbaşılardan birisi, bir sivilin fotoğraflarını çektiğini gördü.

Tabutları kamyondan indirip uçağa doğru götürürlerken, sivil kişi fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Türkler'in bu perişan ve üzüntülü halini fotoğraflarla belgelemek istiyorlardı. Yüzbaşılardan birisi ikinci tabutu almaya giderlerken uçaktan bir silah çıkardı. Fotoğraf çeken kişiye doğru koştu ve silahın dipçiğiyle vurmaya başladı. Bu kişinin elindeki fotoğraf makinesini de aldı ve hızla yere çarptı. Fotoğraf makinesinin kapağı açılmış, sivilin çektiği film yanmıştı...

Diğer tabutları da uçağa yerleştirdiler. Binbaşı Nihat İlhan, kendisini zırhlı araçla getiren İngiliz'e sarıldı. İngiliz şoför, komutanın sırtını sıvazlıyor, acısını paylaşıyordu. Hele hele kamyonunda 4 tabut taşıyan diğer şoför ise komutanın gözlerinin içine bakarken ağlamamak için kendini zor tutuyor, 'Allahım bu ne büyük acı. Bu ne büyük vahşet' diyordu... Cenazeler banyo küvetinden çıkarılırken, vahşeti görmüş, olaydan çok etkilenmişti. Komutan uçağın kapısına geldi. İki İngiliz'e dönüp el sallarken, Kıbrıs'a son kez bakarken fısıltı halinde şunları söylüyordu:

'Hey gidi Kıbrıs. Hey gidi yavru vatan. Eşim, üç yavrum senin için feda olsun...'

Koltuğa oturdu. Diğer uçağa da yaralı 35 kişi bindirilecek ve Ankara'ya uçulacaktı. Ankara gergin bir bekleyiş içindeydi. Uçaklar havalandığında Kıbrıs'ın üzerinden yakılan evlerin dumanları yükseliyordu...

Eşi ve 3 oğlu Kıbrıslı Rumlar tarafından banyo küvetinde katledilen Binbaşı Nihat İlhan, vahşeti 39 yıl süren suskunluktan sonra Saygı Öztürk'e anlattı.


Genelkurmay Başkanı Sunay, eşi ve 3 oğlu şehit edilen Binbaşı Nihat İlhan'a 'Ankara çok gergin. Şehitlerimizi buraya getirirsen Rumlar'a dönük saldırılar olacak' dedi. Ve uçağın rotası Elazığ'a çevrildi

KIBRIS Kıbrıs olalı her halde böyle vahşet görmemişti. Anne Mürivet Hanım, son nefesini verene kadar oğulları Murat, Kutsi ve Hakan'ı korumak için çabalıyordu. Onlara değil, kurşunların kendisine sıkılmasını istiyordu. Birisi Hakan'ın ayaklarından tutup duvara vurdu. Sonra kaldırıp yeniden küvete attı... Banyo küvetinden kanlar akıyordu.

Binbaşı Nihat İlhan, uçağın c******* Kıbrıs'a son kez bakarken gözlerinin önüne eşi Mürivet, çocukları Murat, Kutsi, Hakan geldi. Murat ve Kutsi'nin üzerinde denizci üniforması vardı. Lefkoşa'da 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde bir o yana, bir bu yana beyaz kelebekler gibi adeta uçarak gidiyorlardı... Oysa ya şimdi... Coşarak, uçarak geldikleri Kıbrıs'tan anneleriyle birlikte cenazelerini götürüyordu.

Uçağın kalkmasından sonra Pilot Yüzbaşı, Binbaşı İlhan'ın yanına geldi. Sessizce oturdu. Hiç konuşmadı... Başını yere eğdi, öylece kalakaldı. Binbaşı İlhan'ın elinde bir zarf vardı. Büyükelçilik'ten ayrılırken bir gazeteci vermişti. Gazeteci 'Binbaşım çok önemli. Aman bu zarfı açmayın' demişti. Binbaşı, o zarfın içinde eşinin, çocuklarının banyo küvetindeki görüntüleri olduğunu bilmiyordu...

Gazeteci, Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve çocuklarının banyo küvetinde yatan cansız bedenlerini çekerken gözyaşlarını tutamamıştı. Sami Bey, yıllardır gazetecilik yapmasına rağmen böyle bir vahşete ilk kez tanık oluyordu.

Pilot Yüzbaşı, 'Komutanım bir emriniz var mı?' dedi. Binbaşı İlhan, teşekkür etti. Onu anılarıyla baş başa bırakmanın doğru olacağını düşündü. Çünkü 28 Aralık 1963 yılının Cumartesi günü oradan ayrılırken, bir daha Kıbrıs'a hiç gitmeyeceğini tahmin edebiliyordu. O günden bu yana bir daha Kıbrıs'a hiç adımını atmadı.

'Ankara gergin'


Radyoda saat 13.00'de verilen 'ajans haberleri' çok önemliydi. Haberlerin hemen ardından, Kıbrıs'ta vatani görevini yapanların mesajları okunurdu. Orada olup bitenler can kulağı ile dinlenir, tanımadıkları askerlerin yavruvatandan, anavatana gönderdiği selam ve sevgileri herkesi mutlu ederdi.

O gün ajansın ilk haberi, Kıbrıs'ta meydana gelen olaylarla ilgiliydi. Rumlar'ın, Türk köylerine saldırdığı, çok sayıda Türk'ün öldürüldüğü ya da yaralandığı belirtiliyordu. Radyo spikeri, şunları söylüyordu:

'Gözü dönmüş Rum çeteciler, Kıbrıs Türk Alayı Hastanesi Baştabibi Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve üç çocuğunu da şehit etmişlerdir. Genelkurmay Başkanlığı tarafından şehitlerin ve yaralıların Türkiye'ye nakli için Türk Hava Kuvvetlerine ait iki uçak gönderilmiştir. Binbaşı'nın Kıbrıs'ta şehit edilen eşi ve çocukları Ankara'da düzenlenecek törenden sonra toprağa verilecektir. Yaralılar da Gülhane Askeri Hastanesi'nde tedavileri yapılacaktır.

Kıbrıs Rumları'nın Türk köylerine saldırıp kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmelerine karşı, Türk Alayı teyakkuza geçmiştir. Kıbrıs Türkleri'nin can güvenliğinin sağlanması için çabalar devam etmektedir. Kıbrıs'ta durum giderek kötü hal alıyor.'

Ankara ayağa kalkmıştı. Şehitlerin ve yaralıların Ankara'ya getirileceğinin radyoda duyurulmasından sonra, Rumlar'a yönelik kanlı saldırılar başlayacağı yolunda Genelkurmay Başkanlığı'na bilgiler ulaştı. İstanbul'daki 6-7 Eylül olaylarının bir benzerinin yaşanacağından endişe ediliyordu. Bu durum Genelkurmay Başkanlığı tarafından değerlendiriliyordu.

'Rotanızı çevirin'


Uçaklar Toroslar'ın üzerindeydi. Kar yağmıştı. Binbaşı İlhan Türkiye topraklarını görünce biraz daha rahatladı. İçinden kahramanlık türküleri, savaş türküleri söylemek geliyordu. Pilot yanına geldi:

- Komutanım, Genelkurmay Başkanımız sizinle konuşmak istiyor

- Cevdet Sunay Paşam mı?


- Doğrudur Komutanım...


Pilot kabinine gitti. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ile Binbaşı Nihat İlhan arasında şu konuşma geçti:

- Binbaşım, milletçe çok üzüldük. Acınızı paylaşıyoruz.

- Sağ olun Komutanım, vatan sağ olsun.


- Evladım, acını biliyorum. Şimdi senden bir isteğim var.

- Emredin komutanım.


- Ankara'da 6-7 Eylül olaylarına benzer olaylar çıkabilir. Senden ricamız şehitlerimizi memleketin olan Elazığ'a götürmen. Orada gerekli hazırlıklar için ben talimat vereceğim. Seni iki gün sonra Ankara'ya bekliyorum.

- Öyle uygun bulduysanız emredersiniz Komutanım.


Birisi şehitleri, diğeri yaralıları taşıyan iki uçağın pilotları telsizle konuştular. Binbaşı İlhan'ı, şehitleri Mürivet, Murat, Kutsi ve Hakan'ı taşıyan uçak rotasını değiştirdi. Ankara'ya değil, şimdi Elazığ'a gidiyorlardı.

Hâlâ kan sızıyordu


Uçak Elazığ'a yöneldiğinde, Elazığ da ayaktaydı. Kıbrıs şehitlerinin Elazığ'a getirileceği belediye hoparlorüyle anons edilmişti. Kalabalık askeri birliğin önünde toplanmaya başladı. Bağırıyorlardı:

'Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacak', 'Ya Kıbrıs, ya ölüm', 'Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız.', 'Şehitler ölmez', 'Kıbrıs Makarios'a mezar olacak.'

Kalabalık giderek artıyordu. Elazığ'da görevli Tümen Komutanı Adnan Ersöz'ün cipi birlikten ayrıldı. Havaalanına gidiyordu. Hemen onun ardından kalabalık dalgalanmaya, havaalanına gitmek için at arabalarına, kamyonlara binmeye başladı. Hemşehrileri olan Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve çocuklarının feci şekilde öldürülmesine isyan ediyorlardı.

Uçağın kapısı açıldı. Binbaşı, pilotlara teşekkür ederken, birden elinde tuttuğu, gazetecinin verdiği zarf aklına geldi. Pilota, 'Gazeteci Sami Bey verdi. Ankara'da bunu bizden alacaklardı. Biz geldik buraya. Sizden ricam, bunu Ankara'ya götürmeniz ve ilgilisine ulaştırmanız.'

Pilot Yüzbaşı zarfı alırken, 'Hiç merak etmeyin Komutanım. Tekrar tekrar başınız sağ olsun' dedi ve Binbaşı'ya selam verdi. Havaalanı hınca hınç dolmuştu. Bağırıyorlar, vahşeti lanetliyorlardı.

Eşi gülümser gibiydi


Türk bayrağına sarılı 4 tabut, doğruca Askeri Hastane'ye götürüldü. Cumartesi günüydü. Orada, 'cenazeleri yarın toprağa vereceğiz' denildi. Binbaşı eşi ve çocuklarının naaşlarını görmek istiyordu. Hastaneye geldiğinde abdest aldı. Tabutlar açıldı. Eşi sanki çocuklarını kurtardığını sanıyorcasına gülümser gibiydi. Alnından öptü. Kolundan çektiler komutanı. Onu çocuklarının yanına götürdüler.

Çocukları soyundurdular. Binbaşı İlhan, onları yıkamıyor, adeta seviyordu. Elini her dolaştırdığında Murat ve Kutsi'nin vücudundaki kurşun deliklerini görüyordu. Yıkadıkça kan sızmaya devam ediyordu. Komutan dayanamadı... Ayakta duracak gücü kalmamıştı... Yere çömeldi... Ellerini başının arasına aldı. Hıçkırmaya başladı. Eşinin, çocuklarının arkasından ağıt yakıyordu. Kalabalık hıçkırarak dinliyor, aralarından bazıları, Makarios'a, Grivas'a, Rumlar'a küfrediyordu. Ağıt, hıçkırık ve küfürler birbirine karışmıştı.

Komutan öylece kaldı. Bazıları 'bırakın ağlasın da rahatlasın' diyorlardı. Binbaşı ayağa kalktı. Kutsi'nin başına gitti. 'Benim aslanlarım' dedi. Kutsi'deki kurşun deliklerinden de kan sızıyordu. Nihat İlhan dayanamadı. Çocuklarının daha fazla kan kaybetmesini istemiyordu. 5 gün önce öldürülen eşi ve çocuklarının hala kanlarının sızdığına o da inanamadı. Kurşun deliklerini tıkaçla kapattı. Sanki onları iyileştirmek istiyordu. Onların acı çekmesini istemiyor, özenle işini yapıyordu.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Şehitlere son görev

Pazar günü Atatürk Anıtı önünde Kıbrıs şehitleri için tören düzenlenecekti. Binbaşı İlhan, konuşmasına 'Çocuklarıma bayrağı nerede görürseniz görün derlenip toparlanacaksınız. İstiklal Marşımız'ı duyduğunuz zaman hazır ola geçeceksiniz. Ülkemizi, tüm insanları sevmeleri için yetiştiriyordum' diye başladı. Kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Binlerce kişi ölüm sessizliği içinde şehit eşini, şehitlerin babasını dinliyordu...

O soğuk Pazar günü şehitlere Elazığlılar son görevini yerine getirdi. Binbaşı İlhan, şehitlerini toprağa verip, Ankara'ya gittiğinde, görev yeri olan Kıbrıs'a bir an önce gitmek, yaraları sarmak istiyordu. Ona, 'hayır' dediler. O artık Kıbrıs'a gönderilmeyecekti. Kıbrıs çıkartmasını öğrendiği zaman, gönüllü olarak gitmek istedi. Ona yine 'hayır' dediler.

Kıbrıs çıkartmasının ilk günlerinde ona bir mektup geldi. İçinde bir fotoğraf bulunuyordu. Zarfı açtı, önce fotoğrafa baktı: 'Lefkoşa'daki bizim ev' dedi. Mektup, 'Sevgili Kardeşim Nihat' diye başlıyordu. Mektubu gönderen ise Kıbrıs çıkartmasında bulunan ünlü komutanlardan Bedrettin Demirel'di. Şehitlerin kanlarının yerde kalmadığını, Kıbrıs Türkü'nün esaretten kurtulduğunu bildiriyordu...

Eşi ve çocuklarının şahsi eşyalarını, çocuklarının çok sevdiği 1963 model Volkswagen'i Kıbrıs'tan Elazığ'a getirtti. O otomobile hep gözü gibi baktı. Eşi ve çocuklarının anısını saklayan bu otomobile arada bir bindi. Bindiği zaman otomobilinde hep onların oynayışlarını, sevinç çığlıklarını, ağlayışlarını duydu.

39 yıllık otomobili 39 bin kilometre bile yol kat etmemiş. Nihat İlhan, bazen otomobilini garajından çıkarıp uzaklaşıyor. Arada bir arka koltuklara bakıyor, 'Murat, Kutsi' diyor. Hakan daha küçük. Ne söylediğini anlamazdı bile. Seslerini duyamayınca bir kez daha sesleniyor. Yine cevap alamıyor. O yoğun trafikte dikiz aynasından arka koltuğa bakıyor... Onları göremiyor... Heyecanlanıyor. Sağ koltukta eşi de yok...

Sonra anımsıyor. Otomobilini bir kenara çekiyor. Sigarasını yakıyor. Otomobili garajına bıraktıktan sonra abdest alıp 'Mürivet', 'Murat', 'Kutsi', 'Hakan' adını verdiği çamların dibinde ruhlarına Fatiha okuyor. Eline hortumu alıyor dallarına tutuyor. Dallar sallandıkça eşi ve çocuklarının 'teşekkürlerini' duyar gibi oluyor... O yorgun beden birden beyaz bir kelebek olup sallanan dalların üzerine konmak istiyor...




Hala Özgürce Kendi Topraklarımızda Yaşayabiliyorsak Onların Sayesinde Onların Hakkı Asla Ödenmez..
Mekanları Cennnet Ruhları Şad Olsun ...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst