---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)
Yüzbaşı dipçiği sırtına indirdi
Havaalanına geldiklerinde, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait iki uçak bekliyordu. İki uçaktan da ikişer yüzbaşı indi. Binbaşı Nihat İlhan'ı selamladılar, 'Başınız sağ olsun komutanım' dediler. Yüzbaşılardan birisi, bir sivilin fotoğraflarını çektiğini gördü.
Tabutları kamyondan indirip uçağa doğru götürürlerken, sivil kişi fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Türkler'in bu perişan ve üzüntülü halini fotoğraflarla belgelemek istiyorlardı. Yüzbaşılardan birisi ikinci tabutu almaya giderlerken uçaktan bir silah çıkardı. Fotoğraf çeken kişiye doğru koştu ve silahın dipçiğiyle vurmaya başladı. Bu kişinin elindeki fotoğraf makinesini de aldı ve hızla yere çarptı. Fotoğraf makinesinin kapağı açılmış, sivilin çektiği film yanmıştı...
Diğer tabutları da uçağa yerleştirdiler. Binbaşı Nihat İlhan, kendisini zırhlı araçla getiren İngiliz'e sarıldı. İngiliz şoför, komutanın sırtını sıvazlıyor, acısını paylaşıyordu. Hele hele kamyonunda 4 tabut taşıyan diğer şoför ise komutanın gözlerinin içine bakarken ağlamamak için kendini zor tutuyor, 'Allahım bu ne büyük acı. Bu ne büyük vahşet' diyordu... Cenazeler banyo küvetinden çıkarılırken, vahşeti görmüş, olaydan çok etkilenmişti. Komutan uçağın kapısına geldi. İki İngiliz'e dönüp el sallarken, Kıbrıs'a son kez bakarken fısıltı halinde şunları söylüyordu:
'Hey gidi Kıbrıs. Hey gidi yavru vatan. Eşim, üç yavrum senin için feda olsun...'
Koltuğa oturdu. Diğer uçağa da yaralı 35 kişi bindirilecek ve Ankara'ya uçulacaktı. Ankara gergin bir bekleyiş içindeydi. Uçaklar havalandığında Kıbrıs'ın üzerinden yakılan evlerin dumanları yükseliyordu...
Eşi ve 3 oğlu Kıbrıslı Rumlar tarafından banyo küvetinde katledilen Binbaşı Nihat İlhan, vahşeti 39 yıl süren suskunluktan sonra Saygı Öztürk'e anlattı.
Genelkurmay Başkanı Sunay, eşi ve 3 oğlu şehit edilen Binbaşı Nihat İlhan'a 'Ankara çok gergin. Şehitlerimizi buraya getirirsen Rumlar'a dönük saldırılar olacak' dedi. Ve uçağın rotası Elazığ'a çevrildi
KIBRIS Kıbrıs olalı her halde böyle vahşet görmemişti. Anne Mürivet Hanım, son nefesini verene kadar oğulları Murat, Kutsi ve Hakan'ı korumak için çabalıyordu. Onlara değil, kurşunların kendisine sıkılmasını istiyordu. Birisi Hakan'ın ayaklarından tutup duvara vurdu. Sonra kaldırıp yeniden küvete attı... Banyo küvetinden kanlar akıyordu.
Binbaşı Nihat İlhan, uçağın c******* Kıbrıs'a son kez bakarken gözlerinin önüne eşi Mürivet, çocukları Murat, Kutsi, Hakan geldi. Murat ve Kutsi'nin üzerinde denizci üniforması vardı. Lefkoşa'da 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde bir o yana, bir bu yana beyaz kelebekler gibi adeta uçarak gidiyorlardı... Oysa ya şimdi... Coşarak, uçarak geldikleri Kıbrıs'tan anneleriyle birlikte cenazelerini götürüyordu.
Uçağın kalkmasından sonra Pilot Yüzbaşı, Binbaşı İlhan'ın yanına geldi. Sessizce oturdu. Hiç konuşmadı... Başını yere eğdi, öylece kalakaldı. Binbaşı İlhan'ın elinde bir zarf vardı. Büyükelçilik'ten ayrılırken bir gazeteci vermişti. Gazeteci 'Binbaşım çok önemli. Aman bu zarfı açmayın' demişti. Binbaşı, o zarfın içinde eşinin, çocuklarının banyo küvetindeki görüntüleri olduğunu bilmiyordu...
Gazeteci, Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve çocuklarının banyo küvetinde yatan cansız bedenlerini çekerken gözyaşlarını tutamamıştı. Sami Bey, yıllardır gazetecilik yapmasına rağmen böyle bir vahşete ilk kez tanık oluyordu.
Pilot Yüzbaşı, 'Komutanım bir emriniz var mı?' dedi. Binbaşı İlhan, teşekkür etti. Onu anılarıyla baş başa bırakmanın doğru olacağını düşündü. Çünkü 28 Aralık 1963 yılının Cumartesi günü oradan ayrılırken, bir daha Kıbrıs'a hiç gitmeyeceğini tahmin edebiliyordu. O günden bu yana bir daha Kıbrıs'a hiç adımını atmadı.
'Ankara gergin'
Radyoda saat 13.00'de verilen 'ajans haberleri' çok önemliydi. Haberlerin hemen ardından, Kıbrıs'ta vatani görevini yapanların mesajları okunurdu. Orada olup bitenler can kulağı ile dinlenir, tanımadıkları askerlerin yavruvatandan, anavatana gönderdiği selam ve sevgileri herkesi mutlu ederdi.
O gün ajansın ilk haberi, Kıbrıs'ta meydana gelen olaylarla ilgiliydi. Rumlar'ın, Türk köylerine saldırdığı, çok sayıda Türk'ün öldürüldüğü ya da yaralandığı belirtiliyordu. Radyo spikeri, şunları söylüyordu:
'Gözü dönmüş Rum çeteciler, Kıbrıs Türk Alayı Hastanesi Baştabibi Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve üç çocuğunu da şehit etmişlerdir. Genelkurmay Başkanlığı tarafından şehitlerin ve yaralıların Türkiye'ye nakli için Türk Hava Kuvvetlerine ait iki uçak gönderilmiştir. Binbaşı'nın Kıbrıs'ta şehit edilen eşi ve çocukları Ankara'da düzenlenecek törenden sonra toprağa verilecektir. Yaralılar da Gülhane Askeri Hastanesi'nde tedavileri yapılacaktır.
Kıbrıs Rumları'nın Türk köylerine saldırıp kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmelerine karşı, Türk Alayı teyakkuza geçmiştir. Kıbrıs Türkleri'nin can güvenliğinin sağlanması için çabalar devam etmektedir. Kıbrıs'ta durum giderek kötü hal alıyor.'
Ankara ayağa kalkmıştı. Şehitlerin ve yaralıların Ankara'ya getirileceğinin radyoda duyurulmasından sonra, Rumlar'a yönelik kanlı saldırılar başlayacağı yolunda Genelkurmay Başkanlığı'na bilgiler ulaştı. İstanbul'daki 6-7 Eylül olaylarının bir benzerinin yaşanacağından endişe ediliyordu. Bu durum Genelkurmay Başkanlığı tarafından değerlendiriliyordu.
'Rotanızı çevirin'
Uçaklar Toroslar'ın üzerindeydi. Kar yağmıştı. Binbaşı İlhan Türkiye topraklarını görünce biraz daha rahatladı. İçinden kahramanlık türküleri, savaş türküleri söylemek geliyordu. Pilot yanına geldi:
- Komutanım, Genelkurmay Başkanımız sizinle konuşmak istiyor
- Cevdet Sunay Paşam mı?
- Doğrudur Komutanım...
Pilot kabinine gitti. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ile Binbaşı Nihat İlhan arasında şu konuşma geçti:
- Binbaşım, milletçe çok üzüldük. Acınızı paylaşıyoruz.
- Sağ olun Komutanım, vatan sağ olsun.
- Evladım, acını biliyorum. Şimdi senden bir isteğim var.
- Emredin komutanım.
- Ankara'da 6-7 Eylül olaylarına benzer olaylar çıkabilir. Senden ricamız şehitlerimizi memleketin olan Elazığ'a götürmen. Orada gerekli hazırlıklar için ben talimat vereceğim. Seni iki gün sonra Ankara'ya bekliyorum.
- Öyle uygun bulduysanız emredersiniz Komutanım.
Birisi şehitleri, diğeri yaralıları taşıyan iki uçağın pilotları telsizle konuştular. Binbaşı İlhan'ı, şehitleri Mürivet, Murat, Kutsi ve Hakan'ı taşıyan uçak rotasını değiştirdi. Ankara'ya değil, şimdi Elazığ'a gidiyorlardı.
Hâlâ kan sızıyordu
Uçak Elazığ'a yöneldiğinde, Elazığ da ayaktaydı. Kıbrıs şehitlerinin Elazığ'a getirileceği belediye hoparlorüyle anons edilmişti. Kalabalık askeri birliğin önünde toplanmaya başladı. Bağırıyorlardı:
'Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacak', 'Ya Kıbrıs, ya ölüm', 'Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız.', 'Şehitler ölmez', 'Kıbrıs Makarios'a mezar olacak.'
Kalabalık giderek artıyordu. Elazığ'da görevli Tümen Komutanı Adnan Ersöz'ün cipi birlikten ayrıldı. Havaalanına gidiyordu. Hemen onun ardından kalabalık dalgalanmaya, havaalanına gitmek için at arabalarına, kamyonlara binmeye başladı. Hemşehrileri olan Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve çocuklarının feci şekilde öldürülmesine isyan ediyorlardı.
Uçağın kapısı açıldı. Binbaşı, pilotlara teşekkür ederken, birden elinde tuttuğu, gazetecinin verdiği zarf aklına geldi. Pilota, 'Gazeteci Sami Bey verdi. Ankara'da bunu bizden alacaklardı. Biz geldik buraya. Sizden ricam, bunu Ankara'ya götürmeniz ve ilgilisine ulaştırmanız.'
Pilot Yüzbaşı zarfı alırken, 'Hiç merak etmeyin Komutanım. Tekrar tekrar başınız sağ olsun' dedi ve Binbaşı'ya selam verdi. Havaalanı hınca hınç dolmuştu. Bağırıyorlar, vahşeti lanetliyorlardı.
Eşi gülümser gibiydi
Türk bayrağına sarılı 4 tabut, doğruca Askeri Hastane'ye götürüldü. Cumartesi günüydü. Orada, 'cenazeleri yarın toprağa vereceğiz' denildi. Binbaşı eşi ve çocuklarının naaşlarını görmek istiyordu. Hastaneye geldiğinde abdest aldı. Tabutlar açıldı. Eşi sanki çocuklarını kurtardığını sanıyorcasına gülümser gibiydi. Alnından öptü. Kolundan çektiler komutanı. Onu çocuklarının yanına götürdüler.
Çocukları soyundurdular. Binbaşı İlhan, onları yıkamıyor, adeta seviyordu. Elini her dolaştırdığında Murat ve Kutsi'nin vücudundaki kurşun deliklerini görüyordu. Yıkadıkça kan sızmaya devam ediyordu. Komutan dayanamadı... Ayakta duracak gücü kalmamıştı... Yere çömeldi... Ellerini başının arasına aldı. Hıçkırmaya başladı. Eşinin, çocuklarının arkasından ağıt yakıyordu. Kalabalık hıçkırarak dinliyor, aralarından bazıları, Makarios'a, Grivas'a, Rumlar'a küfrediyordu. Ağıt, hıçkırık ve küfürler birbirine karışmıştı.
Komutan öylece kaldı. Bazıları 'bırakın ağlasın da rahatlasın' diyorlardı. Binbaşı ayağa kalktı. Kutsi'nin başına gitti. 'Benim aslanlarım' dedi. Kutsi'deki kurşun deliklerinden de kan sızıyordu. Nihat İlhan dayanamadı. Çocuklarının daha fazla kan kaybetmesini istemiyordu. 5 gün önce öldürülen eşi ve çocuklarının hala kanlarının sızdığına o da inanamadı. Kurşun deliklerini tıkaçla kapattı. Sanki onları iyileştirmek istiyordu. Onların acı çekmesini istemiyor, özenle işini yapıyordu.