Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Kütahya İli Kütahya Anıt ve Şehitlikleri

Şehit Sancaktar (Meçhul Asker) Anıtı (Altıntaş)

Kütahya Altıntaş ilçesinde, Çalköy’e 2,5 km., Dumlupınar’a 15 km uzaklıkta Şehit Sancaktar Mehmet Anıtı bulunmaktadır. 30 Ağustos Zaferi’nin ertesi günü Atatürk savaş alanını gezerken, Berberçamı denilen yerde, bir top mermisinin açtığı çukurda karışık halde Türk ve Yunan askerlerinin cesetlerini görmüştür. Bunların arasında bir kolu kaskatı havada kalmış, elindeki Türk Bayrağı’nı bırakmayan bir Türk şehidi ile karşılaşmıştır. Gördüğü bu olaydan son derece etkilenen Atatürk Yunan askerlerinin cesetlerine bakarak “Çocuk burada ne işin vardı” dedikten sonra yanındakilere yerdeki Yunan bayrağını göstererek, “bayrağı buradan kaldırın. O bir milletin şerefidir” diyerek eli havada bayrağı bırakmayan Türk şehidine yaşlı gözlerle bakmış ve kimliğinin araştırılmasını istemiştir. Ancak askerin üzerinde künyesi bulunamamış ve kimliği öğrenilememiştir. Bunun üzerine savaş sonrası burada yapılacak anıta ismi bilinmediğinden Şehit Mehmet adının verilmesini istemiştir.

Bu anıtın temeli Zafertepe’de Atatürk tarafından 1924 yılında atılmış, Mimar Hikmet ve Taşçı Kadri’nin yapmış olduğu anıt 1927 yılında törenle açılmıştır. Tören açılışını yapan Atatürk şu konuşmayı yapmıştır:

“Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada taçlandırıldı, bu sahada, bu semada dolaşan şehit ruhları devletimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada temelini attığımız Şehit Asker Anıtı işte o ruhları, o ruhlarla beraber Gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil etmektedir. Bu Anıt Türk Vatanına göz dikenlere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır”.

Bu anıt 1964 yılında çıkan 220 sayılı yasa ile Zafertepe’de yeni bir zafer anıtının yapılması kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine Şehir Asker Anıtı’nın mermer parçaları ve sancağı, Zafertepe’deki yerinden sökülerek 1979 yılında, olayın geçtiği yerde, Berberçam Tepesi’ne dikilmiş ve Tümgeneral Ali Özveren tarafından törenle açılmıştır.

Anıt, mermer dikdörtgen bir kaide üzerinde olup, mermer basamaklarla çıkılmaktadır. Anıtın çevresi çeşitli dekoratif elemanlarla süslenmiş, etrafı mermer parmaklıklı bir platform ile çevrilmiştir. Burada Şehit Mehmetçik’in kolu ve tuttuğu sancak sembolize edilmiştir.


Zafer Anıtı-Zafertepe, Çalköy (Altıntaş)

Kütahya Altıntaş ilçesi, Çalköy’de 30 Ağustos 1922’de Atatürk’ün idare ettiği Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda, 1 Eylül 1922’de “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri” emrini verdiği 1.181 rakımlı Zafertepe’de Zafertepe Anıtı bulunmaktadır. Bu anıt 30 Ağustos Zaferi ve Kurtuluş Savaşı’nı Türk Milleti’nin birlikte oluşturduğunu sembolize etmektedir. Anıtın yapılmasına 1964 yılında karar verilmiş ve 30 Ağustos 1972 yılında tamamlanmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nı sembolize eden bu anıt değişik yöndeki üçgen bloklardan meydana gelmiştir. Bununla Türk Milleti’nin diğer milletlerin gösterdiği haksızlığa feveranını ve Anadolu’yu işgal eden düşman kuvvetlerine karşı tek vücut halinde birleşerek kazandığı zaferi simgelemektedir.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Yüzbaşı Şekip Efendi Anıtı (Altıntaş)

Kütahya Altıntaş ilçesi, Zafertepe-Çalköy’de Yüzbaşı Şekip Efendi Anıtı bulunmaktadır. Harputlu Yüzbaşı Şekip Efendi (1886-1922) 14.Süvari Tümeninin 3.Alayı subaylarından olup, 29 Ağustos günü Yunanlılara hücum ederken şehit düşmüştür. Aynı alaydan olup şehit olan, Düzce-Üsküp’ ten Veysel Ömer, Keskin-Yağlıker’ den Veli Mehmet, Akhisar-Tatasut’ tan İbiş Ömer de bu şehitlikte gömülüdür.

Anıt, Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda 29 Ağustos 1922’de Yunanlılara hücum eden Türk Süvari Kolordusu’nun bu civarda verdiği şehitler adına yapılmıştır. 14.Süvari Tümeninin 3.Alayının 2.Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şekip Efendi, Altıntaş’da kendilerine hücum eden Yunan kuvvetlerine karşı çevre savunması yaparken 2.000 kadar askeri esir almıştır. Daha sonra Yunan topçu birliğini ele geçirmek için hücum ettiğinde yoğun bir top ateşi ile karşılaşmış ve bir kısım erleri ile birlikte şehit düşmüştür.

Yübaşı Şekip Efendi adına 1972’de dikilmiş olan bu anıt mermer bir kaide üzerinde bir dikilitaş şeklindedir. Anıtın mermer kaidesi üzerinde Latin harfleri ile şunlar yazılıdır:
“29 Ağustos 1922 Muharebesinde Yunanlılara Hücum eden Türk Süvari Kolordusunun bu civarda verdiği şehitler namına yapılmıştır”. Aynı sözcükler eski harflerle obeliskin diğer yüzünde de yazılıdır.

Bunun dışında anıtın diğer yüzlerinde;
”İşgal altındayken bu yer, uğrunda can verdin vatana, sen çok büyüksün şehit asker, ne yapılsa azdır hatırana”; ”14.Süvari fırkasından 3.Alaydan Yüzbaşı Harputlu Şekip Efendi yine 3.Alaydan nefer Düzce’nin Üsküp Nahiyesinden Veysel Ömer Keskin’in Yağlıker köyünden Veli Mehmet, Akhisar’ın Tatasut Köyünden İbiş Ömer” yazılıdır.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Kurtuluş Savaşı Şehitliği (Dumlupınar)

Kütahya Dumlupınar ilçesinde Kültür Bakanlığı Kurtuluş Savaşı şehitlerinin anısına üç şehitlik yaptırmıştır. Bu şehitliklerden ilki 30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Savaşı’nda şehit düşen askerler için yaptırılan Cafer Gazi Tepe eteklerindeki Dumlupınar Şehitliği’dir. Bu şehitliğin projesi Y.Mimar Nejat Dinçel tarafından çizilmiştir. Şehitlik namazgâh, şadırvan ve mezarlık bölümlerinden oluşmaktadır. Bu şehitlikte 100 subay, 500 er ve erbaşın mezar taşı bulunmaktadır.

Bu şehitliğin çevresine ayrıca dört anıt daha dikilmiştir. Bunlardan biri Prof.Tankut Öktem’in yapmış olduğu Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak’ı birlikte gösteren heykeldir. Bunun yanında Prof.Haluk aaaonar’ın yapmış olduğu Kurtuluş Savaşı Anıtı ile Şehit Baba ve Oğul Anıtı bulunmaktadır.

Bu şehitlik 30 Ağustos Büyük Taaruz’un 70.yıldönümünde 26 Ağustos 1992’de düzenlenen bir törenle açılmıştır.


Haymeana ve Osman Gazi Anıtı (Domaniç)

Kütahya Domaniç ilçesi Çarşamba Köyü’nde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin ninesi, Ertuğrul Gazi’nin annesi Hayme Ana’nın anıtı bulunmaktadır.

Ertuğrul Gazi Anadolu’ya geldiğinde kendisine Söğüt Kışlak, Domaniç de Yaylak olarak verilmiştir. Hayme Ana Domaniç’te ölmüş ve Ertuğrul Gazi tarafından Çarşamba’daki bir tepeye gömülmüştür. Sultan II.Abdülhamid Devlet Ana olarak anılan Hayme Ana’nın mezarını 1886 yılında buldurmuş ve üzerine bir türbe yaptırmıştır.

Kütahya Valiliği Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700.yılında bu türbeyi ve çevresindeki yapıları restore ettirmiştir. Ayrıca buraya Hayme Ana’nın bir anıtını yaptırmış ve çevresine de bir çeşme ile iki Kütahya evi yaptırmıştır. Her yıl burada Hayme Ana adına törenler düzenlenmektedir.

Hayme Ana Anıtı dikdörtgen mermer bir kaide üzerindedir. Bu kaide üzerinde Hayme Ana oturur durumda, kucağında da torunu Osman Gazi küçük bir çocuk olarak tasvir edilmiştir.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

devamıda var tatlım bulmaya calışlıyorum elektrik gitmişti ondan yarım kalmıştı

rıca edrim saol :)
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

BİR ASLANIN HİKAYESİ
HASAN TAHSİN

İzmir Basını'nın gururla andığı sembolü Şehit Gazeteci Hasan Tahsin aynı zamanda Türk Kurtuluş Hareketinin ilk kurşununu sıkarak bir milletin destanını başlattı.

1919 Yılı 15 Mayıs'ında İzmir Limanını dolduran Yunan Donanmasının içinden karaya ayak basmak için sabırsızlanan Yunan Efzun alayını yaşlı gözlerle izleyen İzmirliler, tarihin en karagününü yaşıyordu. Mavi - Beyaz bayraklarla donatılmış Kordonboyu o sabah hiç de ışıldamıyordu. Rum kızları eteklerini savurarak şarkılar söyleyip dans ederken ,Yunan Efzun Alayı karaya ayakbastı. Bando önde Başpapaz Hristamos önderliğindeki Efzun Alayı arkada Kordon boyunda gövdegösterisine başlamıştı. Hemen orada bir kıraathanede saçları dağınık esmer tenı güneşten iyiceyanmış bir genç kendi kendine söyleniyordu 'Kollarını sallaya sallaya mı girecekler? Olmaz... Olamaz ki. Sonunda ölüm var .. Kan var. .Bunu anlamalılar.

Bu genç Selanik'ten İzmir'e göç etmiş , Recep oğlu Osman Nevres beyden başkası değildi.Hasan Tahsin takma adını kullanıyordu. Selanik'te 1888 'de dünyaya gelen Hasan Tahsin orada Fevziye Lisesi'ni bitirdi. Devlet sınavını kazanıp Paris'te Sourbonne Üniversitesi Siyasi İlimlerAkademisi'ni bitirdi. İstanbul'a döndükten sonra, Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları karıştıranİngiliz Buxton kardeşlerin bu faaliyetlerini önlemekle görevlendirildi. Buxton kardeşlere Bükreş'te birtünelde suikast düzenleyen Hasan Tahsin 10 yıla mahkum edildi. Birinci Dünya Savaşında, Bükreş'in Osmanlı Devleti ve müttefik Almanya tarafından alınmasından sonra , 2 yıl hapis yattığıbu yerden 1916 yılında kurtuldu. Mütarekenin karanlık günlerinde İzmir'e geldi. Osmanlı Sulh veSelamet Cemiyeti'nin sözcülüğünü yapan Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) Gazetesi'nin başyazarlığınıyapmaya başladı.

Hukuk-u Beşer Gazetesi'nin başyazarı vatanperver Hasan Tahsin takma isimli Osman Nevres ogüne kadar kalemiyle , eylemleriyle bu istila akıbetini göstermeye çalışmış bir gazeteciydi. İştekorktuğu başına gelmiş , Efzun Alayı Kordonboyunda zafer çığlıkları atıyordu.Birden yerinden fırladı,aynı anda kendisini Yunan işgal askerlerinin karşısında buldu. Az önce kalemini hırsla kıranparmakları arasındaki Rovelver silahı ile ilk kurşunu attı. Kalabalığı yarıp tek başına fırlayan uzunboylu siyah elbiseli adamın attığıilk kurşun Efzun Alayının sancaktarını yere serdi. Sancaktar boğukbir sesle yere yıkılırken, o elindeki Rovelverle peşi sıra kurşun sıkmaya başladı. Hiç beklenmedik buateş karşısında, önce paniğe uğrayan Yunanlılar gerilediler , peşlerindeki Rum kalabalığıarasından denize düşenler görüldü. Fakat karşılarında ateş edenin yalnızca bir kişi olduğunu farkedenYunan Efzun Alayı hemen karşı ateşe başladı. Silahlardaki kurşunlar biten Hasan Tahsin, süngüdarbeleriyle şehit edildi. Hırslarını Hasan Tahsin'in vücudunu paramparça etmekle de alamayanEfzunlar, bu defa sağa sola tüfekle, mitralyözle ateşe başladılar, hatta denizden Yunan torpidolarıda ateşe katıldı. Bu sırada sivil halk arasından çok sayıda can veren oldu.

Hasan Tahsin şehit edildiğinde 31 yaşındaydı. Güler yüzlü, neşeli bir vatansever olaraktanımlanan Hasan Tahsin, işgal acısına dayanamayan yüreğinin sesini dinleyip tek başına da olsa bir alaya savaş açacak kadar cesurdu. Atılan bu kurşun Türk Kurtuluş Savaşının meşalesiniyakarken, bütün dünyada Türk ulusunun bu işgali hazmedemeyeceğinin mesajını veriyordu.

Bugün Konak Meydanı'nda bir elinde bayrağı diğer elinde Rovelveri ile anıtlaşan bu genç,TürkBasınının bir sembolü olarak tarihe gülümsüyor.

Hasan Tahsin 15 Mayıs 1919 günü Konak Meydanı'nda İzmir'i işgal eden istilacı güçlere ilk kurşunu atan kahraman bir gazetecidir. Şehit olacağını bile bile ilk kurşunu atan Hasan Tahsin Türk basınının gurur kaynağıdır.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin öncülüğünde,Türk ulusunun katkı ve desteğiyle 1974 yılında Şehit Gazeteci Hasan Tahsin ve arkadaşlarının anısına İzmir'in Konak Meydanı'nda "İlk Kurşun Anıtı" yaptırılmıştır. İlk Kurşun Anıtı düzenlenen görkemli bir törenle zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından açılmıştır.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl 15 Mayıs'ta İzmir'in Konak Meydanı'nda İlk Kurşun Anıtı önünde düzenlenen törenle Şehit Gazeteci Hasan Tahsin minnet ve şükranla anılmaktadır.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

VİZELİ ŞEHİTLER

Çanakkale savaşında şehit düşmüş, bir Türk'ün erişebileceği en onurlu mertebeye erişmiş isimsiz arslanlarımızın ikisine Çanakkale Şehitleri Abidesine gidilen yoldaki kitabelerde rastladık. İkiyüz kadar şehidin isimlerinin yazılı olduğu kitabelerde iki Vize'li vardı: Mehmet oğlu Rasim ve Halil oğlu Ali. Bu iki şehidimizin nezdinde Çanakkale Savaşlarında, Balkan Savaşlarında, Allahüekber'de, Trablusgarp'ta,Yemen'de, Kurtuluş Savaşı'nda şehit düsmüş tüm isimsiz hemşerilerimizi rahmetle anıyoruz.

Aydın İli Aydın İstiklal Savaşı Anıtları


Kurtuluş Savaşı Şehitler Anıtı (Merkez)

Aydın Belediyesi’nin karşısında, Kurtuluş Savaşı sırasında Aydın için savaşırken şehit düşenlerin anısına 1926 yılında yapılmıştır. Anıt, beş basamaklı merdivenler üzerinde, altı parçalı mermer bir sütun halindedir. Anıtın dört yüzünde de 7 Eylül 1922’de Aydın’ın Yunanlılardan kurtuluşuna ait Osmanlıca yazılmış yazılar bulunmaktadır. Caddeye bakan yüzünde: “Burası bağrı yanık ninelerin öksüz ve yetim çocuklarının memleketidir. Onları unutma. 7 Eylül 1338”. Anıtın kuzeyde, Hükümet Binasına bakan yüzünde: “Ey zair, bu abidenin önünde dur, vatan için aşk ve rüyalarına veda etmiş kurbanları düşün. 7 Eylül 1338”. Anıtın diğer yüzünde: “Burası istiklal ve Hürriyet için şehit düşen mukaddes Türklerin mabedidir. 7 Eylül 1338”. Diğer yüzünde: “Burası istiklâl tarihini kanı ile yazmış Türklerin mabedidir. 7 Eylül 1338.” Yazılıdır.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

BİR ANTEP DESTANI
ŞAHİN BEY


Şahin Bey'in Antep-Kilis Yolundaki Faaliyetleri

Fransızlar, başlangıçta Antep'lilerden pasif direniş görüyorlardı. Antep ve köylüleri, Fransızlar ve Ermenilerin tahıl ve tahkimat ihtiyaçlarının karşılanmaması amacıyla erzak ve kereste satmıyorlardı. Antep'ten erzak tedarik edemeyeceklerini anlayan Fransızlar, yiyecek maddelerini diğer bölgelerden getirmek zorunda kaldılar.

Fransızlar, ikmallerini devamlı olarak Antep-Kilis yolunu kullanarak yaptıklarından burası önem taşımaktaydı. Heyet-i Merkeziye aldığı tedbirlerle Maraş yolunu Fransızlara kapattıktan sonra Fransızların tümen karargahı olan Katma'dan ve Kilis Garnizonu'ndan Antep'e gelecek yardımlar önlenmiştir.

Antep-Kilis yolunun müdafaası görevi ilk önce Mısırzade Nuri Bey'e verilmişti. İşte, tam bu sıralarda Şahin Bey Antep'e gelmişti. Şahin Bey'e bu lakap halk tarafından verilmiştir. Asıl adı Mehmet Sait'tir. 1877'de Gaziantep'in Bostancı Mahallesinde doğmuş, 1899'da Yemen'e er olarak gitmiştir. Yemen'de vazifesinde gösterdiği başarı neticesinde başçavuş olmuştur. 1911'de Trablusgarp Savaşlarına gönüllü olarak katılmıştır. Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale, Romanya, Filistin cephelerinde savaşmıştır. 1917 Ekim'inde ise Sina Cephesinde görev almış ve rütbesi teğmenliğe yükselmiştir. Bu arada İngilizlere esir düşmüş ve Mısır'da Seydi Beşir Kampı'nda Aralık 1919'a kadar kalmıştır. Mütarekeden sonra İngilizler Türk esirleri serbest bırakmışlar ve Şahin Bey de 13 aralık 1919'da İstanbul'a gelmiştir. Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı olan Cemal Paşaya müracaat ederek Antep'e yakın olan Birecik İlçesi Askerlik Şube Başkanlığı'na tayin olmuştur. Bu esnada Fransızlar, Antep'teki konumlarını güçlendirmek için Katma-Kilis-Antep yolu ile takviye kuvvetleri getirmekte ve bu yol üzerinde serbestçe hareket etmekteydiler.

Antep Savunması'nı her şeyin üstünde tutan Şahin Bey, Çapalı Köyüne giderek burayı merkez yaptı, 100 kişilik bir kuvvet oluşturdu. Bir süre sonra Ulamasere gibi üç önemli yerde siperler kazdıran Şahin Bey, yolun kontrolünü tamamen sağladı.

3 Şubat 1920 tarihinde Kilis'ten Antep'e hareket eden iki bölüğün himayesindeki 150 arabalı bir Fransız erzak kolu Şahin Bey kuvvetleri tarafından Kertil'de pusuya düşürülerek geri dönmek zorunda bırakılmıştır.

4 Şubat 1920'de Kilis yoluna hakim olan milli kuvvetler telgraf hatlarını tahrip ederek, Fransızların Kilisler olan her türlü irtibatını kesmişlerdi. Bu esnada Antepliler, bir taraftan Şahin Bey'e cephane ve erzak göndermekte, diğer taraftan şehir içi teşkilatının tanzimine çalışmaktaydılar.

Fransızlar, 18 Şubat ‘ta bu yoldan geçmeyi bir daha denediler fakat Şahin Bey kuvvetlerince mağlup edilerek Kilis'e geri çekildiler.

Şahin Bey'in Şehit Düşmesi

Fransızlarla ilk önemli çarpışma, Kızılburun tepelerinde, Kilis Kuvâ-i Milliye kuvvetlerinin de işbirliği ile yapıldı. İkinci büyük çarpışma, Kertil civarında oldu. Fransızlar Türk birliklerinin bulunduğu sahaları top ateşi ve makineli tüfek yağmuruna tutmaları üzerine Türk birlikleri çekilmek zorunda kaldılar. Savaşın üçüncü gününde, Şahin Bey hiç uyumamıştı. Oradan oraya koşarak kuvvetlerinin direniş gücünü artırmaya çalışıyordu.

Fransızlar Şahin Bey'in kuvvetleri üzerine son kez top ve makineli tüfeklerle saldırdılar. Top ve mermi yağmuru altında sadece tüfekle karşı koymanın ölümle neticeleneceğini anlayan Şahin Bey'in kuvvetleri geri çekilmeye başladı. Şahin Bey'in yakınında bulunan arkadaşları birlikte çekilmek için Şahin Bey'e ısrar ettiler. O, çekilmeyi her defasında reddetti. Elmalı Köprüsü taşlarını kendine siper ederek Fransızlara ateş etmeye devam etti. Şahin Bey Fransız piyadelerinin süngü darbeleri altında 28 Mart 1920 tarihinde şehit düştü. Onun şahadeti üzerine Milli Kuvvetler daha gerilere, Antep kuzeyine doğru çekildiler.

Şahin Bey'in şehit olması ve Türk Kuvvetlerinin yenilgiye uğraması Anteplileri çok üzmüştü. Fakat bu sırada Kılıç Ali Bey'in Antep'e gelişi, Anteplilerin maneviyatını yeniden yükseltti. Mustafa Kemal'in emri üzerine Sivas'tan hareketle Maraş'a gelmiş olan Kılıç Ali Bey, Antep Heyet-i Merkeziye'sinin isteği üzerine buradan Antep'e gönderilmiştir. Antep'teki Milli Kuvvetlerden Kilis'te Kamil Polat, Nizip'te Habeş, Urfa'da Ali Saip Bey ve Pehlivanzade Nuri'nin milis kuvvetleri bulunuyordu. Bunların bir komuta altında birleştirilmesini planlayan Kılıç Ali, Antepliler'in savunma gücünü artırmıştır.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

GAZİANTEP ŞEHİTLER DİYARI

MİLLİ MÜCADELE KAHRAMANLARI

ŞEHİT KAMİL

21 Ocak 1920 Cuma günü, 14 yaşındaki Mehmet Kâmil annesiyle dedesinin evinden geliyorlardı. İkisinin de sırtında hasır örmek için dedesinin evinden aldıkları parçalar vardı. Fransızlarla harp daha başlamamıştı. Vakit akşam üstüydü. Fransızların fırın olarak kullandığı bir binanın önünden geçerken, Kozanlı tarafından gelen birkaç Fransız askeri birden Mehmet Kâmil'in annesinin önünü kesip peçesini açmak istediler. Mehmet Kâmil'in annesi bir yandan bağırıyor bir yandan da peçesini açmak isteyen Fransız askerlerine karşı kendisini müdafaa etmeye çalışıyordu. Anasının saldırıya uğradığını gören Kâmil yerden aldığı taşları Fransız askerlerine atıyordu. Tam o sırada ortalığı bir çığlık kapladı. Mehmet Kâmil, Fransız askerlerinin tüfeklerinin süngüsüyle şehit edilmişti. Mehmet Kâmil'in katledilmesiyle Antep müdafaasının ilk şehidi verilmişti.

ŞAHİN BEY

1877'de Gaziantep'in Bostancı Mahallesinde doğmuş, 1899'da Yemen'e er olarak gitmiştir. Şahin Bey'e bu lakap halk tarafından verilmiştir. Asıl adı Mehmet Sait'tir. Yemen'de vazifesinde gösterdiği başarı neticesinde başçavuş olmuştur. 1911'de Trablusgarp Savaşlarına gönüllü olarak katılmıştır. Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale, Romanya, Filistin cephelerinde savaşmıştır. 1917 Ekim'inde ise Sina Cephesinde görev almış ve rütbesi teğmenliğe yükselmiştir. Bu arada İngilizlere esir düşmüş ve Mısır'da Seydi Beşir Kampı'nda Aralık 1919'a kadar kalmıştır. Mütarekeden sonra İngilizler Türk esirleri serbest bırakmışlar ve Şahin Bey de 13 aralık 1919'da İstanbul'a gelmiştir. Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı olan Cemal Paşaya müracaat ederek Antep'e yakın olan Birecik İlçesi Askerlik Şube Başkanlığı'na tayin olmuştur. Bu esnada Fransızlar, Antep'teki konumlarını güçlendirmek için Katma-Kilis-Antep yolu ile takviye kuvvetleri getirmekte ve bu yol üzerinde serbestçe hareket etmekteydiler.

Antep Savunması'nı her şeyin üstünde tutan Şahin Bey, Çapalı Köyüne giderek burayı merkez yaptı, 100 kişilik bir kuvvet oluşturdu. Bir süre sonra Ulamasere gibi üç önemli yerde siperler kazdıran Şahin Bey, yolun kontrolünü tamamen sağladı.

3 Şubat 1920 tarihinde Kilis'ten Antep'e hareket eden iki bölüğün himayesindeki 150 arabalı bir Fransız erzak kolu Şahin Bey kuvvetleri tarafından Kertil'de pusuya düşürülerek geri dönmek zorunda bırakılmıştır.

4 Şubat 1920'de Kilis yoluna hakim olan milli kuvvetler telgraf hatlarını tahrip ederek, Fransızların Kilisler olan her türlü irtibatını kesmişlerdi. Bu esnada Antepliler, bir taraftan Şahin Bey'e cephane ve erzak göndermekte, diğer taraftan şehir içi teşkilatının tanzimine çalışmaktaydılar.

Fransızlar, 18 Şubat ‘ta bu yoldan geçmeyi bir daha denediler fakat Şahin Bey kuvvetlerince mağlup edilerek Kilis'e geri çekildiler.

Fransızlarla ilk önemli çarpışma, Kızılburun tepelerinde, Kilis Kuvâ-i Milliye kuvvetlerinin de işbirliği ile yapıldı. İkinci büyük çarpışma, Kertil civarında oldu. Fransızlar Türk birliklerinin bulunduğu sahaları top ateşi ve makineli tüfek yağmuruna tutmaları üzerine Türk birlikleri çekilmek zorunda kaldılar. Savaşın üçüncü gününde, Şahin Bey hiç uyumamıştı. Oradan oraya koşarak kuvvetlerinin direniş gücünü artırmaya çalışıyordu.

Fransızlar Şahin Bey'in kuvvetleri üzerine son kez top ve makineli tüfeklerle saldırdılar. Top ve mermi yağmuru altında sadece tüfekle karşı koymanın ölümle neticeleneceğini anlayan Şahin Bey'in kuvvetleri geri çekilmeye başladı. Şahin Bey'in yakınında bulunan arkadaşları birlikte çekilmek için Şahin Bey'e ısrar ettiler. O, çekilmeyi her defasında reddetti. Elmalı Köprüsü taşlarını kendine siper ederek Fransızlara ateş etmeye devam etti. Şahin Bey Fransız piyadelerinin süngü darbeleri altında 28 Mart 1920 tarihinde şehit düştü.

KARAYILAN


Asıl adı Mehmet olan Karayılan; Gaziantep'in 40 km. kuzeyinde Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi Höcüklü köyü Elifler mezrasında 1888 yılında doğmuştur.

Karayılan, hayvan sürüleri bulunan ve çevresine göre zengin sayılan bir köylü ailesine mensuptu. Karayılan'ın babası 1904 yılında Ermeni eşkıyaları tarafından obasına yapılan baskın sırasında şehit edilmiştir. Bu tarihte Karayılan 16 yaşındaydı.

Genç yaşta yalnız kalan Karayılan, kendi kendine okuma-yazmayı öğrenmiş, bir süre köy imamlığı yapmıştır.

Birinci Dünya Savaşı'nda Rus Cephesinde savaşmış, çeşitli yararlıklar göstermiş ve çavuşluğa terfi ettirilmiştir. Bu savaşta ayağından yaralanarak Malatya Hastanesi'nde tedavi edilen Karayılan, daha sonra köyüne dönmüştür. Hükümet kuvvetleriyle birlikte eşkıya Bozan Ağa'yı vurmuş, avanesini dağıtmıştır.

Antep savaşı şiddetlenince çetesiyle Karabıyıklı'da düşmana ilk ve kesin darbeyi indiren Karayılan, Kuvâ-yi Milliye safına katılmıştır. Daha sonra Dülük köyüne gelerek şehri kuşatan Fransız çemberini yarmış ve Antep'e girmiştir. Karargah olarak önce Bekirbey sonra Karagöz camisini kullanmıştır. Şehir içi ve şehir dışı savaşlarına katılmıştır. Kendisine Şıhın Dağı'ndaki ( Sarımsak Tepe ) Fransızları püskürtmesi emri verilen Karayılan, bu çarpışmada ( 24 Mayıs 1920 tarihinde ) şehit düşmüştür.

Bu olayla birlikte Karayılan ismi, Antep Halkını temsil eden kahramanlardan biri olmuştur.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Milli savunma bakanlığının 1998 yılında resmi belgelere dayanarak açıkladığı
kurtuluş savaşında kayıtlı şehit olanların sayısı
( savaşa gönüllü katılanlar, esir kamplarına düşenler, kayıp ve hastalıktan ölenler bu listeye dahil değil )

Adana : 1781
Bilecik : 1585
Erizncan : 702
Kars : 41
Nevşehir : 1069
Adıyaman : 193
Bayburt : 249
Erzurum : 910
Kastamonu : 5160
Niğde : 1072
Afyon : 3273
Bingöl : 106
Eskişehir : 1615
Kayseri : 2127
Ordu : 1233
Ağrı : 35
Bitlis : 282
G.Antep : 1626
Kırıkkale : 505
Rize : 383
Aksaray : 604
Bolu : 3206
Giresun : 1076
Kırklareli : 693
Sakarya : 1465
Amasya : 751
Burdur : 1023
Gümüşhane : 329
Kırşehir : 1074
Samsun : 1243
Ankara : 4219
Bursa : 3121
Hakkari : 21
Kocaeli : 1377
Siirt : 153
Antalya : 2132
Çanakkale : 2210
Hatay : 585
Konya : 4787
Sinop : 2438
Ardahan : 31
Çankırı : 1930
Isparta : 1516
Kütahya : 2488
Sivas : 1575
Artvin : 211
Çorum : 3238
İçel : 2272
Malatya : 643
Ş.Urfa : 710
Aydın : 2638
Denizli : 3625
İstanbul : 3177
Manisa : 2200
Şırnak : 8
Balıkesir : 4043
D.Bakır : 497
İzmir : 2805
Mardin : 182
Tekirdağ : 980
Bartın : 798
Edirne : 1822
K.Maraş : 784
Muğla : 1363
Tokat : 1224
Batman : 8
Elazığ : 718
Karaman : 895
Muş : 105
Trabzon : 1230
Tunceli : 77
Uşak : 1093
Van : 343
Yozgat : 2053
Zonguldak : 2091
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Önce vatan savunması sonra Fener müdaafası

Bölüm1


Trak... Trak... Trak... Silah sesleri geliyordu Harb-i Umumi'den... Mülazım-ı evvel Arif; biraz geç kalmış insanların aceleciliği içinde, atının eğerini son kez gözden geçiriyordu. Yolu uzundu... Bir ara, cepheden gelen top seslerine kulak verdi, sonra çevresindekilere "Selâmetle kalın" diyerek; atına mahmuz vurdu.
Mülazım-ı evvel Arif; Çanakkale'de vatanını, İstanbul'da ise Fenerbahçe'yi müdafaa ediyordu. Sarı-lacivertli kulübün sağbekiydi... Fenerbahçe olmadan Arif, Arif olmadan Fenerbahçe olmazdı.
Savaş çıkıp cepheye gönderilince; takımından ayrı kalmaya gönlü razı olmamıştı. Cepheye koşan tüm askerler için parola "Önce vatan" dı ama, Arif için "Sonra, Fenerbahçe" vardı...
Takımını yalnız bırakmak istemiyordu. Bu yüzden de, kendisi ya da kulüp yöneticileri, kumandanından izin alıyor, cepheden cuma ligine koşuyordu.
O hafta ise, Fenerbahçe-Galatasaray mücadelesi vardı. Burada, Çanakkale geçilmez... Orada, yine İstanbul'da Arif hiç geçilmez.
Mülazım-ı evvel Arif, ezeli rekabet cephesindeki görevine yetişmeliydi. Dağ, dere, tepe demeden, 26 saat at sürecek ve bugün Fenerbahçe Stadı'nın bulunduğu papazın bağına yetişecekti. Tutmayın onu, yolu uzun.

ARİF, SEZONUN İLK DERBİSİNDE...


Arif dörtnala, 1917 - 1918 sezonunun ilk büyük derbisine, Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişmeye koşuyordu.
Ama, 21 Aralık 1917'deki bu maça gitmeye çalışan, yalnız kendisi değildi. Fenerbahçe kaptanı Galip de, Kırklareli'nden İstanbul'a doğru at koşturuyordu... Çanakkale'den Fikirtepe Uçaksavar Bataryası'na tayin olan Ethem ise, daha önceden kulübe varmıştı.
Arif ve Galip, uzun at yolculuğunun yorgunluğunu atamadan, sahaya çıktılar. Ama, ne yazık ki, maçı 3 - 2 kaybettiler.
İki futbolcunun tekrar cepheye dönmeleri, hazin olmuştu.
Fenerbahçe kaptanı Galip (Kulaksızoğlu), daha sonra savaş sırasında yaralanıp İstanbuI'a gönderilmiş, bir daha cepheye gitmemişti. Arif (Emirzâde) ise, cepheden sahaya, sahadan cepheye koşturmaya daha uzun bir süre devam edecekti.
Doğaldır ki, her maça yetişemiyordu... Ama, iddialı maçların hiçbirisini kaçırmıyordu. Hele hele, ezelî rekabet maçlarını asla...
Fenerbahçe Kulübü, 1919 - 20 sezonuna iddialı gimek istiyordu. Bunun için, ilk kez sahaya çıkacakları İdmanyurdu maçında, sağbekleri Arif'in mutlaka oynamasını istiyorlardı. Kumandanlıktan özel izin alarak, Arif'in oynamasını sağlama almışlardı. O mutlaka gelmeliydi, gelecekti...

SAVUNMANIN BELKEMİĞİ


Arif gerçekten de, Fener defansının vazgeçilmez adamıydı... Onun nasıl bir futbolcu olduğunu anlamak için, eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan'ın 1944 yılında yayınladığı, "Fenerbahçe'den Hatıralar" adlı kitabına bir göz atalım:
"Arif, çok eskiden Fenerbahçe takımında, müteaddit defalar tekdirle seyremiştim. O zaman, Fenerbahçe müdaafasının belkemiği vaziyetindeydi. Zayıf fakat çok çetin, gözü pek bir oyuncuydu. Sert, fakat faulsuz oynardı.
"Maç sırasında asabî olan Arif, maç bitiminde sakin ve nazik bir genç olurdu..."
Evet, daha önce de söyledik... Fenerbahçe, 1919 - 20 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesi için, Papazın bağında Arif'i bekliyordu...
O gelmeliydi, gelecektir, gelir... Fakat, onun yerine, kara haber geldi:
"Arif, tam kalbine yediği bir kurşunla, şehit oldu."
Olmaz... Olamaz... Olmamalı...
Fenerbahçeliler, bir anda mateme boğuldu. Herkes birbirine sarılıp ağlıyor, Türk futbolunun yetiştirdiği en gerçek kahramanının kaybına kahroluyordu... Hüzün, dalga dalga tüm İstanbul'a yayılmıştı.
Ancak, maç oynanmalıydı...
Fenerbahçeli yöneticiler, santra çizgisinin başladığı yerdeki sahanın kenarına bir sandalye koydular ve üzerine Arif'in 2 numaralı formasını astılar.
Takım, sahaya 10 kişi çıkmıştı...
Ama, Fenerbahçe eksik değildi. Saha kenarındaki sandalyede asılı duran forma, Arif'i sahaya sürmüş gibiydi. Sanki, rakibin ataklarını, hâlâ o durduruyordu.
Fenerbahçe, kahramanının huzur içinde toprakta yatması için, o denli coşkulu oynadı ki, rakibi İdmanyurdu'nu tarihinin en farklı skoru ile yendi: 11-1.
O günden bu yana, o rekor hâlâ kırılamadı.
Fenerbahçeli tüm futbolcular, bu galibiyet sonrasında hep birlikte 2 numaralı formanın önünde tazim duruşuna geçerek, "Ruhun şad olsun Arif" dediler.
Ve, bugunkü karşılığı ile o dönemin kuIüp genel sekreterli olan Fenerbahçe 1.Katibi Ömer Nazıma, Arif için bir ağıt yakıyordu:
"Azim sebat, aaaanet, işte bu...
Futbolu can etmişti şahsında.
Ey arkadaş... Kimdir bu?
Şehit Arif'imiz karşında
Dur ve ağla, elin bağla yanında.
En mukaddes şehittir bu...
Öldürdüler, vazifesi başında,
Ah Fener... Ne acıklı haldir bu..."
Fenerbahçe Kulübü'nün şehit Arif'in ruhuna okuttuğu mevlüt tam anlamıyla olay olmuştu. Mevlüt sırasında kulüp binası dolup taşmıştı... Herkes ağlıyordu. Arif (Emirzade), yüzbaşı rütbesi ile şehit olmuştu. Yüksek mühendislik eğitimi görmüştü ve Fransızca biliyordu. Arif'in sağlığında Fenerbahçe genç takımında oynayan Sedat Taylan, "Biz Fenerbahçeliler" adı ile yazdığı anılarında, bu şehit futbolcuyu da anlatır. 1965 tarihli kitaptan aynen aktarıyoruz:

DEVRİNİN EN BİLGİLİ FUTBOLCUSU...


"Arif, Fenerbahçe Kulübü'nün kuruluşundan itibaren oynayan futbolculardan biriydi. Birinci Dünya Savaşı'nda vatanî vazifeye çağrılıncaya kadar, Fenerbahçe takımında defansın belkemiği olarak sağbek oynadı.
"Ortadan biraz yüksek boylu, futbola elverişli bir cüsseye sahip, sağlam bir gençti... Saçlarını, alabruz kestirirdi. Yuvarlak yüzlü, çenesinin sağında büyükçe bir beni vardı. Sakin bir yaradılışı olmasına karşın, oyun sırasında hırslı olur ve gözünü budaktan ayırmazdı. Aynı zamanda, devrinin en bilgili futbolcularından biriydi."
Sedat Taylan'ın kitabında bundan başka bilgi yok... İşin tuhafı, dünyada eşi - emsali görülmeyen Arif olayı; ne yazık ki belgelere geniş ölçüde yansımamış... Hakkında topluca bir bilgi yok... Birkaç paragraf halinde çeşitli kitaplara yayılmış bilgiler için, 50'ye yakın eseri, didik didik etmek zorunda kaldık.
Anlayacağınız; dünya futbol tarihine bile altın harflerle geçebilecek önemdeki şehit Arif olayını, vurdumduymazlığımız sayesinde geçmişin derinliklerine gömmüşüz...
Savaşı bırakıp sahaya giren, sahayı bırakıp savaşa dönen dünyanın en ilginç futbolcusunun Türk olduğundan haberimiz yok.
Ne yazık!
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

ŞEHİT FUTBOLCULAR BELGESELİ - 2.BÖLÜM
Fener'e işgalci baskını: 2 ölü

Gecenin en karanlık vakti, sabahın en yakın olduğu vakittir... İşte böyle bir an, gün yola çıkmış geliyor.
Alacakaranlığın az sonra siluetini çizmeye başlayacağı bir binada, ölgün ışıltıların gölgelerini büyüttüğü insan kıpırdaşmaları var.
Bina, Fenerbahçe Kulübü binası... Devir, İstanbul'un işgal devri...
Sabahın ilk ışıklarını karşılamak, işgal İstanbul'unda, sadece balıkçılara verilmiş bir hak... Lüfer, palamut, kofana... Artık, neyi takmışsan kafana...
Ağ mı gerersin, olta mı atarsın, yoksa volta mı?
Bu yalancı sabah özgürlüğü, boşuna değil. Çünkü, işgalciler de beslenecek. Sofralarına balığı kim getirecek?
O işgalci hergele, boşuna demez rastgele...
İşte bu ahval ve minval üzere; Fenerbahçe Kulübü'nün dereye bakan arka tarafındaki balıkçı teknesinde, çingene palamudu telaşı var.
Ağlar tamam mı ağalar?
Yola çıkıldı çıkılacaktı...
"Bismillah" denildi, denilecekti.
Ama yükle yükle tekne dolmuyor, bu Fener'in balıkçıları denizi mi kurutmaya niyetli?... Aslında yüklenen ağ değil, silahtı... Olta yerine, uzun namlulu tüfek vardı... Mermiler, yem niyetine kullanılacaktı.
Top, tüfek, bomba... Şimdilerde olsa, bunlar trola çıkıyor dersin.
Fakat onlar, Anadolu'ya...
Atatürk ve silah arkadaşları, cephede cephane bekliyordu... Çünkü kurşun ata ata biterdi.
Yooo, öyle değil... Ömür biter, kurşun bitmezdi. Sağolsun Fenerbahçe, cephaneyi eksik etmezdi...
Gecenin sessizliğinde karanlığı yaranlar, yalnız Fenerbahçe'nin balıkçı görünümdeki yurtseverleri değildi.

FENER'İ SUÇ ÜSTÜ YAPACAKLARDI

Düşman, bir Rum ihbarının sinsiliğinde, kulüp binasına doğru sokuluyordu. İşgal kuvvetleri, Fenerbahçe'yi suç üstünde yakalayacaktı.
Teknede taşıdıklarını, "Balıktı" diye yuttururken, işgalciler alıktı... Şimdi de, Fener'i faka bastıracaklardı.
Sinsi sinsi sokulan silahlı kalabalık, kulüp binasındakilerin dikkatinden kaçmadı. Gözcüler, arkadaşlarını uyardı. Son bir gayretle, son parti silah tekneye yüklenirken, işgalciler iş işten geçmenin telaşı içinde ateşe başladı.
Ancak, kulüpten karşılık gördüler... Fenerbahçe'nin ikinci takımında futbol oynamış Refik ve Mustafa Beyler düşmanı oyalıyordu.
Ancak, sayıca çok üstün olan İngiliz işgalciler; kısa sürede binaya girdiler ve yüzlerce tüfeğin ateşi altında Refik ve Mustafa beyleri şehit ettiler. Ama, o arada tekne yola çıkarılmış, silahlar kurtarılmıştı.
Düşman, hiçbir ipucu bulamamıştı.
İki şehit vardi ama, hiç şahit yoktu.
Onlar hayata gözlerini kapamadan, Anadolu'ya son cephaneyi ve son kafileyi göndermeye muvaffak olmuşlardı. Görev tamamlanmıştı.
Yaşasın vatan... Yaşasın Fenerbahçe...
İşgal kuvvetleri ne olup bittiğini tam anlayamadan ve hiçbir şeyi belgeleyemeden; sadece Fenerbahçe Kulübü'nü kapatmakla yetindi.
Bina tümüyle tahrip edilmiş, sahası ise topçu birliklerinin hayvanları için ahır haline getirilmişti. Uzunca bir süre sonra, saha yeniden futbola açıldığı zaman, bu kez de tetanos mikrobu teşhisiyle kullanılamamıştı.
Savaş acımasızdı ve bitmek bilmiyordu.
Taa Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarından beri; eli silah tutan herkes cepheden cepheye koşmuştu... Çanakkale Savaşı, ardından mütareke ve işgal yılları, derken Kurtuluş Savaşı...
Kulüpler, formalarını çıkarıp üniformalarını giyen futbolcuları şehit ya da gazi olunca, hayli çökmüştü. Kadroları erimiş; Fenerbahçe'nin elinde 3, Galatasaray'ın elinde 2, Beşiktaş'ın ise tek futbolcusu kalmıştı. Kayıplar nedeniyle, 1916-17 sezonunda lig, 15 - 16 yaş grubundaki çocuklarla oynanabilmişti.
Fenerbahçeli Arif, Kaptan Galip ve Sabri gibi futbolcuları; çoğu kez savaş alanlarından kopup gelerek sahaya çıkmış ve takımİarına destek vermişlerdi.
Dünyada böylesine cepheden lig maçlarına koşmuş, tekrar savaşa dönmüş başka futbolcular yoktu...
Arif'in kaybı, Fenerbahçe'nin müthiş bir milliyetçilik duygusunun kabarmasına yol açmıştı.
Bunun bir uzantısı olarak, işgal yıllarında, Kurtuluş Savaşı, için çok aktif bir rol oynamıştı.
Evet, Türk futbolu topyekün savaşın içindeydi. Ancak, arada çatlak sesler çıkmıyor değildi. Herkes koşa koşa cepheye giderken, bazı Fenerbahçeli futbolcular, silah altına girmemek için çaba sarf ediyordu.

"YA CEPHEYE KOŞARSIN, YA DA GİDERSİN!"

Bunlardan biri de, Nuri'ydi... Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak şımartılmıştı. Askere gitmek istemiyordu. Yönetim, "Nasıl herkes düşmanla savaşıyorsa, sen de eline silah alacaksın" diye çıkışmıştı.
Nuri, zoru görünce patlamıştı:
"Üzerime gelmeyin, yoksa Altınordu'ya geçerim!..."
Başkan Hamit Hüsnü'nün cevabı kesindi:
"Ya cepheye gidersin, ya Fener'den gidersin..."
Nuri, blöfünün sökmediğini görünce, daha da küstahlaştı:
"Başkan ben kulüpten gidersem, bğirçok futbolcu peşimden gelir."
Hamit Hüsnü Bey'in Kuşdili'ndeki öfkesi, taa Kadıköy İskelesi'nden duyuluyordu:
"Haddini bil, Efendi... Fenerbahçe'de senin gibi başka bir vatan haini bulamazsın. Çabuk bu kulüpten defol.."
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

Kaptan Kazım'ın cesedinden Beşiktaş Marşı çıktı



Şehit futbolcular arasında, sanatçı olanlar da vardı. Bunların içinde en önde geleni, Beşiktaş'ın kaptanı Kâzım'dı... Siyah-beyazlı futbolcu şairdi ve takım arkadaşları ona, "Şair" lakabını takmıştı.
Refik Osman Top'un 1930 yılına ait anılarına göre "Kâzım hakikaten iyi oynardı... Terbiyeli, halûk, karıncayı bile incitmeyen bir gençti... Sanatçı ruhluydu, şiirleri ile herkesi etkilerdi."
Çanakkale'de sırtına yediği bir gülle ile parçalanmıştır... Birliğindeki yakın arkadaşları, yerde hazin bir şekilde yatarken, ceketinden fırlayan bir kâğıt parçasını hatıra olarak sakladılar.
Beşiktaş kaptanının üstünden "Beşiktaş Marşı" çıkmıştı.
Şimdilerde, tribünlerin deyimi ile, "Pazara" kadar değil, mezara kadar" Beşiktaş'lıydı.
Şimdi, Şair Kâzım'ın cebinden çıkan tarihî şiiri sunalım:

BEŞİKTAŞ MARŞI


Hayatı süsledik izharı ittihatla bugün,
Yolunda gençliğin ulvi değil miydi birleşmek.
Sebatı bayrağımız yaptık, İ'tilamız için...
Neticesiz ve boş olmaz, sebatla hiçbir emek.
Dakikalar bize bir nağbe nişad olsun,
Kulübümüzde müceddet nücumu mevc vursun
Bu kainat bize hep gıpta ediyor isar,
Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var.
Bu zevk alemi dar zannedip de aldanalım,
Vekar, hak gibi sakin, nezih ve saf olalım.
Fakat bu hal ile, kuvvet gibi cesur olalım.

Kâzım - Beşiktaş Kaptanı


Hazin bir şekilde şehit olan siyah-beyazlı futbolcunun bu şiirindeki "Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var" mısrası, dönemin Beşiktaş sembolü haline gelmişti. Bu gerek savaşa giden ve gerekse birlikte futbol oynayan tüm Beşiktaşlıların amaç ve güçbirliğini simgeliyordu. Evet, Beşiktaşlılar hâlâ 11 arkadaş... Lakin arkaları daha var.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

REFİK OSMAN TOP'UN ANILARINDAN...

Nuri'nin o andan itibaren, Fenerbahçe ile ilişkisi kesildi.. Ama, Nuri neden "Altınordu'ya geçerim" diyordu. Çünkü Altınordu, Osmanlı'nın güçlü isimlerinden Talat Paşa'nın başkanlığı, yani koruması altındaydı. Bünyesinde bulunan futbolcuları askere almıyordu.
Herkes açlık ve yokluk çekerken, Altınordulu futbolcular bolluk içindeydi. Bunun böyle olduğunu Refik Osman Top'un anılarından da anlıyoruz. Bu bölümü okuyalım: (1931 yılı Türkspor Dergisi'nden).
"Meşin top bizi şeker, ekmek derdinden nispeten kurtardı. Başka çare yoktu. Öyle bir devirdi ki, gemisini kurtaran kaptan...
Daha doğrusu yaşasın Altınordu, yaşasın Otomobil Nuri... (Fenerbahçe'den kovulan futbolcu).
"İyi ki, Nuri ile birlikte Altınordu'ya gelmiştim. Allah'a şükürler olsun, evin kileri hiç boş kalmıyor. Hele yağların nefaseti adamı sırtüstü yere yatırır."
Bazıları böyle kilerini, çıkarını, şekerini düşünürken, üç büyük kulübümüz Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş; cephelerde şehit üstüne şehit veriyordu.
Üstelik, sağ kalıp geri dönenlere de, hiçbir ayrıcalık yoktu.
Onlar toplumdan ve kulüplerinden gördükleri saygıyı, en büyük nimet olarak bellemişlerdi. Vatan selamete çiksın, onlara yeterdi...
Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, durup dururken, "Üç büyük kulüp" olmadı.
Tarihleri şerefle doluydu.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

ŞEHİT FUTBOLCULAR BELGESELİ - 3.BÖLÜM
"Büyük Taarruz" emri futbol maçında verildi


Türk futbolu, ülke savunması karşısında üzerine düşen görevi, sayısız şehitler vererek yerine getirmiştir... Mustafa Kemal, onca telaşı arasında, futbol şehitleri için yazılan "Kin" adlı şiiri tümüyle ezberlemiş ve Ruşen Eşref Ünaydın'ın anlatımıyla "Kendi kendine olduğu anlarda, bağıra bağıra okumuştur..."
Üç büyükler, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları'na doğrudan katılmış, Fenerbahçe ise Anadolu'ya silah kaçırma işinde, birinci derecede aktif görev almıştır.
Atatürk ve futbol, milli mücadele döneminde de birbirinden kopuk değildi... Hatta Büyük Önder, Büyük Taarruz'un ilk emrini, bir futbol maçında vermişti... Bu olay, Türk futbol tarihinin, asla unutulmaması gereken müthiş bir gerçeğidir.
Çünkü bir futbol maçı, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratacak bir zafere imzasını atıyordu.
Şimdi, bu muhteşem olay için, zaman tüneline girelim...
1922 yılında, temmuz ortalarındayız... Kurtuluş Savaşı'nı henüz kazanmamışız ama, eli kulağında...
Bunun için tek şart var: Büyük Taarruz'un başlayacağı tarihin, kuvvet komutanlarına iletilmesi...
O günlerde, telgraf emirleri İstanbul hükümetine ya da işgal kuvvetlerine iletildiği için, bu yol tehlikeli... Kuryelerden de zaman zaman fireler çıkıyor. Bu nedenle çok gizli emirlerin, doğrudan muhataplarına tek elden verilmesi şart.
Kumandanlar bir araya toplanıp kararlaştırsalar, düşman uyanıp tedbir alacak. Bu nedenle, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, bir havanın estirilmesi gerekiyor.
İşte, Türk futbolu, burada görevine başlıyor... Bakalım neler yapacak?
1922 yılının temmuz ortalarındayız demiştik... Anadolu Ajansı, Anadolu'daki Atatürk'e bağlı ordu birliklerinin katılacağı bir futbol turnuvası düzenlendiğini haber veriyor.
Final maçını, 1. ve 2. Ordu takımları oynayacaktı.
Ajans, bu turnuvaya özellikle önem veriyor. Bu finalle ilgili, çok sık haberler yayınlanıyor. Anadolu'daki halk da yavaş yavaş işin heyecanına girmişti... Giderek merak artıyor. Ajans, daha sonra Atatürk'ün ve tüm kuvvet komutanlarının bu final maçını izlemek için Akşehir'e geleceğini duyuruyor... O sırada, İzmir'i işgal altında tutan Yunanlılar, bu futbol ilgisi karşısında alaylı alaylı gülüşüyorlar...
İşgal ordusunun İngiliz generali Charles H. Sherril, yayınladığı anı kitabında, o günleri şöyle anlatıyor:
"Bu büyük futbol maçıyla ilgili haberler, gazetelerde ön planda yer alıyordu. Bu durumdan, Yunanlılar da hoşnut görünüyordu. Zira, Türk ordusunun, hiç olmazsa, yakın bir gelecekte, herhangi bir harekâtta bulunması söz konusu olmayacaktı. Çünkü Türkler, şimdilik yalnızca futbolla ilgileniyordu."

FİNALDE PLAN TARTIŞILIYOR...


Anlayacağınız, Atatürk'ün taktiği tutmuştu... Kendisinin ve bütün komutanlarının Akşehir'de toplanması, şüpheye yol açmayacaktı.
... Ve nihayet, final günü gelip çatmıştı. Akşehirliler, maçın oynanacağı sahayı hıncahınç doldurmuştu. 28 Temmuz 1922 tarihini unutmaları mümkün müydü?... Gazi Mustafa Kemal, yanında Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa ve 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ile birlikte, aynı anda sahaya geldi. Coşkun sevgi gösterileri içinde, kendilerine ayrılan özel tribüne yerleştiler.
Atatürk ve komutanlar, maçı seyrediyormuş gibi görünüp birlikte oyunu tartışıyorlarmış gibi bir havadaydılar. Halbuki o sırada, Atatürk kuvvet komutanlarına, Büyük Taarruz'un 22 Ağustos'ta başlayacağını dikte ediyordu.
Emir anlaşılmıştı... Ve bu bilginin başka yere sızması, asla mümkün değildi. Çünkü çok gizli tarihi, yalnızca onlar biliyordu. Akşehir'deki bu final maçında tribünde verilen "Büyük Taarruz" emrinden, hükümetin bile haberi olmamıştı. Atatürk, Akşehir'deki o günden Nutuk'ta şöyle söz ediyor:
"O final maçında verdiğim taarruz emrinin tarihini, Vekiller Heyeti'ne de bildirmemiştik. Artık, onlara resmî olarak duyurmanın zamanı gelmişti..."
Görüldüğü gibi; her şey planlandığı şekilde olmuştu. Hiç kimse, Türk ordusundaki büyük gelişmelerden bilgi sahibi değildi... Oysa ülke, bu maçtan sadece bir ay sonra, kesin zafere kavuşacaktı.
Böylece, Atatürk'ün resmî sıfatla hayatında seyrettiği ilk ve tek futbol maçı, Türkiye'nin kaderini değiştirmişti.

FUTBOLUN STRATEJİK MİSYONU...


Futbol, ülkenin kurtarılmasındaki son misyonunu da tamamlamıştı... 30 şehit, sayısız gazi vermişti... Akşehir'deki stratejik görevi ile de, Kurtuluş Savaşı'na imzasını atmıştı. İstanbul'un işgal yılların da; Fenerbahçe'nin Fransız ve İngilizler'le yaptığı maçlar; futbol maçından çok, bağımsızlık savaşı gibiydi. Fener kazandıkça, zafer kazanılmış gibiydi...
Savaşlar sırasında 11 futbolcusunu kaybeden Fenerbahçe; bu haliyle bile işgal ordularının futbol takımlarına kan kusturuyordu. Onları yeniyor, yeniyor, yeniyordu...
İngilizler ve Fransızlar, "Belki bu sefer yeneriz" diye durmadan Fenerbahçe ile maç alıyor, her seferinde hüsrana uğruyorlardı. Fenerbahçe, yaptığı 50 maçtan 47'sini kazanmıştı.


İstanbul'daki İngiliz Orduları Başkomutanı General Harrington, duruma sinirleniyor ve Fenerbahçe'nin mutlaka ezilmesini istiyordu. İngiltere'den Liverpool'un kalecisini de getirterek oluşturulan bir takımla, sarı-lacivertlileri yenmeyi düşündüler. Harrington, kendi adına, Londra'da bir metrelik büyük bir kupa yaptırdı. Ancak, hiçbir şey kâr etmedi ve Harrington Kupası'nı, işgal karmasını 2-1 yenen Fenerbahçe aldı!... Toplantı ve yürüyüş yasağına rağmen, halk sahaya dolmuş ve Fenerbahçeliler'i, omuzlarında Tünel'e kadar taşımışlardı.
O günlerin Fenerbahçe'sinde genç takım oyuncusu olan Bedri Gürsoy, bu muhteşem günlerin, hayatta kalan tek tanığı... Nemli gözlerle, o günleri anlatırken, "Hem havan topuyla, hem futbol topuyla savaş kazanan tek ülke biziz" diyordu...
Şehitlerimiz var... Şahitlerimiz var...
Futbolda birçok ülke "Dünya şampiyonu" oldu ama; hiçbir ülkenin futbolu bizimki gibi "Kahraman" olamadı.
Sağolasın Türk futbolu.
 
---> Bu Toprağa Can Verenler!!(Tarihten Bugüne Şehitlerimiz)

KARS ŞEHİTLERİ

SARIKAMIŞ ALLAHUEKBER DAĞI ŞEHİTLİĞİ

Bininci Dünya savaşının başladığı yıllarda 36 yıldır Rus işgali altında bulunan Sarıkamış Ardahan ve Kars’ı işgalinden kurtarmak isteyen Harbiye Nazırı (Bakanı) ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın emriyle 118.000 mevcutlu Üçüncü Ordu 22 Aralık 1914&’de harekete başladı.

Enver Paşa 3. Ordunun Komutanlığına da vekalet etmekteydi. Savaşa lojistik yönden hazırlıksız başlayan 9., 10., 11., Kolordular sıfırın altında 40 ile 50 derece soğukta ve 60-70 Cm. kar üzerinde Rus birlikleri ile kahramanca savaştı. Yer yer zaferler kazandı. Allahuekber dağları, 37.000 şehit verilerek aşıldı. Sarıkamış kuşatıldı. “Sarıkamış Kuşatma Hareketi” aşırı soğuk ve açlık yüzünden hedef ele geçirilmeden 5 Ocak 1915’de sone erdi.

Bu dağlarda Osmanlı Ordusu cephede hastalık ve donma sonucu yaklaşık 60.000 şehit verdi. Her türlü imkana sahip ve yıllardan beri hazırlanan düşman birliklerinin de bu savaşlarda 32.000 askeri öldü.

Bu anıt Sarıkamış Kuşatma Harekatı’nda şehit düşen 60.000 şehidimizin anısına Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılmış ve 10 Ekim 1996 tarihinde ziyarete açılmıştır.

ARAP BABA ŞEHİTLİĞİ


Kars merkez kaleiçi ve Atatürk mahalleleri arasında bulunmaktadır. Şehitliğin 50.100 m. kadar yakınında Ruslar tarafından başı kesiliyor. Şehit başını da koltuğuna alıp bugünkü yere gelip düşüyor. Çevre halkı bir yatır olarak bilip, sonradan bir hayırsever tarafından mezarı, belediye tarafından da etrafı 1 m. yüksekliğinde taş, beton duvarla çevrilmiştir. Üzerinde de demir çit (70 cm. yüksekliğinde) yaptırılmıştır. Muntazam demir kapısı vardır. Çevre halkı bu mezarda yatanın şehit olduğunu, fakat adının ne olduğunu, hangi yıl şehit edildiğini bilmemektedir. Herhangi bir yazıtta olmadığından şehidin kim olduğu belirsizdir. Çevre halkı ve hayır severler tarafından 2 m. uzunluğunda, 1 m. eninde , 50 cm. kadar yüksekliğinde betondan bir mezar yaptırılmıştır. Çevre duvarı üç tarafında (bir tarafını ev çevirmekte) taş ve harç kullanılarak 1977 yılında belediye tarafından çevrilmiş ve yapılmıştır.

KARS ÜÇLER (ÜÇ ŞEHİTLER) ŞEHİTLİĞİ

Kars Sukapı mahallesi gece kondu semtindedir. Tapusu yoktur. Mezar üzerinde kitabe veya tarih bulunmadığından hangi yıl ve kime ait olduğu bilinmemektedir. Çevredeki yaşlıların anlattıklarına göre önceleri burasının bir ev olduğu, oturanın Müslüman olmadığı söylenmektedir. Bu adam sonraları rüyasında görerek burayı kazıp, üç ceset bulunca evini terk edip, burayı mezarlık olarak bırakıyor. Sac ayağı şeklinde üç mezar bulunmaktadır. Birisinin yarısı çevre duvarı altında kalmıştır. Çevresini kuru kayma bir duvarla gelişi güzel (1 m. yüksekliğinde) çevrilmiş, mezarlarda yine gelişi güzel taşlarla örülmüştür. Bu şehitlerin üç kardeş oldukları , üçü de aynı yer ve zamanda düşmanlar tarafından öldürüldükleri ve buraya gömüldükleri de söylenmektedir. Bu yüzden de adına çevre halkı tarafından “ÜÇ ŞEHİTLER” veya “ÜÇLER” denilmektedir.

KARS MEHMETÇİK ASKER ABİDESİ ŞEHİTLİĞİ

4-llx6 m. ebadındaki anıt aslında 50x100 m.lik dikdörtgen bir sığınağın üstüne yapılmıştır. Dere yatağına yakın meyilli bir arazi, yataktan sırta doğru düzleştirilip taş beton korugan yapıldıktan sonra (Giriş Kuzeyde) üzeri toprakla örtülerek bir tepecik haline getirilmiştir. Sonradan (Anıt Yapılırken) 3 tarafı, arazinin yapısına göre, 4-1m. arasında yükseklikleri değişen istinat duvarı ile çevrilmiş, üzeri de düzlenmiştir. Yanı Anıta güzel bir meydan olmuştur. Alana, doğudan geniş merdivenli bir çıkışta yapılmıştır. Anıtın yakın çevresinin zemini 18x34 m. lik kısmı taş döşenmiştir.

Anı, gri renkli kesme taştan 9.10 m. yüksekliğinde yapılmıştır. Kuzey Doğu ve Güney duvarında iki kemerli geçit vardır. Kuzey batısındaki uzun l.20m. yüksekliğindeki duvar köprü menfezleri gibidir. Geçitleri 50x50cm. ebadındadır. Anıtın arka kısmı 6 m. den itibaren l0’ar santim genişletilmiş çatı örtüsünde yine ayını taştan yine l0.cm. taşırılarak l3.cm. yüksekliğindeki saçaklı örtü görüntüsü verilmiştir.

Madeni levhası üzerine madeni harflerle “MEÇHUL ASKER ANITI” kelimeleri yazılmıştır. Söz konusu Anıt Bülbül mahallesindedir.

KARS ŞEHİTLİĞİ


İlimiz Bülbül mahallesindedir. 1876-1877 harplerinde ve Milli Mücadelede ölen 100’den fazla şehit yatmaktadır. Kars bülbül mahallesindeki yaklaşık 7-8 dekar büyüklüğündeki genel mezarlığın doğu köşesine çevrilmiştir. Taş beton duvarları 1 metre yüksekliğinde,50cm. enindedir. Demir kapısı vardır. Anıt, kesme taşlardan 5 metre yüksekliğindedir. Alttaki podyumla 6 metreyi geçer. Yanında kesik prizma şekilde meşale için betondan bir yer yapılmıştır. Tabanı var (70x70) üst kısmında l55xl55 boyutundadır. Podyumundan meşale yerinin yüksekliği ll5 cm.dir. Podyuma 7 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Podyumun yüksekliği ise çevre duvarları eşittir.

Podyum önünde 80x270 boyutunda (kırılmış ) bir musalla vardır. Mezarlar düzgün bir şekilde sıralamış, 6 mezar dışında diğerleri aynı boyutlardadır. (135x265) betondan 35-40 cm. yüksekliklerde orta yerleri toprak, baş uçlarındaki 35x40 cm. boyutunda mezar üst yüzeyinden 15-20 cm. yüksek mermer kitabe konacak şekilde (26x36) mermer kitabenin boyutu yuvalar yapılmıştır. Bu yuvalar mezarın iç kısmına doğru meyillidir. Mezarların 9 da yazıt vardır. Diğerleri boştur. En eskisinin ölüm tarihi l950 dir. Daha çok burada şehit olan er, erbaş ve subaylara ait olduğu anlaşılmaktadır. Çevre duvarı köşelerine 140-145 cm. yüksekliğinde sütunlar (Beton) duvar üzerine dikilmiştir. 13,15,26,27,28,35,36,37 ve 39 nolu mezarların yazıtları vardır. Diğerlerinin yazıtı ve kimlere ait olduğu belirsizdir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst