Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Pâye

Kayıtlı Üye
Bir Beşiktaş destanı​

Beşiktaş... Tam 100 yıl önce temelleri atılmış Türk Spor Tarihi’nin ulu bir çınarı... Bugünlerde şampiyonluğun coşkusu yaşanıyor Siyah-Beyazlılar’da...
Şampiyonluk... Sadece müzeye katılan bir kupa daha... Beşiktaş’ın müzesinde o kupalardan düzinelerce var oysa.
Bu öykü “Ben Beşiktaşlıyım” diyen herkesin büyük bir keyifle büyük bir gururla okuması gereken bir öykü...
Bu öykü Beşiktaş’ın sadece bir spor kulübü olmadığını bir toplumun kâbustan uyanmasına önderlik eden isimlerin bugünlere bıraktığı bir miras olduğunu anlatıyor.
Bu öyküyü kaleme alan Göksel Duyum’a her Beşiktaşlı’nın mutlaka teşekkür etmesi gerekiyor...
Boğaz bir nehir gibi akıyordu Marmara’ya doğru... İstanbul’un üzerine çöken o kurşuni havayımanevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda... Karayelden esen rüzgâr yağmur getirecekti şehit mezarlarına...
Bu dünya güzeli şehir beş yüzyıl sonra kansız savaşsız İngilizler’e teslim edilmişti bir mayıs sabahı... Dolmabahçe önünde son birlik de silahlarını teslim ediyordu. Yüzbaşı Şeref ve birliği manga manga tüfeklerini tabancalarını hatta süngülerini İngiliz subaylarına makbuz karşılığında verdiler. Bu sıkıntılı işin sonu geldiğinde İngiliz çavuş Yüzbaşı Şeref’e seslendi:
- Sör! Tabancanız...
Şeref hiddetle döndü elini kaldırdı çavuşa vuracak oldu. İngiliz binbaşı araya girdi ve “Tabancanız kalsın mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi.
Şeref hiddetle tabancasını çekti ateş edebileceğini düşünen İngiliz askerleri silahlarını ona doğrulttular.
Şeref ‘altıpatlar’ını gökyüzüne çevirdi tambur pimini çekti pirinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. Sonra kabzası laz işi baba yadigârı tabancasını kılıfına soktuasker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti.
Hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı dişleri kenetli Galiçya’dan Hicaz’a Trablusgarp’tan Fizan’a peşinden gittikleri bu mert adamın ağzının içine bakıyordu. Bir emir verse evet o bir emir verse bir avuç züppe İngiliz’i elleriyle boğabilirlerdi.
- Şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizi on yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin.
Ama unutmayın bu iş daha bitmedi bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Bana hakkınızı helâl eder misiniz?
Bir an sessizlik oldu. Elleri cebinde ve avucunda yuvarlak ****l çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi... Birliğin çavuşu bir adım öne çıktı:
- Bizim helâlimiz seninle şehit düşmektir komutanım.
Hiç istemediği halde Şeref’in gözlerinden iki damla yaş süzüldü elinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu avuç içi kanıyordu. Daha sert bir sesle bağırdı:
- Hakkınız helâl midir bana?
Yağmur başlamıştı. Gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları gökgürültüsünden beter bir “Helâl olsun!” sesiyle irkildiler havalanıp kaçıştılar.
Kan damlaları Dolmabahçe’den Beşiktaş’a doğru birer metrelik aralıklarla takip ediyordu Yüzbaşı Şeref’i...
Neden sonra elinin kanadığını fark etti. Dolmabahçe Sarayı’nın duvarı dibinde durdu omuzundaki apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdi. Şeref birkaç dakika sonra Beşiktaş’a vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi ancak “Hırpani halim bir Türk subayına yakışmaz” diye düşünerek sahile indi.
Çakılların üzerine oturup teknesinin altını onaran bir balıkçıyı seyre daldı.
Kan çanağına dönen gözlerini uzaklara dikmişti bahar yağmurunun anlatılmaz hüznüne... İçinde fırtınalar kopuyordu. Sırtına dokunan bir elle irkildi. Kafasını kaldırdı. Biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu.
Ama Şeref duyamıyordu onu. Sararmış dişlerine bakarak denizcinin anlamaya çalıştı söylediklerini.
- Asker ağa asker ağa...
- Efendim.
- Okuman yazman var mıdır?
- Evet. Hayrola?
- Ağam be teknenin adını yazsan olur mu?
- Tamam. Nedir teknenin adı?
- Kardelen
- Yavuklunun adı mı?
- Hee... Nerden bildin?
Harp Okulu’nda aldığı ‘hat’ dersi ilk kez işine yarıyordu. Şeref kardelen şekline benzer bir motifle yazdı tekneye denizcinin sevgilisinin adını...
- Ya ağam çok güzel oldu. Sana borçlandım şimdi ben.
- Olsun bir gün ödersin. Nerelisin sen?

- İnebolulu’yum. İstanbul’daki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz biz. Fener’i dönerken teknenin altını vurdum. Burada onarıyorum. Kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip İnebolu’ya yelken basacağım.
Yüzbaşı Şeref Akaretler Yokuşu’nu tırmandı Osmanoğlu Konağı’nın kapısını çaldı.
- Hoşgelmişsin Şeref Beyim.
Şeref Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Divan Kurulu üyesiydi. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında da kalecilik yapıyordu. Konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiye kutusunu eline aldı. Kutuyu kulağına götürüp iki salladı.
Sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başladı. Kutuyu açtı içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. Kurşunu tabancasının tamburuna sürdütamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü. “Affet” dedi.
Tık! Boş...
Tık! Boş...
Tık! Yine boş...
Tam o sırada kapı hiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri içeri girip 4. Kez tetiğe basmak üzere olan Şeref’in elindeki silahı kaptı. Şeref kendinden geçmiş ağlamaya başlamıştı.
- Ne yapıyorsun sen delirdin mi?
Cevap yerine tavanarasını dolduran hıçkırıklar vardı. Sarıldılar. Ahmet Fetgeri Şeref’i ayağa kaldırdıkoluna girip aşağıya indirdi. Sade kahve ile birer sigara içtiler. “Her şey bitti” dedi Şeref.
- Daha değil. Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları Anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun’a doğru yola çıktılar.
Gözleri parladı Şeref’in. Birkaç dakika önce Azrail’le Rus ruleti oynayan o değildi sanki... Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından...
- Ben de gitmek istiyorum.
- Çok zor. Salmazlar seni İstanbul’dan.
Birden Kardelen geldi Şeref’in aklına. Kardelen vardı ya İnebolu’ya giden. “Neden olmasın?” diye söylendi. “Dur celallenme hemen” diyen Fetgeri’ye Kardelen’i anlattı.
Artık Şeref’i durdurmanın imkânı yoktu. Yukarı çıktı üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı. İki dost sarıldılar. “Şu torbayı da al lazım olur belki” dedi Fetgeri.
“Nedir bu?” diye sordu Şeref. “Denize açılıncaya kadar sakın açma” cevabını aldı.
Kardelen denize inmişti. Tam yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci:
- Tayfa lazım mı?
- Buyur ağam. Hayırdır nereye?
- Senin gittiğin yere. Hatırlarsan bana borcun vardı ödeşmiş oluruz.
Kardelen Anadolu Feneri’ni geçip Karadeniz’e açılırken; Şeref Boğaz’ın süsü erguvanlara son kez baktı. Bu güzelim renkleri İngilizler’e bırakıyordu. Yaralı elini Karadeniz’in az tuzlu sularında yıkadı. Temiz bir bez parçası aradı sarmak için... Fetgeri’nin verdiği çantanın düğümünü açtı.
İçinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Açtı bezi ve o anda Kardelen’in içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları “Erthold” marka içten lastikli pahalı futbol topuydu. “Ah be Fetgeri!” dedi içinden. Gülümsedi...

Ara sıra esen sert rüzgâr ve serpiştiren yağmura rağmen Şile açıklarını neşeyle geçtiler hava kararırken Ağva limanında demirlediler. Torik lakerdanın satılmamış kısmıyla mısır ekmeği akşam yemekleriydi. Erik rakısı da çilingir sofrasını tamamladı.
Şeref gece denizci gence Beşiktaş’ı can arkadaşı Ahmet Fetgeri’yi ve futbol topunun hikâyesini anlattı hiç susmadan... Sonra bir köşeye kıvrıldı. Sabah yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı. Kardelen Pazarbaşı burnunu aşmış yelkenlerini Karasu’ya doğru dolduruyordu.
Teknenin genç reisi Asiye türküsünü söylüyor bir yandan da yanıbaşlarındaki yunuslara mısır ekmeği atıyordu. Arasıra da “Kardelenim... Sevdiğim...” gibi mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. O gece Akçakoca ertesi gece Amasra limanında yattılar.
Amasra limanı çıkışı denizci gözlerini ufka dikerek “Hava patlayacak ağam” dedi. Şeref baktı baktı... Keyifli ve güneşli bir 19 Mayıs sabahından başka bir şey göremiyordu. Önemsemedi.
Öğlene doğru deniz kararmıştı. “Karadan neden bu kadar uzaklaştık?” diye sordu Şeref.
- Ağam kaba dalga vuruyor burnu çevirdim.
Bir süre sonra öyle bir fırtına başladı ki Şeref’in içi dışına çıktı. “Yelken ipinden uzak dur ağamayağına dolanmasın” dedi reis. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden. Sonra bir daha... Dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin.
Şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da direk kopup denize düştü. Denizcinin çığlığı yağmura karıştı.
- Ağam ipi sal!
Şeref duyamadı boyunun neredeyse beş katı bir dalga sancak tarafından tekneyi alabora etti. Dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı.
Denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı. Yüzbaşı Şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle hızla dibe batıyordu. Yarım dakika kadar süren bu dalış ayağından çözülen iple durdu. Artık teknenin ağırlığından kurtulmuştu ama üzerindeki büyük mavilikle boğuşacak gücü kalmamıştı.
Bulanık denizin derinliklerinde gözleri açık çırpınıp dururken yanından geçen beyaz bir şey gördü. Bu yukarı doğru hızla çıkan Erthold marka futbol topuydu. Beşiktaş’ın gol yemez kalecisi Şeref topa doğru uzandı uzandı...
Kerempe Burnu’nda baygın yatan denizcinin genç bedeni kumsalda dalgalarla birlikte salınıyordu. Hemen yanında bir futbol topu vardı. Genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı:
- Ağam! Ağam!
Cevap gelmedi. Yüzbaşı Şeref hayatının golünü Karadeniz’in soğuk sularında yemişti. Yanından geçip su yüzüne doğru yükselen topa yetişememiş ve karanlıklar birkaç saniye sonra onu dibe çekmişti.
1924 yılında bir gün Fetgeri’nin Akaretler’deki konağına bir kadın geldi.
Elinde bir torba vardı. Ahmet bey bu beklenmedik misafirin getirdiği torbadan çıkan futbol topuna uzun uzun baktıktan sonra sordu:
- Nedir bu bacım nerden buldun bu topu?
- İstiklal Savaşı’nda şehit düşen kocamın vasiyetiydi ona bir şey olursa bu topu mutlaka size vermemi istemişti.
- Senin adın ne bacım?
- Kardelen...
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Bir klasik mehdi

Istanbul otogari viyaduklerin cevreledigi bir orumcek agidir. Aglarina
yalniz bahtsizlar takilir. Parasi olmayanlarin kaderleri degismesede
yerlerinin degistigi bir baslangic yada sondur burasi. Hele oglen kalkan
yada oglen ulasan otobuslerin yolcusuysaniz bu hayata sarilma
direncinizin ilk test yeri yine bu otogardir. Oglen ezani okunuyordu.Nisandi ama
hala kaskollara sarilmis insanlarcigerlerinden cikan havayi kaskolun
icine ufleyerek isinmaya calisiyorlardi. Artvin'e gidecek otobus
yolculari sigaralarindan son bir firt cekip otobusun basamaklarini
cikiyorlardi. Muavin bagaj kapaklarini kapatti peron gorevlisi icerideki
yolculari sayip kafasini arka kapidan uzatip bagirdi.
-22 numara 22 numara....
22 numara yoktu. Tam o sirada bir ambulans yanasti yan perona.
Ambulanstan gÖzaltina kadar sakalli bir adam indi.Muavine el kol yapip otobusu
durdurdu.Muavin
-Bagaj var mi ?
Adam
-Yokama cenazem var
Dedi.
Muavin yikildi. Cunku agzina kadar dolu bagaji indirip tekrara
yerlestirmek demekti bu. Peron zili çaldığı halde Artvin otobusu hala
bagajlarini topluyordu. Tabut orta kisma suruldu ambulans sessizce
ayrildi yan perondan. Yolcular cama dayanmis efkarli gozlerle izliyordu
olan biteni. Terden pembelesmis yuzuyle muavin adami buyur etti iceri
otobus yola dustu. 22 numara yolcusunu merakla suzdu otobus. Musade
isteyip yerine oturdu.Yanindaki yolcu merakini kustu hemen
-Allah rahmet eylesin yakinin miydi ?
Adam dusundu uzun uzun"Mehdi" benim neyim oluyor diye. Icini cekip
-Kardesim di
Dedi.Otobus kopru uzerinden geciyordu. Adam icinden" Mehdi son kez
hisset bogazi" diye gecirdi. Uzun yol basliyordu.Adam kitabini acip
okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kipir kipirdi.Surekli icleniyor vah
vah cekiyordu.
-Kac yasindaydi
Diye sordu yolcu. Adam
-Tam olarak bilmiyorum ama ben yaslarindaydi
-Yahu kardesim diyorsun yasini bilmiyorsun
Diyerek hayret dolu cikisti yolcu.
-Kardesim dediysem oyle degil
Diye cevap verdi adam.
Ya nasil
Dedi yolcu.Uzun bir sohbet basliyordu Otobus Istanbul sinirlarindan
cikarken.
-Mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dovusurken gordum. Alt
koguslarda 1980 fraksiyonunun koguslarinda kaliyordu. Orada kavaga
cikinca bizim kogusa postaladilar. 1980 fraksiyonu ile bizim kogusun
gorusleri ters oldugundan kimse yuzune bakmadi Mehdi'nin. En dipte benim
ranzanin sag altina yatirdilar onu. Birkac ay kimseyle konusmadi. Yemek
yapti topladicay dagitti. Havalandirmada yalniz dolasirdi. Kogus
egitimlerimize katilmazdi annamam oyle seylerden der kenara cekiilirdi.
Anladim ki fraksiyoncu filan degil. Bir harita metod defterine gazetelerden
resimler kesip yapitirirdi geceleri. Her kogus baskininda Jandarma o
defteri bulur yirtardi. Bizim zulayi bilmediginden her seferinde yeni
defter bulur bir dahaki baskina kadar calismasina devam ederdi. Bir
sonraki baskin tiyosu geldiginde haline aciyip defterini bizim zulaya attim.
Jandarma dosek altini acip defteri bulamayinca Mehdi hayretler icinde
kaldi. Ona aldigimi soylemedim merak ediyordum cunku deftere neler
yapistirdigini. Herhalde kari kiz resimleridir hela icin malzeme
yapiyorudur diye dusunuyordum. Oyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparca ediyordu
defteri. Isiklar sonunce zuladan cikardim defteri. Gozlerime
inanamamistim. Kogusta kimsenin okumayip bir kenara attigi ziyaretlerde don
sigara sarilip getirilen iase sandiklarinin uzerinde gelen ne kadar spor
sayfasi varsa ayiklanmis iclerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber
varsa kesilip bu deftere yapistirilmisti. Resimlerin kimilerinin
uzerinde domates cekirdegi vardi kimileri sonradan utu vurulup duzlestirimis
burusukluktaydi. Ama herbirinin altinda tarihi dusulmus onemli
yerlerinin alti cizilmisti. Ilginc gelmisti bana Mehdi. Bir sabah yoklamasinda
yaninda durdum. Pantolunuma soktugum defteri arkadan sikistirdim eline.
Sasirdi. Cocuk gibi sevindi. Tesekkur etmek istedi konusmadim onunla.
Ajan damgasi yiyebilirdim kogusta. Havalandirmada yolumu kesti."Sagol"
dedi. Sigara tuttum ona. Comeldik."Kimsin necisin neariyorsun
siyasilerin mapushanesinde"dedim."Vallahi bende bilmiyorum necioldugumu bende
bilmiyorum" dedi Mehdi."Peki anlat o zaman" dedim.Kimseye demek yok
ama soz mu" dedi."Soz" dedim.Eylul 80 yiliydi.Malumstad bir tane. Ulke
bir savas yasiyor ama bizimderdimiz kapaliyikaptirmama savasi. Aksamdan
yigildik sabahliyoruzkapalinin kapisinda.Kimimizin koynunda sarap
kiminde emanet kimindeyarim somunekmek. Baskin yemeyelim diye ucer ucer
erketeye cikiyoruz Mackatarafina Dolambahceye spor sergiye. Ben gece uc
gibi Mackadayim.Motorcular geliyordu asagidan. Son seferinde karsidan
grup indirmisnumayis yapacaklarmis dikkat et dediler. Bickin
delikanliyiz ozamanlarsemtimizde numayise tahammulumuz yok elbet. Bir o
sokagadaliyorum bir busokaga derken bir baktim o grup duvara tezahurat
yaziyor. Allah dedimcektim emaneti uzerlerine yurudum. On kisiydiler dayak
yerim ama hic olmazsa bir ikisini iyilestiririm dedim ama beni gorunce
ocu gormus gibi kacamaya basladilar bende arkalarindan. Meger benim
hemen arkamda Polis varmis ben onlari kovaliyorum kosuyorum polis
hepimizin arkasindan kosuyor. Girdik bir cikmaz sokaga cocuklar durdular
elleri havada ben hala bana teslim oldular diye havalardayim Polis
arkadan isik tutunca uyandim elimde emanet kolum havada megafondan "at
elindeki silahi" diye bagiriyor ben kala kaldim. Icimden sictik simdi
dedim ama yirtariz. Cocuklar bilmem ne orgutunden ben orada saf saf
bir adam polis minibusunde Gayrettepeye vardik. Nezarete oturduk gecmis
olsunlastik. Cocuklar duvara yazi yazacakalarmis meger ben onlari ne
zannettim guldum kendi kendime bir an once salsalarda maca yetissem
diyorum hala. Nezarette cocuklardan ayrilip duvara yaslandim sabah
oluyordu sigara tuttu arkamdan biri. Uzandim aldim hirsizmis basilmis
evde *****. Durumu anlattim guldu bana. Rakip takimi tutuyormus iyi
beklememissin maci nasilsa koyacaz size dedi. Agirima gitti zirtapoz
hirsizin lafi koyum kafayi burnunun ustune dagildi agzi burnu. Apar topar
cikardilar disari. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile kodumun
hirsizi dedim arkasindan. Sabah dokuz gibi sorguya aldilar teker teker. Sira
bana geldi. Klasik sorgu odasi iste. Icim rahat ifadeyi verip
gidecegim maca. Aaa bir baktim bizim hirsizida aldilar odaya oturdu karsimda.
Burnu tamponlu sargi icinde. Noldu lan yetmedi dedim. Koltugunun
altindaki silahi gorunce yikildim. Sivilmis meger nezaretten laf almaya
karismis nasil yedim bu numarayi diye kendi kendime kizdim. Diger
cocuklari salmislar mahkemeye kadar ama bizim kirik burun davasindan " memura
karsi koyma ve darptan" kalakaldik. Mac gitti ama asil giden benim
hayatimdi. Asker ertesi gun darbe yapti. Memurun raporuna gore hala ben
orgut uyesi zanlisiydim. Darbenin ilk gunlerinde kurulan mahkemelere
cikartildim. Konusturmadilar bile. Sonrasi o kogus senin bu kogus benim.
Her kogus derdimi anlattikca bana ajan muamelesi yaptilar. Bende
kimseyle konusmamaya basladim. Disarida hala bizim tribunden avukat cocuklar
ugrasiyormis ama yakalandigim grup cok sivriymis cok vukuati varmis
yirtamaz demisler. Bende bir umuttur bekliyorum iki yildir ama su
gardiyanlara gicik oluyorum ne oldugumu bildiklerinden ne zaman mac kaybetse
Beşiktaş abuk subuk hareket yapiyorlar bende daliyorum sonrasi
jandarma dayagi biktim agzimda dis kalmadi.Otobus otobani bitirmis yola
doner donmez mola vermisti. Yolcuya kalsa hikayenin devamini dinlemek
icinaltina isemeye raziydi. Ikide bir vah vah diyor yorum yapmak
istiyordu. Adam asagi indi bir sigara yakti. Hava sogumaya baslamisti. Bagaj
sicakmidirdiye dusundu. Oluler usumezdi oysa.Caylarla birlikte ust
uste hizlihizli sigaralar icildi. Ananons yapildiotobus mola yerinden
ayrildi. Merakli kulaklar dikildi VCD'de oynayan filmi kimse seyretmez
olmustu. Adam devam etti. Mehdi'nin bir arkadasi olmustu artik. Ben.
Okumamisti ama hayat onu yetistirmisti. Bize katil dedim ona. Anlamam o
islerden sevmem o isleri dedi. Olsun vakit baska turlu gecmez gel
otur aksamlari sende tartis bizimle dedim. Kogus sorumlumuza durumu
anlattim. Ajan olabilir dedi. Ben kefil oldum Mehdi'ye. Oturdu o aksam
bizimle. Kismetsiz Mehdi'nin ilk geceside sanssiz baslamisti aramizda. Okuma
yapilacakti. Zuladan kitaplar cikti. Herkes haril haril okumaya
basladi. Yan gozle Mehdi'yi seyrediyordum okumak ne kelime kitaba bakmiyordu
bile sonra harita metodunu soktu kitabinin arasina yine kendi
dunyasina daldi. Ama onu bekleyen bir supriz vardi ki okunan kitabin bolumu
hakkinda tartisma yapilacakti geceyarisi. Okuma bitti. Bolum bolum
herkes kogus sorumlusunun sorudugu sorulara yanit veriyordu. Sira Mehdi'ye
geldi. Ben gozlerimi kapadim cikacak cumbusu ve Mehdi'nin
sorumlulugunun bende oldugunu dusunerek basima gelecekleri dusunuyordum. Kogus
sorumlusu sordu " Mehditeoride yenilmek kisi benliginde ideolojiyi
zedelermi?" Ben yer yarilsada icine girsem diye dusunurken Mehdi girtlagini
temizledi konusmaya basladi kulaklarimi tikadim." Bir harekete taraf
olmak eger ona aşk ile baglanmamissan sana kaçacak çok firsat birakir.
Insanin kendi dunyasi bencillik uzerine kuruludur.Benlik bencillikten
turemistir. Teori diye tanimlanan hareket insanin bencilligini
beslemezse kaybolur gider. Iste insanoglu harekete saygini yitirmemek icin aski
dogurmustur beyninde ask olmazsa benlik yada bencillik teoriyi
zorunluluk haline getirir. Teoride yenik dusmek eger teorinin insana
salgiladigi ask yoksa yenilmektir. Ben sevdalarima hic yenilmedim" Sessizlik
oldu. Kulaklarimi diktim sessizlige. Felsefenin temel ilkeleribir
adamin sozleri karsisinda yenik dusmustu. Isiklar sondu herkes o gece
ogretilen teoriyle askini koydu teraziye. Birkac gece gecti. Kogus sorumlusu
Mehdi'yi istedi yanina. Ajan olup olmadigini disaridan sorgulamisti.
Hicbir kayit yoktu.Direk sorgu yapacakti. Havalandirma sirasinda ben
Mehdi'yi karsisina oturttu hikayesini onada anlatti Mehdi."Peki sen
bunca felsefe kitabiyla bogusup vardigimiz yargilari bir aska baglayip
nasil sonladin Mehdi " dedi kogus sorumlusu. "Siz hic Beşiktaşlı oldunuz
mu?" diye cevap verdi Mehdi ve devam etti. " Yasadigimiz bu hayati nasil
yasayacagimizi biz kitaplardan ogrenmedik veya su dogrudur diye kimse
bize destur vermedi. Hayati egrisiyle dogrusuyla yasadik dibine kadar.
Ve bizim yasayislarimizin bize gosterdigi dogrular oldu yeri geldi
bizim yanlislarimizi dogru uygulamasi icin abi olduk. Bir felsefemiz oldu
yalniz yasanmisliklardan. Simdi siz baskalarinin hayat deneyimlerinden
turettigi felsefe ile degil kendinizinkini bir ulkenin kaderini cizme
yarisina giriyorsunuz. Peki kendinizi yeteneklerinizi ve harekete olan
askinizi ne kadar biliyorsunuz. Veya bu cografyada yasiyanlar sizin
icin ne ifade ediyor" diye konustu Mehdi. Ben yanilmistim. Universiteler
okumustum kitaplar yutmustum makalelerim cikmisti dergilerde ama
Mehdi'nin Besiktaslilik uzerine yaptigi kucuk bir yorum bile felsefemizin ne
kadar kitaba ve teoriye bagli oldugunu bana gostermisti. Ileriki
gunlerde Mehdi o bize biraz sig ve argo jargonu ile Besiktasliligi anlatti. O
zamana kadar sporu hele hele futbolu kucuk burjuva eglencesi olarak
toplumun afyonu sayan bizler Besiktaslilik cfelsefesi icinde fanatik
bir taraftar olup cikmistik. Simdi anlayabiliyorduk Mehdi'yi bu kadar
bir futbol takimini sevip maclardan seyirden gazetelerden radyodan bu
kadar uzak kaldigi halde Beşiktaş bu kadar sevebilmesini. Cunku sahada
oynanan oyun degil taraf olmanin hazzi yakiyordu ve bagliyordu
beynini. 82 yilinda durusmalarimiz hizlanmisti. Karari cikan kendi memleketine
yakin cezaevine naklini istiyor orada daha rahat edecegini
dusunuyordu. Mehdi'ye yapisan orgut davasi cok dallanmis hakkinda agir kararlar
cikar hale gelmisti. Cok idam vardi ve Mehdi hala sucsuzlugunu
kanitlayamiyordu. Bu arada cok uzun yillardir sampiyon olamayan Beşiktaş
sampiyonluga kosuyordu. Aksam saat yedide herkes haberlere kulak kesmisken
Mehdi bir an once spor haberlerinin gelmesini bekliyordu. Yaza dogru karar
cikti devlet duzenini degistirmek amacli suc orgutune uye olmaktan
idami istenmisti Mehdi'nin. Hakim daha once islenmis sucu olmadigindan
hafifletici sebeblerle cezasini muebbete cevirmisti. Bu tam bir yikimdi.
Mehdi'yi sakinlestirmek icin yanina gittim. Zaten sakindi ama
huzunluydu. "Simdi olacak sey mi bu muebbet. Yani ben bir daha hic Beşiktaş maci
seyredemeyecekmiyim simdi?" dedi Mehdi ve devam etti. "Birde benim
sevdigim vardi biliyormusun. O benim sevdigimin farkimda bile degildi ama
ben onu cok severdim bir veda bile edemedim." Mehdi sevdigi kizi uzun
uzun anlatti bana. Yuzunu anlatti ellerini anlatti gulusunu anlatti
evinin yonunu anlatti bakislarini anlatti. Beynimde zehirli bir
dusunce o anlatirken kizin resmini cizmisti gozumun onune. Soyleyemedim ama
bende asik olmustum o kiza Mehdi'nin kizina. Karara ciktiktan sonra
temyiz istedi ama nafile. Artik buralarda kalmasinin anlami yoktu. Nakil
istedi. Hemde kimselerin tahmin edemedigi bir yere Eskisehir'e. Ki en
kotu sartlardaki cezaeviydi o donemin. Ama Beşiktaş orada oynayacakti
sampiyon olacagi maci. Idare seve seve kabul etti bir ilk yaz gunu
elinde bavul ardinda bizleri birakip cekip gitti. Giderken sanki
mahpusluga degil Istanbuldan Es-es deplasmanina giden cocuklar gibi bir
tebessum vardi yuzunde. Otobus geceyarisi Samsun otogarina girdi. Uykudan
agirlasmis gozlerde bir huzun vardi. Butun otobus bu hikayeyi dinler
olmustu artik. Yemekler yenildi otogarin lokantasinda adam hurmet
goruyordu ve soforlerin masasindaydi artik. Biran once otobuse donup Mehdi'yi
dinlemek istiyorlardi.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz
oylesine cansiz topraga dogru seyrine devam ediyordu. "Sonra ne oldu
gorusebildiniz mi?"diye sordu sofor.Adam kaldigi yerden devam etti. Bizim
kogus az bir ceza ile yirtti bu isten. Ucer beser yil yatip cikacaktik.
Bu sevince birde Beşiktaş'in Eskisehiri 3-0 hukmen yenip sampiyon
olusuda eklenince o gece hem Mehdi'yi anmak hemde sampiyonlugu kutlamak
icin eglence tertip ettik. Bir hafta sonra bende ayrildim oradan.Bursa
hapisanesinde sevk oldum iyi bir yerdi. Ama Eskisehir' den inanilmaz
haberler geliyordu. Kiyim vardi cok zor haber alabiliyorduk. Mehdi gelen
sevklerle iyi haberlerini gonderiyordu birde boncukculuga merak
sarmis cakmak kilifiydi anahtarlikti siyah beyaz hediyeler gonderiyordu
bana. Ara sira mektupta yaziyordu ama yarisi yirtik karalanmis ve
silinmis sekilde. Silinmeyen yerlerinde o kizdan bahsediyordu yine.Kucuk bir
isyan var diye duyduk Eskisehir'de. Icim icimden gitti Mehdi dedim.
Birsey olmamis ama surmusler doguda bir yere heber gelmedi sonralari. Ben
tahliye oldum. Mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile. Eskisehirdeki
isyani o baslatmis. O yuzden gittigi yeri soylemiyorlardi. Avukatlar
tuttum isi kovaladim ama devir bizim devrimiz degildi. Caresiz Istanbul'a
dondum. Icim icimi yiyordu. Mehdi'yi bulamiyordum. Arkadaslarini buldum
Beşiktaş'ta. Onlarda kovaliyorlardi isi ama nafile. Birden karsima o
cikti. O kiz. Mehdi'nin sevdigi kiz Mehdi'yi sordu. Buyulenmistim.
Konusamadim bir sure. Bir muhallebicide oturduk uzun uzun anlattim ona olup
bitenleri. Ama icimin yaglari eriyordu ona baktikca. Sik gorusmeye
basladik bir sure sonra Mehdi'den cok birbirimiz hakkinda konusmaya
baslamistik. Adam bunlari anlatirken bir homurtu oldu otobuste yapilir mi bu
diyordu bir kismi diger yandan niye olmasin diyordu arka taraftakiler.
Otobus Karadenize paralel virajlari ala ala saatler sabaha karsi
Vakfikebire ulasmislardi.Adam devam etti Onunla evlendim. Beşiktaş'ta ev
tuttuk. Mehdi'den haber yoktu. Issizdim. Zor geciniyorduk. Ozal zamanina
cabuk uymustu kogus arkadaslarim. Reklamci oldular gazetelerde yazar
oldular hepsi yolunu buldu. Mehdi geliyordu aklima ve soyledikleri.
Hani o benlik bencillige donmesi askisevdasi. Nerede kalmisti o yuce
teoriler. Hepsini bir cirpida silmisti mahpus dostlarim. Cocuguz da oldu
bu sikisiklikta adini koymakta tereddut etmedik. " Mehdi" Onun
aliskanliklari bana gecmisti sanki. Tribun tayfasi olmustum bir is buldum
sonralari.Kalem katipligi gibi birsey belediyede. Yillar gecti Mehdi'den
haber yoktu. Kimileri gordugune yemin ediyordu yeni acikta. Ama ben
gormedim. Izini surmeyi biraktim.Yillar gecti aradan. Bu sene bir macta
yeni acikta bayragini siyahbeyaza ceviren partililerin arasinda gorur
gibi oldum sanki . Saclari beyazlamis bir adam pesinden kostum
yetisemedim.O muydu degilmiydi cok kuskulandim. Tekrar klima dustu Mehdi.
Arastirmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasini cabuk cabuk okudum. Mardinde Antepte
Bingolde yatmis. Hastalanmis. Yaralanmis. Onceden suc isledigi maddeler Avrupa Birligi
uyum yasalariyla ortadan kalkmasiyla suclarida ortadan kalkmis sonrada Rahsan Hanim
affindan saliverilmis. Demek dogruymus oymus. Sonra muhtarliklari dolasip kaydini aradim.
Bulamadim. Ta ki gecen haftaya kadar. Uyku cokmustu otobuse. Artvin gozukuyordu ama viraj
viraj viraj. Ulasilamayan bir kartal yuvasini andiriyordu Artvin. Adam yorgunluktan kisilan
sesi ile bitiriyordu hikayesini. Gecen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku
aldi beni mahpusluktan kalma aliskanlikla. Bir kagit tutusturdular elime. Istinye Devlet
hastanesinden cagiriyorlardi beni. Ne icin diye sordum tesbit dediler. Ceketimi aldim ciktik.
Hastanenin bodrum katina indirdiler beni. Morg odasina bir surgu acilmis beyaz bir carsafin
basinda bekliyordu morg bekcisi beni. Carsafi kaldirdi yatan Mehdi'ydi. Oylesine yaslanmis
saclari beyaz mutlu ve ihtiyar ceset yatiyordu sedyede. "Basiniz sagolsun
giris kaydina sizin isminizi yazmis yakini olarak kardesinizmis Allah
sabirlar versin" Morg kadar sogumustu damarlarimdaki kan. Yillardir
aradigim adam karsimdaydi sarildim ona caresiz . Evraklari hazirladilar
islemleri yaptirdim. Ben ve bir tabut gecenin yarisi basbasa kalmistik.
Dogum yeri gozume carpti Mehdi'nin. Artvin. Ertesi gun onu Artvin'e
goturup gommeye karar verdim. "Peki kimi kimsesi kalmamis mi garibin
Istanbul'da"dedi muavin. "Yok olmus hepsi enistesi de devlet memuru
oldugundan basim belaya girmesin diye bulasmadi cenazeye" diye cevap verdi adam. Artvin
otogarina girdi otobus. Omuzlar uzerine alindi Mehdi. Yukari mahallede bir camiye goturduler.
Otobus yolculari cemaat olmustu. Imam sordu "Nasil bilirdiniz?" Hepbir agizdan "iyi bilirdik" sesi
yankilandi. Yalcin bir kayalik gibi mezarlikta kartal yuvasinda bulustu
toprakla Mehdi. Ama aşki hic olmedi.
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

BİR EFSANE TARAFTAR “AYI HALUK!”


Futbol... Belki de Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın “Spor” denilince aklına gelen ilk şey. Sımsıcak bir tutku amansız bir çoşku bazen şiddet bazen de hüzün... Futbol tüm dünyayı esareti altına almış bir realite ama sanki Türk insanının duygularına biraz daha fazla hükmediyor gibi. Son günlerde Türk futboluna dair olumlu gelişmeler yaşanmasa da her hafta tribünlerde tatsız olaylar cereyan etse de bu spor hepimizin vazgeçilmezi. Peki neler oluyor futbol dünyasında? Bir bakıyoruz Türkiye’nin dev kulüplerinin başkanları kendi aralarında münakaşa ediyor bir bakıyoruz Türkiye Futbol Federasyonu eleştiriliyor. Şike teşvik iddiaları havada uçuşuyor sürekli birileri “başarı engellemekle” “düşmanlıkla” itham ediliyor. Tüm bunların neticesinde bir sürü tatsız olay vuku buluyor gün geliyor statlarda kan dökülüyor. Elbette tüm bu yaşananlardan en çok takımlarını desteklemek için sabahın erken saatlerinde tribün önlerinde toplanan kar-kış yağmur demeden statları dolduran futbol sevdalıları sporun ruhuyla çelişen görüntülere malzeme oluyor. Taşlanan otobüsler savaşa gider gibi deplasmana gidenler rakip takımın taraftarına ağza alınmayacak küfürler edenler ne yazık ki günden güne çoğalıyor. Bu artışın bizi fazlasıyla kaygılandırdığı günümüzde sizlerle hüzün dolu bir taraftar hikayesi paylaşmak istiyorum. Belki bu hikaye takım tutmanın inceliğini yitip giden değerlerimizi gerçek bir spor seyircisi olmanın güzelliğini hatırlatacaktır.

Bildiğiniz gibi Beşiktaş tribünleri her zaman rakiplerinden farklı olmuştur. Sanki başka bir bağlılık başka bir aşk vardır Kara Kartal ile seyircisi arasında. En güzel sloganlar futbolcuları kendinden geçiren çoşkulu tezahüratlaren duygulu marşlar şaşkınlık yaratan vefa duygusu her zaman İnönü Stadı’nda ayyuka çıkmıştır. Hele hele maçı İnönü’de seyretmek bambaşka bir zevktir. Hayattaki en büyük keyfi ve tutkusu Beşiktaş’ı sevmek olan taraftar Haluk da 1980’li yıllarda Beşiktaş’ın her maçını statta izleyen taraftar kitlesinden sadece biridir. Öyle ki Haluk kâh parasız olduğu için kilometrelerce yürüyerek Beşiktaş’a gelir zorlukla biriktirdiği biriktirdiği ya da borç aldığı parasıyla bilet alarak maça girer kâh cebindeki tüm parasını kendisi gibi koyu birer Beşiktaş’lı olan dostlarına bilet alarak harcar.

Koca gövdesiyle heybetlidir Haluk. Hayli de yakışıklı. Düzenli olarak tirübüne girer sessizce oturur ve inanılmaz bir konsantrasyon ile maçı izler. Bu değişmez bir tribün sahnesidir artık İnönü’de. Gol olunca yerinden kalkargür sesiyle “Gooollll... Yürüyün be Kartallarım.” diye coşkuyla bağırır ve yerine usulca oturup maçı izlemeye devam eder. Mutluluğunu yaşarken hep dozunu ayarlar. Sevinci gözlerinde pırıltıya dönüşür. Ama asla taşkınlığa değil. Zamanla neredeyse tüm tirübün onu tanır sessiz ama derin coşkusuna tarifsiz Beşiktaş sevdasına büyük saygı duyar. Haluk artık tirübünlerin vazgeçilmez bir portresidir. Onsuz bir iç saha maçı düşünülemez. Koskoca gövdeli Haluk’a lakap bulmakta rakipsiz olan Beşiktaş taraftarı hemen “Ayı Haluk” lakabı takmıştır bile. Her maçta yerini alır ve sahadaki Kartallarını ruhuyla sessizce destekler. Maç kazanılmışsa sevincini yine kendisi gibi sıkı Beşiktaşlılar’la futbol kritiği yaparak kutlar gür kahkahalar atar ve evinin yolunu tutar. Herkes onu sevmiştir ama o en çok Beşiktaş’ı...

Bir hafta sonu Beşiktaş yine kendi evinde rakibini ağırlamaktadır. Herkes statta yerini almıştır. Lakin Ayı Haluk’un yokluğu hemen farkedilir. Gözler uzun müddet sağı solu tarar. Bir tuhaflık vardır. Zira Haluk hep aynı yerde oturur. Başka bir yerde oturması imkan dahilinde değildir. Bir hafta geçer. Bir hafta daha... Yoktur Haluk. Tribün sanki öksüz kalmıştır. Herkes onun nerede olduğunu tarifsiz şekilde merak eder. Ancak o bir türlü ortaya çıkmaz. Hasta olduğu günlerde bile Beşiktaş’ını yalnız bırakmayan ve yaşadığı acıları gizleyen Ayı Haluk ansızın hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ölesiye sevdiği evlatlarını ve şanlı Beşiktaş’ını geride bırakıp ebediyete intikal etmiştir. Ailesi ve dostları kahrolmuştur. Koca gövdeli koca yürekli iyi kalpli Haluk artık yoktur. Geriye kalan tek şey onun efsaneleşmiş Beşiktaş aşkıdır. Sedvdikleri yitip giden Haluk’a ahiret durağında bir jest yapmak ister. Zira büyük sevdası annesi başta olmak üzere tüm yakınları tarafından bilinmektedir. Karar verilir. Mezar taşı siyah-beyaz olacaktır. Hemen sipariş verilmek üzere bir taş ustasına gidilir. Cevap ne yazık ki olumsuzdur. Taş ustası yapamayacağını söyler. Soluğu hemen bir başkasında alırlar. O da aileyi istemeyerek de olsa üzer. En sonunda bir mermer ustası Ayı Haluk’a siyah-beyaz ve üzerinde Beşiktaş amblemi olan bir taş yapabileceğini söyler. Hemen fiyatta anlaşılır. Usta iki hafta sonraya söz verir. Zaman su gibi akar ve mevtanın yattığı yere taşı yerleştirme vakti gelir çatar. Anne oğluna yapacağı belki son iyiliği gerçekleştirme arzusuyla taş ustasının yolunu tutar. Atölyeden içeri girer ve ustayla selamlaşır. Hemen taşı görmek ister ama aldığı yanıt canını çok sıkar. Taş yapılmamıştır. Lakin bir nedeni vardır. Taş ustasının içine bir kurt düşmüştür. Çünkü acılı anne merhumun adının Haluk olduğunu söylemiştir. Taş ustası siparişi aldıktan birkaç gün sonra vefat edenin tirübünlerin vazgeçilmez ismi “Ayı Haluk” olduğunu hisseder. Fakat emin olabilmek için merhumun annesini bekler. Acılı anne evladının mezar taşını almak için geldiğinde de bunu hemen sorar. Aldığı yanıt hislerinin doğru olduğunu gösterir. Evet vefat eden kişi tüm Beşiktaşlılar’ın ağabeyi sakin duygulu vefakâr ağabeyi “Ayı Haluk”tur. Taş ustasının yüreği sızlar ve ağzından şu sözler dökülür:

“Teyzeciğim! Her maçta gözlerimi onu arıyor. Herkes yerine oturup sakin ama içinde heyecan fırtınaları koparcasına maçı izleyen Haluk ağabeyi soruyor. O hepimize örnekti. Herkesi severdi. Bilirdik ki cebinde parası olmasa bile sadece bilet parasını tedarik eder yürüyerek de olsa maça gelirdi. Onun Beşiktaş sevdası hepimize örnek oldu”....

Karşılıklı olarak hem Haluk’un annesi hem de taş ustasının gözlerinden birkaç damla yaş süzülür. Ve tıpkı Haluk gibi bir Beşiktaş aşığı olan taş ustası tribünlerin sessiz kralına itinayla siyah-beyaz renklerden oluşan bir mezar taşı hazırlar. Beşiktaş aşkını taşlara işleyerek ve bu büyük taraftara saygıyla....

Mustafa BÜYÜKSİPAHİ
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Che ya da Feyyaz


Yıllar önceydi. Bir akş** uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece o zamanlar 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda sessizlik içinde beklemeye başladım...

Sıkıntıdan yıllar önce benim artık kardeşimin olan odamızı incelemeye burada geçmiş yıllarımıgençliğimi anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim bir de Che'nin gençlik fotoğrafları...

Tek değişiklik ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta yarısı oturarak bana bakan üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı...

Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da futbolcularla da pek aram yoktu. İçlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin''i tanıdım. Tam posteri incelemeye başlamışfutbolculara formalarına filan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam...

Uzun süre hareket edemeden bir tek kelime söyleyemeden aklıma gelen bin bir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca "Cemil" diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşça kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikte fısıldadı.

"Efendim abi " Rahatladım. "Napıyorsun sen uyumuyor musun?"

"Yok abi..."

"Oğlum n''oldu korkutma beni sabahın bu vaktinde ne düşünüyorsun?" Cemil biraz bekledi ve seslendi "abi Feyyaz na'pıyordur şimdi?"

Che kıskanırdı.

Cemil''in ne kadar kendine dönük ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum ama duyduğuma yine de inanamadım uzun süre cevap veremeden öylece yüzüne baktım sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın bu siyah beyaz çubuklu formalının içlerinde hangisi olduğunu bulmayasonra da bir futbolcu parçasının beni belki Che'yi bile kıskandıracak bir biçimde bir çocuğun kalbinedüşlerine hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım... Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünkü bunu anlamak için maç sabahları erkenden ve kalbin ağrıyaark uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde sinirle maç saatini beklemek çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğu beklemek en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açlıktan da olsa bir bilet alıp İnönü'de mümkünse Kadıköy''de ya da başka bir yer mesela İzmir'de bir FB maçında Beşiktaş'lı bir taraftar olmak gerekiyordu...

Neyse Cemil şimdi 30'un üstünde. İşsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın ''O'' Metin İlhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk kendisi de çok çekti bize de çok çektirdi. Beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü çok çalıştıstad kapılarında ömrünü yedi. Ama bu a...na koyduğumun hayatı fenere''e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun hiç önemli değil. İyi dürüst ve namuslu bir adam oldu cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi arkadaşları ve ailesi onu seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalkmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş...

Madem bu hikâyeyi anlattım şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Biz Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez İnönü'de kapalıda bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık ve ikimizde neredeyse ağlayacaktık.

Büyük Beşiktaş’ımızın sevgili futbolcularına...

(zeki demirkubuz)
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Büyük Beşiktaşlı Babama Mektup

O güzelim o unutulmaz büyük yeşil plastik topumla sen öğrettin bana topa vurmayı şut atmayı şut kurtarmayı top “istop” etmeyi “göğüs istopu”nu iç vurmayı dış vurmayı kafa topuna çıkmayı. Velhasıl “top” oyunu ilgili herşeyi.

Futbolcu değildin..Biliyordum çocukluğunda delikanlılığında da çalışmaktan çalışmaktan ve çalışmaktan başka hiçbir işe vakit bulamadığın için ağız tadı ile top oynayamamıştın. Zaten benimki kadar bile mütevazı yeşil bir topun bile olmamıştı..

- Benimle top oynarken o günlerin acısını çıkarıyordun sen de.. Birlikte yaşıyorduk senin çocukluğunu da benimkini de.. Bana “top”u “topçu”ları da sen öğrettin.. Şimdiki gibi televizyondan internetten filan değil.. Gazetelerin arka sayfalarındaki resimlerden ve getirdiğin çikletlerden çıkan Sanlı’ların Vedat’ların Yusuf’ların Küçük Ahmet’lerin Necmi’lerin soluk renkli fotoğraflarından.

- Beni sen Beşiktaşlı yaptın.. Valideçeşme’nin arsalarında o zamanki adı ile Mithatpaşa Stadyumu’nun açık tribünü alt katında.. O futbol mabedine ikinci devrede kapılar açılıp beleşçiler kategorisinden girip omuzunun üzerinde izlettiğin maçlarla.. Hafta sonlarında kapısında bilet kestiğin güzelim Şeref Stadı’nın kumlu çakıllı zemininde.. Oraya gelip giderken kapıda görmeye çalıştığımız Beşiktaşlı “ikona”larımızı sen tanıttın bana.. Ve pek çok güzel değerle birlikte bana Beşiktaş’ı ve Beşiktaşlılığı bırakıp gittin genç yaşta..

- Seninle birlikte kutladığımız ilk ve son şampiyonluktu 1967’deki...Ondan sonrakine de sen yetişemedin. Ben senin için de kutladım. 1982’dekini ve sonrakileri..

- Ama bu yılkini görecektin be babacığım !

- 100’ncü yılını kutluyordu senin bana bıraktığın miras.. İlkokula yeni başlayan çocuklar senin gibi babaların Beşiktaşlı yaptığı çocuklar daha görmemişlerdi şampiyonluk denen şeyi.. Onlar hep ikinciliklere şerefli ikinciliklere aboneydiler 7 yıldır.. Arkadaşlarının arasında hep “birgün belki siz de..” diye avunuyorlardı. Futbolcu trafiği senin bıraktığın yıllara göre biraz fazlaca “yoğun”du. Bir 11 kişilik kadro sayamıyorduk doğru dürüst. Gelen giden teknik direktörlerin bile sayısını tutamadık.

- Ama bu yıl 100’ncü yıl kutlamalarını taçlandırmak gerekiyordu ille de..

- Herkese inat herşeye inat “pırıltılı ve yaldızlı” isimlerden olmasa da iyi bir kadro ve istikrarlı bir oyunla herkese parmak ısırttı senin takımın.. Ezeli ve ebedi rakiplerini hem kendi sahalarında hem de bizim “Mithatpaşa”da yenerek öne geçti. Hep önde götürdü yarışı. Avrupa’da bile ilk kez “İlkbahar’ı gördü !”..

- Sen bilmezsin tabii.. Senin zamanında futbolcular hocalar ve kaptanlar vardı.. Pırıl pırıl cinsinden.. Sen yokken herşeyin olduğu gibi futbolun da modaları türedi.. Futbolda bir “imparator” modası çıktı. Şampiyon olmak için bir “imparator” almak gerekiyordu. Bazılarına göre. Bir de “Yolunu bulmak.. Adamını bulmak.. İşini ayarlamak..” Gerisi hikayeydi.. “Herkes sadece kazananı hatırlar..” deniyordu.. Sahte imparatorlara tapınır olmuştu alem.. Futbol oynamak yani herşeyi sahada yapmak ve sahada bitirmek “demode” sayılıyordu. Senin anlayacağın “Mithatpaşa Stadyumu” dönemleri geride kalmıştı.. Senin varolduğun yıllarda..

- 100’ncü yılında senin Beşiktaşın ne yapıp etti o ruhu canlandırdı yeniden. Mithatpaşa Stadyumu ruhu’nu.. Oraya gelenler belki de çok özlediğimiz o Akaretler-Valideçeşme-Dolmabahçe ruhunu harekete geçirdiler ve herkese inat herşeye inat şampiyon oldular.. Başlarında öyle “imparator mimparator” da yoktu.. Biraz futboldan anlayan bir mütevazı “hoca” vardı.. Yöneticisi ve taraftarı ile de koskocaman milyonlarca yürek “ittiriyor”du arkadan sahadaki topçuları..

- Uzun yıllar sonra ilk kez “yüzüp yüzüp kuyruğuna getirip oradan kaçırmak” psikozunu da atmıştı senin takım.. Zaten o yüzden 25 mayıs günü yaşanan tarihi “final”de 70’nci dakikada maç daha 0 - 0 giderken ve “herşey olabilecek” iken bile alışılmamış biçimde “hiç korkmadan” maytapları yakıverdi “seninkiler”...

- Gerisini de (Sergen diye sevimli fırlama bir çocuk var sen bilmezsin) sahadakiler getirdi.. Alıp götürdüler malı.. Herkese ve herşeye inat !


- Kutlamaları bir görmeliydin babacığım.. Sanki senin ebedi mekanına bile duyurmacasına inledi yer ve gök... Akaretler’den bizim eve çıkarken kullandığın yolu sizin oralardan bile görülecek denli süslediler.. Köyiçi’ni Maçka’yı her yeri..


- Eskiden de görmüştün belki böyle manzaları.. Hatta daha ben ortalarda bile yokken.. Ama şimdilerde biraz farklı bu işler.. Şimdilerde rakipler biraz daha mı hazımsız ? Yoksa bana mı öyle geliyor ? Temiz başarıları pek anlamıyorlar mı ? Çekemiyorlar mı ? Bilmem.. Ama boşver.. Seninkiler alıştılar bunlara.. Ağızlarının tadını kimse kaçıramaz. Doya doya kutluyorlar buralarda.. Sesleri geliyor mu bilmiyorum oralara kadar ?

- Ama en güzeli ne biliyor musun ?

- Başları dik alınları açık ve şampiyonlukları tertemiz..

- Lekesiz.. Pırıl pırıl..

- Hani o senin çok iyi anımsayacağın “Mithatpaşa” yılları Şeref Stadı yıllarındaki gibi..

- O yüzden rahat uyu.. “Seninkiler” modaya uymadılar.. Eskisi gibiler.. Birlikte kutladığımız 1967’deki gibiler.. Müsterih ol
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Efendim
- İyi akşamlar.. Salih beyle mi görüşüyorum?
- Evet buyrun
- Merhaba ben Taksim ilkyardım hastanesinden nöbetçi doktor Uygar Yorulmaz bu saatte sizi rahatsız ediyorum fakat şu an hastanemizde bulunan bir hasta var.. Kendisi baygın üzerinde kimlik bulamadık yalnızca sizin kartınız vardı. Acaba hastaneye gelebilmeniz mümkün mü? Hastanın durumu pek iyi değil de.
- tabi gelirim..peki nasıl biri
- valla 70 yaşlarında olmalı giyim kuş**ına bakacak olursak sanırım uzun zamandır evsiz diye tanımlayabileceğimiz birine benziyor.. Anlıyor musunuz.. Yani saçı sakalı temizliği ve görünümü pek iyi değil.
- anladım hemen geliyorum..

………………………………

Kimine göre Taksim kimine göre İstiklal Caddesi bana göre de Beyoğlu denilen yerdeyim.. Vakit gece yarısını geçmiş..kafam atmış klasik bir Haziran gecesi.. Iki duble yaptım 6-7 Türkü dinleme süresinde.. Yapayalnız iniyorum Beyoğlu’ndan aşağıya doğru.. Mendilci çocuklar piyangocu amcalar kestaneciler sağlı sollu dizilmişler sokak kenarlarına.. Biraz vakit geçsin şunları izleyeyim..gençler içince sapıtmışlar yine kızlı erkekli gruba sataşan kızsız grup abazalık da değil bu tamamen kıskançlık laf atmalar sevgilileri küçük düşürmeler..nerede kaldı delikanlı gençler..gene kimsenin yemedi yumruğunu kaldırmak uzlaşıldı devriyeye gerek kalmadan..

Yürümeye devam ediyorum saat de epey kabardı eve gitmeli ışığı üfleyip zıbarmalı derken çakır keyif kafamla kaldırımın kenarında gözüm ilişti bi şarapçıya.. Oldum olası sevdim ben bu tipleritakıntısız alakasız dünyasız tipler adam gibi isterler şarap parası var mı diye.. Sömürmezler yani kimseyi “bi ekmek parası” diyen duygu sömürüleri yok bunlarda.. Bakıyım bir cebe varsa bozuk veriyim bi şarap parası diyerekten yaklaşıyorum yanına.. Durum vahim saç sakal girmiş birbirineeğiliyorum..

- hoopp.. Abi.. Kalk üşüycen git bi şarap iç.

İplemiyor baygın bayık halde suratıma bakıyor..ısrar ediyorum kalk kalk diye.. Dizime tutunup ayaklanmaya çalışırken pardösüsünün önü açılıyor.. üzerinde rengi gitmiş eski beyaz bir atlet görüyorum.. Pardösüyü aralayıp göğsüne doğru bakıyorum kalp tarafındaki BJK amblemi çarpıyor gözüme..

- vay Beşiktaşlısın demek.. Al şimdi sana bi şarap parası daha..

korsan da olsa tanırım aslında bütün Beşiktaş formalarını ama bunu ilk defa görüyorum o an..

- o sadece Beşiktaş forması değil diyor ilk konuşmasında
- nerden buldun bu formayı?
- benim
- nerden aldın?

Amcam kızdı sanane der gibi
- Yusuf’tan aldım.. Tanır mısın?
Canı yanıyordu üzüldüm durumuna keyfim de yok ama niye sordum bilmiyorum..
- baba be.. Arkadaş olsana bana bi meyhaneye gidelim.. Bir büyük yapalım senle bulursak sıcak bişeyler de yeriz..
bu sefer ***** der gibi baktı haklıydı ne işim vardı ki evsiz biriyle..
- iyi dedi gel gidelim..
Epeyce yürüdük karanlık sokaklardan geçip girdik izbe bir meyhaneye.. Nerden geldi bu cesaret bilmiyorum aklıma da gelmiyor mekanına ___ürüp gasp yapma ihtimali.. Aklım formada kalmışabuk sabuk gittim yine de..

Pek konuşmuyor birinci büyüğün son dublesine kadar laf etmedik sonra konuştu;
- sen de iyi içermişsin.
- çocukluktan be baba.
İkinciyi açtık.. Kafa epey doldu..
- kızmazsan sana bişey sorucam
- kafasıyla ileri geri olur verdi
- nerden buldun o farmayı?
Gene sustu.. Bir saat konuşmadık yine
- Evlat.. Sene 1967.. 25 yaşındayım.. Geceden çıktık yola.. Deplasmana.. Bilir misin deplasmanı.. Yollar o zamanki yollar git git bitmez.. Sonra yendik Göztepeyi İzmirde Şampiyon olduk.. Atladım sahaya gencecik yeni yıldız Yusuf tan kaptım formayı.

Elimde bardak kalakaldım pat diye anlattı konuşamadım.
- yaaa dedi. Bu forma 28 yaşında..
kekeledim bir an.. Nassıl nasssıl..

Anlattı tüm olanları.. Almışlar maçı.. Tüm kara gözüyle almış formayı.. Sonra ertesi gün geri gelmiş mahalleye sırtında forma tüm havasıyla koşa koşa gidiyormuş evine.. Oğluna gösterekmiş.. Gitmeden deplasmana 7 yaşında oğlu kızmış buna niye götürmüyor beni de İzmire diye.. Oğlum diyordu affedicek ona verince bu formayı.. Eve vardığında her şey bitmiş.. Gece evleri yanmış karısı ve oğlu dumanlar içinde boğularak can vermişler.
O gün lanet etmiş her şeye vurmuş kendini sokaklara..

Biraz toparlandıktan sonra..
- peki baba nasıl korundu bu forma yıllarca..
- bu gün ayın kaçı?
- 4 Haziran da 5’i oldu artık
4 Haziran da şampiyon olmuş Beşiktaş o gece kaybetmiş ailesini.. Ve o günden beri sadece 4 Haziranda sırtına geçirmiş formayı.. Kulübesi varmış Dolapdere taraflarında bir de yatak orada saklamış yıllarca yırtılmış sökülmüş ama gene de korumuş formanın özünü.

Baba be.. şurdaki tekelle konuşacam sana günde 3 şarap alacam her ay gelip önceden vericem parasını.. Olmaz dedi acıyamazsın bana..

Cüzdanıma uzanıp bir resim çıkardım.. Bak dedim benim oğlum geçen gün benden Dünyanın en değerli Beşiktaş formasını istedi aldım bir forma verdim.. Ne bilirdim her forma aynıdır dedim.. Senden baba bu formayı oğluma miras bırakmanı istiyorum senden Dünyanın en değerli formasını istiyorum..
- Adı ne oğlunun?
- Kartal.. Kartal Yusuf Aral..
- oğlun için içeriz şarabı be evlat
- Ama bana Beşiktaşlı sözü ver günde üç şaraptan fazla yok.. Dışardan bulsan da içmeyeceksin.
Mırın kırın etti.. Söz be dedi.. Beşiktaşlı sözü..
- üzerinde ev telefonumun da olduğu kartlardan birini verdim.. Bakmadan koydu cebine.


Aradan 4 ay kadar geçti.. Arada bir buluşup içiyoruz.. Her gün üç şarabını içiyor.. Buluştuğumuzda bile üçten başka içmiyordu..

Bir akş** çıktım.. Koca Beyoğlu’nu dolaştım bulamadım.. Sordum soruşturdum kulübesini buldum.. Etraf çok kötü kokuyordu yatağında sızmış.. Kaldırdım.. Yüzüme baktı tersledi beni defol git diyerek kovdu.. Baba dedim bişey mi oldu.. Defol **** diye ittirdi yine.. 3 şarap aldın diye sahibimiz mi oldun.. şaşırdım kaldım.. Bir müddet oturdum yanında
- forma nerde?
- yok.. Bilmiyorum
- nasıl bilmezsin diyerek yapıştım yakasına
- ehh be diyerek başladı küfürlere.. Napiyim **** dedi.. üşüdüm bir gece yaktım ısındım.
- beynimden vurulmuşa döndüm.. çıldırdım..
- sen dedim adam değilmişsin.. Beşiktaşlı hiç değilmişsin.. Sana da içkine de diyerek çıkarken kapıdan sordu..
- o sözü tutacak mıyım hala
- tutma dedim..iç iç geber.

Kızdım sonra kendime bir forma için mi yapmıştım bunları.. Hayır sadece bir forma değildi o.. O formada hatıralar vardı acılar vardı..28 yaşında bir çınardı o forma..ve Bir Beşiktaş forması yok olamazdı.

…………………………………………

Gece yarısı üç filan.. İstanbul boşalsa da bu Beyoğlu hiç dinmiyor be.. Kalabalıktan sıyrılıp vardım hastaneye..dile kolay tam 9 yıl oldu o olmalıydı.
Demlik bir hastane kokusu pek alışkın değilim bu havalara sıkıntı verir çoğu kez acının tazelenmesine. Hemşireye tarif ettim Doktor Uygar beyin hastasıydı galiba diyerekten..
-Evet dedi 1 saat önce hastanenin karşısında yatarken bulmuş doktor bey.. Içeri alıp ilgilendi bizzat.. şu odaya aldılar..siz burada bekleyin ben doktor beye haber veriyim

yok bekleyemezdim kızgınlığım geçmişti ve ne de olsa baba dediğim bir adamdı.. Içeri girdim.. Karnı şiş kir pas içinde yatıyordu bir yatakta.. Yaklaştım yanına.. Elini tutarak baba dedim ben geldim..gözler açıldı birden.. Evlat dedi.

Kalk dedim gidiyoruz bir iki kadeh atalım..yok dedi..
Belli konuş**ıyor iyice tüketmiş yılları yudum yudum seçiyor harfleri konuşmaya zorlarken kendinidikmiş gözleri havaya yüzüme doğru bakamıyor yine de. Dişlerini sıkarak çekti elini.. örtüye uzandı.. Bir eliyle kaldırmaya çıkarırken örtüyü omzunu geriye doğru çekti. Sımsıkı tuttuğu beyazlığı gösterdi bana.. Al dedi.. Ordaydı ellerinin arasındaydı forma..
- baba dedim sarıldım boynuna.. Neden ?dedim neden?..
- günnn..deee.. üç. Şaarrap yetm..e…di … be ev..lat

ne demekti bu..günde 3 şarabın yetmemesi.. Tamam ben demiştim ama yine de bulurdu sağdan soldan içerdi yine.. Bu olamazdı ki..

- nasıl?
- söö..zz verr..mişş..tim

Evet söz vermişti Beşiktaşlılık sözüydü o.. Ve bozulamazdı.. Yalan söylemişti bana ve sözü geri çektirmişti.. Daha çok içebilirdi.
Artık yıkılmıştı barajlar gözlerim dayanamadı daha fazla.. Elime uzandı..tüm gücüyle sıkmaya başladı. Gözleri açıktı hala ama belliydi..kalmamıştı direnci..
- Evlat dedi..beeen gidiiii..yorum.. Karı..mın yanı..na.. Oğlu..mun yanı..na.. Siya..hı yaşarken gör..düm.. şim..di beya..za doğ..ru gidi...yorum.. Beyaza…. Be…ya..za ………bey..a…za.
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

İyi kötü alıştığı bu ortamdan ayrılma düşüncesi keyfini kaçırmıştı. İtiraz etmekse anlamsızdı. Sigarasını yaktı. Karyolasının demirine yaslandı. Rutubet kokan bu yere ilk geldiği günü anımsadı. Geçmiş olsun sesleri bir kez daha kulaklarında yankılandı. Onu buraya sürükleyen neydi? Sadece düşünmüş ve yazmıştı.

Döndü eşyalarına şöyle bir baktı. Aslında alacak pek fazla şeyi yoktu. Bir iki gömlek bir eşofman bir kaç kitap. Bir de İsmail’in hediye ettiği siyah beyaz el emeği göz nuru bileklik.

Bir hüzün kaplamıştı koğuşu. Kasvet yüklüydü saatler. Hüzün kokuyordu veda sözcükleri. Ayrılık vaktiydi. Hayatından akıp giden dört yılı unutma vaktiydi. Sarılıp kucakladı dostları. Elveda dedi. Ağlayamadı.

Yola çıktılarında sabahın altısıydı. Mis gibi toprak kokuyordu tabiat. Ciğerleri zonkladı. Arabanın c******* dışarıyı izledi. Dört yıldır hasret kaldığı dünyasını. Görebiliyordu. Demir parmakların arkasından. Sesler işitiyordu zaman zaman. Mırıltılar arabalar atlar bisikletler. Gezintiye çıkmış insanlar çocuk kahkahaları. Sarmaş dolaş sevdalılar. Ardı ardına hızla kayboluyorlardı.

Zorunlu uzun bir yolculuktu bu. Ellerinde kelepçe bir yemek molası. Sonra bir sigara bitimince sohbet. Ardından yine yalnızlık kilometreler ve yine bilinen bir yöne doğru yolculuk başladı.

İzmir’e vardıklarında akş** oluyordu. Uzaktan görebiliyordu titreşen ışıkları.Cezaevinin bahçesinden içeri girdiklerinde titredi. Bir kapı açıldı ardına kadar. Bir kapı bir kapı daha. Son kapıdan geçtiğin de o bildik tanıdık nemli havayı hissetti ciğerlerinde. Tuhaf diye düşündü. Şehirler ayrı bölgeler ayrı. Ama kodesler her yerde aynı.

Bildik bir kalabalık vardı. Yine geçmiş olsun diyorlardı. Bir sigara uzandı çekti aldı. Ardından bir çay tabağını tuttu parmakları. Anlattı. Anlattı. Herkes yanı başında herkes etrafındaydı. Sonra onu gördü bir köşede yapayalnız. Üzerinde siyah beyaz çubuklu eski bir forma vardı. Aşina. Ona takıldı gözleri. Bakıştılar. Gözleriyle selamlaştılar. O bakışları yüreğinde hissetti. Bir dost bir arkadaş bir kardeş kadar sıcaktı. Ama bir tek o laf atmadı. Nedenini anlayamadı.

Ranzası koğuşun sonundaydı. Birkaç parça eşyasını yerleştirdi çabucak. İsmail’in verdiği siyah beyaz bilekliği taktı. Baş ucuna yine Beşiktaş posterini astı. Sağ yanında kartal amblemi sol yanında İnönü’nün resmi vardı. Bir gece maçında çekilen. Yine sızlamıştı sol yanı. Yine o hasret yüreğini yaktı. Yine herkes uyuyacak yine ışıklar kapanacak o her zaman olduğu gibi kilometrelerce öteden Beşiktaş’ı yaşayacaktı.

Düşlerle yaş** arası bir yerler de. Bir dokunuşla uyandı. Usulca gözlerini açtı baktı. O bakışlar şimdi yanı başındaydı. Sanki yıllardır tanıyor gibiydi. Sanki oldum olası akrabaydı. “Merhaba” dedi usulca. “Hoş geldin ağabey. Adım Metin”

Olduğu yerde doğruldu. “Hoş bulduk Metin bende Şeref memnun oldum” Bir yandan onunla konuşurken bir yandan yüzünü inceliyordu. Yirmi beş yaşlarında kumraloldukça zayıf ve çelimsiz bir çehresi vardı. Ama bakışları görünüşünün aksine insana yanında olmaktan güven veren bir dürüstlük bir onurlu duruşun tevazusunu taşıyordu.

Yüz ifadesine baktı. Dürüsttü. Dosttu. Beşiktaşlıydı. Uzun uzun konuştular. O gece yaşamlarında bir miladın başlangıcıydı sanki. Belki de bir efsanenin geri dönüşü. Sonra kan kardeş oldular.

Sohbetlerinin tamamıydı Beşiktaş. Bazen de el radyosundan dinledikleri maçlar ayrı bir haz katıyordu dostluklarına. Kaçıp giden şampiyonluklara birlikte ağladılar. Aylar günleri yıllar ayları tüketti. Transferler yapıldı kadrolar değişti. Onlar uzaktaydı. Ama Beşiktaş onlara bir nefes kadar yakındı. Bir de sık sık “kartal başlı gümüş bir yüzükten” söz ederdi Metin. Hayatta sahip olmayı istediği tek hediyeden.Bir arkadaşında görmüş bir daha da unutamamıştı.

O artık koğuşun Şeref ağabeyi olmuştu. Eski anılarını anlatırken çıt çıkmazdı koğuşta. Çay ocağının üzerinde kaynayan çaydanlığın hırıltısından başka. Masanın etrafına otururdu herkes. Eller çay bardağının ince belinde. Ağız ile çay tabağı mesafesi gidip gelirdi sadece. Kül tablasında kafa kafaya vermiş sigara izmaritleri giderek çoğalırdı. İçlerinden birinin tespihi fazla ses çıkardığında şöyle bir bakarlar sustururlardı. Bir tek Metin katılmazdı onlara. Ranzasının bir köşesine yaslanır bir yandan elindeki siyah beyaz tespihin taneleriyle oynar bir yandan gözleri duvardaki İnönü stadının resmine dalardı.

Hepsini severdi. Ama Metin’in yeri ayrıydı. Bu kadar dürüst bu kadar uysal bu kadar sessiz bir çocuk nasıl olurda hapse girmişti. Bu güne kadar ona hiç sormadı. Çayından aldığı son yudumun ardından usulca kalktı sandalyeden.Yanına sokuldu. Saçlarını karıştırdı. “Sen ne yaptın da buradasın be Metin bunu sana hiç sormadım bunca zamandır ama merakta etmedim anlamına gelmez bu” dedi yüksek sesle.

Şimdi koğuştaki herkes onlara bakıyordu. Yıllardır burada olmasına rağmen kimse hakkında bir şey bilmiyordu. Yutkundu önce bir. Boğazını temizledi. Anlatmaya başladı.

“Üniversiteye yeni başlamıştım. İlk yılımdı. Bir Pazar günü. Arkadaşlarla maça gidiyorduk. Maçımız İstanbul da ama deplasmandaydı. Stada yakın bir sokakta bir grup taraftarın saldırısına uğradık. Kavga çıktı. Biz sadece beş kişiydik Onlar belki on belki yirmi. Öldüresiye vuruyorlardı. O karambol de elimdeki Beşiktaş bayrağını çekti aldı birisi. Yırttı parçaladı yere attı. Tükürdü. Sonra üzerine basıp çiğnedi ve ardından işedi. Bir yandan kahkahayla gülüyor bir yandan “Ne işiniz var lan sizin maçta s… gidin buradan” diyorlardı. Gözüm döndü.Yaptığı hakaretlere daha fazla dayanamadım. Hırsla üzerine atladım. Yerden aldığım taşı hızla kafasına vurdum.Yere düştü. Hareketsiz öylece yatıyordu. Kafasının yanından ince bir kan şeridi yere doğru süzülüyordu. Diğerlerinin kaçtığını fark ettim. Yanımda her tarafı kanlar içinde kalmış arkadaşlarım vardı. Onlar da şaşırmış bir bana bir yerde yatana bakıyorlardı. Orda öylece kalakaldık. Sonra birbirimize kuvvetle sarıldığımızı hatırlıyorum ve polis arabasının acı sirenini buradayım işte” Gözleri dolmuştu. Ama ağlamıyordu.

Şeref sustu kaldı. Ne diyebilirdi ki? Anlattığı olay seneler önce yaşanmıştı. Ama ortalık hala sporun kardeşlik dostluk barış olduğunu anlamayanlarla doluydu. Dışarıda hala provokatörlüğe soyunmuş kuş beyinliler dolaşırken hala futbol uğruna canlara kıyılırken hala tribünlerde şiddet ve terör estirilirken ne diyebilirdi bu konuda? Geçmiş olsun demekten başka. Ateş düştüğü yeri yakıyor ölen öldüğünle kalıyor suçlu en büyük cezayı hapse girmekle değil gönül verdiği renklerin maçlarına gidememekle takımını tribünden destekleyememekle çekiyordu.

Bu hikayenin üzerinden iki yıl geçmişti. O günlerde ağır bir gribe yakalandı Metin. Sonra hastalığı zatüreye çevirdi. Günlerce ateşler içinde yattı. Gümüş yüzüğü sayıkladı. Ardından hastaneye kaldırdılar. Bir hafta ondan haber bekledi koğuş halkı. Şeref daha fazla dayanamadı. Tahliyesine üç ay vardı. Ceza evinin müdürüyle görüşüp resmi makamlardan onay alındıktan sonra refakatçi olarak yanında kaldı.

Bilinci yerinde olmadığı anlarda Beşiktaş’ın marşlarını dinletti ona. Eski tribün hikayelerini anlattı kulağına sabahlara dek. Üzerinde ki siyah beyaz eşofmanı örttüğü Beşiktaş battaniyesi ve kan kardeşi derdinin dermanı olmuştu. Zor da olsa iyileşmişti. Hastane odasında söz verdi ona. Şeref sözü. Hapisten çıkınca o çok istediği “kartal başlı gümüş yüzüğü” alacaktı.

Üç ay çabuk geçmişti. Hapisten çıkacağı gün yüreği hüzün doluydu. Sevinemiyordu. Hayatında ilk defa ağladı ve utanmadı. Belki de yılların birikimi olan göz yaşları onunla birlikte tahliye olmuşözgürlüğüne kavuşmuştu. Yüreğinden bir parçayı kardeşi kadar sevdiği Metini orada bırakıyordu. Kader sanki siyahla beyazı ayırıyordu. Son bir kez daha sarıldı. “Geleceğim sana istediğini alıp getireceğim” diyebildi.

Yolculuk boyunca dostlarını düşündü. Hapiste geçen senelerini. Kan kardeşini. Mola verdiklerinde bir sigara yaktı. Çakmağı ceketinin cebine koyarken bir kağıt parçasına değdi eli. Özenle iç içe konularak katlanmış paralar ve kısa bir not yanın da. “Canım ağabeyciğim. Bu yıllardır biriktirdiğim paranın tamamıdır. Gümüş yüzük için. Kardeşin Metin”

İstanbul’da yeni bir hayata başladı. Ailesiyle sevdikleriyle geçirdiği günler ve haftalar. Ardından İnönü stadı ve Beşiktaş’ıyla özlem dolu kavuşmanın mutluluğu. Ne olduğunu bile anlayamadan ayaklarının şiddetle sürükleyip götürdüğü deplasmanlar.Sonrasında bir gazeteden gelen teklif üzerine yazmaya başladığı hapishane anılarıyla dolu bir roman.

Farkına bile varmadan su gibi akıp giden koca iki yıl. Ancak son zamanlarda kabuslar görüyordu. Uykularını bölen kötü rüyalar. Karabasanlar. Sabahlara dek süren sinir bozucu sayıklamalar ve gecenin bir vakti yatağından kaldıran o ses. Giderek huzursuz olmaya başlamıştı. Neredeyse uyku bile uyuyamıyordu.

Ailesinin ısrarıyla gittiği psikiyatrisin verdiği ilaçlar bile fayda etmiyordu. Herkes yaşadığı bu durumu cezaevinde kalmasına bağlıyordu.

Yaz bitmiş sonbaharın sarı yüzü kendini göstermeye başlamıştı. Arka bahçeye dökülen kurumuş yaprakların rüzgarın etkisiyle hafiften oynaşarak ritmik hışırtılar çıkardığı yağmurlu bir ikindi vaktiydi.Odasına kapanmış bitmek üzere olan kitabının son rötuşlarını yapıyordu. Ani bir hisse kapılarak karşısındaki pencereye çevirdi bakışlarını. Sanki birisi durmuş kendisini izliyordu. Kalktı. Pencereyi açtı. Kafasını uzattı sağa sola baktı. Etrafta çiseleyen yağmur ve kurumuş ağaçların dallarından başka bir şey yoktu.

Artık kabuslar rahat vermiyordu. Giderek artmaya başlamıştı. O sesi duyuyordu sürekli. Onu çağırıyordu. Evet yanılmıyordu. O ses Metine aitti.. İki yıldır aramadığı kan kardeşi Metine.. Ter içinde uyandı.

Kendinden utandı. Söz vermişti ona sık sık ziyaretine gidecekti. Çok istediği “kartal başlıklı gümüş yüzüğü” götürecekti. Yüzük! Kütüphanesinde ki kitabın arasına koyduğu parayı hatırladı. Yerinden kalktı kitabı yerinden aldı. İşte oradaydı.

İzmir’e doğru yola çıktığında sabahın ilk ışıklarıydı. Heyecanlıydı. Elinde tuttuğu küçük pakete baktı. Sonra gülümseyerek ceketinin cebine koydu. Kim bilir nasıl sevinecekti onu görünce? Bu yüzüğe bayılacaktı. Özel olarak yaptırmıştı gümüşçüye. Geniş kocaman bir halkanın ortasında siyah kare bir zeminin içinde beyaz mineli bir kartal başı vardı. Tam istediği” gibi diye düşündü.

Terminalde bir taksiye bindi. Vakit geçirmek istemiyordu. Cezaevine geldiğinde kalbi hızla çarpmaya başladı. Bahçenin demir kapısı yanında nizamiye de bekleyen nöbetçiye bir şeyler söyledi. İçeri telefon edildi. Kimliğini bıraktı ziyaretçi kartını aldı. Basamaklara vardığında kalbi duracaktı. Müdür bey karşıladı onu kapıda. Sonra odasına geçtiler. Sıcak bir çayın eşliğinde eski günlerden söz ettiler.

Arkadaşlarını sordu. İki yılın ardından kimler gitmiş kimler gelmiş kimler tahliye olmuştu. Merak ediyordu. Ancak herkesten ayrıntıyla bahseden müdür söz Metine gelince konuyu değiştiriyorbakışlarını ondan kaçırıyordu. Daha fazla dayanamadı.

“Şeref bey nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Metin senin ardından ikinci kez zatüreye yakalandı. Ancak bu defa vücudu da beyni de iyileşmek için hiçbir çaba göstermedi. Hastalığı ilerledi. Sanki ölümü bekledi. Yapılan tedaviye yanıt vermedi. Kısa süre sonrada hastane de öldü”

Dünyası başına yıkılmıştı. Beyni acıyla uyuşmuş yüreğine bir ateş düşmüştü. Canı acıyordu. Şoktaydı. Çaresizlik umutların yerini almıştı. “Nerede nereye gömüldü?” diye sordu ağlayarak. “İstanbul’a vasiyeti üzerine ailesi İstanbul’a götürdü” dedi müdür bey. Küçük bir kağıda bir şeyler karaladı. Artık orada durmanın anlamı yoktu. Vakit kaybetmeden İstanbul’a geri döndü. Yıkılmıştı. Perişan olmuştu. Vefasızlık yapmış dostluğuna ihanet etmişti. Sahip çıkamamıştı işte kardeşine.

Kabristana geldiğinde ayakta duracak hali yoktu. Bekçiye elindeki kağıdı gösterdi. “Metin dedikardeşim yeri neresi?” Bekçi ona şöyle bir baktıktan sonra “Beyim sen iyi değilsin. Gel biraz dinlensonra birlikte varırız yanına” dedi. Hemen görmeliydi. “Hayır hemen lütfen”

Dar bir toprak yolda yürümeye başladılar. Etrafını göremiyordu gözleri. Bekçi bir şeyler söylüyor ama o zor anlıyordu. Son kelimeler beyninde takıldı kaldı. “ Beyim ne yapıp ettiysem rahmetlinin toprağını dikleyemedim. Ben düzeltiyorum o çöküyor. Babası da çok uğraştı. Fidan dikiyoruz çiçek ekiyoruz ama bir türlü tutmuyor”

Mezarın başına geldiğinde bekçinin dediği gibi içeri doğru göçüktü toprak. Üzerine kapandı. Dakikalarca ağladı. “Söz kardeşim bu kez sözümü tutacağım seni her gün görmeye geleceğim” diye hıçkırdı. Ceketini çıkardı. Bekçiyle birlikte toprağı doldurdu yükselti. Birkaç fidan dikti. Çiçek tohumu serpti. Saatlerce yanında kaldı. Bekçiye para verdi. “Ben her gün uğrayacağım ona iyi bakacaksın düzeltecek çiçekleri sulayacaksın baba. Söz ver bana” dedi.

O günden sonra da Metini her gece rüyasında görmeye devam etti. Sürekli ondan bir şey istiyordu. Elini uzatıyor tutacakken kayboluyordu. Ertesi gün onu ziyaretine gittiğinde mezarın toprağını göçmüş buluyordu. Ne yaparsa yapsın ne kadar uğraşırsa uğraşsın düzelmiyordu.

Vicdan azabı onu yiyip bitiriyor kendisinin sebep olduğunu düşünüyordu. Yine sakinleştirici kullanmaya başlamıştı. Her gece “Yalvarırım kardeşim bana yardımcı ol bu azaptan beni kurtar” diye sayıklayarak uykuya dalıyordu.

O gece yine rüyasına girmişti. Karşısında duruyor ona gülümsüyordu. Parmağını işaret ediyordu. Sıçradı. Nefes alamıyordu. Sonra telaşla yataktan fırladı. İzmir’e giderken ceketinin iç cebine koyduğu yüzüğü hatırladı. Anlamıştı.

Sabah kabristana geldiğinde gözlerine inanamadı. Ç** fidanları yeşermiş mezarın üstünde renkli çiçekler bitmişti. Ama öyle bir tanesi vardı ki içlerinde. Beyaz bembeyaz bir kardelendi. Kışı beklemeden vakitsiz açmıştı. Bekçi hayret dolu gözlerle bir mezara bir ona bakarken usulca dizlerinin üstüne çöktü. Kardelenin dibine küçük bir çukur kazdı. “Kartal başlı gümüş yüzüğün” üzerini toprakla örterken onun kulağına fısıldadı.

Yaşamla ölümü ayıran o ince çizgi siyahla beyazı ayıramaz ki..

Mine Soyer
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

-Solunla vur şu topa!
-Solumla vurdum zaten baba.
-Ben kör müyüm? Bir de utanmadan solumla vurdum diyorsun.
-Ama baba sağıma gelmişti.
-Sus! Hala yalan konuşuyor. Ben topu attığım yeri bilmiyorum sanki. Cin olmadan şeytan çarpmaya mı çalışıyorsun sen? Topu soluna doğru atıyorum sen sağın dışıyla vuruyorsun. Onu da nerden öğrendiysen.
-Ama baba solumla vurunca kötü gidiyor top.
-Vurmasını bilmediğinden. Sana elli kere gösterdim. Hala vuramıyorsun.
-Ama baba ben solak değilim ki!
-Solak değilsen sol ayağında mı yok?
-Vaar.
-Kullan o zaman onu.
-Tamam baba.

Ankara’da o gün maç yoktu. Çünkü maç olsa bu ikili sabah erkenden 19 Mayıs’a koşmuş olurlardı. Maçlar o zamanlar öğleyin oynanırdı. Futbol bugünkü kadar endüstriyelleşmemişti. Yani maç biletleri ucuzdu. İsteyen herkes maça giderdi. Stada girmek genelde zor olmuyordu. Bilet bulmak da. 3 büyüklerden birinin maçı değilse tabi. Onlar geldiği zaman sabah ezanı stadda dinlenirdi. Bilet kuyrukları geceden oluşturulurdu. Beşiktaş Ankara’ya gelmişse bu kuyrukda bu ikili de olurdu. Kalabalık sıklaştığı zaman Yusuf babasının omzuna çıkardı. İçeriye öyle girerlerdi.

Rasim Bey memurdu. Memuriyetine Ankara’da başlamış ve ertesi yıl oğlu dünyaya gelmişti. Gençliğinde top peşinden koşturmuş hatta alt liglerde oynamıştı Rasim Bey. O’nu seyredenler sağlam bir sağ bek olduğunu anlatırlardı. Ama futboldan ekmek yiyememiş memuriyete devam etmişti. Oğlu dünyaya gelince O’na Beşikataşlı Yusuf’un Yusuf Tunaoğlu’nun adını vermişti. Kendisi sağ bekti ama oğlu mutlaka ortasaha olacaktı. İki ayağını da kullanacaktı. Beşiktaş’ın zaten her daim bir sol açık sıkıntısı olmuştu.

Yusuf konuşmaya başlamadan Beşiktaş’la yürümeye başlamadan topla tanışmıştı. Ağzından hikaye kahramanlarının değil Metin-Ali-Feyyaz’ın isimleri dökülüyordu. O yıllar bu 3lünün yıllarıydı. Kaç kere stadda seyretmişti onları. Babası maçtan önce bütün Beşiktaşlı futbolcuları tanıtırdı Yusuf’a. 1-Bako 2-Recep 3-Mutlu 4-Gökhan 5-Ulvi 6-Zeki 7-Feyyaz 8-Rıza 9-Mehmet 10-Ali 11-Metin…İçlerinden en çok Metin’i överdi Rasim Bey. Sadece o değil bütün stad ‘Sarı Fırtına’yı hayranlıkla seyrederdi. Oğlunun da ‘Metin’ olmasını isterdi. O’na hep ‘Sakın sağ bek falan olayım deme. Sağ beke değil sol açığa adam lazım’ diyordu.

-Ne o Rasim? Sağ bek mi yetiştiriyorsun Beşiktaş’a?

Komşuları Rasim Bey’e sık sık takılırlardı. O’nun oğlu top oynarken yaşadığı heyecanla dalga geçer gibiydiler. Yusuf’un futbolcu olabilme ihtimali yoktu onlara göre.

-Hee sağ bek yetiştiriyorum.
-Aman diyim Rasim. Sizin takıma bir tane takoz yeter.
-3 yıldır takozla kazmayla şampiyon biz oluyoruz ama.
-Bu yıl siz olamayacaksınız ama.
-3 hafta kaldı. Hile hurda yapmazsanız 4lüycez kupaları.
-Ne hilesi be Rasim? Ne zaman gördün Galatasaray’ın şikesini?
-Malatyalılara sormak lazım onu.
…


92-93 sezonunun son haftası. Beşiktaş İstanbul’da Gençlerbirliği’ni 4-1; Galatasaray ise Ankara’da Ankaragücü’nü 8-0 yenmiş averajla şampiyonluğu kazanmıştı. Rasim Bey sinirli ve üzgündü. ‘Rengi bozuklar’ diyordu. Yusuf ilk kez Beşiktaş’ın şampiyon olamadığı bir sezon görmüştü. Ama henüz kazanmayı ya da kaybetmeyi anlayamamıştı.


Tarih: 09 Temmuz 2011
Bir gazetenin spor sayfasının manşeti:

BEŞİKTAŞ SAĞINI KAPATTI!!!
Transferin en çok konuşulan ismi Yusuf Beşiktaş’a 3 yıllık imza attı. Gençlerbirliği’nde gösterdiği başarılı performansla milli takıma kadar yükselen sağ kanat savunmacısı 2 numaralı formayı sırtına geçirdi ve ‘Artık hayallerimin takımındayım. Doğduğumda babamın sırtıma geçirdiği bu formada ismimin yazmasından çok mutluyum’ dedi…


Yusuf babasının istediği gibi sol açık olamamıştı. Hatta babasının hiç istememesine rağmen sağ bek olmuştu. Takoz Recep’in 2 numarasını giymişti. Rasim Bey Yusuf’u Gençlerbirliği’nin altyapısına yazdırdığı gün kayıt formuna oyuncu mevkii olarak ortasaha yazmıştı. Yusuf o gün bir antreman maçına çıkmış ilk yarı ortasaha oynamış 2. Yarı ise sağ beke çekilmişti. Antrenörler maçtan sonra kayıt formunda düzeltme yaptılar. Ortasahayı çizip yerine sağ kanat-defans yazdılar. O günden sonra da minik takım yıldız takım genç takım paf takım derken Gençlerbirliği’nin A takımına kadar yükselmişti. İlk maçına çıkarken hocasının verdiği 2 numarayı tam 13 sene giymişti. 23 yaşına geldiğinde ise milli takımın ve Beşiktaş’ın sağ bekiydi artık.


Tarih:25 Mayıs 2012
Bir gazetenin spor sayfasının manşeti:

KARTAL SON DARBE İÇİN HAZIR!!!
Ligin bitimine 2 maç kala şampiyonluk yolundaki tek rakibi Galatasaray’ın 1 puan önünde olan Beşiktaş bu akş** İnönü’de rakibini devirirse şampiyonluk turunu atacak…


…Türkiye nefesini tuttu bu yarışın son düzlüğünü bekliyor. Takımlar top ve kale seçiminin ardından hakemin başlama düdüğünü bekliyor. Tribünlerdeki Beşiktaşlılar şampiyonluk için sabırsızlanıyorlar…

Radyodaki sesin sahibi Ercan Taner’di. Yusuf küçüklüğünde maçları O’nun anlatmasını isterdi hep. O anlatırken maçı gözünün önüne getirebiliyordu. Evlerde kahvelerde barlarda sokaklarda… yani Türkiye’nin her yerinde hayat durmuştu. Her yerinde…



…70. Dakikadan artık yavaş yavaş çıkıyoruz. Golsüz eşitsizlik devam ediyor. İki takım da kontrollü oyununa devam ediyor. Galatasaray mutlak kazanmak zorunda. Bu dakikadan sonra daha açık bir oyun sergileyebilirler…

Yusuf ve sahadaki diğer 21 oyuncu sağlam bir mücadele içindeydiler. Gol pozisyonu yok denecek kadar azdı maçta. Sadece duran toplarda bir iki kez heyecan yaşanmıştı o kadar. Yusuf sağ kanadı tamamen tıkamıştı. Pek fazla ileri çıkmıyordu. Ne organize ataklarda ne de duran toplarda. Hızlı olduğu için geride hep O kalıyordu. Zaten profesyonel kariyerinde sadece 3 golü vardı.

…Maçta normal sürede son 10 dakika. Artık yenecek ya da atılacak 1 gol bütün sezonun kaderini çizecek. Tribünlerde meşaleleri yakmaya başladı Beşiktaş taraftarı. Şampiyonluk şarkıları söyleniyor İnönü’de…

Yusuf aynı maçı bundan 8 sene önce de yaş**ıştı. 2002-2003 sezonunun sonunda yine böyle bir senaryo vardı. Gülen taraf Sergen’in golüne sevinenler olmuştu. Ama bu kez maç çok daha sıkı oluyordu. Beşiktaş tamamen kapanmaya başlamış ilerde tek forvet bırakmıştı. Beraberlik son haftaya bırakacaktı işi ama kaybetmek her şeyi bitirecekti.

…İbrahim Akın. İbrahim kaleye vurduuuu!!! Korner. Savunmaya çarpan top Galatasaray kalesinde tehlike yarattı. Dakika 85. Sağ taraftan köşe vuruşu kullanacak Beşiktaş. 246 kişiyle geldi Beşiktaş. Köşe vuruşunu İbrahim Akın kullanıyor. İbrahim penaltı noktasına inen top savunma vurdu kafayıgelişine bir vuruuuş!!! Gooooooooollll!!!. Goooool!!! Gol Gol Goool!!! Yusuf attı. Yok böyle bir gol. Şampiyonluğu getiren gol. Topun gelişine sol ayağının içiyle mükemmel vurdu o kalabalıktan geçen top direğin içine vurdu ve ağlara gitti. Harika vurdu harika. Beşiktaş’ın sağ beki soluyla şampiyonluğu getirdi. İnönü yıkılıyor Dolmabahçe yıkılıyor İstanbul tüm Türkiye yıkılıyor.

Soluyla vurmuştu Yusuf. Tam Rasim Bey’in gösterdiği gibi yapmıştı. Top yere değdiği anda basmıştı plaseyi. Hafif sağına doğru esneyerek vurmuştu. Deniz tarafındaki fileleri ilk kez havalandırmıştı hayatında. Golün sevincini yaşamak için kapalı tribüne doğru koşmaya başlamıştı ki yakaladı takım arkadaşları. Bir anda yere yatırıp üstüne atladılar. 10 kişinin altında kalmıştı Yusuf. Ama acı hissetmiyordu. Hissettiği tek şey gururdu. Babasının sözünü yerine getirmişti. Gözündeki yaşların sebebi belki de buydu.

…Dolmabahçe’de nefes almak artık çok zor. Kalp atışları zirvede. Hakemin bitiş düdüğünü bekliyor onbinler. Stadda onbinler dışarıda milyonlar. 90+3deyiz artık. Hakem her an Beşiktaş’ın şampiyonluğunu ilan edebilir. Herkes omuz omuza. Ve maç bitiyor. 2011-2012 sezonu şampiyonu Beşiktaş. Tebrikler Beşiktaş…

İki kere seviniyordu Yusuf. Hem taraftar olarak hem de futbolcu olarak. Kutlamalar sevinç gözyaşları stada uzunca bir süre devam etti. Futbolcular tek tek alkışlandı. Şampiyonluğa emek veren herkesi taraftar bağrına bastı. Ülkenin dört bir yanında Beşiktaşlılar sokağa aktı. Staddan çıkan futbolcular ise bir gece kulübünde aldılar soluğu. Tüm kanallar canlı yayınla eğlenceyi ekranlara taşıdı.

…
-Şimdi eğlencenin doruğa çıktığı gece kulübünde bulunan arkadaşımız Onur’a bağlanıyoruz. Evet Onur. Gördüğümüz kadarıyla orada müthiş bir coşku var. Bize orada olup bitenleri anlatır mısın?
-Gerçekten de burada coşkudan öte şeyler var. Ligin bitimine 1 hafta kala şampiyonluğunu ilan eden futbolcular teknik kadro ve yönetim zafer sarhoşu olmuş durumda. Herkes burada ama bir tek eksik var. O da bu gecenin kahramanı Yusuf. Yöneticilere sorduğumuzda Yusuf’un kendilerinden izin aldığını çok daha önemli bir işinin olduğunu söylediler…

Çok daha önemli bir iş? Evet. Yusuf babasının yanına gidiyordu. Beşiktaş aşığı olan Rasim Beyoğlunun da formasını giydiği takımının şampiyonluk maçına gelmemişti. Şimdi Yusuf O’na gidiyordu. Arabasında dinlediği radyodan arkadaşlarının eğlencenin doruğunda olduğunu öğrenmişti. Sonra hafif müzik yayını başladı. Sesi biraz daha açtı. Arabada yalnızdı ama yine de ağladığını gizlemeye çalışıyordu. Çünkü ‘Erkek adam ağlamazdı’.

2 saat sonra Ankara sınırına girmişti. Şehir çoktan uyumuştu. Rasim Bey şehrin biraz dışındaydı. Çok komşusu vardı. Hatta şehrin en kalabalık yeri belki de O’nun olduğu yerdi. Yusuf babasına yaklaştıkça ‘Solumla vurdum. Bu sefer gerçekten solumla vurdum’ diyordu. ‘Ödevimi gerçekten bitirdim baba’ der gibiydi sanki. Hatta bu sefer takdir de almıştı. Belgeyi bir hafta sonra havaya kaldıracaktı.

Arabasını yolun sağına bıraktı. Farları kontrol etti ve arabadan indi. Kumandayla değil anahtarla kilitledi kapıları. Sonra tekrar açtı. Arka kapıyı açıp maçta giydiği formasını aldı. Kapıları bir kez daha kilitledi. O tüm bunları yaparken güvenlik görevlisi de yanına gelmişti. Yusuf’la göz göze geldiler. Elindeki fenerin aydınlığında O’nu kolayca tanıdı. Bir an söyleyecek bir şeyler aradı. ‘Hoşgeldiniz’ dedi. Yusuf belli belirsiz başını salladı. Omzuna eliyle dokundu ve içeri girdi. Babası her zamanki yerindeydi. Hafif aydınlıkta Rasim Bey’i buldu. Akıtacak pek fazla gözyaşı kalmamıştı. Formasını sıktı. Terini hissetti. Yatıyordu babası. Yanına iyice yaklaştı. Söyleyecek pek de fazla bir sözü yoktu. Onca yolu bir kaç kelime için gelmişti. Dudaklarından kendiliğinden döküldü o sözler.

-Solumla vurdum baba. Tıpkı senin gösterdiğin gibi yaptım. Gelişine vurdum hem de. Senin istediğin gibi. Solak değilim hala ama solumu kullanabiliyorum baba. Gerçekten. Şampiyon olduk hem de. Galatasaray’ı İnönü’de yendik. Görsen ne kadar sevindirdik taraftarı. Sen de sevindin değil mi baba? Benimle gurur duydun değil mi baba? Seyretseydin beni sen de alkışlardın. Senin istediğin gibi bir orta saha olamadım ama çok iyi bir sağ bek oldum. Tıpkı senin gibi. Senin gibi ben de 2 numara giydim. Bak sana formamı getirdim baba. Haftaya kupayı da alacağız. Ben senin ismini yazdıracağım formama. İnönü’de sen şeref turu atacaksın.

Söylemek istediği belki başka şeylerde vardı Yusuf’un. Ama sözün bittiği noktaya gelmişti. Rasim Bey’in yanına uzandı. Kulağına fısıldamaya devam etti.

Sabah olduğunun farkına vardığında hemen kalktı. Güvenlik görevlisi radyoyu açmış sabah haberlerini dinliyordu. Yine Yusuf’tan bahsediyorlardı. Ama Yusuf bunu duyabilecek durumda değildi. Dalmış bir gül ağacını seyrediyordu. Beyaz açmıştı gül. Beyaz?

-Usta bakar mısın bi?

Güvenliğe seslenmişti.

-Geliyorum Yusuf Bey…Buyurun bir isteğiniz mi var?
-Yok. Bir şey soracaktım ben sana.
-Tabi buyurun.
-Bu gül ağacı kırmızı açmaz mıydı?
-Evet.
-Ama şimdi beyaz açmış.
-Allah Allah. Olacak iş değil!

Yusuf bir süre daha baktı güle. Neden sonra radyoyu fark etti. Güvenlik görevlisine döndü…

-Akş** maçı dinledin mi?
-Evet. Tebrik ederim sizi de. Anladığım kadarıyla çok güzel bir gol attınız. Bizim oğlan da…
-Sesi böyle açık mıydı yine?
-Evet açıktı. Sürekli orada duramıyorum. Dolaşırken sesini duymak için açmıştım.

Yusuf görevlinin son kelimelerini duymamıştı bile. Babasının mezarının başına tekrar çöktü. ‘Duydun de mi baba sen de? Dinledin sen de maçı. Kapalı siyah derken sen de yeni açıkla birlikte BEYAZ dedin de mi baba?

Mezarlık görevlisi olanları anlamıştı. Gözyaşlarını tutamadı. Sessizce uzaklaştı oradan. Baba-oğul sarmaş dolaştı yine. Tıpkı bir golü kutlar gibiydiler. Kulübesine girdi. Uzaktan onları seyretmeye devam etti. Yusuf bir şeyler söylüyordu halen ama duyamıyordu. Derken Yusuf bağırmaya başladı.

-SİYAAAAAAAAAHHHH!!!
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Benden seni anlatmamı isteselerdi;

Önce bir yürek çizerdim kocaman. Sonra içine bir dünyayı sığdırabilirdim. O sınırsız sevgi deryasında taşar sular seller olurdun. Irmaklar olurdun pınarında çağlayan. Yatağına sığmaz taşar taşardın. Yüreğindeki vefa seviyesinden.

Benden seni yazmamı isteselerdi;

Sabahlara kadar yazardım. Ama ne kelimeler yeterli kalırdı. Ne noktalı virgüller. Çünkü anne sevgisi kadar kutsal olan bu sevdan. Karşılıksız çıkarsız. Kayıtsız şartsız. Öylesine saf öylesine duruöylesine berrak ki. Her türlü cefaya göğüs verirdin. Annenin ak sütü kadar helalinden.

Benden seni çizmemi isteselerdi;

Beyazın üzerine siyahı çizerdim. Bilirdim en karanlık günlerinde dahi bu yola her pahasına baş koyduğunu. Bilirdim kabusların ardında korkusuz tek yürek olduğunu. Asla pes etmezdin bilirdim. Tıka basa yola çıkarken gemi Beşiktaş iskelesinden.

Benden sana beste yapmamı isteselerdi;

Önce seni dinlerdim Kapalıdan açıktan. Alayına giderken kürdili hicazkar mak*******. En güzel güfteleri yazan da en anlamlı besteleri söyleyen de sen. Bir elin parmakları kadardı oysa sayınız.Rakip stadları Kartal gol gol diye inletirken.

Benden seni kıyaslamamı isteselerdi;

Aramazdım. Bir eşini daha bulamazdım milyonların içinden. Her türlü güzelliğin yanında her türlü çirkinliğin karşısında sen. Nasılda pırıldardı gözlerin. Ağaçlı yoldan mabedinin kollarına koşarken. Beşiktaşlı olmasam. Anlayamazdım.Bir dost bir arkadaş bir anne kadar sevecen alnından öperken. Beşiktaşlı olmasam. Böylesine içten ağlayamazdım.

Ölesiye sevmek nedir deseler bana;

Önce seni söylerdim. Tribündeki yerini koşulsuz dolduran. Yağmuru çamuru yazı kışı senin yüreğinde tadardım. Dört mevsim sevdiğinin yanında o’dur. Sahadaki Beşiktaş’a gönül bağını haykırırdım sonra. İşte derdim onun bakış açısı budur.

Beşiktaşlı olunmaz.

Beşiktaşlı doğulur.
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

"Pascal ile bara gidiyoruz"

Turkcell Süper Ligi baslamisken ortada birçok yazilacak konu varken nereden çikti bu Pascal Nouma yazisi demeyin lütfen. Ingiltere'den Emre Aytekin'in gönderdigi aniyi okurken Türk Futbolu'nun gelmis geçmis en farkli kisiliginiInönü'nün çimlerini midesine götüren taraftarlari discoya götüren Pascal Nouma'yi hem daha çok sevecek hem de kendinizi ayni barin bistrosunda hissedeceksiniz.
Öncelikle kendimi tanitayim biraz. Ben 5 yildan beri Londra’da yasiyorum. Grafik tasarimcisiyim Izmirliyim ve tam bir futbol tutkunuyum. Zamaninda Galatasaray ve Fenerbahce için forma esorfman taraftar aksesuarlari tasarimlari filan yaptim. Birçok kez spor spikerligi icin basvurmadigim TV kanali kalmadi. Simdi ise Londra’da iyi kötü yasiyorum.
Gelelim benim anima...
Londra’da bes yildizli bir otelde 2 yil kadar barmenlik yaptim. Otelin ismi Selsdon Park Hotel. Burasi Londra’nin güney semtinin en eski ve en ünlü oteli. Ayrica Crystal Palace futbol takiminin da yabanci futbolculari barindirdigi yer. Crystal Palace ile maç yapan bütün takimlar bu otele geliyorlar. Ben de bu sayede Crystal Palace ile mac yapan birçok takimin futbolculariyla sohbet etme ve de imzali formalarini alma firsatim oldu. Içlerinden en önemlileri Guus Hiddink Graeme Souness Brad Friedel Alan Shearer gibi.
Ama hatirladikça tüylerimi diken diken tanisma olayini ise geçen sene Agustos ayinda yasadim.
O zaman herkes otelde kalan siyahi futbolcuyu konusuyor. Neymis Crystal Palace denemek için getirmis oteldeki bütün güzel kizlara asiliyormus. Ben bu söylenenleri pek dikkate almamistim çünkü pek sevdigim takim degildir Crystal Palace.
Bir gün barda servis yapiyorum garip kiyafetli bir adam bara geldi. Kafasinda kirmizi bir sapka kirmizi bir kemer ve de kirmizi Reebok marka ayakkabi giymis siyahi bir eleman. Dedim ki kendi kendime kesin bu eleman o bahsettikleri futbolcu. Benden içki istedi kötü bir Ingilizce ile. O sirada ben içkiyi doldururken yakamdaki ismime dikkatle bakiyordu. Bende biraz rahatsiz oldum ve de kafami kaldirdim ters bir sekilde. Bir de ne göreyim tanidik bir yüz. Sonra birden gülümseyerek ve kollarini açarak bana aynen söyle dedi:
“Emre kardesim..."
Ben sok oldum adam beni barin öteki tarafindan kucakladi resmen. Karsimdaki kisi Pascal Nouma idi. Biranin parasini ödemek istedi ben kesinlikle olmaz dedim. Sonra basladik muhabbete. Ama o ne guzel Turkçe öyle söyledigi her seyi kelimesi kelimesine anladim. Bir de bir güzel küfürler ediyor yerlere yatarsaniz gülmekten. O an fazla durmadi oradayarin gene gelcem dedi sakin gazetecileri çagirma diye de espri yapti.

Ertesi gün ben gene barda calisiyorum. Barin kapisinin önünde bagiran bir ses duydum Emre buraya yumruk havaya diye. Ben resmen sok olmustum koskocaman bir otelde Türkce tezahürat yapan birini ilk kez duydum hem de benim ismimi söyleyerek. O an attigim havayi düsünemezsiniz. Neyse bara oturdu ona güzel bir yemek siparisi verdim bes kurus para almadi. Bana birçok sey anlatti. Fenerbahce maçinda yaptigi hareketin sebebini anlatti taninmis mankenlerle olan iliskilerini Türkiye’de ünlü ne kadar futbolcu manken is adami varsa onlarin bütün bilinmeyen taraflarini anlatti. Anlattiklari hiç de abarti gelmedi. Hepsi de inandirici seylerdi. Ama en çok anlattigi sey bir türlü unutamadigi Beşiktaş taraftari en yakin arkadasi Ahmet Dursun sürekli gittigi kelle paça çorbacisi ve de Çagla Sikel...

Ama maalesef Crystal Palace takimi onu begenmedi ve ertesi gün ülkesine gitmek için otelden ayrildi. Otelden ayrilmadan once beni resepsiyondan aradilar burada seni birisi görmek istiyor diye. Kostüm gittim baktim Pascal Nouma karsimda gene bagiriyordu. Size yemin ediyorum soyle diyordu: Fransa’da dogdu Beşiktaşlı oldu helal olsun sana PASCAL NOUMA PASCAL NOUMA...

Sonra bir Türk gibi sarildik öpüstük ve vedalastik...

Gerçekten de anlatildigi gibi deli bir adamdi ama tam bir Türk gibiydi... Konusmasi her bes dakikada bir bana kardesim demesi bilinen küfürleri ve argo laflari sürekli söylemesi beni gerçekten cok sasirtmisti...

(Bu makale yazarin superspor.com'a özel olarak yazmis oldugu bir yazidir. Kesinlikle herhangi bir basin-yayin organindan alinti degildir.)
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Genç çocuk özlemle hasretle sevgi ile içinde beslediği yerdeydi; mabeddeydi.Çocuk herzaman ki gibi üzerinde siyah beyaz forması ve aksesuarları ile koşarak Mabedde geldi..Mabedin etrafında biraz düşünmeye başladı. Sonra bir kenara oturup sigarasını içti.Aklında yüreğinde herzaman ki gibi Beşiktaşk'ı vardı.Hayatının en sevdiği siyah beyaz formasına sarılarak soğuktan ısınmaya çalıştı.Bembeyaz simsiyah formasını sanki ömründe ilkez görüyor gibiydi.Buram buram kokluyordu sevgsini kokluyor aşkını kokluyor en önemlisi de özlemle hasretle kokluyordu.Çevresindeki aynı ruhlu insanların üzerleride siyah beyazdı.Sanki o formaya bakınca çocuk ağlıyor gibiydi.Çocuk aşkla baktığı siyah beyaz forma ile sanki konuşuyordu.Sanki forma ona neden ağlıyorsun diyordu.Bak ben ne kadar mutluyum der gibiydi.Bir süre sonra çocuk tekrar içeriye girmek için sıraya girer içeriye girer.Yine içerde bakar sevdiğini aşkını sevdasını göreceği için kalbi yine gümbür gümbür atmaya başladı.Ne zaman oraya gelse onu izlese onu onla yaşarken her zaman aynı şekilde kalbi sanki yerinden çıkacak gibiydi.Yıllarca o ruh ile sevmesine rağmen aradaki mesafeler sevgisinden sevdasından ruhundan hiçbir şey kaybetmemiştir.Onu hiçbirşey Beşiktaş'ından ayıramadı ayıramazda.Ne hasret ne ayrılık ne engel olduğu mesafeler ve nede ölüm....
Neyse çocuk dışarı çıktı birşeyleri unutmuştu sanki etrafa bakınığ durdu.Ama geç kaldığının farkına vardı.Çocuk telaşla saatine baktı.İçerde maç başlamıştı..Sevdiğine geç kalmıştı 5 dakka da olsa.Çocuk öyle tutkulu sevdiği Beşiktaş'ı bekletmemet için saatler önce koşarak gelmişti.Onu 24 saat önceden beklemeyi bile seviyordu.Ama sevdiği çocuğu bukez üzmüştü.Bu maçı nasıl kaybederiz diye içinden mırıldanıyordu içi sızlıyordu ve bir süre sonra toparlanarak derki; Herkezin bir kusuru vardır olabilir bitmesin dertler diye söylendi.Ve yine gözlerinin önündeki siyah beyaz renklere dikti.Tıpkı okyanusun sonu yok gibi tıpkı sevdiği renklere karşı olan aşkı gibi Beşiktaş sevgsinin sonu yoktu.Sonsuzluğa uzanıyordu ona olan sevgisi.Gözleri hala yaşlıydı.Bir türlü sinderemiyordu o havayı.Forma sanki ona tekrar konuşur gibiydi.Herşey bu kadar güzelken neden ağlıyorsun ki.Sen hasretin için özlemin aşkın için buraya gelmedin mi?Çocuk da burkuk bir şekilde evet der gibiydi.Çocuk yavaş yavaş dışarı çıkmaya başladı.Hava soğuktu titriyordu Çocuğu gören bir abisi gel kartal yürekli dedi.Omuzunu elini atarak al bu atkıyı dedi.Çocuk atkıya baktı ilk önce hayatının renkleri o atkının üzerindeydi ve hemen boynuna sararak ısıtacaktı ve takarken sanki atkı ile kucaklaşıyor gibiydi.Tekrar saatine baktı keşke bu zaman geçmeseydi doya doya izlesem diye düşünmekteydi.Sevdiğini yine özlemişti hemde çok..Sanki hergün mabedde buluşup sözleşiyorlardı..Aynı ruhtaki insanların üzerindekji siyah beyaz renkler onu gördüğü zaman birşeyler anlatmak dinletmek istiyordu.Bİrbirlerine bakarak sarılıyor ve sevgisini gideriyordu..Çocuk der onsuz hayat yaşanmaz ki.Ben ölsem o ölse bile devamlı Beşiktaş aşkı benimle yaşar diyordu.Basını eğerek gözlerini yere doğru baktı..Gözyaşlarını kimseye göstermek istemiyordu.Zaten nedense etrafındakilerde ona deli gibi bakıyorlardı.Rahatsız olmaya başladı üzerine bakan gözlerden.Gözlerini kapattı saate baktı ve saatin geçtiğinin farkına vardı ilerledi ve dayanamadı tekrar o sevdiği mabedine geri döndü.Sevdiğini tekrar izlemek istiyordu.Dayanamıyordu kalbi duracak gibiydi.Gözlerden bir damla yaş aktı çocuk sevdiği siyah beyaz renkli
formasına ..En iyisi ben formam ile konuşayımç.Çocuk etrafa birden baktı sevdiği forma ile konuşmaya başlamıştı ve bir süre sonra gitmeye karar vermişti artık.Onun sevgisine olan aşkı ve sevgisi onunla beraber gelmişti.
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

7 yaşındaki çoçuğa ''Büyüyünce ne olacaksın?'' diye sorduğumda ''Beşiktaş Başkanı Olacağım.'' abi diye aldığım cevaptır belki de Beşiktaş..
Arkadaşımla eve gittiğimde kapıyı açan kardeşinin bana ''Hangi takımlısın?'' diye sormasıdır kimi zaman..
El ele vermektir kimi zaman Beşiktaş..
Gidemediğin maçlarda ruhunu kapalıda ''hissetmektir'' çoğu an..
3-5 arkadaş toplandığında ''Beşiktaş'ım Sen Çok Yaşa'' yı söyleyebilmektir belki de..
Devriyenin en sık atıldığı cumartesi gününe aldırış etmeden elde spreylerle semtin dört bir yanını çArşı diye donatmaktır belkide..
Bir bestedir kimi zaman.. Yalnız kaldığında söylediğin..
Bir hırstır sessizce yüreğinde karşılıklı ''Beşiktaşım benim-Biricik sevgilim'' i söylediğinde yumruklarını sıkmaktır kimi zaman..
Sevginin inada dökülüşüdür kimi zaman..
Küçükken en büyük Beşiktaş yerine fener demeniz için zorlanırken yediğiniz dayaktan sonra ''SöyLe Lan!'' dediklerinde yediğinin iki katı dayağı göze alarak ''Beşiktaş ulaaan!'' diyebilmektir belkide..
Ama AŞK'tır çoğu zaman..
6-0 yenildikten sonra dalga geçenlere aldırış etmeden eve çıkıp camdan aşağı Beşiktaş bayrağını dalgalandırmak formanı giyip dışarı çıkmaktır belkide..
Takımın lige havlu attığında yada akıl almaz bir yağmur yağdığında ''Manyak mısın Lan ne işin var maçta?'' diyenlere ''AŞIĞIM ULAN!'' diye bilmektir kimi zaman..
Yaşamaktır çoğu zaman hayatının her parçasında Beşiktaş'ını..
Yaşatmaktır her zaman varolduğun müddetçe varolduğun her yerde Beşiktaşlılık onurunu ruhunu!..
Sevmektir her zaman! Karşılık beklemeden delice!..
Siyahın mateminde kaybolmak
beyazda umuda yol almak..
İlk AŞKtır beLkide..
Küçük bir kaza geçirip hastaneye kaldırıldığınızda ayıldıktan yarım saat sonra sorulan ''Bir şey ister misin?'' sorusuna.. ''BEŞİKTAŞ BATTANİYEMİ GETİRİN!'' demektir belkide..
Abinize verdiğiniz bir sözdür kimi zaman Beşiktaş..
Ağlamaktır kimi zaman.. ağlamanın faydası olmadığını bile bile çocuk gibi ağlamak!..
Rıza hocamıza yapılan terbiyesizlikte ''Hepimiz Kapıcıyız''
Pascal'ımıza yapılan saygısızlıkta ''Hepimiz Zenciyiz'' diyerek bütünleşmektir belkide..
Ertesi gün okula gideceğini düşünmeden gecenin bir köründe pankart hazırlamaktır Beşiktaş'ına belkide..
Mahallende ''Beşiktaşlı'' diye hitap edilmesidir kimi zaman..
Kültürdür her zaman..
Doğduğunda kulağına Beşiktaş diye fısıldayan abinin kültürünü aktarmak için yeni doğan yeğeninin kulağına fısıldamaktır ''BEŞİKTAŞ'' diye..!
Hepsinden öte geçen gece yanımda yatan abim hafif yatakta dönüp homurdandığında kulağına Siyah! diye fısıldadıktan sonra yüreğinden gelen sesi dışa döküp Beyaz! demesidir Beşiktaş!..
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Kaf dağlarının doruklarında onların Anka bizim ise Kara Kartal dediğimiz bir kuş yaşardı.
Ne en güçlüsüydü nede en zayıfıydı kainatınonu ayakta tutan hiç bitmeyen uçma arzusuydu ve liderlerinin dirayeti.Bu dağların ve ormanın kralı bu kuş klanının lideriydi.Bütün canlı alemi saygı gösterirdi bu lidere ve onun nazarında bu topluluga.

Zora düşenin yanındaydılar.Sıkışanbunalanarasında kavga eden onlara sığınır ve onların adeletine güvenirdi.Hak etmedikleri hiçbirşeye tenezzül etmezlerdi."Edit" oyunlarla hayvan olimpiyatlarında birinci olmak yerineonurlarına ve terbiyelerine leke sürülmesin diye şerefli ikinciliği yeğ tutarlardı.

Onlardan biri olmak grur verirdiyürüyüşünü değiştirir ve karşısındakine güven aşılardı.Bir arada yaşarlar ama yalnız uçarlardı.Dünyanın etrafına ne kadar cok yayılırlarsadünyaya o kadar çok yardım edebilerdi.Onların geldiğini gören çakallar siner ve saklanacak yer ararlardı.Onların olduğu yerlerde çakallara yer yoktu.Ve diş biliyordu çakallar onları alt etmek için.

Çakal bu yadüşünmüştü yine bir hinlik.Mutlaka alt etmeliydi onlarıama buna ne gücü yeterdi nede bunu yapabilecek ve onları karşısına alacak cesareti vardı.Başka birşey bulmalıydı ve maalesef de buldu yine bir çakallık.Onları onlara kırdıracaktı.Şimşek adında saf ama kibirli biri vardı bu klanda ve klanın soylularındaydı.Klanı artık o yonetmek istiyordu.Hiçkimse büyük liderler geleneğine yakıştırmıyordu onun isminiişte bu yüzden çakalla pazarlık yapmaktan başka çaresi yoktu.Çakalın hinliği onunda serveti vardı.Beraberce yaptılar çakallıklarınıbüyük liderler gitmişti.Artık şimşek yönetiyordu klanı ve cebinde çakala olan minnet borcu vardı.

Çakal buya yine düşündü bir hinlikonları borçlandırmalıydıborç almaya alışan emir almaya da alışırdı.Şimsek’in minnet borcuna maddi borçlarda eklenmişti.ArtıkÇakalın ağzından klanı yönetiyordu Şimşek.Klan huzursuzlansa da yapacak birşeyi yoktuisyan edenlerin başı kopartılıyorduborç yükünün altında eziliyorlardı.Maskarası olmuştu dünyanın Kara Kartallargeçmişte sinenler ve saklananlarvarlığından kimsenin haberi olmadığı türler bile diş geçirmeye çalışıyordu artık onlara.

Onurlu Kara Kartallar herşeyi göze alarakbüyük bir isyan başlattıartık dayanamıyorlardı.Babalarının ve dedelerinin mirasına sahip çıkıyorlardı ama kardeş kardeşe vuruyordu.Çakallar ise sessizce ve pis pis sırıtarak izliyorlardı olanlarıkim kazanırsa kazansın klan artık kaybetmişti.Kardeşini kesenlerin adeletine artık hiçkimse güvenemezdi.

Ve herkes gibi oldu Kara Kartallar geçmişleri unutuldubirbirlerine yaptıkları zulumlerle hatırlanır oldular.Herkesin güvendiği klan artık birbirine bile güvenemez olmuştu.Yalnız uçamıyorlardı ve her dört senede bir yapılan hayvan olimpiyatlarında artık onlarda ne olursa olsun kazanmak istiyorlardı.Klan gitmişti ve Kara Kartallar da başka soylarla birleşerek ve melezleşerek tükendi.


Hikayeleri mutlu sonlarla bitirmek için hikayenin bir parçası olmak zorunda olduğumuzu unutmayalım.Aydınlık ve güzel günler onları özleyenleri yüzüstü bırakmaz.

Bu hikayedeki herşey tamamen hayal ürünüdür..
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Ben Senİ SevdİĞİmde İstanbula GÜn DoĞmamiŞti
BalikÇilar AĞ Atmamis Şaİrler HenÜz Yatmamisti
Neler YaŞadik Önce Ben Senİ Ne Çok Sevdİm
Bİr İstabul Ekspresİnden Hallİceydİ Kalbİm

Ve Bİr Yemİnİ KÖrelttİm Şİmdİ Yerİne Bİr Umudu Bİle
Ve Bİr İstabul Ekspresİnden Hallİceydİ Kalbİm

Üstelİk Bİlmİyordum BeŞİktaŞtan Taksİme KaÇ Sate Gİdİlİr
AŞk Nerdedİr Bu Şehİrde Hangİ Sokakta Gezİnİr
Dedİm Ya Ben Senİ SevdİĞİmde İstanbula GÜn DoĞmamiŞti
GÜn DoĞmadanda Neler DoĞar Bunu GÖnlÜmde UmmamiŞti

UÇaklari HİÇ Sevmem Trendende Vaz GeÇtİm
İzmİrden İstanbula Tam Bİr Saate GeÇtİm..
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Ben Senİ SevdİĞİmde İstanbula GÜn DoĞmamiŞti
BalikÇilar AĞ Atmamis Şaİrler HenÜz Yatmamisti
Neler YaŞadik Önce Ben Senİ Ne Çok Sevdİm
Bİr İstabul Ekspresİnden Hallİceydİ Kalbİm

Ve Bİr Yemİnİ KÖrelttİm Şİmdİ Yerİne Bİr Umudu Bİle
Ve Bİr İstabul Ekspresİnden Hallİceydİ Kalbİm

Üstelİk Bİlmİyordum BeŞİktaŞtan Taksİme KaÇ Sate Gİdİlİr
AŞk Nerdedİr Bu Şehİrde Hangİ Sokakta Gezİnİr
Dedİm Ya Ben Senİ SevdİĞİmde İstanbula GÜn DoĞmamiŞti
GÜn DoĞmadanda Neler DoĞar Bunu GÖnlÜmde UmmamiŞti

UÇaklari HİÇ Sevmem Trendende Vaz GeÇtİm
İzmİrden İstanbula Tam Bİr Saate GeÇtİm..
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Beşiktaş mucizesi kokan gerçek bir hikayedir bu...
Hani insanın çok isteyip de başaramadığı şeyler olur ya hayatta...Ne kadar çabalasan da değiştiremezsin...Derken bir şey olurbir mucize ve imkansız gelenin değişmeye başladığını görürsün.İşte böyle bir hikaye benimkisi de...
Efsane kadronun son demlerine yetişmiş 87 jenarasyonundan biriyim ben.Çocuklugumun kahramanları ne Tarkan ne Rocky ne Rambo...Konşmaya başladığımda ilk sözlerim Metin-Ali-Feyyaz ve ilk tezahüratım da yine o efsaneye...
METİN-ALİ-FEYYAZ KOYSUN
BEŞİKTAŞIM ŞAMPİYON OLSUN
123 GOL YETMEZ
4.5.6 OLSUN...
Onlara özeniyordumonları kahraman gibi görüyoronlar gibi olmak istiyordum ama onlardan bir eksdiğim vardı...Yürüyemiyordum...
Futbol oynayamazdım belki ama Beşiktaş aşkı engel tanımazdı ki inadına sevmeye devam ettim Beşiktaşı... Kulagıma Beşiktaşımı fısıldayan insanlardan daha fanatik olmuştum artık hastalığım da iyiye gidiyordu... 2002 yılı Kasım ayında ameliyat oldum.Doktorlar şansımın oldugunu söylediler...Kafamda gideceğim yerleri canlandırmaya başlamıştım...Maçtan önce Kazan'da takılacak ardından kapalıda avazım çıktığı kadar bağıracaktım ama daha zamanı vardı tedavim devam ediyordu...Burada da en büyük desteğim moral kaynağım Beşiktaştı ve çektiğim acıları ancak onunla unutabiliyordum 100.yıl geliyordu ve şampiyon olmalı tarihe geçmeliydik hasrete son vermeliydik...Evet sevinmek için sevmemiştik ama bu sene olmalıydı..Ve müthiş gitti takım şampiyon olacaktık nihayet şampiyonluk maçı gelmişti...33.hafta İnönü:Beşiktaş-galatasaray
Maçı amcamla bir mekanda seyredecektik gelip beni aldılar ve tv karşısındaydık artık Üzerimde çubuklu formam futbolcular santrada marşımızı söylerken dualar ediyordum beraberlik de yetiyordu Beşiktaşıma ama yeneceğiz demiştik amcamla...Maç başladı Pancuİlhan derken durmadan goller kaçıyorsaç baş yoluyorduk maçın sonlarına gelindikçe top galatasarayın ayağına geçtiğinde bakamaz olmuştuk yine bu ataklardan birinde takım kontraya çıktı...Sergen sürdütopu 'o'futbolcuya verdionun da tekrar Sergenle buluşturmasıyla golümüzü attık...Deliler gibi bağırıyordum ne yaptığımı bilmiyuordum...Beklenen an gelmişBeşiktaşım şampiyon olmuştu...O büyülü havayı amcamın çığlığı bozdu:
-OĞLUM AYAKTASIN LAN!!!
O ana kadar desteksiz üzerinde duramadığım ayaklarım sanki insafa gelmiş Beşiktaşın önünde diz çökmüşlerdi
İster Türk filmi deyin ister ucuz senaryoaynen gerçekleri yazdım...Beşiktaş aşkının nelere kadir oldugunu o gün bir kez daha anladım...Şu an maçları ayakta izleyebilecek ve tribünde çarşıyla beraber bağırabilecek kadar iyiyim fiziksel olarak...
Adım olayını da hallettiğimizde;
BEKLE BENİ BEŞİKTAŞIM UĞRUNDA ÖLMEYE GELİYORUM!!!
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

"Senden gelen zehir olsa şifa niyetine içerim" demişim bir kere. Kor değil alev olsan elimle tutarım seni elimi kaybetmek pahasına. Sabahlara kadar sarılır yastığıma ağlarım gizlice de belli etmem kimseye. Canımı yaksanda içimi acıtsanda zaman zaman niye hala seni bu kadar çok seviyorum diye sorgulsamda kendimi. Yok!!! Hiçbir şey senden vazgeçmek düşüncesi kadar acıtmıyor canımı....Ben körkütük aşık olmuşum sana. Adını dilime dua kalbime mühür yapmışım. Seni sevdim diye sevmişim tanımadığım milyonlarca insanı.Siyahını kendime zindan yapmışım ama beyazını o zindandaki ışığım varsaymışım. Yağan yağmura eşlik ediyor şuanda gözlerim. Bir yumru boğazımdadüğümlenmiş öylece duruyor. Adını duydukça üşüyorum ama ısınmak için yine sana sarılıyorum.
Kartal' ım... Güldürsende ağlatsanda yensend yenilsende bu kalbim aşkınla yanmış bir kere. Aşkın tadını alan iflah olmazmış ben de olmadım. Herkese her şeye rağmen sonsuza kadar aşığınım...
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

(Aşşağıdaki olayı 01.08.2007 tarihinde Kırklarelinin İğneada köyünde yaşayan bir arkadasımız anlatmıs)
Tatil için gittiğim Kırklarelinin bir köyündeyim... Akşama Beşiktaşımın Mabedde FC Sheriff ile şampiyonlar ligi ilk maçı var. Mabedimizin o güzel sesini duyacak olmamın verdiği heyecan sabah erken uyanmama neden oluyor. Malum yayıncı kuruluşun yayın yaptığı bir kahvehanenin dahi köyde olmadığını duymamla beraber kalbim iki değirmen taşının arasında sıkışmış gibi oluyor. İnanmak istemiyorum... Akşam maç saati gelip çatıyor. Radyomu alıp çıkıyorum belki bir umut diyerek... O anda gök yarılmış gibi yağmur başlıyor... Köyün merkezine iniyorum kime sorsam malum yayıncı kuruluşun olduğu bir Kahvehanenin buralarda bulunamayacağınıı söylüyor... İnanmak istemiyorum saat 20.00'ı gösteriyor o anda hücrelerimin her biri üçlüye başlıyor... '' Ne güzel olmuşsundur çubuklu formanla'' diye iç geçiriyorum...Tam o anda ilerde bi kalabalık görüyorum içerde Tvnin sesi son ses açık bu ses evet evet Mabedimizi görür gibi oluyorum Beşiktaş kapalısının sesi kulaklarıma kadar geliyor YAĞMURLU BİR GÜNDE GÖRMÜŞTÜM SENİ ÜSTÜNDE ÇUBUKLU FORMALAR VARDI...maçın 8. dakikası oynanıyor... içeri girmeye çalışıyorum Kahvehanenin sahibi içerisinin aşırı dolu olduğunu ve alamayacağını söylüyor...Dert değil diyorum kendi kendime Mabedimizin sesini duydum ya... Dışarı çıkıyorum Kahvehanenin yan tarafı açıklık ordaki camdan izlemeye karar veriyorum bu arada Beşiktaş Kapalısı efsanevi tezahurata devam ediyor BİR ANDA TUTULDUM AŞIK OLDUM BEN HAYATIN ANLAMI SİYAH BEYAZDI... Dışardaki küçük camdan Beşiktaşımı çok net görüyorum gerçekten de üstündeki çubuklu formalarla çöl ortasındaki buz gibi bir suyu andırıyordu... bu arada yağmur tüm şiddetiyle devam ediyor sırılsıklam oluyorum insanlar bana bakışındaki manayı çözüyorum herbiri bana deli gözüyle bakıyor... O anda kapalı devam ediyor kaldığı yerden ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN ÇİZGİ SİYAHLA BEYAZI AYIRAMAZ Kİ... ''HER YOLUN SONUNDA ÖLÜM OLSA DA SEVENLERİ KİMSE AYIRAMAZ Kİ'
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

(Aşşağıdaki olayı 01.08.2007 tarihinde Kırklarelinin İğneada köyünde yaşayan bir arkadasımız anlatmıs)
Tatil için gittiğim Kırklarelinin bir köyündeyim... Akşama Beşiktaşımın Mabedde FC Sheriff ile şampiyonlar ligi ilk maçı var. Mabedimizin o güzel sesini duyacak olmamın verdiği heyecan sabah erken uyanmama neden oluyor. Malum yayıncı kuruluşun yayın yaptığı bir kahvehanenin dahi köyde olmadığını duymamla beraber kalbim iki değirmen taşının arasında sıkışmış gibi oluyor. İnanmak istemiyorum... Akşam maç saati gelip çatıyor. Radyomu alıp çıkıyorum belki bir umut diyerek... O anda gök yarılmış gibi yağmur başlıyor... Köyün merkezine iniyorum kime sorsam malum yayıncı kuruluşun olduğu bir Kahvehanenin buralarda bulunamayacağınıı söylüyor... İnanmak istemiyorum saat 20.00'ı gösteriyor o anda hücrelerimin her biri üçlüye başlıyor... '' Ne güzel olmuşsundur çubuklu formanla'' diye iç geçiriyorum...Tam o anda ilerde bi kalabalık görüyorum içerde Tvnin sesi son ses açık bu ses evet evet Mabedimizi görür gibi oluyorum Beşiktaş kapalısının sesi kulaklarıma kadar geliyor YAĞMURLU BİR GÜNDE GÖRMÜŞTÜM SENİ ÜSTÜNDE ÇUBUKLU FORMALAR VARDI...maçın 8. dakikası oynanıyor... içeri girmeye çalışıyorum Kahvehanenin sahibi içerisinin aşırı dolu olduğunu ve alamayacağını söylüyor...Dert değil diyorum kendi kendime Mabedimizin sesini duydum ya... Dışarı çıkıyorum Kahvehanenin yan tarafı açıklık ordaki camdan izlemeye karar veriyorum bu arada Beşiktaş Kapalısı efsanevi tezahurata devam ediyor BİR ANDA TUTULDUM AŞIK OLDUM BEN HAYATIN ANLAMI SİYAH BEYAZDI... Dışardaki küçük camdan Beşiktaşımı çok net görüyorum gerçekten de üstündeki çubuklu formalarla çöl ortasındaki buz gibi bir suyu andırıyordu... bu arada yağmur tüm şiddetiyle devam ediyor sırılsıklam oluyorum insanlar bana bakışındaki manayı çözüyorum herbiri bana deli gözüyle bakıyor... O anda kapalı devam ediyor kaldığı yerden ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN ÇİZGİ SİYAHLA BEYAZI AYIRAMAZ Kİ... ''HER YOLUN SONUNDA ÖLÜM OLSA DA SEVENLERİ KİMSE AYIRAMAZ Kİ'
 
---> Bizimkisi Bir AŞK Hikayesi

Hayat 80 yılında bir fenerbahçe maçıyla başlamıştı benim için doğduğum gün herkeste bir telaş varken kartal babam da fenerbahçe maçı telaşı varmış sabahın 7 sinde elinde alkol şisesiyle girmiş alt kapalıdaki mekanınatabiî o zamanlar statda alkol serbest oradaki arkadaşları oooo baba olmuşsun karsılamalarıyla falan karşılamışlar ama babamdaki telaş başkaymış o gün golü kim koyarsa oğlumun adı onun olacak ve olduda zaten ömür boyu taşısın diyormuş hatta yeminler etmiş….. neyse maç başlamış hemde beşiktaşımız iyi başlamış saldırıyormuş kartallar gibi bu arada ben hastanede meleklerin bana armağan edeceği beşiktaşlılık duygusunu tatmak üzere yaşamın ilk dakikalarındayım daha
neyse ilk yarı bitmiş gol yok ikinci yarıya hoca o zaman fenere hep koyan şaban'ı almış takıma tribünden sesler yükselmiş çoşku artmış herkes oh tamam bu iş bitti derken babam eyvaaahhh demiş şaban mı olacak yoksa benim oğlumun adı?
olsun be fenere geçirelim de olsun amına koyim demiş. öyle böyle derken necdet soldan yapmış ortayı şaban koymuş kafayı kaleciyi geçen top üst direkten geri dönmüş herkes ahhh çekerken babam derin bir ohh çekmiş ne oluyo be sesleri yükselmiş üzülmeye başlamış babam seviniyormuş ama içten içe………..
derken geri dönen topu bora tamamlamış ve gooooooolllllllllllllllllllll. o an sevinçlerin en güzelini yaşamış babam hem adımı ölümsüz kılmış hemde ezikleri o gün 1-0 yenmişiz. Sonramı sonra…
altım bezliyken kapalıda alt kattan üst kata ellerden ele gezen bir bebeeek olmuşum. Tabii benim haberim yok bebeğim çünkü daha ama babam anlatıyor…. biraz daha büyüyünce babam mekanımız kazanda piyizlenirken bende abilerimizin ruhunu taşımak için onları izlerdim hep izlerdim nasıl daha iyi beşiktaşlı olunur beşiktaşım için daha neler yapmalıyım diye ve 11 yaşında başladım yeni açık tribünlerine………
o mutlulukları hatta o gözyaşlarını ilk orda tattım. biraz daha da büyüyünce deplasmanlar başladı kardeşlerimizle tek vücut olduğumuz deplasmanlar dayaklar yediğimiz (samsun deplasmanı unutulmaz)
rüya gibiydi sadece beşiktaşımızın olduğu günler istanbula gelince tüh be diye konuşup üzüldüğümüz yine döndük dediğimiz günler
derken askerlik çıktı tüm kartallar gibi bende gittim vatan görevine…….
bende askerde beşiktaşım için dayak yedim firar ettim maçlarda gazinonun en önünde kavgalar ettim yeri geldi kapalıya çevirdim taburu ama kapalı başkaydı oradaki hayat sadece orda yaşanıyordu ama hep vardı beşiktaşım. Sevgiliydi bana Beşiktaş… hemde asla yamuk yapmayacak bir sevgili….. ömür boyu seninle olacak sende kalacak bir sevgili….. karşılıksız sevmiştim zaten bende beşiktaşımı çok masum ve içten………
askerlikten sonra da devam etttik tabiî ki…. deplasmanlara ve kapalı üst tarafa…...
sonra….. sonra mı.. bir kız sevdim beşiktaşıma kuma gelirmisin dedim… gelirim be dedi…..o lafı dedi ya tamam dı bu iş…. o da artık bir dişi kartal dı benim gözümde artık……. beni tanımıştı.. çünkü biliyordu ki beşiktaş hep en öndeydi en baştaydı benim için. Neyse……. nişan günü geldi çattı……..eyvahhhhhh beşiktaşımızın maçı vardı o gün…….. o zaman nişan ertelenecekti başka yolu yoktu zaten….. ve ertelendi 1 hafta sonraya eşim şikayetçiydi artık…….. bu ne ya böyle demeye artık yeter demeye başlamıştı……
bende yok ki bu sevdanın bi tarifi diyordum……….. anlayamazdı diye düşünüyor ve umuyordum………
çünkü sadece babamla göz göze gelirdik en önemli anlarımda asker nişandüğün v.s gibi………. ve bana bakardı tam bir baba kartal gibi ve mutlaka yumruğunu havaya kaldırarak………. tek o anlardı beni beşiktaşla ilgili o bilirdi bu sevdanın bir tarifini çünkü o öğretmişti bana beşiktaşlılığı iyi yoldasın oğlum derdi devam et karakterini bozma dürüstlüğünü bozma……….
derkennn geçen ay düğünüm vardı. gelin arabası sırf siyah ve beyaz dı ve tabiki gelin ve damat da siyah beyazdı davetiyemde ise ölümle yaşamı ayıran çizgi siyahla beyazı ayıramaz ki yazıyordu…….
çok kişi gelmişti ama aslında kimse yoktu benim Beşiktaş sevdasının tarifini anlayan sadece babam ve tribün tayfasından arkadaşlar vardı……..
ve eşim varmış o gün anladım………… salona girerken bizimkisi siyah-beyaz bir aşk hikayesi çalıyordu ki dans ederken kulağıma fısıldadı eşim; beşiktaşım ve boram hayat sensin dünyam sensin hersey sensin bu sevdadan vazgeçersem allah belamı versin………………
başarmıştım be…… bir dişi kartal yaratmıştım kendimceanlıyordu artık bu sevdanın nasıl bişey olduğunu
ertesi gün kahvaltı hazırlamıştı bana yine siyah ve beyaz vardı o gün… çünkü zeytin ve peynir yedik sadece….. siyah-beyaz evimizin her yerini süslüyor ve hep süsleyecekte......................................

iyiki varsın beşiktaşım… biz seni sevinmek için sevmedik………………………

yaniiii…… BEŞİKTAŞ BANA BABAMDAN KALAN MİRAS DEĞİL OĞLUMA OLAN BORCUM DUR..............

arkadaşlar hepinizi seviyorum kapalı üst de görüşmek üzere...........


BEŞİKTAŞIM SEN ÇOK YAŞA CANIM FEDA OLSUN SANA………………
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst