Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
"Ben daha çok seviyorum" kavgamızı hatırlıyormusun? Sanırım ben yine kazandım.
Gidişinin ardından Sustum,
Seni çok seviyordum,
Konuşacak söz bulamadım,
Ağzımı bile açamadım...
Nasılda gittin anlamadım,
Gittiğinden beri karanlıktayım,
Sana doyarak sarılamadım,
Dondum kaldım ihanetine,
İnan ağlayamadım...
Sustum....
Gidişine Sustum!
Sevgime,kalbime,kendime bile Sustum,
Yaşadıkların arasında hani sondum,
Yalanlarına da karşılık vermedim Sustum....
Bazen en çok konuşulması gereken yerde susulur,
susulur çünkü söylenecek bütün sözler,
yüzünde tebessüm olur insanın,
ve kimse de sormaz ne demektir diye,
çünkü herkes anlar bir tebessümün, üzerine merhem sürülmesi olduğunu bir kalp yarasının,
kimse sormaz, neden susulduğunu,
çünkü susmak, en güzel konuşma biçimidir çoğu zaman.
Ama her ne olursa olsun,
bazen en çok konuşulması gerektiğinde susulur,
susulur ve yağmurların geçmesi beklenir.
beklenir,
yağmurlar diner, fakat
en çok konuşulması gereken yerde, konuşmaz kimse...
O tebessümler ve merhemler varken yürek sancıları için,
mevsimler böyle geçmeli mi,
yağmurlarla ve sessizlikle...
Sustum!
Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
kendimle konuşuyorum şimdi yalnız...
yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime kimse duymuyor...
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum! sustu dudağımdaki şarkı, gözlerimdeki şiir
yaraları yalayan rüzgar
sokaklarında kahrolduğum şehir gözlerim konuşuyor yalnız
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum!
bin ah sürüp dudaklarıma
ne kadar susulacaksa o kadar sustum! sustu benimle deniz, sustu deli dalgalar, sustu martılar...
umutlarımı sarıp rüzgarlara
uzaklara savuruyorum her gece yıldız yapıp serpiyorum gökyüzü
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum!
tuz basıp yaralarıma! sustum
içinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi her gece kimse bilmiyor..
kimse görmüyor
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum! sustu benimle gök, sustu dağ, sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan kimse hissetmiyor...
saçlarını kokluyorum rüzgarların
dudaklarından öpüyorum hayatı
içimde incecik bir sevgi ürperiyor
sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar
yaralar merhem tutmuyor
gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
mendil silmiyor
yağmur dinmiyor sevdiğim bilmiyor...
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum! sustu benimle sarı sabır, sustu hasret, sustu zaman sustum
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata kimse anlamıyor...
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
Sustum!
ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum acılarım konuşuyor yalnız...
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
ben sustum! susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları susmuyor her gece dışarda inleyen rüzgar
gelmiyor bahar
kuşlar sevinmiyor
yıldızlar küs
ay üzgün
güneş doğmuyor
acılar dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece kimse bilmiyor...
Resmin büyük halini görmek için buraya tıklayın.
sustum! sustu benimle sarı sabır, sustu hasret, sustu hayat sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor... duymuyor...
duymuyor...
duymu...
duy...
belki duyquSuz derSiniz ama asık olamıyorum. bir insana baqlanamıyorum. bu duygusuzluk deqiL eLimde oLmayan bi şey ; hayatımı bir insana baqlayamıyorum.
Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey… Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte. Bir yanımız “kalk gidelim”, öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, Güvende olma duygusu… En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığın verdiği rahatlık, Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz… Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler… Bir çocuk daha doğurmalar… Borçlara girmeler… İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben… Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek, İki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki… Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında, Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır; Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin, Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım, İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek. Var tabii yapanlar, ama az. Sadece kaymak tabakası. Hepimiz kaçabilsek… Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa. Gün içinde mesela… Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün. Sabah 9, akşam 18 Sonra başka mecburiyetler Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı, bir ömür yani. Ne saçma…