Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Uyuyan erkek görüntüsünden kadınların pek hoşlanmadıklarını bilecek kadar görmüş geçirmiş bir adamdı
Ama bilirdi: Erkekler sevdikleri kadını uyurken izlemeyi severler...
Severler değil mi?
Peki, şimdi ne oluyordu ona?
Neden kaç gecedir ateşi birdenbire kırka fırlamış gibi uyanıp Merve' yi uyurken görmekten huzursuzlaşıyordu.
Neden Merve'nin dudaklarının kenarında biriken salgıya eskisi gibi sevecenlikle bakamıyordu?
Neden dirseklerinin üzerinde doğruluyor bir süre sanki Merve'nin alnında küçük bir ekran varmış gibi bakıp duruyordu?
Ve aklına hep o uğursuz konuşma geliyordu
Bir ay kadar önceydi. Merve telefonda bir arkadaşına gördüğü rüyayı anlatıyordu,
Ancak şu kadarım işitebilmişti.
"., Yanaklarımdan süzülen yağmur sularını parmaklarıyla siliyordu,sonra o suları dudaklarına götürüyordu Sabah kendime gelemedim."

Bunları anlattıktan sonra kıkırdayarak gülüşmüşlerdi

******
Kalktı. Mutfağa gitti.
Işıklan yakmadan buzdolabındaki NO FROST yazısını seçmeye çalıştı. T harfini hizalayıp yakaladığı kolu kendine çekti.
Dolabın kapısı açıldı.
Süt mü? Cola mı?
Midesi süt diyordu, beyni cola...
Cola'yı seçti.
Önce soğuk kutuyu avucunda dolaştırdı, ardından alnına, şakaklarına sürdü.
Hiçbir derecenin saptayamadığı ateşini düşürürdü belki o keskin soğuk.
Kutuyu elinde döndürerek yatak odasına doğru yürüdü. Merve dizlerini kamına çekmişti. Uykusunun derinlerindeydi.

Koyu renkli ojelerine bakılırsa kadındı, fakat ellerini sağ yanağının altına sıkıştırma biçimine bakılırsa çocuktu o anda, misafirlikte yorgun düşüp uyuya kalmış bir çocuktu !

Tam o anda mırıldandı, bir şeyler söyledi genç kadın
Tuhaf sesler çıkardı.

Ve adam atmaca gibi atladı yatağa, kulağını Merve'nin ağzına dayadı.
Tutkulu bir adam yapardı ancak bunu...

Uzun süreli bir ilişkinin bağlarını ikide bir çekip uzatmayı alışkanlık edinmiş bir adam ise "aman uyandırmayayım” deyip odadan sıvışırdı.
Ama tutku tehlikelidir.

Tutku iki yanı keskin bıçaktır. Tutacak yeri de yoksa eğer bıçağın, bazen kanamayı göze almak gerekir...

En berbat özelliği nedir tutkunun?

Bağlandığınız kişinin, gücü elinde tutan taraf olduğunu bilirsiniz
İşte bu bilgi berbattır ve öfkeyi besler.
O da birdenbire öfkeye kapıldı!
kendine öfkelenir gibiydi ama, iki eliyle Merve'yi kollarından tutup silkelerken anladı ne yaptığını...

Ve ancak birkaç dakika sonra fark etti nasıl bağırdığını,bütün evi nasıl inlettiğini...

"Rüyalarını ver bana!" diye bağırmıştı Merve'yi sarsarak uyandırırken .
"Bana rüyalarını veeer! Rüyalarını istiyorum!"
Ne saçma.
Ne delice.
Nasıl umarsız ve umutsuz bir arzu...
Böyle düşünmeye başladığında iş işten geçmişti.

Genç kadın şoktan sıyrılmış, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Bir yandan da alçak sesle mırıldanıyordu; "manyaksın sen, manyak..."

*****

Bu olaydan bir yıl kadar sonraydı, ilişkileri acıta acıta,kanırta kanırta sona erdi.
Merve doğup büyüdüğü şehre geri dönmüştü.
Aslında Merve'nin hep kaçmak, onun ise günün birin de sürekli orada yaşamak istediği o sahil şehrine...

Ayrılıktan birkaç ay sonra, iş yerine gelen postalar arasından kalın ve ağır bir zarf çıktı.
Merve göndermişti.
Heyecanla açtı zarfı, yırtar gibi.
Bez cildi bir hatıra defteriydi.
Etiketindeki yazıyı görünce üşüdü, titremesini bir türlü durduramadı.

Etikette "Rüyalarım" yazıyordu.
Merve bu deftere rüyalarını kaydetmişti.
Kendine gelir gibi olduğunda hızla sayfalan çevirdi.
Hangi tarihi, hangi rüyayı aradığını çok iyi biliyordu. Buldu da...
Ve okudu.

"11.05.1997. Yağmur vardı. Sırılsıklamdım. Evden kaçar gibi üzerime bir şey almadan çıkmıştım. Arkamdan geldi “ Seni korkuttum mu bebeğim” dedi, özür dileyerek.
Beni neden uyandırdın, dedim.
Uyurken beni terk etmenden korkuyorum, dedi
Yanaklarıma akan yağmurlan parmaklarıyla sildi ve dudaklarına götürdü parmaklarını.
Boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım.
Seni seviyorum, diye fısıldadım kulağına.
O sırada uyandım, rüyaymış. Gerçekten daha gerçekti sanki
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

EY AŞK!..
Nereye baksam "gel beni bul" diye haykırıyor AŞK.
Takılıp gidiyorum ardından aşkın sesinin. Ulaşmaya çalışırken o sese,
yakalamaya çalışırken; tökezliyorum her defasında ona giden yolda
Düşüyorum...

Her düşüşten sonra, yamalı bir sevda daha bırakıyorum ardımda.

Ve anlıyorum her defasında neden hep kaçtığımı sevdalarımı yaşamaktan...

Ve anlıyorum her defasında neden hep yarım bıraktığımı aşklarımı..

Ve anlıyorum her defasında, kendime yasakladığım sevdalarım ve sevdayı
yaşamamışlıklarım, bitişleri görme cesareti yoksunluğundan başka birşey
değil...


"Sonsuz ve ölümsüz aşk yoktur"

Ama o ses...
Ahh o aşkın beni çağıran sesi yok mu?
Tıkayamıyorum kulaklarımı artık.
"Bulduğumda yaşayacağım bu sefer" kararlılığı ile koşuyorum hep.
Düşüyorum....

En ufak bir sendelemede hemen yeni bir arayışa itiliyor yüreğim, sonra bir
yeni arayışa daha, sonra bir yenisine daha.....
Bu öyle bir kısırdöngü ki, aynı anda çoğul sevdalar esiyor yüreğime;
eşzamanlı aşklar yaşıyorum..
Fırtınayı bekleyen ben, yetinmeye çalışıyorum rüzgârlarla..
Üselik çoğu rüzgâr bile değil ve aslında ben çoğunu en baştan anlıyorum,
kendimi kandırıyorum..
Ama gene de atıyorum aşkın ılık esen rüzgârlarına kendimi.
Sonu başından belli yarım yamalak sevdalar yaşıyorum.
Her yamalı aşktan sonra daha fazla artıyor açlığım, daha fazla artıyor kana
kana içme ihtiyacım..

Her biri için "acaba bu kez doğru kişi mi" diyerek eş zamanlı aşklar
yaşıyorum.
Ve ben, her defasında; daha da üşüyen bir yürekle başbaşa kalıyorum, daha da
yalnız bir yürekle..

Ahh!
Ama suç bende, *****lık bende..
Çok şey istiyorum ben!!!!
İnsan olmalı ruh ikizim olmalı, erkek olmadan önce...
Ruhumu soyabilmeli giysilerimden önce..
Zihinsel uyum "olmazsa olmaz" larımın başında geliyor..
Elleri bedenimden önce saçlarımda gezinebilmeli...
Ruhum ile sevişebilecek bir yüreğe sahip beden olmalı yatağımdaki..
Ve eğer mümkün ise..
Lütfen..
Birlikte uyuyup birlikte uyanabileceğim biri olsun bu sefer...

Görüyorsunuz ya; ne çok şey istiyorum. Üstelik bu kadar da değil, liste daha
uzuyor...

Tekrar aşkı yaşamayı yasaklasam kendime, eskisi gibi yarım bırakıp gitmeye
karar versem???...
mi acaba?

Ama hayır, ben artık gerekirse boğulmak istiyorum sevda denizinde.
Sonları da yaşamak istiyorum artık..

Şimdilerdekilerde değil ama, öncekiler, önceki sevdalarımda hep ışıl ışıl
gözler vardı...
sürekli düşünüldüğüm ve düşündüğüm, arandığım ve aradığım, çılgınca
özlediğim ve özlendiğim, bulutların üzerinde yaşıyormuşcasına yaşanan
sevdalardı benimkiler.
Hep öyle kalsınlar istediğim için yarım bırakıldılar zaten.
İstemedim o ışıl ışıl gözlerin donuklaşmasını..
İstemedim telefonumun nadiren çalmasını..
İstemedim paranoyalarımla başbaşa kalmayı..
Korktum hep bitişlerin acımasızlığından..

Sanırım aşk benden intikam alıyor.
Dolu dolu, dopdolu aşkları yaşamadım, yarım bıraktım.
"Madem öyle gel böye" diyor şimdi bana...
"Gel beni bul" diye haykırırken bir yandan, diğer yandan da "ohh canıma
değsin, sana sunduğum fırsatları geri teptin zamanında, kendi düşen ağlamaz"
diyor sanki..

Ey Aşk !
Af diliyorum senden işte...
Çıksana artık karşıma, savursana beni fırtınalarınla....
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki villada bir oğlan
çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği
severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış...


Bir gün Tanrı’ya "Büyüdüğüm zaman neler
istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp" demiş... "Neler" demiş Tanrı'da... "Bir
büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapısında iki St.
Bernard köpeği... Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde... Uzun, çok güzel ve çok
müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve
tatlı şarkılar söyleyen. Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla futbol
oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör,
üçüncüsü milli santrafor olsun. Ben seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım,
dağların zirvelerine tırmanayım, insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım
yollarda..."

- "Ne güzel bir hayal bu" demiş
Tanrı... "Mutlu olmanı dilerim..."

Bir gün
oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile
tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmakta hayal olmuş tabii. Bunun üzerine
pazarlama okuyup, tıbbi malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Bir kızla
evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil, kısaymış. Saçları siyahmış
ama, gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama,
harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısı ile,
kent dışında bir villada değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak
zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene harikaymış. İki St. Bernard
besleyecek bahçesi yokmuş ama, evinde harika tüylü bir Ankara kedisi varmış. Üç
kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en
güzelleriymiş. Üç kız da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol
oynayamazlarmış ama, birlikte denize, parklara giderlermiş. Uçurtma uçurdukları
da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın altında
oturur, gitari ile şarkılar söylermiş. İyi para kazanmış ama, öyle kırmızı bir
Ferrari'si olmamış.

Bir sabah uykudan üzüntü
içinde uyanmış ve en iyi arkadaşına koşmuş... "Ben" demiş, "Hiç mutlu
değilim..." ”Neden" demiş, arkadaşı... "Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi
gözlü gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım uzun
değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor." "Karın çok güzel" demiş, arkadaşı...
"Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik." Adam dinlememiş
bile onu...

Bir gün karısına "Hiç mutlu
değilim" diye dökmüş içini..."Neden" demiş karısı... "Çünkü büyük bir bahçe
içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47'nci katta bir apartman dairesine
tıkıldım. İki St. Bernard'in yaşayacağı bir bahçem olsun isterdim, hani
nerede..." "Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz" demiş karısı... "Oturduğumuz
yerden okyanus görünüyor. Gülüyor, eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi
okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz... Üç de harika çocuğumuz var..."
Adam dinlemiyormuş bile...

Ruh doktoruna koşmuş
bir gün... "Ben mutlu değilim" diye... "Niye" demiş, doktor... "Çünkü ben
gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak
isterdim. Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi..." "Ama sattığın
tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor..." demiş, doktor. Adam dinlememiş
bile. Doktor da ona 100 dolar vizite yazıp yollamış...


Bir gün muhasebecisine "Ben çok mutsuzum"
demiş..."Neden" demiş muhasebeci... "Bir kırmızı Ferrarim olsun isterdim hep...
Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip geliyorum. Bir yığın da
sorunum var. "İyi giyiniyor, iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa'yı,
Amerika’yı gezdin" demiş, muhasebeci. Ama adam dinlemiyormuş bile... Muhasebeci
adama 100 dolar danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun da hayalinde kırmızı
Ferrari varmış çünkü.

Adam rahibe "Çok
mutsuzum" demiş. "Neden" demiş rahip... "Üç oğlum olsun isterdim. Biri bilim
adamı, biri politikacı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi yürüyemiyor
bile..." "Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var" demiş rahip... "Seni çok
seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik
hocası..." Ama adam dinlemiyormuş bile...

Öyle
mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz
giyinmiş hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi
sattığı kalp cihazına gidiyor, kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Fena
halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve rahibi yatağının başında
toplanmışlar. Onlar da üzüntü içindeymiş. Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ve
muhasebeci imiş.

Bir gece adam hastane odasında
Tanrı ile yalnız kaldığında "Tanrım" demiş... "Hatırlar mısın, çocukken sana
yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım." "Hatırladım" demiş Tanrı... "Güzel bir
hayaldi." "Peki, niye onların hiçbirini vermedin bana" demiş, adam...
"Verebilirdim" demiş Tanrı... "Ama sana istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz
yapmak istedim." "Bak neler verdim sana... Bir güzel, sevecen eş, iyi bir iş,
yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat... Bir araya getirdiğim en güzel
yaşam paketlerinden biriydi bu." "Evet" demiş, adam... "Ama bana benim gerçekten
istediklerimi vereceksin sandım." "Ben de senin, benim gerçekten istediğimi
vereceğini sandım" demiş, Tanrı... "Sen ne istedin ki" demiş, adam hayretle...
Tanrı'nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemişmiş hayatında. "Sana
verdiklerimle mutlu olmanı istedim" demiş, Tanrı...



Adam karanlık odasında sabaha kadar
düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Yıllar önce kurduğu
hayalin yerine "Keşke bunu hayal etseydim" dediği bir hayal... Bu defa ki
hayalinde zaten sahip oldugu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş,
47'nci kattaki dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin
derin ela gözleri ve harika kuş resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş
bütün gün... Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde
oynaşmasına bakar, gülümsermiş...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir Gülün Hikayesi..

Onlarla yıllar önce tanıştım. Bir bar veya diskotek yada gece kulübü, yani yemekten sonra dans edip, eğlenmeye, müzik dinlemeye gidilebilen bir yerde. Ben masalardan birinde, tek başıma vazonun içinde duruyordum. Canım sıkılıyordu aslında. Özel olarak bu iş için, evleri, barları, restoranları ve işyerlerini süslemek, insanlar tarafından sevdiklerine hediye edilmek üzere yetiştiriliyordum. Benim kaderimde de buraya satılmada vardı, sevdiklerimden ayrılmış, bu vazoya yerleştirilmiştim. Can sıkıntısı içinde akibetimi bekliyordum daha ne kadar yasayacağımı bilmeden. Kimse benimle ilgilenmiyordu. O gelene kadar... Çok güzel bir kadındı. Simsiyah saçları, düzgün vücudu, sade elbisesi ve benim kadar kırmizi dudakları kadar yıldız gibi parlıyordu. Kapıdan içeri girer girmez gözüm takıldı. Onun elinde, saçında veya yakasında olmak isteğiyle dolup taştım birden. Boş masama otursunlar diye dua ettim. Yanında birileri vardı, etrafa bakıyorlardı. Bende bakındım ve kalbim çarpmaya başladı, benden başka boş masa yoktu, demek ki bana geleceklerdi. Yanılmamıştım. Oturur oturmaz beni fark etti. Tanrım ne güzel bir kırmızı gül diyerek önce beni seyretti, sonra yapraklarıma yumuşak elleriyle dokundu, daha sonra burnuna götürdü beni. Ben onun dokunuşları ve kokusuyla ürperirken oda benim kokuma bayılmıştı. Eline alıp, uzunca bir süre tuttu beni. Arada bir kokladı, kokumu içine çekti. Erkeklerden ikisi benim güzelle ilgileniyordu. Aralarında gizli bir rekabet vardı. İkisi de arkadaştılar, daha doğrusu iş ilişkileri vardı ama güzel kadın yüzünden birbirlerinden nefret ediyorlardı. Bir ara adamlardan esmer olanı dansa kaldırdı kadını. Beni yerime bırakıp eşlik etti adama. Uzaktan izledim onları, konuşmalarını duymuyordum ama anladığım kadarıyla tam anlamıyla asılıyordu. Benimkide gülümsüyor, arada bir başını eğiyor, bir şeyler söylüyor, çoğu zamanda bakışlarını adamdan kaçırıyordu. Sıkıldığını anlamıştım. Tam oturmuşlardı ki, sarışın olani kaldırdı dansa. Onu da kırmadı. Aşağı yukarı ayni şeyler cereyan etti. Ama bu adam daha kibardı ve sanırım ondan daha cok hoşlanmıştı. Derken... Derken o çıkageldi. Hiç beklemediğim, ummadığım bir anda masaya geldi. Diğerlerinin arkadaşıymış kadınla ilk kez tanışıyorlardı. Küçük bir merasimden sonra kadının yanına oturdu. Ben yine onun ellerindeydim... Birden kadının kulağına eğilip, "kırmızının sana çok yakıştığını biliyor musun?" dedi. Sesi çok ateşliydi. Doğrusunu isterseniz, ben bile etkilenmiştim. Gözlerini kaldırıp ona gülümsediği an bakışlarının son derece çarpıcı olduğunu gördüm. Benim ki daha etkilenmişti. İkimizde dikkatlice incelemeye başladık adamı. Kendini beğenmis bir havasi vardı. Yakışıklıydı Allah için, Şık ve iyi giyimli, ağzı laf yapan biriydi. Sık sık kulağına bir şeyler söylüyor, oda çapkına gülümsüyordu. Meğer oda benim gibi kapıdan içeri girdiği andan itibaren güzel kadını izlemiş. Birkaç dakika sonra iş isten geçmişti. Tahmin ettiğim şey gerçekleşti. Yukarılarda dolaşan Eros, ikisini görür görmez oklarını kalplerine sapladı. O andan itibaren yalnızca ikisi vardı orada. Birlikte dans ettiler, sarıldılar, konuştular... Bende mutluydum ama birazdan onların gideceğini düşünmek acı veriyordu. Daha goncaydım, en azından bir haftalık ömrüm vardı, ama bundan sonraki günlerimi burada, bu karanlık yerde geçirmek istemiyordum. Beni alırmıydı giderken? Yanında götürürmüydü? Ben bu duygularla doluyken kalkmakta olduklarını fark ettim. Tanrım gidiyordu! Gidiyorlardı. Adam geldikten sonra benimle hiç ilgilenmemişti. Beni unutmuştu. Ayağa kalktı, çantasını aldı, ceketini omuzlarına attı ve yavaş yavaş uzaklaştı masadan. Beni bırakarak... Kahrolmuştum. Bütün ümitlerim sona ermişti. Ona son bir kez veda etmek üzereyken, genc adamın masaya döndüğünü gördüm. Bir şey unutmuştu herhalde. Geldi bana uzandı. Yoksa... Beni aldı, önce kokladı, kokumu onun yaptığı gibi içine çekti ve onun yanına gitti... Gözlerinin içine bakarak "bütün bir gece çok hoş bir ikiliydiniz, onu yalnız mı bırakacaksın" diyerek beni uzattı. Daha önce biraz kıskanmıştım, ama o anda çok sevdim bu adamı. Sarılıp öpmek geldi içimden. O gece ve sonrası onlarla birlikte aşkı, mutluluğu, tutkuyu, ihtirasi yasadım. Çok büyük bir aşka tanık oldum. Ama korkuyordum. Hislerim bu aşkın uzun sürmeyeceğini söylüyordu. Evet çok seviyorlardı birbirlerini ama başka dünyaların insanıydılar... Her şeyleri farklıydı. Bu ilişki onları tüketecekti... Beni bir hafta boyunca vazoda baktı. Her gün suyumu değiştirdi, uzun yaşamam için vitaminlerle besledi beni. Her sabah yataktan kalkınca okşadı, sevdi, kokladı. Her akşam eve geldiğinde benimle ilgilendi. Yapraklarımın dökülmekte oldugunu fark edince kurumamamı, yapraklarımın dökülmemesini sagladı. ömrümü uzattı. Aradan yıllar geçmesine rağmen hala yaşıyordum. Hala onunla beraberim. Onun yatağının başucundayım. Ben onunlayım ama buluşmamızı sağlayan bizimle değil artık. Korktuğum başıma geldi. Bir yıl sürdü ilişkileri. Aşk dolu geceler yerini kavgalara bırakti. Hic istememe ragmen birbirlerini kirmalarina sahit oldum. Onunla birlikte bende ağladım. Her kavga, daha tutkulu bir barışmayla sonuçlanıyordu. Ama sonra bir gün gitti ve bir daha hiç aramadı... Ama o günden sonra her gün bir arkadaşım geldi evimize. Her gün kırmızı bir gül getirdi çiçekciler. Kimden geldiğine dair hiçbir not olmadı güllerin üzerinde. Ama oda bende kimin gönderdiğini biliyorduk. Aradan yıllar geçti, başkaları geldi gitti eve. Ama o hiç gelmedi. Gülü hep geldi. O da güllerin hiçbirini atmaya kıyamadı. Hepsini yaprakları dökülmeye basladıktan sonra kuruttu, yaprakları ufaladı, banyoda, odalarda sakladı. Saklamaya devam ediyor... Bu güzel kokulu evde ben öldüm bir gün ve... benimle birlikte o güzel kadın da öldü.
Ama ev hala onun kokusuyla doluydu...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Hep "aşkın dili olsa da konuşsa" deriz. İşte birgün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki :

- "Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç farketmediniz. Benım için ağladınız zaman bile size hep yalan belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar yaptınız. Size bir hikaye anlatayım.

Birgün küçük bir kedi kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp duruyormuş ve büyük kedi dayanamayıp ne yapmaya çalışıyorsun diye sormuş. Yavru kedi de bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum diye cevap vermiş.

Büyük kedi gülmüş ve "ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama birgün durdum ve düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu."

İşte şimdi anladınız mı? Aşk bir kedinin kuyruğudur ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez, o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. Henuz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. Babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. Ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu. Sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. Ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. Aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. Hatırlıyorduda sevdiği ona birkeresinde:
- Ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. Sana sadece onu verebilirim, demişti.

Zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdiki. Kendisini sevmesi yeterdi.O en çok Saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. Her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. Şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. Ne olurdu onu birkez daha görebilse, onu birkez daha koklayabilse.Bu düşünceler arasında uykuya daldı.

Babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. " Müjde kızım,kalp bulundu " dediğinde kızının bir peri güzellliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan...

Genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. İçinde acaip bir his vardı. Sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. Aklına yine sevdiği geldi. Kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. Kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.

Bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. Bu durum sürekli böyle devam etti.Doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:
- Bir aya kalmaz geçer, demişti.
Ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.

Birgün bahçeye çıktı Çiçekleri seviyordu. Kırmızı güllerin yanına gitti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. En çok kırmızı gülleri severdi. Çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. Birden kapı çaldı. Kapıyı açtı kimse yoktu. Yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. Mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun kokusuydu. Koltuğuna zarzor oturabildi. Zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı :
" Sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. Seni hep sevdim. Seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. Her günüm çile ve azapla geçti. Hergün sana şiirler yazdım, hergün şiirlerimi okudum ve hergün ağladım. Tam beş yıl boyunca hergün yazdım, okudum, ağladım. Birgün önüme bir fırsat çıktı. Bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. Belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. Ama şimdi seni daha çok özlüyorum. Her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olurmu. Kırmızı güllerimize iyi bak. Ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. Ona iyi bak olurmu. Kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. Seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim Hoşçakal..."
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Onu ilk gördüğümde 17 yaşındaydım. O ise 20. Akıl hastanesine ziyarete gitmiştim. Arkadaşım zorla götürmüştü. Bahçedeydi... Kıştı. Onun üzerinde sadece tişört vardı. Dikkatimi çekmişti. Herksin yanında birileri vardı o yalnızdı. Yanına gidip adını sordum, sohbet etmeye başladım. Konuşmuyordu, benimle hiç ilgilenmiyordu. Bu daha da dikkatimi çekmişti. Üzerine gidiyordum ama boşunaydı. Hiç konuşmuyordu. Çok etkilemişti beni...

Daha sonra her gün yanına gitmeye başladım. Benimle az da olsa konuşmaya başlamıştı. Doktoru onun durumunun hiçte iyi olmadığını, ailesini trafik kazasında kaybettikten bu hale geldiğini anlattı ve onla bu kadar ilgilendiğimi sordu. Cevap veremedim. Sanırım beni etkilemişti ve seviyordum onu.

Onu etkilemeyi sonunda başarmıştım. Okul çıkış saatimi sabırsızlıkla beklediğini söylemişti. Beni görmeden mutlu olmadığını anlatmıştı. 1 yılda gülümsetmeyi baş artmıştım onu. Bana ilk “ Seni Seviyorum” dediğinde de tanışmışlığımızın üzerinden 1,5 sene geçmişti. Gülüyorduk el ele dolaşıyorduk bahçede. Doktoru bile şaşırmıştı bu duruma. Artık psikoloji tedavisi bitmiş sadece ilaç tedavisi uygulanıyordu. Buda bizi çok mutlu ediyordu. Ailemin ondan haberi vardı. Ama onu sadece benim ilgilendiğim bir hasta olarak görüyorlardı. Oysa biz sevgiliydik. Sözlendik. Yüzüklerimizi doktoru taktı. 2 yıl sonra ailem her şeyi öğrendi. Ondan ayrılmamı istediler. Çünkü o hastaydı. Bir hafta beni eve kapattılar. Artık mavişimin yanına gidemiyordum. Günün birinde evden kaçıp yanına gittim. Hastanede yoktu. Beni iki gün beklemiş ben gelmeyince de kendi isteğiyle hastaneden ayrılmış

Bir ay boyunca eve kapandım. Kimseyle konuşmuyordum yemek bile yemiyordum. Bir arkadaşım mavişimi yolda görmüş oda benim ev adresimi almış. Bir gün mavişim ellerinde çiçeklerle evimizin önüne geldi. Annemi kandırıp bir hafta birlikte tatile çıktık. Artık onundum. Tüm kalbimle ve bedenimle...

Ailem ne yazık ki kararından vazgeçmiyor ve onu istemiyor. Şu an o yanımda yok. Ailem beni Antalya’ ya gönderdi. O da İstanbul’ da. Buraya gelmesi imkansız. Üçüncü senemizdeyiz ve 4 aydır ayrıyız. Haberini arkadaşlarımdan alıyorum. Yine hastaneye düşmesinden korkuyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey var. Onu çok seviyorum...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

14 yaşında ilk aşık olmuştu.Birkaç ay sonra ayrılmak zorunda kalmıştık.Ben memleketime geri döndüm,o ise orada kalmıştı.Birkaç ay sonra ona bir mektup yazmıştım ve karşılığını almıştım.Tabi ki aşk bitmişti ama mektuplaşmak güzeldi.

Aradan bir yıl geçmişti.Aramıştı beni ve bir ilişki yaşamak için çok ısrar etti.İmkansız olduğunu söyledim.Evlilikten bahsediyordu.Halbuki ikimizde lise öğrencisiydik.O,aramaktan bıkmış ve pes etmişti.her şeyi kalbine gömmüştü.

8 yıl sonra yine aradı.Bu kez her şey değişmişti.İkimizin de okulu bitmiş,hayata atılmıştık.Ben genç bir kız,o ise yakışıklı bir delikanlı olmuştu.Buluşmaya karar vermiştik.O beni hala unutamamış içinde hala umut taşırken ben onu çoktan unutmuş,birçok ilişki yaşamıştım.Nihayet buraya gelmişti.Kalbim yerinden fırlayacak zannetmiş,sabaha kadar uyuyamamıştım.Uzun uzuz sarıldık ve konuştuk.Ben erkek arkadaşımı unutmuş,onunla geçirdiğim geçirdiğim zamanın tadını çıkarıyorum.Birden dudağına bir öpücük kondurdum elimde olmadan.O da devamını getirmişti.

Bırakmadı dudaklarımı.ellerimizi sıkı sıkı birleştirmiştik.Ona sarılırken gitmemesi için yalvarıyordum.O güzel sözü söylemişti :”SENİ SEVİYORUM”...

Ve gitti.Kalbimi de alıp götürmüştü.Sürekli telefonla görüşüyorduk.Ben artık onu seviyorum.Gözüm kimseyi görmüyordu.Bir fırsatını bulup yanına gittim.Aramızda 7 saatlik mesafe vardı.Aileme yalan söyleyip,cesaretimi toplayıp,büyük bir riske girip gittim.Beni çok güzel karşıladı.20 yıldır yaşadığım en güzel 3 günü yaşadım.Ben memleketime dönerken kavga ettik.Gurur ve inat yaptı,beni artık aramıyor.

Ben böyle büyük bir sevgi beslerken birden değişti sanki Ben ilk kez sevmiştim.Beni 8 yıl boyunca unutmayan ve hep bir umutla yaşayan insan nasıl olurda aramaz?Bensiz nasıl yapabilir?

Şimdi bende vazgeçtim.Ama hayat sürprizlerle dolu.Belki bir gün yine karşılaşırız.Ben boşanmış bir kadın ,o da boşanmış bir erkek olacak ve biz yine birlikte olabilme ihtimalini yakalayacağız.Her zaman birleşme noktaları arıyorum.Hayaller kuruyorum ve yine karşılaşacağımızı biliyorum...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Seni ilk gördüğüm an, akşam kasa sayımında
açık vermiş veznadar gibi beynimden vurulmuşa
döndüm. Uzun vadeli mükerrer bakışların altında
yıldırım teftişi geçiren bir şube müdürü gibi
şaşkınım. Allah vergisi tedavül kıymetlerın,
henüz yarı mamül emtiana, bayrak merasimindeki gibi
sıralanmış dişlerine, kırmızı bakiye veren dudaklarına
baktıkça tansiyonum mevduat grafiği gibi inip çıkıyor.
Şubeler cari hesabına dönmüş arap saçların
tasfiye tarihi belli olmayan ekstreler gibi sana
esrarengiz bir hava veriyor.İnşallah birgün
demirbaşım olursun...Seni tanıyalı kalbim, bilanço
çalışmalarına yeni başlamış muhasebe servisi gibi
karmakarışık. Pencerenin önünde koruma görevlisi
gibi dolaştığım günleri ve geceleri unutamıyorum.
Gizli ve şahsına göndermiş olduğum şifresi kapatılmamış
aşk mektuplarımı vicdanının muhaberetında kayda almadığına
üzüldüm, nazarında sanki bir isimsiz sertifika gibiyim.

Ailenize iç güveysi olarak alınma teklifini, babanın
torba kadro bulunmadığı gerekçesi ile reddetmesi beni
terfisi geçiken memur gibiperişan etti... Ailen nezdinde
bir kuruş iz kıymetı kadar değerim yok mu?
Hiddetimden o fabrikator işveren babana ne diyeceğimi
çok iyi biliyorum.

Kusuruma bakma ama zaten babanın ciğeri ile italyan
lireti arasında bir fark göremiyorum. Ama yeni memur
kıyafet yönetmenliğine uygun görünüm gömleği taşımayan
ense traşım, asalet ve kefaletim buna manidir...

Bir evet demen beni banker kuyruğunda ödeme sırası
gelmiş bir vatandaş gibi mutlu edecektir. Seni
istemekte herhangi bir usulsuzluk göremiyorum.

Yönetim kurulu kararı gibi sana aşk teklifimi her
yıl yenileyemem. Bu ilk ve son teklifimdir. Ne olursun
reddetme. Aşkımı yıllardır tahsili gecikmiş alacaklarda
bırakma. Bütün çeyizlerinin de, şu anda annenin
yediemininde bulunması yuva kurmamızi engelleyemez.

Babanın cüzdanından usulsüz yapacağın büyük montanlı
virman iki hafta balayı geçirmemize yeterli olacaktır.
Annenin boynundaki menkul kıymetlerin değeri inan bizi
iki yıl ödemesiz dönemi olan uzun vadeli kredi almiş bir
müşteri kadar rahatlatacaktır.Doğum kontrol hapı alıp
işgücü kayıbına meydan vermezsen iki yıl içinde
kayınvalidemin öngördüğü çocuk sayısı hedeflerine
ulaşacağımıza emin olmanı isterim.

Baban sağda, solda aylık dumu soruyormuş. Sana her
an aşkımın muvakat bilançosunu devre sonu beklemeden
çıkartabilirim ama korkarsın diye çıkartmıyorum. Kısa
vadeli bakkal borçlarımın çok olması -likitide
sıkıntıma rağmen- aktifimde yer alan ipimle kuşağım,
elbet bizi feraha çıkartacaktır. Düğünümüzdeki Temsil
ve ağırlama giderlerini babanın ankes limitlerinden
kullanabilsem bahtiyar olacağım. İhracat-kredi tebliğleri
gibi hergün karekter ve tutumu değişen babani görmemek
için ödeme güçlüğü içindeki bankerler gibi kaçacak
delik arıyorum. Ailenle mutabakat sağlarsam yaz ortasında
yakacak yardımı almış personel gibi
sevineceğim.

Damat aday adayı olarak ailenize giriş formumu personel
müdiresinden dönme annenin kabul etmediği haber almış
bulunmaktayım. Seninle arama 3.şahıs gibi giren şüpheli
alacaklı suratlı annene teleksli en derin tessüflerimi
bildiririm. Ailenin hükmü şahsiyeti kılığındaki şahsiyetsiz
babanada 5.icra kanalı ile en derin ve acı ıstıraplı
telbigatlarımı sunarım.......

Seni artık maliyeden vergi kaçırır gibi kaçırmaktan
başka çarem kalmadı.... Sonradan vereceğin pişmanlık
dilekçesini de mumameleye koymayacağımı bilmeni isterim....

Aktif karekterim sülalenizi zamansız amorti edecektir.
Aldığım yan ödemelerle seni prensesler gibi yaşatacağıma
söz veriyorum. İleride alacağım üçün birinide ki emekli
maaşımda sana feda olsun.



"Sen doğarken ağlıyordun herkes gülüyordu ömründe,
Sen öyle yaşaki! öldüğünde
herkes ağlasın sen gül kabrinde..."
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Her an seni duymak, her an tenini hissetmek, yani basinda seni yasayabilme ihtimallerini gözden gecirdim az önce.. Her ihtimal beni daha da baska özlemlere götürdü. Oysa o intimallerin belki de cok az bir yüzdesini paylasacagim seninle.. Aslinda seni daha fazla düsünüp fikrimi seninle doldurmak belki de hatalarin en büyügü kendime karsi.. Kimbilir belki de su yasam denilen karmakarisik durumu kaldiramadigim bu günlerde sen bana yasamimi yeniden hediye ettin.. Öylesine sindirilmistim ki kendi dünyama, gercek dünyaya dair olan her seyden kendimi yavas yavas cekmeye basladigim bir zamanda cikiverdin karsima ve seni hayatimin bir parcasi olarak aldim gönül bahcemden iceriye.. iyi ki geldin.. Hos geldin..

Senin bana su kisacik zamanda verdiklerin aslinda ne kadar da cok.. Ve sen bir cogunu bilmiyorsun..

Artik insanlara bahaneler sunmuyorum, istemediklerimi acikca anlatiyorum ve gerektiginde " hayir " demeyi ögrendim. Bazi zamanlarda derdini paylasacagin en yakin dostuna bile susmanin meziyet oldugunu ögrendim.. Kim bilir daha neler vereceksin, su ögrenmeye ac beynime neler neler ögreteceksin.. Bunlar senin görevin olmayacak, ben sadece senden almam gerekenleri belki de sana sormadan fikrime yerlestiriverecegim.

Ya ben, ben neler verebilirim ki sana..?

Sana sadece sevgimi, sana sadexe dostlugumu, sana sadece tertemiz bir ben verebilirim.. Benden baska " sevmek " nedir ögretebilirim ancak, eger istersen tabii ki..

Sana dair yazmak, seni seninle paylasmak, beni seninle paylasmak..

Özlüyorum seni, her dakika daha da büyüyor özlemlerim..

isterdim ki sihirli iksiri icikten sonra görünmez olayim ve hep yani basinda kalayim, her dakikani, her saniyeni sen hissetmesen de seninle paylasabileyim diye. Biliyorum sen görünen beni her saniye yanibasinda istemezsin.. Aslinda haklisin da.. Ama benim de kendime göre hakli nedenlerim var.. Bunlarin en gecerlisi ise;

SENi SEViYORUM.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.
- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?
- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...
- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz suydu:

"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:
- Peki ya sonra ? dedi.
- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.
- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.
- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?

Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:
- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.
- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.
- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum.
- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?
- Biraz öyle...
- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.
- Neden?
- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.
- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?
- Evet...
- Çok garip bir insansın.

Kemal sustu... ve sonra
- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?
- Tabii ki değil.
- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.
- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.
- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?
- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.
- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.
- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?
- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.
- Nasıl yani?
- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.

Bunu fark eden Kemal:
- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik...

Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:

"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır."

Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:
- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.

Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal'i.
- Niye sustun?
- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.
- Ama tüm bunları biliyorsun sen
- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:
- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.
- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?

- Sen sevilmekten korkuyorsun
- Belki...
- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?
- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.
- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.
- Nasıl?
- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...
- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...
- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?
- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?
- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?
- Anlamadım!
- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.
- Benliğim bu kadar kalabalık mi?
- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...
- Sözlerin çok karışık.
- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.

Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:

- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?
- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?
- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.

Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.

Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.

Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.

Sakin unutma:

Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?)
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Kan rengi, kırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da. Rose, Gül...
Kocasının sevgili Rose'u.
Her yıl Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulunduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kıkrmızı güllerle kutlardı. Hiç aksatmadan.
Hatta eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:

"Seni geçen sene bugünkünden daha çok seviyorum..."

Birden bunların son gülleri olduğunu düşündü. Önceden ısmarlamış olmalyıdı. Öleceğini nasıl bilebilirdi? Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi. Yumurta kapıya gelmeden. Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi. Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri seyretti.
Sessizce...
Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl.
Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı. Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı?

"Biliyorum" dedi çiçekçi. "Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı, kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerekir diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart."

Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı. Parmakları titreyerek zarfı açtı.

"Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart.
"Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve sevgimizi düşün. Seni hep sevdim. Her zaman da seveceğim. Ama sen yaşamalısın. Devam etmelisin. Lütfen... Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip, seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak..."
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Onu Çok Seviyordu !...

Kabus dolu bir gecenin sabahında başlamıştı her şey... Ortalık sakin olmasına sakindi ama beynindeki sorular ne olacaktı? Kim verecekti kurduğu onca hayali bir seferde siliveren o korkunç kabusların hesabını?

Bütün yaşadıklarının suçlusu kimdi? Acaba kendisi miydi yoksa bir başkası mı?

Aklı o kadar karışıktı ki ne yapacağını bilmiyor, bir mahkum edasıyla odanın duvarları arasında volta atıp duruyordu. Belki de mahkumun ta kendisiydi aslında ama kendini yargılamaya cesareti var mıydı ki?

Peki kim yargılardı böylesine karmaşık bir kişiliği? Acaba suçlu muydu yoksa masum mu?

Ortada bir suç var mıydı gerçekten? Kendisini tanıyamıyordu artık... Kimdi, kimin nesiydi? Sorular, sorular, sorular... Cevaplanmayı bekleyen onlarca soru karmaşık hislerle dolu karanlık düşünceler deryası içinde yüzerken nasıl rahat edebilirdi? Aklına sorudan başka bir şey de gelmiyordu zaten...

Cevapsız sorulardan başka hiçbir şey...

Ne zaman bunalsa içini kağıtlara dökerdi, bu sefer de öyle yapacaktı...

Oturdu sandalyesine ve yazmaya başladı. Kelimeler birbirini kovalıyor, içindekileri bir çırpıda kağıda döküyordu... İşte bu dört dörtlük damladı kağıda dolma kaleminin ucundan:

Korkunç bir gecenin sakin sabahındayım
Yalnızım odamda, sensiz deryalardayım
Issız bir ada görüyorum çok uzaklarda
Gitmek istiyorum lakin rüyalardayım...

Gözlerini görüyorum odamın duvarında
Dalıyorum yine korkunç bir kâbusa
Seni benden ayıran o garip çığlığa
Lanet ediyorum lakin rüyalardayım...

Uyanıyorum bir ara kan ter içinde;
Sanki odam daralıyor, ufalıyor gitgide...
Biliyorum sevmek kolay, yaşamaksa işkence;
Dokunduğunu hissediyorum lakin rüyalardayım...

Rüyalardayım ben, rüyalardayım;
Sensiz geçen günlerde derin duygulardayım
Ağlıyorum, yalvarıyorum ölmek için;
Sana koşmak istiyorum lakin rüyalardayım...

Ayrılmışlardı. Yaşanmış onca güzel hatıranın ardından hiçbir şey olmamışçasına bir çırpıda ayrılmak ne demekti?

Kolay mıydı yedikleri kağıt helvaları, gittikleri yerleri, tuttukları balıkları unutabilmek? Kolay mıydı yaşlar süzülürken yanaklarından gülmeye çalışmak? Düşünmek istemiyordu artık...

Artık her şeyi unutmak istiyordu ama olmuyordu işte, yapamıyordu ki!.. Sanki içinde daima canlı kalacak sıcak bir duygu vardı. Bu duygu aşk olamazdı. Olsa olsa sevgiydi bu; dünyanın en üstün duygusuydu...

Öylesine ağır basıyordu ki bu duygu, öylesine yakıyordu ki içini, ne yapacağını bilemiyor, deliler gibi düşünüyor, düşünüyor, düşünüyordu...

Ortada hiçbir neden yokken nasıl ayrılmışlardı? Aptalca bir inat uğruna bunca zamandır paylaşılan o güzel duyguları nasıl da feda etmişlerdi...

Telefona sarıldı. Aklında kalan tek numarayı, onun numarasını tuşlarken telefona, neler konuşacağını planlıyordu. Telefondaki “Alo!” sesini duyunca tüm cesaretini yitireceğini nereden bilebilirdi? Her şey iyiye gideceğine daha da kötüye gidiyordu. Cesaretini toplayacağı yerde bir tavuk gibi korkakça davranıyor ve bundan utanç duyuyordu. Telefonu kapattı. Hayır, bütün suç kendisinin değildi. Uykusuz kaldığı üç gün boyunca verebildiği tek karar buydu.

Suçu beraberce işlemişlerdi, beraberliklerinin bitmesine izin vermeyeceklerini söyleyerek yemin eden iki kişinin böylesine gereksiz bir inatla birbirinden kaçmalarının suçlusu elbette ki yalnız kendisi olamazdı. O da kaçmasaydı. Hayallerini kurdukları o güzel dünyaya vurmasaydı tekmeyi. Olmuyordu işte!

İnadını sürdürmeyi bırakması gerekiyordu. Belki de aşkın gurur dinlemeyeceğini unutmuştu. Bunu ona birisinin hatırlatması mı gerekiyordu sanki? Ama onlarınki aşktan üstün bir şeydi, sevgiydi...

Telefon çalıyordu. Acaba kimdi? Kim arardı böylesine karmaşık duygularla boğuşup duran, acizliğini kendisine kabul ettirmeye çalışırken sürekli inadının kurbanı olup, her seferinde yenilgiyi kabullenmek zorunda kalan, duygularını bir kenara itip sırf mantığıyla karar verebilmeyi hedef edinen aptal bir insanı? Kim arardı?..

Telefonu yerinden kaldırmaya cesaret edebilmesi de bir olgunluk sayılabilirdi ama bunu becerebilmek için beş dakikasını verdi. Demek ki kendisinden daha inatçı olan insanlar da yaşıyordu yeryüzünde...

Hafif bir ses tonuyla “Alo!” dedi. Bu kez telefon kendisinin yüzüne kapanmıştı. Acaba o muydu? Evet, evet... Kesinlikle oydu...

Biraz yumuşamıştı nasır bağlamış, taş kesilmiş, inadının kurbanı olmaya alışmış o zavallı yüreği... Biraz yumuşamıştı... Hatalarını görebiliyordu artık... Ona nasıl da insafsızca hakaretlerde bulunduğunu hatırlayabilmişti sonunda. Gururunu ayaklar altına almayı da başarabilirse her şey en az eskisi kadar güzel olabilirdi. Peki onu nasıl razı edecekti, gönlünü nasıl alacaktı o melek kalpli insanın? Yapabilirdi, bu kez konuşabilirdi.

Bir ok gibi fırladı ve telefonu son bir kez aldı eline. Her şey kendiliğinden oluverdi. Ne konuştuklarını bile hatırlamıyorlardı ama her şey düzelmişti. Bir telefon konuşmasıyla mı olacaktı yani bütün bu kara düşüncelerin aydınlığa kavuşması? Çok kolay olmuştu... Demek ki sevgi engel tanımıyordu. Belki de suçlu olduğunu bildiği için utanıyordu kendisinden... Neyse...

Artık hiçbir şey önemli değildi onun için, sevdiğinden başka...

Yaşadıklarından öğrendiklerini düşündü bir an. Gereksiz bir inat uğruna en sevdiği insanı nasıl kaybetmek üzere olduğunu, gururunu yenmenin zorluğunu ve bunu yapabilmenin getirdiği mutluluğunu düşününce yaşadıklarının kendisine çok şeyler kazandırdığını kolayca gördü. Her şeyden önemlisi de sevginin üstünlüğüydü onun için...

Sevgi öylesine güzel ve anlamlı bir histi ki onun karşısında durabilecek bir engel göremiyordu artık. Sevginin üstünlüğüne inanmıştı sonunda. Sevgi, aşktan da diğer bütün duygulardan da üstündü. Sevdiği insana bir kez daha bağlanmıştı. Affetme büyüklüğünü göstermesi, kendisini ne kadar çok sevdiğini ortaya koymuştu.

Telefonu kapattı; sokakları yeni yeni ıslatmaya başlayan bir bahar yağmuru altında ıslanarak sevdiği insana koştu. Onu çok seviyordu...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Zamanın birinde bir kız varmış...
Bu kız bir gün birine sevdalanmış,
Ama imkânsız ask olur ya, aşkı imkânsızmış,
Sevmekten vazgeçmek zorunda kalmış.
Aradan bir zaman geçmiş, bir gün karşısına yeniden bir erkek çıkmış.
Bu erkek kendine çok güvenen, yakışıklı ve zeki biriymiş. Bütün kızları
Parmağında oynatabileceğini sanıyormuş. Ama yanıldığını çok geçmeden anlamış.
Bu arada kız sevdiğini unutmaya çalışıyormuş. Başta o erkek kızla alay etmek istemiş,
Duygularıyla oynamış ama çok geçmeden kendi kazdığı kuyuya düşeceğini bilememiş... Uzun bir zaman konuşmuşlar,
Zaman geçtikçe erkek kıza âşık olmuş. Çok sevmiş ama nafile, kızın gönlü hala sevdiğindeymiş... Unutmaya çalışıyormuş
Aylardır. Erkek kıza yaklaştıkça, kız kaçıyormuş, sanki yeniden âşık olmaktan korkar gibi. Hep mesafeli davranıyormuş,
Erkeğe bir ağabey gözüyle bakıyormuş, ama çok derinlerde birazcıkta olsa sevdiğini bilmiyormuş. Erkek bunun farkına varınca
Bozulmuş. Kendine çok güveniyor ya, bir gün kıza aynen şöyle demiş: sana hayatında başarılar, ben sana artik yar olamam!
Kız bunu duyunca yıkılmış. Nedenini bile anlayamamış, sevmiyorsam neden bu kadar üzüldüm diye düşünmüş gecelerce... Ve çok
geçmeden anlamış ki, içinde bir şeyler varmış birazda olsa ona karşı... Ama ne fayda is isten geçmiş, erkek terk edip gitmişti kızı. O günün gecesinde kız hiç uyumamış, sabaha kadar hep düşünmüş düşünmüş ve yine düşünmüş... Umudunu tamamen kesmiş ondan ama hiç beklemediği bir anda, üç gün sonra ondan haber gelmiş... Seni görmek istiyorum diye... Kız çok üzgünken birden bire çok sevinmiş, ama kalbi çok kırılmıştı, döner miydi geriye? Gururu çok kırılmıştı. Erkek kıza yalvarmış ne olur dostluğumuz bitmesin diye. Kız oğlanın onu sevdiğini bildiği için, ask acısını bildiği için kabul etmiş yeniden dost olmayı. Zaman geçmiş, çok iyi dost olmuşlar, bu arada erkeğin sevgisi gittikçe büyüyormuş. Kız ise ilk gün ki gibi davranıyormuş, hiçbir tepki vermeden... Nedeni ise yine ilk ask hikâyesi gibiymiş, imkânsız ask. En zor ask ve en acı ask... Kız bunun farkındaymış ama erkeğin hiç bir şeyden haberi yokmuş. Kız ona hiç anlatamamış gerçekleri ve zaman böyle akıp gitmiş... Günler sonra kız oturup düşünmüş, aklına başına gelmiş. Yanlış yapıyorum demiş kendi kendine. Ona benim çektiğim gibi ask acısı çektiremem demiş. Ve bir karar vermiş, yine ayrılık... Bu aska dönüşmekte olan dostluğu önlemek için her şeyi yapmış, erkeğin umudunu iyice kırmış. Ama yinede bir zamanlar onun kıza yaptığı gibi: sana hayatında başarılar, ben sana artik yar olamam dememiş. Evleniyorum diyerek bitirmiş her şeyi. Erkek perişan olmuş ama kız sözünden asla geri dönmemiş ve gitmiş... Uzun zaman kız bu olayın etkisinden kurtulamamış. Hikâye burada bitmemiş, aradan uzun zaman geçmiş. Kız artik asklardan sevdalardan umudunu tamamen kesmiş. Hep imkânsız yasak asklara rastlamaktan bıkmış. Ve bir gün hiç beklemediği anda karşısına yine bir erkek çıkmış. Ve yine sevmiş, bu sefer son olması dileğiyle hiç utanmadan askını söylemiş. Şimdi kız çok seviyor ve de çok mutlu, hem seviyor hamda seviliyor. Belki de yıllardır aradığı sıcaklığı, mutluluğu, samimiyeti ve gerçek aşkı yeni bulmuştu. Şimdiyse eski günleri hatırladıkça kendi haline gülüyor ve bazen de istemeden de olsa ağlıyor... Kolay değil onca şey yasamak. Dilerim simdi çok mutlu olur sevdiğiyle. Askınızın sonsuza dek sürmesi dileğiyle sevda ve umut...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Birbirlerini çok seviyorlardı...Ama bazı sorunlar çıktı hayatlarında.Ayrılık vakti gelmişti artık,anlıyorlardı.
Çok gençtiler.Unuturuz dediler belkide...Son görüşmeyi yaptılar;
Kız:Umarım sana uygun aradığın aşkı bulursun
Erkek:Saol umarım sende...
Kız:Seni hala sevdiğimi biliyorsun değil mi?
Erkek:Evet.Bende seni seviyorum.O zaman...
Kız:Sakın söyleme...Konuştuk bunları
Erkek:Evet.Seni unutmayacağım ve senden başka kimseyi sevmeyeceğim.
Kız:Bende...
Ve sustular.Uzun süre konuşmadılar.SONRA...
Kız:Veda zamanı gitmeliyim
Erkek:Biraz daha...
Kız: Hoşçakal
Erkek: Hoşçakal
Evet bitmişti.İşte bitmişti.Bitmez denilen aşk bitmişti.
.....
Aradan seneler geçti.Geçen seneler kızın hayatında hiç bir değişim yoktu.İşini kurmuştu ve hala onu seviyordu.O ise ünlü bir avukat olmuştu.Onu gizlice hep takip etmişti...
....
Elindeki gazeteyi karıştırıyordu.Gözüne bir haber çarptı.'ÜNLÜ AVUKAT EVLENİYOR' tekrar ve tekrar okudu haberi ve başlığında kaldı gözü.Yanlış yazılmıştı,evlenemezdi.Unutmayacaktı söz vermişti.
Gözyaşlarına hakim olamadı.Yıllarca ona olan sevgisinden hiç vazgeçmemişti.Şimdi ise ondan nefret etmek istiyordu...Yapamadı.Onu hala delicesine seviyordu.
Arkadaşını aradı.Yanına geldi can dostu.'O evleniyor' dedi ve bitkin bir şekilde yere düştü.Arkadaşı anlamıştı zamanın geldiğini.Hastaneye kaldırdı kızı son bir umut diye.
Doktorlar umutsuzdu.Tek söyledikleri 'Hazırlıklı olun'
Bi süre sonra genç kız gözlerini açmıştı.Eliyle işaret ederek arkadaşını çağırdı.
Hüzünlü dost topladı kendini ve kızın yanına gitti.
Dalga geçercesine;
-Kalk kız ne yatıyorsun hasta gibi
-Sus.Yorma beni biliyorum durumumu
-...
-Beni dinle bunlar senden son isteklerim.Ben öldükten sonra yerine getirmeni istiyorum
-Yapma böyle.Bırakma kendini
-Sus,yorma beni sadece dinle.Evime git kilitli bi dolap var onu aç orda bi anahtar var.Onla benim evimizin anahtarı.Hayalimizdeki evin anahtarı...Evlenince öyle bi evde oturucaktık.Kısmet olmadı.Ayrıldıktan sonra ben hayalimizin evini yaptım ve isteğimize göre döşedim.Adresi ordaki planların üzerinde var.
Ben öldükten sonra o anahtarı ona ver.Anahtarı aldığın dolapta bir de kaset var onuda vericeksin.
Şimdi beni yalnız bırak ve söylediklerimi unutma
-Tamam ama vazgeçme lütfen
-Üzülme ben 12 yıl önce ondan vazgeçtiğimde yaşamdan da vazgeçtim.Hadi git.Ve giderken sakın arkana bakma.
Arkadaşı kızı bırakmanın verdiği acıyla yürüdü.Kapıdan çıkarken makinaların sesini duyuyordu.Evet arkadaşı ölmüştü.Söz verdiği gibi arkasına bakmadı...
Kızın evine gitti.Dolabı açtı.Anahtarı aldı ve kaseti.Şimdi ona gitmeliydi.
O 'ÜNLÜ AVUKATA'...Çok yorgundu dost,ama gitmek zorundaydı.Sonunda ofise geldi.Avukatın kapısına geldiğinde geri dönmek istedi.Genç kız geldi aklına...Kapıyı çaldı.'Gir' sesinden sonra içeri girdi.
O karşısındaydı.O da tanımıştı dostu...
-Hoşgeldin
-Hoşbulduk
-Nasılsın
-Görmüyor musun?
-Neyin...
-Evleniyormuşsun hayırlı olsun
-....
-Arkadaşım can dostum az önce öldü.Unutmayacağına söz verdiğin,sevdiğini söylediğin o kişi yok artık.
Ayakta duramadı daha fazla delikanlı ve olduğu yere yığıldı kaldı.
-Bunları vermemi istedi sana.Benden son isteği buydu
Ona emanetleri uzattı ve hızlı adımlarla ordan uzaklaştı.Genç adam önce kaseti dinledi...

''Canım,eğer bu kasedi dinliyorsan bu öldüğüm anlamına geliyor.Üzüldün mü?Üzülme.Biz hayatımızı başkalarına verdik.Senden ayrıldıktan 1 yıl sonra doktorlar kalp hastası olduğumu söylediler.Sensizlik bende bi kalp hastalığı bıraktı.O günden sonra...Her günümü senle geçirmeye başladım senden habersiz.Yavaş yavaş,zamanımın dolduğunu hissediyorum.
Sana gönderdiğim anahtar hayalimizin,evimizin anahtarı.Bizim hayalimiz gerçek olmadı.Ama olurda birgün birini benden çok sever,evlenmek istersen o evde oturun.
Git gör evimizi,hayalimizi...
Aşkım,evimizde kapalı bi oda var.Anahtarı masanın üzerinde.O oda sensiz geçen 11 yılımın eseri.Benden sana kalan son hatıra.Geçirdiğimiz en güzel zamanlar var o odada.O evde tüm hayallerimizi bulacaksın bebeğim.Eğer sana acı verirse o ev boşver vur kilitleri üzerine;hayalimiz sen ve ben olmadanda hayalimiz olarak kalacak.Seni seviyorum hayatımın rengi.Elveda...''

Sevdiğinin son sözleriydi bunlar.Artık tutmuyordu gözyaşlarını evet ağlıyordu.Çaresizce,umutsuzca ağlıyordu...
Hayaline gitmeliydi...Kendine geldiğinde evin adresini bulmuştu.Elleri titriyordu.Sevdiğiyle gireceği eve yalnız ve onsuz giriyordu.
Kapıyı açmaya çalışırken bahçedeki sallanan sandalyeler dikkatini çekti.2 tane sandalye...Biri daima boş kalacak sandalyeler...
Kapıyı açtı içeri girdi.Sevdiğinin kokusu vardı adeta.Gözleri doldu yeniden ama ağlamadı.
Aklına kilitli oda geldi...Masanın üzerinden anahtarı aldı,kapıyı açtı.Titriyordu hala...
Odada bir albüm ve duvarda yazılar vardı.Okuyamıyordu,sanki gözleri görmüyordu.Daha dikkatli baktı.Yanılmıyordu...
Sevdasına ait en güzel sözlerdi bunlar;
'Sensiz asla yaşamam' 'Son sevdiğim olacaksın' 'Senden başka kimseyi sevemem' 'Seni unutmayacağım' .......
Ve duvarın birinde...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

avid o gün çok yoğundu, seçim kampanyaları devam ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarky gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı. Ama o hoş ses aklından çıkmıyordu.
Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı. Telefon çalarken kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı ses vardı. Kendisini tanıttı. Konuşmaya başladılar. Konuştukça kızdan dahada etkileniyordu.
Günler geçti. Hergün onunla konuşuyordu, onun sesini duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu. O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve bahar gelmişti.
Bu arada seçim kampanyalarıda çetin bir şekilde devam ediyordu. Aklından ve kalbinden çıkaramadığı o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı. Bu kampanyası içinde olumlu olurdu. Danışmanı başının etini yiyordu.
"Evlenirsen, ratingin 10 puan artar" diye...
Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemeşti. Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes almadan evlenmek istediğini söyledi, kampanyasını anlattı, hayallerinden bahsetti, seçimden sonra karayiplerde bir balayından bile bahsetti. Onun çoşkusu genç kızada geçmişti. Ama bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle
"Henüz beni görmediniz, ya beğenmezseniz." dedi.
David "Bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi.
Bu arada eski neşesini ve çoşkusunu kaybetmişti. O zaman yarın buluşalım dedi. Buluşacakları yeri konuştular.
Ertesi gün David heyecanla buluşacakları yere geldi. Biraz sonra uzaktan yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu diye düşündü. Ama parkın o kısmındaki tek kişi olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok uzaklara bakıyordu. Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde güneş gözlükleri vardı. Kızın gözlerinin ne renk olduğunu düşünmeden edemedi.
Kız David ile telefondaki meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi. Oda ne elinde bir beyaz baston vardı. David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda konuştuğu meleğiydi. Ama o kördü. Ne yapmalıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi? Herşeye rağmen elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi? David yutkundu ve birkaç adım atıp, kızın yanından geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son birkez dönüp kıza baktı. Kız hala uzaklara doğru bakıyor, köpeğiyle konuşuyor ve David bekliyordu.
David günlerce, onu bekleyen kızın hayalini unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün işim çıktı gelemedim deyip, yine herşeye yeniden başlamayı düşünüyordu.
Günler geçti ve seçimler sonuçlandı. David seçimleri kaybetti. New Jersey valisi olamamıştı. Yine avukatlığa devam etmeye başladı. Noel hazırlılarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri girerek, davanın 25 dk sonra olacağını hatırlattı. Hızla hazırlandı. Çantasını alıp adliyeye gitti. Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davası görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu. Biraz sonra karşı taraf ve hakimde yerlerini almıştı. David ilk tanığa sorusunu sordu. Moralinin bozulmaması için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı bile. 2.tanık ile ilgili notlarına bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabı sesi duydu. Karşı tarafın avukatı tanığın yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı. Bu ses çok sert, acımasız ama bir o kadarda tanıdık geldi.
Başını kaldırdı daha bir dikkatle baktı. O sırada saçlarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözlü, dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze geldi. İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü canlandı. Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı saçlar, heran gülmeye hazır yürek şeklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir vücut. Bu o parktaki kız olabilir miydi..?
Yoksa halisülasyonlar mı görmeye başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey hatırlamıyordu.
Yanından hızla geçen avukatın peşinden koşup bahçede yakaladı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki. O menekşe göze ta gözbebeklerinin içine kadar sımsıcak bir şekilde baktı; o çizgi halindeki dudaklar güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi melodik bir ses duyuldu.
"Merhaba o gün parkta sana şaka yapmak istemiştim.. Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca yanıma gelip bana telefondaki meleğim demiş olsaydın. Ya da 1-2 saniye daha bekleyebilseydin. Sana evet demek için gelmiştim. Oysa sen kendi kalbini sınavdan geçirdin ve başarısız oldun. Bu arada, sürekli aradığın... ya da parktaki günden sonra hiç aramadığın telefon, ofisimdeki direkt telefondu."
Ve telefondaki melek yürüyüp gitti...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Gözleri bahçe duvarına takılı, öylece kalakalmıştı Serap… Dünyanın acımasızlığından sıyrılıp, duvarın koyu siyah taşlarına bakıyordu… Saatlerdir söğüdün altındaki banktaydı… “Keşke taş gibi sağlam bir yüreğe sahip olsam” diye geçirdi içinden. Kaç yıldır buradaydı, hatırlamıyordu… Geçmişteki kötü günleri düşünmemek için direniyordu. Yaşadığı acılar yüzünden yatırılmıştı hastaneye… O gün bugündür, hastanedeydi…
Ürperdi… Üşümeyle, korku arasında bir yerdeydi… Kendisine yaklaşan ayak seslerini merak edip, o yöne baktı. Gelen Sevgi Hemşireydi. İsmi gibi sevgi dolu bir kadın… Kendisine o zor, bunalımlı günlerinde hep yardım etmiş, bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Gülümseyen bir ifadeyle Sevgi hemşireye baktı. Hemşire yanına yaklaşıp,
-Baban geldi. Başhekim ile seni bekliyorlar, dedi.
Serap boynunu eğerek istemeye istemeye yola koyuldu. Bin bir türlü düşünce sardı beynini. İçeriye girdiğinde koltukta oturan babasının anlamsız yüz ifadesiyle karşılaştı.
Başhekim Serap’a dönerek
-Artık buradan ayrılmanın zamanı geldi. Biz çıkış işlemlerini hazırlarken sen de eşyalarını topla istersen, dedi.
Başhekimin söyledikleri korkutmuştu Serap’ı… Bir şey söyleyemeden çıktı odadan. O giderken, babası endişelerini. Başhekim Erol beyle paylaştı:
-Eskisi gibi neşe dolu kıpır kıpır olacak mı Serap? Deye sordu.
-Biliyorum endişelisiniz. Fakat Serap için en iyisi bu hayatla yüzleşmesi, diye karşılık verdi doktor. Kuşkuları yüzüne yansıyordu Ahmet beyin. Doktor durumun farkındaydı. Ona ümit vermek, yüreklendirmek istedi:
-Aslında ben de isterdim, tam olarak iyi demeyi… Fakat hala yaşadığı kötü olayların etkisinde. Gerçek hayatla yüzleşmeye korkuyor. Yaşadıkları peşini bırakmıyor. Tekrar eski cesaretini kazanması için hayatla yüzleşmesi gerek. Başka yolu yok. Dört yılda gelebildiğimiz nokta bu… Sizin desteğiniz ona cesaret verebilir.
Ahmet bey alçak sesle selam vererek dışarı çıktı. Serap tek çocuklarıydı. Eşi Emel hanımla kötü olayları unutturacaklardı. Kızının yaşadıkları tekrar canlandı gözlerinde…
Okuldan yeni mezun olmuş çok zaman geçmeden iş bulmuştu. Bir şirkette müdür yardımcısı olarak çalışıyordu. Şirketin muhasebe müdürü Ersin ile aralarında duygusal yakınlaşma kısa sürede aşka dönüşmüş, evlenme kararı almışlardı. Ersin ne istere yaptırıyordu. Serap aşık olmanın etkisiyle ne isterse evet dışında bir kelime söyleyemez hale gelmişti. Hayatını karartacak o evrakları de yine o dönemde imzalamıştı zavallı kız… Nereden bilebilirdi ki… İlk aşkıydı ve ona çok güveniyordu. Hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Nikah günü geldiğinde, her şeyden habersiz gelinliğini giydi ve Ersin’i beklemeye başladı. Fakat kapıyı Ersin değil de, polisler çalınca, rüyası bir anda kabusa dönüştü. Ersin çalıştığı şirketi dolandırmış, paralarla birlikte kayıplara karışmıştı. Mutluluğa imza atmayı düşleyen Serap, yıkılan aşkına mı, hakkındaki suçlamalara mı yanacaktı?
Cezaevi günleri, duruşmalar, suçsuzluğunu kanıtlamak için çırpınmalar. Genç kızın körpecik bedini de, ruhu kadar örselenmiş ve kısa sürede tanınmaz hale gelmişti. Neyse ki, davaya bakan yargıç onun suçsuzluğuna başından beri inanmıştı polise yazılan müzekkereler kısa sürede sonuç verdi. Ersin bütün illerde aranıyordu. Yurtdışına kaçmak için gittiği bir havalimanında apar topar yakalandı. O andan sonra da sucunu itiraf etmekten başka çaresi kalmamıştı. Serap, aylar süren cezaevi hayatının ardından tahliye olmuş, ancak bu kez de hastanenin yolunu tutmuştu. Psikolojik tedavi görmesi kaçınılmazdı. Söylenenleri anlamıyor,, insanların yüzüne boş boş bakıyordu. Öylesine unutkan bir hale gelmişti ki, ailesi tek başına sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu. Bazen saatlerce odanın bir köşesine yığılıp, duvarlara daldığı oluyordu.
Dünyadan kopuk, acılarla dolu dört yıl… Hastanede doktorların ilgisi Serap’ı kendine getirdi. İlaçlarını düzenli alıyor, hemşirelerle uzun uzun sohbetlere dalıyordu. Bazen yapayalnız bahçede dolaştığı olurdu. Büyük salkım söğütlerin gölgesinde kuş seslerini dinlemek, hayatının çalınmış o dört yılını düşünmeden hayallere dalmak, en unutulmaz anlarıydı. Fakat, yine de kendini o karanlık geçmişten tam olarak kurtaramıyordu. Bazen nefes alamaz duruma gelip, dakikalarca hıçkırdığı, gözlerinden yaşların süzüldüğü oluyordu. İşte, hapishaneden sonra, hastane dönemi de kapanmıştı. Ahmet Bey,
-Allah’ım bu kabus son olsun, diye mırıldanarak kızına yaklaştı.
Serap valizini hazırlamış, hastanenin koridorunda birbirlerine bakıyorlardı. Baba kız evlerinin yolunu tuttular. Emel hanım kızının en sevdiği yemekleri yapmış onları bekliyordu kapıda karşıladı. Bir anda yaşanan duygu seli Ahmet beyin de gözlerini yaşartmıştı.
-Hadi siz ana kız dertleşin benim biraz dışarıda işim var, diyerek sokağa zor attı kendini. Kahvenin yolunu tuttu. Asker arkadaşının yanına gidip dertleşecekti. Yalçın bey, severdi kendisini, mutlaka bir çözüm bulurdu. En azından öyle diliyordu. Kahvede çay içiyordu Yalçın bey, Ahmet beyi görünce sevindi. Oturup konuştular. Yalçın bey, severdi kendisini, mutlaka bir çözüm bulurdu. En azından öyle diliyordu. Kahvede çay içiyordu Yalçın bey, Ahmet beyi görünce sevindi. Oturup konuştular. Yalçın bey, arkadaşının zor durumunu anlamakta gecikmedi. Kendisini teselli etti ve bu kadar kötümser olmaması gerektiğini söyledi.
- İstersen, bizin oğlanın, yanında işe başlasın. Kendisini toparlar biraz… Düşüncelerinden uzaklaşır, dedi.
Ahmet bey bu teklife çok sevinmişti. Yalçın bey hem güvenilir bir insan, hem de kara gün dostuydu. Kahveden ayrılıp sevinçle eve döndü. Serap ile konuşup onu ikna etmeliydi. Hayatın bir ucundan tutması gerekiyordu artık. Eve geldiğinde sofra hazır Ahmet beyi bekliyorlardı. Sessizce yemeklerini yedikten sonra kızına durumu açtı. Serap’ın pek hevesli olmadığı her halinden belliydi. Fakat inadın fayda etmeyeceğini bildiği için de, babasının getirdiği teklife ‘peki’ dedi. Pazartesi iş başı yapacaktı istemeye istemeye….
İş yerine gittiğinde sekretere izah etti durumu. Serap’ı Sarhat’ın yanına çıkardılar. Endişeli bir şekilde kapıyı çaldı. Odaya girdiğinde bu kadar sert bir çehreyle karşılaşacağını tahmin etmiyordu. Serhat kendisini şöyle bir süzdükten sonra hiçbir şey sormadan yapacağı işleri tarif etti ve sekreteri çağırdı.
-Serap hanıma çalışacağı yeri gösterin.
Daha ilk günden bir yığın iş yüklemişti önüne. Müşteri föyleri, sipariş listeleri, geçmiş yıllara ilişkin alacak- borç takipleri… Kendisine verilen işi sevmese de, titiz bir şekilde görevini yapmaya çalışıyordu. Arada bir takıldığı yerler olduğunda diğer çalışanlardan yardım istiyordu. İş yerini sevmişti. İçine kapanık, sakin bir kişiliği vardı. Fazla konuşmuyor, sorulmadan da yanıt vermiyordu.
İşinde açık vermemesine rağmen, Serhat ile yıldızı bir türlü barışmamıştı. Adamın teşekkürü bile neredeyse hakaret gibi geliyordu. Onun sert mizacı, Serap’ı işten soğutmak yerine, daha da hırslandırıyordu.
Hiç kompleks duymadan bir yığın işin altından kalkıyordu. Kendini tamamen işe vermişti. Ailesi bu durumdan oldukça memnundu.
Serap o kabus günlerinden kalan havayı üstünden atmaya başlamıştı. Yüzünde daha belirgin bir tebessüm, insanlara karşı daha hoşgörülü ve sevecendi. Bütün bunlara rağmen bir eksikliği, bir tedirginliği de yüreğinde taşıdığını biliyordu.
Yaşadıkları küçük kent, her bahar beyaza kesen erik ağaçları, boy boy akasyalar ve mayısın ilk günlerinde insana gülen erguvanları ile ünlüydü. Ne zaman bahar bu güzelliklerini giyinse, insanın içini kıpır kıpır eder bir hal alırdı. Etraf adeta yalancı bir cennete dönerdi. Yine öyle günlerden biriydi. Serap işlerini bitirmiş, jaluzileri açık pencereden dışarıyı seyrediyordu. Uçuşan duyguların, tarifi yapılmamış heyecanların yüreğini doldurduğunu hissediyordu. Hayattan zevk almaya başlamıştı. İzah edemediği bir sevinç yumağı içinde büyüdükçe büyüyor, adeta kabına sığamıyordu. Ona bu duyguları yaşatan şeyi tarif etmekte zorlanıyor, nedenini kendisine bile açıklayamıyordu. Telefon sesiyle irkildi. Serhat’tı arayan oysa cam bölmelerle ayrılmış yan yana odalarda çalışıyorlardı. Seslense duyacaktı. ‘neden telefon’ diye geçirdi içinden… Serhat yine o bilinen ses tonuyla:
-Hayrola, dedi, bahar çarptı herhalde… Dün verilen siparişler dosyalandı mı? Niye bir saattir pencereden dışarı bakıyorsunuz?
Serap bozulduğunu belli etmeden,
-İşleri bitirdim, dalmışım… diyebildi.
Serhat üstelemedi:
-Peki, istersen çıkabilirsin. Bu havada insanın zaten çalışması gelmiyor, dedi.
Serap teşekkür etti.
İzni koparmıştı ama canı çıkmak istemedi. Jaluziyi biraz indirip, Serhat’ın olduğu bölmeye doğru döndü yüzünü… Ondan hoşlanıyor muydu? Bir anda yüzünü ateş bastı. Yine o kahrolası kabus günlerine döner gibi oldu. “Hayır, hayır” diye mırıldandı… Çabuk toparlandı. Serhat’ın da kendisine baktığını gördü. Bir an göz göze geldiler. O sert, aşılmaz duvar gibi duran genç adam gülümsüyordu.
“ Olmaz” diye söylendi içinden. “Kuruntu bunlar. Kendimi kandırıyorum…”
Aslında olmaz dediği şeyin günbegün kendisini kuşattığını biliyordu. Bazen başını yastığa koyduğunda bile Serhat’ı düşündüğü oluyordu. Fakat yaşadıkları yüzünden hemen bu düşüncelerden sıyrılıp, havadan sudan şeylerle oyalanıyordu. Gün geçtikçe bu duygular daha da ağır basmaya başlamıştı. Serhat’ın o günkü bakışları, içindeki umut kırıntıları oluştursa da Serap, yeni bir gönül oyununa asla ve asla izin vermeyecekti. Yıldızlı bir gecenin kıyısında, kollarını göğsünde kavuşturmuş uzaktan uzağa duyulan ağustos böceklerini dinliyordu. “Bu aşk mı” diye söylendi. Eğer bu aşksa öteki neydi? Eğer o gün Ersin nikahtan kaçmamış olsaydı, yine bunları yaşayacak mıydı? İnsan birkaç kez aşık olabilir miydi? Düşüncelerin yine kendisini dipsiz bir kuyuya doğru çektiğini hissettiğinde, annesinin sesiyle irkildi:
-Hadi kızım, gel bir bardak çay iç…
Sonraki günlerde Serhat’a daha bir bağlandı. Artık gözü başka bir şey görmüyordu. Fakat bunu asla itiraf etmeyecekti. Serhat’ın ilgisinden emin değildi. “Ben sevdiğim için, onun da beni sevdiğini sanıyor olabilirim… Yanlış şeyler yapmamalıyım. Ona yakın olmak bana yetiyor. Başka bir şey istemiyorum” diye avunuyordu. Ya o da Ersin gibi çıkarsa endişesi yüreğini kavuruyordu…
Ve yanılmadığını düşünüyordu. Sabah yaşadığı üzücü dakikalardan sonra…
Toplantının hemen ardından odaya güzel bir bayan girmişti serap daha kadını görür görmez, kötü bir şeylerin olacağına inanmıştı. Hiç kimseyle konuşmadan Serhat’ın odasına girdiğinde vücudunun alevler içinde kaldığını hissetti birden… üstelik duyduğu kahkahaların beynini tırmalamasına dayanamıyordu. İçinde yanan kor neydi? Neden böyle olmuştu? Yaşadığı duyguların gerçek bir sevgi olduğunu anladığında içinden bir şeylerin kopup gittiğini fark etti. “ Artık çok geç olduğunu” düşündü. Evet seviyordu Serhat’ı ve gördükleri ona ikinci bir kabusun gelişini haber veriyordu. Acı dolu günlere gitti… Cezaevi ve hastane günleri, Ersin’le olan ilişkisi… Sonra gözleri yeniden serhat ve o güzel kadına ilişti. Hakim olamadığı duygularla boğuşuyordu.
“Adam sana bir ümit vermedi ki, niye kendi kendine gelin güveyi oluyorsun” diye kızdı kendi kendine. Fakat bu onu tatmin etmedi. Kurmuştu kafasında bir kez… Bilgisayarın başına oturdu. Bir kaç satır karaladı. Çıktısını alıp, imzaladı. Gidiyordu. Gözyaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Kağıdı bir zarfın içine koyup masasının üzerine bıraktı ve sessizce işyerinden ayrıldı. Yola çıktığında nereye gittiğini bilmiyordu… Hiç durmadan hızlı adımlarla yürüdü.
O sırada serhat, yanındaki bayanı işyerindekilere tanıştırıyordu. Serap’ın odada olmadığını görünce şaşırdı. Ankara’dan gelen kuzenini onunla da tanıştıracaktı. Bu aslında biraz muzipçe kurulmuş bir oyundu. Serhat, Serap’ın gerçek duygularını öğrenmek için, kuzenini işyerine çağırmıştı. Masadaki zarfı açtıklarında, Serap’ın gittiğini öğrendiler. Serhat’ın yüzü sapsarı kesilmişti. Onu bulmak için hemen dışarı attı kendini… Evlerine gittiğinde Serap yoktu. Ahmet bey olanları duyunca telaşlandı. Kızı eski günlerdeki gibi bunalıma mı sürükleniyordu.
Düşüncelerinden telefonun sesiyle irkildi. Korkarak ahizeyi eline aldı. Arayan Baş hekim di
-Serap burada… Bahçede oturuyor… bir problem mi var?
Ahmet bey’in yüreğine su serpilmişti.
- Keşke bütün sorunlar böyle olsa, kızım aşık sadece sevilmediğini düşünüyor.
Telefonu kapatarak Serhat’a baktı…
-Serap hastanenin bahçesindeymiş git ona olup bitenleri anlat
Serhat bir şey demeden alel acele arabasına binip yola koyuldu. Hastanenin bahçesine geldiğinde Serap’ı söğüdün altındaki banka oturmuş yüksek duvarların koyu siyah taşlarına bakarken buldu. Yavaşça yanına oturarak, olup bitenleri anlatmaya koyuldu. Serap’ın kendisin toparlaması için kötü davranışlarının sebebini, duygularından emin olmak için Kuzeni Zeynep le yaptıkları oyunu…
Serhat bir müddet sustuktan sonra yutkunarak…
-Senin tekrar hayata sarılman için yapılacak tek şey buydu, dedi.
Serap’ın ellerini avuçlarının arasına alarak…
-Şimdi senden bir imza istiyorum. Ama bu kez hayatını karartmak için değil, ikimizin mutlu yuvası, aşkı için… Benimle evlenirmisin?
İki sevgili artık konuşmadan duygularını gözleriyle anlatıyorlardı. Serap’ın artık mutluluktan akıyordu gözyaşları…
-Evet sözcüğü dudaklarından dökülürken, hastane personeli pencerelerde iki imza arasındaki ilginç serüvene tanıklık ediyorlardı.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Gitmiştim.. Saçımdan tırnaklarıma kadar boylu boyunca bir gidiştim...
Durakta beklemekle otobüse binmek arasındaki çırpınışları kaplıyordu aklım.. Aklım öyle sevimsizdir ki böyle zamanlarda, bulutlarla yerkabuğu arasında sıkışır kalırım.. Doyumsuz bir yolculuk şoku ardı ardına gözlerime saplanır..İki adımda bir kavşak serilir önüme. Karasızlık buhranı sonra... Her acının yürüdüğü söylence bir yol vardır.İşte kavşakları hep acıya ayarlanan gidişlerim bu söylenceye aldanır... Kandili kısık bir aydınlıkta zamanın geç kalmışlığında yolları birbirine düğümlerim... Günü ikiye böler acının kılıcı yüzüne yakışan rengi seçer, geceyi giyinir acının kanayan yarıklarından küçük adımlar geçer... Resmi sevinç, içi ezinç başlangıçla gözüm görmeye başlar. Dilim tatlanır, ceplerimde kıvranır ellerim.. Oysa yürek yeniktir hala.Bunu artık kim değiştirebilir. İnsan görebilirse erdiğini soğuk sokaklara sokulma vakti gelmiştir. Alnımdan su eksildiğinde, acıların kayaları küflendiğinde aynalara suretimin sığmadığı zamanlarda gözüme dokunacak bir göz olmadığında sırası gelmiştir çantayı sırtlamanın. o günden sonra bütün kent sokaklarında asit yağmurlarında tek başıma yürürüm. Yüzüm keskin bir mehtapta küskün bir kedi kadar kimsesiz, yüzüm kapalı tüller kadar sessiz...

Az evvel bütün ıışıkların ardına baktım yoktun!!
Bu kentte senin lisanını konuşuyorum aşk boyu.. Lisanım var inanıyorum öyleyse bu gözümü alan sessizlik neden? Bu sağır özlemin failini göster bana.. Her gün yüreğimi ipe götüren bir cellatı arıyorum..
Gözlerimi gösteriyorum kalabalığa gören yok mu? Peki tanıyan celladı mı? Bir yol daha uzadı önüme, kıyısında sıra sıra meşe kolyesi.. Her meşenin gövdesine bir kelime yazıp geçmşim o yoldan..S enden başka kim başarabilirdi ağaçlardan cümle kurmayı...Ve beklediğim oldu ağaçların yolun sonu denize çıktığı..Ben seni denizsizken bilirim... Gözlerindeki son damla maviyi ellerinle saklardın her seferinde.. Daha engelleri aramızdan söküp karşımıza almadan gittin... Deniz sıçradı üzerine, tuza, yakamoza aldanıp gittin!!!

Ne zaman rüzgar saçılsa bir kadıın saçlarına, benim bungun ellerim ağlıyor şimdi.. Gel ben ölmekteyim... Caddelerde adımlarım boğuluyor, gözlerindeki surları katlime örüp durma!! Rengi kokuşmuş yazlara mezarımı kazma!! Naçar oturup ağladığım, güldüğüm çay bahçelerinde denizden donuk gözlü balıklar bakıyor bana.. Vapurların bir bir sana seferi yok.. Gözlerimdeki kayıp ilanlarına aldıran da.. İç bükey bir acıyla geldiğim kentte enkaz oldum.. Bana ayrılan kül bulutlarını soğuruyorum şimdi.. Kanat ve el gibi tutabilir mi bir başka eli ey deniz?

Bugün varlığımın infazına hükmettim.. Durgun bir denizle yanan bir kentin arasında kaldım.. Yamacıma yanaşan şu gemi son kavşağım olsun. İsimsiz olsun.. Eylüle açılıyor dalgalar.. Ah kalbim üzerine çullanacak yine sonbahar.. Sulara sok kanlı saçlarını.. El salla tren istasyonuna, kıyıdaki cam kırıklarını damıt.. Olsa olsa bir sevgiden düşmüştür bu acı.. Peki neden ben oldum bu acının sarnıcı?
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst