Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Yoklugunda Buldum Seni

Yüregim ayaklarima dolasiyor bugün, gidecegin gün yaklasiyor galiba… ve bu yürek seni kaybetmeye alisiyor…seni tanimadan özlemek, sana alismadan kaybetmek, benim olmayacagini bile bile istemek, gidecegin gün yaklasiyor, sen, benim seni sevdigimden habersiz, ben sana bagliyim kifayetsiz…. Sen yokken yasamadigimi zannetme, sen yokken de sen varmis gibi gidiyorum sen varken ama bana ait degilken gitmeyi düsündügüm yerlere sana asik olusumun yildönümü üzerinden uzun zaman geçti, zaman geçti ama sanki o gün dündü, her günüm ayni benim her saniyem her dakikam çünkü hep seni yasiyorum her günüm ayni benim çünkü seni sensiz yasiyorum

Baska gözlerde ariyorum gözlerini, sen diye baska gözlere asik oluyorum. Sana söyleyemedigim, belki söylemekten çekindigim, ama senin için yazdigim sözleri söylüyorum, baskalarini sen görüyorum ama baskalari sen olmuyor… baskalari sen gibi anlamiyor… aglarken gülmüyor… dedim ya baskalari sen olmuyor, sen olmuyor… ruhsatsiz askim

Günesin dogmasini da istemiyorum artik… karanlik kalsin… karanlik, yalnizligimin bidayet noktasi, karanlik; sensizligimin hidayet noktasi… günes dogmasin, ne olur… birakin karanlik kalsin…..

Her sey gerçek yalan olan ben miyim…? Ve her sey gerçek yalan olan askim mi…? Yalan diyorsun sen, ben, sana seni sevdigimi söylüyorum ama sen inanmiyorsun… sana hiç seni sevdigimi söylemedim bagira bagira ama gözlerinin içine uzun uzun baktigim anlarda sana, seni sevdigimi haykiriyorum, ellerini tuttugumda; sana seni sevdigimi haykiriyorum, ama bir sana seni sevdigimi söyleyemiyorum….. Hissetmiyorsun hissetmeni bekliyorum

Yalnizlik pek de zor gelmiyor artik bana hem N. Fazil Kisakürek ne demis

Geçti istemem gelmeni

Yoklugunda buldum seni

Birak vehmimde gölgeni

Gelme artik neye yarar

Gelme artik gelmeni istemiyorum gelmen için yalvarmiyorum gelirsen de istemiyorum yoklugunda buldum seni ve o sen, sen degilsin sen, benim askimin maddesisin… maddeye bagli kalmaktan usandim artik… ask özgürlüktür

Ask maddenin disina çikmaktir… yok istemem, gelme artik……

Sen benim ilk askim oldun ask kutsaldir. Benim olan tek özeldir. Ask ayaklar altina alinip da harcialem mahallerde sefasi sürülecek fenomen degildir. Askimin ilk sayfasi evlada diyorum sana yeni bir sayfanin yapragini araladim evlada ilk askim evlada dostum….

Sana evlada derken senin o meshur sözünü kullaniyorum baska mekanda baska zamanda bir gün mutlaka…..
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

sen benim düşünce suçumsun!!

Kurşuna dizilmiş yanlarımı gecenin günahkar sesine asarak aşka beraat sunuyorum. Dilsiz karanlıkların ucubeliğinde düşüyorum hayat hattından, vurgunluğun satır aralarına. Derme-çatma bir hayatın gönüllü yeniğiyim. Eylül bulaşığı saçlarımda ebabil kuşları... Düş vardiyalarımda, ele avuca sığmaz kabuslar... Susarken kentin gözleri elemli üşümüşlüklerde, ben lacivert kanıyorum yıldızların koynunda. Sen bilmiyorsun...

Ben Aşk gözlü deli... RÜZGAR... Sensizlikten üşüyen ellerimi en kızıl acılara batırırken acımadan, nefes nefese yanıyorum. Yalan yok, acımda yanıyor. Kırgın ve kötürüm kahkahalar kadar açmazda umutlarım... Yüzümün düştüğü yerde katlediyorum dokuz'a denk düşen tekmil baharları. Kendimden büyük sözcüklerle kanıyorum sensizliğin alfabesinde. Mor defterlere düşüyorum, kefenlere gizlediğim tebessüm kırıklarını. Suretimde cellatlardan kalan yarım bir ölüm... Ey Aşk! Melekler beni çağırıyor. Ağrılı sancılarla dokunupta kirpiklerine, ağlama. Ölümümden ben sorumluyum...

Eyvah bir nakarattan yatıştırılamayan cümleler alırken günceme, dilimdeki yaralı hecelerde vuruyorum esişimi. İsimle ateş arasındakinden vazgeçmişken ben, zevalin ötesinde gözlerim. Sevdiğim! Başa sardım ömrümü, yeniden ölmek için. Oysa elden düşme bir ağlayış değildi, içimin karanlık koridorlarında oyalanan yalnızlık... Bilirim, sen beni yaralarımdan tanırsın en çok. Ve bilirsin ki sevdiğim, hiçbir ayrılık ödeyemez bu aşkın bedelini. Dört duvar hayata sığmaz bu kent soylu aşk. Ömrüm! Saçlarında boğ beni. Gülüşlerimiz buz tutmasın dudaklarında, kan dilli bir keder üstü. Ağlama bizi yedi iklimin berisinde, ay düşünce denize...

Şiirlerimden başlamışken beni silmeye, göğün yakınındaki sana nefti yakalanmalar ayakta hala. Nefesi çatlayan sürgün bir akşamsa sensizlik; bedeli ömür olan altı susuştur aşk. Yeşil gözlüm ey! Hüznümden başla enkazımı taşlamaya. İpe götür bu sicilli suretsizliği. Kır zincirlerimi! Sana azatlığımı esirgeme benden. Ama şimdi ölsem, beş para eder mi denenmemiş intiharlarım? İstanbul kadar ağlasam, kafi gelir mi suçüstü suskunluğuna? Ey Aşk! ''Sen bende cennet. Cinnete en yakın...'' Geldim Molla Cünun'un delilik kapısına. Ateşimde ateşlerde. KURTARMA!..

Bütün dönüş biletlerini yaktım aşkın. Yüreğimin zifiriliğinde kayıpsada rüyalar şimdi, Mecnunluğuma senden özge Leyla Çölü bulamam. İsmim isminle bilinir. Bense sana ancak önsöz. Çatırdasın gökkubbe. Kahrolsun, yatağını üşüten ırmak. Paralansın, kitabesi dikilmeyen şaibeli aşklar. Kendinden habersiz ıslansın mağrur yağmurlar, ben esişime sığabileceksem eğer!..

Sevdiğim! Sabaha, kan kırmızı tan yerine ve aşka andolsun ki; benim bildiğim tek ben, sensin. Hoş geldin yokluğunun varlığına. Hoş geldin, ateşimin gül yüzü...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Elveda Birtanem

Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti yanmanin nedeni aksam yedikleri degil uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti aslinda bunda geç bile kalmisti. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsiz uyanis bitmeli... Içinde bir muhakeme baslamisti, kendi kendine söyleniyordu:

“Ona da haksizlik etmek istemiyorum belki hatali olan benim.... Bulunmaz Hint kumasi degilim ya, görünüs olarak himmm yakisikli çocuk denilecek biri hiç degilim.... Ama yaptim çok çalistim bitmesin diye kendimle mantigimla çok kavga ettim olmadi....” Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekille giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti, bugüne kadar hiç bekletmemisti onu simdide bekletmemeliydi. Istanbul soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu.Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor onlar bile agliyor halimize.

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadiköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmisti bulusma yerine. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü, simdi midesindeki agri daha da artmisti. Karsilama faslindan sonra Besiktas'a gitme karari aldilar, yolculuk sirasinda hiç konusmadilar; genç adam günesin yoklugunda grilesen denize bakiyordu. Genç kiz arkadasinin bu durgunluguna anlam verememisti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrilik çanlarini çaldigini.

“Üsüdüm” dedi genç kiz, bu yolculuk boyunca edilen tek lafti. Besiktas'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kiz anlamisti kendisine bir sey söylenmek istendiginin... “Bana bir sey mi söylemek istiyorsun” dedi, genç adamin gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçirarak “evet” seklinde basini salladi.

Genç kiz daha da heyecanlanmisti. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.”

Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gidecegiz, daha dogrusu biz iyi bir ikiliyiz”

“Bunlari sorma geregini neden duydun.” dedi genç kiz.

Genç adam söze basladi: “bak canim bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civariydi sanirim, hatirladin mi?

Genç kiz “evet hatirladim” dedi, ama genç adam genç kizin sözünü bitirmesini beklemeden “o aksam seni düsünüyordum diger aksamlarda oldugu gibi senin için bir siir yazmistim onu o an sana okumak istemistim, sana telefon açtigimda siirimi bile dinlemeden simdi sirasi mi canim ya senin de isin gücün yok mu demistin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düsen bir boksör gibi olmustum sessiz kalip özür dileyerek telefonu kapatmistim. Daha sonra bu siiri benden hiç istememistin. Ve bunun gibi bir çok defa tartismamiz oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in bana sen sanslisin Nalan sana bakar sözüne karsilik sinirli bir edayla “aaaa banane isim yok da sana bakacagim, annen baksin demistin bunu da hatirladin mi?”

Genç kiz tekrar “evet” dedikten sonra saskin saskin “evet ama bunlari neden hatirlatiyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kisiligim böyle, duygusalligi sevmiyorum . Ve hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez.”

Genç adam güldü “Evet canim bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi tasidigin müddetçe hasta bakici hemsire falan olamazsin.”

Genç adam devam etti “bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanlari mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah aksam, gece yani seni andigim her saat tatli sözcük mesajim vardi senin için biliyor musun? seninle ben ak ile kara gibiyiz”

Genç kiz anlamisti, “yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?”

Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdigin ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu düsünüyordu.

“Hayir dedi sair olmani istemiyorum zaten olamazsin da; yalniz biz ayrilmaliyiz, ayrilirsak ikimiz içinde en hayirlisi bu olacak.”

Genç kiz sasirmisti, “Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdigini saniyordum.”

Genç adam iç çekerek “hayir canim sen esas beni sevdigini saniyorsun, eger beni sevseydin simdi burda baska seyler konusuyor olurduk.”

Genç kizin gözleri yasarmisti, Genç adam cebinden çikardigi mendili uzatti, genç kiz göz yaslarini silerek kesik bir sesle “Sen bilirsin, umarim beni baska biri için birakmiyorsundur.”

Genç adam “Nasil böyle bir seyi düsünürsün, senden baska olmadi ve uzun sürede olacagini sanmiyorum.” Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanci gibi duruyorlardi. Istanbul yagmurlarla yikanirken yagmura iki sevgilinin umutlari da karisiyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kiz “kalkalim istersen” dedi.

Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kiz “tamam o zaman sana mutluluklar dilerim” diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu genç adam “arkadas olarak beraberiz ama sen istersen tabi” dedi. Genç kiz evet” anlaminda basini salladi ayrilirken son kez sarildilar birbirlerine.

Genç kiz uzaklasirken genç adam masada dondu kaldi vakit ögleni bulurken yagan yagmur yerini günese birakmisti, ama genç adam titriyordu onu titreten açan günese ragmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrilik acisi miydi. Saatlerce dolasti devamli kendini sorguluyordu hatayi bastan yaptim diyordu, ama yasadigi güzel günlerde olmustu.”allahim” dedi “allahim güç ver bana”.

Dostlarini düsündü onlarin dediklerini düsündü. Arkadaslari sizler birbirine zit insanlarsiniz yol yakinken dönün bu yoldan dememis miydiler. Tabi ya dogru olani yapmisti. Saatler geçtiginde artik günes yerini yildizlara birakmisti, eve döndügünde yürümekten bitap duruma düsmüstü. Kendisini karsilayan annesine hiçbir sey söylemeden kendi odasina gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anilarin agirligi altinda eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkip ajansa gidecekti, bunun için uyumasi gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayi basarmisti ve sabah 7'de saatin zirlamasiyla uyandi genç adam. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 tane cevapsiz arama vardi. Genç adam yorgun oldugu için duymamisti telefonunun sesini. Cevapsiz arama ve mesaj canimcim'dan gelmisti canimcim onun Nalana taktigi isimdi, heyacanla mesaji açti mesajda sunlar yaziyordu.......

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

evet, genç adam sasirmisti, mesajin gelis saatine bakti sabahin besini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanidigi ve arkadas oldugu günden beri ilk defa bir siir aliyordu ve ilk defa bu saatte araniyordu....

Heyecanla hizli arama yapti, çalan telefonu yabanci bir ses açti.

Genç adam “Nalan ile görüsebilirmiyim” dedi. Fakat karsidaki agliyordu, hiçkira hiçkira agliyordu; “Ben onun annesiyim yavrum, canim kizim bu sabah intihar etti. Gece odasinda birilerini arayip durdu, sabah odasinin isigini sönmemis görünce merak ederek odasina girdim, ama yavrum kendini asmisti.”

Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yere yigilip kaldi.............

Birkaç ay sonra...

Iki doktor konusur. Doktorlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyor ....

- haaa o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç birakmiyor, kendisi yüzünden bir genç kiz intihar etmis, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdigi numarayi aradim hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmis, ve gelen mesajlarda bir siir:

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Aşk Adamı

Sevdanın ne olduğunu asla anlayamayacağını düşünürdü. Sevmek neydi açıklamak isterdi ama olmazdı yapamazdı. Ve her seferinde sevgiyi anlatmaya çalışıp da beceremeyince öyle bir şeyin olmadığına inanırdı.
Her aşık oluşunda şiirler yazardı sevgililerine-gerçi onlara sevgili denilmezdi çünkü o hep platonik aşklar yaşardı. Aşkın somut bir şey olmadığının farkına çocukken varamazdı. Bir insan neden illa birini istesin ki diye düşünürdü. Hele bir erkek eğer kendisin çılgınca seven bir kadın varsa neden başkasını bulmak için uğraşsındı.
Çocukken gördüğü her güzel kadına aşık olduğunu sanırdı ama sonradan acı bir şekilde öğrenecekti otla bok arasındaki farkı. Aşkı sakızlardan çıkan yazılarda tanımaya başlamıştı ve öğrendiği ilk İngilizce kelime ‘love’ olmuştu. ‘love is...’ diye başlayan bütün cümleleri okumaktı amacı. Yaşıtları gibi çıkartma veya araba resmi için değil aşkın ne olduğunu öğrenmek için sakız alırdı. Sonradan pişman olmayacaktı belki ama aşkı yanlış tanıdığını gözyaşlarını silerken anlayacaktı.
Aşk vardı elbet artık bunu anlayacak kadar büyümüştü ve artık gerçek aşklar yaşıyordu. Şiirler yazıyordu geceleri,defterlerinin her tarafına aşık olduğu kişinin adını yazıyordu. Onu görebilmek için sınıf kapısında bekliyordu ve soğuklara aldırmadan her teneffüs sevgilinin gözlerini arıyordu. Aşk neydi belki bunu açıklayamazdı ama soranlara verecek bir cevabı olurdu her zaman aklının bir yerinde. Yıllardır tanıdığı ve sadece arkadaş olarak gördüğü kişinin diğer arkadaşları arasında özel bir yer kaplamaya başlamasını hissederdi. Sadece ona şiirler yazardı,onunla ilgili hayaller kurardı geceleri bunalım şarkıları dinlerken. Söylediği her kelimeyi onun duyacağını düşünerek söylerdi ve saçma sapan yalanlar söylerdi sırf muhabbet olsun diye. Sevgilinin saçları ve gözleri süslerdi şiirlerini ve sonra yavaşlardı aşkın şiddeti. Aşkı bir dağa tırmanmaya benzetirdi her zaman. Önce hızla tırmanırsın,soluğun kesilmeye başlar,gün geçtikçe üşürsün ve gittikçe yavaşlayarak zirveye varırsın. Sonra farkına bile varmadan yuvarlanırsın oradan,yeni bir dağa tırmanmak için ayakların aşağıya kayar ve işte yeni bir dağ...
Sonra aşkı biterdi-yani o öyle hissederdi. Yazdığı şiirleri,karşılıksız mektupları okurdu ve gülerdi. O zamanlar ne kadar aptal olduğunu düşünürdü. Bir zamanlar aşk için ölmeli diyen adam o değildi sanki. Aşkı sıradan bir şey gibi görürdü. Ta ki bir başka göz büyüleyene kadar onu. O zaman unuturdu her şeyi. Hani yazdığı şiirler kara saçlı kara kaşlı sevgiliye? Yoklar ,yerini çoktan mavi gözlerin derinliğine bırakılmış yazılar alır daha sonra belki de yeşil bir göz kim bilir. Ve tekrar inanmaya başlar aşk için ölme fikrine. Ve o aşkı da biter öncekiler gibi ve o yine sevmeyi unutur ve tekrar sevdalara yelken açar bu böyle sürüp gider.
O hep platonik sever. Sever de söyleyemez yazdığı şiirleri kimi zaman okur ama asla ona yazdığını söyleyemez. Her aşık oluşunda mucizeler bekler yani hep o’nu bekler. Saatlerce fal bakar seviyor mu sevmiyor mu diye ve hep seviyor çıkar-zaten sevmiyor çıksa da inanmaz. Ama o bu düşüncelere dalıp sabahı getirince ve o’nu başka ellerde görünce içinden kağıtları yırtmak gelir. Ama bir sonraki sefere inanmak için kaldırır bir kenara. Hep şarkılar söyler;öyle sıradan şarkılar değil aşk şarkıları sevgiliye söylenmek istenen aşk şarkıları. Aşkı hep dağa benzetir ya, bir dağdan inip ötekine tırmanmaya başlayınca bazen dönüp bakar tırmanmış olduğu dağlara ve ne kadar heybetli olduklarını düşünür. Asla zirvede kalamamıştır ve hep tırmanacağı en yüksek zirveden inmeyeceğini düşünür. Hayatı boyunca belki de on kez o dağı en büyük dağ sanacak ama her seferinde yanılacak. Ve bir gün ölmeden anlayamayacak hangisi en büyük sevdası,hangisi en güzel aşkı.
Dostlarla paylaşacak acılarını, o’nu başka kollarda görmekten gocunmadığını söyleyecek ama içinde hep aynı şarkı çalacak ‘seni kimler aldı kimler öpüyor seni’ diyecek ebediyen ve o her zaman yalnız aşık rolünü üstlenecek baş rolünü oynadığı bu oyunun. Acı acı sövecek kimi zaman rüzgara kimi zamanda kendi tiyatrosunun senaristi olamayışına... Ve her seferinde aşkını başka ellerde görünce balonunu elinden kaçıran bir çocuk gibi ağlayacaktı ve her aşık oluşunda kumdan kaleler yapacaktı ve sonra insafsız aşıklarca yıkılacaktı. O’nu tanıdığındaysa çok geç olacaktı...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

AŞK GİDER ACISI KALIR
Aşk için bahar.Tehlike her yerdedir...Vuruluverirsin hiç ummadığın birine.Ama öyle çarpar ki kalbin, duracak gibi aldatır seni.Bahardan sonra yaz gelir...Hepimiz biliriz, sabun köpüğü gibidir yaz aşkları.Bence öyle basit değil.Henüz silinmedi hiçbirinin yarası benden.Aşk gitti ama acısını bıraktı, iz kaldı.Güz aşkları mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gelir gözümün önüne.Ve yavaş yavaş görünürler etrafta.Kimi yaza girerken terk ettiği aşkını, kimi yaz aşkını düşünür.Kimi ayrılık planlar ama hala yüreği yanar.Kimi terk edilmişliği sindirmeye çalışır.Çok azdır taze aşk yakalayan. Sanki bir doğum öncesi ölüm gibidir.Sonra kış gelir.Kimi yüzsüzler yazın hiç aldatmamış gibi eski sevgilisine döner;kimi sadıklar kavuşur...Kimi yalnızdır, kimi yorgun...O yorgunlar için kış uykusu başlar...Belki de taze baharlara, taze aşklara enerji depolarlar...Aşk dört mevsimdir herkesin sözlüğünde.Ama nedense bana bu anlattıklarımı çağrıştırmaz.Saçmaladım belki de bir paragraf boyu.Yalan attım.Aslında doğru olsalar bile yalanlardı çünkü, hissetmediklerimi yazdım.Ezbere konuştum.Aşk , kelimesi içimde gebe olduğum bir kelimedir.Her duyuşumda doğum sancısı çeker, doğuramam.Ama gözlerimin önüne o gelir.Sadece bir bakışına karın ağrıları, suyla yatışmalar.Bir tebessüme ömür bulmak.İtiraf.Saatler süren telefon konuşmaları.İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra..... Nefessiz kalmacasına ağlamalar.Izdırap çığlıkları...Kış..Kış..Kış..... Azap....Ve sonunda doğan gün....Hemen her mevsim aşık olmuşumdur birilerine....Hatta sonbaharda bile...Ama onca ufaklı büyüklü sevda içinde, böylesine derinde var olan,böyle yaktı mı iz bırakan, bu kadar çaresiz bırakan,bu kadar arzu illetine hasta eden, bu kadar dizginsiz, sorgusuz,başına buyruk, acımasız, bu kadar bugünsüz sevda görmedim.Ve işte hiç biri böyle koyup, böyle yıkıp gitmedi.Ondan önce hiç biri içimden bir şey götürmemişti.Ondan sonrası zaten götüremez çünkü, götürülecek bir şey kalmadı..İşte o insan, beni aşka karşı böyle kelimesiz böyle hayretli, böyle çaresiz, isteksiz bırakıp gitti..Şimdi ben nefretten bile aciz isem bana bir şeyler borçlu.İçimden söküp aldığı bir şeyleri.Bana beni borçlu.Herkesi seven o sersem yüreğimi..Benden alıp kaçtığı o masum kızı borçlu.Bana bir dün, birde yarın borçlu.Benim ne günahım vardı da aşk için üç kelime etmekten aciz kalacaktım.Benim ne günahım vardı da her mevsim başka meyve yemek varken iştahsız kalacaktım.Yoktu elbet günahım..Onunda yoktu ya..Öfkem susmama engel...Ama ikimizin de suçu yoktu...Suçlu yoktu..Benim mevsimim sonbaharsa, yaza, kışa, bahara dönmez...Benim gibilerin nasibi pencere önüne sinip, mazide yaşamak,kendinle kanlı bıçaklı düellolar yapmak...Kendinle savaşmak , hırpalamak...Yaptığının farkına varıp ,bir de üstüne onun için cezalandırmaktır.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da
kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları adına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..."

Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

AŞKIN HİKAYESİ
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:

"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir zamanlar bir genç varmış. Bu gencin sevdiği ve aşık olduğu dünyalar güzeli bir kız varmış. Onunla ilk bir radyoda duyduğu kan aranıyor ilanı için gittiği hastane de karşılaşmıştı. Kan verdiği kişi kızın amcasıydı. Kız ona teşekkür etmek için gittiğinde daha yeni yataktan kalkmış ve gitmek için hazırlanıyordu. Birden bulunduğu odanın kapısı açıldı ve kız içeri girdi. Çocuk ağır ağır kapıya baktı “Yine hemşirelerden biri geldi herhalde” diye düşündü, ama gelen hemşire değildi. Kız ona doğru yaklaştı “çok teşekkür ederim sayenizde amcam yaşayacak” dedi. Genç mağrur bir şekilde “ben olmasaydım bir başkası da gelir yardım ederdi. Hiç önemi değil.” Fakat kız onu dinlemedi. “Size bir yemek ısmarlayabilir miyim” dedi. Çocuk reddetmedi içinden “bu kadar güzel bir kız reddedilebilirmi” diye geçirdi.
“Tabi ne zaman isterseniz.”
“Hemen şimdiye ne dersiniz.”
“Şimdimi ?”
“Tabiki hem bende beklerken acıkmıştım”
ikisi birlikte yemeğe gittiler. Yemekte muhabbetleri devam etti. Hep birbirleri hakkında konuştular. Oğlan kızdan ilk gördüğü anda hoşlanmıştı. Kız ise sadece teşekkür etmek istediği bir yabancıdan bu kadar çok hoşlanacağını düşünmemişti bile. Konuşmaları sırasında aynı şeylerden hoşlandıklarını fark ettiler, ikisi de aynı tür filmlerden hoşlanıyor, aynı tür müziği dinliyor, hatta son zamanlarda aynı kitapları okumuşlardı. Kız bir erkeğin kendisinin sevdiği şeyleri sevebileceğini daha önceden hiç düşünememişti ve karşısında böyle biri vardı. Yemekten sonra kız telefonunu verdi. “Daha sonra ararsan konuşuruz” dedi. Bu oğlanın çok hoşuna gitmişti. Akşam olduğunda kız telefonunda bir mesaj gördü “Dünyanın en güzel bayanına. İyi akşamlar” yazıyordu. Kız birden şaşırdı. Bu kadar erken bir cevap. Demek ki oğlanda ondan hoşlanmıştı. Buna çok sevindi ve hemen o da cevap gönderdi. Bu mesajlaşmaları birkaç gün böyle sürdü. Sonunda oğlan ona çıkma teklif etti. Kız hemen kabul etti. Hayatlarının en güzel günlerini yaşıyorlardı. İki sevgili , iki aşık. Aşkları o kadar büyüktü ki sevgileri o kadar içtendi ki bu sevgileri çevresindeki insanlara da yansıyordu. Fakat oğlanın ailesinin bu aşktan hiç haberi olmamıştı. Hep onunla sevilisi olmadığı için dalga geçiyorlardı, şimdi de sevgilisi olduğu için dalga geçecekleri ve bunu hiç istemiyordu. Ama kız ailesi ile tanışmayı çok istiyordu , oysa her seferinde bir bahane uydurup erteliyordu.oğlan kızın ailesini bir kere görmüştü. Ama hiç tanışmamıştı. Kızın ailesi İzmir de oturuyorlardı kendisi ise İstanbul da amcasını yanında oturuyor ve okuluna gidiyordu.
Sonunda oğlan kızın ısrarlarına dayanamadı ve onu ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Kız buna çok sevinmişti fakat daha önce ailesine gitmesi gerektiğini geri döndüğünde hemen ailesi ile tanışmak istediğini söyledi. Anlaştılar ve kız İzmir e doğru yola çıktı. Aradan bir gün geçti, iki gün geçti kızdan bir ses yoktu. Oysa İstanbul da birbirlerini görmedikleri anlarda hep telefonda birbirleri ile konuşurlardı. Peki şimdi ne oldu da aramamıştı.. yoksa ailesi mi izin vermemişti. Yada yanlış bir söz mü söyledi yanlış bir şey mi yaptı. Neden aramıyordu. Oğlan onu aramaya çalıştığında her seferinde telefonu kapalıydı. İki hafta , üç hafta , bir ay. Oğlan sonunda kızın onu bıraktığını artık onu istenmediğini düşünmeye başlamıştı ki ansınız bir akşam telefonu çaldı. Telefonu ilk kez ona bu kadar acı acı çalıyormuş gibi geldi. Telefonunun ekranına baktı, arayan oydu. Telefonunu hemen açtı “alo” “alo” telefonda ki ses kızın sesi değildi. Onun ablası olduğunu söyledi. Oğlanın telefonunu kızın rehberinde bulduğunu bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğini söyledi. Oğlan sevgilisiydim diyemedi, “evet bir arkadaşıyım ama ondan uzun zamandır haber alamıyordum” dedi. Ablası kızın yaklaşık bir ay önce İzmir e gelirken bir trafik kazası geçirdiğini üç haftadır komada olduğunu söyleyince oğlan birden dona kadı neden onu aramadığını şimdi anlamıştı fakat ablasının konuşmasından olayın bu kadar olmadığını da anlamıştı. “Kardeşimi geçen gün kaybettik” diyince oğlanın elindeki telefon bir den yere düştü. Duyduklarına inanmamıştı sevdiği , aşık olduğu kız ölmüş olamazdı. Telefondaki ses “alo” diye birkaç kez seslendi fakat oğlanın cevap verecek hali kalmamıştı. Hala inanıyordu. İlk uçakla izmire gitti. Gerçekten ölmüşmüydü. Bunu öğrenmeliydi. Ailesine gittiğinde dünyası bir kere daha yıkıldı. Çünkü duyduklarını hepsi doğruydu. Bittiği gün aşkını toprağa veriyorlardı. Yüreği buna artık dayanamadı ve gözerinden birkaç damla yaş aktı. Onu son bir kez daha görmeliydi. Bunun için cenazeyi arkadan takip etti camiden mezarlığa kadar peşlerindeydi. Mezarlıkta görebileceği bir köşeden onları izledi. Onun yüzünü son bir kez daha gördü. Alçak bir sesle “hoşcakal aşkım, sen bu dünyada sevdiğim tek kişiydin” dedi. Arkasını dönüp mezarlıktan çıkmaya karar verdi. Tam o sırada akrasından bir ses duydu. Bu sesi daha öncede duymuştu , telefonda ölüm haberini veren sesin aynısıydı. Kızın ablası ona seslendi. Oğlan arkasını dönmeden önce gözündeki yaşları sildi. “acaba siz bu kişimisiniz” dedi ve elindeki zarfı gösterdi. Zarfın üzerinde “Biricik aşkıma” yazıyor ve yanında da oğlanın ismi vardı. Oğlan ağlamaklı bir sesle evet o benim dedi. Ablası ona “bunu ölmeden önceki gece yazmış ve size vermemi istemişti” dedi ve zarfı verip uzaklaştı. Oğlan orada mektubu titreyen elleri ile hemen açmaya çalıştı. Mektupta sadece bir iki kelime vardı.
“Aşkım, seni ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes iyileşeceğimi söylese de ben öleceğimi biliyorum. Seni son bir kez görebilmek , sana son bir kez dokunabilmeyi ne kadar çok istiyorum ama mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. Sana sadece tek bir şey söylemek istiyorum. SENİ SEVİYORUM VE ÖLDÜKTEN SONRA BİLE SEVİCEĞİM. Senden tek bir şey istiyorum. Benim ardımdan hayata küsme. Ona sarıl , benim için sarıl. Olumsuzluklara asla yenilme her zaman güçlü ol o zaman sevgim her zaman yanında olacak ve seni koruyacaktır.
Kalp atışın olmak
Sonra seni hissedebilmek
Bir adımlık zamanda
Bunları şiirinde sen söylemiştin bana bende sana söylüyorum bir adımlık zaman benim için sonsuza kadar sürecek hoşcakal aşkım. ”

Oğlan bu yazıyı okurken göz yaşlarına artık hakim olamıyordu. Aradan yıllar geçti. O mektup hala oğlanın cebinde. Ne zaman bir olay olsa ne zaman üzülse mektubu açar ve yazanları okur üzülmemek için elinden geleni yapar. O zaman sevdiğinin yanında olduğunu bilir...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Geçinemeyen iki sevgili...


Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye fırlatır.
“Bu ne biçim melek” demeyin olmuş bir kere..
Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir kahramanlarımız.
Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar..


Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi yaralamıştır.

O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır.

D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu olmadığından yakınıp durmuşlar bir süre..

İki karakterimizde işini gücünü bırakmış,dünyadan ve sorumlu oldukları insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler.

Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir,insanlar çıldırmış,dünya sanki tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların hayatı alt üst olmuştur.

Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır.

Kahramanlarımızdan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının kararacağını anlatmıştır.

Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını söylemiş,bırakıp gitmiştir D'yi..

O günden sonra D ve M hiç aramamış, sormamışlar birbirlerini..

Ama ne D mutludur ne de M..

İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için çalışmıştır,ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o güzel günleri unutabilmişlerdir.

D hiçbir zaman yedirememiştir,anlamamamıştır sevdiğini..

Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye..

M hep bu kararın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten inanamamıştır buna sadece öyle yapması gerektiği için yapmıştır,mutsuzdur ama yapılabilecek başka bir şey yoktur.

O günden sonra D ve M aynı yerde bulunmamak için çok çabalamışlardır.

Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük kıyametler kopmuş,insanlar üzülmüş,ağlamıştır hatta kimi insanın canına mal olmuştur bu buluşma...

Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla meraklandırmayayım sizi.

Duygu ve Mantıktır asıl isimleri..

Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Çok çok eskiden yeşil bir vadinin içinde bir ırmak kiyisinda kurulu bir köy varmis dünyada, taa dünyanin öbür ucunda. Çok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmur yağmadıkça; geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça. Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış, hayvanlar avlarlarmış uçsuz bucaksız arazilerinden, sularını kaynağı çok uzakta olan, köylerinin içinden geçen, ırmaktan alırlarmış. Köyde herkes birbirini sever, sayarmış. Köyde bir tek kişinin kalbinde öyle büyük bir sevgi varmış ki bütün köyünkine bedelmiş; Dolunun İntera'ya olan aşkıymış bu. Kız Dolun'u bilirmiş te tanımazmış yakından. Dolun dayanamamış bir gün gitmiş kızın yanına. Sormus İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini. İntera demiş ki Doluna: "Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamın bu isteğini yerine getiren benimle evlenir. Dolun şaşmış; "Sensin benim kalbimin sahibi" diyerek başlamış sözüne "Senin dileğin benim işin bir emirdir, söyle isteğini hemen yapayım" demiş aşkına. İntera demiş ki: "Bir çiçek vardır yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan, onu ister babam benimle evlenmek isteyen kişiden". Dolun; "Bekle beni" demiş İntera'ya, "hemen gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri ?" İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı "İşte bu ırmağın kaynağındadır der babam, kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş çünkü buralardan çok daha güzelmiş oralar. Dolun; "Senden daha güzel ne olabilir ki bu dünyada" demiş İntera'ya "Döneceğim, o çiçekle, döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz anlamı olmaz benim için o güzelliğin". Dolun çıkmış yola sonra. Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep ne kadar sevdiğini düşünmüş intera'yı yol boyunca. Tek aklındakı İntera'ymış, tek amacı ise o çiçek. Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden, yüzünü yıkamış ırmaktan, anlamış ki çok yaklaşmış kaynağına ırmağın suyun serinliğinden. Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmiş kaynakta, gölün ortasında bir adacık, adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş. Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu güzelliğinden. Yüzmeye baslamış adaya doğru hemen. Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un. Adam Doluna: "Her gülün bir dikeni, koruyucusu, oldugu gibi bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer almaya geldiysen ben, Salut, izin vermem buna" demiş. Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla; "Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım" demiş "Hic bir şey beni kararımdan çeviremez". "O zaman beni biraz dinleyeceksin" demiş Salut "sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım, eğer hala ikna olmazsan o zaman izin veririm almana". Dolun ikna olmus ve çökmüş yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye... "Eğer bir şeyi çok fazla istersen ve engelin yoksa önünde onu alırsın, hayatta böyledir, insan engelleri aşarsa yaşamına devam edebilir. Bu çiçekte sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan engelleri kaldırır önünden çünkü onunda bir görevi var, bu çiçek sadece 28 gecede bir açar yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle, bu sayede buradaki sular yükselir ve ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar." demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeye, eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında. Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun. Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun çiçeğin. Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikiside. Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun. Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri yoğunlaşır kafasında. Mutsuzluğunu düşünür, çiçeksiz İntera'sız bir yaşam düşünür. Koparamaz çiçeği günlerce. Dolun artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları. Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle bir tomurcukta Dolun'un sertleşmişkalbinin üstüne düşmüş, aniden Dolun kalbindeki aşkının büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönüşmüş, taş o kadar büyükmüş ki dünyaya sığmamış gökyüzüne yükselmiş ve Dünya'yla dönmeye baslamış. Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya. O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermis Dolun kalbinin tüm yüzünü, aşkının bütün parıltısını diğerlerine; sadece o gecelerde aydınlatmış Dünya'yı, aynı çiçek gibi...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Heybeliada'daki Deniz Harp Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe,
kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili
parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.

İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü.
Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini
öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için
önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki
denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin
heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde,
karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür:
'Seni seviyorum''... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç
aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların
dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur.
Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde
selamlaşmayı bırak artık'' diye takılırlar İsmail Türe'ye.

Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile,
Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan
yakışıklı denizci gözünü bir an
olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üstteğmen, Çanakkale'den
geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla
haber verir nişanlısına.

Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının
kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi,
o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta
ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da,
arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden
gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ...
Genç kız pencereyi açar ve gecenin
karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.
''Seni Seviyorum...''
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
''Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi...
'' Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının
komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını
düşünerek,karşılık verilmesini emreder.
Yanındakilerin ''Ne diyelim komutanım?'' diye sorması üzerine de şunları
söyler: "ebediyete kadar..."

O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale
Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu
kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı ''Naboland'' adlı gemi
tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu
sesler çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.
Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan
Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından
habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.

Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde
başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır
"Ebediyete kadar" sürecek olan uykusuna!..
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana..Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormus.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı,Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden..Zambaklardan...Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.. Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmus bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüs.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demisş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdigini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her seye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmis.. Papatya anlamış artık..Sevgi, emek istermiş...Yere düstüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmis ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda, Biliyormuş artık..
Gerçek sevginin,söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan varolabileceğini...
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

BİR MASAL GİBİ

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...
Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı Adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..
Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.
"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş.. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses; "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için.. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha.. "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.." Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.
Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda..
"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
"Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun > telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti." "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.." Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.. "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.. "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum.. Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.. "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Arthur, Merlin 'in yanından ayrılmadan önce çok karamsarlaştı. Nerdeyse onbeş yaşındaydı ama diğer insanları çok az görmüştü.

- "Onlara katılacağın için üzgün müsün ?" diye sordu Merlin.

- "Herşeyden önce sen de onlardan birisin."

Arthur uzaklara baktı.

- "Hüzünlüyüm ama sebebi bu değil."

- "Peki ne öyleyse?"

- "Sana bir şey sormak istiyorum ama nasıl soracağımı veya sorsam mı sormasam mı bilmiyorum."

- "Durma"

Arthur kararsız bir şekilde baktı.

- "Bana öğrettiğin dersler hakkında değil.Ama herşeyden çok bilmek istediğim bir şey, yani bana söyler misin acaba..."

Boğazı düğümlendi ve durdu.

- "Belki de aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorsun?"

Arthur kafa sallayarak onayladı. Merlin 'in önsezisi ile kurtulmuş olmaktan mutluydu. Yaşlı büyücü bir süre düşündü ve

- "Herşeyden önce unutma ki gerçekten önemli bir şey sordun. Aşk hakkında sözlerle anlatılamayacak bir şey vardır, ama önce benimle gel" dedi.

Arthur 'u öğle güneşinin parladığı bir açıklığa götürdü. Merlin'in elinde güneşe doğru tuttuğu, yanan bir mum belirdi.

- "Yanıp yanmadığını görebiliyor musun ?" diye sordu.

- "Hayır" dedi Arthur.

Güneş o kadar parlaktı ki mumun alevi görünmüyordu.

- "Ama bak" dedi Merlin. Bir pamuk parçasını muma yaklaştırdı ve pamuk hemen yanıverdi.

- "Bunun aşkla ne ilgisi var?" diye sordu Arthur, ama Merlin yanıtlamadı. Sadece yılan otunun çiçeğini alıp suyundan iki damla Arthur 'un parmaklarına sıktı.

- "Tadına bak" dedi.

Arthur yüzünü ekşitti.

- "Çok acı" dedi.

Merlin çocuğu göle götürüp ellerini yıkamasını söyledi.

- "Şimdi suyun tadına bak" dedi.

- "Acılık kaldı mı?"

- "Hayır" dedi Arthur.

- "Ama bunun aşkla ne ilgisi var?"

Merlin yine karşılık vermedi ve çocuğu ormanın daha da derinlerine götürdü.

- "Şimdi kıpırdamadan otur" dedi sessizce.

Arthur söyleneni yaptı. Biraz ileriden bir fare açıklığa fırladı, ama daha hareket edemeden bir kartal fareyi kaptı ve avıyla birlikte yüksek sarp kayalıklardaki yuvasına uçtu.

Arthur şaşkınlıkla,

- "Ama bana aşktan bahsedeceğini söylemiştin. Tüm bu gösterdiklerinin aşkla ne ilgisi var?" dedi.

- "Dinle" dedi ustası.

- "Güneşe tutulduğunda görünmeyen mum gibi egon da aşkın dayanılmaz gücünde eriyecek. Gölün suyuyla yıkandığında kaybolan acılık gibi, hayatının acılığı da aşkla karıştığında en berrak sular kadar tatlı olacak. Ve kartalın avını yakalaması gibi kendine verdiğin önem de, seni içine alan aşkın gözünde bir pırıltıdan ibaret kalacak."

Sevginin gücü, saflığın gücüdür. Sevgi kelimesi bir çok şekillerde kullanılır ama o, büyücü için kutsal bir kelimedir, çünkü onun için sevgi,

- "Tüm kötülükleri yok ederek sadece asıl ve gerçek olanı bırakan" demektir.

- "Korktuğun sürece gerçekten sevemezsin" diye uyardı Merlin.

- "Öfkelendiğin sürece gerçekten sevemezsin. Bencil egon var olduğu sürece gerçekten sevemezsin."

- "Peki o zaman nasıl sevebilirim ki?" dedi Arthur, korku öfke ve bencilliğin sıkça deneyimlediği şeyler olduğunu bilerek.

- "İşte işin gizemli kısmı burası" diye yanıtladı Merlin.

- "Saflıktan ne kadar uzak olursan ol, sevgi seni arayacak ve sen sevene kadar seninle uğraşacak."

Sevgi, kötülükleri ortadan kaldırmak için hep iş başındadır. Sevgisiz insan diye bir şey yoktur; yalnızca, sevginin gücünü hissedemeyen insanlar vardır. Görünmeyen ve ebedi olan sevgi, duygu ve heyecandan öte bir şeydir; o, hazdan ve hatta bir vecd halinden de ötedir. Büyücünün gözünde o, soluduğumuz hava, her hücredeki devinimdir. Sevgi evrensel kaynağından herşeye nüfuz eder. O, mutlak güçtür. Çünkü zor kullanmadan herşeyi kendine çeker. Sevgi, acı çekilirken bile, zihin ve ego'dan uzaklarda görevini yapar. Sevgi ile kıyaslandığında diğer tüm güç çeşitleri zayıftır.

- "Sen bir kral kadar güçlü müsün?" diye Merlin'e sordu Arthur.

- "Bir kralın güçlü olduğunu nerden çıkarıyorsun?" diye karşılı verdi Merlin.

- "Krala gücü, her zaman ayaklanıp bu gücü geri alabilecek halkı tarafından verilir. Bu yüzden tüm krallar korku içinde yaşar bilirler ki sahip oldukları herşey ödünç alınmıştır. Ülkenin en fakir kişisi bile kraldan daha zengindir; ta ki kral, gücünü bırakıp sevgiye teslim olana kadar."

- "Hayattaki gerçek güç içten gelir. Dünyayı sadece içten gelen sevginin ışığında görmek, zedelenmez bir huzurda korkusuz yaşamaktır."

- "Sevgi ile ilgili, insanların dikkatinden kaçan birçok sır vardır. Sevilmek için önce sevmeniz gerekir. Birisinin sizi koşulsuz olarak sevdiğinden emin olmak istiyorsanız, onu koşulsuz sevmeniz gerekir. Birini sevmeyi öğrenmek için önce kendinizi sevmeniz gerekir."

- "Bunların çoğu açık gibi görünüyor. Peki o zaman niye böyle yapmıyoruz?"

Büyücünün cevabı şudur:

- "Sevgi ortaya çıkarılmalıdır; onu reçine gibi gizleyen öfke, korku ve bencillik katmanları soyulmalıdır. Tamamıyla sevgi dolu bir hayat için şu anda sahip olduğunuz hayatı saflaştırın. Sevgiye yaklaşmanın doğru ve yanlış bir yolu yoktur."

"Ümitsizce sevgiyi arayan bir insan" dedi Merlin, "ümitsizce suyu arayan balığı hatırlatır."

Yaşam çok sevgisiz gibi görünebilir, ama insanı sevgiden yoksun bırakan "dışarıdaki dünya" değil, onu algılayanın gözleridir.

Sevgiyi hayatınızın değişmez ve tam bir parçası haline getirmek istiyorsanız, önce şu an sevgi dediğiniz şeyi yeniden tanımlamanız gerekir. Çoğumuz sevgiyi birine duyulan çekim, önemsendiğimizi hissettiren bir beslenme kaynağı, haz ve keyif, güçlü bir his veya heyecan olarak düşünürüz.Her ne kadar bunlar sevginin birer yönüyse de, büyücü bunların en iyi ihtimalle tam olmadığını söyleyecektir.

- "Ölümlülerin tarif ettiği sevgi, zayıflayıp yok olmaya mahkumdur" dedi Merlin.

- "Sizin sevgi dediğiniz şey gelir ve gider. Bir arzu objesinden diğerine atlar. Arzularınız reddedildiğinde çabucak nefrete döner. Gerçek sevgi değişmez. Onun bir objeyle ilgisi yoktur ve başka bir duyguya dönüşmez, çünkü en başta o, bir duygu değildir."

Tüm sahte sevgileri terkettiğinizde geriye ne kalır? Yanıtı kendini kabullenmeyle ortaya çıkmaya başlar. İçsel bir güç olan sevgi önce içinizde, yine kendinize yöneltilmiş olarak belirir.

- "Ölümlüler sevgi için huzursuz ve endişeli bir şekilde telaşlanıp dururlar" dedi Merlin.

- "Sevdiklerine sahip olamazlarsa öleceklerini zannederler. Ama gerçek sevgi sizi huzursuz etmez, çünkü onun ifade edilmeye ihtiyacı yoktur. En sevilen kişi bile sizin bir parçanızdır. Başkasından alacaığınızı zannettiğiniz sevgi, farkındalığınızdaki bir sınırlılığın belirtisidir. Büyücü için tüm sevgiler benlikten gelir."

- "Bu, kulağa çok bencilce geliyor" diye itiraz etti Arthur.

- "Benliği ego ile karıştırıyorsun, ama gerçekte benlik ruhtur" diye yanıtladı Merlin.

Bencillik ise sahiplenmek, kontrol etmek ve hakim olmak isteyen ego 'dan kaynaklanır. Ego, "Seni seviyorum, çünkü sen benimsin" dediğinde sevgiden değil, üstünlük kurma ve sahiplenmekten bahseder. Gerçekten sevmeyi öğrenenler ilk önce bencilliği bırakmışlardır. İşte bundan sonra çok değişik bir deneyim başlar.

- "Peki bu nasıl bir şeydir?" diye sordu Arthur.

- "Bunu hiç bilebilecek miyim?"

- "Bir gün bu huzursuzca telaşın bittiğinde, ufak bir ışık göreceksin kalbinde. İlk önce bir kıvılcım büyüklüğünde olacak, sonra bir mum alevi ve nihayet cayır cayır yanan bir ateş. Sonra uyanacaksın ve bu ateş güneşi, ayı ve yıldızları kaplayacak. İşte o anda evrende sevgiden başka bir şey kalmayacak, ama yine de bunların hepsi kalbinde olacak.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir adam şehirlerden uzakta yalnız bi kulubede yeşillikler arasından yaşamaktaydı.bir bahar günü bir serçe sürüsü geçer..serçelerden biri hergün adamın camının önüne konup onu seyreder..bi kaç gün böyle sürer ve serçe dayanamayıp dile gelir ve konuşur.."afedersiniz ben size aşık oldum ve sizinle kalmak istiorum..sizi çok mutlu edebilirim"der..adam sinirli bi şekilde git başımdan sen bir serçesin bende bir insan böyle bir aşk söz konusu bile olamaz ayrıca ben yalnız yaşamaktan hoşlanıyorum ve yanımda kimseyi istemiyorum der..serçe:"ama ben size sırılsıklam aşık oldum ve sizi çok mutlu edebileceğime inanıyorum lütfen beni kovma sonsuza kadar mutlu yaşarız ömrümün sonuna kadar seni severim"der..Adam ısrarlı tavrıyla sert dille serçeyi kovar "sana git demedim mi defol evimden..ve serçe üzgün bir şekilden ordan uzaklaşır ve bir daha dönmez..aradan 1 sene geçer ve bir başka bahar günü bir serçe sürüsü daha gelir adam merak eder ve serçelerden birine anlatır.."geçen sene sizin bir arkadaşınız gelip bana aşık olduğunu söylemişti bende onu kovdum bu sene camımın önüne bile konmadı nerdeki o?"serçelerden biri cevap verir: "onu neden kovdunuz ki serçeler zaten sadece 3 ay yaşarlar"
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Bir kız ve bir delikanlı, bir motosikletin üzerinde 180 Km hızla
gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;

Kız : Lütfen yavaşla, ben korkuyorum

Delikanlı : Hayır, bak ne kadar eğlenceli

Kız : Lütfen, lütfen, çok korkuyorum

Delikanlı : Peki, beni sevdiğini söyle

Kız : Seni çok seviyorum, lütfen yavaşla

Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl

Kız delikanlıya sıkıca sarılır

Delikanlı : Şapkamı alıp, kendine takar mısın? Başımı çok sıktı..

Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı:

MOTORSİKLET KAZASI ;

Motorsiklet, fren arızası nedeniyle, bir binaya çarptı. Üzerindeki 2
kişiden sadece biri kurtuldu.

Gerçek ise şöyleydi; Yolun yarısında, delikanlı frenlerin bozulduğunu
anlamış ama bunu kıza belli etmek istememişti.
Bunun yerine, kızdan kendisini sevdiğini söylemesini istemiş ve
kendisine son defa sarılmasını istemişti.
Sonra da kendi ölümü pahasına, kızın başlığı takmasını ve hayatta
kalmasını sağlamıştı.
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Geç Dönen Sevgili
Bir sabah sen uyurken, bir çığlık kopacak
Bu çığlık seni ve herkezi uyandıracak
Kalkıp nereden geliyor diye bakacaksın
Baktığında bizim evden geldiğini anlayacaksın
Sen daha şaşkınlığını atamadığın bir anda
Bir sela sesi çınlayacak bu şehrin sokaklarında
Tüm insanlar toplanacak birden oraya
Benim öldüğümü söyleyecekler sana
İnanmak istemeyeceksin onlara
Sonra koşup geleceksin bizim eve
Sarmışlar beni beyaz bir çarşafa
Bir hoca, dua edecek baş ucumda
Derken tabuta koymak isteyecekler beni
Vermemek için tutacaksın beyaz kefenimi
Yalvaran gözle bakacaksın onlara
Dokunmayın diyeceksin ne olur dokunmayın ona
Ben koyarım onu tabutuna
Ellerin varmayacak beni tabuta koymaya
Mecbur olduğunu anlayacaksın bir anda
Koyacaksın beni o uzun sandığa
Ve dönüp onlara beni sevdiğini söyleyeceksin
Sonra dönüp bana
İnan bu sözüm yalan değil diyeceksin
Sarılıp tabutuma bir off... çekeceksin
İşte o an benim aylarca çektiğimi
Sen bir anda çekeceksin
Geçte olsa hatanı anlayacaksın
Bir an yaşlı gözlerle bana bakacaksın
Bak sana döndüm diye yalvaracaksın...
Mecburen seni seveni..
Beyaz kefeninde bırakacaksın
Ve o günden sonra insanların dilinde
Geç dönen sevgili olarak anılacaksın.
Kız aynen çocuğun tahmin ettiği gibi çocuğun kefene sarılı o vücuduna sarılıp deli gibi ağlamaktadır ama nafile.Kızın adı o günden sonra insanların dilinde hep''GEÇ DÖNEN SEVGİLİ''olarak anılmıştır.
HER ŞEY İÇİN GEÇ OLMADAN HER ŞEYE İNAT GEÇ DÖNEN OLMAMAK İSTİYORSAK SEVDİĞİMİZİ,SEVGİMİZİ SEVDİĞİMİZ İNSANA DELİ GİBİ HAYKIRMALIYIZ
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Otobüs yolculari elinde beyaz bir baston tasiyan genç ve güzel kadinin otobüse binisini içten gelen bir sempati ile izlediler.. Basamaklari geçti. Bos oldugu söylenen koltugu el yordami ile buldu. Oturdu.. Çantasini kucagina aldi. Bastonu koltuga yasladi. 34 yasindaki Susan, bir yildir görmüyordu. Bir yanlis teshis sonucu görmez olmus, birden karanlik bir dünyanin içine düsmüstü. Öfke.. Kizginlik.. Kendine acima.. Hayatta tek dayanagi artik kocasi Mark'ti.. Mark hava kuvvetlerinde subaydi. Susan'i bütün kalbi ile seviyordu. Susan gözlerini kaybedince, Mark karisinin içine düstügü umutsuzlugu hemen farketmisti. Ona yeniden güç kazanmasi, kaybettigi kendine güvene yeniden sahip olmasi için yardim etmeliydi. Susan gene kendi kendine yeterli olduguna inanmali, kimseye bagimli olmadan yasayabilmeliydi. Sonunda Susan'i isine dönmeye ikna etti. Peki ama evden ise nasil gidecekti?.. Genelde otobüsle giderdi. Ama simdi koca kenti bir uçtan ötekine tek basina geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu arabasi ile ise birakmayi önerdi. Kendi isi tam aksi yönde oldugu halde..

Ilk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, "Görmüyorum, artik hiçbir ise yaramam" diyen karisini çalismaya baslattigi için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark islerin iyi gitmedigini farketti. Baskasina bagimli yasamin Susan'i mutlu etmesi mümkün degildi. Ise eskiden oldugu gibi kendi basina otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala o kadar hassas, o kadar kirilgan, o kadar öfkeliydi ki.. Ne yapabilirdi?.. "Otobüs" lafi agzindan çikar çikmaz, Susan öfkeyle haykirdi.. "Nasil yaparim?.. Görmüyor musun ben körüm!.. Nerde oldugumu nerden bilirim, nereye gittigimi nasil anlarim.. Galiba sana agir gelmeye basladim, beni basindan atmaya çalisiyorsun.." Duyduklari Mark'in kalbini fena halde kirdi. Ama ne yapacagini biliyordu.. "Her sabah ve aksam otobüsünü arabamla takip edecegim. Sen bu yolculugu tek basina yapmaya hazir olana dek sürecek bu.." Tam iki hafta Mark, Susan'in otobüsünün arkasindan gitti.. Iki hafta boyu karisina görme disindaki duyularini nasil kullanacagini anlatti. Özellikle duymanin pek çok sorunu çözecegini izah etti. Kulaklari ona nerede oldugunu söyleyebilirdi. Yeni yasam tarzina alismasina yardimci olabilirdi. Otobüs söförü ile ahbab olursa, hersey kolaylasir, söför hergün ona önde bir yer bile ayirirdi.

Nihayet Susan, yolculugu tek basina yapmaya hazir oldugunu hissetti. Pazartesi sabahi geldi.. Ayrilirken, otobüsünün geçici eskortu kocasina, hayattaki en büyük dostuna sarildi.. Gözleri yasla doluydu Susan'in.. Kocasina öyle tesekkürle doluydu ki.. Onun sabri, sadakati, destegi ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasil çikmis, nasil yeniden hayata dönmüstü.. "Allahaismarladik" dedi kocasina ve uzun zamandan beri ilk defa ters yönlerde yola çiktilar. Pazartesi.. Sali.. Çarsamba.. Hergün mükemmel geçti Susan için.. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemisti. Yapiyordu.. Basariyordu.. Tek basina basariyordu.. Kendi kendine gidip gelebiliyordu iste.. Cuma sabahi, Susan her günkü gibi otobüse bindi.. Ofisinin karsisindaki durakta inerken bilet parasini uzatti söföre..

"Sizi kiskaniyorum bayan" dedi, söför.. Susan söförün baskasina hitap ettigini düsündü.. Bir körün gipta edilecek nesi olabilirdi ki?.. "Neyimi kiskaniyorsunuz benim" diye sordu söföre.. "Sizin kadar sevilmek, sizin kadar sefkat ve sevgiyle korunmak çok hos bir duygu olmali bayan" dedi söför.. "Nasil yani" dedi, Susan.. "Bir haftadir, her sabah yakisikli bir subay kösede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasiz geçmenize bakiyor, ofisinize girene kadar oradan ayrilmiyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini salliyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadinsiniz bayan.." Mutluluk göz yaslari Susan'in yanaklarindan akmaya basladi. Ve birden hatirladi.. Mark'i hiç görmüyordu ama, bir haftadir yaninda oldugunu hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki.. Talihli, gerçekten çok talihli idi. Öyle bir armagan vermisti ki ona hayat, görmekten daha degerliydi.. Bu armaganin varligina inanmasi için görmesi gerekmiyordu. Sevginin aydinlatmayacagi hiçbir karanlik yoktu çünkü..
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

Saatlerdir bilgisayarin basinda oturuyordu, hala bekledigi mail gelmemisti.
Silkindi. Kaç saat olmustu bilgisayar basina oturali?
Oooo! Iki saatten fazla olmus, koskoca iki saat?
Arkadaslari yemege davet etmisti, Sinan sinemaya, oda arkadaslari ise fal
partisine.. Hiçbirini kabul etmemisti.
Simdi bu ücra internet cafede gelecek o maili bekliyordu.
Daha ne kadar sürecekti? Kimbilir belki, bugün hesabina bile girmemisti, girmeyecekti?
Girse bile yazacagi daha önemli insanlar vardi belki...
Belki de onun ona önem verdigi gibi o,
ona önem vermiyordu? Yok canim!
O da en az Sevgi kadar deger veriyordu Sevgiye,
yazdigi her mesajin karsiligi ertesi güne geliyor,
hadi ertesi gün olmadi birkaç gün içinde gecikmenin
özürünü de içeren mail hesabinda bekliyordu Sevgiyi.
Aylar olmustu yazismaya baslayali, bir kez bile aksamamisti mailler.
Ta ki, bu haftaya kadar. Hafta basindan beri tek bir satir gelmemisti ondan.
Tuhaf! Oysa kendisi yazacak bir sey bulamasa -
ki, bu da ayda yilda bir olurdu- forward edilmis mesajlar gönderirdi,
güzel sözler, fikralar ya da ufacik bir e-kart. Üçüncü gün dayanamamis,
onu merak ettigini söyledigi bir mail göndermisti: Heeeey, öldün mü kaldin mi?
Haber verseneeeee! diye sakalasmisti üstelik. Ses seda yoktu yine karsi tarafta,
besinci gün iyiden iyiye meraklanir olmustu,
hatta bir sapigin onun hesabina girip gelen mesajlari ondan önce
okuyup sildigini bile düsünmüstü.Iyisi mi oturup bütün gün
bekleyecekti bilgisayar basinda, hem içinde de bir süphe
kalmayacakti böylece. Bugün sekizinci gün de bitmisti.
Yine en ufak bir yazi bile gelmemisti. Unuttu beni diye geçirdi içinden.
Tabii, ne bekliyordun ki! diye kizdi kendi kendine.
Alay etti bir süre bu çocukluguyla. Hiç görmedigi,
sadece yazilariyla, siirleriyle tanidigi biriydi karsidaki ve hep öyle uzakta öyle bilinmez
kalacakti. Ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu.
Hayalinde bu yazilari yazan kisiyi bir türlü canlandiramiyordu.
Ne zaman gözlerini kapasa sadece bir çift el görüyordu,
klavyenin tuslarina dokunan güzel parmaklar...
Bu elin kime ait oldugunu görmeye çalisiyor,
didiniyor ama hayali bir anda dagilan sis gibi yok oluyordu.
Ertesi gün solugu yine bilgisayar basinda aldi.
Bekledi, bekledi. Birkaç arkadasindan gelen mailleri yanitladi hemencecik.
Aslinda böyle beklemek fena da olmuyordu hani.
Zaten tatildeydi yapacak baska bir isi yoktu,
arkadaslarindan çogu eve dönmüstü kalanlar ise onu çagirsa da o pek istemiyordu.
Bu düsüncelere dalmisken yeni bir mesaj geldi.
Hayret adres pek yabanciydi ona. Biraz tereddüt ettikten sonra yüregi korku içinde açti.
Mail, Merhaba ben Akinin yakin arkadasiyim.
Kendisini trafik kazasinda kaybettik, telefon defterinin arasinda
sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gördük.
Basimiz sagolsun diyor ve devam ediyordu ama mailin
devami onu ilgilendirmiyordu artik.Okuyacagini okumustu zaten.
Kaçinci ölüm haberiydi bu, bu kaçinci deger verdigi insandi yitip giden?
Bazen bütün ugursuzlugun kendinde oldugunu düsünüyordu.
Sonra saçma geliyordu düsündükleri, ama ne farkederdi ki, iste cok sevdigi,
her gün yazdiklariyla onun gününe
renk katan o kisi artik yoktu. Kötü bir saka olamaz miydi?
Ne yapacakti simdi? Bekledigi mail gelmis miydi?
Ne yani kalkip gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi?
Bir daha o güzel mesajlari hiç göremeyecek bir daha
o elleri hayal edememenin üzüntüsüyle dogruldu.
Cebinden size henüz yollamadigi,
yollamak için dogum gününüzü bekledigi bir siir bulduk.
Tipki sahibine ulasmamis bir mektup gibi duruyordu oracikta.
Asagida onun sizin için yazdigi son siiri bulacaksiniz.


VAR MISIN ?
Biliyorum sasiracaksin
Son sözler gibi gelecek kulagina
Yoo yanilmiyorsun.
Son sözler bunlar.
Bu uzakligi kaldirmak için ortadan
Sadece bir ufacik histik,
Sen bana ben sana
Iki satir lâf, iki misralik siirdik
Bir gülücüktük
Bir soru isareti
Oysa daha fazlasini istemek...
Bencillik mi?
Anla artik!
Sözler var ama satirlar yetersiz
Düsünceler var ama sayfalar yetersiz.
Duygular var ama misralar yetersiz.
Anla artik biliyorum bir sen var, bir de ben
Uzak uzak yerlerde ayri ayri sehirlerde.
Ama desem ki, sana:
Biz demeye var misin?
Desem ki, ne sen olsun, ne de ben.
Bir biz olalim.
Var misin ?

************************************************** *

Sasirmisti, istemezdi etraftakilerin gözü önünde aglasin.
Hiç adeti degildi ne de olsa.
Oysa Akin hep nasil hissediyorsan öyle ol baskalarini bosver derdi.
Iste her zamanki gibi yine dinlemisti onun sözünü.
Demek o da ayni seyleri hissetmis, o da artik bu uzakigi kaldirmak istemisti.
Dogumgünü geçmisti, hem de yine bilgisayar basinda.
Yeni bir yasa daha girmisti iste, yepyeni bir yas, yepyeni umutlar, acilar, mutluluklar.
Her yas olgunlastirirmis biraz daha insani,
belki de en çok bu yasa girdiginde olgunlastigini anlayacakti yillar sonra
arkasina dönüp baktiginda kimbilir...
Akin! Kahretsin, seni simdiden özledim diyerek hiçkiriklara gömüldü.
Neden sonra eli yanita gitti. Akina geç kalmis bir yanitti bu.
Sadece tek bir sözcük yazdi : VARIM !
 
---> Aşk HikayeLeri ~ Aşk HikayeLeri Arşivi

- "Sevdiğiniz birine gidin ve ona kendisini sevdiğinizi söyleyin."

Bir sonraki dersin başında ise öğrencilerden birisi söze şöyle başlar:

- Geçen hafta bize bu ödevi verdiğinizde size sinirlenmiştim. Bu sözleri
söyleyebileceğim hiç kimsenin olmadığını düşünüyordum. Eve giderken bir anda
yüreğimin sesine kulak verdim. İşte o zaman kime "Seni Seviyorum" diyeceğimi
anladım.

Bundan beş yıl önce babamla aramızda bir tartışma geçmişti ve o günden bu yana
bu sorunu çözememiştik. Önemli aile toplantılarının dışında birbirimizi
görmemeye çalışıyorduk ve hemen hemen hiç konuşmuyorduk. Eve vardığımda babama
kendisini çok sevdiğimi söylemeye hazırdım. Bu kararı almak bile üzerimden büyük
bir yük kaldırmıştı. Saat 5:30'da annemle babamın evinin kapısını çaldığımda
kapıyı babamın açması için dua ettim. Çünkü kapıyı annem açarsa kendimi
tutamayıp, ona kendisini sevdiğimi söylemekten korkuyordum. Fakat Allah yardım
etti ve kapıyı babam açtı. Hiç zaman kaybetmeden eşikten adımımı attım ve :

- "Baba, buraya seni sevdiğimi söylemeye geldim" dedim. Babam sanki bir anda
başka bir adam olmuştu. Yüzündeki ifade yumuşadı, kırışıklıklar yok oldu ve
ağlamaya başladı. Kollarını açtı, beni kucakladı ve bana :

- "Ben de seni seviyorum oğlum, ama bunu hiçbir zaman dile getirmedim" dedi.

Fakat sizlere asıl anlatmak istediğim esas nokta bu değil. Babamı ziyaretimden
iki gün sonra babam bir kalp krizi geçirdi ve hala hastanede. Şimdi yaşam savaşı
veriyor. Şimdi sizlere şu mesajı vermek istiyorum:

- "Yapmanız gerektiğine inandığınız hiçbir şeyi ertelemeyin. Ya babama olan
sevgimi ifade etmek için hala bekliyor olsaydım? Yapmanız gerekeni hemen yapın,
hiç beklemeden...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst