Yılmaz Odabaşı Şiirleri

Yılmaz Odabaşı - İhtar

bir ömür düştü payıma
tufan!
çıldırmak için...

düşler besledim güpegündüz
dövüşmek için
uçurumlar besledim düşmek için!

(artık bulduğun her sevgi kırıntısına sımsıkı kenetlen,
bırakma sakın, gitmesin;
büyüdün artık iyi ört günlerinin üstünü üşütmesin...)
 
Yılmaz Odabaşı - İkinin Şiiri

bugün iki kez yağdı yağmur
iki kez eskidim sanki

iki ömrü kol kola yaşadım
biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri

hep iki şömine yandı yüreğimde
birinde ateşti diğerinde kül

ve iki kez aşık oldum
bundandır iki kez ölmüşlüğüm

sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü
şimdi sömestrdeyim

ilk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum
daha depremlerdeyim
ve iki kere iki
kitabımda benim
ya çok eder
ya sıfır...
 
Yılmaz Odabaşı - İyi Ki Bu Düştesin

I
nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde
o nehirler benim nehirlerimdir
aşk
ki azar azar benim yerimdir
üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!

iyi ki bu sestesin
dünyayı ısıtan nefestesin
bir haydut gibi gezinirim kapında
kalbimde tutuşan ateştesin

II
rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde
o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır
aşk
ki azar azar benim yerimdir
suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

iyi ki bu düştesin
her sabah ışıyan güneştesin
iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi

vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!
 
Yılmaz Odabaşı - Kendine Benim İçin Bir Gül Ver

sensizlikle flört etmeyi sen değil
sensizlik bilir
sesi ses/sensizliği sensizlik bilir

korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tuk!
çok ağrımış kendinin, siyah
ve ayaz kendinin
hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver...
*
bak, palandöken dağlarında karlar erimiş
teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
bir gül ver söküldüğüm günler için

-ve önce kendinin ellerinden tut!-
*
kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor
geberesiye içip salaş meyhanelerde
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor

tutunca kendimin ellerinden
pusulasız gemilerde yatmak
yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor

sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden
ömrümün içinden akmak geliyor...
*
sessizlik sensizliği ezbere bilir
sensizlik her şeyi bilir...

korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut!
sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin
ellerinden;

bak, yıllarım sırılsıklam yağmurlar giymiş
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver
bir
gül
pusulasız gemiler, sökülmüş günler için...
*
ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım
sen kendinin ellerinden tut
ve kendine benim
 
Yılmaz Odabaşı - Kiralık Keder

dicle kadar kurudum
ne sustum ne konuştum
çöplükte bir gül gibi

böyledir savruluşlar

ben yaktım yangınımı
ben inledim, ben izledim
ölüm, seni gözledim

ömrümde çırpınışlar

şimdi kim anlar beni
soğuk hayat, soğuk duvar
sıcak birşey özledim

kalmadı başlangıçlar
kalmadı başlangıçlar
 
Yılmaz Odabaşı - Kuşlarım Vuruldu

kuşlar mıydı, ben miydim ölen gerçekten
bozgunum her sabah yeni bir kuşu yitirmekten
kuşlarım vuruldu kurak bir nehirle kaldım
alacakaranlıkta bu yetim şarkısıyla
döndüm dolaştım kendime vardım
dağlarım kurşunlandı, ayazlarda yıkandım
kuşlarım vuruldu çoktan kimsesiz kaldım...

kuşlarım vuruldu, ömrüm paslandı, yiten yılları andım
ki rüzgârlar kadar çok karşılandım çok uğurlandım
hızla dökerken yapraklarını kalbim
gidip bir şarkının notasında saklandım
ama kuşlarım, kuşlarım vuruldu çoktan kimsesiz kaldım...

kuşlarım vuruldu, kalbim dağlandı, o ah aşklara yandım
yas tutan bir dünyanın kalabalığında
gelenler gittiler gölgemle kaldım
çek git yolumdan kalbim artık uslandım
kuşlarım, kuşlarım vuruldu çoktan kimsesiz kaldım
 
Yılmaz Odabaşı - Neyi Anlatıyorum Ben Bir Ozan Çırağı Bile...

şimdi
öfkemde dolandı gün allı-mor
neydi az önce
o zifiri karanlık
ağarmadan ortalık
selam civan dost
bozkır mı uyanan
güne dönmüş çorak toprak
seslerle hele yokla kendini
bahçesi olurmuş acılar ülkesinin
tomurcuksuz, çiçeksiz
çocukları oyuncaksız, şekersiz
önceleri böyle değildi insan
bir ala geyik seker ormanda
mağrur, atik
acılar yürür insanlarla yollarda

insan,
ilkyaza vuran
öfkeye gül sunan
doğruya dost, eğriye düşman
sevda olmalı
karanın karanlığında
pusatsızı
sevda olmalı
bir uçtan bir uca ağlamak sız
ve haber haber olmalı
ölümün sesi toktur
çocuklar duymamalı
bak civan dost
mevzilinmiş acı
bilenir toprağın avuçlarında
birşeyler demelisin artık

neyi anlatır duvaklı güzellikler
neyi anlatıyorum ben
bir ozan çırağı bile olamazken
 
Yılmaz Odabaşı - Notaları Kurşunlanmış Bir Şarkıdır Yalnızlık

Le bruyere, bir yerlerde, yalnız olmamak gibi büyük bir mutsuzluk! der. kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. bir başka bilge, yanılmıyorsam pascal da, neredeyse bütün dertler odamızda kalmayı bilmememizden geliyor başımıza der; böylece, içekapanış hücresinde, mutluluğu devinmede, bir de yüzyılımızın deyimiyle kardeşcil diye adlandırılabileceğimiz bir fuhuşta arayanları getirir usumuza. -Baudelaire-
yalnızlığın atlası:

I
hayat, çarpar ya ağırlığını camlarına evlerin, ışıklara aldanmayın, evler de yalnızlıktır, evler de...
siz çekersiniz gece büyür, gece çeker de bazen siz küçülürsünüz; geceler yalnızlıktır...

yalnızlığın tablosunu çizer ufukta biri, atlasını yalnızlığın uzak sularda bir gemici; birileri sınırlar koyar, haritalar basar biri; oysa harita basan bütün matbaalar suçlu, bütün silgiler yalancıdır
haritalar yalnızlıktır...

kaç bin ışık yıl uzağız belki de en uygar gezegene...
ay tutulur-
sa ay orda bir yalnızlıktır
yalnızlıktır emzirdiğimiz göz göre göre...

II
yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak. biz yine de çiçekleri sulamayı unutmayalım, ama yalnızlığımız çiçeklere de kalmayacak...

bu gezegen her gün milyonlarca ton ağırlaşıyor; her gün aşksız, azıksız azalıyoruz... azalıyoruz, çoğalıyoruz: ikisini birlikte tartsak azlığımız çok gelecek.

yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak! bunu bilmek için kutsal kitaplara gerek yok; işte hiç de kutsanmayan bir kitap bile bunu söylüyorsa, inanın, yalnızlığımız kitaplara da sığmayacak...

III
bir ölüdenizdir yalnızlık...
bir çınarın upuzun gölgesidir çınar boylu yalnızlık;
atlasına akbabalar, haramiler tüner de
kendi olmakta diretir yine...
IV
her insanda birden doğan, ama can çekişip ölemeyen yalnızlık. herkes bir evrede anlar bunu; kimileri de menapozlarda, antropozlarda, bir gözaltında, uzun bir yolculukta ya da.

dal değil, köktür yalnızlık; kurumuş olmalıdır ve bir daha yeşermez...

V
okyanuslar analarıdır denizlerin; gökyüzünün anası yok: gökyüzü yalnızlıktır. kurt dağında, kuzu sürüsünde, çoban kavalında yalnız.

kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını; bin yumruğun tek olup göğe doğrulduğu günlerde de, akşam, dönerken evine ekmeğin kadarsın...

yazıyorsan duyarlığınla yalnızsın kendi derininde; duyarlığınla: suya yazılan sözlerle... en az yalnızlık çeken şairlerdir yine de; bölüşürler seslerini birlerle, ikilerle, beşlerle,
ama beşlerle...

VI
o, sevgiyi kendi için istiyor; sevgisiyle yalnız. onu değil, ben sevgimi seviyorum, sevgimle yalnız...

yalnızlığı deşiyorum: yapayalnız, yapayalnız! sonra bölüyor, bölüşüyor, topluyor, çarpıyor ve çıkarıp giysilerimizi birer birer sevişiyoruz; susup kalıyoruz belki, çekip gidiyoruz. geride kalanın adını yalnızlık koymaktan hep ürküyoruz...

işte kadınlar da, erkekler de doymaz uzuvlarıyla birer yalnızlıktır... doğasının insana ihanetidir yalnızlık; özünde yaşamın da, ölümün de birer ihanet olduğunu kavradığımızda sorun yok...

VII
tek kişilik kalabalıktır aşk.
aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur.
kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası;
herkes kendi sevgisini sever...

aşk nedir incil'e göre? nedir tevrat'a, zebur'a, kur'an'a göre?
bu kitaplardaki aşklar, küfürler neyin rengine göre?

insandır, insan aslolan: insana göre!

bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde
gitmek bir yalnızlıktır.

bütün gitmeler yalnızlıktır.
kalmaya göre...

VIII
sevginin ve cesaretin cesetleriyle günler ağır ve kirli, tortusunu bırakırken ömrümüze; günler, düşlerimize, özlemlerimize... uzaklığın şakağında kaç namlu kim bilir yakın olmasın diye?

sonra biz, burada uçurumlara teslim gençliğimizle...

IX
en rezil parayla insan arasındaki yalnızlıktır; hiçbir inanç, hiçbir ideoloji, hiçbir aşk, hiçbir kitap bu yalnızlığın kurallarını bozamıyor.

bu da bir yalnızlıktır...

X
yalnızlık bir yağmura benzer...
yağmurdan önce biz, bütün çılgınlıkları bir bir bölüştük. bir bir türküleri, telaşlı koşuşları; silahları, tabuları, ayrılıkları; çoğaltıp yalnızlığımızı feodal tekkelerde, ellerimizin üzerinde bir el bile yokken bölüştük vuruşları.
sonrası geceydi ve yalnızdık: çoğalttık susuşları...

yağmura yakalandığımız gece-
ye çarptık; geceye hiçbir şey olmadı,
ama biz paramparçaydık!
ve hayat gaspetti o vakur duruşları...

XI
hâlâ dağların üstünde, zambakların içinde işte şu hayat; destan ve yalnız hayat!

yalnızlığa halay halay ellerim; kırılası, kırılası ellerim! benim ellerim, yuh ellerim, şair ellerim... kalemini silahıyla koruyan, kalemi de, silahı da yalnız ellerim;

yalnızlık bir yağmura benzer, yağmurlarda sırılsıklam ellerim...

XII
daha birileri bir yerlerde yaralardan söz ediyor; sonra binlerce ses o bir sesin üstüne, belki de yüzbinlerce... ama kime anlatılır ki yara, orada yara olarak yalnız.

yarayı anlatan, anlatırken; yara ise yara olarak yalnız
destan ve yalnızdır hayat kırılası ellerim
herkes kendine göre bir yalnızlıktır...

XIII
iyi ki doğmadınız hiç doğmayanlar ya da doğması olasılık kalanlar. doğarken biz de spermdeki olasılık kadardık; o olasılıkla doğmak veya doğmamak üzere yalnızdık. şimdi de yaşamak ve ölmek hâlâ bir olasılıktır. her mengenede, kederde en çok da yaşamak bir olasılıktır.

sevişmek ey, yaşamak bir olasılıktır!

XIV
yalnızlığı sevişirken eksiltiyor, eskitiyor
ve eskiyoruz...

seviştiğim gece emzirdiğim gecedir.
özümü katarım ona;
geceyi kanatırım, gece beni kanatır...
geceyi kanatırız, gece bizi kanatır.

geceler insanlığımız
insanlığımız yalnızlıktır...

XV
giderek insanlaşıyor, uygarlaşıyor
ve insansızlaşıyoruz...

görgü tanıklarının ifadelerine göre dağınık yüzü günlerin ter ve keder içinde;
zanlıları her sabah o resmi geçitlerde...

işte hayatlarımız intiharların ve cesaretlerin sustuğu yerde; hayatlarımız diğer hayatların da cesetleriyle...

hayatlarımızda kimselerin bilmediği yalnızlıklar; ama kimseler bilse de, bilmese de yalnızlık var ey bütün yalnızlıklar!

XVI
şimdi travestiler kalçalarında ve slikon göğüslerinde biriken yorgunlukla dante'nin ilahi komedya'sını konuşuyorlar sperm kokan duvarlarla...
o yırtık, yamalı ve yaralı sevgilerden, o kaypak sevgililerden, servetlerden geride hep namuslu bir ******m oldu benim de; tünediler yalnızlığıma hüzünlü bir yüzle o gecelerde...
sonra günlerin de üzerinde bir hayat; sürgit yoğunlukların, yorgunlukların, öfkelerin üstünde...

XVII
şimdi güzel bir deniz karşımda; korkunç çırpıntılı, dehşetli mavi bir deniz tutmuş da bir ucundan b(akıyor) uzaklara...
uzak, uzaklığında
ben kendi yakınlığımda yalnızım
ortalarda olsam da ortalı yalnızlıktır...

XVIII
böyle yakın uzaklıklarda hep yalnızlıklar ve yalnız değiliz derken de yalnız!
işte cesetler ve cesaretler içinde aynadaki suretimi tuzla buz ediyorum; keder ırmakları akıyor ortasından...
birden bir kırlangıç sürüsü kanat çırpıyor uzaklara; yollara ve yolculara bakıyorum da, şarkıların kırık dökük notaları saçılmış sokaklara. herkes kendine göre bir şarkıyı tutturmuş yangınlar ortasında!

yangınlar ortasında:
notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık...
 
Yılmaz Odabaşı - Pervarili Bulutlar

tenini sınar bir ustura ince ince sızar kan
bir tren sisleri yara yara geceyi çizer raylara
bir adam, kapılmış da pervarili bir buluta
gider kendi kendine, kendi kentine

adamı orada unutmuşlar...

üşütürken ömrümüz rengini paslı yalnızlıklarda
kime baksam yanlış hayatlarda hep alabora
sana baksam bir malatya kaysısı gibi unutulmuş dalında
her vagon bir trene kapılmak rüyasında

vagonları orada unutmuşlar...

her sevda yanılgıda, her menzil bir ıskarta
herkes bir yer açmış kendi uçurumuna
yaşanır mı böyle şekilsiz, böyle kimsesiz, sessiz
böyle limansız, böyle imlâsız, yârsız

sevgiyi sularda unutmuşlar...

biz yenildik... daha çok yenecekler
mağlup olmak artık soyluluğumuz
pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler
böyle pusatsız, böyle şarkısız, sazsız

beni burada unutmuşlar...

acımamışlar... hiç acımamışlar
ne bulut bırakmışlar ne çocuk
ne bahar bırakmışlar ne de yolculuk
bunu bildikçe üstlendim cinnetimi

zulmü yurdumda unutmuşlar...

sen şimdi buruşmuş ayrılıklarda
şimdi lime lime yoksulluklarda
kalbindeki güllerin tozunu alıyorsun
sen başın dimdik geçerken acılardan
sabrın dağlarını parçalıyorsun

seni orada unutmuşlar...

bizi ter içinde ayrılıklarda, bizi düzenbaz şarkılarda
bizi günlerin çökmüş avurtlarında, sökülmüş uykularda
trenler sisleri yara yara geceyi çizerken raylara
ilkyazların kapısında bizi kar boranlarda

unutmuşlar... unutmuşlar...

böyle limansız, böyle imlâsız, yârsız
böyle zulasız, böyle şarkısız, sazsız
seni orada... beni burada
öyle hasret bir dokunuşa

unutmuşlar... unutmuşlar...

bu şehirlerin rezil uğultusunda
biz yenildik...daha çok yenecekler
mağlup olmak artık soyluluğumuz
pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler
pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler...
 
Yılmaz Odabaşı - Pusuda Yalnızlık

karaca dağ
yamaçlarında kardelen çiçekleri
her bahar umuda rengini verir
ve her bahar
Dicle'ye ak köpüklere üşüşür papatyalar

Siverek düzü
hayata vurgun yürekli yiğitleri
ve sabahın eteklerinde ter taneleriyle
"memleketimdir benim"

orada
tüfekler yağlanır kerpiç damlarda
türkü kaçak
tütün kaçak
kaçak çay buğulanır şavkı vurur mağlara
ve korku ve umut ve can

pusuda
pusuda yalnızlık

karaca dağ,
önü diyarbekir'dir
ben hüznü avuçlarken ora mahpuslarında
bulutlarla yalpalayan rüzgarları resmedip
bakıp bakıp iç çekerdim doruklarına

karaca dağ,
patikalarında ceylan ölüleri
ve bakır renkli göğüslerimizde görkemli güneşiyle
sabıra tutunan sevdaların gönüllü erleriydik
ve yollarımızda ayaklarımıza batıp çıkan devedikenleri
özlemler biraz uzak biraz diri
bekleyişlerde alçalıp yükselirken köpük köpük yalnızlık
 
Yılmaz Odabaşı - Sakla Yamalarını Kalbim

ne gül
ne yarın!

gül,
küle karılmış günlerin tortusunda
yarın,
vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda

sakla yamalarını kalbim...

insanlar büyüdükçe günler kısalırlar
günlerimiz gibi aşklarımız da
yittikleri duraklarda kalırlar

sakla yamalarını kalbim...

kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla
yürü, arkana bakma, ama umursa
bazen anılara en çok yakışan elbise
birkaç damla gözyaşıdır unutma...
 
Yılmaz Odabaşı - Sana Yağmur Diyorum

(gidersen hani sığınaklarım?
eksilir, zarar kalırım
kalırım!
yeni günün tenine dağılır yaralarım
sana yağmur diyorum

uzun boylu umuttun
tadında unutuldun
nerde büyük uçurumların
kış suların, yaz uykuların?

sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan
yağ da ıslanalım, ama uslanmayalım
uslanmayalım!

gün, vursun yükünü gecenin hırkasına
yol, vursun sesini uzaklığın pasına
sesime kibrit çaksan tutuşacağım
sargısızım,
çoğalırım;
çoğaldıkça arsızım
sana yağmur diyorum en haklı aşk,
alkışsız sürebilendir
ve en haklı kavganın öznesi
ölmemek için dövüşürken de ölebilendir
o an
işte o an
ey bizi ayrı takvimlere düşüren zaman
yere bir bahar dalı düşmüş gibi mi olur
sıradağlar mı tutuşur bağrının orta yerinde?

yeter
kan sıçratmayın sabahın seherine
boğulursunuz
boğulursunuz!
 
Yılmaz Odabaşı - Savrul Gel

eksikliğim çoktur ben de bilirim
eksiklikle kabul eyle gel beni -Pir Sultan-

ılıklığımı seriyorum gökyüzü çıplaklığına bölüş gel
dola gel saçlarını sabahlarıma
iner yol, sokulur gece uykularına bozkırların
yolları ve uykuları tüket gel a gülüm savrul gel
soluğuna sarıl rüzgârlarımın

beni böyle darmadağın uykularda buluyorsun
üşüyorum sarıyor, seviyorum gülüyorsun
beni böyle temmuz sabahlarına dolayıp gülüşünle
gölgelere
gölgelere koyverip gidiyorsun
dön de gel a gülüm sırılsıklam sevdalara dol da gel!

şu benim yosunsuz, kumsalsız kıyısızlığım
ak da gel
ak da gel!

darmadağın akşamlarda umutlar bulacaksın
sırılsıklam hüzünlerde öksüz sevinçler
karanlığı tüket a gülüm umutları topla gel
 
Yılmaz Odabaşı - Savrulan Sokaklarına Ömrümün

güldükçe
gün
devrilir gözlerinin akşamına
gecedir, bir rüzgâr getirir ellerini
öperim... kimseler görmez

dallar ıslaktır ay ışığında

adın sonbahar yüzlü bir çocuk
ömrümün esrikliğine dolanır gelir
bu kentli akşamlar sanıktır, kanatır yokluğunu
sesin sessizliğimde çoğalır gelir

dallar ıslaktır ay ışığında

gitmen bildiği gibi konuşuyordu
bensiz...
belki bir kış güneşiydin kim bilir
belki kimselerin uğramadığı bir güz çınarı
kalakaldın tenhalığa
gölgesiz...

ve şarkın kanayan bir gül gibi iner
savrulan sokaklarına ömrümün
 
Yılmaz Odabaşı - Seni Bir Tufan Gibi Sevdim

(martılar gelmezdi ki sizin ordan
martılar sizindi ey evlerinin önü deniz
bizde ölen kartallardan, dağlardan size haber veririz
bir bakımlık deniz, bir avuç imbat göndermediniz!)

I
seni bir çığlık gibi sevdim
uzanıp sesimin avlularına sen de her sabah
sabah... sevince bir sevgiyle gideriz
sonra durur vitrinlerden çiçekleri seyrederiz
puştluklar bizi seyreder,
biz çiçekleri...

II
seni bir kar gibi sevdim
üşüye üşüye eridim!

bak, kentleri de, dağları da bozdular
başka rüzgârlar giydirdiler kentlere
dağlara başka tüfekler
kalk,
gidelim
buralardan gidelim!

III
seni bir namlu gibi sevdim
sen tetiklerimi ezberliyordun

kıyametler koparken alnından bu kentin
geceydi... ansızın seni bir tufan gibi sevdim
bedenim alabora!
 
Yılmaz Odabaşı - Sevinci Savrulmuş Haldaş Gözlerin

gece eksilebilir, eksilmez tanıdık yüzüne susuzluğum
doğrul sorgusuz, korkusuz gözlerinle konuş gel
ben gözlerini tanırım senin
bu gece oturup seni özledim
ay doğruldu
su duruldu
örttün mü perdesini penceremizin?

şimdi yüreğime su taşıyan sesini sessizlik çaldı
yüzünde gölgelenmiş bayat bir hüzünle
senin sesin, hasretin
ve gözlerin bana emanet kaldı
gözlerin yıllanmış şarkılar kadar yalnız
terli ve suskun akşamlar gibi yorgun
gibi ürkekti senin.

şimdi parmaklıkların perdesi ışık
sevgilim
sevgilim
sevinci savrulmuş haldaş gözlerin
 
Yılmaz Odabaşı - Sınıra Vuruyorum Sınırsız Vuruyorum

kendi katline ilişmiş
şu benim sürgün ömrüm
sonrası intihar kokan bir sevda
uçurumlarda

uçurumlar kendi diliyle anlatılır
düşecektim ya, sanki sen atıldın birden boynuma
göğe yaz göğe yaz uçurumlar da aldatılır
kanıyorsa kan revan, ömrün
uçurumlarda yaslı ülkeler ağlatılır
bir gül'dür benim ülkem
uslanmaz ve sulayan kendi gövdesini
yollarını süngülerin
rahmetini buzulların kestiği
daha sınıra vuruyorum/sınırsız vuruyorum
ey ülke, rahmine al ve yeniden doğur beni
ben de o şarkının girişindeki
sözlere vuruyorum/apansız vuruyorum

bu yüzden sesim,
şimdi yakılmış defterlerdeki
tartılsam ağırlığımca hüzün gelirdim
artarken gecelerde siren sesleri
ben de o cinayetlere sınamıştım gövdemi
kapımda kül ve yaftalı cinayet bekçileri

sesim,
bu yüzden o eski ölümlerde kan lekeleri
sesim,
ağırlığımca zincirlerdeki
daha ölüme vuruyorum / ölerek vuruyorum!

sesim,
fırtına sonrası karaya vuran cesetlerdeki
sesim,
o kanlı gömleklerdeki

bu yüzden ben de faili meçhûl bir cinayetim
bulun benim katilimi!
 
Yılmaz Odabaşı - Siverekli Şeyho

sokulsan rahmanların şeyho dağ rüzgârı kokardı
öpsen kıl'dı şeyho, koklasan duman
bilmezdi şalvarının renginin neden değiştiğini
ve kentte
duvar yazılarının neden eksildiğini
siverek ovasına akşam inerdi
şeyho, avluda tütün sarardı geceleri
sorsam birilerine:
şeyho ne bilir! derdi;
oysa
o,
bildiği kadar
ve bildiği gibi yaşardı
ilk mayıs sabahlarının güzelliğini
bozkırı
yağmuru
ve nal seslerini
daha çınlar kulaklarımda bir buruk ezgi
öksüzlüğümdü kuşatılmış siverek geceleri
 
Yılmaz Odabaşı - Teğet

herkes kırılamaz
ipince bir dal olmak gerekir
kırılmak için

ama dünya kütüklerin...

ağlayamaz herkes
ağlayabilecek kadar büyümek gerekir

dünya ise küçüklerin...

sevemez herkes
bir orman olmak gerekir sevmek için

bak ki dünya çöllerin...

ve vakur bir damla olmak
dalga için

katılmak okyanusa aşk için,isyan için...
 
Yılmaz Odabaşı - Var Git Artık

buralarda gece uzun
gün ışığı yakındır
var git artık
bakma ardına
ölüme fazla sokulma ama
düşün ki
mevsim rüzgarlarının savurduğu
bir orman insan
sev onu, sokul, konuştur
doludur fazla üstüne varma

hep susmak
susmak...
yetmiyor bazen
işte bu yüzden
bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün
ozanlar her şeyi anlatmalı

var git artık
acıyı aşındırma
tut
ve at sevdaya uzayan çağlayana
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst