YARATILIŞ GERÇEĞİ ve EVRİM TEORİSİNİN ÇÖKÜŞÜ

SaGo_KoLo

Bayan Üye
ARKADAŞLAR BELKİ UZUN GELEBİLİR OKUMAK İSTEMEZSİNİZ AMA SAATLERDİR BUNU YAZDIM BUNA UĞRAŞTIM.BENCE OKUMAYA DEĞER. BİR EVRİM TEORİSİ NASIL ÇÖKÜYOR


Canlılık planlanmış, tasarlanmış ve düzenlenmiş olduğuna göre de mutlaka bir yaratıcısı olması gerekir.
Darvin Kendi teorisini ispatlamak için ortaya hiçbir somut bulgu koyamıyordu .Hatta teorisini geçersiz kılan birçok gerçeğin de farkındaydı.Bunları kitabına eklediği “TEORİNİN ZORLUKLARI” adlı bölümde kabul etmek zorunda kalmıştı.Darvin bilimin gelişmesiyle birlikte bütün bu zorlukların ortadan kalkacağına inanıyordu.Oysa tam aksine gelişen bilim Darvin’in iddialarını birbiri ardına çürütecekti.

EVRİM TEORİSİ İLK CANLININ NASIL ORTAYA ÇIKTIĞI SORUSU KARŞISINDA ÇARESİZ..
Darvin tüm canlıların tek bir ortak atadan geldiklerini ve bunların birbirlerinden türeyip evrimleştiklerini savunmuştu.PEKİ AMA BU İLK CANLI NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTI???Darvin kitabında bu konudan hiç söz etmemişti. Çünkü bunun teorisi için büyük bir sorun olduğunun farkında değildi. Yaşadığı dönemde ilkel bilim anlayışı canlılığın çok basit bir yapıya sahip olduğunu varsayıyordu.
Darvin’in TÜRLERİN KÖKENİ adlı kitabının yayınlanmasından 5 yıl sonra ünlü Fransız Biyolog Louis PASTEUR evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Bu konu hakkında uzun zaman alan çalışmalarını şöyle özetlemişti;
“Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür.”
Rus Alexander OPARIN evrim teorisini savunan biyologlarındandı. 1930larda evrim teorisini tekrar ortaya atmıştı. Hücrenin cansız varlıklardan meydana geldiğini düşünüyordu. Fakat bu çaba başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparın şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı “Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisini içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır”.
Hayatın kökeni sorununu açıklamak 20.yy boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı.

HÜCREDEKİ TASARIM
Canlı hücresi Darvinizm’in “rastlantı” iddiasını geçersiz kılan kompleks bir tasarıma sahip..!
O zamanın ilkel mikroskopları altında hücre sadece basit bir leke gibi görünüyordu. Ancak 20. Yy. ortalarında geliştirilen elektron mikroskopları canlı hücresinin hiçbir şekilde tesadüflerle açıklanamayacak şekilde karmaşık ve düzenli bir yapıya sahip olduğu ortaya koyuldu. Bu denli karmaşık ve iç içe geçmiş bir yapının rastlantılarla ortaya çıkması mümkün değildir. Bugün en ünlü laboratuarlarda bile cansız maddeler birleştirilerek canla bir madde elde edilememektedir. Evrim teorisi ise insanoğlunun tüm akıl, bilgi ve teknoloji birikimi ile yapmayı başaramadığı bu birikimin tesadüfler sonucu ortaya çıktığını ileri sürer.
Modern biyokimya sadece hücrenin değil hücre çekirdeğindeki DNA’nın bile akıl almaz olağanüstü bir tasarıma sahip olduğunu gösterdi. DNA molekülünün bir tasarım harikası olan yapısı 1955 yılında James WATSON ve Francis CRICK adlı iki bilim adamı tarağından keşfedildi. Francis CRICK de bir evrimciydi fakat DNA gibi bir tasarımın tesadüflerle meydana gelebilmesinin imkansız olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. DNA her canlı hücresinin çekirdeğinde saklı duran dev bir moleküldür. Canlının sahip olduğu bütün fiziksel özellikler bu sarmal biçimindeki molekülde şifrelenmiştir.

İNSANIN EVRİMİ MASALI
Bilimsel bir gerçek gibi gösterilen ”insanın evrimi” masalı, ideolojik bir doğmadan başka bir şey değildir…

Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu bu gerçekler karşısında evrimciler tüm çabalarını insanın maymun benzeri canlılardan evrimleştiği iddiası üzerinde yoğunlaştırdılar.Şimdiye kadar 6500 farklı maymun türü yaşamıştı ve bunların çok büyük bölümünün soyları tükenmişti.Bu soyu tükenmiş soyların büyüklü küçüklü kafa tasları evrimciler için üzerinde hayali yorumlar yapılabilecek bir malzeme kaynağıydı.Bu soyu tükenmiş maymun türlerinin kafataslarını küçükten büyüğe dizen kaybolmuş insan ırklarına ait olan bazı kafataslarını da bu seriye ekleyen evrimciler insanın evrimi senaryosunu ortaya attılar.Bu senaryo içinde en önemli yeri tutan canlı grubu Australopitechus adı verilen soyu tükenmiş maymun türüdür.Evrimciler ismi Güney maymunu anl***** gelen bu maymun türünün insanımsı bir canlı türü olduğunu iddia eder.Oysa Australopitechus ve şempanze türü maymunların kafatasları karşılaştırıldığında aralarında hiçbir belirgin fark olmadığı açıkça görülür. Bu gerçek karşısında evrimciler Australopitechus’un diğer maymunlardan farklı olarak iki ayağı üzerinde dik olarak yürüdüğünü öne sürmüşlerdir. Ancak bu iddia dünyaca ünlü iki evrimci tarafından çürütülmüştür. Kısacası evrimcilerin insanın atası olarak göstermeye çalıştığı Australopitechus sadece soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrimcilerin Homo Erectus, Homo Ergaster, Homo Sapiens Arcaic gibi hayali sınıflandırmalara dahil ettiği fosiller ise gerçekte farklı insan ırklarına aittir. Bu fosiller incelendiğinde iskeletlerinin günümüz insandan hiçbir farkı olmadığı görülür. Aradaki tek fark kafatasındaki bazı yapısal değişikliklerdir. Ama benzeri farklar bugün dünya üzerinde yaşamakta olan farklı insan ırkları arasında da görülmektedir. Ünlü evrimci Richard LEAKEY Homo Eractus grubuna dahil edilen kafatasları ile modern insan arasındaki kafatası farklılığının sadece bir ırk farklılığı olduğunu kabul eder. Tüm bu bilimsel gerçekler karşısında evrimcilerin tek dayanağı ise yanıltıcı propagandalardır. Hiçbir bilimsel temeli olmayan insanın evrimi senaryosu evrimci kaynaklarda yayınlanan hayali çizimlerle topluma sunulur. Bu çizimlerde kıllı vücutlara ve maymunsu yüz hatlarına sahip olan yaratıklar ufak tefek insansı motiflerle besidir. Böylece insan maymun arası hayali ara fonların gerçekten bir zamanlar yaşadığı izlenimini verilir. Kimi zaman bu hayali yaratıkların sosyal yaşamlarından kesitler sunun kesimler bile yapılır. Bu aldatıcı çizimler art arda dizilerek insanın evrimi senaryosu toplumun bilinç altına kazınır. Oysa tüm bunlar tamamen bir aldatmacadır. Eldeki tek delil genelde birkaç kafatası parçası ya da kaval kemiğinden fazla bir şey değildir. Kemik kalıntılarından yola çıkılarak bir canlının saçları, derisi, burnu, kulakları, dudakları ve diğer yüz hatları konusundaysa karar verilemez. Evrimciler fosil kayıtlarında iz bırakmayan bu yumuşak dokuları teorilerinin gereklerine göre şekillendirir ve atölyelerde hayali çizimler yapar. İnsan gözlerini maymun iskeletlerine yerleştirir, bunları diledikleri gibi dokularla kaplar ve insansı bakışlara sahip olan maymunsu yüzler oluştururlar. Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Zinjantropus adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı 3 ayrı çizim evrimcilerin sahte maskeler üretmekte ne denli ısrarlı olduklarının ünlü bir örneğidir.
Evrimciler yalnızca çizim hileleri yapmakla kalmamış somut tahtekarlıklarda düzenlemişlerdir. Bu bilim sahtekarlıklarının en ünlüsü 1912 yılında İngiltere’de bir evrimci bilim adamı tarafından ortaya atılan Piltdown Kafatası fosiliydi. Bu fosil maymunla insan arasındaki en önemli ara geçiş formu olarak gösterildi 40 yılı aşkın bir süre müzelerde sergilendi. Ancak 1949 yılında fosili bir kez daha inceleyen uzmanlar bunun yapay bir fosil olduğunu insan kafatasına bir orangutan çenesi monte edilmesiyle üretildiğini buldular. Evrimciler 1922 yılında da bir tek diş fosiline dayanarak Nebraska Adamı adlı hayali bir ara geçiş formu uydurdular. Hatta bu Nebraska Adamı’na Hesperopithecus olarak Latince bir ad bile verilmişti. Ancak bir süre sonra Nebraska Adamı için ilham kaynağı olan dişin bir yaban domuzuna ait olduğu ortaya çıkmıştır. Nebraska Adamı gerçekte Nebraska Domuzuydu.
Şimdiye kadar evrimin büyük delili olarak sunulan birçok kafatası fosilinin gerçekte hiçbir şekilde evrimi desteklemediği ise birer birer anlaşıldı.
BİR EVRİMİN ÇÖKÜŞÜ
* Neandertal Adamı 1856 yılında delil olarak öne sürüldü.1960 da literatürden çıkarıldı.
* Piltdown Adamı 1912 yılında delil olarak öne sürüldü.1953 de literatürden çıkarıldı.
*Nebraska Adamı(Hesperopithecus) 1922 yılında delil olarak öne sürüldü.1927 de literatürden çıkarıldı.
*Zinjantrophus 1959 yılında delil olarak öne sürüldü.1960 da literatürden çıkarıldı.
*Ramapithecus 1964 yılında delil olarak öne sürüldü. 1979 da literatürden çıkarıldı.
Ancak tüm bunlara rağmen A.B.D dahil pek çok ülkede bu kafatasları hala medyada ve bir takım evrimci kitaplarda birer evrimsel gerçek gibi topluma empoze edilir. Toplumun önemli bir bölümü evrimin ispatlanmış bir gerçek olduğunu sanır. Evrimci otoritelerin bile literatürden çıkardığı pek çok sahte delil ders kitaplarında çocuklara insanın atası olarak öğretilir. Oysa evrimcilerin gizlemeye çalıştığı gerçek açıkça ortadadır. Fosil kayıtları canlı türlerinin bu dünya üzerinde bir anda ve kusursuz bir şekilde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani canlılar yaratılmıştır. Tüm dünyaya hakim olan üstün bir yaratıcı her canlı türünü ayrı ayrı ve mükemmel özellikleriyle birlikte var etmiştir. O üstün yaratıcı göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi olan Allah’tır.



KAYNAKÇA : www.evrimbelgeseli.com




İnsana Sevgi Emeğe Saygı Lütfen...!
 
Son düzenleme:
bu konuyu açacak en uygun yer burası sanırım başka uygun bi yer bulamadım eğer yanlış bi yere açtıysam kusura bakmayın..!
 
hepsini tek tek okudum:D geRçekten çok güzL açıkLamışsın emeğine sağLık..aksini düşünenLeRe saygı ve sevgiLeRimi iLetioRm :D
 
saol l2ocxtar aksini düşünenlere saygım sonsuz ama benim yolum buu izim bu bundan başka bişi tanımam

hepsini okuduğun için teşekkür ederim
 
---> YARATILIŞ GERÇEĞİ ve EVRİM TEORİSİNİN ÇÖKÜŞÜ

Galapagos Takım Adaları

Charles Darwin'in hayatını anlatan ve evrim teorisinin tarihi gelişimini konu alan kitaplara bakıldığında, Büyük Okyanustaki Galapagos Adaları'na özel bir önem verildiği görülür. Bunun nedeni, Galapagos'un, teorisini tasarlama aşamasında Darwin'e ilham kaynağı olmasıdır. Söz konusu adalar, evrimciler tarafından, evrim teorisinin temelinin atıldığı yer ve Darwin'in laboratuarı olarak tanıtılır.

Galapagos Adaları, Ekvador sahillerinin 1000 kilometre kadar açığında yer alır; büyüklü küçüklü adalardan oluşur. Darwin, H.M.S. Beagle adlı keşif gemisi ile beş yıl süren gezisi sırasında, 1835 yılında Galapagos'da konaklamış ve birkaç hafta boyunca çeşitli gözlemler yapmıştır.

Ana karadan bir hayli uzaktaki bu adaların zengin bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliği Darwin'i etkilemiştir.

Galapagos çok sayıda farklı bitki ve hayvan türünü bir arada barındıran bir bölgedir. Burada çeşitli tropikal ağaç, bitki ve çiçekler bulunmakta; ispinozlar, flamingolar, penguenler, dev kaplumbağalar, iguanalar, ayı balıkları, kelebekler, böcekler, 100';e yakın kuş türü, çeşitli sürüngen ve memeliler yaşamaktadır. Bu adalarda yaşayan bitkilerin % 42'si, kara kuşlarının % 75'i, sürüngenlerin % 91'i ve memelilerin tümü Galapagos'a özgüdür; dünyanın başka hiçbir bölgesinde doğal olarak yaşamamaktadır.

Galapagos'u Darwinizm'in başlıca sembollerinden biri haline getiren ise, buraya özgü ispinoz kuşları olmuştur. Galapagos Adaları'nda 13 ispinoz kuşu türü, Galapagos'un yaklaşık 600 kilometre kuzeydoğusundaki Cocos Adası'nda da 1 ispinoz türü yaşamaktadır. Toplam bu 14 ispinoz türü, bilimsel literatürde Galapagos ispinozları veya Darwin ispinozları şeklinde adlandırılır. Galapagos ispinozları 7 ile 15 santimetre arasındaki çeşitli uzunluklarda, genellikle koyu ve mat renkli tüylere sahip, oldukça uysal ve kısa mesafeli uçuşlar yapan kuşlardır. Her ne kadar 14 ayrı tür olarak sınıflandırılsalar da birbirlerine çok benzerler; benzer vücut şekline, renklere ve alışkanlıklara sahiptirler. Kuş uzmanları özellikle gaga şekli, gaga büyüklüğü ve vücut büyüklüğüne bakarak bunları ayırt ederler.

Söz konusu kuşların Darwin'i derinden etkilediği, bazı biyoloji ders kitaplarında şöyle dile getirilir: İspinozlar, doğal seleksiyon yoluyla evrim teorisini geliştiren Darwin'e yol göstermede büyük bir rol oynadı.

13 ispinoz türünün gagaları ve gıda kaynakları arasındaki uygunluk, evrimin onları şekillendirdiğini Darwin'e derhal telkin etti.

Darwin bu ispinozlar arasında gaga büyüklüğü ve beslenme alışkanlıkları farklılıklarını, atalarının Galapagos Adaları'na göç etmesinden sonra meydana gelen evrime dayandırdı.

Darwin'den bu yana evrimciler, günümüzdeki Galapagos ispinozlarının geçmişte Güney Amerika'dan gelen bir türden evrimleştiğini iddia ederler. Bu kuşları her fırsatta doğal seleksiyon yoluyla evrimleşmenin bir örneği olarak kullanır, evrimin en çok tanınan ve en çok araştırılan delillerinden biri olarak sunarlar.

Evrimciler tek bir türün değişik ortamlara yerleşmesi sonucunda çeşitli formların ortaya çıkması sürecini uyumsal açılım veya uyumsal dallanma şeklinde adlandırırlar. Galapagos adalarında yaşayan ispinozların evrimleşmesi hikayesini bunun klasik örneklerinden birisi olarak tanıtır; hatta daha da ileri giderek söz konusu vakanın günümüzde gözlenebilir olduğunu iddia ederler.

Uyumsal Açılım Yanılgısı

Her ne kadar evrimciler; evrime delil bulmak için yola çıksalar da, araştırmalarının sonuçları evrimin aleyhinde birçok delili ortaya çıkardı. Evrimciler Darwin'den bu yana Galapagos ispinozlarının ayırıcı evrimin etkileyici bir kanıtı olduğunu iddia ediyordu. Fakat son araştırmalar bunun doğru olmadığını; bu adalardaki ispinoz türlerinin birbirlerinden ayrılmadıklarını, tam tersine kaynaşarak tek bir tür olma eğilimi içinde olduklarını gösterdi.

Daphne Major'da üç tür ispinoz yaşamaktadır. Orta yer ispinozları ve kaktüs ispinozları bu adanın daimi sakinleridir. Üçüncü bir tür olan küçük yer ispinozu, bu adayı zaman zaman ziyaret etmektedir. Grant ve arkadaşlarına göre, orta yer ispinozu diğer iki tür ile bazen çiftleşmektedir; kaktüs ispinozları ve küçük yer ispinozları ise birbirleriyle çiftleşmemektedir. Burada dikkat çekici olan nokta şudur: Meydana gelen melezlerin hayatta kalma oranı safkan ispinozlara göre daha yüksektir ve melezler daha çok yavru yapmaktadır. Profesör Grant, bu bulgular ışığında söz konusu üç farklı ispinoz türünün zamanla kaynaşarak tek bir türün oluşabileceğini açıklamış ; bu sürecin yüz ile iki yüz yıl alabileceğini tahmin etmiştir.

Bu durum, şüphesiz, Galapagos'ta yaşayan ispinozların uyumsal açılım ve açılan evrimin ürünü olduğunu öne süren Darwinizm'i yalancı çıkarmaktadır. Zira gözlemlenen, ortak bir atadan farklı kuş türlerinin ortaya çıkması değil, farklı kuş gruplarının birbirine benzer duruma gelmesidir.

Daphne Major'da yaşanan bu durum diğer adalar için de geçerlidir. Farklı türlere mensup ispinozlar kimi zaman aralarında çiftleşmekte ve melez yavrular dünyaya getirmektedirler. Bu olgu, ilk bakışta önemsiz gibi görünebilir; ancak Galapagos ispinozlarını 14 ayrı tür olarak sınıflandıran evrimciler açısından büyük bir yenilgidir.

Galapagos'un Düşündürdükleri

Harvard Üniversitesi'nden Louis Agassiz, 1872 yılında Galapagos'u ziyaret etmiş ve adadaki canlılar arasında yaşam mücadelesi diye bir şeyin söz konusu olmadığını, tümünün bir Yaratıcı tarafından işlenmiş bir hayat sürdürdüğünü ifade etmiştir. Profesör Agassiz, ölene kadar evrimin geçersizliğini anlattı; hayatın gerçek kökeninin yaratılış olduğunu savundu.

Düşünün ki okyanusun ortasında, ana karadan bin kilometre uzaktaki bu küçük kara parçasında dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte, çeşitlilikte ve zenginlikte bitkiler ve hayvanlar var. Yemyeşil tropikal ağaç ve bitkiler, rengarenk ve göz alıcı kuşlar, çeşit çeşit canlılar, kusursuz tasarımlara ve eşsiz güzelliklere sahip canlılar... Elbette, normal bir anlayış ve bilgiye sahip olan her insan, renkler, canlılık ve çeşitlilik karşısında büyük bir hayranlık duyar ve dev bir okyanusun ortasındaki küçücük bir kara parçası üzerinde muhteşem bir yaratılış sergilendiği sonucuna ulaşır. Şaşırtıcı olan ise, bunları gören Darwin ve takipçilerinin evrim gibi son derece akıl ve bilim dışı bir çıkarım yapmalarıdır. Şüphesiz Allah tüm canlıları, sahip oldukları kusursuz özelliklerle birlikte yaratmıştır. Galapagos ispinozları da bu apaçık gerçeğin sayısız delillerinden biridir. Darwinistler bilmelidirler ki Galapagos ispinozları hikayesi ile sadece kendi kendilerini aldatmaktadırlar. Aynen bir zamanlar dünyanın düz olduğunu ispatlamak için düzmece deliller üretenler gibi...
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
Geri
Üst