Uygurlar’da yazın

-Ediz1912-

Türkiye'nin üç büyükleri; Mustafa,Kemal,ATATÜRK!
Webmaster
“Eski Türkçe, Göktürk ve Uygur yönetiminde iki siyasal dönemde konuşulan yazı dilinin adıdır. Eski Türkçe’nin yazın ürünleri 732 yılından başlar. 1678 yılına dek sürer. Bin yıl gibi bir süreçte, geniş bir alanda, türlü halklarca çeşitli konumlarda kullanılır. Dokuzuncu yüzyıldan sonra kullanılan Eski Türkçe, eski özellikleri koruyan, arkaik yapay bir dil olmalıdır. On birinci yüzyıldan on yedinci yüzyıla dek Halk Türkçesi ile Eski Türkçe yan yana kullanılır. Halk Türkçesi sevilen türkü, masal gibi ürünlerde kullanılır. Oysa Eski Türkçe yüksek yazın dilidir. Tüm resmi ve dinsel konularda o kullanılır. Kimi Eski Türkçe belgelerin arı ve eski bir dil ile yazılmış olmaları, onların kesinlikle eski olmalarını gerektirmez. Runik yazılı bir metnin oyma baskıdan eski olduğu açıktır. Nedir, Uygur yazısıyla yazılı bir belgenin yazıldığı zamanı kestirmek zordur.
Eski Türkçe iki evrede incelenir. Bunlar Göktürk ve Uygur dönemleridir. Kuşkusuz Göktürkçe, Uygurca ölçüsünde gelişmemiştir. Uygurlar, Göktürkleri yenip ülkelerini ele geçirirken halkını da kendi kültürleri içinde eritirler. Dil bakımından onların mirasçıları olurlar. Dokuzuncu yüzyıldan başlayarak yüksek bir kültür geleneği kurarlar. Bu gelenek sekizinci yüzyıldan sonra Türk-Moğol hanlıklarının kültür kaynağı olur. Uygur Kağanlığı’nın başkenti Hoço’da yapılan kazılarda, Uygur dil ve yazınının zengin ürünleri ele geçer.
Bu gereçlerde eski Türk kültürünü aydınlatan pek çok bilgi bulunur. Budist, Manihaist ve Nasturi tapınaklarında ele geçen çok sayıdaki yazma, Uygur dil ve yazınının görkemini yansıtır. Bunlar yerleşik Uygurlar’dan kalma belgelerdir. Nedir, özgün metinler değildir. Türkler arasında yayılmış Ön Asya ve Güney Asya dinlerinin ürünleridir. Genellikle çeviri metinlerdir. Aralarında gökbilim, tıp ve yazın konularında olanlar vardır. İlahiler, dualar, tövbeler, göksel içerikli metinlerdir. Hıristiyan metinleri içinde Doğudan Üç Yetim öyküsü, Kutsal Geor’un Şehitliği gibi parçalar yer alır. Süryani Hıristiyanları aracılığıyla Ezop masallarının bir bölümü Uygurca’ya yansır. Yedi-Su’da 13-14.yüzyıllardan oldukça çok Süryani ve Hıristiyan mezar taşı vardır. Profam metinleri içinde Çinli gezgin Hün-tsang’ın yaşam öyküsünün çevirisi ele geçer. Aynı belgeler içinde bir iki takvim, fal kitabı, tıp metinleri de bulunur. Uygurlar’dan kalan çok sayıdaki yasa metinlerinden bir bölümünü Radloff ve Malov yayımlar. Bunlar kültür tarihinin yapı taşlarıdır. Çoğu 13-14.yüzyıllardan kalır. Biraz da Moğol tarihini aydınlatacak yapıdadır. Belgeler, köle alım satımından toprak icarına, satımına, eşya değişiminden veraset ve vergi çeşitlerine, kumaş gıda ve tarım ürünlerinin dağılımına dek çok çeşitli konuları içerir. Bunlar Uygur toplum düzeninin öğeleridir.
Uygurca’da dinsel metin çevirileri önemli bir yer tutar. Çevirinin, Uygurca’nın anlatım biçimine kimi etkileri olur. En önemlisi, sekizinci yüzyıla dek Uygurca’ya girmemiş terim ve deyimlerin akınına yol açar. Bu dönemde Uygurca’ya Hint, Sogd, İran ve Çin dillerinden sözcükler girer. Uygurca’da tutunan bu öğeler Moğolca’ya da geçer. Bunun dışında Uygurca’ya giren terim ve deyimler daha çok alım satım ilişkileri iledir.
Daha sonraki dönemlerde Uygurlar’dan çoğunlukla halk metinleri kalır. Bunlar sevilen halk yazını örnekleridir. Eski Turfan’dan türküler, Mani metinleri, aliterasyonlu dörtlükler, Oğuz Han Destanı, bu öbeğe girer. Bu metinler 13-14. yüzyıllardan, Moğol dönemindendir. Genellikle çok sayıda Moğolca ve Farsça sözcüğü içerir. Sözgelimi, Oğuz Kağan Destanı’nda Moğolca’dan şu sözcükler bulunur.
Müren “ırmak”
Çıda “süngü”
Aka “ağabey”
Bütünü içinde Uygurca’dan kalan yazın ürünleri üç öbekte incelenir.
Sevile halk yazını: Eski Turfan’dan şarkılar ve Oğuz Kağan Destanı bu öbeğe girer. Bu tür, daha çok halk tipidir. Moğolca ve Farsça’dan çok sayıda sözü barındırır. Dil yapısı Orta Türkçe’yi anımsatır. Sözgelimi, sa/-se koşul ve –gan/gen ortaç eki kullanılır.
Yargı belgeleri: Bu metinler, daha çok eski dilin özelliklerini taşır. Yapısı da arkaiktir. Ama kimi İran ve Moğol terimlerini içerir. Bunlar daha çok, geniş bir alana yayılmış olan Moğol yönetimi ve Moğol yargı düzeninin yerleştirdiği sözlerdir. Sözgelimi şu sözler birçok ülkeye yayılır. Nişan sözü Mançuca’da bile bulunur.
Aka “ağabey” < Moğolca
Nişan “damga” < Farsça.
Dinsel metinler: Bu metinler dil bakımından özellikle eski ve arkaiktir. Bu kural 1678 yılından kalan gereçler için bile geçerlidir. Yapı bakımından Eski Türkçe’dir. Tutunmuş Moğolca ve Farsça sözler bu gereçlerde bulunmaz. En çok Hint, Sogut ve Çince sözcükler bulunur. Seyrek olarak Tibetçe sözcüler yer alır. Bu öbeğe giren metinlerin çoğu çeviridir.
Sekiz yükmek: Kısa ve yalın tümceleri, varsıl söz varlığı ve açık anlatımı, kavramları anlatmadaki gücüyle ilgileri üzerinde toplamış Uygur metinlerinden biridir. Yapıtta Buda Dini’nin ilke, inanç ve töreleri üzerine görüşler açık ve yalın bir dille, inananlara anlatılır.
Bögü Han’ın Mani Rahipleri ile Konuşması: Monyuçur Kağan’ın oğlu Bögü Kağan’ın Mani Dini’ni benimsemesi ve dinin ilkelerine uymayan davranışları sonucunda duyduğu korku ve pişmanlığı anlatır. Öğüt ve ders verici sözleri de içeren yazmanın, bir mektup mu yoksa dinsel bir belge mi olduğu belli değildir. Yazma yirmi iki sayfadır. Dört de resim bulunur. W Bang’in okuduğu metnin dördüncü bölümü ‘Budist Tövbe İstiğfarı’ adını taşır. Burası çeşitli kişilerin yazdığı tövbe parçalarından oluşur.
Altun Yaruk: Kitabın adı ‘Altın Işık’ anlamına gelir. Yapıt Buda Dini’nin kutsal kitabıdır. Budizm’in türlü yönleri üzerine Buda’nın konuşmalarını içerir. Her bölümde, ayrı bir konu ele alınır. Buda’ya yöneltilmiş bir soru ile konuya girilir. Sorulan soru, araya öyküler de katılarak, Buda’nın ağzından yanıtlanır. Alman bilim adamı Malov Budist Sarı Uygur tapınım evinde bulmuştur. Doğu Türkistan’da bulunmuş yeni metinlerden biridir. Özgün yapıt Sanskritçe’dir. Eldeki tam örnek 1007’de yazılmıştır. Sanskritçe’den Çince’ye, Çince’den Uygurca’ya çevirisi yapılmıştır. Yapıtta çevirenin adı olarak Şingko Şeli Tutung geçer. Çeviri yılı belirtilmez. İlk çevirmenin onuncu yüzyılda yaşadığı sanılır. Yapıt on bölümden oluşur. Her bölüm otuz bir alt bölüme ayrılır. Türkçe çeviri, ayrıca eklerle genişletilmiş, işlenmiştir. Yapıtta düzyazı öyküler arasına şiirsel seslenme tümceleri ve yanıtlar yerleştirilmiştir. 1913’te Malov tıpkıçekimini ve çevirisini birlikte yayımlamıştır. Son olarak Ceval Kayra, Uygurca Altun Yaruk adı ile TDK yayınları arasında griiş, metin ve dizin olarak Türk okuruna sunmuştur.
Ol ödin üstünki tengriler bo savıg körüp angsız ulug mungadıp tanglap Bodısatva’nıng antag mungandınçıg çatglıg işinge iyin ögirip öge alkayu inçe tip şlök sözlediler: Ulug tınlıg udunguz… umug, ımag bolgalı… ulug yarlıkançuçı köngülüngüz üze… tüp tüz körür siz tınnglıglarıg: özde togmş ogulça kızça… yiti kınıg ögrünçlüg esirgençsiz ıduk köngülüngüz üze… et’özüngüzni ıdalap… emgekdin tartmaklıg buyanıngız yitinçsiz titir… odgurak bolgay siz teggeli… mengülüg kirtü yig orunka… birtem öngi üdrülgeysiz… togmak ölmeklig bek bagdın… terkkeye üdün teggey siz… tenggeşisiz burkan kutınga… yanmaksızın tanuklap… inçkü mengi tapgay siz… tip tidi:: ol ödün ol aç bars kaçan bodısatavnıng ömgenitnin kan akmışın körti… ötrü ol kanıg yıglayu etin barça yip kodtı:: yalanguz kurug süngükleri ök turu katlı… ançagınça bodısatav tiginning ulugı içisi yir tepremişin körüp inisinge ince tip tidi:: yagız yir bütürü tepreyür:: ögüzler taglar birle kalısız:: bulung yıngak kakarıp… öles boltı kün tengri… ködün tüşer tengridem… hua çeçekler bulgaşu: odgurak erki inimizning… et’özin timek belgüsi… ‘Ceval Kayra, s.324-325)
O zaman üstteki tanrılar bu durumu görüp ölçüsüz ulubunlayıp danlayıp Buda’nın o denli bunaltıcı ilahi işine sevinip öğerek alkışlayarak şöyle diyerek şoluk söylediler:
Ulu yaratık oldunuz
Umut sığnak olalı
Ulu yarlıgayıcı gönlünüz üzre
Düz düz görürüz yaratıkları
Öz doğmuş oğulca kızca
Kesin, cesur, neşeli,
Esirgemez kutlu gönlünüz üzre
Vücudunuz feda kılıp
Minnetten kurtarıcı kudretinizi yetişilmezdir
Layık olacaksınız tümden
Ebedi gerçek tek makama
Birinci ve en önde erdirilirsiniz
Ölümlü doğmanın pek bağrından
Ayrılıp diriliğe değeceksiniz
Değişmez ilahi mutluluğa
Yanmaksızın erişip
Rahatı ebedi bulacaksınız
dedi. O zaman aç pars o anda Bodisatva’nın boyun damarından kan aktığını gördü. Sonra, o kanı yalayıp etini olduğu gibi yiyiverdi. Yalnız kuru kemikleri önünde durakladı. O esnada şehzade Odisatva’nın büyük ağabeyi yer sarsıntısı görüp küçük kardeşine şöyle dedi:
Kara yer tümden depreniyor
Irmaklar dağlar ile farksız Her taraf her yan kararıp
Ölür oldu Gün Tanrı
Gökten düşer ilahi
Hub çiçekler bulaşıp
Kesinlikle küçük kardeşimizin
Vücudun almak göstergesi.
İyi ile Kötü Prens Öyküsü: Budacılığa ilişkin İyi ve Kötü Prens Öyküsü’nün özgün adı Prens Kalyan***ara, Pap***ara Hikayesi’dir. Uygurca çevirisi 11. yüzyıl başlarında Dunhuang’daki bir mağaraya konularak mühürlenmiş ve mağaranın 1900’lü yıllara doğru bulunup açılmasıyla ortaya çıkmış on binlerce el yazmasından biridir. Paulo Pelliot, bu yazmayı 1908 yılında bulur ve bunu da öbürleriyle birlikte Paris’e getirir. Gerçekte, yazıcının belki bir deneme ya da araştırma amacıyla bitirmeden bıraktığı, Budacılıkla ilgili bir metnin bozuk bir kopyası söz konusudur. Yo edilmelerini önlemek ve böylece bir günahtan kaçınmak amacıyla, 11. yüzyıl başlarında anılan mağarada koruma altına alınan bozuk, yırtık ya da çok kullanılıp eskimiş öbür on binlerce kutsal el yazması ya da belge arasında yer alır. Öykünün özgün anlatısı Çince’dir. Çeşitli Asya dillerine çevrilmiştir. Uygurca çevirisi özgün bir biçem ve keyifli bir anlatım içerir. Paris Ulusal Kitaplığı’nda bulunan Türkçe yazmanın birçok sayfası eksiktir. Elde seksen sayfa bulunur. Öykünün özeti şöyle:
Çok eski zamanlarda Benare adlı bir krallık vardı. Ülkenin kralı çok iyi, çok akıllı bir kraldı. Altmış küçük krallığı, sekiz yüz kalesi, beş yüz fili, yirmi bin karısı vardı. Fakat oğlu yoktu. Kralın buyruğu ile halk dağ, ırmak, göl, ağaç tanrılarına dua etti, kurbanlar kesti. On iki yıl sonra kralın birinci karısı ile ikinci karısı gebe kaldı. Birer erkek çocuk çocuğu doğurdular.
Ön biliciler birinci çocuğun iyi dost, ikinci çocuğun kötü dost olacağını söyledi. Gerçekten Kalyan***ara sevimli ve akıllıydı. Pap***ara ise kötü bir kişiydi. Bunun için kral ve kraliçe Kalyan***ara’yı sever, Pap***ara’yı sevmezlerdi. Bir gün, Kalyan***ara şehir dışına gezmeye çıktı. Çiftçilerin, avcıların, dokumacıların, kasapların el uğraşçılarının yaptıklarını görünce çok üzüldü. Babası neden üzüldüğünü sorunca: ‘Bu zahmetli yerde ben neden doğdum? Birçok yoksul, düşkün canlıları görüp ağladım. Geçim uğruna ne güçlükler çekiyorlar, canlıları öldürüp ne büyük günaha giriyorlar. Hazineni bana ver, bu yoksullara dağıtayım. Yeryüzünden bu sıkıntılar, günahlar kaksın’ dedi.
Kral sevgili oğlunun sözünü kırmadı. Hazinedarlara ‘Gelenlere hazinemi dağıt’ buyruğunu verdi.
Bir süre sonra hazine tamtakır olma durumuna geldi. Dağıtım durdu. Prens Kalyan***ara gene üzülüp ağlamaya başladı. Halka yetecek kadar kazancı kazanmaya karar verdi. Danışmanlara danıştı: ‘Bütün dünyadaki canlıların gereksinimlerini karşılayacak kazancı sağlamak için ne yapmalıyım’ dedi. Kimi çiftçiliği, kimi alışverişi öğütledi. Sonunda bir bilge kişi bunun için ancak erişilmeyen ‘Çintemani’ incisini ele geçirmek gerektiğini söyledi.
Prens, bu inciyi bulmak için denizlere açılmaya karar verdi. Deniz tehlikelerle doluydu. Kral ilkin izin vermedi. Sonra oğlunun üzüntüsüne dayanamayıp izin verdi. Seksen yaşında bilge bir denizcinin öncülüğünde beş yüz usta denizci ile denize açıldılar. Pap***ara da ‘Onu severler, beni sevmezler. Bir de o, inciyi bulup getirirse, ben iyice gözden düşerim diye kafileye katılmıştı.
Yol boyunca Prens Kalyan***ara, adamlarına isteyenin geri dönebileceğini söylüyor, fakat kimse ondan ayrılmıyordu. Sonunda mücevherli adaya vardılar. Mücevherleri, incileri gemiye doldurdular. Fakat prensin aradığı ‘Çintemani’ bunlar arasında yoktu. İnci ve mücevherlerle dolu gemileri geri yolladı. Yaşlı, bilge yol göstericisi ile ikisi yola devam etti. Yolda bu bilge yaşlı da öldü. Prens tek başına –yaşlıdan öğrendiklerine göre- yolunu sürdürdü.
Zehirli yılanlardan, ejderlerden, güzel kızlardan kurtularak ejderha kralının katına çıkmayı başardı. Ejder Kral onu ‘Buda’ bilerek sevdi, kulağındaki ‘Çintemani’ incisini verdi.
Kalyan***ara, Çintemani incisini alıp döndüğünde, kardeşini deniz kıyısında bekler buldu. Meğer kötü dost Pap***ara, geri dönen gemilerle gitmemiş, Kalyan***ara’ya bir oyun oynamak için kalmıştı. Kalyan***ara da ne bilsin, inciyi saklasın diye Pap***ara’ya verip kendisi uykuya daldı. Pap***ara, iki kamış şişi uyuyan kardeşinin gözüne sapladı. İnciyi de alıp kaçtı. Kalyan***ara, gözlerinde kamış şişler saplı orada kaldı. Tanrı ‘Yer-Su’ İrşi, kardeşinin hayınlığını ona haber verdi. Kılavuzluk ederek ülkesine ulaştırdı. Pap***ara ise, kardeşinin ve bütün gemicilerin öldüğü yalanını uydurmuştu.
Kalyan***ara bir gün beşik kertme nişanlısı kral kızının yurduna vardı.Yolda kralın sığırtmacı ile karşılaştı. Bir boğa yere yıkılarak prensin üstüne gölge edip durdu. Dil ve gözlerindeki kamış şişleri çıkardı. Yarasını iyi etti. Kralın sığırtmacına kendini dilenci diye tanıttı. Sığırtmacın konuğu oldu. Bir ay sonra bir kopuz buldu, şehre çıktı. Kopuz çalıp topladığı sadakalarla beş yüz dilenciyi besledi.
Sonra dilencilerden ayrılıp kralın bahçıvan bahçe bekçisi durdu. Her ağaca bir çan astırdı. Çanların iplerini eline aldı. Kuş sesi duydukça ipleri çekti. Çanlar ötünce kuşlar da kaçtı. Bahçeyi böyle bekliyordu. Kimse onun Prens Kalyan***ara olduğunu bilmedi. Nişanlısı kral kızı da bilmiyordu. Fakat kız bu kör bekçiyi gördükçe, ona kanı kaynıyordu. Sonunda kral kızı bu kör bekçiye vuruldu, onunla evlendi.
Bir gün bu iki sevdalı karı koca tümden önemsiz bir konuda birbirinden kuşkulandı. Acaba birbirlerine hep doğruyu mu söylüyorlardı, yoksa gizledikleri bir şey var mıydı? Bunun için her ikisi de ‘gözleri’ üstüne yemin etti. İkisinin de kalbi doğru olduğundan Tanrı Kalyan***ara’nın gözlerini açtı. Ancak o zaman Kalyan***ara kim olduğunu açığa vurdu. Hep birlikte sevinip mutlu oldu.
Sonra Kalyan***ara kendi ülkesine döndü. Gördü ki, anne babasının ağlamaktan gözleri kör olmuş. Kardeşi Pap***ara da yaptığı kötülüklerden ötürü zindana atılmış. Kalyan***ara gözlerini açtı. Sonra da Pap***ara’yı zindandan çıkarıp suçunu bağışladı.
Pap***ara’nın kaçırdığı Çintemani incisini de geri aldı. Bütün yoksulları eziyetli çalışmalarından, dünyalık sıkıntılarından ve canlıları öldürüp günaha girmekten koruyacak geçim kaynağını sağladı. Ülkesin ve halkına böylece mutluluk getirdi.
Örnek:
Ol lexua yolug usar siz ötrü lö kanı erdinilg balıkka orduka teggey siz ol balık tegre yéme yetti kat karam içinte alku agulug lö-ler yılanlar yatur anı yoguru usar siz içgerü balıkka kirgey siylö kanıña közüngey siz erdeni bulgaysiz. Men amtı ölür men. Siz yalñuskıya kalır siz. Teñrim korkmañ busanmañ esén tükel teggey siz. İnçip kayu kün burxan kutın bulsar meni titmeñ edgü köni yolçı yerçi bolup iñe tegdi kapagda ekki arıg kızlar turur elgi erdinilig yıp eñirer elginde ötrü tegin kim sizler… tep ayıttı ol kızlar kapagçı biz tep tedi. Ötrü tegin balık içiñe kirdi öñtün kapakga tegdi. Ötrü tört körkle kırkın yürüñ kümüş yıp eñirer bu kapag közedü tururlar… tegin ayıtsar kapagçı kırkın biz tediler… ötrü takı içgerü kirdi ordu kapagka tegdi ol kapagda sekiz körkle tañ arıg kızlar sarıg altun yıp eñirerler tegin körklerin tañlap sizler löler kanı kunçuy-ı mu sizler ayıtsar biz ordu kapag biz tep tediler.
Eğer bu lotus yolunu aşabilirseniz bir süre sonra, Ejdarhalar Hanı’nın mücevherli şehrine ve sarayına ulaşacaksınız. O şehrin çevresinde, yedi katlı hendek içinde her yanda, zehirli ejderhalar ve yılanlar yatar. Onların arasında yürürseniz (onları çiğnerseniz) şehrin içine gireceksiniz. Ejderhalar Hanı’na görüneceksiniz ve mücevheri bulacaksınız. Şimdi ben ölüyorum. Siz yalnız kalıyorsunuz. Haşmetlim korkmayın, üzülmeyin. Sağ salim ulaşacaksınız. Böylece, birkaç gün içinde, Buda’nın sonsuz mutluluğunu bulursanız beni terk etmeyin. İyi ve doğru sözlü bir yolcu, bir rehber olarak (Prens surların?) eteğine ulaştı. Kapıda tertemiz iki kız duruyordu. Elleri mücevherli ipleri eğiriyordu. O zaman prens sordu: Siz kimsiniz? O kızlar: Biz kapının bekçisiyiz, dediler.
Sonra prens şehrin içine girdi. Doğudaki kapıya ulaştı..
O zaman, dört güzel kızın, beyaz gümüş bir ipi eğirdiklerini ve bu kapıya bekçilik ettiklerini (gördü.) Prens sorunca, ‘biz kapıcı kızlarız’ dediler.
Sonra, daha da içeri girdi ve saray kapısına ulaştı. O kapıda sekiz güzel, olağanüstü temiz kız, sarı altın bir ip eğiriyordu. Prens, onların güzelliğini hayranlıkla seyrettikten sonra sordu: Sizler, Ejderhalar Hanı’nın eşleri misiniz?’ Onlar da ‘Biz saray kapısının beksiyiz’ dedi.”
(Fuat Bozkurt, Türklerin Dili, S.113)
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst