uA besteler, tezahuratlar

miLyonLarca Taraftarın Yan yana..
ßağırıyorLar hep ßeraber koL koLaa..
Adına Takımına Taraftarına..
En ßüyük sensin cimbomumm ~

ßunu qöremedim :D
 
---> uA besteler, tezahuratlar

uA karsidan
deplase hayatlar :)

Gecenin bir yarısı. Gişelerden çıkılmış 5 adet Ankara tabelası geçilmiş. Ulan ne şehir diyoruz, sürekli tabela girmek için ama daha ilerisi bir numara yok. Geçen sefer iki araçlık kafilemiz böyle bir iletişim sorunu yaşamıştı. Diğer aracı beklerken, her iki dakikada bir araç yanımızda durmuş, cennet ülkemizin muhtelif şehirlerine nasıl gidilir diye bize sormuştu. Biz hep ileri gideceksin bu ülkede diyerek, herkesi aynı yöne doğru göndermiştik. Anlatamazdık ki o sırada biz şu şehre nasıl nereden gireceğimizi yıllardır çözemedik...

Geçen yılda gittik Sivas'a ama Bolu- Kırıkkale arası tüm servis tarafından anımsanmadığı için yapılacak bir şey yok. Hep ileri diyerek giderken, otobanda bir araç görüyoruz. Sorabiliriz diye önüne çekip bir arkadaşımızı yanına gönderiyoruz. Arkadaşımız gözden kayboluyor, bir on dakika sonra sanırım şehrin değil stadın tarifi bile bu kadar uzun sürmez endişesi ile bizlerde iniyoruz. Manzara göz yaşartıcı olduğu kadar endişe de verici. Arkadaşımız şoför arkadaşla bir olup, yolda kalan araç için seferber olmuş. Ama bizim gitmemiz lazım, arkadaşımız şoför arkadaşla kısa süren kader ortaklığına son veriyor ve elimizde hala bir tarif yok.

Yine yoldayız aracın içine işlemiş çeşitli kokulara son katılan mazot olmuş, bu sefer bir tır emniyet şeridinde. Araca bir nöbetçi bırakıp cümbür cemaat iniliyor. Tırın ön kısmı kuşatılıyor ama kaptan şoförümüz uykuda. Ama bugün bana, yarın bir başkasına, hep dayanışma diyerek uykudan kaldırıyoruz. Bir tarif geliyor ama tariften daha çok il, ilçe, köy isimleri arka arkaya sıralanıyor. Şuradan gir sonra hep ileri diyeceği yerde garanti olsun diye tüm tabelaları saymış amcamız. Belki bu kadar ayrıntıyı vermek zorunda değil fakat gecenin bir vakti noluyo lan diye kalktığında, o kadar insanı tırın muhtelif yerlerinde görünce garantili davranmak istemiş olabilir.

Artık gidiyoruz yola girdik ya CD'ler arka arkaya çalınıyor şarkılar coşkulu katılımla söyleniyor.

***

Uyku molası bitiyor, kar manzaraları görüntüleniyor ve en nihayetinde saat 8,00 civarı Sivas'a giriliyor. Şimdi kahvaltı zamanı araçlar şehrin içinde park edilip mekan aranıyor. Bir lokantanın önünden geçerken dert anlaşılıyor ve buyur ediliyoruz. Girişteki masalar, 1. kattaki masalar, 2. kattaki masalar dolu nedir bu tüm Sivas aynı yerde mi kahvaltı ediyor derken 3. katta bir kalabalık ama güzel bir kalabalık ile karşılaşıyoruz. Ankara Aslanlarıda orada ve hep beraber güzelce karınlar doyuyor. Bir molada beraber olduğumuz ve tahminen 2 saat farkımız vardır dediğimiz tayfa otobüslerinin şehre yaklaştığını öğreniyoruz. Hemen karşılamak için Sivas girişine dönüyoruz. Ve ilk otobüs geliyor, diğerlerini beklemeden bilet işini halledebilmek için şehre dönüyoruz. Ve gidiş dönüş o kadar yolda atlatılmayan kaza tehlikesi 15 kilometre hızla giderken şehirde atlatılıyor.

***

1. Polis Memuru- Sizlerde araçlarınızı girişin yanına çekeceksiniz.
2.Polis Memuru- Aracı otobüsün yanına çekin aracı terketmeyin?
3.Polis Memuru- Herkes içeri girsin
4. Polis Memuru- Siz girmeyin aracı çıkartın otoparka götürün
5. Polis Memuru- Gitmeyin
6.Polis Memuru- Gidin
1.Polis Memuru- Kimse çıkmıyor tamam..

Oh be..


***

Staddayız saat 13,00 ve elimizdeki pankarta yer arıyoruz. Tembellikten, kaygan zeminden, yer beğenememekten artık her nedense pankartı, bir deplasmanda daha asmaktan vaz geçiyoruz.
Ama biz her yer dolmuş dedikten sonra bir 7-8 pankart daha asılıyor. Her şehir en az iki pankartla bu hastalığa tutulmuş, bir komşu şehrin 5 pankartı bile var. Maç başladıktan 15 dakika sonra bile hala pankart asmaya uğraşanları görünce pes diyoruz.

***
Kırmızı kart sonrası merkezle bağlantıya geçiliyor. Ama merkezde her kafadan bir ses çıkıyor. Tükürdü mü, çamur mu sıçrattı, tekme mi attı ulan atsa biz görmezmiyiz, küfür mü etti etmedi derken zaten mağlubiyet belli oluyor. Son dakikalarda yine takıma destek var bu arada eller ve ayaklar donmaya yakın, bir an önce kapılar açılsın, araçlar ısınsın düşüncesindeyiz. Bu arada 15 yiğido galibiyetin zevkini çıkarırken ,küfürlerini uzaklardan bize duyurmaya çalışıyor. Eğlendikleri kesin ama ama kimsenin ilgilendiği yok.

***

Dönüyoruz, yensek şahane olurdu ama olmaynca olmuyor diye moral bozmuyoruz. Biz geldik destekledik, yine geliriz yine destekleriz. Yeter ki bu şanlı armanın şanlı bayrağı bir yerlerde dalgalansın. Biz orada oluruz.

***

Deplasmanın Kod Adı: 55

Deplasmanın Mekanı: Çiftlik Et Lokantası Yozgat

Deplasman Yolculuğunun Şarkısı: Yalnızlığı Anla. Kazım Koyuncu'ya en içten sevgiler.

Deplasmanın tezahüratı: Dakika 88, En Büyük Sen Değilmisin, Aldırma Cimbom Aldırma....




Bazı haftalar vardır, haftanın daha ilk günü gözünü açarsın ve 5 gün sonra ki deplasman gelir hemen aklına, alacağız o maçı ve geleceğiz dersin kendi kendine.. Nereden nasıl doğar o his içine bilinmez ama bir hafta bu böyle sürer gider. Geçen yıl Sivas öncesi olmuştu, bu yıl da başkent öncesi oluverdi.. Bir kaç kişi de değil grubun çoğunluğunda aynı hisler olduğu görüldükten sonra işlemlere başlanıldı. Bir kaç telefon görüşmesi, yazışmalar, aracın ayarlanması, şoför iknası, kadro oluşturulması, bilet temini ve sonucunda maç sabahı Mecidiyeköy açıklarında toplanan inançlı bir kalabalık..

Kalabalık gerçekten, Karşıbüste çok kişi ayakta, bir koltuk ve altı ve üstü tamamen şişelere ayrılmış, yine cepheye gidiyoruz. İnsanlar ayakta şişeler koltukta bu saygıya&sevgiye kendimiz dahi anlam veremiyoruz. Köprü üstünden geçerken güneşin doğuşu eşliğinde güzel İstanbul izlenerek ilk yudumlar alınıyor. Nameler ağırlaşacağına hızlanıyor bu sefer, maçı almaya gidiyoruz, başkenti işgal edeceğiz sanki, öylesine inançlıyız.. Şişeler boşaldıkça alıyor bir telaş, ya biterse hepsi, ya bitersek..


----------------------------------------------------------------------------------------------------


Dedik ya bu yolculuğun adını başta koyduk, deplasman fobisini devireceğiz şehre bayramı getireceğiz.. Şerefsiz medyaya inat, büyük entelektüellere inat, diğer 17 takıma inat, tekniğine, taktiğine inat, düştüğümüz yolun sonunda alayına verilecek okkalı bir ders hazırlığındayız..

Eşeğini kaybetmişte sonradan bulmuş divane gibi, otobanda bira bulduk, masum köylü gibi hoplayıp zıplıyoruz. Hatta ekibin bir kısmı yanda ki top sahasına girerek kale önünde çocuklarıyla oynamaya çalışan aileden rica ederek topu alıyor ve tek kale maça koyuluyor o moralle..

Takviyelerden sonra uzun üçlünün sırası geliyor, öyle uzun ki hiç bitmiyor, bitmeyecek deniyor.. Bizi “işim gücüm var bugün gelemiyorum sizinle, yolunuz açık olsun” diye İstanbul’dan uğurlayan adamın Düzce taraflarında arabayla servisimizin yanına gelişine hayret etmiyoruz, manyak deyip çekiyoruz sağa, hasret giderip yola devam ediyoruz. Tabi ayakta yorulmuş olan bir kaç kişi otomobile geçiyor bu sırada. Tayfa görünüyor akabinde tüm heybetiyle, otobüsler savaşa asker taşıyan kamyon misali yarıyor otobanı, geliyoruz Ankara..



Şehir girişinde emniyet eskort çağrısı yapıyor, biz yakalanmamış dahi olsak yakalananlar bekleniyor ve tüm konvoy birlikte giriyoruz stadın önüne. Nihayetinde her Ankaragücü deplasmanındaki terane yaşanıyor, davullar, fotoğraf makinesi ve pankartımız alınmıyor içeriye, onu geri bırak, biraz daha demlen, saat geldi haydi beyler, giriyoruz..

Tribünler bize ayrıldığı yer kadar dolu hatta sığmıyoruz. Ankaralı Aslanlar yerlerini almışlar, İstanbul Tayfası da yerini alıyor yavaş yavaş. Bu sefer farklı bir aura büyük bir enerji var tribünde. Deplasman fobisi serisini sona erdireceğiz artık herkes emin daha maç başlamadan. Takım tribüne çağırılıyor ve “haydi beyler” diyoruz “haydi artık”. Bir de sahadakiler senin bu denli istediğinin farkına varınca daha bir güzel oluyor. Kötü başlamış olsak dahi iyi bitiriyoruz ve 3 tane atıyoruz, 13 atmış gibi seviniyoruz. Lincoln’ün tüm terbiyesizliği üstündeydi yine bu maç.. Tokatlar kimeydi Abidin?

Maç öncesinde Gecekondu tarafından Rahmetli Alpaslan Abimiz için pankart açıldı. Allah hepsinden razı olsun. Kötü günde yanında dost bulabilmek acını dindiriyor bir nebze de olsa. Maç çıkışı hem saha da hem tribün de kazanılmış bir galibiyetin haklı gururu&huzuru var içlerimizde. Ankaragücü tribünlerinin karışıklığından sebep tam performansla çalışamadılar orası da bir gerçek. Rakip tribünün kendi yönetimleriyle sorunları büyük, yakın zamanda başımızdan geçti, gerçekten anlıyoruz onları. Allah kimsenin başına vermesin, umarız kazanırlar savaşlarını, biz kazandık çok şükür..

Son düdükten yaklaşık 10 dakika sonra Ankara emniyeti kapılarımızı açtı ve ilk benzincide yapılan kısa tedarik molasından sonra koyulduk İstanbul yoluna. Dönüş yolunda alışık olduğumuz ölümden beter besteler yerine 2 hafta sonra beklenen konuk takıma ve diğer tüm 17 takıma methiyeler.. Şehrimize giriş yapıyoruz gecenin yarısı, birkaç saat sonra Kurban Bayramı.. Aldık ve geldik.. Kurbanı değil, bayramı..

--------------------------------------------------------------------------------------------------




Canım İstanbul güne yeni başlarken, biz dönüşün en güzel olduğu şehre doğru yola çıkıyoruz. Kadro eksik çıkıyor yola, bu eksikliğin muhabbeti ilk 1 saati alıp götürüyor ve tek mola yerine kahvaltı için giriliyor. Güzel bir kahvaltı ile doymuş bünyeler, başka gereksinimler için zil çalıyor ve bu acil durum kısa bir Bolu girişi ile sonlandırılıyor.

***

Her Ankara gidişi sayı olarak çok, süre olarak uzun molalar nedeni ile hesaplanandan uzun sürer, bu ekip bir ilke imza atıyor, saat 11,15'te ilk maç durağına varıyor. Vakit çok kendimizi mini mini minnacık bir alışveriş merkezinde buluyoruz, zorunlu ihtiyaçlar için. Ama ev sahibi Ankara'nın, beklenen telefonu en nihayetinde geliyor ve planlar revize ediliyor. Alışveriş merkezinin çıkışında uA Ankara, Sevgili Danış bizi bekliyor. Bu arada arkadan tezahürat yükseliyor.

Seni gördüğüm zaman hayat sanki son bulur
Kalbim durur dilim tutulur...


Tamam Ankara'ya sevgimiz saygımız büyük ama buda abartı oldu derken biz şaşkın, tezahüratın asıl hedefi bayan basket takımı daha bir şaşkın, eller sallanıyor. İçten " O kadar yol teptik, bir AYIP daha işlemeye geldik " demek geliyor ama susuyoruz.

4x4 bir ağırlanma ile geçen zamanın ardından salona geliyoruz. Evet bunuda yaşıyoruz biletsiz ve kimliksiz içeri alınıyoruz. Güzel bir uygulama aslında, kimliği kapıda bırak tribün senin olsun... Salonu görünce okul yıllarının sınıf maçları akla geliyor ama gerçek başka, bu salonda bir birinci lig maçı oynanacak.

Oynanıyor, yeniyoruz, bağırıyoruz, uyuyoruz, zıplıyoruz ve darısı akşama diye salondan çıkıyoruz...

***

Şimdi grubun Ankara temsilcisi ulaşım sorumluluğunu alıyor. Bir önceki seferde kavgalara neden olan kokoreç- AOÇ ikilisi ile tanışılıyor ve stada doğru yola çıkılıyor. Git , git tabii sonunda bitiyor; İstanbul eziyeti ile Ankara eziyeti karşılaştırılıyor, bu karşılaştırmadan da İstanbul zaferle ayrılıyor.

Kapalı ile yine buluşuluyor, sonra stada giriş. Pankart as, yer bak, yer beğen ve kendini en alt basamakta bul ritüeli değişmiyor.

Oynanıyor, yenemiyoruz, bağırıyoruz, üşüyoruz, zıplıyoruz ve bir zulme yelken açarak staddan çıkıyoruz..

***

Aklımızda maç boyunca İstanbul'dan gelen telefonlar var. Öyle bir ruh hali var ki vardığımızda İstanbul'un girişinde Sivil Savunma Ekipleri tarafından karşılanacağız.

Yol, su, elektrik, internet, uydu ulan şehir fırtınaya teslim olmuş diye düşünüyoruz. Bir an aklımıza acaba Ankara'da mı kalsak diye geliyor ama İstanbul bizi bekler, İstanbul batacaksa bizde batalım ile tam gaz yola çıkıyoruz.

Çıkamıyoruz pek tabii, uzaklığı andırırda çıkış trafiği Olimpiyat stadı andırmaz mı?

Yoldayız bu sefer molada yok ve beklenenden daha bir kısa sürede canımız İstanbul'a varıyoruz. Bizim gelmemizle şehrimiz huzur bulmuş, sakin ve sessiz bir halde bizi bekliyor.

Bu yıl çoğu dönüşümüz keyifsiz oluyor ama olsun...


Benzemez kimse sana,
Tavrına hayran olayım.
Bakışından süzülen
İşvene kurban olayım..
Lütfuna ermek için,
Söyle perişan olayım.


-------------------------------------------------------------------------------------------


12:00

Mecidiyeköy A.S.Y sokakta ekip toplanmaya başlar..


12:30

Taksim'e geçilir, Meydan'da diğer ekipte gruba katılır ve İstiklal Caddesi kolaçan edilir.


01:00

Deplase Taraftarın dostu Eloy Bar'a giriş yapılır.
Biralanmakta olan diğer ekibe katılım gösterilir.


01:30

"Şu dans edenler otursun yerlerine artık başımız dönüyor" söylenmelerimiz ve mekan sahibi Beyoğlu'nun tek Başbakanı abimizin bizi yatıştırma girişimleri..


02:00

"Şu müziği kapatalım hocam başımız çatladı, biz bağırırız onun yerine" söylenmelerimiz ve mekan sahibi Beyoğlu'nun tek Başbakanı abimizin bizi yatıştırma girişimlerinin devamı..


02:30

Müşteriler mutlulukla uğurlandıktan sonra barmaid arkadaşa ve içki servislerini yapan depresif bayana bize içki yetiştirebilme başarılarından dolayı teşşekkür edilir. İçeriye uA Parçalı ekibinden kardeşlerimizi de aldıktan sonra mekanın kapısı kitlenir.


03:00

Kendin doldur kendin iç etabı başarıyla sürdürülürken en dipten seçilen şarkılar ekip vokalisti tarafından seslendirilir. "Bu gece son biraz sonra Bu kapıdan son kez çıkıp yine kendimi Vuracağım yollara Kimbilir kaç kere ıslanacak yüzüm Elimi tut düşman olma Ne olur parça parça olmasın içimiz Mutlu ol iyi bak kendine Ne olur gözüm arkada kalmasın Uzun uzun seneler var önünde Gün gelir sevgilim Acıya alışırsın alışırsın Bu gece son.."


03:30

Aramıza ak sakallı bir KSK'lı abimiz eklenir ve Karşıyaka özemiyle dolmuş gözleriyle bizi izler. Kendimizi toparlama adına tezahüratlarla girişsekte efkar nameleri inletmeye devam eder Eloy'u. "Senin İçin bu Hayat Yaşamaya Değer Kalbimiz Durunca Bir Gün Sadece Senden Ayrılmak Üzer.."


04:00

KARŞI- Haydi beyler yolcu yolunda gerek.

Ekip son biraları yudumlar ve bardan çıkılır. Henüz İstiklale yeni adım atmışken mekan sahibi Beyoğlu'nun tek başbakanı abimiz telaşla dönerek söylenmeye başlar;

B.B- Ya beyler keşke bizim tezgahtan votka şarap bişeyler alsaydık yanımıza yolluk.

Büyük bir pişkinlikle sırıtarak cevap verilir;

KARŞI- Biz aldık abi, sen merak etme.

Şaşkın gözlerle;

B.B- Oha!

Aldığımız bira altlıkları ve açıcakları çakozlamaz inşallah diyen gözlerle;

KARŞI- ..


04:30

Mecidiyeköy Çadır'ın önünde Karşıbüs ekibi toplanmaya başlar. Bu sırada yolun Karşısında Altın Fıçı'nın önünde konuşlanmış köfteci tezgahı göze çarpar ve kendimizi mahalle sakini kedilerin dahi ağzını sürmediği köfteleri mideye indirirken buluruz. Köfteciyle geçen diyalogda kafaları hafiftende olsa ayıltır cinstendir;

Köfteci- Cumhurbaşkanlığı maçına gidiyosunuz dimi beyler?

KARŞI- He dayı Ankara'ya yolculuk.

Köfteci- Alırız ya kupayı, kadro sağlam bu sene. Augustus filan..

KARŞI- ..?


05:00

Çadır'ın önünde Karşıbüs kalkışa hazır beklemektedir. Yoldan alınacakların dışında ekip tamamdır. Kartal'da buluşmak üzere uA Tayfayla sözleşilir ve yola düşülür.


05:30

Tayfa otobüsleri ve Karşı servisi Kartal'da buluşarak konvoy halinde Ankara'nın yollarına düşer.

08:00

Serviste "kim daha çok içecek-kim daha çok çemkirecek" müsabakası tüm hızıyla sürüyor.


10:00

Alkol stokları iyice dibe vurmuş ekipte yavaş yavaş sızmalar başlar.
Yolda Yıldız Tek servisi de konvoya eklenir.


12:00

Galatasaray kafilesi Ankara'ya giriş yapar. Araçlar Ankara 19 Mayıs Stadnın yanındaki parka bırakılır ve Salona yürüyüş başlar.


12:30

Salonun önünde kalabalık bir Galatasaraylı kitlesi giriş kuyruğundadır. Az da olsa Fenerli seyircilerde yan tarafta beklemektedir. Mevzu bahis Spor Solonu'nun yalnızca bir giriş kapısı bulunmasından mütevellit yoğun bir güvenlik beklesekte, emniyet görevlisi sayısı 10-20'yi geçmemektedir. Buna rağmen hiç bir salça olma mevzusu yaşanmaz.


13:00

Giderek yaklaşmakta olan bir uğultu üzerine herkes etrafı süzmeye başlar. Gelenler Ankaralı Aslanlardır.. Sırada beklemekte olan Fenerlilerle ufak bir elektriklenme olsa da Sucu ve Ömer abilerin müdahalesiyle büyümeden yatıştırılır mevzu.


13:15

1000'e yakın Galatasaraylının beklemekte olduğu salon giriş kapısının önünden Fenerbahçe Bayan Basketbol Takım Otobüsü geçmeye kalkınca çok yoğun olmayan bir Pet şişe, taş vs. yağmuruna maruz kalır. Sucu abi'nin bu kez daha da sertleşen müdahalesi sonucu bu olayda büyümeden yatıştırılır. Emniyetin yol güzargahı konusunda nasıl bir önlem almadığı akıllarda hala bir soru işareti..


13:30

Dar sıkışık kalabalık giriş sırasına biraz önlerden kaynak olarak kendimizi içeriye atarız. Bileti 4 yerinden yırtan görevlinin şaşkınlığını üstümüzden atamadan dedektörlü polis aramasında buluruz kendimizi. Bu sırada yine bir uğultu belirmeye başlar. Bu kez gelen Fenerlilerdir. Yaklaşık 300-350 kişi giriş kapılarına geldikleri sırada (kabul etmek lazım ki bizim tribünün sataşmalarıyla) elektriklenme başlamışken Fenerlilerin "Alpaslan ölmedi kalbimizde yaşıyor" diye bağırması herkesi bir anda kendine getirir ve hiç bir mevzu olmadan iki grupta içeriye girer.


13:45

Tuvalete girince Karşına bir ton Sarı-Kırmızı ve Sarı-Lacivert Formalı adamlar çıkması , koridorda yanyana yürümeler ve aynı masada yemek yiyip çay içmelerin yarattığı şaşkınlıkla tribündeki yerimizi alırız. Henüz abilerin giriş yapmamış olmasından dolayı Karşılıklı hafif atışmalar başlamıştır bile. Sayıca Fenerlilerin nerdeyse 2 katı olmamız bu kupaya olan inancımızı net bir şekilde ifade ediyor gibidir. İki tarafında Tribün Liderleri içeriye girince atışmalar kesilir ve herkes kendi takımını motive etmeye koyulur. Bu sırada Fener Tribününde açılan "BAŞINIZ SAĞOLSUN" pankartı yeniden gözlerimizin dolmasına sebep olur. Acımızı paylaşan Unifeb' e ve tüm Fenerlilere bir kez de burdan teşşekür ederiz. Allah hepsinden razı olsun.


14:00

Ne olur başlatan biz olmayalım en azından diye iç geçirişlerimizi boşa çıkartan, iki taraftan da çıt dahi çıkmayan 1 dakikalık saygı duruşu. Karşılıklı olarak yapılan terörü lanetleyen tezahüratlar ardından maç başlar.. Kupaya olan inanç&özlemle ve yarı yarıya tribünlerin zevkiyle son nefesimize dek gırtlakları patlatmaya başlarız bizlerde. Takım tam da beklediğimiz gibi bizim kadar hırslıdır..


14:30

Dağınık ve kalabalık olmamızın dezavantajıyla tam performans göstermekte zorlanarak bitiririz ilk yarıyı. Fener tribünleri daha organize olarak sayıca azlıklarına rağmen baya zorlarlar bizi. TV'de duyulduğu kadar bariz bir üstünlüğümüz olmadığını kabul etmeli..


15:00

İkinci yarı daha derli toplu ve Reis'in setteki hakimiyetiyle başlar. Takımın'da hırsıyla daha da şevklenen tribünlerimiz salonda ki hakimiyeti ele alır. Az küfürlü bol omuzomuzalı bir ikinci yarının ardından maç bizim olur. Eğlenmeyi ve keyif çıkartmayı tribün olarak pek beceremediğimizi bir kez daha yaşayarak görürüz. Bizim de yapımız bu yapılacak bir şey yok..


15:15

Kupa ellerde kalkar ve gözler dolar. 1 yıllık engebeli ve çileli yolcuğun durağıydı bu kupa. Yeri geldi kilometrelerce yol teptik, yeri geldi Otel önlerini Sarı&Kırmızıya boyadık, yeri geldi salonlarda 10 kişi kalsakta haykırdık sevdamızı. Biz Aslan Kızlara Aslan Kızlar da bize inandılar. Biz bu kupayı gerçekten istemiştik ve haketmiştik. Öncelikle; geçen sezondan beri her şeye rağmen yılmayan, son damlasına dek terini döken ve bu takımı buraya kadar taşıyan Aslan Kızlar olmak üzere dün formanın hakkını veren tüm Aslan Kızlara sonuna kadar helaldir bu kupa. Tüm Galatasaray Taraftarı ve Rahmetli Alpaslan abimiz sizlerle gurur duyuyor Aslan Kızlar. Parçalı forma size çok yakışıyor, Yenilmez Armada geri dönüyor..


15:30

Kısa bir bekletilişin ardından salondan çıkmaya başlar yüzleri gülen, gözleri dolmuş adamlar. Çıkışta hemen salonun önünde Karşımıza çıkan 200-250 kişilik Sarı Lacivertli grubu Fenerliler sanarak hayırdır inşallah derken; "Biz Ankaragüçlüyüz" "Alpaslan ölmedi kalbimizde yaşıyor" "Başınız sağolsun" "Herkes unutur biz unutmayız" tezahüratlarıyla onların Ankaragüçlüler olduğunu anlarız. Hepsiyle selamlaşıp&teşekkür edip parka doğru ilerleriz. Acımızı paylaşan Genç Güçlülere ve tüm Ankaragüçülere bir kez de burdan teşekkürler. Allah hepsinden razı olsun. Alpaslan abimiz sadece yaşantısında değil vefatından sonrada hem kendi tribünümüz içindeki kenetlenmeyi arttırıyordu hem de diğer tribünlerle olabilecek gereksiz şiddet ve küfür olaylarına engel oluyordu. Bunu gittiğimiz gördüğümüz her yerde hissediyorduk. 3 önemli tribünün karşı karşıya geldiği bu günde bir tek kişinin dahi zarar görmemesi tüm aleme ders niteliğindeydi. Bunun hiç bitmemesi ve Alpaslan Abimizin huzur içinde yatması en büyük dileğimiz..


16:00

Otobüsler ve servisler dolar.
İstikamet hem belamız hem kavgamız hem sevdamız olan İstanbul.




17:00


Şampiyonluk nameleri inletiyor servisleri..




18:00


Yemek molası. 3 çeşidi hakettik abi bu maç..




18:30

Fenerbahçe Bayan Basketbol Takım otobüsünün yemek molası verdiği İsmail'in yerinden geçerken en ufak bir sözlü sataşma dahi olmadan teyet geçilir.




19:05..


Kupayı almanın huzuru ve bünyelerin yorgunluğu, yemek molası sonrasında tüm servisi kaplar. Işıklar kapanır ve rüyalara dalınır..




Herkesin elinde rakı bira
Gerçek mi ulan bu rüya?


-----------------------------------------------------------------------------------------------
34 ZAD Doksan küsür..

Trabzon'nun Konya'daki maçına İstanbul'dan deplasman yapan araç.. Konuklarını henüz indirip Galatasaray kafilesi için olay mahaaline intikal ediyor. Öyle ki aracın temizliği yanıbaşımızda yapılıyor. Araçtan çıkan olağan deplasman çöpleri bir kenara, çıkan jelibon poşetlerine anlam verilemiyor.
Münferitten mesut Karşı ahalisi; Sefaköy-Çağlayan-Yldz Tek-Lüleburgaz-Ölümüne vb. gruplarla yukarıda bahsi geçen araca yerleşiyor. Takvim 5 ekim pazarı, saat ise 11 sularını gösteriyor..
Araçtaki mozaiğin ortak paydası sınırlı kafa güzelliği..
Sessiz sakin, dertsiz tasasız bir yolculukla feribota ulaşıldı. Gerekli takviyeler bu muhitten yapılarak deniz manzaralı, kamyon\otobüs arası alkol ikindisi gerçekleştirildi.. Taa ki denizin ortasında kopan fırtınaya kadar.. Bir ara durup kendini suların akışına bırakan feribot ' Buraya kadarmış ' hissi uyandırsa da yaklaşık 1 saatlik yolculukla karaya tekrar ayak basabildik.
Yeşil mi yeşil bir manzara ve esmesede gürleyen yağmur ve yine sessiz sakin bir yolculuk ile Bursa'ya ulaşıldı.. Polis noktasındaki sıkıntılı arama, gbt vb. işlemler can sıksada az fire ile stada doğru hareket başladı.. Etrafta maça doğru yol alan tüm Bursalılar istisnasız kafa kesme hareketlerinden vazgeçip, 5 işareti yapmakta.. İnanmak başarmanın yarısıdır diyerek devam ediyoruz..
Kültür park yanı, emniyet otoparkına giriş yapıyoruz.. Önümüzdeki otobüs dar alandaki park manevrası esnasında elektrik direğine hafif bir temasta bulunuyor.. Sallanıyor ama yıkılmıyor.. Kaptan devam ediyor ve direk otobüsü teğet geçerek çevik kuvvetin üzerine doğru devriliyor.. Şükür ki kuvvetimiz hakikaten çevik, kimsenin burnu kanamıyor.. Kaptan aynayı kapattınız diye otobüstekileri fırçalıyor..
Geçmiş Bursa'lara nazaran hem deplase kafilesi hem de evsahibi tribün gayet sakin.. Parktan stada uzanan yolculukta kortej gayet zayıf.. Buna rağmen kimse kimseyle ilgilenmiyor.. Dillerde tek beste sesleniyor..
Deplasman girişide gayet sakin, alkolmetreli polislere 0.30 promilin trafikte dahi zararsız olduğu izah ediliyor, Eskişehir formasıyla Galatasaraylıların kapısından Bursa tribününe girmeye çalışan dünyası şaşmış ikiliye yol tarifi yapılıyor ve tribündeki yerleşime sıra geliyor..
2 tribünde sakin..
Şehitlerimiz anısına ortak bir iki tezahürat, Alpaslan Abimizi anarken susan Kapalı Kale Arkası, maçın ilk 2 dakikasında atkıların göğe kaldırılarak tamamlanan anma merasimi ardından ilk üçlü ile bismillah diyoruz..
Geçen sezonun en sağlam performanslarından birini çıkardığımız Bursa maçını hatırlayıp, haydi tekrar diyerek bağırmayanların yerinede bağırsakta tribün henüz kötü günlerimizden sıyrılabilmiş değil.. Eli belinde maç izleyenler bir kenara, tüm tayfa bağırıyor ancak olmuyor işte.. Kimse kopartamıyor kendini hayattan.. Tempo düşük mü düşük..
Devre arasındaki yerleşim değişikliği ardından 2.yarıya daha sağlam giriyoruz.. Sanki takımda farkediyor ve daha bir ' Saldır Galatasarayy ' durumuyla arz-ı endam ediyor.. Gol geliyor ve tellerdeyiz.. Bursa deplasmanlarının en güzel yanlarından biri belkide bu.. Golün hemen ardında kopan Saldırınnn Durmadannn son zamanların en iyisiydi..
2.lig günlerinde de takımının peşini bırakmayan Bursa taraftarının gücü zaten ortada.. Ancak büyük maçlara alışık olmamaktan muhtemel, maç 2-1'e geldikten sonra -yani en çok ihtiyaç duyuldukları anda- çokta etkili olamıyor.. Bizim takım ise cılız ataklarla rakibi sıkıştırmaya çalışıyor ancak bu çabaları tribünü ateşlemeye dahi yetmiyor..
Maç sona eriyor..
Yağmayan yağmura teşekkür etmek gerek derken, Kocaeli geliyor akla.. Hani yine yağsaydı.. Hani belki yine.. O hızlandıkça haykırır, haykırdıkça atardık..
Lüzümsuzca 1 küsür saat bekletiliyoruz.. Ve otobüslerimizin yolunu tutuyoruz.. Devre arasında gelen feribotların iptal haberi sonrasında, taşlanmasakta daha fazla geç kalmasak diye söylenirken kendi kendimize, sessiz sakin bir şehir çıkışı yaşanıyor..
Tabii ki ne mümkün.. Galatasaray tribününün hemen her Bursa'sı farklı bir maceraya sahiptir.. Tam bunları geçirirken aklımızdan, petline adlı bir benzin istasyonunda yakıt ikmali için duruyoruz.. Enteresan şekilde kafile dağılmış durumda ve yalnızca 2 otobüs burada.. Diğerlerinden ses yok.. Allahın siktir ettiği yerdeki kırık dökük benzin istasyonunda yalnızlıktan sıkılan istasyon sahibi amca, markette yaşanan ufak gerginliği abartarak olmadık laflar ediyor.. İnsanlar halen sakin.. Amca durmak bilmiyor.. Meydanı boş bulup dahada azıtıyor ve el kol hareketleriyle fiziksel müdahale yanlışına giriyor.. Şaşılınabilir ancak insanlar halen sakin.. Derken şalter atıyor bir taraftan..1' e 1 ufak bir arbede ardından amca istasyondaki odasına koşuyor.. Neyse diyip otobüslerimize yöneliyoruz ki, amca tekrar çıkıyor ve ilk baştaki gerginliği yaşadığı arkadaşın başında dikiliyor.. Uslanmayan, uslanmadıkça azıtan amcaya burada hakkettiği tepki, verdiği etki sonunda veriliyor.. Amca koşar adım tekrar odaya gidiyor ve 10 saniye sonra elindeki pompalı tüfek ile dışarıya çıkıyor.. Karşı sında sadece 3-4 Galatasaraylı ve jandarma trafik aracındaki 2 asker bulunmakta.. İnsanlar şaşkın.. Namlunun ucundan uzak durup arkasından dolanarak amcaya müdahale etmeye çalışıyor, ki acele etmelerinde yarar var, amca bizim de bulunduğumuz otobüsün arka kapısına hemen hemen ulaşmış durumda..Kapıda manasızca adamın gelişini izlerken asker silahına davranıyor ve kıvrak bir hareketle amcanın üzerine çullanıyor.. Amcayı kovalayan diğerleride ardından.. Pompalı-jandarma-Yılmaz abi üçgeni jandarmanın pompalıyı almasıyla sona eriyor ancak olay bitmiyor.. İstasyonun diğer işçileri ellerindeki kazma-kürek-orak gibi aletlerle beliriyorlar.. Bilgisayar oyunu gibi.. bu level'dan sonra bonus bekliyorduk..
Yettiniz ulan sesiyle yarım otobüs boşalıyor, oraklar kürekler montaj ediliyor, amca jandarmaya teslim ediliyor ve tüm bunlara sebep olan yakıt ikmali gerçekleştirilmeden olay mahaalinden uzaklaşılıyor.. Sahii Aghahowa o aralar kaçtaydı acaba?
Başka bir istasyonda yakıt ikmali bu kez dikkatli şekilde yapılıyor ve yola devam ediliyor.. Ediliyor denildiğine bakılmasın hemen ardında asıl çile başlıyor.. Ucu bucağı görünmeyen bir araç konvoyu.. Kilometreler saatlere ayak uyduramıyor.. Yaklaşık 2 saatte 5 km ilerleyen otobüs, köy yollarına sapıyor.. Bilinmeze doğru ilerliyoruz.. Gecenin bir saati ahırdaki hayvanını yemlemeye kalkan amcalara ' Selamın Aleyküm dayı, İstanbul bu taraf mı ' diye soran atkılı formalı bir otobüs adam.. Amca bildiğinide unutup koca otobüsü yeni bir bilinmeze döndürüyor.. Artık trafik sorunumuz yok.. İstanbul'a varmayı zaten akıldan çıkarmışız keza kaybolmuş durumdayız.. Aklı evvel bir arkadaşın önerisi tek ihtimalimiz oluyor ve yaklaşık 1 saat süren alternatif yol serüvenini geri sarıyoruz ve geldiğimiz yöne doğru yol alıyoruz.. Ahırdan çıkan amcadan bu kez Bursa yolu tarifi alışımızla, sözkonusu amca hayatını sorgulamaya başlıyor ve ruhsal dünyasında bilinmeze yol alıyor..
Ana yola geri dönüyoruz. Tam 1 saat kayıp ve başladığımız yerdeyiz. Kaptan pes ediyor. Sağa çekip aracı stop ediyor. Öylece bekliyoruz.
Geldiğimiz gibi döneceğiz ulan gazıyla, kıvrak bir hamle ile otobüs tekrar yol istikametine sokuluyor.. Sanki gidebilecekmiş gibi tekrar hevesle araca doluşuyoruz apar topar.. 5 saniye geçiyor ve o ses duyuluyor tekrar.. ' Kaptan arka kapııı.. '
Tekrar iniyoruz..
Manasızca yürüyoruz karanlıkta.. Bir açık fırın beliriyor.. Tüfekli benzinlikten sonra önce dostluk elçisi yolluyoruz. Gelen ' temiz ' haberiyle, sıcak ekmek ve bir miktar kaşar peyniri edinebiliyoruz. Artık yürürken elimizde bir de ekmek arası kaşarımız var.. Konvoydaki meyve sebze araçlarından ikram, üzüm ve domatesler ile sofrayı şenlendiriyoruz.. Efes Pilsen dağıtım aracı hayalleri ile yemekleri bitiriyoruz..
Arkamızı dönüp bakıtığımızda otobüslerden iz yok.. Yaklaşık 2 km yürüyüşün ardında tek başımızayız neresi olduğu dahi bilinmeyen bir yerde.. Kafaların sağa çevrilmesiyle bir otobüs durağı farkediliyor.. Bir köyün çıkışı burası ve kırık dökük bir otobüs durağı.. Tek bir bank. Üzerinde Yılmaz Başkan oturuyor.. ' 76 M geçer mi abi ' diyoruz, ' Başımıza daha ne gelecek ' diyor..
Yarım saatlik bekleyişle 76 M değil, deplasmanbüs geliyor.. Yerimize geçiyoruz ve karnı tok sırtı pek bir şekilde gözlerimizi yumuyoruz usulca..
Saatlerce sadece 10 km\h ile gidebilen araç, gözlerimizi açtığımız anda bunun minimum 10 katıyla gidiyor ve acı bir frenle kırmızı ışıkta geçen tıra doğru kayıyoruz.. Gözlerini açtığı an, öldüğü an olmamalı insanın diye dua ediyoruz ve şükür ki atlatıyoruz..
Ardından gelen 2-3 ölüm tehlikesi daha gösterdiki, 1 kaptan uyumadan İstanbul-Konya-İstanbul-Bursa parkuruna çıkmamalı.. Sonrasında pek uyumuyoruz, son anlarımızı hatırlamak amacıyla..
Saatler 05:00 ' i gösteriyor Şehr-İstanbul'a merhaba dendiğinde.. Yol boyunca insanlar bırakılıyor..
Bir deplasmandan daha geriye anlatacak hiçbir şey kalmıyor ve uğruna bozduğumuz yeminlere bir yenisini daha eklemenin suçluluğu ile yenilmez armadanın bir süredir devrettiği kupalarımızdan olan Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı söküp almak için mikrofonlarımızı Ankara'ya çeviriyoruz..

Haydi Bastır Şanlı Galatasaray,
Taraftarın Her Zaman Seninle..


--------------------------------------------
8-9 saat yol gitmek gibi bir çile çekilmeyince sanki alınan 3 puan yarım oluyormuş gibi, 1 saatlik Kocaeli deplasmanında da gerekli çile itinayla yaratıldı.



Hafta arasında 'kim geliyor', 'nasıl gidiyoruz', 'bilet nasıl olacak' diye sorgulanırken ahalinin pekte alışık olmadığı bir organize bozukluğu ile maçtan 1 gün öncesine kadar hiçbirşey belli değildi. Cumartesi akşamı iftarın hemen sonrasında Aksaray metro istasyonundan yarım kiloluk İsviçre çikolatası ile başlayan şen şakrak yolculuk, Haydarpaşa tren istasyonuna kadar devam etti. Çikolata tükenip Gar Pub görününce ufukta, 'yarın seferiyiz arkadaş' diyerek yükleme başladı. Vakit tamam sesiyle yolculuk start aldı..


Adapazarı ekspresi.. 20/09/2008 Saat:21:30...



Deplaseyi 1 gün evvelinden başlatan tribündaşlarla oluşan 10 kişilik ekip, insanları rahatsız etmeyelim en arka vagon bomboş ile yola koyuldu.. Bu boşluk daha sonra kendini belli etti. 1-2 istasyon sonrasında henüz şehir merkezinden dahi çıkamamışken arka vagonda herbiri birbirini tanıyan, nereye neden gittikleri halen bilinemeyen garip bir kitle vagonda belirdi. Sabır diyerek yola devam edildi. Diliskelesi durağında ise haritalarımızda gerekli karalamayı yaparak uğranmayacaklar listesine eklemeler yapıldı.


Gece 23 sularında İzmit garına iniş yapıldı. Alışık olduğumuz el sallamalı vedalardan sonra burada 2-3 karşılayanımız yüzlerimizi güldürdü.. Ufak bir şehir turu lahmacun operasyonu ile tamamlandı, hatta abartıldı. Artık istikamet sahil şeridi.. Acemi birer aşıktık nede olsa ve çoğu zaman ne yapacağımızı bilmeden serseri dolaşırdık sokaklarda..

Gecenin ilerleyen saatlerinde uykuya yenik düşeceğini ileten ekip, İzmit'in en yüksek noktasından şehre sırıtan örgüt evine ulaşmak için yola koyuldu.. Kalanlar 'güzel hava' kandırmacası ile sahil şeridinde yaşayışını sürdürdü. Taa ki ters köşe yapan bulutlara kadar.. Yağmur inceden kendini gösterdi, bir parkta dinmesini beklemekte yetmedi. Dur durak bilmeden sokakları döven yağmurda salındık sokaklarda.. İyice azıtan yağmurun ardından sabah 5 sularında kırık dökük bir otel odasında oraya daha önce sığınan kimbilir kaç tane hayatı sorgulamadan yumduk gözlerimizi yarınlara..


Maç gününün sabahında İstanbul'dan gelen telefonlarla gözler açıldı. ' Hadi oğlum bilet ' diyordu telefondaki ses ısrarla.. ' Tamam sıradayım ' ile savuşturuldu ilk hücum.. Yorgan tekrar kafaya çekildi ancak uyumak ne mümkün, gözler açıldı bir kere.. Sarı-kırmızı geldi tekrar akla ve akşamdan kalan hala ıslak üst baş tekrar sırta geçirildi ve henüz uyanamayanlar orada bırakılarak deneme\yanılma, sorup\soruşturma metodu ile stada ulaşıldı. Yanlış gişe vs. ile neredeyse Kocaeli taraftarı ile yönetim bilet rezaletinden dolayı istifaya davet edilecekti ki , nerdeyim lan ben sorusunu kendime yöneltip deplasman tribününe yol aldım. Tek başınalığın sinir bozukluğunu atmaya çalışırken, deplasman tribünü girişinde tek bir adam.. Sigarasından yarım bir nefes alıyor.. Gerisi alayına kimsesizlik.. Bu adam akşam üzeri uykuya yenik düşüp evin yolunu tutan diğer elebaşından başkası değil.. Uyuyamayarak sabahın köründe stadın yoluna düşmüş.. Tek başınalığına küfrediyor sessizce.. Yahut o da çok seviyor.. Durum 2 elebaşı diğer militanları arkada bırakmış, yeni operasyon düzenekleri oluşturma şeklinde ilerliyor.. İnceden atıştıran yağmurdan çok biletlerin saat 4'te çıkacak haberinin gelmesi ıslatıyor bünyeleri ve tribünün hemen karşı sındaki kahveye kapak atılıyor.. Ki bu kahvenin camları deplasmana gelen tüm takım taraftarları tarafından ortalama birer kez yenilenmiş. Her sağlam deplasman grubu ile cam çerçeveyi yeniletmek zorunda kalan ve bundan gayet muzdarip kahveci ' yine mi ****. ' diye sırsalanırken gayet sevecen yaklaşımımız ile hayatında yeni bir sayfa açmıştır..


Saat ilerliyor, geride kalan diğer deplasmancılar uykularından uyanıp stada geliyor ve İstanbul'da kalan ahali inceden yola çıkma hazırlıklarına başlıyor.. Bilet satışının başlama saati yaklaştıkça kuyruk olabildiğine çoğalıyor, etrafta bolca karaborsacıda pusuya yatmış durumda.. Sıraya en önde girme imkanı varken anlamsızca sıraya girmeden kalabalığı seyre daldık. Yeni çözüm yolları aranırken, kalabalığın açılmasını beklediği 42 numaralı kapının hemen arkasındaki bilet gişesine ulaşmanın bir yolu bulunuyor 2-3 demir parmaklıktan seri şeklide atlanarak.. İstanbul'a telefon çekiliyor ardından, ' Gelebildiğiniz kadar gelin... '


Karaborsacılarında aynı yeri keşfi ile, üstü açık\dört tarafı kapalı 30m2 alanda 4 e 10 karaborsacılar önde durumda.. Dışarıda öylece dolanan diğer ekip üyeleride içeri çağrılıyor ve olası bir bilet satış başlangıcında durum 10 a 10 eşitleniyor.. Derken İstanbul'dan gelen ahalide mevcut bölgeye çekilerek uygun strateji yaratılıyor.. Bilet satışının başlaması ile karaborsacılar anladıkları dilde gişeden püskürtülüyor ve tüm ekip biletlerine kavuşuyor.. Aynı esnada sabahın köründen beri 42 numaralı kapının açılmasını bekleyen 300 400 kişilik grup halen oldukları yerde bekliyorlar, kene bestesi eşliğinde eğlenerek.. Kapının açılmasıyla onlarda bilet alımına başlıyorlar ve bu esnada karşı ekibi 12 elemanıyla stada giriş yapıyor.. Pankart uygun yere sabitleniyor, çizmeli boyamalı pankartları getirmeyişimize şükrederek.. İftarlıklar hazırlanıyor ve maçın başlama saati bekleniyor, uA Kocaeli'nin imza attığı koreografi hazırlıklarına ne yapılabilir konuşmaları ile.. Tekrar ellerinize sağlık çocuklar..


Takım tünelde beliriyor ve 2 günlük tüm sıkıntı herzaman ki gibi unutulup gidiyor.. Yağmur azaldıkça sessizleşiyor, o şiddetlendikçe daha bir ' milyonlarca taraftarın yanyana ' oluyoruz..

İyi başladık, hem sahada hem tribünde derken iftar saati geliyor.. Aynı esnada da gol.. Ağza atılan ilk lokma olduğu yerde düğümlenip kalıyor.. Rakip tribün neredeyse doğru dürüst gooll dahi diyemiyor.. Hemen ardından patlattıkları ya allah bismillahh sesleri ile tribünümüz biraz daha kendine geliyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz saldır Galatasarayyyy ile...

Beraberliğin sonrasında kaçan pozisyonlara hayıflanıp aramayız inşallah derken devre arası oluyor.. Yağmur dahada hızlanıyor ama bu kez bağırmıyoruz.. Pankartımızı branda yapıyor ve az da olsa bir süre ıslanmıyoruz..

2.yarı başlıyor.. Tribün düşük tempoda.. Takım ateşlenince, tribünede yansıyor ve tekrar gaza basıyoruz.. Arka arkaya gelen goller ile rahatlıyoruz.. Maç sonu klişe makaralar başlıyor ancak galip durumda ve maçı garantilemişken bizim tribünün pekte eğlenemediğini bir kez daha görüyoruz.. Kocaeli tribünü pek aldırış etmiyor ve + puan yazıyoruz diğer anadolu şehirlerinde alışık olduğumuz durumlar olmadığı için..


Maç sona eriyor.. Bir aklı evvelin Nonda'nın ayağı kırıldı haberi aklımıza golden sonra yaptığımız tezahürat ve bugüne kadarkileri getirtiyor.. Nazar değdirdik adama diyoruz, bir NondaSever'in 3.yle devam eder deyişine kadar.. Telefonla önemli bir durumda olmadığını öğreniyoruz ve ohh çekip staddan ayrılıyoruz..


Tam deplasman girişindeki bilmem kaç araçlık stad otoparkı varken, bu 34 plaka olumm diyerek şehrin muhtelif bir yerine kadar bizi yürüten arkadaşa selam edip elde pankart karanlıkta yürüyoruz sokaklarda.. Yağmur yine tepemizde.. Araca ulaşana kadar bir iki sürtüşme ve yola koyuluyoruz 5 otobüslük İstanbul kafilesinin hemen önünde..


Yola çıktığımızda hemen karşımızda beliren ' İstanbul 67 ' yazısıyla aklımıza yola çıktıktan 4 5 saat sonra beliren ' İstanbul 300 ' ü görünceki sevinçlerimiz geliyor ve gülümsüyoruz.. Hızlı pilotlarımızın yağmurlu pistlerdeki başarılı pilotajları ile yeni gün başlamadan şehr-İ stanbul'umuza merhaba diyoruz..

Evet yine bu son dedik ama ne yeminler bozduk senin için tarifi bile imkansız..
Senle ağlar senle gülerim,
Senle yaşayıp senle ölürüm Galatasarayım..

----------------------------------------------------------------------------------------------

O yol bitmez abicim diyenlere inat vardır bir kestirmesi deyip koyuluyoruz yine servisimize. Bizi deplasmana götüren tüm şoförlerin hayatının geri kalanında bizi bir daha görmek istememesi gerçeği yine değişmeyecek, yapamıyoruz, kendimizi sevdiremiyoruz bu şoför camiasına. Yaşamına son verenleri gördük bizi götürdükten sonra nihayetinde.

Erken başlıyoruz güne, bayan basket maçında bira seansı başlıyor. İçeri alınmadığımız salonlardan kendimizi sorumlu tutuyoruz, kederleniyoruz. Onlar kaybediyor, biz içiyoruz. Askere gider gibi uğurlanıyoruz evimizden bu kez eski deplasmanlara inat, “gidin alın gelin” diye bakan gözler güçten ziyade endişe katıyor, sorumluluk istemiyoruz hayatımızın geri kalan evresinde..

Mabede gün biterken geliyoruz, yola koyulacak konvoyun diğer araçları farklı anlamlarda sağlam iken bizim şişelerimiz yeter diyoruz, bir de şarkılarımız var, bir de iç içe geçen bir bir sopa, bir bayrak sopası..

Henüz şehirden çıkmadan otoban üzerinde ilk ikmal yapılırken yanımıza yaklaşan “maç kaç kaç bitti” diye bir soru soran herife “2-0 aldık” diyoruz, o hala öyle biliyor..

Açılış yine mayalı asidik içecekle başlıyor, böyle başlarız biz hep..Hayatında tüm maçlara gelmiş ama hiçbir tezahüratı ezberleyemeyen güneş gözlüklü arkadaş votka servisine başlıyor..Biz de aynı anda namelere..Acayip acayip kokteyller geliyor arka koltuklara doğru, kafamız bulanıyor, kaptan pis pis sırıtıyor.. *****cu lan bu kaptan, birimiz uyanık kalsın hep..

İki şehir geçilmiş diye bilgi geliyor, yeterince uzaklaşmış olabiliriz kimliğimizden deyip operasyona hazırlanıyor arka koltuktaki manyak..Görüntüye tanık olanlar saçma bakışlar peşinde, tedirgin oluyor tayfa..İşlem başlıyor.. Kaşık-ateş-yeşil sıvı-tahta elementleri ile hazırlanan karışıma ilk darbe vuruluyor..Vurgun başlamış kimsenin haberi olmuyor.. Bakışların, namelerin nasıl etkileri oluyorsa artık arka koltuğa doğru bir akın başlıyor, muhabbetimiz güzeldir çok şükür deyip başlıyoruz anlatmaya..Elimiz de boldur hani, az koymayı sevmiyoruz..Sonrasında hiç kimse hiçbir şey hatırlamıyor, sabah olmuş, Yozgat’a yakınlaşmışız, yitip giden 3 saat, şişeye bakıyoruz bomboş.. 66 kodlu plakaya sahip vilayette ikmal yapıyoruz, çorba lazım, bira lazım, konvoyu kaybetmişiz, onlar nerede ulan?

Birçok kişi aynı rüyayı görmüş sanıyoruz, herkes yeşil-siyah adamlardan bahsediyor, rüya olmadığını anlıyoruz, garip bir saatte, birkaç otobüs Tatanga ile rastlaşmışız, ne konuştuğumuzu çokta hatırlamıyoruz, umurumuzda da değil. Efendi çocukmuş hepsi, kaptan söylüyor bunu..

Aynı vilayetin çıkışında sabah 8 de bira takviyesi yapıyoruz, biracı bizden manyak: “kavga nizam olmasın, kocaman adamlarsınız” “-dayı bu onlara bağlı” “o zaman vurun m.k.” “-dayı, hadi…”

Ekip sivasın dağlarına geldiğinde polis kontrolünden geçiyor, daha doğrusu geçemiyor, geri dönüyor..Şehire alınmıyoruz, ekibin canı sıkılıyor, mesire yeri bulunuyor, dinleniyoruz, aynı polis noktasına gitme vakti deyip tekrar gidiyoruz. O ne görüntü, SamiYen sokak şehir girişinde bekletiliyor, ne yana dönsen bir tanıdık göze çarpıyor, inanmışlar ordusu sanki..Mutlu oluyoruz, şehre giriyoruz..Ama ne giriş..Zıplayan delikanlılara gereken cevap veriliyor, emniyetin başına güneş geçmiş, bize hoş geldiniz diyorlar..İstanbull, İstanbull…

Maç fazlasıyla kritik, tribün haykırıyor, rakip gol atıyor, kimsenin umurunda değil, bu maç alınacak..Tüm sezon akıllara geliyor, gidilen gidilemeyen yollar, bu son yol artık, yüreği zor toparlıyoruz, gözleri tutamıyoruz, ağlaya ağlaya bu maçı kazanazağız, başka yolumuz yok, hepimiz biliyoruz..İbne basın bu sefer kaçarak yazıyor, ********ce yapılan hareketin ardından infial olunca tatlısu holiganlarının olduğu evsahibi tribün önüne alınıyor muhabirler..Orası rahat, onların evi tabi, biz misafiriz, ama biz şampiyon oluyoruz, onlar için gram üzülmüyoruz..

Yağmur 90 dakika sonunda başlıyor, bir daha da hiç durmuyor, serviste kaybolan bazı alkol şişelerini kaptana soruyoruz, acı gerçeği anlatıyor utanmadan, “siz maçtayken ben çok sıkıldım…”

Birkaç defa yavaş gitsene kardeşim uyarısı yapmak zorunda kalıyoruz. Diğer kaptan tüm geçmişini sorguluyor, gözleri yalan söylemiyor.

Şehir çıkışında alkol takviyesi için durduğumuz yerde bir arkadaşımızı unutuyor, çok gülüyoruz, kaptan da gülüyor..Adamı geri alıyoruz, o memlekete hiçbir şey bırakmaya gelmedik biz..

Dönüşümüz çok daha sakin geçiyor, arka taraf kendi halinde artık, muhabbetleri hiç çekilmiyor, koltuklar bırakıldı, insanlar yerde yatıyor, huzur ne acayip bir şeymiş..

Günaydın diyoruz kendi topraklarımıza, şerefe İstanbul, güzel günler göreceğiz..

 
---> uA besteler, tezahuratlar

DEPLASE EDİLMİŞ HAYAT

Küçükken televizyon izlerdik daha yemek yemeği bilmezdik .Annemiz yanı başımız da bi yandan televizyona baktırır daha sonra hooopp der kaşığı verirdi ağzımıza.Bizde bunu yerdik tabi.Ama gel zaman,git zaman büyüdük yaşlarımız oldu 20,hayatın tam göbeğinde bulduk kendimizi.
Arkaya dönüp baktığımızda ne ağzımıza bi lokma vericek bi ana , nede izleyecek bi televizyon kalmış.Hayatımız resmen Deplase edilmiş.
Küfredercesine haykırıyoruz artık,alkış tutuyoruz 90 dakika hayatımız duruyor,kalpler atmaz oluyor,artık atmosfere göre ne sıcak hava etkiliyor,nede soğuk hava . . .
Yine çıktık yola,bilmem kaç kilometre sonra varıcaz stada.Ne dağları aştık,ne dalgalarla boğuştuk,ne güneşler batırdık,ne yıldızlar kaydırdık . . .
Gözümüz hep yolda,gönlümüz formadaki armada.Bir sevgilimiz olmadı.Aslında olabilirdi neden olmasın ki ? Sevginin değerini,sevginin asaletini,sevginin kıymetini en önemlisi karşılıksız sevmeyi bizden iyi kim bilebilirdi ki ?
Bizim sarışın sevgilimiz olmadı saçları rüzgarda dalgalansın bi endam bi havayla yanında tur atsın.Bizim esmer sevgilimizde olmadı elinden tutup cadde cadde,cafe cafe gezelim.Bizim tek bir sevdamız oldu '' Sarı Kırmızı '' tarifsiz bir aşk.
Dağları aştık,dalgalarla boğuştuk,güneşin yerine ayı koyduk sevdiğimizin yanında olduk.Engel tanımadı aşkımız.Ne gecenin karanlığı,nede güneşin sıcaklığı fark etmedi bizlere.Aldığımız her nefes de şükrettik yaradana dua ettik şampiyon olmadan,kupaları kaldırmadan ayırma bizi diye.

Ana kucağına sığınacak yaşımız doldu,televizyon izlemeye vaktimiz ise hiç olmadı.Bir simit yanında sıcak bir demli bir çay üstüne bir sigara oohh beee gider bu kafayla Edirne den Kars'a sonucunda seviyoruz ya,sonucunda aşk yaşıyoruz ya.Ne sen beni terk edip gidebilirsin,nede ben seni bırakıp giderim.
Deplase Edilmiş Hayatlar,halinden memnun aşıklarız biz.Yanından ayrılsamda bir saniyemi sensiz koymam bana inan.Seni bıraktım mı fizan da,falan da,filan da ?
Sakın unutma ! Mahşere kadar bu kalp Sarı Kırmızı atıcak.
 
---> uA besteler, tezahuratlar

ultrAslan yazı dizisi

YA ultrAslan YA Gala's

BAZEN Kapalı Tribün çok kritik maçlarda birdenbire eski ruhuna bürünürdü. Baygın baygın maç seyrederken, bir düdük ya da bir sertlik karşısında tribünler, sanki yüz yıllık uykusundan aniden uyanmışçasına patlar, Avrupalıların "Cehennem" dediği atmosferi yeniden yaşatırdı. Ama artık o "Cehennem" belli anlara sıkışmıştı. Örneğin 3-2'lik Milan maçının son 20 dakikası gibi. Işıklar yandı ve herkes sırayla konuşmaya başladı. Takımın başarısına ters oranlı giden tribünlerden bahsettiler bazı arkadaşlarımız... Tribünlere gelen insanların birbirlerinden kopuk olduklarını anlattılar. Bu toplantı bu sorunları tartışmak ve çözüm yolları geliştirmek için düzenlenmişti. Toplantıya katılanların her biri Kapalı'da yer alan değişik arkadaş gruplarının önde gelen isimlerinden seçilmişti... Çünkü birlik ancak böyle sağlanırdı. Neticede ortak payda tekti: "Galatasaray..." Günümüzde tribün yükünü çeken kalabalık taraftar gruplarının organizasyonu artık bir zorunluluktu. Bu taraftar grupları, her şeyden önce dünyanın her yerinde kendilerini bir isimle anıyorlardı. "Brigade", "Irriducibili" ya da "Ultras" örneklerinde olduğu gibi. Ocak ayında düzenlenen toplantının bu yolda atılmış önemli bir adım olduğu daha sonraki gelişmelerle ortaya çıktı. O gün akş**ın geç saatlerine kadar konuşulan konular arasında "isim" de vardı. Toplantıda hatalar ortaya kondu açıkça. Bu kadar verimli ve hatta "acımasız" bir özeleştirinin yapılabildiği ve daha da önemlisi, sonunda "ortak" bir "devam" kararının çıkabildiği bir toplantı herkese kısmet olmaz... Ama Galatasaraylılık duygusu her türlü olumsuzluğun üstesinden gelme gücünü vermişti bir kere. İlk toplantıdaki gündem maddeleri şunlardı :

* Misyon: Neden yeni oluşum?

* Hedef

* İlkeler

* Oluşumun içindeki kurullar

* Strateji

* Finansman ve kaynak modelleri

* Oluşumun isminin belirlenmesi

* Görüş ve dilekler

* Sonraki toplantı tarihinin belirlenmesi ve kapanış... İlk toplantıdaki gündem maddelerinin hepsi görüşüldü... İkinci toplantı ise yine aynı yerde, aynı saatte 3 Şubat 2001 tarihinde yapılacaktı. Birinci toplantıdan yenilenmiş bir heyecanla çıkanlar ikinci toplantıya kadar geçen kısa sürede "Yeni Oluşum" adını çevrelerine duyurmuşlardı bile... Kulaktan kulağa dolaşan "yeni grup kuruluyor" sözleri, tribün müdavimlerinde olumlu bir hava yaratmıştı. İlk toplantının resmi gündeminin dışında alınan ve oybirliğiyle kabul edilen önemli kararlardan biri şuydu: "Galatasaray tribünlerinde yeni bir sayfa açıyoruz. Kimse bu oluşumu, geçmişle kıyaslamasın ve karıştırmasın." Ama en önemli karar ise şuydu: "Bu oluşumun başlıca hedefi, tribündeki arkadaş gruplarının birbirlerini yakından tanımasını, tanışmasını ve Galatasaray'ımız için birlikte hareket etmesini sağlamaktır." Evet, bu en önemli hedefti... Yeni Oluşum, bu vizyonun gerçekleşmesi için gerekli kafa gücünü, yaratıcı gücü, maddi gücü ve kas gücünü bir araya getirecekti. İkinci toplantıya bu coşku içerisinde aşağı yukarı yine aynı isimler ilk toplantının devamını getirmek ve Galatasaray tarihindeki en önemli başlangıç olan son noktayı koymak için toplandı. İkinci toplantının gündemi işe şunlardı :

* Açılış ve geçen iki haftanın değerlendirilmesi

* Yönetim kurulu ve alt kurulların değerlendirilmesi

* Oluşum için isim önerileri ve oylaması

* Finansman ve bütçe

* İletişim

* Maç ve organizasyon takvimi ve icraatlar... Tüm bu gündem maddeleri görüşüldü ama en önemlisi elbetteki isimdi. The King, Ultras, Mania, Since 1905, Galatasaray Forever, Grup Sarı Kırmızı, Red Lions, Aslanlar, ultrAslan, Gala's, Platform, Kapalı, ASY gibi bir çok isim önerisi geldi. Bunların bazıları ön elemede çeşitli sebeplerden saf dışı edildi. Son turda isim önerileri arasında en radikal olanı yani "ultrAslan" kabul edildi.


Gazeteci gözüyle

ultrAslan'la gelen....


İstanbul Bahçelievler Engelliler Spor Salonu'nda Galatasaray ile Cadbury İstanbul Engelli Yıldızlar Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımları Süper Lig'in ilk maçına çıkıyorlar. Tribünlerde yaklaşık 150 ultrAslan... Bu gençler, çoğunlukla Yıldız Teknik Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi öğrencileri ve onların arkadaşları... 1,5 saat süreyle tek bir kötü tezahürat yapmadan, susmamacasına takımlarını destekliyorlar. Salondaki atmosfer harika. Maçtan önce tahrike dayalı küçük bir olay da hemen önleniyor ve maç sonrası olaya karışanlar birbirleriyle sarılarak öpüşüyorlar. Maç sonrası iki takım sporcuları tribünlere gidiyorlar, ultrAslanlar kendi takımlarına tezahürat yaparlarken bir anda Cadbury takımına da "Engelli Yıldızlar" diye tezahürat yapıp, salonu inletiyorlar. Spor sahalarında pek göremediğimiz bir tablo. Teşekkürler genç ultrAslanlar. Daha sonra internet sitelerine maçtan sonra gönderdiğiniz mesajlar bizleri daha da duygulandırmıştır. Bundan sonra daha büyük kitlelerle önümüzdeki maçlarda buluşmak üzere.
Yavuz KOCAÖMER


Bir ultrAslan'ın anısı

Otobüste değilsin ki.


İstanbul'dan 7 otobüs gitmiştik İzmir'deki cezalı maçımıza. Sebahattin Reis ve Yılmaz Başkan otomobille hareket etmişler; Alpaslan ağabey de, makarası daha bol diye, otobüsle gelmişti. Aynı otobüsteydik. Gidiş yolculuğu esnasında herşey çok güzeldi, maç da çok güzel geçmişti. Galibiyetimizi almış keyifli keyifli dönüyorduk İstanbul'a. Gece maçıydı. Susurluk civarına vardığımızda artık saat gece yarısını geçmişti. Karnımızı doyurmak için 7 otobüs ve bir otomobil halinde konaklama yerinde durduk. Buraya gelene kadar Alpaslan ağabey yine ilk otobüsteydi. Neyse, yemekler yendi otobüsler hareket etti. Ama ilk otobüste yoktu Alpaslan ağabey. Sonradan öğrendik ki, tüm otobüslerin hareket etmesini beklemiş ve son otobüse binmiş. Susurluktan yaklaşık 10-12 km. ayrıldıktan sonra Sabahattin Reis Alpaslan ağabeye telefon açıp "Yılmaz çok yorgun, sen otobüsten in de arabaya gel, sohbet ede ede gidelim yoksa Yılmaz uyuklayacak" demiş ve eklemiş; "Senin otobüsün tam arkasındayız." Alpaslan ağabey de "Tamam Reis, uygun bir yerde iner arabaya geçerim" demiş. Ve otobüsten inmiş... Ama bir bakmış ne gelen var, ne giden! Otobüsler uzaklaşmış, araba yok, zifir karanlık ve en yakın yerleşim birimi 10 km. geride kalmış... Telefonunun şarjı da bitmek üzere.. Alpaslan abi Reis'i arıyor cep çekmiyor. Başlamış Susurluk tarafına doğru yürümeye. O sırada Reis aramış "Sen bu otobüste değilmişsin ki! Biz seni ilk otobüste sanıyorduk" demiş. Ve 50 km. ileriden geri dönüp Alpaslan ağabeyi yolun ortasından almışlar. Tabi bu hikayeyi onlardan dinlemek çok daha keyifli olacaktır, çünkü feribot beklerken hepimiz gülmekten kırılmıştık.

ultrAslan fırtınası


Bir tribünün en önemli unsuru taraftar tezahüratı olduğu kadar, açılan pankartlardır..


***

Pankartların dili

Bir tribünün en önemli unsuru taraftar tezahüratı olduğu kadar, açılan pankartlardır.. İşte ultrAslan'ın kuruluşunun hemen başlarında Şampiyonlar Ligi'nde Deportivo ile oynanan maç için hazırladığı pankart da bunlardan biri. Çünkü o günün büyük önemi var. 14 Şubat 2001'de yani "Sevgililer günü"nde açılan "Only you (Sadece sen)" yazılı pankart, ultrAslan'ın evrensel kimliğini yansıtması kadar verilen emeği de ortaya koyuyor.

ultrAslan, ismini aldıktan sonra tribüne çok hızlı bir giriş yaptı. 14 Şubat Sevgililer Günü'nün Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde kendi evinde oynayacağı Deportivo La Coruna maçına denk gelmesi, ultrAslan'ın ilk tribün organizasyonunu gerçekleştirmesine ilham kaynağı oldu. Kapalı'da açılan "Dev Kalp" tasarımlı bayrak, hem Sevgililer Günü'nde taraftarın takımına mesajını veriyor hem de tribünlerde ortaklaşa dayanışmayla, öncesi ve sonrasıyla muhteşem bir organizasyon gerçekleştiriliyordu. Aynı maçta, organizasyon ve ultrAslan hakkında hazırlanan broşürler tribünlere dağıtıldı. Galatasaray camiası ultrAslan ismiyle ilk kez orada tanıştı. (Maçı da Galatasaray 1-0 kazandı.) ultrAslan'ın ikinci büyük "Tribün Şov" etkinliği Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'ndeki kritik Milan maçı için düşünülen dev bayrak oldu. Milan'ı 2-0 yendiğimiz bu maçtaki devasa bayrak, ülkemizin bu ölçekteki ilk bayrağı olarak tarihe geçti. Açık tribünün tümünü kapsayan bu bayrak, 4.850 m2. boyutlarında ve yaklaşık 2 ton ağırlığındaydı. Gerek yapılışı ve stada taşınması, gerekse bazılarının sık sık yaptığı gibi "papyon" olmadan açılması, önceden iyi planlanmış bir organizasyon ve geniş katılımlı işbirliği gerektiriyordu. Tüm ultrAslan'lar, 10 yaşından 60 yaşına kadar herkes bu organizasyonda elbirliğiyle, yağmur altında yılmadan çalıştı ve sonuç tüm dünya basınının ertesi gün övgüyle bahsettiği büyük "Tribün Şov" oldu... Milan maçı için yapılan hazırlıklar sadece büyük bayrakla sınırlı değildi. İtalyan tribünlerini anımsatan sopalı pankart çalışması da yapıldı. Ülkemizde ilk kez bu sayıda (yaklaşık 850 adet) sopalı pankart hazırlanmıştı. Her biri özgün birer "art-grafiti" olan pankartlar, taraftarın takımına olan sevgisini ve günceli yansıtıyordu.Gerçek yaratıcılığı yansıtan sopalı pankartlar, her zaman olduğu gibi Türk basınının ilgisini çekmedi. Ama Şampiyonlar Ligi maçlarına gelen yabancı gazeteciler, ertesi günkü ve sonraki baskılarında Ali Sami Yen Cehennemi'ni yansıtan fotoğraflarında ultrAslan'ın sopalı pankart resimlerini kullanıyordu. ultrAslan'ın bu organizasyonu, bu etkinliğin en yaygın uygulandığı yer olan İtalya'da bile yankı buldu ve İtalyan taraftar siteleri, Galatasaray tribünlerindeki etkinlikleri kendi aralarında uygulama konusunu tartışmaya başladılar.

Meriç Tunca
Takvim Gazetesi


Gazeteci gözüyle

Ahmet ÇAKIR : ultrAslan'la gelen...
ultrAslan'ın öncelikle adından dolayı yadırgandığını biliyorum. Ama tribüne getirdiği kalite çabuk fark edildi ve taklitleri ortaya çıkmaya başladı. Bugün gerek Internet ortamında, gerekse tribünlerde görünen bazı hareketlerde ultrAslan'ın öncülüğünü yadsımak kolay olmaz. Taraftarlığı günümüz gerçeklerine uydurma yolunda atılmış en önemli adımdı ultrAslan hareketi... Bazılarınca kasıtlı olarak görmezden gelinen, hatta tamamen tersine çevrilen temel ilkeleri de çok önemliydi: Asla kulüpten ve yönetimlerden birşey istememek. Tam tersine, her zaman kendileri bir şeyler verebilmek için çaba göstermek. ultrAslan hareketi Sarı Kırmızılı tribünlere önce görsel bir güzellik getirdi ama ultrAslan'ın yaptığı işler arasında en heyecan verici olanlardan biri, Sarı Kırmızılı takımın 2001 yılında oynayacağı Real Madrid maçı öncesindeki Beşiktaş maçının ertelenmesiyle ilgili çalışmaydı. Orada yayınlanan bilgileri futbol yorumcularının yüzde 90'ı ilk kez görüyorlardı. Galatasaray, sadece kendisi için değil, daha çok ülkesi için büyük bir misyon üstlenmişti. Bunun anlamı da Şampiyonlar Ligi'ne 3, UEFA'ya da 4 takımla katılma kapısının açılmasıydı. Bildiğiniz gibi, maç ertelenmedi. Galatasaray önce Beşiktaş'ı 2-0, ardından Real Madrid'i 3-2 yendi. Ama ne yazık ki asıl hedefe ulaşılamadı. Türkiye şu anda bile hala aynı noktada ve ultrAslan'ın o dönemde yaptığı çalışma geçerliliğini hala koruyor... Daha pek çok işin yapıldığını biliyorum. Ama bu çalışma, Dünyada bu konuda bizden çok çok önde olan bazı ülkelerin taraftar hareketlerine bile örnek olabilecek kadar büyük önem taşıyor.


Cehenneme hoşgeldin Fenerbahçe

6 Mayıs 2001
Kadıköy'de oynanacak olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı için Maraton Tribünü'nün bir bölümü Galatasaray taraftarına ayrılmıştı ama daha önce Kaç bin bilet istiyorsanız verelim" diyen Fenerbahçeli yöneticiler yoğun talep karşısında şaşırmış ve 1900 biletle işi kurtarmaya çalışmıştı. Aslında Kadıköy'de yıllarca yaşanan cinnet ortamı futbolun spor olmaktan çıkmasını, normal futbol izleyicisinin değil bir çok gazetecinin bile Kadıköy'e gitmek isteğinİ engelliyordu.. Ama Galatasaray taraftarını üç ay önce yani 7 Şubat 2001 tarihinde yine Kadıköy'de oynanan ve 4-4 biten Türkiye Kupası maçında hiçbir şey engelleyememişti. Zira adını 3 Şubat'ta almış olan ultrAslan henüz 4 günlük olan ismiyle birilerini sıkıntıya sokmuştu. Çünkü ultrAslan statta kendine ayrılan yer için daha fazla bilet talebinde bulunuyordu. Bu biletler verilmeyince de yan tribünden bilet alan Galatasaray taraftarları kendilerine ayrılan bölüme geçip sımsıkı bir birlik oluşturuyorlardı. İşte 6 Mayıs'taki maçta da bu tehlikeyi sezen Fenerbahçe yönetimi "Alın size fazla yer ve fazla bilet" diyemiyordu. ultrAslan kimliğine bürünmüş Galatasaray taraftarını engellemek kimsenin haddine değildi ancak yine de tüm fazladan bilet bulma uğraşları pek fazla işe yaramamıştı, Fenerbahçeliler biletleri adeta gömmüşlerdi. Ali Sami Yen'de toplanıp otobüslerle Kadıköy'e geçen 1900 ultrAslan stada geldiğinde saçma sapan şeylerle karşılaştı. Örneğin ultrAslanların tribüne giriş bölümü yarım metre lağım suyuyla kaplıydı. 1900 kişi yaklaşık iki saat o suların içerisinde bekletilip tribüne bin bir güçlükle girerken, içerideki durum daha da rezaletti. Çünkü, tüm koltukların üzeri organize bir çalışma ile yumurta, çim, dışkı, çamur karışımı abukluklarla süslenmişti! İçeride su ve yiyecek satılmıyordu, tuvaletlerin kapıları ise kilitlenmişti. Sağ ve sol tribünlerde bulunan rakip taraftarların yukarıdan rahatlıkla attıkları sidik dolu torbalar, taşlar, şişeler ise durumu daha da şenlendiriyordu (!) Bir üzücü yan ise o zamanki bir Fenerbahçe yöneticisinin kulübü yöneteceğine bu tip ottan işleri bizzat yönetmesiydi! Tabii ultrAslan grubu o şahsa gereken cevabı bir sonraki lig maçında hazırlattığı 20 bin el ilanı ile verdi. Neticede yağan yağmur altında sesinin son perdesine kadar 90 dakika takımını destekleyen ultrAslanlar 2-1'lik mağlubiyetin verdiği üzüntüyü bir kenara bırakmış bir sonraki rövanş maçı için intikam planları hazırlamaya başlamıştı. Tezahürat bile hazırdı. Nitekim rövanş maçı geldiğinde stat içi ve stat çevresinde bir çok etkinlik (!) hazırlamak için girişimler yapılıyordu. Bu etkinliklerin iğrenç ve sağlığa uygun olmayanlarına tribün ağabeyleri engel olmaya çalışıyordu hatta kulüp yönetimi ise stat içinde rakip seyirci için hazırlanan tuzaklara rakip yöneticiler gibi çanak tutmuyor, bunları engelliyordu. O günlerde bu organizasyonları engelleyenlere ve daha çok kulüp yöneticilerine kırgınlık olmuştu ancak sonradan herkes bu tip saçmalıkların ancak Kadıköy'de yapılabileceği konusunda hem fikir olmuştu. Yine de ASY'ye gelen Fenerbahçe takımı, dışarıda binlerce ultrAslan'ın arasından geçerken bu Cehennem'in eskisinden daha farklı olduğunu anlıyordu. Stattaki atmosfer ise Fenerbahçeli futbolcuları adeta kilitlemiş, takımımız ise sahadan 2-0 galip çıkmıştı. Ve ultrAslan'ın bunda payı büyüktü.

Kerem Usluer
uA Karşı


Çarşı Grubu ultrAslan için ne düşünüyor?

ultrAslan'dan birçok arkadaşım var

Tribün mücadelesi kapsamında, kapalı tribünün bağıran gruplar arasında ilk sırada yer alması gerekirken, ultrAslan bunu geçen sezon başaramamıştı. Fakat geriye dönüş yaptılar ve protestolarıyla kapalı tribünde yer almayı başardılar. Sonuçta onlar da bizim gibi tribün mücadelesi veriyorlar. Birbirimize rakip gruplar olduğumuz doğru. Ancak benim de ultrAslan'dan birçok arkadaşım var. Kendilerini yakından takip ediyorum ve mücadelelerinde başarılar diliyorum.
ALEN MARKARYAN Çarşı Grubu liderlerinden...


Tribün şovunda biz daha iyiyiz!
Genç Fenerbahçeliler ultrAslan için ne düşünüyor?.


ultrAslanlar ile her türlü dostluğumuz var. Onlar da bizim arkadaşımız. Ama tribün konusunda bize asla rakip olamazlar. Çünkü Genç Fenerbahçeliler'in tribün şovunu herkes biliyor. Bu bakımdan bizimle başedemezler tribün konusunda. Ancak onun dışında olaya baktığımız zaman, hepimiz aynı amaç için varız.
SEFA Genç Fenerbahçeliler Derneği Lideri


53 kisiyle atılan tarihi adım

04 Aralık 2000 tarihinde, Ali Sami Yen Stadı'nda oynanan Galatasaray-Fenerbahçe (0-0) maçında yaklaşık üç bin adet meşale yakılmıştı. Stat rakip için cehenneme çevrilmiş ancak sahaya atılan meşaleler (ki tribündeki bir çok insan bu meşalelerin görevli polislerce panik içinde sahaya atıldığını söylüyorlardı) daha sonra Galatasaray taraftarının başına büyük dertler açmıştı. Bu meşalelerin alınmasında, stada sokulmasında kimlerin sorumluluğu varsa emniyet tarafından toplanmak istenmişti. Ancak suçlu, suçsuz birçok Galatasaraylı gözaltına alınmış ve maalesef kulüp de bu taraftarlara sahip çıkmamıştı. Bizler arkadaşlarımız için uğraşıyorduk ama çok fazla da yapacak bir şeyimiz yoktu. Neticede arkadaşlarımız mahkemeye sevk edilmişlerdi. Arkadaşlarımızı yargılayacak olan Hakim daha ilk mahkemede, "Böyle saçma sapan bir olayın mahkemeye intikal ettirilmesine" çok kızmıştı. Ama mahkeme o kadar sene geçmesine rağmen hala sonuçlanmadı! Bu olaya çok içerlemiştik. Kulübün taraftara sahip çıkmaması üzerine artık Galatasaray taraftarına sahip çıkacak bir derneğin açılması gerektiğinde hem fikir olmuştuk. Bunun üzerine 2000 yılının Aralık ayı sonlarına doğru Galatasaray tribünlerinin eski adamlarına ve ileri gelenlerine bir çağrıda bulunuldu... Acil olarak bir toplantı yapılmalı, fikirler alınmalıydı. 20 Ocak 2001 günü Taksim'deki Ceylan Otel'e doğru yola çıkan 53 Galatasaraylı, bu toplantı sonucunda G.Saray Spor Kulübü'nün yaklaşık 100 yıllık tarihinde muazzam bir süreci başlatacaklarını elbetteki bilmiyorlardı. İyi giyimli, orta yaş kuşağı Galatasaraylılar bir yandan açık büfede bir şeyler atıştırarak sohbet ediyor, bir yandan da önceden hazırlanmış olan bazı grafik çalışmalarını gözden geçiriyorlardı. Dört sene üst üste kazanılan şampiyonluklar, yurtiçindeki tüm kupalar ve yenilgisiz UEFA Kupası Şampiyonluğu ve hemen ardından gelen Süper Kupa "başarı yorgunluğu"nun olumsuz etkilerini tribünlere yansıtıyordu. Açıkçası bu da, ortalama 25 yılını tribüne vermiş olan insanları rahatsız ediyordu. Çünkü oradakilerin çoğu 13 sezon şampiyonluk görememiş bir nesilde yetişmişti ve hiçbir başarı bizi Galatasaray'ımıza doyuramazdı. Birçok Galatasaraylı nasıl doymuş olabilirdi ki?.. Bunu çok garipsiyorduk. İşte ilk toplantıda bunlar vurgulandı. İlk önce bir video gösterisi yapıldı. Işıklar söndü ve salondaki 53 kişi Galatasaray'ımızın son 15 yıllık tarihini izlemeye başladı... Eskinin salkım saçak kapalısı izlendi, ruhları titreten tezahüratlar dinlendi. O videoda gösterilen tribünlerde yer alan insanlar da bizlerdik! O tezahüratı biz yapmıştık! O pankartları biz asmıştık! O delice heyecanı ve coşkuyu biz duymuştuk! Peki ama şimdi o coşkuya ne olmuştu? Oysa ki 80'li yıllarda Galatasaray da diğer Türk takımları gibi, bugünleri hayal bile edemeyeceğimiz kadar sportif olarak gerideydi. Şimdi ise çok başarılıydık ama insanlar başarıyla daha da coşacağına, kendilerini adeta salmışlardı. Maç seçmeye başlamış, taraftar gibi değil de artık birer "seyirci" gibi maçları izlemeye başlamışlardı.


ultrAslan'ın alt grupları

ultrAslan BH
Tribünde daha çok liseli gençleri içinde barındıran ve eski açıkta teşkilatlanırlar.

ultrAslan SULTANS
uA-Karşı gibi yıllardır Kapalıda bulunan ve koreografi gibi tribün organizasyonlarında başı çekerler. Grafiti tarzı esprili pankartlar onların eseridir

ultrAslan TAYFA
Tribünün olmazsa olmazlarıdır. Kar kış yağmur çamur demeden deplasman deplasman dolaşırlar Galatasaray'ın peşinde. Kapalı Tribün'de ve Yeni Açık'ta bulunurlar.

ultrAslan KARŞI
Kapalı tribünün orta yaşlı arkadaş grubu. Orta yaşlı ama büyük koreografi çalışmaları onların eseridir. Özellikli pankartlar da hep onlardan çıkar...

ultrAslan UNI
T cetveli 'Out', sopalı pankart 'İn' diyen üniversitelilerin teşkilatlandığı grubumuz. Eski açık tribününün müdavimleri...

Meriç Tunca
Takvim Gazetesi


Cenazeyi kaldırmak (!)

21 Aralık 2003.. Annem vefat etmiş.. Eyüp Sultan Camii'nde taziyeleri kabul ediyorum. Yılmaz Özdil, İskender Baydar, Kadir Kılıçparlar ve diğer yakın dostlarım da yanımdalar.. Birazdan cenaze namazı kılınacak, daha sonra da annemi defnedeceğiz. Bir süre sonra avluya bir kaç kişi giriyor ve direkt olarak bana doğru yürümeye başıyorlar.. Bunlardan bir tanesi ultrAslan Genel Koordinatörü Alpaslan Dikmen.. Yanımdakiler ''Hah. Adamlar sonunda seni camide kıstırdı. Buradan kurtuluşun yok'' diyorlar.. Alpaslan geliyor ve ''Abi başın sağolsun'' dedikten sonra ekliyor: ''Yolda buraya gelirken yanımda Çiço Mustafa lakaplı olanı dedi ki; 'Ya abi dünya ne entresan.. Biz yıllarca bu adamın anasına küfür ettik. Kadere bak ki şimdi annesinin cenazesini kaldırmaya geliyoruz..' Bizi alıyor mu bir gülme.. Yılmaz abi, İskender, Kadir, Alpaslan ve diğerleri başlıyoruz katılmaya.. Tabii biz tam da cenazenin önünde gülerken sağdan soldan da ''Ne oldu ulan bunlara. Kafayı yediler herhalde.. Adamların cenazeye bile saygısı yok'' sesleri yükseliyor.. Baktık olacak gibi değil, soluğu hep beraber cami avlusunun dışında alıyoruz.. Bu benim için ilginç bir anı oluyor.. Ve beynimin bir yerine kazınıyor.. Ne zaman annemi ziyarete gitsem hep aklıma geliyor.. Geliyoruz bugünlere.. Öncelikle şunu hemen belirmeliyim ki ben Fenerbahçeli'yim.. Bunu zaten beni tanıyan herkes bilir. Zaman zaman Galatasaray'ı, hatta Beşiktaş'ı ti'ye alan yazılar yazarım. Bu da çeşitli övgülere ya da tepkilere neden olur.. Yazdığım yazılara kızanlara, küfür edenlere, mail atanlara gülüp geçerim. Ama Fenerbahçeli olmam, işimde profesyonel olmamı engellemez.. Yönettiğim sayfalarda Fenerbahçe'ye de, Galatasaray'a da, Beşiktaş'a da, Trabzon'a da ve diğer kulüplere de eşit davranırım.. Kaldı ki ben gazetecilik yaşantım boyunca 7 kez Galatasaray dizileri yapmış, zamanının bir bölümünü Florya'da geçirmiş biriyim. Yaşayanlar bilir. Bir Fenerbahçeli olarak en acı olay ve ona verilecek en büyük ceza, ezeli rakibiniz olan birinin şampiyonluk dizisini yazmaktır.. Hele de bu takım Galatasaray'sa... Allah bana bu cezayı (!) bir kaç kez verdi.. Evet geldik bugüne.. Şimdi sırada ultrAslan yazı dizisi var.. Bu diziyi de arkadaşlarım Mustafa Akada ve Onur Özkan ile birlikte ben hazırlayacağım.. Şimdi yine ''Yahu adam hasta Fenerbahçeli, ama gitmiş Galatasaray'ın taraftar grubunun dizisini yazıyor'' diyenleriniz, hatta buna ''Tabii herifi bir yerde kıstırdılar. O da korktu onlara yazı dizisi hazırlıyor'' şeklinde yorumlayanlarınız da olabilir.. Diyen desin. Çünkü işin aslı bu değil.. Başta da yazdım. Ben ve bu gazetenin üst yönetimi olaya tamamen profesyonel gözle bakıyor.. Doğrudur, ultrAslan oluşumunun yöneticileri hariç, büyük bir bölümü beni hiç sevmez.. Hatta yolda görse bir kaşık suda boğmak için (!) fırsat kollar.. Doğrudur.. Bundan 3 yıl önce ultrAslan'ın internet sitesi, üzerinde çarpı işareti olan ve altında ''Bu adamı gördüğünüz yerde haklayın'' diye yazan, benim dünya yakışıklısı (!) resmimle açılıyordu.. Doğrudur.. G.Saray taraftarı benim her yazdığım yazıyı ''İyi günler, nasılsınız?'' diye de başlasam kendilerine ''Ulan bu adam bize iyi günler diyorsa mutlaka hakaret ediyordur'' düşüncesi içerisinde okur.. Ama işin aslı böyle değil.. ultrAslan bugün dünyanın en büyük taraftar oluşumlarından biri. Beşiktaş'ın Çarşı'sı, Fenerbahçe'nin Genç Fenerbahçeliler'i kendi camiaları için ne ifade ediyorsa, ultrAslan da Galatasaray camiası için büyük şey ifade ediyor.. Kaldı ki sıra daha sonra Çarşı ve Genç Fenerbahçeliler yazı dizilerine de gelecek.. Bu yazı dizisini taraftarlık duyguları içinde size aktaracağım.. Ben bu müthiş ve bugüne kadar hiç kimse tarafından yapılmamış böylesine önemli bir yazı dizisi için değerli katkılarından dolayı ultrAslan tribün liderleri Sebahattin Şirin, Yılmaz Tutuş ve Alpaslan Dikmen'e şimdiden teşekkür ederim.. Onların bana cami avlusunda öğrettiği hayat felsefesi, belki de bu yazı dizisini benim yazmamda pay sahibi oldu.. Dünya çok küçük olduğu kadar, çok da garip.. Kimin annesine ya da bir yakınına küfür ederseniz edin, bir gün onun cenazesini kaldırmak zorunda kalabilirsiniz.. Öyleyse... Öyleyse gazamız mübarek ola.. Haydi Bismillah..

Meriç Tunca
Takvim Gazetesi


53 kişilik destan

2000'de Ali Sami Yen'de meşaleler yandı... Taraftar mahkemelik oldu. Yönetim sessiz kalınca, 53 Cimbom'lu Türkiye'nin en büyük taraftar grubu ultrAslanı kurdu...


***

Bir FotoMurat vardı

Kendisi Trabzonlu ama babası Ürdün'lüydü.. Ve o tam bir Galatasaray aşığıydı.. Kuruluşunda büyük emeği geçtiği ultrAslan'ın bütün tribün fotoğraflarını o çekerdi.. Kanser denilen illet, "Hayatımın en mutlu 4 senesini ultrAslan'la yaşadım" diyen Murat Elsaleh'i 24 yaşında çok sevdiği Galatasaray'dan koparırken, geride de anıları kaldı.. Yakın arkadaşı Kayhan Berberoğlu "Foto Murat"ı işte bu duygularla anlattı:
1980 yılının bir sonbahar gününde, yeşilin bin tonunu koynunda barındıran Trabzon'da doğar Murat. Soyadına bakıp "Senin neren Karadenizli?" diye soranlara "Ne o, Arap şeyhliğini yakıştıramadın mı?" derdi. Evet, Murat baba tarafından Ürdün'lüydü ama "Ben Trabzonluyum daa" diye de eklerdi. İlkokul, ortaokul ve liseyi Trabzon'da okumuştu Murat. Sonra İstanbul'da Yıldız Teknik Üniversitesi'ni kazanmıştı aynı benim gibi. O, Gemi İnşaatı Mühendisi olacaktı ben de bildiğiniz İnşaat Mühendisi.. Galatasaray'a, futbola, fotoğrafa, sinemaya, Türk filmlerine, Türkan Şoray'a, Orhan Gencebay'a, Sadri Alışık'a, eski 45 liklere, eski arabalara aşıktı. Galatasaray'a olan aşkımızdan başka ortak özelliğimiz pek yoktu... ultrAslan içindeki çalışmalarımızda samimiyetimiz arttı, sonra da ev arkadaşı olduk zaten. Benim Rizeli, O'nun Trabzonlu olması iki inatçı Karadenizliyi sürekli didişmeye ***ürse de birbirimizi bir o kadar da seviyorduk. Çünkü biz Galatasaraylıydık! ultrAslan-Uni'nin kurulumunda Murat'ın da emeği çoktu. Zaten deplasmandı, amatör sporlardı demeden her yere beraber giderdik.. Bütün tribün fotoğraflarını O çekerdi. Alpaslan ağabey O'na "Foto Murat" lakabını takmıştı. Sonradan o eski model fotoğraf makinesiyle işkence çekmesine dayanamayıp yeni bir makine almıştık. Çocuklar gibi sevinmişti. Kaldığımız ev dernek gibi kullanıldığı sırada evde yaptığımız sopalı pankartların en güzelleri O'nun tarafından çizilirdi. Murat meğer çok önceden yakalanmış lanet kanser hastalığına. Önce o upuzun saçları dökülüverdi. Tedavi gördü, iyileşti sandık. Sonra KTU Tıp Fakültesi Onkoloji bölümünde yattı uzun süre. En bitkin anında bile söylediği tek şey vardı; Hayatının en mutlu 4 senesini bizlerle yani ultrAslan ile tanıştıktan sonra yaş**ıştı. 6 Nisan 2004'te kaybettik kardeşimizi. Ama o bizim için ölmedi. Ruhu hala bizlerle birlikte ve bizler tribünlerde olduğumuz sürece de o ruhu yaşatacağız. Diğer vefat eden kardeşlerimizi yaşattığımız gibi.

* * *

ultrAslan'ın şehitleri sadece "Foto Murat" la sınırlı değil.. Beykent Üniversitesi öğrencisi Salih Kayıkçı 5 yıl çektiği akciğer rahatsızlığının kansere dönüşmesi sonucu 16 Haziran 2006'da vefat ederken, Celal Bayar Üniversitesi öğrencisi Gürkan Ersoy ise 18 Ekim 2006'da PSV maçına gelirken Susurluk yakınlarında geçirdiği trafik kazasında hayata gözlerini yummuş..

Meriç Tunca
Takvim Gazetesi
 
---> uA besteler, tezahuratlar

İlginç Bir Deplasman Anısı ...
Sene 85 ile 90 yılları arası! Ankara'ya trenle deplasmana gidiyoruz. o yıl acayip bir kış yaşıyoruz. Türkiye'nin her tarafı karlar altında. Haydarpaşa'dan kalkan en son tren ile yolculuğumuz başlıyor. Tren full GS taraftarlarıyla dolu. Bu arada içmeyede başlıyoruz. Epey bir süre gittikten sonra tren duruyor. Şaşırıyoruz! Ne oldu diye! Görevli geliyor, kara saplandık gidemiyoruz diyor! Soruyoruz burası nere, Eskişehir cevabı alıyoruz. Bu arada Peygamber Hüseyin'in emri ile herkes trenden iniyor. İnanın 1 metre kar var, Allah'ın dağında! Bir üçlü patlatıyoruz CİM BOM BOMMMMM diye. Sonra başlıyoruz kar topu savaşına! Kimin kime vurduğu belli değil! Düşünsenize , yaklaşık 1000 kişi dağlarda kartopu savaşı yapıyor. Kartopları havalarda uçuşuyor, Yatıyoruz , yuvarlanıyoruz Allah'ın dağında. Bir ara 6 kişilik tren görevlileri geliyor aramıza, dışarda başlıyoruz sohbete! Hangi takımı tutuyonuz! 3'ü GS li, 2 si Fb li, 1'i Trb liymiş. ve bu 2 Fb liyi gözümüze kestiriyoruz. Başlıyoruz yine kartopuna! Durum şu ... 1000 kişiye ,2 kişi kartopu savaşı! Anlayacağınız 2 si de zatüre ! Bu arada diğer görevlilerden biri bizi uyarıyor..... Şu göbekli olan makinist ! Adamla fazla uğraşmayın, yoksa günlerce burada kalabiliriz! Amcamı hemen alıyoruz odasına, adam tirtir titriyor. Bizlere çok kızgın, bu tren Ankara'ya gitmez diyor. Ne yapalım şimdi! Biraz sakinleşsin diye odadan ayrılıyoruz. Bu arada içkiye devam, herkes zil zurna! İ çimizden arızalı bir arkadaşımız dahiane bir fikir sunuyor, içkili kafayla..... Hüseyin abi sen treni boşa al, biz yitelim belki gider diyo! Haydaaaa ? Ulan bu arabamı demeye kalmadan Hüseyin trenin kaptan koltuğuna doğru harekete geçiyor ve koltuğa oturuyor. Biz de peşinden içeri giriyoruz. Hüseyin bağırıyor.... Herkes aşağıya ben treni boşa alıyorum dayanın bakalım çocuklar diye bağırıyor. Bu arada hüseyin abi ye ben ve aklı başında kalmış bi kaç kişi , abi sen ne yapıyon, yani eğlenceninde bir sınırı var, ve biz bu sınırı aştık diyoruz. Bana göz kırpıyor. E ğlenceye devam diyor. Kornayı çalıyor. Hemen aşağı iniyorum!beyler ! sakın dayanmayın trene, gideceğinden değil ya! ya giderse diye sesleniyorum! Tınlayan yok. Allah'tan tren yerinden oynamıyor. Hep beraber giriyoruz içeri! Başlıyoruz hüseyinle dalga geçmeye... sahtekar makinist istemiyoruz.. Delikanlı hüseyin treni kaldır... Yuuuhhhh sesleri yükseliyor dağlardan. Hüseyin gülüyor! Şimdi siz görürsünüz diyor, kim sahtekar , kim delikanlı! Ve birden tren hareket etmeye başlıyor. Meğer biz dışardayken H üseyin makinisti çoktan koltuğa oturtmuş bile... Çok eğlenmiştik çok... Allah rahmet eylesin...
 
---> uA besteler, tezahuratlar

Maç Öncesi Mevzular ve Sebahattin Reis ..
Galatasaray - Arsenal (Mayıs 2000)
Maç için Kopenhag'a Avrupa'nın dört bir yanından Türkler akıyordu, biz de gazeteci olarak orda yerimizi almıştık.
Maça daha 2 gün vardı, hatta futbolcular bile gelmemişti ama finalin bir ismi İngiliz diğeri ise Türk olunca olay çıkmaması imkansızdı. Biz de bu olayları takip edebilmek için Kopenhag'a erken gitmiştik.

15 Mayıs : Sabah erkenden çıkıp şehrin en büyük meydanı olan Tivoli Meydanı'na gitmiştik. Her tarafta dostça görüntüler vardı. İngilizler ve bizimkiler beraber foto çektiriyordu ama bunlar maça aileleriyle gelmiş olanlardı. Holiganları biraz araştırdığımızda gündüzleri dinlendiklerini geceleri ise içip olay çıkardıklarını öğrenmiştik.

Bizimkiler de ise Leeds maçından dolayı Galatasaray tribünün kalbi olarak adlandırılan tayfanin çok büyük bir kısmı gelememişti maça. Sadece Sebahattin ve birkaç arkadaşı gözümüze çarpıyordu İstanbul'dan.

Ama ortalıkta Almanya, Hollanda gibi ülkelerden gelen ülkücü gençler vardı, gördüğümüz kadarıyla da Sebahattin bu gençleri organize etmeye çalışıyordu... Gece olduğunda bize gelen haberde meydana yakın bir barda olay çıktığı bildirildi. Hemen oraya koştuk biz gittiğimizde polis olayları yatıştırmıştı. İngilizler barın içindeydi, Türkler ise kapıda. Polis kapıyı kapatmış bizimkileri içeri sokmuyordu.

Bir genç o sırada kapıya yaklaştı polise bir şeyler söyledi, tam dönerken koşarak kapıya bir tekme atti, tam o anda kapı açıldı ve İngilizler çekerek bizimkini içeriye aldı. Barın dış kısmı full camdı. Dışardaki Türkler bu görüntünün ardında taşlarla camları kırıp içeri girdiler ve burdaki İngilizleri kötü benzettiler. Bizimkiler çıktığında içerde bıçaklanmış bir İngiliz vardı.

16 Mayıs : Gece yaşanan olaylardan dolayı iki taraf da grup şeklinde dolaşıyordu ve neredeyse her tarafta küçük olaylar oluyordu, ama bunlar 3-5 kişinin yaptığı kavgalardı.

Akşama do ğru yine bir kavga haberi geldi, bara gittiğimizde bir İngiliz hastaneye kaldırılıyordu. Yine geç kalmıştık, olay çıkmış ve bizimkiler yine üstün gelmişti.

17 Mayıs : Olayın kokusu burnumuza geliyordu. Bugün kötü şeyler olacaktı. Meydanda kameralarımızla bekliyorduk. Meydan tamamiyle Türklerle doluydu. 6-7 bin T ürk meydandaydı. Her taraf sarı kırmızıydı. Arada İngiliz de görüyorduk ama bunlar yaşı baya büyük ailelerdi.

Öğlene doğru bir haber geldi; ''500 civarı İngiliz meydana doğru geliyordu, ve bu sırada onları görmüştük, evet 500 kadarlardı ama yüzlerinden intikam okunuyordu. Caddenin karşısına gelince durmuşlardı. Meydanin o tarafina bakan kısmında bizim gençler toplanmaya başlamıştı. Ellerinde kemer şişe hatta bıçak olanları vardı.

Tam bu sırada meydanin diğer tarafinda bir ses yükseldi. Yaklaşık 500 kişilik bir ingiliz grup arkadan saldırmıştı; ''yeeeeeee...'' ... Tam bu sırada cadde tarafındaki İngilizler de saldırıya geçti. Bu saldırı karşısında bizimkiler tamamen şok olmuştu. Çok iyi, planlı bir saldırıydı. Organize saldırıyorlardı. Bizimkilerde direniş vardı ama kişiseldi bunlar org. bi hareket yoktu.

Bu arada gözlerimiz Sebahattin'i ve de ülkücü gençleri arıyordu ama hiçbiri yoktu ortada. Yanımdaki arkadaşımın: ''Nerdesin S ebahattin'' dediğini duyduğuma eminim.

İngilizler meydanın ortasında birleşmişti. Bizimkiler ise kaçacak yer arıyordu. Direnenler çok azdı. Dedigim gibi kişisel direnişti ve bir işe yaramıyordu. Ve tam bu sırada meydana çıkan bir caddeden bir ses geldi. Sanki gök yarılıyordu : ''YA ALLAH BISMİLLAH ALLAHU EKBER''

Bir an binler yürüyor sanmıştık ve işte bizimkiler geliyordu. En önde Sebahattin, arkasında inanmış yürekli 300-400 civarı bir grup. Meydanın başına gelince durdular. İngilizlerin dikkati oraya yönelmişti. Sebahattin elini kaldırdı ve bir kez daha bağırdı : ''YA ALLAH BISMİLLAH ALLAHU EKBER'' ve arkasındakilerle birlikte meydana giriş yaptı. İngilizlerin üstüne açmışız bir şekilde saldırıyordu. Az önce ortalığı yakıp yıkan İngilizler şimdi kaçoyordu. Yere düşenlere defalarca vuruluyordu. Sebahattin'in geldiğini gören diğer Türkler(kaçanlar) geri dönüyotdu. Onlar da kaptığı sandalye, fırça, kemer vs. İngilizlere saldırmaya başlamışlardı. Elindeki büyük Türk bayrağını bırakmayan bir Türk'e saldırıyordu İngilizler diger tarafta. Sebahattin ordusu oraya yöneldi, o aslan parçası genç de kurtarılmıştı.

Bu savasta kazanılmıştı. Meydanın ortasında toplanıldı, en önde o, Türk bayrağı. Herkes sustu
Sebahattin ağzını bir kez daha açtı : ''dağğ başınıı duman almıışşşş....


Alemde tek ReiS sebahAttin ReiS!!!


kesınlıkle okuyun bunu :)
 
---> uA besteler, tezahuratlar

Sen rüyalarımda sabah uyandığım da,
geceleri sokaklarda yanlızlığım da,
kimi zaman üzgünüm de ağladığım da,
GALATASARAY gece gündüz hep aklımda,
son günüme kadar bitmeyecek bu sevda !!

Arman için , forman için,
Adın için inan ölürüz.
Hiç korkmadan adım adım
Biz hep peşinden yürürüz.

Fani aşklar elbet biter,
Acı verir sonra gider.
Bir tek senin büyük sevgin,
İnan ki bir ömre bedel.

Ölüm olsa vazgeçmeyiz,
Seninle ölüme gideriz.
Tüm acılar senden gelsin,
Biz bu aşkı terk etmeyiz.

Sensiz olmaz yapamayız,
Kimseyle paylaşamayız.
14 Şubat olsa bile,
Yine senin yanındayız.

Senden başka bir sevdada
Gülmedi ki bu yüzümüz.
Kutlu olsun Cimbombomum
Bugün Sevgililer Günümüz !...


Yıllar Yılı hiç Bıkmadım
Büyük bir aşkla Bağlandın
Yeri Geldi, Sabahladın
Bütün Ömrünü harcadın

Şimdi söyle, neredesin sen?
Oldu mu böyle bırakıp gitmen?
Keşke çıkıp, şaka desen
Ne olur alpAslan Dikmen!

Kalbimizdesin abi ;)


Bu dünyada para büyük ihtiyaç,

Emre Belözoğlu paraya muhtaç.

Alex'le dost ol Tümer’le arkadaş,

(Ananı da ) sat Emre yavaş yavaş

Sanma ki dönerim artık geriye
Bu sana aşkımdan en son hediye
Beni hatırlayıp ağlarsın diye
Kapına kırmızı bir gül bıraktım

Ellerde cigara seni izledik
Kırmızı gülleri kapına serdik
Tutmadın sevgili ellerimizden
Koştuk biz yine Cimboma geldik
 
---> uA besteler, tezahuratlar

Sen rüyalarımda sabah uyandığım da,
geceleri sokaklarda yanlızlığım da,
kimi zaman üzgünüm de ağladığım da,
GALATASARAY gece gündüz hep aklımda,
son günüme kadar bitmeyecek bu sevda !!


Sanma ki dönerim artık geriye
Bu sana aşkımdan en son hediye
Beni hatırlayıp ağlarsın diye
Kapına kırmızı bir gül bıraktım

Ellerde cigara seni izledik
Kırmızı gülleri kapına serdik
Tutmadın sevgili ellerimizden
Koştuk biz yine Cimboma geldik

bitiyom su 2 besteye :D
 
---> uA besteler, tezahuratlar

karlar düşer düşer düşer ağlarız
arman içn stadlara koşarız

yağmur yağar sel oluruz akarız
cimbomboma sırlsıklam aşığız
 
---> uA besteler, tezahuratlar

karlar düşer düşer düşer ağlarız
arman içn stadlara koşarız

yağmur yağar sel oluruz akarız
cimbomboma sırlsıklam aşığız
karlar duser çığ oluruz coşarız
arman için sahalara dolarız
yagmur yağar sel oluruz akarız
cimbomboma sırılsıklam aşığız
ruzgar eser kasırgayız yıkarız
engelleri hiç tanımaz aşarız
günler gecer seviniriz ağlarız
zaferlere bu şarkıyla koşarızz

aslı bu bestenın
uA uni bestesidir...
 
---> uA besteler, tezahuratlar

cimbombom aşkı babadan doğma
aşık oldum renklerine bu genc yaşımda
yağmur camurda deplasmanlarda
ölüm olsa bitmeyecek bu buyuk sevda
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst