Bayrak ve uyanık olmak...
Bayrak tartışmaları durulmaya yüz tutmuşken yeniden alevlendi. Özellikle hükümetten de daha mutedil ve makul açıklamalar gelmeye başlamıştı. Gazeteler bayrağı yerde sürüklüyen çocukların, bayrağı öpen fotoğraflarını yayınlıyorlardı. Şimdi bir yanda bayrağı bahane eden hoşgörüsüzlük ve linç girişimleri, diğer yanda aydınların "Kaygılıyız-Uyarıyoruz" bildirisi... Her zaman öyle değil midir? Toplumların hassas noktaları bazen bir kıvılcım bekler, bazen ortaya dökülmek için bahaneler. Bunlar üstelik kimilerinin kaşımak, kullanmak için can attığı noktalardır. Türkiye, bayrak tartışmaları ile hem duyarlılığını hem duygusallığını, hem de yumuşak karnını sergiliyor. Yaşananlar, yapılan açıklamalar çok sayıda dersler çıkartabileceğimiz örnekler içeriyor.
Olayın gerçekleştiği gün ve sonrasında sıcağı sıcağına gösterilen kimi haklı görülebilecek tepkiler sonra ürkütücü açıklamalara, yangına körükle gidenlerin, “bayrak” histerisine dönüştü. Toplumun birçok kesimi de buna katıldı ve neredeyse “bayrak” konusunda iman tazeledik. Bayrağı kapıp balkona pencereye koşmamak, bu konuda bir şeyler yazmamak neredeyse büyük bir eksiklik oldu. Ben, bu tepki bolluğunda, biraz eksik kalmamın kimseyi rahatsız etmeyeceğini düşünerek gelişmeleri izledim. Medyayı izledim, birçok kişiyle konuştum, üyesi olduğum e-posta gruplarındaki tartışmaları okudum.
Aydınların kaygılarını dile getiren şiddet ve çatışma riskine dikkat çeken bildirisi ve sağduyu çağrısı son yaşananların vehametine dikkat çekiyor. Konu neredeyse her kesim tarafından hemen her boyutuyla değerlendirildi. Olay gerçekleştiği zaman aklıma gelen, Atatürk’ün bir sözünü şimdi burada anmak istiyorum. Herkesin kütüphanesinde, bir iki adım ötesinde duran bir sözü... Bildiğiniz gibi Atatürk, “Nutuk”u Gençliğe Hitabesi’yle sonuçlandırır. Son cümlesini söyler ve “Ey Türk Gençliği” diye hitabesine başlar. Hitabeden önceki son ve kısa cümle aslında, tüm Nutuk’un özeti gibidir: “Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.”*
Dost, düşman herkes çok iyi bilir... Mehmet Akif Ersoy bu çok iyi bilineni, İstiklal Marşı’mızın en etkili dizelerinden biriyle de çok iyi anlatmıştır:“Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”. Bu sevgili yurdun her köşesini, canını feda ederek koruyan atalarımızın cesaretleri, fedakarlıkları tüm dünya uluslarına örnek teşkil etmiştir.
Ulusal bilincin oluşmadığı dönemlerde, ulus-devlet tarih sahnesinde belirmeden önce de bu halklar İmparatorluğun her köşesinde kahramanca kendilerini feda ettiler. Aynı biçimde İstiklal Savaşı’nda da, farklı etnik kökenden, dili, dini farklı insanlarımız, aynı bayrak altında, omuz omuza mücadele verdi. Atatürk, bu fedakarlığa dikkat çekiyor. Ama önceliği başka bir konuya veriyor: Uyanıklık!
Altı yüzyıl 3 kıtada hükmeden bir İmparatorluğun, Anadolu’yu yurt edinmek zorunda kaldığı Bağımsızlık Savaşı’mızı, yaşananları anlatırken, yüzyılların bize vermesi gereken temel dersin “uyanıklık” olduğunu söylüyor, Atatürk. Kurucu önderimiz, tüm yaşadıklarının ardından, savaşın, gizli-açık hesapların, ihanetlerin, kahramanlıkların, oyunların ardından diyor ki, İstiklal Savaşı’nı yüzyılların bize öğrettiği uyanıklıkla kazandık.
Bu büyük dersi ve deneyimi görmezden gelebilir miyiz? UYANIK OLMAK ZORUNDAYIZ. Bu, uyku halinde olmamak kadar, aklımızı, sağduyumuzu korumak ve basiretimizi kendi kendimize bağlamamak anlamına geldiği gibi olur olmaz etrafta "düşmanlar", "komplolar", "mihraklar" aramamak anlamına da geliyor. Kimi insanların duygusal davranmaları, kendini kaybetmeleri, amiyane tabiriyle “gaza gelmeleri” mazur görülebilir. Ancak “devlet adamlarının” böyle bir lüksü, aydınların, kamuoyu yönlendiricilerinin böyle bir seçeneği asla olamaz. Son günlerde toplumda beliren isyan ve linç duygusunun, huzursuzluğun, birbirine düşme ve düşmanlık etme riskinin önüne geçmek gerekirken, kimi kişi ve kurumlardan maalesef tam tersi açıklamalar, eylemler görmeye başladık.
Şunları anlamak niçin bu kadar zor? Bayrakları bayrak yapan, “sözde vatandaş” kategorileri yaratmamaktır. Herkesin “vatandaşlık bağının” kutsallığına inanmak, insanları “ya sev ya terk et!” diye dışlamak yerine bu bağı güçlendirmenin yolunu aramaktır. İşi, aşı, eğitimi, sağlığı hakkı, hukuku, ulaşılabilir, adil ve eşit kılmak; devletin olanaklarını halktan esirgememektir.