SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

AKDENİZ BÖLGESİ






KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI:
Bölge yurdumuzun güneyinde, Akdeniz boyunca bir şerit halinde uzanır. Komşuları Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri, Suriye, Kıbrıs Adası ve Akdeniz ile komşudur. Gerçek Alanı 122.927 Km2'dir. Ülkemizin % 15'ini kaplar ve Alan bakımından 5.sırada yer alır.
Nüfusu 2000 sayımına göre 8.7 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 71 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi). Kentsel nüfus % 60'tır (Türkiye ortalaması %65). Nüfus artış hızı %o 22'dir (Türkiye ortalaması %o 18.3)
BÖLÜMLERİ:
1.Adana Bölümü
2.Antalya Bölümü
YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
Dağları: Bölge genel olarak Toros Dağları ve yüksek platolarla kaplıdır. Batı Toroslar, Bey Dağları, Çiçekbaba ve Barla Dağları, Sultan Dağı, Dedegöl ve Geyik Dağları, Orta Toroslar, Bolkar Dağları, Aladağlar, Tahtalı ve Binboğa Dağları, Nur Dağları. Karadeniz Bölgesinde olduğu gibi dağların uzanış yönü ulaşıma elverişli olmadığı için ulaşım ancak geçitlerden sağlanır. Bu geçitler Çubuk, Gülen ve Gürbulay Geçitlerdir.

Platoları: Taşeli ve Teke Platoları
Ovaları: Çukurova, Amik, Antalya, Göller Yöresindeki Çöküntü Ovaları.
Akarsuları: Bölgedeki akarsular iklim sebebiyle düzensiz akışa sahiptir. Akarsuları kışın kabarır, yazın ise çok azalır. Asi, Seyhan, Ceyhan, Göksu, Manavgat, Aksu ve Dalaman başlıca akarsularıdır. Manavgat ve Aslantaş Baraj Gölleri de bulunmaktadır.
Gölleri: Beyşehir, Eğirdir, Burdur, Kovada, Acıgöl, Suğla, Söğüt, Salda, Elmalı ve Avlan başlıca gölleridir.
İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Bölgenin Akdeniz yamaçlarında Akdeniz İklimi ve Maki Bitki Topluluğu görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.
Dağların kuzey yamaçlarında ve göller yöresindeyse iklim karasallaşır. Bitki örtüsü de bozkırdır. Bu alanlarda yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Yer yer ormanlara da rastlanır.
TARIM VE HAYVANCILIK:
Buğday: Bölgenin dağların kuzey yamaçlarındaki karasal iklimin görüldüğü alanlarda görülür.
Pirinç: Amik Ovasında ve Maraş çevresinde görülür.
Pamuk: Çukurova ve kıyı ovalarında. Türkiye'de 2. Sırada görülür.
Tütün: Burdur ve Göller Yöresinde yetiştirilir.
Turunçgiller: Akdeniz İkliminin görüldüğü kıyı kesiminde görülür.
Muz: Mersin ve Anamur çevresinde yetiştirilir. Türkiye'de 1 sıradadır.
Zeytin: Kıyı kesiminde yetiştirilir.
Göller Yöresinde: Ananas, Haşhaş, Gül ve Şekerpancarı yetiştirilir.
Seracılık: Akdeniz Bölgesi ilk sırada yer alır.
Sebzecilik: Mersin ve Antalya çevresinde turfanda sebze yetiştirilir.
Bölgenin hayvancılığı fazla gelişmemiştir. Genelde yaylacılık faaliyetiyle birlikte yapılır. Sığır, Koyun ve Kıl Keçisi yetiştirilir.
YER ALTI ZENGİNLİKLERİ:
Krom: Adana, Denizli ve Muğla'da (Türkiye'de 1.)
Barit: Antalya, İçel ve Konya'da (Türkiye'de 1.)
Boksit (Alüminyum): Antalya, Konya, Adana ve Hatay (Türkiye'de 1.)
Kükürt: Isparta-Keçiborlu
Demir: Adana ve İçel
Amyant: Hatay-İskenderun
Manganez: Adana, Muğla ve Burdur
Petrol: Adana
ENDÜSTRİ:
Adana Bölümünde: Dokuma, Tütün, Gıda, Kimya, Tarım Araçları, Çimento, Madeni Eşya, Tuğla, Ataş-Mersin'de Ataş Petrol Rafinerisi, ve Mersin Limanı bulunmaktadır.
Antalya Bölümünde: Ferro Krom, Yağ, Gülyağı, Çimento, Tuğla, Tarım Araçları, Halıcılık, faaliyeti yapılmaktadır.
TURİZM:
Burdur'da İnsuyu Mağarası, Alanya'da Damlataş Mağarası, Tarsus'ta Yedi Uyuyanlar Mağarası, Mersin'de Cennet ve Cehennem Obruğu, Plajları bulunmaktadır.
NÜFUS VE YERLEŞMESİ:
Nüfusu 2000 sayımına göre 8.7 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 71 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi). Kentsel nüfus % 60'tır (Türkiye ortalaması %65). Nüfus artış hızı %o 22'dir (Türkiye ortalaması %o 18.3)
Fakat tarım alanlarının ikliminde uygun olması nedeniyle verimli olması nüfusun bu alanlara toplanmasına neden olmuştur. Bunun yanında Toroslar ve Platolarda nüfus çok seyrektir. Bölge nüfusun %70'i Adana Bölümüne toplanmıştır.
BÖLGENİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
* Yüzölçümü bakımından % 15 ile 4. Sıradadır.
* Orman bakımından % 21 ile 2. Sıradadır. Ama Maki olduğu için ekonomik değeri yoktur
* iklimin etkisi ile orman yangınları çok görülür.
* Ekili-Dikili alanlar bakımından % 18 ile 5. Sıradadır.
* Dağların uzanış yönü nedeniyle Boyuna Kıyı Tipi görülür.
* Ekonomisi tarıma dayanır ve Sanayi 2. Sırada gelir.
* Sanayi bakımından Türkiye'de 3. Sırada gelir.
* Susam, yerfıstığı, turunçgiller, muz, gül ve soya fasülyesi üretiminde Türkiye'de ilk sırada gelir.
* İklimi nedeniyle tropikal bir bitki olan muz sadece bu bölgede yetiştirilir.
* Karstik Yer şekillerine en çok bu bölgede yetiştirilir.
* Kışları en ılık bölgemizdir.
* Üçüncü büyük Kapalı Havzamız olan Göller Yöresi Antalya Bölümünde yer alır.
* Çukurova en büyük delta ovamızdır ve Seyhan ve Ceyhan Nehirleri tarafından oluşturulmuştur.
* İklim sayesinde yılda birden fazla ürün alınabilmektedir.
* Sıcaklık ve buharlaşma nedeniyle en tuzlu denizimiz Akdeniz'dir.
* Kışları en kısa süren bölgemizdir.
* Sebze ve Meyvenin en erken olgunlaştığı bölgemizdir.
* Don olaylarının en az olduğu bölgemizdir.
* Mevsimlik işçi göçünün en fazla olduğu bölgemizdir.
* Göl bakımından en zengin bölgemizdir.
* Platolarında nüfus çok seyrektir.
* Toroslar ulaşımı olumsuz yönde etkiler.
* Yıl içinde gölge uzunluğunun en kısa olduğu
* Güneşlenme süresinin en fazla olduğu bölgedir.
* Derece ortalama sıcaklık ile en sıcak bölgemizdir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ






KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI: Ülkemizin güney doğusunda yer alan bölge nüfus ve yüzölçümü en küçük bölgemizdir. Akdeniz, Doğu Anadolu Bölgeleriyle, Suriye ve Irak Devletleriyle komşudur.
Gerçek Yüzölçümü 59.176 km2'dir. Alan bakımından ülkemizin % 7,5'ini kaplar en küçük bölgemizdir.
Nüfusu 2000 sayımına göre 6.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 112 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi) BÖLÜMLERİ: 1.Dicle Bölümü 2.Orta Fırat Bölümü YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ: Dağları ve Düzlükleri: Bölgenin yüzey şekilleri sadedir. Genellikle platolarla ve ovalarla kaplıdır. Yer şekilleri tarıma elverişlidir. Batıdan doğuya gidildikçe yükseklik artar. İki bölümün ortasında Karacadağ Sönmüş Volkan dağı bulunur. Bu bölgenin tek ve en yüksek dağıdır. Dicle Bölümünde Gaziantep ve Şanlıurfa Platoları vardır. Orta Fırat Bölümünde Diyarbakır Havzası ve Mardin Eşliği (Yüksek bir düzlüktür.) vardır.
Akarsuları Ve Gölleri: Fırat ve kolları Göksu ve Nizip, Dicle ve kolları Botan, Garzan ve Batman kolları başlıca akarsularıdır.
Bölgede doğal göl yoktur. Akarsularının hidroelektrik gücü fazladır. Bu nedenle bir çok baraj gölü vardır. Fırat Nehri'nin üzerinde Atatürk, Karakaya, Hancağız Baraj Gölleri, Dicle nehri üzerinde Kıralkızı, Ilısu, Cizre Baraj Gölleri. İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ: Bölgenin batısında Akdeniz ikliminin etkileri hissedilir. Yazları sıcak ve kurak geçer. Fakat kışları Akdeniz Bölgesine göre daha serindir. Bu bölümde don ve karada rastlanır. Yağışların çoğu kışın düşer. Yıllık yağış 500-600 mm'dir. Yağışın az olmamasına rağmen sıcaklık ve güneyden esen çöl rüzgarları yüzünden buharlaşma meydana gelir ve bu da kuraklığa sebep olur. Ülkemizin en yüksek sıcaklıkları bu bölgede ölçülür. Tarımda sulama ihtiyacı çok olur. Bölgenin doğusuna gidildikçe deniz etkilerinden uzaklaşılır ve yükseklik artar, sıcaklıklar düşer. Kar ve don olayları daha çok görülmeye başlar.
Bölgenin alçak kesimlerinde ve batısında bozkır görülür. Dağ yamaçları, yüksek yerler ve akarsu kenarlarında orman ve çalılık ağaçlara da rastlanır. TARIM VE HAYVANCILIK: Bölgenin ekonomisi tarıma dayanır. Ülke ekonomisine katkısı da bu alandadır. Tarıma elverişli tarım alanları ve düzlüklere sahip olmasına rağmen yaz kuraklığı ve sulama ihtiyacı nedeniyle tarım zorlaşır. GAP Projesinin yapılması ile birlikte artan sulama imkanları bölgenin tarımını artırmaya başlamıştır.
Bölgenin tarıma karasal iklim ürünlerine daha çok elverişlidir. En çok yetiştirilen ürünler şunlardır.
Mercimek: Türkiye üretiminde ilk sırada yer alır.
Buğday, Keten, Pamuk, Çeltik (Pirinç), Nohut ve Susam yetiştirilen bazı ürünlerdir.
Gaziantep Platosunda Antepfıstığı, Zeytin ve Üzüm yaygıdır.
Siirt'te Antepfıstığı üretimi başlamıştır.
Akarsu kenarlarındaki sulanabilen ovalarda sebze ve meyvede (Başta Karpuz olmak üzere) yetiştirilmektedir.
Bölgede platolar ve bozkırlar çok görüldüğü için küçükbaş Hayvancılık (Koyun, Keçi) çok yapılır. Keçi daha çok yüksek alanlarda yaygındır. Bu sayede bölgede hayvansal ürünler ticareti de yapılmaktadır. YER ALTI KAYNAKLARI: Fosfat: Mardin-Mazıdağı, Doğalgaz: Mardin-Çamurlu
Petrol: Batman- Beşiri ve Batman, Siirt-Kurtalan-Baykan ve Barzan, Adıyaman-Kahta ve Diyarbakır.
Linyit: Adıyaman-Gölbaşı, Manganez: Kilis NÜFUS VE YERLEŞME: Nüfusu 2000 sayımına göre 6.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 112 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi). Yoğunluk bakımında en yoğun 2. bölgedir. Nüfus artış hızı %o 25'tir (Türkiye %o 18.34). Bölgede kentsel nüfus % 62'dir (Türkiye ortalaması %65). Bölgede toplu yerleşme ve kerpiç evler yaygındır. Nüfus batı kesiminde, dağ etekleri ve akarsu boylarında yoğunlaşmıştır. TURİZM: Adıyaman-Nemrut Dağı, Şanlıurfa- Balıklı Göl ve Tarihi Eserler. TÜRK EKONOMİSİNE KATKISI: Türkiye Petrolünün 1/7'si bu bölgeden sağlanır. Geri kalanı dış ülkelerden ithal edilir. Batman'da Petrol Rafinerisi vardır. GAP Projesinin bitirilmesi ile tarımdaki su ihtiyacı karşılanacak ve bölge ekonomisi daha zenginleşecektir. Bunun ülke ekonomisine büyük katkısı olacaktır. BÖLGENİN GENEL ÖZELLİKLERİ: * Alan bakımından en küçük bölgedir.
* Nüfus bakımından sonuncu olmasına rağmen alanı küçük olduğu için yoğunluk fazladır.
* Orman bakımından % 1 ile son sırada yer alır.
* Ekili-Dikili alan bakımından % 20 ile 4. Sıradadır.
* Ekonomisi tarıma dayanır. Hayvancılık 2. Sırada yer alır.
* Antepfıstığı, mercimek ve karpuz üretiminde ilk sırada yer alır.
* Fosfat ve Petrol üretiminde ilk sıradadır.
* Buharlaşma ve yaz kuraklığının en fazla olduğu bölgedir.
* Hiç doğal gölü yoktur.
* En yüksek yeri Karacadağ Sönmüş Yanardağıdır.
* GAP Projesi bölgede halen sürmektedir.
* Türkiye'nin en büyük ve önemli baraj gölleri bölgede yer alır.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

DOĞU ANADOLU BÖLGESİ






KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI:
Ülkemizin doğusunda yer alan bölge kabaca üçgene benzer. Marmara ve Ege Bölgeleri hariç her bölge ile komşudur. Suriye hariç bütün doğu komşularımızla sınırı vardır.
Alanı 165.436 Km2'dir. Bu gerçek alanı ile ülkemizin %21'ini kaplar ve en büyük bölgemizdir.
Nüfusu 2000 sayımına göre 6.1 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 37 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının çok altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi)
BÖLÜMLERİ:
1.Yukarı Fırat Bölümü
2.Yukarı Murat Van Bölümü
3.Erzurum-Kars Bölümü
4.Hakkari Bölümü
YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
Dağları: En yüksek bölgemizdir. Ortalama yükseltisi 2000-2200 metredir. Bölgede dağlar üç sıra halinde uzanır.
Kuzeyde: Çimen, Kop, Esence, Karasu, Allahuekber Dağları
Ortada: Mercan (Munzur), Karasu-Aras Dağları
Güneyde: Güneydoğu Toroslar ve Buzul (Cilo) Dağları bulunmaktadır.
Van Gölünün kuzeyinde volkanik dağlar vardır. Bunlar Ağrı, Tendürek, Aladağ, Süphan, Nemrut Dağlarıdır.
Düzlükleri: Kıvrım dağları arasında çöküntü ovaları vardır. Bu ovalar: Elbistan, Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Van, Başkale, Hakkari, Yüksekova güneydekilerdir. Kuzeyde ise Erzincan, Tercan, Aşkale, Erzurum, Pasinler, Horasan, Kağızman ve Iğdır vardır. Tunceli ve Erzurum-Kars Platoları da diğer düzlüklerdir.
Akarsuları: Karasu ve Murat birleşerek Fırat Nehrini oluşturur. Bu nehir Dicle Nehri ve onunla birleşen Büyük Zap Kolu ile yabancı topraklara giderek Basra Körfezinden denize dökülmektedir. Aras ve Kura nehirleri de yine başka topraklara giderek Hazar Denizine dökülmektedir. Bu akarsuların yüzey şekilleri ve engebe nedeniyle hidroelektrik enerji üretme güçleri fazladır.
Gölleri: Van Gölü ülkemizin en büyük gölüdür ve suyu sodalıdır. Bölgenin diğer gölleri şunlardır: Erçek, Nazik, Çıldır, Hazar ( Tektonik Göllerdir), Balık, Haçlı, Nemrut (Krater Gölleri), ve Akgöl.
Ayrıca bölgede Keban ve Karakaya Baraj Gölleri de bulunmaktadır.
Değerlendirme: Bölgeye Yurdumuzun çatısı diyebiliriz. Bölgeyi kaplayan yüksek dağlar bölgenin her özelliğini yakından etkilemektedir. Dağlar doğudan batıya uzandığı için kuzey-güney doğrultusunda ulaşım zordur. Tarım alanları azdır iklimi çok serttir. Tarım ürünleri çeşitli değildir. Sanayi ve ticareti de gelişmemiştir.
İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Bölgenin iklimine yükselti ve karasallık hakimdir. Sert karasal iklim yaşanır. Kışları uzun, soğuk ve kar yağışlıdır. Don olayı çok görülür. Yazları sıcak, kurak ve kısadır. En fazla yağış ilkbaharda görülür. Erzurum-Kars Bölümünde ise yazın görülür.Günlük ve yıllık sıcaklık farkları fazladır. Yıllık yağış miktarı 500-600 mm dir. Buharlaşma az olduğu için bu yeterlidir. Yıllık sıcaklık 5-6 derecedir ve en soğuk bölgedir. Bölgeye kuzey rüzgarları (Poyraz) hakimdir. Bölgenin doğal bitki örtüsü bozkır (Step)'tir. Dağ yamaçlarında bozulmuş orman ve dağların yükseklerinde dağ çayırlarına rastlanır.
TARIM VE HAYVANCILIK:
Yükselti ve engebeli yer şekilleri nedeniyle tarım alanları azdır. Tarım en çok güneydeki çöküntü ovalarında yapılır. Bölgede en çok arpa ve buğday yetiştirilir. Bitlis, Malatya, Elazığ'da Şekerpancarı, Iğdır'da Pamuk, Malatya'da Kayısı (1.), yetiştirilir. Patates ve lahana diğer ürünlerdir. Sıcaklık çok düşük olduğu için sebze üretimine en az elverişli bölgemizdir.
Kars ve Bitlis'te arıcılık yapılır. Türkiye bal üretiminin % 20'si buradan sağlanır.
Bölgede tarım alanları az otlak ve meralar fazla olduğu için hayvancılık en önemli faaliyettir. Yüksek yerlerde büyükbaş, çöküntü ovalarda küçükbaş hayvancılık yaygındır. Bölge halkının % 80'i tarım ve hayvancılıkla uğraşır.
YER ALTI ZENGİNLİKLERİ:
Demir: Sivas-Divriği, Malatya-Hekimhan ve Hasançelebi (1.) , Krom: Diyarbakır-Ergani, Elazığ-Guleman-Alacakaya (1.), Bakır: Elazığ-Maden, Malatya-Pötürge (2.), Kalay: Elazığ ve çevresinde, Kurşun-Çinko: Elazığ-Keban, Malatya-Darende, Oltu Taşı: Erzurum-Oltu (1.), Linyit: K.Maraş-Afşin-Elbistan, Erzurum-Aşkale, Barit: Muş, K.Maraş-Elbistan, Amyant (Asbest): Erzincan-İliç, Kayatuzu: Kars-Kağızman, Erzurum, Ağrı, Iğdır,
ENDÜSTRİSİ:
Fazla gelişmemiştir. Olanlarda tarıma dayanır. Bir çok ilde et kombinaları vardır. Et üretimimizin % 25'i bu bölgeden sağlanır.Malatya ve Bitlis'te sigara, Elazığ'da gübre, Erzurum ve Malatya'da deri sanayisi bulunmaktadır. Bir çok ilde şeker ve çimento fabrikası da bulunmaktadır. Malatya ve Erzincan'da dokuma ve iplik fabrikası vardır. Keban'da simli kurşun işletmeleri, Divriği'nde Demir-Çelik Fabrikası, Elazığ'da Ferro-Krom Fabrikası vardır.
Kahramanmaraş'ta Afşin, Elbistan ve Sivas Kangal'da termik santral bulunmaktadır.
NÜFUS VE YERLEŞME:
Nüfusu 2000 sayımına göre 6.1 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 37 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının çok altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi) Yoğunluk bakımında en az bölgedir.
Yani nüfusu en seyrek bölgemizdir. Nüfus çöküntü ovalarında toplanmıştır. Toplu yerleşme görülür.Nüfusun % 48'i kırsal kesimde yaşar ve tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Nüfus artış hızı %o 14 ile Karadeniz'den sonra en az bölgedir (Türkiye ortalaması %o 18.34). Sanayisi çok az olduğu için Karadeniz Bölgesinden sonra en çok göç veren bölgemizdir. Malatya, Erzurum ve Elazığ en kalabalık illeridir.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KATKISI:
Bölgenin sanayisi ve tarımı geridir. Ekonomimize katkısı daha çok hayvancılık alanındadır. Hayvan ürünlerinin ekonomimize katkısı % 25'tir.
TARİHİ ÖNEMİ:
Erzurum Kongresi bu bölgede yapılmıştır.
BÖLGENİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
* En büyük bölgemizdir. Ülkemizin % 21'ini kaplar.
* Nüfus yönünden 6., yoğunluk yönünden 7. sıradadır.
* Orman bakımından % 7 ile 6. sıradadır.
* Ekili-Dikili arazi bakımından % 10 ile sonuncudur.
* En fazla enleme sahip bölgedir.
* Sanayisi en geri bölgedir.
* Ekonomisi ve ülke ekonomisine katkısı hayvancılık alanındadır.
* Kayısı üretiminde Malatya 1. sıradadır.
* En zengin yer altı kaynakları Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır.
* '2000-2200 metre ile en yüksek bölgedir.
* Göl yönünden zengindir hatta en büyük göle sahiptir (Van Gölü)
* En çok göç veren 2. bölgedir.
* Tarım ürünlerinin en geç olgunlaştığı bölgedir.
* En soğuk ve kışları en uzun bölgedir.
* Hidroelektrik üretiminde 1. tüketiminde 7. sıradadır.
* Günlük ve yıllık sıcaklık farkının en fazla olduğu bölgedir.
* Turizm gelirleri en az ve ulaşımı en kötü bölgedir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

İÇ ANADOLU BÖLGESİ






KONUMU, SINIRLARI VE KOMŞULARI:
Doğu Anadolu'dan sonra 2. büyük bölgemizdir. Anadolu Yarımadasının ortasında yer alır. G.Doğu Anadolu Bölgesi hariç her bölgeyle komşudur. Alanı 163.057 Km2 dir. Ülkemizin % 20'sini kaplar.
Nüfusu 2000 sayımına göre 11.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 71 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 71 kişi)
BÖLÜMLERİ:
1.Konya Bölümü
2.Yukarı Sakarya Bölümü
3.Orta Kızılırmak Bölümü
4.Yukarı Kızılırmak Bölümü
YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
Dağları: Yer şekilleri sadedir. Engebeli arazi fazla olmadığı için arazi ulaşıma uygundur. Ortalama Yükselti 800-1000 metredir. Bölgenin en yüksek yeri doğu bölümüdür. Kıvrım dağları da bu bölümde yer alır. Akdağlar, Hınzır Dağları, Tecer Dağları, Yıldız Dağları bu kıvrım dağlarıdır. Bölgenin güneyinde volkanik dağlar vardır.Bunlar Erciyes Dağı (3917 m en yüksek yeri), Melendiz, Hasandağı, Karacadağ, Karadağ'dır.
Platoları: Haymana, Cihanbeyli, Obruk, Bozok (Kızılırmak), Yazılıkaya, (Bayat), Uzunyayla platoları vardır.
Ovaları: Konya Ovası (Türkiye'nin en büyük ovası), Ereğli, Aksaray, Sakarya, Eskişehir, Ankara, Kayseri ve Develi Ovaları
Akarsuları: Kızılırmak, Sakarya, Porsuk Çayı, Delice Irmağı.
Gölleri: Bölgenin güneyinde kapalı havzalar vardır. Tuz Gölü (2.Büyük Gölümüz), Akşehir, Eber, Ilgın (Çavuşçu), Tuzla, Seyfe, Mogan, Sultan Sazlığı vardır. Sakarya Nehri üzerinde Sarıyar ve Gökçekaya, Kızılırmak Nehri üzerinde de Hirfanlı ve Kesikköprü baraj gölleri vardır.
İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Bölge dağlarla çevrili olduğu için yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Don olayları çok görülür. En az yağış alan bölgedir. Ortalama yağış 400 mm'dir. Bunun en önemli sebebi bölgenin dağlarla çevrili olmasıdır. Doğal bitki örtüsü bozkırdır. Bölgede özellikle doğudaki dağlık alanlarda ormanlara da rastlanır. Orman bakımından % 9 ile 5. sıradadır. Akarsu boylarında kavakçılıkta yapılır.
TARIM VE HAYVANCILIK:
Bölgenin ekonomisi tarıma dayanır. Ekili-dikili alanlar bakımından Marmara Bölgesinden sonra 2. sırada yer alır (% 27). Çalışan nüfusun büyük bölümü tarımda çalışır. Fakat tarımın en önemli sorunu sulama ihtiyacıdır. Bölgede en çok üretilen ürün buğdaydır. Diğer ürünler şekerpancarı ( şeker fabrikaları bölgede fazladır.), Üzüm, Mercimek, Yulaf, Çavdar, Ayçiçeği, Haşhaş, çeşitli meyveler ve sebzelerdir.
Bölgede küçükbaş hayvancılık yaygın olarak yapılır. Ankara çevresinde tiftik keçisi, Sivas ve Konya çevresinde koyun çok yetiştirilir.
YER ALTI ZENGİNLİKLERİ:
Krom: Eskişehir-Mihalıççık, Kayseri ve Sivas. Kayatuzu: Kırşehir, Çankırı, Nevşehir, Yozgat. Linyit: Sivas-Kangal. (Burada bir de termik santralde bulunmaktadır.) Demir: Kayseri-Develi, Sivas-Kangal, Ankara-Haymana. Toryum: Eskişehir-Sivrihisar. Çinko: Konya-Bozkır, Niğde-Bor (Türkiye'de 2. sırada). Lületaşı: Eskişehir (Türkiye'de ve Dünya'da 1.). Volfram: Kırıkkale-Keskin, Niğde (Türkiye'de 2. sırada).
ENDÜSTRİSİ:
Sanayi Yukarı Sakarya Bölümünde gelişmiştir.
Eskişehir: Lokomotif, besin, motor, çimento, inşaat, malzemeleri, şeker, et deri sanayisi vardır.
Ankara: Dokuma, besin, tarım araçları, çimento, alkollü içki, mobilya, selüloz, kağıt, karton, deri ve et sanayisi vardır.
Konya: Tarım araçları, besin, motor, çimento, süt ürünleri, inşaat malzemeleri, selüloz, kağıt ve şeker s.
Kayseri: Halıcılık, meyve suyu, pamuklu dokuma, pastırma ve sucuk sanayisi.
Kırıkkale: Silah sanayi, Orta Anadolu Rafinerisi.
Sivas: Besin, Yem, Çimento, demir-çelik, et entegre, demiryolları bakım ve onarım tesisleri vardır.
NÜFUSU VE YERLEŞMESİ:
Nüfusu 2000 sayımına göre 11.6 milyondur. Nüfus yoğunluğu Km2'ye 71 kişidir. Bu Türkiye ortalamasının altındadır. (Türkiye ortalaması Km2'ye 83 kişi). Nüfus artış hızı %o 16'dır (Türkiye ortalaması %o 18.34).
Nüfusun % 69'u kentte yaşar (Türkiye ortalaması % 65). Yukarı Sakarya Bölümü en yoğun nüfuslu alandır. Nüfus genellikle bölgenin çevresindeki dağ eteklerindeki ovalara yoğunlaşmıştır.
Ülkemizin başkenti ve 2.büyük kenti Ankara bölgede yer almaktadır.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE KATKISI:
Ekonomisinde tarım hakim faaliyettir. Bölge yurdumuzun tahıl ambarıdır. Yurdumuzda Buğday (%35), Arpa (%45), Şekerpancarı (%40), Baklagiller (%30), Meyvecilik (%20) oranında yapılır. Bölgede Ankara, Eskişehir, Konya, Kayseri, Kırıkkale ve Sivas gibi sanayi kentleri vardır. Türkiye Endüstri üretiminin % 15'i bu bölgemizden sağlanmaktadır. Bölgenin turizm gelirleri de fazladır.
TARİHİ ÖNEMİ:
Sivas Kongresi Sivas kentinde yapılmıştır. Ankara'da da ilk TBMM açılmıştır. Bu tarihten sonra Milli Mücadelenin merkezi olmuştur.
BÖLGENİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
* En fazla nadasa bırakılan bölgedir.
* En büyük kapalı havzamız buradadır (Tuz Gölü)
* En tuzlu gölümüz %o ile Tuz Gölüdür.
* Lületaşının tek çıkarıldığı yer Eskişehir'dir.
* Karstik şekillere en çok rastlanan 2.bölgemizdir. (Sivas, Çankırı)
* İklimden dolayı kerpiç en çok kullanılan yapı malzemesidir.
* Ulaşımı yeryüzü şekilleri sayesinde çok uygundur.
* En az yağış alan bölgemizdir
* Ortalama yükseltisi 1000 metredir. En yüksek yeri Erciyes Dağıdır.
* Küçükbaş hayvan sayısı en fazla olan bölgedir.
* Nüfus bakımından 2. olmasına rağmen alanı büyük olduğu için yoğunluk azdır.
* Tek uçak fabrikamız Eskişehir'dedir.
* Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır.
* İklimi sert ve karasaldır.
* Kentleşme oranı düşük, kırsal yerleşme topludur.
* Yaz kuraklığının erken başlaması sebze üretimini olumsuz yönde etkiler.
* Bölgede endüstri bitkilerinden şekerpancarı, tahıllardan buğday çok yetiştirilir.
* En uzun akarsuyumuz Kızılırmak nehrinin büyük kısmı bölgededir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

DOĞAL AFETLER VE KORUNMA YOLLARI

DEPREM





Deprem Hakkında Teknik Bilgiler
Deprem Nedir '
Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayına 'DEPREM' denir. Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır. Depremin nasıl oluştuğunu, deprem dalgalarının yeryuvarı içinde ne şekilde yayıldıklarını, ölçü aletleri ve yöntemlerini, kayıtların değerlendirilmesini ve deprem ile ilgili diğer konuları inceleyen bilim dalına 'SİSMOLOJİ' denir.
Depremin Oluş Nedenleri ve Türleri
Dünyanın iç yapısı konusunda, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre, yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km. kalınlığında oluşmuş bir taşküre (Litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşkürede yer alır.Litosfer ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2.900 km olan kuşağa Manto adı verilir. Manto'nun altındaki çekirdeğin Nikel-Demir karışımından oluştuğu kabul edilmektedir.Yerin, yüzeyden derine gidildikçe ısının arttığı bilinmektedir. Enine deprem dalgalarının yerin çekirdeğinde yayılamadığı olgusundan giderek çekirdeğin sıvı bir ortam olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Manto genelde katı olmakla beraber yüzeyden derine inildikçe içinde yerel sıvı ortamları bulundurmaktadır. Taşküre'nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır.Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok 'Levha'lara bölünmektedir. Üst Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında devam edip gitmektedir. İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır. Yukarıda, yerkabuğunu oluşturan 'Levha'ların, Astenosferdeki konveksiyon akımları nedeniyle hareket halinde olduklarını ve bu nedenle birbirlerini ittiklerini veya birbirlerinden açıldıklarını ve bu olayların meydana geldiği zonların da deprem bölgelerini oluşturduğunu söylemiştik. Birbirlerini iten ya da diğerinin altına giren iki levha arasında, harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın hareket edebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir. İtilmekte olan bir levha ile bir diğer levha arasında sürtünme kuvveti aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde gerçekleşir ve şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen deprem (sarsıntı) dalgaları ortaya çıkar.Bu dalgalar geçtiği ortamları sarsarak ve depremin oluş yönünden uzaklaştıkça enerjisi azalarak yayılır. Bu sırada yeryüzünde, bazen gözle görülebilen, kilometrelerce uzanabilen ve FAY adı verilen arazi kırıkları oluşabilir. Bu kırıklar bazen yeryüzünde gözlenemez, yüzey tabakaları ile gizlenmiş olabilir. Bazen de eski bir depremden oluşmuş ve yerüzüne kadar çıkmış, ancak zamanla örtülmüş bir fay yeniden oynayabilir. Depremlerinin oluşumunun bu şekilde ve 'Elastik Geri Sekme Kuramı' adı altında anlatımı 1911 yılında Amerikalı Reid tarafından yapılmıştır ve laboratuvarlarda da denenerek ispatlanmıştır. Bu kurama göre, herhangi bir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göreli hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa çıkması, boşalması, diğer bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesi ile ve sonuç olarak yer katmanlarının kırılma ve yırtılma hareketi ile olmaktadır. Aslında kayaların, önceden bir birim yerdeğiştirme birikimine uğramadan kırılmaları olanaksızdır. Bu birim yer değiştirme hareketlerini, hareketsiz görülen yerkabuğunda, üst mantoda oluşan konveksiyon akımları oluşturmakta, kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır. Çoğunlukla bu deprem olayı esnasında oluşan faylarda, elastik geri sekmeler (atım), fayın her iki tarafında ve ters yönde oluşmaktadırlar. FAYLAR genellikle hareket yönlerine göre isimlendirilirler. Daha çok yatay hareket sonucu meydana gelen faylara 'Doğrultu Atımlı Fay'denir. Fayın oluşturduğu iki ayrı blokun birbirlerine göreli olarak sağa veya sola hareketlerinden de bahsedilebilinir ki bunlar sağ veya sol yönlü doğrultulu atımlı faya bir örnektir. Düsey hareketlerle meydana gelen faylara da 'Egim Atımlı Fay'denir. Fayların çoğunda hem yatay, hem de düsey hareket bulunabilir.
Deprem Türleri
Depremler oluş nedenlerine göre degişik türlerde olabilir. Dünyada olan depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az miktarda da olsa başka doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır. Yukarıda anlatılan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle 'TEKTONİK' depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla levhalar sınırlarında oluşurlar.Yeryüzünde olan depremlerin %90'ı bu gruba girer. Türkiye'de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir. İkinci tip depremler 'VOLKANİK' depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar.Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin yeryüzüne çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin maydana geldiği bilinmektedir. Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler ve önemli zarara neden olmazlar. Japonya ve İtalya'da olusan depremlerin bir kısmı bu gruba girmektedir. Türkiye'de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler olmamaktadır. Bir başka tip depremler de 'ÇÖKÜNTÜ' depremlerdir. Bunlar yer altındaki boşlukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli arazilerde erime sonucu oluşan boşlukları tavan blokunun çökmesi ile oluşurlar. Hissedilme alanları yerel olup enerjileri azdır fazla zarar getirmezler. Büyük heyelanlar ve gökten düşen meteorların da küçük sarsıntılara neden olduğu bilinmektedir. Odağı deniz dibinde olan Derin Deniz Depremlerinden sonra, denizlerde kıyılara kadar oluşan ve bazen kıyılarda büyük hasarlara neden olan dalgalar oluşur ki bunlara (Tsunami) denir. Deniz depremlerinin çok görüldüğü Japonya'da Tsunami'den 1896 yılında 30.000 kisi ölmüstür.
Deprem Parametreleri
Herhangibir deprem oluştuğunda, bu depremim tariflenmesi ve anlaşılabilmesi için 'DEPREM PARAMETRELERİ' olarak tanımlanan bazı kavramlardan söz edilmektedir. Aşağıda kısaca bu parametrelerin açıklaması yapılacaktır.
ODAK NOKTASI (HİPOSANTR)
Odak noktası yerin içinde depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır.Bu noktaya odak noktası veya iç merkez de denir.Gerçekte , enerjinin ortaya çıktığı bir nokta olmayıp bir alandır , fakat pratik uygulamalarda nokta olarak kabul edilmektedir.
DIŞ MERKEZ (EPİSANTR)
Odak noktasına en yakın olan yer üzerindeki noktadır.Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli larak hissedildiği noktadır.Aslında bu , bir noktadan çok bir alandır.Depremin dış merkez alanı depremin şiddetine bağlı olarak çeşitli büyüklüklerde olabilir. Bazen büyük bir depremin odak noktasının boyutları yüzlerce kilometreyle de belirlenebilir.Bu nedenle 'Episantr Bölgesi' ya da 'Episantr Alanı' olarak tanımlama yapılması gerçeğe daha yakın bir tanımlama olacaktır.
ODAK DERİNLİĞİ :
Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanınyeryüzünden en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak adlandırılır. Depremler odak derinliklerine göre sınıflandırılabilir.Bu sınıflandırma tektonik depremler için geçerlidir.Yerin 0-60 km.derinliğinde olan depremler sığ deprem olarak nitelenir.Yerin 70-300 km.derinliklerinde olan depremler orta derinlikte olan depremlerdir.Derin depremler ise yerin 300 km.den fazla derinliğinde olan depremlerdir.Türkiye'de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve derinlikleri 0-60 km.arasındadır.Orta ve derin depremler daha çok bir levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur.Derin depremler çok genis alanlarda hissedilir , buna karşılık yaptıkları hasar azdır.Sığ depremler ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler.
EŞŞİDDET (İZOSEİT) EĞRİLERİ :
Aynı şiddetle sarsılan noktaları birbirine bağlayan noktalara denir. Bunun tamamlanmasıyla eşşıddet haritası ortaya çıkar. Genelde kabul edilmiş duruma göre, eğrilerin oluşturduğu yani iki eğri arasında kalan alan, depremlerden etkilenme yönüyle, şiddet bakımından sınırlandırılmış olur. Bu nedenle depremin şiddeti eşşiddet eğrileri üzerine değil, alan içerisine yazılır.
ŞİDDET :
Herhangi bir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle depremin şiddeti, onun yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Şiddet depremin kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır. Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan 'Şiddet Cetvelleri'ne göre değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle 'Deprem Şiddet Cetvelleri' depremin etkisinde kalan canlı ve cansız herşeyin depreme gösterdiği tepkiyi değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her şiddet derecesindeki depremlerin insanlar, yapılar ve arazi üzerinde meydana getireceği etkileri belirlemektedir. Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangibir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler Şiddet Cetveli'nde hangi şiddet derecesi tanımına uygunsa, depremin şiddeti, o şiddet derecesi olarak değerlendirilir. Örneğin, depremin neden olduğu etkiler, şiddet cetvelinde VIII şiddet olarak tanımlanan bulguları içeriyorsa, o deprem VIII şiddetinde bir deprem olarak tariflenir. Deprem Şiddet Cetvellerinde, şiddetler romen rakamıyla gösterilmektedir. Bugün kullanılan batlıca şiddet cetvelleri değiştirilmiş 'Mercalli Cetveli (MM)' ve 'Medvedev-Sponheur-Karnik (MSK)' şiddet cetvelidir. Her iki cetvelde de XII şiddet derecesini kapsamaktadır. Bu cetvellere göre,şiddeti V ve daha küçük olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana getirmezler ve insanların depremi hissetme şekillerine göre değerlendirilirler. VI-XII arasındaki şiddetler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği hasar ve arazide oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak değerlendirilmektedir.
MAGNİTÜD :
Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi olanağı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri'nden Prof.C.Richter tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü olan 'Magnitüd' tanımlanmıştır. Prof .Richter, episantrdan 100 km. uzaklıkta ve sert zemine yerlestirilmis özel bir sismografla (2800 büyütmeli, özel periyodu 0.8 saniye ve %80 sönümü olan bir Wood-Anderson torsiyon Sismografı ile) kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden (1 mikron 1/1000 mm) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin 'magnitüdü' olarak tanımlamıştır. Bugüne dek olan depremler istatistik olarak incelendiğinde kaydedilen en büyük magnitüd değerinin 8.9 olduğu görülmektedir(31 Ocak 1906 Colombiya-Ekvator ve 2Mart 1933 Sanriku-Japonya depremleri). Magnitüd, aletsel ve gözlemsel magnitüd değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir. Aletsel magnitüd, yukarıda da belitildiği üzere, standart bir sismografla kaydedilen deprem hareketinin maksimum genlik ve periyod değeri ve alet kalibrasyon fonksiyonlarının kullanılması ile yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilmektedir. Aletsel magnitüd değeri, gerek hacim dalgaları ve gerekse yüzey dalgalarından hesaplanılmaktadır. Genel olarak, hacim dalgalarından hesaplanan magnitüdler (m), ile yüzey dalgalarından hesaplanan mağnitüdler de (M) ile gösterilmektedir. Her iki magnitüd değerini birbirine dönüştürecek bazı bağıntılar mevcuttur. Gözlemsel magnitüd değeri ise, gözlemsel inceleme sonucu elde edilen episantr şiddetinden hesaplanmaktadır. Ancak, bu tür hesaplamalarda, magnitüd-şiddet bağıntısının incelenilen bölgeden bölgeye değiştiği de gözönünde tutulmalıdır. Gözlemevleri tarafından bildirilen bu depremin magnitüdü depremin enerjisi hakkında fikir vermez. Çünkü deprem sığ veya derin odaklı olabilir. Magnitüdü aynı olan iki depremden sığ olanı daha çok hasar yaparken, derin olanı daha az hasar yapacağından arada bir fark olacaktır. Yine de Richter ölçeği (magnitüd) depremlerin özelliklerini saptamada çok önemli bir unsur olmaktadır. Depremlerin şiddet ve magnitüdleri arasında birtakım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu bağıntılardan şiddet ve magnitüd değerleri arasındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi verilebilir. Siddet IV V VI VII VIII IX X XI XII

Richter Magnitüdü 4 4.5 5.1 5.6 6.2 6.6 7.3 7.8 8.4

DEPREMİN DİĞER ÖZELLİKLERİ :
Bazen büyük bir deprem olmadan önce küçük sarsıntılar olur. Bu küçük sarsıntılara 'ÖNCÜ DEPREMLER' denilmektedir. Büyük bir depremin oluşundan sonra da belki birkaç yüz adet küçük deprem olmaya devam etmektedir. Bu küçük depremler 'ARTÇI DEPREMLER' olarak isimlendirilir ve büyük depremin oluş anına göre bunların şiddetinde ve sayısında azalım görülür.
DEPREM ŞİDDET CETVELİ :
Şiddet cetvellerinin açıklamasına geçmeden önce, burada kullanılacak terimlerin belirtilmesine çalışılacaktır. Özel bir şekilde depreme dayanıklı olarak projelendirilmemiş yapılar üç tipe ayrılmaktadır: A Tipi : Kırsal konutlar, kerpiç yapılar, kireç ya da çamur harçlı moloz taş yapılar. B Tipi : Tuğla yapılar, yarım kagir yapılar, kesme taş yapılar, beton biriket ve hafif prefabrike yapılar. C Tipi : Betonarme yapılar, iyi yapılmış ahşap yapılar. Siddet derecelerinin açıklanmasında kullanılan az, çok ve pekçok deyimleri ortalama bir değer olarak sırasıyla, %5, %50 ve %75 oranlarını belirlemektedir. Yapılardaki hasar ise beş gruba ayrılmıştır : Hafif Hasar : İnce sıva çatlaklarının meydana gelmesi ve küçük sıva parçalarının dökülmesiyle tanımlanır. Orta Hasar : Duvarlarda küçük çatlakların meydana gelmesi, oldukça büyük sıva parçalarının dökülmesi, kiremitlerin kayması, bacalarda çatlakların oluşması ve bazı baca parçalarının aşağıya düşmesiyle tanımlanır. Ağır Hasar : Duvarlarda büyük çatlakların meydana gelmesi ve bacaların yıkılmasıyla tanımlanır. Yıkıntı : Duvarların yarılması, binaların bazı kısımlarının yıkılması ve derzlerle ayrılmış kısımlarının bağlantısını kaybetmesiyle tanımlanır. Fazla Yıkıntı : Yapıların tüm olarak yıkılmasıyla tanımlanır. Şiddet çizelgelerinin açıklanmasında her şiddet derecesi üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan: a) Bölümünde depremin kişi ve çevre, b) Bölümünde depremin her tipteki yapılar, c) Bölümünde de depremin arazi üzerindeki etkileri belirtilmistir.
· MSK Siddet Cetveli :
I- Duyulmayan
(a) : Titreşimler insanlar tarafından hissedilmeyip, yalnız sismograflarca kaydedilirler.
II- Çok Hafif
(a) : Sarsıntılar yapıların en üst katlarında ,dinlenme bulunan az kişi tarafından hissedilir.
III- Hafif
(a) : Deprem ev içerisinde az kişi, dışarıda ise sadece uygun şartlar altındaki kişiler tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen hafif bir kamyonetin meydana getirdiği sallantı gibidir. Dikkatli kişiler, üst katlarda daha belirli olan asılmış eşyalardaki hafif sallantıyı izleyebilirler.
IV- Orta Şiddetli
(a) : Deprem ev içerisinde çok, dışarıda ise az kişi tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen ağır yüklü bir kamyonun oluşturduğu sallantı gibidir. Kapı, pencere ve mutfak eşyaları v.s. titrer, asılı eşyalar biraz sallanır. Ağzı açık kaplarda olan sıvılar biraz dökülür. Araç içerisindeki kişiler sallantıyı hissetmezler.
V- Şiddetli
(a) : Deprem, yapı içerisinde herkes, dışarıda ise çok kişi tarafından hissedilir. Uyumakta olan çok kişi uyanır, az sayıda dışarı kaçan olur. Hayvanlar huysuzlanmaya başlar. Yapılar baştan aşağıya titrerler, asılmış eşyalar ve duvarlara asılmış resimler önemli derecede sarsılır. Sarkaçlı saatler durur. Az miktarda sabit olmayan eşyalar yerlerini değistirebilirler ya da devrilebilirler. Açık kapı ve pencereler şiddetle itilip kapanırlar, iyi kilitlenmemiş kapalı kapılar açılabilir. İyice dolu, ağzı açık kaplardaki sıvılar dökülür. Sarsıntı yapı içerisine ağır bir eşyanın düşmesi gibi hissedilir. (b) : A tipi yapılarda hafif hasar olabilir. (c) : Bazen kaynak sularının debisi değişebilir.
VI- Çok Şiddetli
(a) : Deprem ev içerisinde ve dışarıda hemen hemen herkes ratafından hissedilir. Ev içerisindeki birçok kişi korkar ve dışarı kaçarlar, bazı kişiler dengelerini kaybederler. Evcil hayvanlar ağıllarından dışarı kaçarlar. Bazı hallerde tabak, bardak v.s.gibi cam eşyalar kırılabilir, kitaplar raflardan aşağıya düşerler. Ağır mobilyalar yerlerini değiştirirler. (b) : A tipi çok ve B tipi az yapılarda hafif hasar ve A tipi az yapıda orta hasar görülür. (c) : Bazı durumlarda nemli zeminlerde 1 cm.genişliğinde çatlaklar olabilir. Dağlarda rastgele yer kaymaları, pınar sularında ve yeraltı su düzeylerinde değişiklikler görülebilir.
VII- Hasar Yapıcı
(a) : Herkes korkar ve dışarı kaçar, pek çok kişi oturdukları yerden kalkmakta güçlük çekerler. Sarsıntı, araç kullanan kişiler tarafından önemli olarak hissedilir. (b) : C tipi çok binada hafif hasar, B tipi çok binada orta hasar, A tipi çok binada ağır hasar, A tipi az binada yıkıntı görülür. (c) : Sular çalkalanır ve bulanır. Kaynak suyu debisi ve yeraltı su düzeyi değişebilir. Bazı durumlarda kaynak suları kesilir ya da kuru kaynaklar yeniden akmaya başlar. Bir kısım kum çakıl birikintilerinde kaymalar olur. Yollarda heyelan ve çatlama olabilir. Yeraltı boruları ek yerlerinden hasara uğrayabilir. Taş duvarlarda çatlak ve yarıklar oluşur.
VIII- Yıkıcı
(a) : Korku ve panik meydana gelir. Araç kullanan kişiler rahatsız olur. Ağaç dalları kırılıp, düşer. En ağır mobilyalar bile hareket eder ya da yer değiştirerek devrilir. Asılı lambalar zarar görür. (b) : C tipi çok yapıda orta hasar, C tipi az yapıda ağır hasar, B tipi çok yapıda ağır hasar, A tipi çok yapıda yıkıntı görülür. Boruların ek yerleri kırılır. Abide ve heykeller hareket eder ya da burkulur. Mezar taşları devrilir. Taş duvarlar yıkılır. (c) : Dik şevli yol kenarlarında ve vadi içlerinde küçük yer kaymaları olabilir. Zeminde farklı genişliklerde cm.ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Göl suları bulanır, yeni kaynaklar meydana çıkabilir. Kuru kaynak sularının akıntıları ve yeraltı su düzeyleri değişir.
IX- Çok Yıkıcı
(a) : Genel panik. Mobilyalarda önemli hasar olur. Hayvanlar rastgele öte beriye kaçışır ve bağrışırlar. (b) : C tipi çok yapıda ağır hasar, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda yıkıntı, B tipi az yapıda fazla yıkıntı ve A tipi çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Heykel ve sütunlar düşer. Bentlerde önemli hasarlar olur. Toprak altındaki borular kırılır. Demiryolu rayları eğrilip, bükülür yollar bozulur. (c) : Düzlük yerlerde çokça su, kum ve çamur tasmaları görülür. Zeminde 10 cm. genişliğine dek çatlaklar oluşur. Eğimli yerlerde ve nehir teraslarında bu çatlaklar 10 cm.den daha büyüktür. Bunların dışında, çok sayıda hafif çatlaklar görülür. Kaya düşmeleri, birçok yer kaymaları ve dağ kaymaları, sularda büyük dalgalanmalar meydana gelebilir. Kuru kayalar yeniden sulanır, sulu olanlar kurur.
X- Ağır Yıkıcı
(b) : C tipi çok yapıda yıkıntı, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda fazla yıkıntı, A tipi pek çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Baraj, bent ve köprülerde önemli hasarlar olur. Tren yolu rayları eğrilir. Yeraltındaki borular kırılır ya da eğrilir. Asfalt ve parke yollarda kasisler olusur. (c) : Zeminde birkaç desimetre ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Bazen 1 m. genişliğinde çatlaklar da olabilir. Nehir teraslarında ve dik meyilli yerlerde büyük heyelanlar olur. Büyük kaya düşmeleri meydana gelir. Yeraltı su seviyesi değişir. Kanal, göl ve nehir suları karalar üzerine taşar. Yeni göller olusabilir.
XI - Çok Ağır Yıkıcı
(b) : İyi yapılmış yapılarda, köprülerde, su bentleri, barajlar ve tren yolu raylarında tehlikeli hasarlar olur. Yol ve caddeler kullanılmaz hale gelir. Yeraltındaki borular kırılır. (c) : Yer, yatay ve düşey doğrultudaki hareketler nedeniyle geniş yarık ve çatlaklar tarafından önemli biçimde bozulur. Çok sayıda yer kayması ve kaya düşmesi meydana gelir. Kum ve çamur fışkırmaları görülür.
XII- Yok Edici (Manzara Değişir)
(b) : Pratik olarak toprağın altında ve üstündeki tüm yapılar baştanbaşa yıkıntıya uğrar. (c) : Yer yüzeyi büsbütün değişir. Geniş ölçüde çatlak ve yarıklarda, yatay ve düşey hareketlerin yön miktarları izlenebilir. Kaya düşmeleri ve nehir versanlarındaki göçmeler çok geniş bir bölgeyi kaplarlar. Yeni göller ve çağlayanlar oluşur. Aşağıdaki teknik bilgiler Kandilli rasathanesinden alınmıştır.
Depremle İlgili Sıkça Sorulan Sorular
Dünyada kaydedilen en büyük deprem hangisidir'
1900 den bu yana kaydedilen en büyük deprem, 22 Mayıs 1960'ta Şilide olmuştur (magnitude 9.5 Mw). Yeryüzünde en az sallanan kıta hangisidir'
Depremi en az olan kıta Antartikadır. Magnitüd ve Şiddet arasındaki fark nedir'
Magnitüd depremin kaynağında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü, şiddet ise depremin yapılar ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Depremin Magnitüdü Nedir'
Depremin Magnitüdü, belli bir zaman diliminde kaydedilen sismogram üzerindeki deprem dalgalarının genliğinin logaritması olarak tanımlanır. Artçı Deprem (Aftershock) nedir'
Ana depremi izleyen daha küçük sarsıntılar dizisidir. Artçı Depremler (Aftershocklar) ne kadar süre ile devam eder'
Belli bir süresi yoktur, 1 ay da olabilir 2 yıl da... Depremin Şiddeti Nedir'
Depremin yer yüzeyindeki etkileri depremin şiddeti olarak tanımlanır. Şiddetin ölçüsü, insanların deprem sırasında uykudan uyanmaları, mobilyaların hareket etmesi, bacaların yıkılması ve toplam hasar gibi çeşitli kıstaslar göz önüe alınarak yapılır. Şiddeti tanımlamak için birçok ölçek geliştirilmiştir. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanı Değiştirilmiş Mercalli Şiddet Ölçeğidir (Modified Mercalli (MM) Intensity Scale). Bu ölçek, Romen rakamları ile belirlenen 12 düzeyden oluşur. Hiçbir matematiksel temeli olmayıp bütünü ile gözlemsel bilgilere dayanır Depremler önceden belirlenebilir mi'
Var olan koşullarda depremin önceden belirlenmesi olanaksızdır. Fay nedir'
Yerkabuğunu oluşturan kayaçların bir yüzey boyunca kırılması ve oluşan iki parçanın birbirine göre göreceli olarak yerdeğiştirmesidir. Kuzey Anadolu Fay Hattı nedir'
Doğuda Karlıova ile batıda Mudurnu vadisi arasında doğu-batı doğrultusunda bir yay gibi uzanır. Dünyanın en aktif ve en önemli kırık hatları arasında yer alan Kuzey Anadolu fay zonunun uzunluğu yaklaşık 1200 km dir, genişliği ise 100 m ile 10 km arasında değişir. Deprem nerelerde oluşur'
Deprem herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda oluşabilir. Genel olarak depremlerin kaboğu oluşturan levhaların sınırlarında oluştuğu söylenebilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde benzer nitelikte depremlerin tekrarlandığı gözlenmiştir ve bu kesiler hep levha sınırlarıdır. Depremlerin yoğun olarak gözlendiği bölgeler yeryüzünde üç ana kuşak oluşturur. 1. Kuşak (Pasifik Deprem Kuşağı): Şiliden kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD nin batı kıyıları ve Alaskanın güneyinden Aleutian Adaları, Japonya, Filipinler, Yeni Gine, Güney Pasifik Adaları ve Yeni Zelandayı içine alan en büyük deprem kuşağıdır. Yeryüzündeki büyük depremleri %81'i bu kuşak üzeride gerçekleşir. 2. Kuşak (Alpine): Endonezyadan (Java-Sumatra) başlayıp Himalayalar ve Akdeniz üzerinden Atlantik okyanusuna ulaşan kuşaktır. Yeryüzündeki büyük depremlerin %17'si bu kuşakta oluşur. 3. Kuşak (Atlantik): Bu kuşak Atlantik Okyanusu ortasında yer alan levha sınırı (Atlantik Okyanus Sırtı) boyunca uzanır.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

EROZYON





Erozyon, su ve rüzgar gibi doğal etkenlerle toprağın bulunduğu yerden koparılıp başka yerlere taşınmasıdır. Yağmur taneleri, toprağa düştükten sonra birleşerek eğimli yamaçlar boyunca akmaya başlar. Yamaçları kaplarcasına akan bu yüzey sularına selinti suları denir. Selinti suları, aktıkları yamaç boyunca beraberlerinde toprak tanelerini de sürükleyerek götürür. Bu durum, yamaçlardaki toprak tabakasının süpürülmesine ve yamaçların çıplak kayalıklar haline gelmesine yol açar. Akarsular da tıpkı selinti suları gibi geçtikleri yerlerdeki topraklan aşındırıp sürükler. İnsanların bitki örtüsünü tahrip etmesi, erozyonun meydana gelmesinin ve büyük zararlara yol açmasının en önemli nedenidir. Çünkü bitki örtüsünden yoksun yerlerde toprak tabakası, selinti suları ve akarsular tarafından çok daha kolayca süpürülüp götürülür. Oysa bitki örtüsüyle kaplı yerlerde durum, tam tersinedir. Otlar ve ağaçlar kökleriyle toprağı tuttukları için buralarda toprak kaybı daha az olur. Rüzgar da özellikle çıplak arazilerde, toprağın kuru ve taneli olduğu yerlerde erozyona neden olur. Rüzgar süpürmesi yoluyla ince taneli ve verimli topraklar taşınıp başka yerlere götürülür. Ülkemizde dağ kuşakları geniş yer tutar. Bu nedenle arazi oldukça engebeli ve yamaç eğimleri oldukça fazladır. Ayrıca doğal bitki örtüsü büyük ölçüde yok edilmiştir. Bu nedenlerle erozyon yurdumuzda yaygın olarak görülmektedir. Öyle ki ülkemizde her yıl yüzlerce kamyon dolusu toprak erozyonla yok olmaktadır. Yurdumuzda bir yılda erozyonla kaybolan bu toprak ile Kıbrıs adası 10 cm toprakla kaplanabilir. Erozyonun ülkemize verdiği zarar bununla da kalmamaktadır. Erozyonun etkisiyle tarımsal verim azalmakta, taşkınlarla ve millenmeyle tarım arazileri bozulmaktadır. Ayrıca akarsuların taşıyıp getirdiği binlerce ton toprak, çakıl, kum vb. maddelerle baraj göllerimiz dolmaktadır.
Erozyonu önlemek ve toprağı korumak için alınabilecek başlıca önlemler şunlardır:
Doğal bitki örtüsü korunmalı ve çıplak yerler ağaçlandırılmalıdır.
Yamaçlar basamaklandırılmalı ve ağaçlandırılmalıdır.
Yamaçlardaki tarlalar, bayır aşağıya değil. enlemesine sürülmelidir.
Mera alanları korunmalı, aşırı otlatma yoluyla meraların bozulması önlenmelidir. Ülkemizde erozyonu önleme konusunda gerekli tedbirler alınmazsa, özellikle bitki örtüsünün yok olmasına bağlı olarak, yağışlar azalacak ve kurak bir iklim başlayacaktır. Bu durum ise ülkemizin yakın bir gelecekte çölleşebileceği anlamına gelmektedir. Yurdumuzda erozyonla mücadele konusunda çeşitli devlet kuruluşlarının yanı sıra, dernek ve vakıflar da çalışmalar sürdürmektedir. Bu kuruluşlar içerisinde erozyonla ilgili en etkili çalışmayı, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) yürütmektedir. Bu vakfın kuruluş amacı ulusumuza, toprak erozyonunun sonuçlarını ve ülkemizin çöl olma tehlikesini anlatmak, erozyonu önleme çalışmalarına destek sağlamaktır. TEMA, kamuoyunu erozyon tehlikesi konusunda bilgilendirmek için çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Bunun yanı sıra, erozyonu önleme çalışmalarına da etkin olarak katılmaktadır. TEMA, bu amaçla yurdun çeşitli yerlerinde ağaçlandırma ve meraların iyileştirilmesi çalışmalarını sürdürmektedir. TEMA Vakfının yanı sıra amaçları arasında erozyonla mücadelenin bulunduğu ulusal ve uluslar arası sivil kuruluşlar da vardır. Yeşil barış anlamına gelen Greenpeace (Grinpis) adındaki örgüt ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı yurdumuzun dışında dünyada da çalışmalarını sürdüren kuruluşlardır. ÇEKUL (Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Vakfı) ise bu konuda yurt içinde faaliyet gösteren sivil kuruluşlarımızdan biridir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

SEL





Sağanak yağışlar ya da ani kar ve buz erimelerinin oluşturduğu sular, yamaçlardan aşağı hızla iner ve birleşerek çoğalır. Böylece sel baskını meydana gelir. Sel baskını ve taşkınlar can kaybına yol açmanın yanı sıra çok sayıda ev ve diğer binaları kullanılamaz hale getirir. Tarla, bağ ve bahçelerdeki ürünler selden büyük zarar görür. Sel sularıyla taşınan kum, çakıl ve kil gibi maddeler bağ, bahçe ve tarlaların üzerini örter. Böylece, tarım toprakları verimsizleşir. Fabrika, atölye ve diğer iş yerlerinin sel sularından zarar görmeleri durumunda maddi kaybın yanı sıra birçok kişi işsiz kalır. Ayrıca yol, köprü, tünel vb. yerlerin zarar görmesi sonucu ulaşımda aksamalar olur. Pis suların çevreye yayılması ile de bulaşıcı hastalık tehlikesi baş gösterir. Yurdumuzda sel baskınlarına ve taşkınlara sıkça rastlanır. Ülkemizde yağışların daha çok ilkbaharda düşmesi sonucu sel ve taşkınların en çok görüldüğü mevsim ilkbahardır. Yaz mevsiminde de sağanak yağışlara bağlı olarak sel ve taşkınlar oluşmaktadır. Sel baskınları ve taşkınlardan korunmak için her şeyden önce, doğal bitki örtüsünün, özellikle de ormanların korunması gerekir. Çünkü ağaçlar, yağmurun hızını keser ve yağmur sularının toprağa sızmasını sağlar. Böylece sular toprağın yüzünde birikmez ve sel oluşumuna yol açmaz. Ayrıca ağaç, gövdeleri, suyun yamaçtan aşağıya hızla akmasını önler. Suyun hızını kesmek için yamaçların teraslandırılması, akarsu yataklarına setler yapılması ve göletler oluşturulması sel baskınlarının yol açacağı zararları büyük ölçüde azaltır. Sel baskınlarından ve taşkınlardan korunmanın bir yolu da akarsu kenarlarına yerleşmenin önlenmesidir.

 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

TOPRAK KAYMASI





Toprak kayması, toprak örtüsünün. bulunduğu yerden koparak bir yamaç boyunca kayması ve aşağıda bir yerde birikmesidir. Toprak kaymasına heyelan da denir. Heyelan, ülkemizde sıkça rastlanan bir afettir. Yağmur ve kar suları, yamaçları kaplayan toprağın içine sızar. Suyu geçirmeyen bir tabakaya rastlayınca burada birikir. Biriken sular, üstteki toprak tabakasının altında kaygan bir zemin oluşturarak heyelan oluşumuna neden olur. Suyu içine almış, şişmiş ve ağırlığı artmış olanı toprak tabakası belli bir noktadan sonra yavaş yavaş ya da hızla kaymaya başlar. Kayan kitle bazen bir çamur biçiminde, bazen de büyük bir toprak kütlesi halinde yamaç aşağı akar ve bir yerde birikir. Bazen depremler de heyelana neden olabilmektedir. Heyelan sonucu tarla, bağ, bahçe gibi tarım alanları kum, çakıl, taş vb. ile kaplanır. Heyelanlar can kaybına yol açtığı gibi tarım alanları ve binaların zarar görmesine de neden olur. Kimi zaman da kara ve demir yolları ile köprü ve tünellere zarar verir, ulaşım sistemlerini bozar. Ülkemizde Heyelanların en sık görüldüğü yer, Doğu Karadeniz bölümüdür. çünkü burada yamaçlar daha dik, yağış miktarı daha fazladır. Ayrıca ülkemizde Heyelan olaylarının en çok görüldüğü dönem, ilkbahardır. Bunun da nedeni, bu mevsimin yurdumuzun birçok yerinde oldukça yağışlı geçmesidir. Yol yapımı, taş ve maden ocağı açılması, kum vb. inşaat malzemelerinin alınması, yamaçlardaki dengeyi bozmakta ve heyelanlara yol açmaktadır. Bu nedenle dik yamaçlarda, yamacın dengesini bozucu bu tür faaliyetlere izin verilmemelidir. Yamaçlardaki bitki örtüsünün korunması ve çıplak alanların ağaçlandırılması da heyelan oluşumunu büyük ölçüde önler. Bunlar dışında heyelan tehlikesi olan yerlerde yerleşime izin verilmemelidir. Ayrıca, yol yapımı esnasında, yolun heyelan olabilecek yamaçlardan ve yerlerden geçirilmemesine özen gösterilmelidir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

ÇIĞ





Yamaçlarda biriken karların, çeşitli nedenlerle yerinden koparak aşağıya doğru kayması veya yuvarlanması sonucu çığ oluşur, çığ esnasında aşağıya doğru hızla hareket eden kar kütlesi, yolu üzerindeki her şeyi ezer veya sürükleyip götürür. Kar yağışının fazla olduğu yerlerdeki dağ yamaçlarında kalın bir kar tabakası oluşur. Bu tabaka, yer çekiminin etkisiyle aşağılara düşmeye hazır durumdadır. Bu düşmeyi kolaylaştıran ve hızlandıran çeşitli etmenler vardır. Bunlardan biri, kar tabakasının üzerine yağmur yağmasıdır. Yağmur suları, eriyen kar sularıyla birlikte kar tabakasının altına sızar. Gece sıcaklığın düşmesi sonucu alttaki bu su donarak bir buz tabakası oluşturur. Bu buz tabakası da üzerindeki karın yer değiştirmesini sağlayan kaygan bir zemin demektir. Bu nedenle ilkbahar yağışları ile birlikte çığ olayları artar. Havanın ısınması da çığ olaylarına yol açar. Hava sıcaklığının artması ile birlikte karların bir kısmı eriyerek sulu kar özelliği kazanır. Sulu kar ise yamaçlar boyunca kolayca kayar ve çığ olayına yol açar. Yamaçların çıplak olması ve yamaç eğiminin fazla olması çığ oluşumunu hızlandırır. Depremler, şiddetli rüzgarlar, gök gürlemesi ve top atışı gibi olayların yarattığı titreşimler de çığ düşmesine yol açar. Dağlık bölgelerde yaşayanlar, dağcılar, kayakçılar ve yolcular için çığlar büyük tehlike yaratabilir. Çığdan korunmak için herşeyden önce yamaçların ağaçlandırılması gerekir. Yamaçlarda duvar ya da setler yapılması da çığ oluşumunu engeller
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

YANGIN





Yangın, kısa sürede büyük zarar veren, can ve mal kaybına yol açan bir afettir. Ufacık bir kıvılcımla başlayan bir yangın, kısa sürede evleri, iş yerlerini, tarlalardaki ekinleri ya da bir ormanı yok edebilir. Ülkemizde ne yazık ki sık sık iş yerlerinde ve evlerde yangınlar çıkmakta, büyük ölçüde can ve mal kaybı olmaktadır. Ancak ülkemizde yangınların yok edici etkisi, en çok ormanlarımızda görülmektedir. Her yıl çeşitli nedenlerle çıkan birçok orman yangını, çok değerli varlıklarımız olan ormanları bir anda yok etmektedir. Doğal güzelliğin yok olmasının yanı sıra çıplak kalan yamaçlar, erozyon, sel ve heyelan etkisine açık hale gelmektedir. Ayrıca ormandaki canlı yaşamı sona ermekte, su kaynakları kurumaktadır.
Orman yangınlarının önlenebilmesi için yapılması gereken başlıca çalışmalar şunlardır:
1. Vatandaşlar bilinçlendirilerek orman yangınlarına yol açan yanlış davranışlara ve ihmallere son verilmelidir. Örneğin, ormanda, piknik alanı olmayan yerlerde ateş yakılması, yanlış bir davranıştır. Ayrıca piknik ateşinin söndürülmeden bırakılması ya da bir sigaranın söndürülmeden atılması gibi davranışlar, yangınlara yol açabilmektedir. 2. Orman yangınlarını anında öğrenmek çok önemlidir. Bunun için orman alanlarında yeterli sayıda yangın kulesi ve gözetleme yeri yapılmalıdır. Yangınları kısa sürede söndürebilecek itfaiye ekipleri yetiştirilip hazır bulundurulmalıdır. Ayrıca gözcülerin yangınları zamanında haber vermesi için telsiz ve telefonla haberleşme olanağı sağlanmalıdır. Böylece yangınları, fazla yayılmadan söndürme olanağı elde edilmiş olur. 3. Bunların yanı sıra il ve ilçelerde bulunan sivil savunma örgütleri de yangınların söndürülmesi ve kurtarma çalışmalarına katkılarda bulunmaktadır. Sivil savunma örgütleri düzenledikleri tatbikatlar ve diğer eğitici faaliyetleri vatandaşları yangınların önlenmesi, söndürülmesi ve kurtarma çalışmaları konularında bilgilendirmektedir. 4. Yangınlar hem doğaya hem de insanlara büyük zararlar verebilmektedir. Ülkemizde, yangınların yol açtığı zararların giderilmesi görevini, büyük ölçüde devletimiz üstlenmiştir. Bu nedenle ilgili devlet kuruluşlarımız, yangında zarar gören vatandaşlarımızın yardımına koşmakta ve ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışmaktadır. Ayrıca, yanan orman alanlarının ağaçlandırılması çalışmaları da yine devletimizin öncülüğünde yapılmaktadır.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

DÜNYA'MIZDA BAZI CANLI TÜRLERİNİN YOK OLMASININ DOĞAL DENGEYE ETKİSİ





Yeryüzünde çok sayıda canlı yaşamaktadır. Canlılar, yaşamlarını çevreleriyle sürekli bir etkileşim içinde sürdürürler. Beslenme, barınma ve çoğalma gibi temel gereksinimlerini yaşadıkları bu doğal ortamdan karşılarlar. Doğal ortamda canlılarla cansızlar arasındaki sürekli ilişkiye doğal denge denir. Doğal ortamın zarar görmesi, doğal dengenin bozulmasına neden olur. Bu da o çevrede yaşayan canlıların, yok olması veya türlerinin azalması anlamına gelir.

Canlılar arasında, bulunduğu çevreyi en çok etkileyen ve ona zarar veren insandır. Günümüzde dünya nüfusu hızla artmaktadır. Artan nüfusun beslenme, barınma vb. gereksinimlerini karşılayabilmek için doğal ortam, insanların bilinçsiz davranışları sonucunda bozulur. Ormanlar, tarla açmak, bina yapmak amacıyla veya yangınlarla yok edilir. Oysa ki ormanlar, doğal dengeyi sağlayan çok sayıda canlının barınma ve beslenme ortamıdır. Ayrıca çevreyi canlı tutan, güzelleştiren, erozyonu önleyen, toprak kaymalarını engelleyen ve insanlara pek çok ürün sağlayan doğal varlıklar yine ormanlardır. Bunların yok edilmesi, orada yaşayan canlıların da tükenmesine, insanların bu ürünlerden yoksun kalmasına ve doğal ortamın bozulmasına neden olur.

Aynı şekilde sanayi atıkları ve daha başka maddelerle suların (deniz, göl ve akarsu) kirletilmesi de pek çok canlı türünün azalmasına veya yok olmasına neden olur. Av yasağına uymama ve aşırı avlanma da canlı türlerini yok eden bir başka etmendir. Görülüyor ki, doğal ortamın bozulmasının kaynağında her insan vardır. İnsanın doğal ortama bu şekilde müdahalesi dünyanın zenginliğini büyük çapta yitirmesine neden olur. Sonuçta, yaşamak için birbirlerine doğrudan veya dolaylı olarak muhtaç olan canlılardan birinin yok olması, doğada düzeltilemeyecek bozulmalara yol açar. Bu bakımdan doğal çevreyi korumak önemlidir. Çevrenin korunması biz insanların çevreye karşı duyarlı olmasıyla mümkündür.

Hepimize büyük yarar sağlayan doğal çevremize karşı görevimiz, onu yok etmek değil, korumak, geliştirmek ve ondan bilinçli olarak yararlanmaktır. Bu nedenle tüm canlıları sevmeli ve doğayla dost olmalıyız.

Son yıllarda, doğal dengenin bozulmasının doğuracağı sonuçların ne kadar önemli olduğunu anlayan ülkeler, çevre korumasına büyük önem vermeye başlamışlardır. Yurdumuzda da doğal yaşamı korumak amacıyla pek çok milli park oluşturulmuştur. Kuşcenneti, Yedigöller, Kovada Gölü ve Uludağ milli parkları bunlara örnektir.
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

DOĞAL KAYNAKLARIN BİLİNÇSİZCE TÜKETİLMESİ





Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Oysa görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır.

Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır.

Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür.

İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi'nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır.

Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur.

Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur.

Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden, sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız.

Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız
 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

4.ÜRETTİKLERİMİZ




TARIM






İnsanların toprağı işleyerek ekme ve dikme yoluyla ondan ürün elde etmesi faaliyetine tarım denir.
Türkiye Topraklarından Yaralanma Oranları:
Topraklarımızdan faydalanma oranı daha çok iklim ve yer şekilleri özelliklerine bağlıdır. Ülkemizde yüksek dağlık kesimler geniş alan kaplar. Dik yamaçlar çoktur. Buralarda topraktan faydalanma çok kısıtlıdır. Buna göre ülkemiz arazisinin % 36 'sı ekili-dikili alan, % 32'si çayır ve otlak, % 26'sı orman ve % 6'sı diğer alanlar (yerleşim birimleri , tarıma elverişsiz .çıplak kayalıklar gibi) dır.
Not: Tarımdaki makinalaşmanın etkisiyle çayır ve otlakların alanı daralırken, tarım alanlarımız genişlemektedir.
Bölge Yüzölçümüne Göre Ekili Dikili Alanların Oranları:
1. Marmara Bölgesi: %30
2. İç Anadolu Bölgesi: %27
3. Ege Bölgesi: %24
4. G.Doğu Anadolu Bölgesi: %20
5. Akdeniz Bölgesi: %18
6. Karadeniz Bölgesi: %16
7. Doğu Anadolu Bölgesi: %10
Türkiye'de Tarımı Etkileyen Faktörler:
1. Sulama: Türkiye tarımında en büyük sorun sulama sorunudur. Tarımda sulama ihtiyacının en fazla olduğu bölgemiz G.Doğu Anadolu Bölgesi iken , bu sorunun en az olduğu bölgemiz Karadeniz Bölgesidir.
Akarsularımızın derin vadilerden akması ve rejimlerinin düzensiz olmasından dolayı sulamada yeterince faydalanamıyoruz. Bunun için mutlaka akarsular üzerindeki baraj sayısı artırılmalıdır.
Sulama Sorunu Çözüldüğünde,
· Üretim artar.
· Nadas olayı ortadan kalkar.
· Tarımda iklime bağlılık büyük oranda azalır.
· Üretimde süreklilik sağlanır.
· Üretim dalgalanmaları önlenir.
· Yılda birden fazla ürün alınabilir. Bu konuda en şanslı bölgemiz Akdeniz, en şanssız bölgemiz Doğu Anadolu Bölgesidir.
· Daha önce sebze tarımı yapılmayan bir yerde sebze tarımı da yapılmaya başlanır.
· Tarım ürün çeşidi artar.
· Köyden Kente göçler azalır.

2.Gübreleme: Tarımda sulama sorunu çözüldükten sonra üretimi daha da artırmak için gübre kullanımı artırılmalıdır.
Ülkemizde hayvancılığın gelişmiş olması tabii gübre imkanını oluşturmaktadır. Ancak yurdumuzda tabii gübrenin yakacak olarak kullanılması bu olumlu durumu ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizde üretilen suni gübre yeterli olmadığı için ithal (Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerden) etmekteyiz. Bu da maliyeti artırdığından çiftçilerimiz yeterince gübre kullanamamaktadır.
Gübre ihtiyacı, tabii gübrenin yakacak olmaktan kurtarılması ve gübre fabrikalarının artırılması ile karşılanabilir.

3.Tohum Islahı: Sulama ve gübre sorunu çözüldükten sonra verimi daha da artırmak için kaliteli tohum kullanılmalıdır. Ülkemizde kalite tohum üretme konusunda devlet üretme çiftlikleri ve tohum ıslah istasyonları çalışmalar yapmaktadır. Ancak kaliteli tohum ithali devam etmektedir.

4.Makine Kullanımı: Ürünün zamanında ekimi, hasadı ve yüksek verim için makine kullanımı şarttır. Ancak makine kullanımı yurdumuzda yeterli ölçüde gelişmemiştir. Sebepleri:
· Makine kullanıma elverişsiz alanların varlığı,
· Makine kullanımının ekonomik olmadığı küçül alanların varlığı,
· İş gücünün bazı bölgelerde daha ucuz olması,
· Makine fiyatlarının çiftçinin alım gücünün üstünde olması

5.Zirai Mücadele: Tarımdaki hastalıkların, yabani otların ve haşerelerin meydana getireceği üretim düşüklüğünü önlemek için ilaçlı mücadele şarttır. Zirai mücadelede daha çok ilaç kullanılmaktadır.
6.Toprak Bakımı: Tarla yağışlardan önce sürülmeli , yabancı otlardan arındırılmalıdır. Erozyona karşı korunmalıdır.
7.Toprak Analizi: Toprak analizleri ile en iyi verim alınabilecek ürün belirlenir. Ayrıca toprağın ihtiyacı olan mineraller tespit edilerek kullanılacak gübre belirlenir.
8. Destekleme Alımı ve Pazar: Verimi etkilemez. Üretim miktarını etkiler. Çiftçi ürettiği malı pazarda zarar etmeden satabilmelidir. Çiftçinin elverişsiz piyasa şartlarından olumsuz etkilenmemesi için devlet bazı ürünlerde destekleme alımı yapmaktadır (Destekleme alımı:Devletin çiftçinin malını belirli bir taban fiyat üzerinden alması olayıdır.) Destekleme alımı yapılan ürünler: Pamuk, tütün, Ş.Pancarı, buğday,çay, fındık, K.Üzüm, K.İncir, K.Kayısı, Haşhaş gibi dayanıklı ve sanayiye dayalı ürünlerdir.
***Destekleme alımı yapılan ürünlerin üretiminde dalgalanmalar az olur ve fiyatı sürekli artar.
9. Çiftçi eğitilmeli ve kredi desteği sağlanmalıdır.
TARIM ÜRÜNLERİ
TAHILLAR
· BUĞDAY: İlk yetişme döneminde (ilkbaharda) yağış ister. Olgunlaşma ve hasat döneminde kuraklık gerekir. Bu özelliğinden dolayı Karadeniz kıyılarında tarımı yapılamaz. Ayrıca düşük sıcaklılardan dolayı Doğu Anadolu Bölgesinin yüksek yerlerinde tarımı yapılamaz. Bunların dışında bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir.
Buğday üretimi iklimdeki karasızlıktan dolayı bazı yıllar artarken, bazı yıllar düşer. Üretimin en fazla olduğu bölgemiz İç Anadolu Bölgesidir(%31). İl olarak en fazla Konya,Ankara ve Adana'dır

· ARPA: Soğuğa ve sıcağa dayanıklıdır. Bundan dolayı buğdayın yetişebildiği her yerde yetişir. Ayrıca düşük sıcaklıktan dolayı buğdayın yetişemediği Doğu Anadolu'nun yüksek yerlerinde de tarımı yapılabilir. Üretim en fazla İç Anadolu Bölgesinde gerçekleşir.

· MISIR: Yetişme döneminde bol su ister. Bundan dolayı yurdumuzda sulama imkanı olan bütün her yerde tarımı yapılabilir. Yağ elde edilmeye başlandıktan sonra tarımı Akdeniz Bölgesinde hızla gelişmiştir. Bugün mısır üretimimizin yarısına yakını Akdeniz Bölgesinden elde edilir (Adana çevresi başta gelir). Üretimde 2. bölge Karadeniz Bölgesidir (Buğdayın yerine tarımı yapılmaktadır.) Bölge halkının temel besin maddesi olduğundan ticarette değeri yoktur.

· ÇELTİK (PİRİNÇ): Çeltik ilk çimlenme döneminde bol su ister. Hasat döneminde kuraklık gerekir. Yurdumuzun sıcaklık şartları çeltik tarımına elverişlidir. Fakat su sorunu vardır. Bu sebeple tarımı akarsu kenarlarında gelişmiştir. Çeltik tarım alanlarında sivrisinek çok geliştiğinden ekim alanları devletin kontrolündedir (yerleşim birimleri çevresinde tarımına müsaade edilmemektedir.
Üretimde en büyük paya sahip bölgemiz Karadeniz Bölgesidir. Başta Batı Karadeniz Bölümü gelir (Kastamonu, Sinop, Bolu, Düzce çevresi). Bölgede ayrıca Samsun, Amasya, Tokat , Çorum çevrelerinde de tarımı yapılır.
Üretimde ikinci bölge Marmara Bölgesidir. Başta Edirne olmak üzere, Tekirdağ, Kırklareli, Sakarya, Balıkesir, Bursa çevresinde tarımı gelişmiştir.
Akdeniz bölgesinde Amik ovası önemli çeltik ekim alanıdır.
Üretimimiz yeterli olmadığından ithal etmekteyiz.

· ÇAVDAR: Serin yayla iklimi ister. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde gelişmiştir.
BAKLAGİLLER
· NOHUT: İlk yetişme döneminde yağış ister. Hasat döneminde kuraklık gerekir. Yurdumuz iklim şartları genelde nohut tarımına elverişlidir. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde yapılmaktadır.

· MERCİMEK: Kuraklığa dayanıklı olduğu için en fazla tarımı G. Doğu Anadolu Bölgesinde gelişmiştir. Mercimek üretimimizin yarıdan fazlası bu bölgeden karşılanır (kırmızı mercimek). Üretimde ikinci bölgemiz İç Anadolu Bölgesidir(yeşil mercimek).

· FASULYE: Yurdumuzda sulama imkanı olan her yerde tarımı yapılabilir.
SANAYİ BİTKİLERİ
· TÜTÜN: Kıraç arazilerde yetişebilir. İlk yetişme döneminde su ister. Daha sonra mutlaka kuraklık olmalı. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Ancak kaliteli tütün yetiştirilmesi amacıyla ekim alanları devlet tarafından sınırlandırılmıştır.
Üretimde 1. Ege Bölgesidir ( Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Denizli ve Uşak çevresi). 2. G.Doğu Anadolu Bölgesi 3.Karadeniz Bölgesidir.

· ŞEKER PANCARI :Yurdumuzda tarımı 1925 yılında Uşak'ta başlamıştır (ilk fabrika Uşak'ta 1926 yılında kuruldu). Bugün fabrikaların kurulduğu her yerde tarımı yapılmaktadır. Belirli iklim ve toprak isteği yoktur. Sulama imkanı olan her yerde tarımı yapılabilir. Üretimde 1. İç Anadolu Bölgesidir.
**Ş.pancarı tarladan söküldükten sonra kısa bir süre sonra işlenmesi gerektiğinden tarımı fabrikalar çevresinde yapılır. Ayrıca pancar küspesi hayvan yemi olarak kullanıldığı için buralarda besi hayvancılığı da gelişmiştir.
***Kıyı bölgelerimizde tarımı yapılmaz. Sebebi buralarda daha fazla gelir getiren ürünlere öncelik verilmesidir.

· PAMUK: Alüvyal toprakları sever. Ayrıca yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyar. Yetişme döneminde bol su, hasat döneminde kuraklık gerekir. Üretimde 1.Ege Bölgesi (kıyıdaki bütün çöküntü ovalarında),
2.Akdeniz Bölgesi (başta Adana olmak üzere Hatay, İçel, Antalya Çevresi),
3. G.Doğu Anadolu Bölgesidir. Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda tarımı yapılır(Iğdır, Malatya).

· ÇAY: Tropikal iklim bitkisidir. Bol ve düzenli yağış ister. Bulutlu gün sayısı fazla olmalıdır. Kışlar ılık geçmelidir. Yurdumuzda en iyi yetişme şartlarını Doğu Karadeniz Bölümünde bulmuştur. Bugün Rize başta olmak üzere Ordu'dan Gürcistan sınırına kadar olan kıyı kesimde tarımı yapılmaktadır. Yurdumuzda çay tarımı Cumhuriyetin ilanından sonra başlamıştır (1924). Çay tarımının tamamı Karadeniz bölgesindedir.

· HAŞHAŞ: Doğu Karadeniz kıyıları hariç bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Ancak uyuşturucu elde edildiği için üretimi devlet kontrolündedir. Bugün başta Afyon olmak üzere Kütahya, Uşak, Denizli, Burdur, Isparta, Konya çevresinde tarımı yapılır. Gıda sanayisinde ve tıpta narkoz yapımında kullanılır. · KETEN KENEVİR: Lifleri dokuma sanayisinde , ip ve halat yapımında kullanılır. Yurdumuz üretiminin tamamına yakınını Karadeniz Bölgesinde Batı Karadeniz Bölümü karşılar( Kastamonu başta gelir) . Kenevirden uyuşturucu elde edildiğinden üretimi devlet kontrolündedir.
YAĞ BİTKİLERİ
· AYÇİÇEĞİ: İlk yetişme döneminde su , hasat döneminde kuraklık ister. Bundan dolayı Doğu Karadeniz kıyıları hariç bütün bölgelerimizde sulama ile tarımı yapılır. Üretimde 1. Marmara Bölgesi (Ergene Bölümü- %74). 2. Karadeniz Bölgesi (Orta Karadeniz) 3. İç Anadolu Bölgesi'dir.

· ZEYTİN: Akdeniz iklim bitkisidir. Ancak Akdeniz Bölgesinde tarımı fazla gelişmemiştir. Daha fazla gelir getiren ürünlere öncelik tanınmasından dolayı. Bugün üretimde 1. Ege Bölgesi (Kıyı Ege Bölümündeki ova ve kenarlarında- Manisa, Aydın, İzmir, Muğla , Denizli çevresi). 2. Marmara Bölgesi-Güney Marmara kıyıları (en kaliteli sofralık zeytin bu bölgeden Gemlik çevresinden elde edilir). 3. Akdeniz Bölgesi (Antalya çevresi en fazla).
Ayrıca Doğu Karadeniz'de Çoruh vadi oluğunda (Artvin) ve G:Doğu Anadolu Bölgesi'nde G.Antep çevresinde tarımı yapılır.
Zeytinin devirli üretim özelliğinden dolayı, üretim bir yıl fazla , bir yıl azdır.

· SOYA FASULYESİ: Önceleri daha çok Doğu Karadeniz'de Ordu-Giresun çevresinde tarımı yapılırdı. 1982 yılından sonra yağ sanayisinde kullanılmaya başlanılınca tarımı Akdeniz Bölgesinde hızla gelişmiştir. Kısa sürede geliştiği için bölgede ikinci ürün olarak yetiştirilir. Adana başta olmak üzere İçel, Hatay çevresinde tarımı gelişmiştir. Türkiye üretiminin %90 'ını Akdeniz Bölgesi karşılar.

· YER FISTIĞI : Akdeniz iklim şartlarında iyi yetişmektedir. En fazla tarımı bu bölgede Adana çevresinde gelişmiştir(%91). Ayrıca G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısında, Ege Bölgesi'nde Muğla , Aydın çevresi, G. Marmara Bölümü'nde Balıkesir, Çanakkale çevresinde tarımı yapılır. Çerez olarak tüketildiği gibi yağ da elde edilir.

· SUSAM: Sıcak iklim bitkisidir. Yurdumuzda başta Ege Bölgesi olmak üzere G.Doğu Anadolu Bölgesi, Akdeniz ve Marmara Bölgelerinde tarımı yapılır.
MEYVECİLİK
· ÜZÜM: Kışın -4oºC ye kadar dayanabilir. Bundan dolayı meyveler içinde yetişme alanı en geniş olanıdır. Üzüm üretiminde başta Ege Bölgesi ( Manisa, İzmir, Denizli ) gelir. 2. G.Doğu Anadolu Bölgesidir.
3. İç Anadolu Bölgesidir. Dünya kuru üzüm üretimde birinciyiz ve ihracat yapmaktayız.

· ELMA: Üzümden sonra yetişme alanı en geniş olan meyvedir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Niğde, Nevşehir, Amasya, Tokat, Kastamonu, Bursa, Burdur, Isparta, Antalya önemli elma üretim merkezlerimizdir.

· İNCİR: Akdeniz iklim bitkisidir. Kış ılıklığı ister ve yaz kuraklığı ister. En fazla tarımı Ege Bölgesi'nde gelişmiştir (Başta Aydın gelir.) Üretimin %80 i bu bölgeden karşılanır. Ayrıca Akdeniz Bölgesi, G. Marmara ve G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısı ile Karadeniz kıyılarında (D: Karadeniz kıyıları hariç) tarımı yapılabilir. Türkiye Dünya kuru incir üretiminde ilk sırada yer alır ve önemli ihracat ürünümüzdür.

· FINDIK : Anavatanı Türkiye'dir. En iyi yetişme şartları Karadeniz iklim bölgesidir. Yurdumuz üretiminin %90 'ını Karadeniz bölgesi karşılar. En fazla Ordu- Giresun olmak üzere Karadeniz kıyılarında tarımı yapılmaktadır. Ayrıca Marmara Bölgesinde Sakarya çevresinde tarımı yapılır. Türkiye dünya fındık üretiminde ve ihracatında ilk sırada yer alır (%60-70).

· ANTEP FISTIĞI: En iyi yetişme şartlarını G.Doğu Anadolu Bölgesinde bulmuştur (% 90). Başta G.Antep ve Ş.Urfa gelir. Ayrıca Akdeniz ve Ege Bölgelerinde çitlembik ağaçlarının aşılanması ile de tarımı yapılabilmektedir. Önemli ihracat ürünümüzdür.

· TURUNÇGİLLER(Narenciye): (Portakal , mandalina, limon , greyfurt ve turunç)
Tropikal iklim bitkisidir. Yurdumuzda tarımı en fazla Akdeniz Bölgesinde gelişmiştir (%88) . Antalya başta olmak üzere bütün Akdeniz kıyılarında tarımı yapılabilmektedir. Ayrıca Ege Bölgesinde İzmir'e kadar olan güney kıyılarında, G.Marmara Bölümünün soğuktan korunmuş kıyılarında, Doğu Karadeniz Bölümünde Rize çevresinde ve G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısında tarımı yapılmaktadır.
*** Ege Bölgesinde kıyıdan 200 km içerilere kadar tarımı yapılabilmektedir. Sebebi bölgede dağların kıyıya dik uzanması sonucu deniz etkisinin iç kesimlere kadar sokulabilmesidir.
*** Doğu Karadeniz Bölümünde yetiştirilebilmesi kış ılıklığı ile ilgilidir.

· MUZ: Tropikal iklim bitkisidir. Yurdumuzda Akdeniz Kıyılarında tarımı yapılabilmektedir. Bugün tarımı daha çok Alanya - Anamur arasında gelişmiştir.

· KAYISI: Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. En fazla tarımı D.Anadolu Bölgesi'nde Malatya-Elazığ çevresinde gelişmiştir. · BADEM : Kıraç arazilerde yetişebilmektedir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilmektedir. En fazla İç Anadolu Bölgesinde Niğde -Nevşehir çevresinde gelişmiştir.
SEBZECİLİK:
Sebzeler çok fazla su isterler. Yurdumuzda sebze yetiştiriciliği en fazla Akdeniz Bölgesinde gelişmiştir. Bu bölgeyi Ege ve Marmara Bölgeleri takip eder. En az geliştiği bölgemiz D.Anadolu bölgesidir. Sebebi yaz mevsiminin çok kısa sürmesidir. Ayrıca İç Anadolu Bölgesinde de sulama yetersizliğinden dolayı sebze tarımı gelişmemiştir.
*** Sebze tarımı seracılık faaliyetleri ile Akdeniz ve Ege Bölgelerinde bütün yıl yapılabilmektedir. Seracılığın buralarda gelişme sebepleri, kışların ılık geçmesi ve güneşli gün sayısının fazla olmasıdır.
YUMRULU BİTKİLER
· PATATES: Alüvyal ve kumlu topraklarda iyi yetişir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde gelişmiştir( Nevşehir). Ayrıca Ödemiş-İzmir, Sakarya, Trabzon, Erzurum diğer önemli patates üretim merkezlerimizdir.
· SOĞAN-SARMISAK: Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Bursa -Karacabey önemli soğan üretim merkezi iken Kastamonu da sarmısakta önemli merkezimizdir.
İTHAL ETTİĞİMİZ TARIM ÜRÜNLERİ:
Pirinç, kahve , kakao, muz, kivi, ananas, hindistan cevizi, hurmadır.
ÖNEMLİ İHRACAT ÜRÜNLERİMİZ:
Fındık, Antep fıstığı, pamuk , tütün, K.Üzüm, K.İncir, K.Kayısı, haşhaş gibi.


HAYVANCILIK






Tarımın bir kolu olan hayvancılık , ekonomik değeri olan hayvanların yetiştirilmesi, çeşitli şekillerde yararlanılması ve pazarlanması olayıdır. Kırsal kesimlerde hayvancılık tarımın sigortası durumundadır. İklimdeki karasızlıkların tarımı olumsuz yönde etkilemesinden dolayı. Tarım hayvancılık birbirini destekler. Örnek : Şeker fabrikaları çevresinde besi hayvancılığının gelişmesi.
Doğu Anadolu Bölgesinde iklim ve yer şekillerinin tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemesinden dolayı bölgede birinci ekonomik faaliyet hayvancılıktır.
Türkiye hayvan varlığı fazla olan bir ülkedir. Ancak hayvanlarımızın et, süt, yumurta, yapağı verimleri düşüktür.
HAYVANCILIĞIMIZI GELİŞTİRMEK İÇİN,
· Hayvan soyları iyileştirilmeli(ıslah edilmeli): Yerli ırklar et-süt verimi yüksek olan ırklarla melezleştirilmeli veya iyi cins hayvan ithal ederek sayısını artırmalıyız. İyi cins hayvan yetiştirmek amacıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında çalışmalar başlatılmıştır. İyi cins hayvan yetiştiren çiftliklere hara denir. Örnek : Bursa-Karacabey, Eskişehir-Çifteler.
· Mera hayvancılığı yerine ahır hayvancılığı geliştirilmeli: Mera hayvancılığı otlaklarda yapılan hayvancılık şeklidir. Masrafsızdır. Ancak verim düşüktür. Bundan dolayı yem kullanımı fazla olan , fakat verimi yüksek olan ahır hayvancılığına önem verilmelidir.
· Otlaklar korunmalı: Otlaklarımız tarımda makinalaşma ile sürekli olarak daralmaktadır. Ayrıca otlaklarda aşırı otlatma sonucu otlaklar bozulmaktadır. Bu olumsuzluklar sonucunda hayvanlarımız yeterince beslenememektedir. Hayvancılığı geliştirmek için bu olumsuz durumlar önlenmeli.
· Yem üretimi artırılmalı.
· Erken kesim önlenmeli (süt kuzu-süt dana)
· Salgın hastalıklarla mücadele edilmeli
· Çiftçi eğitilmeli ve kredi desteği sağlanmalı.
*** Türkiye'de genelde mera hayvancılığı gelişmiştir. Bundan dolayı hayvancılımızın coğrafi dağılışında daha çok iklim etkilidir. Ayrıca et ve süt üretimi de iklimin etkisi altındadır.
HAYVANCILIĞIMIZIN COĞRAFİ DAĞILIŞI:
BÜYÜK BAŞ HAYVANCILIK: (Sığır, at, eşek, katır, deve)
· İNEK:Büyük baş hayvanlar içinde en fazla sığır(inek, **** ,dana, manda) yetiştiriciliği vardır. Sığırlar içinde de en fazla inek yetiştirilmektedir. Bütün bölgelerimizde inek yetiştiriciliği vardır. Ama en fazla Karadeniz Bölgesinin kıyı kesimi ile Doğu Anadolu Bölgesinde Erzurum-Kars Bölümünde gelişmiştir. Karadeniz Bölgesinde gelişmesi yağışların fazla olmasından dolayı çayırların fazla olmasıdır. Erzurum-Kars bölümünde gelişmesi yaz yağışlarıyla oluşan gür ot ve çayırlıklardır. İnek yetiştiriciliği ayrıca şeker fabrikaları çevresinde de gelişmiştir. Ş.Pancarı küspesinin hayvan yemi olarak kullanılmasından dolayı.

· MANDA: Bol sulu bataklık ve göl kenarlarında beslenir. Yurdumuzda başta Karadeniz Bölgesi kıyı kesimi olmak üzere G.Marmara Bölümünde yetiştiriciliği yaygındır. Et kalitesi düşük olduğundan yetiştiriciliği fazla gelişmemiştir.
*** Büyük baş hayvancılık batı bölgelerimizde ahır hayvancılığı şeklinde gelişmiştir.
KÜÇÜK BAŞ HAYVANCILIK
1. KOYUN: Bozkırların hayvanıdır. Hafif dalgalı düzlüklerde iyi yetişir. Türkiye'nin iklim şartları genelde koyun yetiştiriciliğine elverişlidir. Düşük sıcaklık sebebiyle Doğu Anadolu Bölgesinin doğusunda yetiştiriciliği gelişmemiştir. Ayrıca Doğu Karadeniz Bölümünün kıyı kesiminde yüksek nem ve gür çayırlardan dolayı koyun yetiştirilmez. En fazla koyun yetiştiren bölgemiz İç Anadolu'dur. Bozkırların geniş alan kaplamasından dolayı. Doğu Anadolu Bölgesi (batısı) ve G.Doğu Anadolu Bölgeleri de koyun yetiştiriciliği gelişmiştir.

Koyun Türleri:
· Kıvırcık: Soğuğa dayanıklı değildir. Et verimi yüksektir. Marmara ve Ege Bölgelerinde yetiştirilir.
· Dağlıç: Ege ve İç Batı Anadolu'da yetiştirilir.
· Karaman: Ege, İç, Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde yetiştirilir.
· Sakız ve Merinos: G.Marmara Bölümünde yetiştirilir. Merinos yünü için yetiştirilmektedir.

2. KIL KEÇİSİ: Dağlık bölgelerin hayvanıdır. Ağaçların filizlerini yemek suretiyle beslenir. Ormanlara zarar verdiği için sayılarının azaltılması yoluna gidilmektedir. En fazla Akdeniz Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgelerinde yetiştirilir.

3. TİFTİK KEÇİSİ (Ankara Keçisi): Tiftiği için yetiştirilmektedir. Yurdumuzda Ankara- Konya çevresi ile G.Doğu Anadolu Bölgesinde Siirt çevresinde yetiştirilmektedir.

***Sağılan ve kesilen hayvan sayısı az, üretilen süt ve et miktarı fazla ise orada Büyük baş hayvancılık (inek yetiştiriciliği) gelişmiştir. Sağılan ve kesilen hayvan sayısı fazla iken , üretilen et ve süt miktarı az ise Küçük baş hayvancılık gelişmiştir( Koyun yetiştiriciliği).
KÜMES HAYVANCILIĞI:( Tavuk , horoz, hindi, kaz, ördek)
Kümes hayvancılığı bütün bölgelerimizde yapılabilmektedir. Ama en fazla Marmara ve Ege Bölgelerinde gelişmiştir. İstanbul, İzmir, Manisa, Balıkesir, Ankara gibi büyük kentler çevresinde gelişmiştir.
ARICILIK:
Bal, bal mumu, polen ,arı sütü elde etmek için arıcılık bütün bölgelerimizde yapılabilmektedir. En fazla Ege ve Doğu Anadolu Bölgelerinde gelişmiştir. Muğla, Manisa,İzmir, Balıkesir,Çanakkale, Ağrı, Erzurum, Hakkari, Rize (Anzer yöresinin balları çok ünlüdür.), Artvin, Ordu önemli bal üretim merkezlerimizdir.
İPEK BÖCEKÇİLİĞİ:
İpek böceği yetiştirme ve kozasından ipek elde etme faaliyetidir.Dut yaprağı yemek suretiyle beslenir. En fazla G.Marmara'da gelişmiştir. Bursa, Balıkesir, Bilecik çevresinde çok gelişmiştir. İpekli dokumada ise Bursa-Gemlik-İstanbul gelişmiştir.
BALIKÇILIK:
Yurdumuzun etrafı denizlerle çevrili, birçok akarsu ve tatlı su gölümüz olmasına rağmen balıkçılık gelişmemiştir.
Balıkçılığın Gelişmemesinin Sebepleri:
· Denizlerimizin balık bakımından zengin olmaması.
· Açık deniz (Okyanus) balıkçılığının yapılmayışı.
· Taşıma ve depolama imkanlarının yetersizliği.
· Zararlı avlanma yöntemlerinin uygulanması (dinamit patlatma, trol avcılığı gibi)
· Denizlerimizdeki kirlenmenin önlenememesi.
Türkiye'de Balık Üretiminin Denizlere Göre Dağılışı:
1. Karadeniz % 67
2. Ege Denizi % 13
3. Marmara Denizi % 11
4. Akdeniz % 9
***Bodrum kıyılarında sünger avcılığı gelişmiştir.
***Japonya ve Norveç'te balıkçılık çok gelişmiştir. Sebepleri : Okyanus akıntılarının karşılaşım alanında olması, iklim ve yer şekillerinin tarımı olumsuz yönde etkilemesidir.


ORMANCILIK





Türkiye topraklarının %26 oranındaki bölümü orman rejimi altındadır. İyi vasıflı, verimli ormanların kapladığı alan yalnızca %13 gibi çok düşük bir miktarı oluşturmaktadır.
Türkiye'de ormanların dağılışında en fazla yağış miktarı etkilidir. Yağışların fazla olduğu kıyı bölgeler orman bakımından da zengindir. Doğu Karadeniz kıyıları hariç tahrip edilen ormanların kendini yenilemesi yurdumuzun bir çok yerinde zordur.
Ormanlarımızın Coğrafi Bölgelere Göre Dağılış Oranları:
1. Karadeniz Bölgesi %25
2. Akdeniz Bölgesi %24
3. Ege Bölgesi % 17
4. Marmara Bölgesi %13
5. Doğu Anadolu Bölgesi %11
6. İç Anadolu Bölgesi %7
7. G.Doğu Anadolu Bölgesi %3
Ülkede ormancılık sektöründe kamu ve özel kesim olarak yılda ortalama 29 milyon metreküp dolayında odun imalatı yapılmaktadır. Bunun yaklaşık % 68'i yakacak odun olarak kullanılmaktadır. Yurtiçi arz açığının kapatılması için 1985 yılından bu yana her yıl önemli miktarlarda odun ithalatı yapılmaktadır.
ORMANLARIN FAYDALARI
· Ormanların toz emici özelliği vardır.
· Ormanların gürültüyü azaltıcı özelliği vardır.
· Erozyonu ve sel oluşumunu önler.
· Ormanlar, bir ısı tamponu gibi görev yapar. Sıcağı ve soğuğu dengeler. Yaz sıcaklığını 5-8.5 ºC azaltırken, kış sıcaklığını da 1.5-2.8 ºC arttırır. Kuru havalarda bile havanın nemini sabit tutar.
· Ormanlar, birçok yabani hayvan ve kuşların yanı sıra, çeşitli yiyecekleri barındırması nedeniyle besin kaynakları açısından önemli bir ortamdır.
· Ormanlar biyolojik dengeyi korur. Yapraklı ağaçlardan meydana gelen bir bir bölgede 50 kuş türü yaşayabilir.
· Ormanlar, ağaçsız bir alana göre 8 kat fazla humus oluşturur ve toprak canlılarının yaşamasına olanak sağlar.
· Ormanlar, egsoz ve benzeri zehirli gazları, kirli suları filtre ederek temizler.
· Oksijen üretir. Ülkenin akciğeridirler.
Orman ürünleri, Asli Orman Ürünleri ve Tali Orman Ürünleri olmak üzere 2 kategori altında toplanmaktadır.
ASIL ORMAN ÜRÜNLERİ
Tomruk ,Tel ve Maden Direği ,Sanayi ve Kağıtlık Odun, Lif- Yonga Odunu Yakacak Odun gibi.
TALİ ORMAN ÜRÜNLERİ
Reçine, Çıra ,Sığla yağı ,Defne ,Şimşir Kök Odunu ,Kekik ,Ada Çayı ,Çam Fıstığı, her çeşit bitki soğanı ,Mantarlar, Kozalak gibi.
ORMANLARIN KORUNMASI:
· Orman yangınları önlenmeli .
· Orman içinde ulaşımın çabuk sağlanabilmesi için yollar yapılmalı.
· Eğitilmiş yangın söndürme ve haberleşme ekipleri bulundurmak.
· Yangınların yayılmasını önlemek için yer yer boşluklar bırakmak.
· Kaçak kesimler önlenmeli.
· Orman içinde hayvan otlatmamak (kıl keçisi).
· Yakacak olarak odun kullanımı azaltılmalı.
· Orman köylerine yeni iş ve geçim kaynakları oluşturulmalıdır.


MADENLER VE ENERJİ KAYNAKLARI






Türkiye madenler bakımından zengin bir ülkedir. Ayrıca bazı madenler bakımından dünyanın önemli ülkeleri arasındadır. Türkiye'nin madenlerinin tamamı henüz belirlenmemiştir. Her yıl yeni maden yataklarının bulunması bunun kanıtıdır.

Ülkemizin madenciliğinin şu andaki üretimi, tümüyle kendi endüstri kuruluşlarımızın gereksinimine yönelik değildir. Bir kısmı ham olarak ya da yarı işlenmiş halde dışarı satılmaktadır.

Bir madenin işletilmesinin karlı olabilmesi için, 'cevher oranı' Yedekleriyle birlikte belirtilen miktarı fazla olmalıdır.

Anadolu, madenciliğin eskilere dayandığı bir yerdir. Ancak cumhuriyetin ilanından sonra kurulan maden teknik ve arama (M.T.A) enstitüsü, madenciliğimizi ciddi biçimde ele alınmasına yönelik olan bir kuruluştur. Bu kuruluş, arama çalışmaları gerçekleştirirken yine cumhuriyet döneminde kurulan ETİBANK, işletme ve pazarlama işlerini yürütmeye başlamıştır. Bu devlet kuruluşlarından başka, özel sektör kuruluşları da bulunmaktadır.
DEMİR
Türkiye'nin birçok yerinde çıkarılan bir madendir. Demir çıkarımının %80'ini Doğu Anadolu bölgesi içerisinde kalan Divriği sağlar. Balıkesir'de Eymir ve Çarmık, Ege Bölgesinde Ayazmand ve Torbalı, Kahramanmaraş ile Kayseri arasında Faraşa ve Karamadazı, Sivas Hekimhan arasında Hasan çelebi ve Doğu Marmara'da Çamdağı, önemli demir alanlarıdır. Demir, endüstride en çok kullanılan maden cevheridir. Bu nedenle demir-çelik endüstrisinde ana maddedir.
KROM
Sert, paslanmaz ve iyi parlatılan bir madendir. Kaplamacılık ve çelik yapımında yaygın olarak kullanılır. Türkiye'de yaygın olarak çıkarılan madenlerden biride kromdur. En zengin krom yatakları, Elazığ'da Guleman, Batı akdenizde (fethiye, marmaris arasında) Dalaman havzası, Kütahya ile Bursa arası ve Eskişehir'in doğusundaki Seyitgazi'de yer alır. Adana'nın kuzeyindeki Akdağ yöresinde de yeni krom yatakları bulunmuştur. Akdağ krom yatakları, Dünyanın en zengin yataklarıdır. Türkiye, krom çıkarımında dünyada 3. sıradadır. Türkiye, çıkardığı kromu büyük ölçüde cevher olarak satmaktadır. Bu nedenle çıkarımını dış taleplere bağlı olarak ayarlamaktadır.
BAKIR
Kolay işenen bir madendir. Elazığ'da maden (Ergani bakır işletmeleri), Artvin'de Murgul (Göktaş) ve Kastamonu'da Küre bakır çıkartılan yerlerdir. Rize Çayeli'de yeni bakır yatakları bulunmuştur.
BOR
Kullanım alanı yaygın olan bu maden,boraks ve asitborik elde edilmesi bakımından da önemlidir. Balıkesir'de Sultançayırı ve Bigadiç Eskişehir'de Seyitgazi ve Kütahya çevresi önemli çıkarım alanlarıdır. Türkiye, bor minarellerinde dünyanın en zengin ülkesidir.
BOKSİT
Konya'nın Seydişehir ilçesi ile Antalya'nın Akseki ilçesinde çıkarılır. Bu iki çıkarım alanı da Antalya bölümünde yer alır. Alüminyumun hammaddesidir.
KÜKÜRT
Isparta'nın Keçiborlu ilçesi ile Denizli'nin Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.
MANGANEZ
Zonguldak'ın Ereğli ve Artvin'in Borkça (Göktaş) çevrelerinde çıkartılır. Denizli Tavas'ta yeni yatakları bulunmuştur.
CİVA
İzmir'in Ödemiş ve Karaburun, Konya'nın Sarayönü çevresinde ve ayrıca Niğde civarlarında çıkartılır.
TUZ
Çeşitli yollarla elde edilen bir doğal kaynaktır. Kayatuzu olarak çıkartıldığı gibi, deniz suyundan ve açık işletme olarak Tuz gölünden de elde edilir. En fazla tuz üretimi İzmir'deki Çamaltı tuzlasında, deniz suyundan elde edilir. Çankırı, Erzurum, Kars, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat ve Konya'da işletilmektedir.Türkiye, birçok madende zengin bir ülkedir. Bu madenlerden bazıları turistlik eşya yapımında önem taşır. Lületaşı (Eskişehir'de) ve oltutaşı (Erzurum'da) bu özellikte olanların en önemlileridir.
TAŞ KÖMÜRÜ (Maden kömürü):
Yurdumuzda tüketilen enerji kaynakları arasında taş kömürünün önemli bir yeri vardır. Ayrıca demir-çelik ve kimya sanayiilerinin önemli ham maddesidir. Başlıca taş kömürü yataklarımız, Zonguldak ve çevresindedir. Burası Türkiye'nin tek maden kömürü havzasıdır. Bir milyon tonu aşan rezervi vardır.
LİNYİT
Yaygın olarak hemen her bölgemizde çıkarılır. Ege bölgesi linyitleri oldukça kalitelidir. Manisa'da Soma, Kütahya'da Tavşanlı, Tunçbilek ve Değirmisaz, Amasya'da Çeltek ve Erzurum en önemli çıkarım yerleridir. Kahramanmaraş'ın Elbistan, Muğla'nın Yatağan linyitlerinin kalori değeri düşüktür. Bu nedenle termik santrallerde kullanılır.
PETROL
Günümüzde önemli bir enerji kaynağı olan petrol, aynı zamanda kimya sanayiinin de ham maddesidir. Yurdumuzdaki petrol yatakları fazla zengin değildir. Mevcut petrol yataklarımız daha çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Batman, Siirt ve Diyarbakır'dadır. Adıyaman, Şanlı Urfa ve Mardin'de de petrol yatakları vardır. Üretilen petrol, ihtiyacımızın çok az bir kısmını (1/7) karşılamaktadır. Geri kalan kısmını dışardan karşılamaktayız.

Yurdumuzda ham petrolün arıtılması için rafineriler kurulmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde üretilen ham petrolün bir kısmı Batman Rafinerisine, bir kısmı da Batman-İskenderun boru hattı ile Dörtyol'a gönderilmektedir. Buradan da tankerlerle Ataş, İzmir ve İzmit rafinerilerine taşınmaktadır. İskenderun Körfezi ile Kırıkkale arasındaki petrol boru hattı ile de Kırıkkale Rafinerisine ham petrol aktarılmaktadır. Ayrıca Türkiye-Irak boru hattı ile Irak petrollerinin bir kısmı Yumurtalık Limanı'na taşınmaktadır. Bu taşımacılıktan Ülkemiz önemli bir gelir sağlamaktadır. Azerbaycan petrolünün de yapılacak boru hattı ile İskenderun Körfezi'ne getirilmesi planlanmaktadır. Yurdumuzda petrol aramalarına hızla devam edilmektedir.

Türkiye'de su gücünden elde edilen elektrik enerjisi üretimi her geçen gün artmaktadır. Barajlara dayalı elektrik üreten pek çok hidroelektrik santralimiz vardır. Bunların başlıcaları, Atatürk, Karakaya, Keban, Hasan Uğurlu, Demirköprü, Hasan Polatkan, Oymapınar ve Hirfanh hidroelektrik santralleridir. Bunların yanında yapımı devam eden hidroelektrik santrallerimiz de vardır.

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile Fırat ve Dicle üzerinde 21 baraj, 17 hidroelektrik santrali yapımı öngörülmektedir. Bu proje ile elde edilecek hidroelektrik enerji, Türkiye'deki mevcut hidroelektrik enerjiden çok daha fazla olacaktır.

Ayrıca, Denizli yakınlarında Sarayköy'de yüksek sıcaklıktaki su buharından enerji elde edilmektedir. Bu tür enerjiye 'Jeotermal enerji' denir. Birçok yerinde çeşitli sıcaklıkta termal kaynaklar bulunan yurdumuz, bu enerji kaynağı açısından da şanslı görülmektedir. Yine yurdumuzun çeşitli yerlerinde güneş enerjisinden ısı enerjisi olarak yararlanılmaktadır. Yurdumuzda doğal gazdan da faydalanılmaktadır. Bir miktar yerli üretimin yanı sıra Rusya Federasyonu'ndan borularla, Cezayir'den de deniz yolu ile doğal gaz getirilmektedir. Özellikle büyük kentlerimizde daha çok kışın ısınmada kullanılan doğal gaz, hava kirliliğini de büyük ölçüde önlemektedir.


SANAYİ





Yurdumuzda, büyüklü küçüklü pek çok sanayi kolu vardır. Bunların birçoğu Cumhuriyet Döneminde kurulmuştur. Dolayısıyla bu alanda çalışan nüfusumuzun sayısı da her geçen gün artmaktadır.

Çok yakın bir zamana kadar, ihracatımızda tarım ürünleri en önemli payı oluştururken bugün, sanayi ürünlerinin payı, tarım ürünlerini çok geride bırakmıştır. Ancak bu durum, tarım ürünlerimizin miktar olarak azaldığı anlamına gelmez. Aksine, modern tarım metotlarıyla yurdumuzda, birim alandan elde edilen üretim miktarı artmıştır.

Türkiye'de en yaygın sanayi kuruluşları, ham maddesini tarım ürünlerinin oluşturduğu fabrikalardır. Bunların bir kısmını besin sanayii oluşturur. Bu kuruluşların başlıcaları, un, bitkisel yağ, konserve ve şeker fabrikalarıdır.

Modern un fabrikalarımızın çoğu İç Anadolu Bölgesi'nde bulunur. Konservecilik, en çok Marmara Bölgesi'nde gelişmiştir. Bitkisel yağ fabrikaları da daha çok Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde, şeker fabrikaları ise yurdumuzun birçok yerinde kurulmuştur.

Türkiye çok miktarda pamuk üreten bir ülke olması nedeniyle pamuklu dokuma sanayii de çok gelişmiştir. Adana, Antalya, İzmir, Aydın, Nazilli, Manisa, Kayseri, Malatya. I illimi ve Bursa, pamuklu dokuma sanayiinin önemli merkezleridir. Yönlü dokuma fabrikalarımız daha çok İstanbul, Hereke, Bursa, İzmir ve Uşak'ta bulunmaktadır. Bursa, ayrıca ipekli dokumacılığın da merkezidir. İstanbul, İzmir, Ankara giyim sanayiinin gelişme gösterdiği en önemli merkezlerdir. Karabük, Karadeniz Ereğlisi, Kırıkkale ve İskenderun'da bütün sanayi kollarna demir-çelik ve daha başka yan ürünler üreten fabrikalarımız bulunmaktadır.

Petrol rafinerilerimiz ise, İzmit, Mersin (Ataş), İzmir, Batman ve Kırıkkale'dedir. Otomotiv sanayii daha çok Bursa, İstanbul ve İzmir'de gelişmiştir. Kağıt sanayii merkezleri, İzmit, Çaycuma, Taşköprü, Çay, Taşucu, Dalaman ve Aksu'dur. Çinicilik ve porselen merkezi ise Kütahya'dır. İstanbul ve Gölcük, gemi yapım merkezleridir. Petrokimya sanayii ise İzmit ve İzmir'de kurulmuş ve gelişmiştir.

Bunların yanında, azot, gübre, sigara, plastik, ilaç, boya, halı, çimento, cam ve savaş malzemeleri ile daha başka ürünler üreten sanayi kuruluşlarımız da bulunmaktadır.

Yurdumuz, otomotiv sanayinde gelişmiş bir ülkedir.



İLETİŞİM





Teknolojinin gelişmesi sayesinde bugün yurdumuzda iletişim, modern araç ve gereçlerle yapılmaktadır. Ülkeler ve kıta'lar arasında haber aktarmakta pek çok ülke, uydu sistemlerinden yararlanmaktadır. Yurdumuz da uzaya gönderdiği haberleşme uydularıyla bu gelişmeyi yakalamıştır. Telefon, telsiz, telgraf, teleks, telefaks ve Internet gibi birtakım iletişim araçları, yurdumuzda yaygın olarak kullanılmaktadır. Kitle iletişiminde gazete, dergi gibi yazılı basın araçları ile radyo ve televizyon gibi sözlü ve görüntülü araçlar önemli rol oynamaktadır. Bu sayede vatandaşlarımız, yakın ve uzak çevrelerinden haber aldıkları gibi, bilgi ve görgülerini de artırmaktadırlar. Haberleşme hizmetlerindeki gelişmeler, yurt savunmasında ve ülke bütünlüğünün sağlanmasında da büyük önem taşımaktadır.

Yurdumuzda haberleşme hizmetlerini yürütmek üzere, Posta Telefon Telgraf (PTT) teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilat, yaptığı çalışmalarla yurdumuzu bir baştan bir başa modern haberleşme araç ve gereçleri ile donatmaya çalışmıştır.

Türk Telekomünikasyon A.Ş (TÜRK TELEKOM) adıyla hizmet vermektedir. Bu hizmetler sayesinde yurdumuzun en küçük yerleşme birimindeki vatandaşlarımızla iletişim kurabilmekteyiz.

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) da yurdumuzda haberleşmenin, çağın gereklerine uygun olarak yapılması için çalışmaktadır. Bu kurum, yurt içi ve yurt dışına birçok dilde radyo ve televizyon yayını yapmaktadır. Yurdumuzda son yıllarda, kurulan ve sayısı giderek artan özel televizyon kanalları da bu hizmete katılmaktadır.


TİCARET VE TURİZM





Ticaret
Bölgeler ve ülkeler, yetiştirdikleri farklı ürünler bakımından birbirlerine muhtaçtır. Elde edilen ürünlerin fazlası, gereksinim duyulan bir başka bölgeye veya ülkeye satılır. Böylece, gerek ülke sınırlan içinde, gerekse ülkeler arasında bir alış veriş yapılmış olur. Kar amacıyla yapılan bu alış verişe ticaret denir.

Alış veriş, ülkenin kendi milli sınırları içinde yapılıyorsa buna 'iç ticaret' denir. Ülkeler arasında yapılan alış verişe ise 'dış ticaret' adı verilir.

İç ticaret Yurdumuz, iklim, toprak türü ve ekonomik yapı bakımından farklı özellikler gösteren bölgelerden meydana gelmiştir. Bu yüzden yetiştirilen ürünler de birbirinden farklıdır. Bir bölgede yetiştirilen bir ürün, gereksinimi olan başka bir bölgeye gönderilmektedir. Bu durum, Türkiye'de ticaretin doğmasına neden olmuştur.

Kırsal kesimde üretilen tarım ürünleri, kentlerde satılmaktadır. Buna karşılık kentlerde üretilen sanayi ürünleri ise köylüler tarafından satın alınmaktadır. İşte yapılan bütün bu alış verişler iç ticaretin gelişmesini sağlar.

İç ticaretin yapıldığı yerler, haftanın belli günlerinde kurulan pazarlar, devamlı olan haller, dükkanlar ve mağazalardır. Ayrıca bazı kentlerimizde her yıl belirli tarihlerde kurulan ve bir süre devam eden daha büyük pazarlar da vardır. Bunların küçüklerine panayır, büyüklerine fuar denir. Bunlar, gerek sanayi gerekse tarım ve kültür alanlarında ülkemizin gücünü tanıtır. Ayrıca üreticilerle tüketicileri karşı karşıya getirip ticaretin canlanmasını sağlar.

Dış ticaret Bu ticaret, ülkeler arasındaki ekonomik farklılıklardan doğan bir ticarettir. Bir ülkenin bölgeleri arasında, yetiştirilen ürün ve üretilen mallarda farklılıklar olduğu gibi, ülkeler için de bu durum geçerlidir. Örneğin, Fransa'da üretilen bir ürün, Türkiye'de bulunmayabilir. Buna karşılık Türkiye'de yetiştirilen bir tarım ürünü de Fransa'da yetişmeyebilir. İşte çeşitli ülkelerde üretilen ve yetiştirilen bu farklı ürünler, ülkeler arasında alınıp satılır. Bu alış veriş, dış ticareti oluşturur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında aldığımız mallar çok, sattıklarımız ise oldukça azdı. Bugün Türkiye, gelişen ekonomisi sayesinde sadece ham madde ve tarım ürünleri satan bir ülke değildir, sanayi ürünleri de satan bir ülke durumundadır.

Bir ülkenin başka bir ülkeden ürün almasına ithalat, ürün satmasına ise ihracat denir. İthal ettiğimiz ürünlerin başında, makineler, ulaşım araçları, ham petrol, madeni yakıtlar gelmektedir. Bunların yanında bazı ilaçlar, kimyasal maddeler ile çeşitli eşya ve gıda maddeleri gibi ürünler de yer almaktadır, ihraç ettiğimiz başlıca ürünler ise, çeşitli sanayi ürünleri, gıda maddeleri, canlı hayvan, ulaşım araçları, makineler, çeşitli ham maddeler, hayvansal ve bitkisel yağlar ile madeni yağlar, içki ve tütündür.

Dış ticaretimiz en çok, Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika ile olmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, İsviçre, Avusturya, Polonya, Rusya Federasyonu ve bazı İslam ülkeleri de en çok alış veriş yaptığımız ülkeler arasındadır. Azerbaycan. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile de ticaretimiz giderek artmaktadır.
Turizm
Günümüzde bütün ülkeler, turizm alanında daha çok gelişmek ve daha çok turist çekmek amacıyla yarış içindedirler. Bunun gerçekleşmesi için ülkede ulaşımın gelişmesi, turistlerin konakladıkları yerlerin temiz, rahat ve güvenilir olması şarttır. Ayrıca, turistlere yardımcı olacak birtakım danışma ve rehberlik birimlerinin kurulması ve işletilmesi de gerekmektedir.

Yurdumuz, doğal güzellikleri ve tarihi zenginlikleri ile iç ve dış turizmin gelişmesine uygun bir ülkedir. Ege ve Akdeniz kıyılarımızda, yazlar uzun ve bol güneşlidir. Buralarda güzel plajlar birbirini izler. Bu yüzden kıyılarımız, yaz aylarında Avrupa ülkelerinden gelen çok sayıda turistin akınına uğrar.Ayrıca Ürgüp ve Göreme'deki peri bacaları, Adıyaman'da Nemrut dağı üzerindeki insan başı ve hayvan heykelleri, Pamukkale travertenleri, şifalı kaplıcalar ile ilginç mağaralar ve daha pek çok doğal güzellikler yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Bütün bunlarla yurdumuz bir turizm cennetidir.

Doğal güzelliklerinin yanında Türkiye, tarihi eserler bakımından da zengindir. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı eserleri bakımından İstanbul, Edirne, Bursa, Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve Van, tarihi zenginliklerin toplandığı kentlerimizdendir. Diğer yandan çeşitli illerimizde bulunan müzeler ve milli parklar da turistlerin ilgisini çeken yerlerdir.Son yıllarda turizmin devlet eliyle desteklenmesine ve ülkemizin yurt dışında tanıtılmasına büyük önem verilmiştir. Bu amaçla, turistik tesis yapmak isteyenlere, kredi konusunda büyük kolaylıklar sağlanmıştır. Bunun yanında dış ülkelerle bağlantılı birçok turizm şirketi kurulmuştur. Bu çalışmalar sonunda ülkemizde, modern konaklama tesisleri ve yatak sayısı artmıştır.

Bütün bunlara bağlı olarak, ülkemizi ziyaret eden turist sayısında ve bu sektörden elde edilen gelirde büyük artışlar görülmektedir. 1996 yılı itibariyle ülkemizin turizm sektöründen sağladığı gelir 5,5 milyar doları aşmıştır. Ülkemize daha çok turistin gelmesi ve daha uzun süre kalması, yurdumuza daha çok dövizin girmesi ve ülkemizin daha çok kişi tarafından tanınması demektir. Bu yolla sağlanan dövizler, ülkemizin kalkınmasında büyük bir paya sahiptir. O halde turizm, önemli bir gelir kaynağı ve ülkemizi tanıtma vasıtasıdır.

Doğal ve tarihi zenginliklerimizi özenle korumak, turiste ülkemizi iyi tanıtmak, onlara dürüst davranmak gerekmektedir. Çünkü ülkemizden memnun ayrılan turist, bu memnuniyetini çevresine yansıtacağından ülkemize daha çok turistin gelmesini sağlayacaktır.




 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

5.GERÇEKLEŞEN DÜŞLER




20.YÜZYILDA BİLİM VE TEKNOLOJİDE MEYDANA GELEN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER

1900 - 1903






1900
Mendel yasalarının doğruluğu deneylerle kanıtlandı. 1822'de Avusturya'da doğan Gregor Mendel 1856 yılında kalıtımla ilgili çalışmalarına başlamıştı. Bezelyelerle yaptığı deneyler sonunda kalıtımın yasalarını ortaya atan Mendel, kalıtımbilimin (genetiğin) doğmasına olanak sağlamıştır.
1900
İlk radyonun yapılışı. Elektromanyetik dalgaların varlığını 1864 yılında James Clerk Maxwell ortaya koymuştu. Guglielmo Marconi'yse dalgaları ilkin 9 m, sonra da 275 m ve 3 km'lik uzaklıklara iletmeyi başardı. 1901'de de Atlas Okyanusu'nun ötesine ilk mesajını ulaştırdı.
1900
Günümüzde Planck Sabiti olarak adlandırılan eylem kuantumunu, Alman fizikçi Max Planck buldu. Işıma olgusunda enerjinin sürekli biçimde değil, enerji paketleri biçiminde kesikli olarak ortaya çıktığı varsayımını yapan Planck, herbiri belirli bir enerji miktarını içeren paketlere kuantum adını verdi ve bir kuantumun enerjisinin ışınımın frekansıyla orantılı olduğunu öne sürdü. Bu teori fizikte bir devrim niteliği taşıyordu ve 20. yüzyıla damgasını vuran kuantum mekaniğinin başlangıcı oldu.
1901
Emekli bir Alman subayı olan Ferdinand Zeppelin'in tasarladığı hava gemisi 'Zeplin'lerden ilki 2 Temmuz'da Almanya'da Friedrichshafen yakınlarında bir göldeki yüzer hangardan havalandığı Sivil havacılıkta ve yolcu taşımacılığında büyük başarılar elde edecek olan bu araçlar, uçaklarla rekabete dayanamayıp gelecekte göklerden silinecekti.
1901
Karl Landsteiner, alyuvarlarda hücre zarının dış katmanına yapışan antijen adlı bir maddenin türüne bağlı olarak insanda en az üç temel kan grubu olduğunu gösterdi, bu grupları A, B ve 0 olarak adlandırdı. Bir yıl sonra da A ve B artijenlerinin ikisini birden taşıyan AB grubu bulundu.
1902
ABD'li genetik bilgini Walter Sutton, Columbia'da öğrenciliği sırasında kromozomların kalıtsal bilgiyi taşıdıgını ve ayrı çiftler halinde bulunduğunu ilk kez ortaya koymuş. Sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarla kalıtımla ilgili kromozom kuramının temelini atmıştır.
1903
Motorlu ilk uçuş yapıldı-Orville Wright'ın pilotluğunu yaptığı Flyer adındaki ilk uçak 17 Aralık 1903'te havalanıp yerden üç metre yükseldi, 12 saniye havada kalan uçak sonra sert bir biçimde yere indi. Wilbur ve Orville Wright kardeşler aynı gün iki uçuş daha yaptılar. En uzun uçuş 59 saniye sürdü 260 m'lik bir uzaklığı aştı.
1903
Bayliss ve Starling, sindirime yardımcı pankreas sıvısının salgılanmasında uyarıcı maddeyi bularak ilk kez hormon kavramını ortaya attılar. Sekretin adını verdikleri bu madde gibi salgılandığı organdan uzakta başka bir organı uyaran bu tür kimyasal maddeleri 'uyarmak' anlamındaki Yunanca hormon sözcüğünden türetilmiş hormon terimiyle adlandırmayı da Bayliss ve Starling yaptı.

1904 - 1908






1903
Hollandalı fizyolog Willem Einthoven, kendi adıyla anılan ilk telli galvanometreyi tasarladı. Galvanometre, kalp kasının kasılmasıyla ortaya çıkan değişiklikleri ölçüyor ve kağıt üzerine kaydediyordu. Einthoven bu yönteme elektrokardiyografi adını verdi.
1904
Ivan Petroviç Pavlov, Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü kazandı.
Hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle şartlı refleks kavramını geliştiren Pavlov, bu ödülü, sindirim salgıları üzerindeki araştırmaları nedeniyle kazanmıştı.
1904
Ernest Rutherford, Radyoaktiflik adını verdiği kitabını yayımladı. İngiliz fizikçi kitabında, bu konudaki çalışmalarının sonuçlarını anlatıyor ve radyoaktif etkinliğin dış koşullardan etkilenmediğini, radyoaktif süreçlerde kimyasal tepkimelere oranla daha fazla miktarda ısı açığa çıktığını ortaya koyuyordu. Ayrıca bu yapıtında radyoaktif dönüşüm sonucunda kimyasal nitelikleri farklı yeni ürünlerin ortaya çıktığını ileri sürüyordu.
1905
IQ testi uygulandı. Alman psikolog Wilhelm Stern'in ortaya koyduğu IQ (Intelligence Quotient) kavramı Lewis Terman tarafından Stanfort-Biret testinde kullanılmak üzere uyarlandı. Zeka yaşının kronolojik yaşa bölümünün 100'le çarpılmasıyla sonuç elde edilir. Ortalama IQ sayısı 100 olarak kabul edilmiştir. 1 30'un üzerindeki değerler üstün zekalı, 70'in altındakilerse geri zekalı olarak nitelendirilir.
1905
Albert Einstein, özel görelilik kuramına ilişkin 'Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği' adlı makaleyi yayımladı. Bu makale fizikte devrim niteliği taşır.
1906
Lee de Forest, elektronları salan elektrot (katot) ile toplayan elektrot (anot) arasına ızgara adı verilen kafes biçimli bir üçüncü elektrot yerleştirerek üç elektrotlu ilk elektronik lambayı (triyot) gerçekleştirdi. Izgaraya uygulanan gerilimin değiştirilmesiyle katot ile anot arasındaki elektron akımının azalıp çoğalması sağlanıyordu. Böylece de triyot lamba yükselteç olarak kullanılabiliyordu. Telsiz iletişimi ve radyonun gelişmesinde triyot lambanın büyük katkısı olmuştur.
1907
Bertrand Boltwood radyometrik tarihleme yöntemini buldu. 1905 yılında uranyumla başlayan radyoaktif bozunumların son ürününün kurşun olduğunu gösteren bilim adamı, 1907'de içlerindeki kurşun-uranyum oranına bakarak bazı kayaçların yaşını ölçme yöntemini geliştirdi. Bu yöntem sayesinde Dünya'nın yaşının tahmin edilmesinde önemli adımlar atıldı. Bu yöntem ayrıca arkeolojide de kullanıldı.
1908
Jean Perrin sıvı içinde asılı halde bulunan çok küçük parçacıkların Brown hareketlerini inceleyerek maddenin atomlardan oluştuğunu kanıtladı.
1908
Hans Geiger ilk radyasyon dedektörünü, bugün kullandığımız adıyla Geiger sayacını, yaptı. Manchester Üniversitesi'nde Ernest Rutherford'un yardımcılığını yapan Geiger, yaptığı deneylerle Rutherford'un çekirdeğin atomun merkezinde çok küçük bir yer kapladığını anlamasına yardımcı olmuştu.
1908
Ford firması 'T' modeli denen otomobili piyasaya sürdü. Bu model, bir at almaya parası yeten herkesin alabileceği ucuzluktaydı. Böylece otomobiller yalnızca zenginlerin oyuncağı olmaktan çıkıp günlük yaşamda kullanılmaya başladılar. Kısa bir süre sonra ilk üretim bandını da devreye sokarak seri üretime geçen ilk firma yine Ford olacaktı.
1909
ABD'li bir kaşif olan Robert Edwin Peary kuzey kutbuna ulaşmayı başaran ilk insan oldu


1909 - 1913






1909
Leo Hendrik Baekeland bakaliti buldu. Baekeland 1905'te doğal bir reçine olan gomalakın yerini tutabilecek bir maddeyi sentez yoluyla üretebilmek için araştırmalara başladı. Araştırmaları formaldehit ile fenolün yüksek sıcaklık ve basınç altında yoğunlaşma ürünü olan ve ısıtıldığında yumuşamayan plastik maddelerin ilk örneği olarak çığır açan bakaliti bulmasıyla sonuçlandı.
1911
Norveç'li kaşif Roald Amundsen, 14 Aralık 1911 günü kendisine eşlik eden 4 kişi ve 54 köpekle güney kutbuna ulaştı.
1911
Süperiletkenler keşfedildi. Hollandalı fizikçi Heike Kamerlingh Onnes, belirli şartlarda cıvanın süperiletken olduğunu buldu. Sonradan iki düzineden fazla elementin ve binlerce metal alaşımının da süperiletken olabileceği bulundu.
1911
Ernest Rutherford, atom modelini geliştirdi. Alfa parçacıklarının ince metal levhalardan geçişini inceleyen Rutherfort, alfa parçacığı artı yüklü olduğundan levhadan geçişi sırasında metal atomlarındaki artı yüklerin itici etkisiyle sapmaya uğrayacağını ama parçacığın kütlesi çok büyük olduğu için sapmanın küçük olacağını düşünüyordu. Yapılan deneylerde alfa parçacıklarının gerçekten de genel olarak küçük sapmalar gösterdiği fakat büyük açılarda sapan parçaların da bulunduğu, hatta bazen bir parçacığın yönünü değiştirip geri döndüğü gözlendi. Bu durum o günlerde geçerli olan atom modeline uymuyordu. Böylesine büyük kütleli alfa parçacığını bu denli saptırabilmesi için atomdaki bütün artı yüklerin ve kütlenin çok küçük bir hacimde yoğunlaşmış olması gerekiyordu.. Rutherford, bu fikirden yola çıkarak geliştirdiği atom modelinde atomun, çok kuçük hacimli, yoğun ve artı yüklü bir çekirdek ile bunun çevresinde dönen küçük kütleli ve eksi yüklerden oluştuğunu ortaya koydu.
1911
Polonyalı kimyager Casimir Funk, parlatılmamış pirinçte bulunan ve beriberiyi önleyen maddenin bir tür amin olduğunu belirleyerek buna vitamin adının verilmesini önerdi. Bütün vitaminlerin yapısının birbirine benzediği düşünüldüğünden bu terim kısaca bütün yardımcı maddeler için kullanıldı.
1912
Kıtaların kayması kuram ortaya atıldı. Aslında bir meteorolog olan Alman bilim adamı Alfred Wegener, başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanıp dağılarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşüne dayanan kıtaların kayması kuramını ortaya attı.
1913
Niels Bohr atomun yapısını açıklığa kavuşturdu ve bunu anlattığı ünlü makalesini yayımladı. Bohr'un atom modeli, özellikle hidrojen atomunun yapısını belirleyen modeli, önceki klasik modellerden köklü biçimde farklıydı. Bu model, kuantum modelini hesaba katan ilk modeldi ve tümüyle kuantum mekaniğine dayanan modellerin öncüsüydü.



1916 - 1922






1916
Einstein 'Genel Görelilik Kuramı' olarak bilinen çalışmasını yayımladı. Bu çalışma bilim dünyasını sarsan görüşler içeriyordu. Kuramın öngörülerinin deneysel kanıtlarıysa ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Mayıs 1919'da Gine Körfezi'ndeki Principe adasında ve Brezilya Sobral'de gerçekleştirilen Güneş tutulması gözlemleri sonucu elde edildi.
1916
Karadeliklerin varlığına dair ilk varsayım ortaya atıldı. Alman gökbilimci Karl Schwarzschield, yeterli kütleye sahip cisimlerden kaçış hızının ışık hızına yaklaşabileceğini, bu nedenle doğrudan gözlemlenemeyeceklerini kanıtlamak amacıyla, genel denklemlerden yararlanarak karadelik kuramının temellerini attı. Çekimlerinden ışık dahil hiçbir şeyin kaçamayacağı bu cisimlere karadelik adının verilmesi yaklaşık 50 yıl sonra olacaktı.
1917
Sonar kullanılmaya başladı. Ses dalgaları yoluyla cisimlerin yerini saptayan bu aracın temel ilkeleri Fransız fizikçi Paul Langevin tarafından oraya atılmıştı. Gemilerde ve denizaltılarda genel kullanım alanı bulan sonar, deniz yolculuklarını daha güvenli kıldı.
1918
Tarımda benzin motorlu traktörler kullanılmaya başladı. Üretimin artmasıyla birlikte çiftçiler yalnız kendi gereksinimlerini karşılamak için değil, piyasaya mal satmak için de çalışmaya başladılar.
1920
ABD'de düzenli radyo yayınları başladı. Aynı yıl İngiltere'de de radyo yayınları başlamıştı.
1921
Kanadalı bilim adamları Frederick G. Banting ve Charles H. Best, pankreas özütünden insülin elde ettiler. Bu buluş, şeker hastalığı tedavisinde çığır açtı.
1921
Soğutucular gündelik yaşamda. Üretilmeye başlayan elektrikli buzdolapları yiyeceklerin saklanmasında yeni bir çığır açtı.
1921
Hermann Rorschach, kendi adıyla anılan ve yansıtma tekniğine dayanan psikolojik testler uygulamaya başladı.
1921
Robot sözcüğü ilk kez kullanıldı. Çek oyun yazarı Karel Capek, Rossum's Universal Robots (Rossum'un Evrensel Robotları) adını verdiği oyununda verilen emirleri düşünmeden yerine getiren makineleşmiş insanlardan söz ediyordu. Robot sözcüğü Çek dilinde angarya iş anlamına geliyordu.
1922
Tutankamon'un mezarı bulundu. Mumyanın bulunduğu odaya ilk kez İngiliz kazıbilimci (arkeolog) Howard Carter girdi. Mısır'da 19. sülale döneminde 'Amarna kralları' olarak bilinen Ahenaton, Smenhkare, Tutankamon ve Ay'ın adları firavunlar listesinden silindiği için mezarın yeri unutulmuştu. Bu sayede özgün haliyle, bozulmadan bulunan mezar, birçok arkeolojik bulgu sağladı



1923 - 1928






1923
Arthur Compton, X ışınlarının elektronlarla çarpışması durumunda dalgaboylarının değiştiğini belirleyerek bunun nedenini açıkladı. Bu buluş, elektromanyetik dalgaların hem dalga hem de parçacık niteliği taşıyan ikili yapısına ilişkin görüşü doğrulamıştır.
1923
İsviçreli psikolog Jean Piaget, çocukların derslerde yaptığı yanlışların gelişigüzel olmadığını, belli yaş gruplarında özgün yanlışların yapıldığını ortaya koydu. Böylece çocuğun yetişkinliğine değin bir dizi zihinsel gelişim evresinden geçtiği sonucuna ulaştı.
1924
Fransız fizikçi Louis de Broglie, ışığın hem dalga hem de parçacık davranışı gösterdiğini kanıtlayan deneysel bulgulardan yola çıkarak, parçacıkların da parçacık özelliklerine ek olarak dalga özelliklerine sahip olabileceği düşüncesini ileri sürdü.
1925
Alman fizikçi Werner Heisenberg, kuantum mekaniğinin matris biçimini geliştirdi. Heisenberg tutulduğu saman nezlesi nedeniyle dinlemeye çekildiği Helgoland adasında, harmonik olmayan salınıcıda kesikli enerji durumlarının açıklanmasıyla ilgili bir problemi çözerek atomun kuantum mekaniğinin geliştirilmesine yönelik programlı araştırılmaların başlangıcını oluşturdu.
1926
Bilim adamı Robert Goddard ilk başarılı roket deneyini gerçekleştirdi. Massachussets'e bağlı Auburn kenti yakınlarında bir çiftlikte gerçekleştirdiği deneyde, Goddard'm bir rampadan ateşlediği sıvı yakıtlı roket 30 m yükseldi ve 2,5 saniye havada kalarak 60 metre yol aldı.
1926
Rusbilim adamı Vlademir Vernadski, canlı süreçlerin atmosfere katkılarını inceledi ve atmosferdeki azot, oksijen ve karbon dioksiksitin canlılarca üretildiğini belirledi. Biyosfer kavramını ortaya atan da Vernadskidir.
1927
George Paget Thomson, bir elektron demetinin kristal yapılı bir maddeden geçerken kırınıma uğradığını belirledi. Böylece Louis de Broglie'nin, bir parçacığın, Planck sabitinin parçacık momentumuna bölünmesiyle elde edilen dalga boyunda bir dalga davranışı göstereceği yolundaki öngörüsünü doğruladı.
1927
Sesli sinema filmi yapıldı. 1895 yılında Lumiere kardeşlerin ilk filmi göstermelerinden beri sessiz sinema gündemdeydi. 1927'den sonraysa sessiz filmler yerlerini yavaş yavaş sesli filmlere bıraktılar.
1927
Büyük patlama kramı ortaya atıldı. Belçikalı gökbilimci Georges Lemaître'in ortaya attığı kurama göre evren başlangıçtaki bir 'süperatomun' genleşmesi sonucu oluşmuştur. Bu kuram sonradan George Gamov tarafından geliştirildi.
1928
C vitamini keşfedildi. Özellikle uzun gemi yolculuklarında ortaya çıkan İskorbit hastalığının tedavisinde C vitaminin etkili olduğu anlaşıldı.



1928 - 1931






1928
Alexander Fleming, penisilini buldu. Bu antibiyotik ilaçla tedavide yeni bir dönem başlattı.
1929
Ünlü gökbilimci Edwin Hubble, Evren'in genişlediği fikrini ortaya attı. Hubble'a göre Evren, gökadaların birbirlerinden uzaklaşma hızları ile birbirlerine olan uzaklıkları arasındaki oran sabit kalacak şekilde genişlemektedir.
1930
İngiliz fizikçi Paul Dirac, antimadde kavramını ortaya attı. Dirac, elektronların enerji düzeyleri konusundaki çalışmaları sırasında elektronun karşıt parçacığının varlığını ileri sürdü. Bu çalışma, elektrik yükü dışında her yönüyle elektronun özdeşi olan bir parçacığın laboratuvarda üretilmesiyle sonuçlandı. Bu maddeye pozitron adı verildi.
1930
Plüton gezegeni keşfedildi. Astronom Clyde Tombaugh, Lowell gözlemevinde çalıştığı sıralarda çektiği bir dizi fotoğrafta küçük gezegenlerden daha yavaş hareket eden bir gökcismi saptadı. Bu gök cismi uzun süredir orada olduğundan kuşku duyulan Plüton gezegeniydi.
1931
Alman bilim adamı Ernst Ruska ilk elektronik merceği geliştirdi. Bu mercek elektronları ışık gibi odaklayan bir elektromıknatıstan oluşuyordu. Ruska, seri halde birkaç elektron merceği kullanarak ilk elektron mikroskopunu 1933 yılında yaptı.
1931
Avusturyalı fizikçi Wolfgang Pauli, nötrinoların varlığı tezini ileri sürdü. Pauli, nötrinonun varlığını, radyoaktif beta bozunumuna ilişkin varsayımla enerjinin ve momentumun korunumu yasalarının uyum içinde olmasını sağlamak amacıyla öngörmüştü. Nötrino adı bu parçacığa ünlü İtalyan fizikçi Enrico Fermi tarafından verildi.
1931
Karl Jansky, Güneş Sistemi'nin dışından gelen radyo dalgaları keşfetti. 1928 yılında New Jersey'de bulunan Bell Laboratuvarlarında çalışmaya başlayan Jansky, burada telefon haberleşmesini etkileyen çeşitli parazitlerin kaynağını araştırmakla görevlendirildi. Yönlendirilebilir doğrusal bir anten kurarak biri dışındaki tüm girişim kaynaklarını belirledi. Aylar süren çalışmalardan sonra 1931'de, bir türlü saptanamayan bu girişim kaynağının yıldızlar olduğunu buldu. Birkaç ay sonra da bu kaynağın Yay takımyıldızı doğrultusunda olduğunu keşfetti.


1932 - 1939






1932
ABD'li birfizikçi olan Edwin Herbert Land, fotoğafların banyo ve baskı işlerinin tek aşamada yapılmasını sağlayan bir yöntem geliştirdi. Işığın kutuplanmasıyla ilgilenen Land, mikroskopaltı boyutlardaki iyodokinin sülfat kristallerini belirli bir doğrultuda yönelmiş halde dizmeyi ve bu dizileri ince plastik bir katman üzerine aktarmayı başardı. Bu çalışmaları sonucunda geliştirdiği ve Polaroid 3 kağıdı olarak adlandırdığı kutuplayıcı kısa sürede yaygın kullanım alanı buldu.
1934
ABD'li kimyacı Wallace Carothers naylonu buldu. 1938'de ticari üretimine geçilen naylon, bileşim yoluyla hazırlanan ilk sentetik polimer lifi olmuş ve yapay elyaf sanayisinin doğuşunu hazırlamıştır.
1935
Japon fızikçi Hideki Yukawa, atom çekirdeğindeki parçacıkları bir arada tutan kuvvetin taşıyıcısı olarak mezon adlı parçacığın varlığını öngördü ve bu parçacığın niteliklerini kuramsal olarak belirledi.
1935
Radarın bulunuşu. İngiliz bilim adamı Robert Alexander Watson-Watt, uçaklara radyo dalgaları gönderip, yansıyan dalgayı alarak ve dalgaların gidiş dönüş süresini ölçerek uçağın varlığını ve uzaklığını 110 km mesafeden belirleyebilen bir sistem geliştirdi. Bu, o güne değin yapılmış ilk pratik radar sistemiydi.
1935
ABD'li deprembilimciler Charles Richter ve Beno Gutenberg, deprem ve öteki sismik olayların büyüklüklerini belirlemek için bir öiçek hazırladı.
1938
Fisyonun bulunuşu. Otto Hahn, Strassman'la birlikte uranyumun ürünlerinden birinin, daha hafif olan radyoaktif baryum elementi olduğunu buldular ve bunun, uranyum atomunun daha hafif iki atoma bölündüğünü kanıtladığını anladılar.
1939
Igor Sikorsky, 1939 yılının başında yapımına başladığı VS-300 adlı helikopterin yapımını eylül ayında bitirdi ve ilk başarılı helikopter uçuşunu gerçekleştirdi.
1939
DDT (diklorodifeniltrikloroetan) ilk kez böcek ilacı olarak kullanıldı. İlk kez 1874 yılında üretilen DDT'nin böcek öldürücü etkisi ilk kez İsviçreli kimyacı Paul Hermann Müller tarafından keşfedilmiştir. Bu ilacın kullanımı ileriki yıllarda çevreye ve insanlara da zarar verdiği gerekçesiyle yasaklanacaktır.



1940 - 1942






1940
Karl Landsteiner kandaki Rh faktörünü keşfetti. İlk kez tespit edildiği bir maymun türünün (Rhesus) adını taşıyan bu faktör, anne ve dölütün kanında bir dizi tepkimeye yol açarak düşük, ölü doğum ve yeni doğan bebekte öldürücü bir hastalığa neden oluyordu.
1940
ABD'de ilk renkli TV yayınları başladı.
1940
Millan ve Abelson, uranyumu nötron bombardımanına tutarak ilk yapay element olan neptünyumu elde ettiler.
1940
Fransa'da dört genç rastlantısal olarak Lascaux Mağarası'nı keşfetti. Mağaranın önemi binlerce yıl öncesinden kalma duvar resimleriyle dolu olmasıydı.
Sonraları yapılan karbon-14 testi sonucunda bu magaranın MÖ 15 000-13 000 yıllarından kalmış olduğu anlaşılacaktı.
1941
Helene Taussig ve Alfred Blalock 'mavi bebek sendromu' olarak bilinen bozuklukla doğan bebekler için cerrahi tedavi yöntemi geliştirdiler. Bu bebeklerin cildi kanda yeterli oksijen olmadıgı için mavi-mor bir renk alıyordu. İlk ameliyatı 1944 yılında uygulayan Blalock, bu yöntemle birçok yaşam kurtardı.
1941
Albert Lipmann canlı hücrede enerji aktarımı kuramını açıkladı ve ATP(adenozintrifosfat)'nin oynadığı temel rolü kanıtladı. Buna göre canlı sistemlerdeki biyokimyasal tepkimeler, termodinamik yasaların dışında değildir, enerji yoktan var edilemez. Hücreler enerji bakımından zengin moleküller taşıdığı için enerji tüketen tepkimeler oluşur. Bu moleküllerin en bilineni de ATP'dir.
1942
Wernher von Braun ilk başarılı roket deneyini yaptı. Von Braun'un çalışmaları Almanya'da askeri amaçlı roketlerin yapımında kullanıldı. İleriki yıllarda ABD'de kurulan NASA da uzay çalışmaları için gereksinim duyduğu roket teknolojisini Von Braun'un çalışmalarından elde edecektir.
1942
3 Aralık'ta Enrico Fermi, Chicago Üniversitesi'nde atom pili adıyla tanınan uranyum- yakıtlı grafitli ilk nükleer reaktörü yaptı.
1943
Selman Waksman, verem hastalığının tedavisinde etkili ilk antibiyotik olan streptomisini buldu. Waksman aynı zamanda antibiyotik terimini kullanan ilk kişiydi.


1944 - 1948






1942
ABD, atom bombası yapımına yönelik olarak gizli Manhattan projesini başlattı. Robert Oppenheimer'ın başkanlıgında yürütülen proje 1945 yılında sonuçlandı. İlk atom bombası 16 Temmuz 1945'te Albuquerque'te bulunan bir hava üssünde denendi. Ani bir şok dalgası, yoğun ışık yayılması ve sıcaklık dalgalarının ardından gelen mantar şeklinde bir duman bu patlamanın sonuçlarındandı. Bombanın açığa çıkardığı enerji 15 bin ton TNT'ninkine eşitti. Bu denemeden 1 ay sonra Japon kentleri Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atıldı.
1944
İsviçreli farmakolog Daniel Bovet, histamin etkisini engelleyerek vücudun alerji tepkilerini yatıştırabilen antihistaminik ilaçların ilk örneği olan prilamini elde etti.
1945
İngiliz Arthur C. Clarke, yereksenli uyduların Dünya'da birbirinden uzakta yer alan noktalar arasındaki iletişim için röle (aktarma) istasyonu olarak görev yapabileceklerini gösterdi.
1945
J. presper Eckert ve John W. Mauchly ilk otomatik elektronik sayısal bilgisayarı yaptılar. Ertesi yıl John Ragazzini ve yardımcıları ABD Ulusal Savunma Araştırma Komitesi için ilk genel amaçlı tümüyle elektronik prototipi geliştirdiler.
1946
ABD'li biyokimyacı Melvin Calvin, yeşil bitkilerin ışık enerjisini, karbondioksiti ve suyu büyümeleri içit gerekli olan bileşiklere dönüştürdükleri fotosentez olayındaki kimyasal tepkimeleri ortaya çıkardı.
1947
Frank Willard Libby, kazıbilimciler, insanbilimciler ve yerbilimciler için çok değerli olan radyoaktif karbonla (karbon-14) tarihleme yöntemini geliştirdi.
1947
John Bardeen, W. Brittain ve W. Shockley transistörü buldular. Elektrik sinyallerinin yükseltilmesini, denetlenmesini ya da üretilmesini sağlayan bu buluşlarından dolayı üç bilim adamı 1956'da Nobel Fizik Ödülü'nü aldılar. Artık seri halde üretilebilen ve daha az yer kaplayan elektronik aletler yapmak mümkündür.
1947
Sesduvarı aşıldı. ABD'li pilot Chuck Yeager, roketlerle takviye edilmiş Bell X-1 adlı uçağıyla saatte 1190 kilometreyi aşmayı başardı. Bu uçuşun ardından birçok havacılık firması sesten hızlı gidebilen uçaklar üretti. Sesten hızlı sivil uçakların ilkiyse uçuşlarına 1976 yılında başlayan İngiliz-Fransız ortak yapımı Concorde oldu.
1948
Macar asıllı bilim adamı Dennis Gabor, holografi düşüncesini geliştirdi. Mercek kullanmaksızın üç boyutlu bir görüntü oluşturma yöntemi olan holografi, uzun yıllar kuramsal olarak kalacak, ancak lazerin icadından sonra gerçekleştirilecektir.


1948 - 1958






1948
Richard Feynman, kuantum mekaniği ve elektrodinamik kuramlar üzerine yaptığı çalışmalarını tamamladı. Feynman bu çalışmasıyla eski kuantum elektrodinamik kuramının kimi zaman anlamsız sonuçlara yol açan yanlarını da çözüme kavuşturmuş oldu.
Aynı alanda çalışan ABD'li julian Schwinger ve Japon Tomonaga Siniçiro'yla birlikte 1965 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü paylaştı.
1952
ABD'li doktor Jonas Salk çocuk felci aşısını geliştirdi.
1952
İlk hidrojen bombası denemesi yapıldı. Büyük Okyanus'taki Biikini atolünde gerçekleştirilen denemede atom bombasından çok daha fazla enerji açığa çıktı.
Füzyonbombası, termonükleer bomba ya da H bombası olarak da bilinen bilinen bu bombayı Edward Teller geliştirdi.
1953
J. D. Watson ve F.H. C. Crick tarafından DNA'nın molekül yapısı tanımlandı. Bu modele göre DNA, birbiri çevresindesarılan iki merdivene benzer ikili sarmal biçimindeydi. Bu ikilı sarmal, birbiri çevresinde sarılan iki şeker-fosfat zincirinden ve bu zincirleri birbirine bağlayan baz çiftlerinden oluşuyordu.
1954
George G. Devol, programlanabilir bir robotun patentini aldı. 1961 yılında bu patentlere dayanarak Unimation firması Unimate adlı ilk sanayi robotunu hizmet soktu.
1955
Owen Chamberlain ve Emilio Segre karşıt protonu keşfetti. Varlığı kuramsal olarak bilinen karşıt protonu üretmek amacıyla güçlü bir parçacık hızlandırıcısı olan bevatron kullanan Chamberlain ve Segre, 1956'da karşıt nötronun varlığını da doğruladılar.
1956
Bilgisayarlar için bilimsel hesaplamaya yönelik ilk yüksek düzeyli dil olan FORTRAN (FORmula TRANslator) geliştirildi. Bunu 1960 yılında geliştirilen Algol 60 (Algorithmic Language) izledi. Algol 60 kesin olarak tanımlanmış ilk programlama diliydi. Aynı yıl, yönetim konusunda uzmanlaşmış bir dil olan COBOL (COmmon Business Oriented Language) ve liste işleme dili olan Lisp (List processor) de kullanılmaya başladı.
1957
Sputnik-1 uzayda. 4 Ekim 1957'de fırlatılan Sputnik-1, yörüngeye yerleştirilen ilk uydu olmuş ve uzay çağını başlatmıştı. Dünya çevresinde bir tam dolanımını 96 dakikada tamamlayan Sputnik-1, 1958 yılında atmosfere girerek yanmıştı.
1958
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu. Rusların 1957'de Sputnik uzay aracını fırlatmasının ardından ABD kongresi tarafından 1915 yılında kurulmuş olan Ulusal Havacılık Danışma Komitesi çerçevesinde oluşturuldu.



1959 - 1969






1959
Christopher Cockerell ilk hoverkraftı yaptı. Bir hava yastığı üzerinde yol almak üzere tasarlanmış bu araçlann hem karada hem de denizde gidebilme gibi bir avantajları vardı. Ne var ki, kullanımındaki bazı güçlüklerden dolayı hoverkraftlar kendilerinden bekleneni veremediler.
1960
T. H. Maiman, yakuttan bir çubuk kullanarak ilk lazer aygıtını yaptı. Bu konuda daha önceden de çalışmalar olmasına karşın bugün anladığımız anlamıyla yaplan ilk lazer Maiman'a aittir:
1961
ABD'li fizikçi Murray Gell-Man ve israilli fizikçi Yuval Ne'eman, parçacıkların sınıflandırılmasına ilişkin ve sekizli sınıflama ya da SU(3) denen bir sınıflama şeması önerdiler. Bu şema, kuvvetli etkileşime giren parçacıkların daha temel parçacıklardan oluştuğunu öngörüyordu. 1964 yılında Gell-Mann, bu şemanin fiziksel temeli olarak kuark kavramını ortaya attı. Fizikçi parçacıklara-bu adı verirken james-Joyce'un Finnegans Wake romanında geçen uydurma bir isimden esinlenmişti.
1961
İnsanlı ilk uzay uçuşu 12 Nisan'da SSCB tarafından gerçekleştirildi. Kozmonot Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı uzay aracıyla Dünya'nın çevresini 108 dakikada dolaştı.
1964
Uluslararası uydularla telekomünikasyon örgütü Intelsat kuruldu. Bu tarihten sonra ilk uydusunu fırlatan Intelsat böylece 240 komünikasyon devresi ve 1 televizyon kanalının gereksinimini karşılayabiliyordu.
1965
Arno Penzias ve Robert Wilson, evrende 3 kelvinlik artık bir ısıl enerjiye karşılık gelen bir fon ışıması (Cosmic Backround Radiation) keşfettiler. Günümüzde bunun evrenin milyarlarca yıl önceki oluşumu sırasında gerçekleşen başlangıç patlamasından günümüze ulaşan bir artık fon ışınımı olduğu görüşünde birleşilmektedir.
1967
İngiliz gökbilimciler Antony Hewish ve Jocelyn Bell ilk pulsarı keşfettiler. Hewish ve Bell, bu buluşlarının radyo dalgalarındaki hızlı ve ani oynamaları kaydetmek amacıyla özel olarak tasarlanmış bir radyoteleskop yardımıyla gerçekleştirdiler.
1967
İlk kalp nakli gerçekleştirildi. Güney Atrikalı cerrah Christiaan Barnard, tedavi olanağı kalmamış ağır bir hastanın kalbini bir trafik kazasında ağır yaralanarak hastahaneye getirilen ve ölmek üzere olan birinin kalbiyle değiştirdi.
1969
ABD Savunma Bakanlıgı ARPANET (Advanced Research Projects Agency) projesini başlattı. 1965 yılında MIT Lincoln Laboratuvarlarında ilk kez iki bilgisayar birbirine bağlanmış ve karşılıklı veri alış verişinde bulunmuşlardı. ARPANET projesi kapsamındaysa dört üniversitenin bilgisayarları, araştırma, eğitim ve hükümet uygulamalarını yürütmek için birbirine bağlandı. Hükümet bu projeye başlarken olası bir düşman saldırısı ardından iletişimin kesilmesi durumunda klasik iletişim yollarına alternatif olacağı düşüncesini taşıyordu. Bu proje günümüzde kullanılan internetin başlangıcı niteliğindeydi.
1969
21 Temmuz'da ABD'li astronotlar Neil Armstrong ve Edwin Aldrin Ay'a ayak basan ilk insanlar oldular.


1970 - 1976






1970
Kömür, petrol gibi fosil yakıtların kullanılmaya başlamasından sonra gösterilen ilginin azaldığı rüzgar enerjisi yeniden gündeme geldi. Tüm dünyada fosil yakıt rezervlerinin sınırlı ve gittikçe tükeniyor olması buna seçenek oluşturacak enerji kaynakları bulmayı gerektiriyordu. Binlerce yıldır insanlığın mekanik amaçlarla kullandığı rüzgar enerjisi artık enerji üretmek için de kullanılmaya başlıyordu.
1971
Amerikan sondası Mariner-9 Mars gezegeni çevresinde yörüngeye girdi ve yaklaşık bir yıl boyunca gezegenin yüzey haritasını çıkardı.
1971
İlk uzay istasyonu olan Salyut-1 Ruslar tarafından Dünya yörüngesine oturtuldu. Bilimsel gözlem ve araştırmalar yapacak olan Salyut uzay istasyonu, oldukça yakın bir yörüngeye oturduğundan giderek Dünya'ya yaklaştı ve altı ay sonra atmosfere girdi.
1972
İlk Mikroişlemci (Intel 4004) yapıldı. Bu, üzerine 2300 transistör yerleştirilmiş 7 mm x 7 mm boyutlarında, kare biçiminde silisyum bir plaktı. 4 bit değerinde kelime işleme gücü vardı.
1972
Elektronik posta (e-mail) geliştirildi.
1973
İlk mikrobilgisayar üretildi. Önceki bilgisayarlara göre daha küçük olduğu, tek bir kullanıcıya hizmet verdiği için bu bilgisayarlara mikrobilgisayar adı verilmişti. Fransız R2E şirketi tarafından piyasaya sürülen bu mikrobilgisayarın adı Micral'di.
1974
Amerikan sondası Mariner-10 Merkür gezegenine yaklaştı ve gezegenin yüzey haritasını çıkarttı.
1975
Apple-1 bilgisayarlar piyasada. Apple Inc. firmasından Steve Woznaik ve Steve Jobs'un tasarladığı
Apple-1, 1976'dan itibaren insanlar tarafından benimsenerek önemli bir ticari başarı sağladı.
1976
Uzay sondaları Voyager-1 ve Voyager-2 fırlatıldı. Güneş sisteminin dış bölümündeki gezegenleri gözlemleyen ve bu gezegenler hakkında Dünya'ya bilgiler yolayan uzay araçları Güneş Sistemi'nin hiç bilinmeyen yönlerini de ortaya çıkardı.
1978
İlk tüp bebek dünyaya geldi.
İngiltere'de yapay dölleme sonucu hamile kalan bir kadın doğum yaptı. Bu tarihten sonra yapay dölleme yoluyla doğan tüm çocuklara tüp bebek denmeye başlandı.
1981
IBM PC (Personal Computer) kişisel bilgisayarlar piyasada. Mikrobilgisayarların gündelik yaşama girmesi büyük ölçüde bu bilgisayarların ve Microsoft firmasının hazırladığı MS/Dos işletim sistemi sayesinde olmuştur.


1981 - 1990






1981
ABD uzay mekiği programını başlattı. İlk uzay mekiği olan Columbia 12 Nisan 1981'de ilk yolculuğuna çıktı. Columbia aslında ilk mekik değildi. Uzay yolu adlı bilimkurgu dizisine atfen 1977 yılında yapılan deneme mekiği, Enterprise olarak adlandırılmıştı, ama bu mekik uzaya hiç çıkamadı.
1983
Bagışıklık yetersizliğine yol açan AIDS (Acquired Imnune Deficiency Syndrome) virüsü ilk olarak 1983'te Paris Pasteur Enstitüsü'nde, 1984'te ABD'de belirlendi. 1986'da Batı Afrika'da HIV 2 adı verilen benzer bir virus keşfedildi.
1984
Üst kuarkın varlığı deneysel olarak belirlendi. Üst kuark ön görülere uygun olarak +2/3 elektrik yüküne sahiptir. Bu kuarkın eşi olan alt kuarkın yüküyse -1/3'tür. ın kütlesinin 30 ile 50 milyuar elektronvolt (GeV) arasında olduğu tahmin edilmektedir. Böylece bu kuarkın en büyük kütleye sahip olan kuark anlaşılmaktadır.
1984
Apple firması ilk Macintosh bilgisayarları piyasaya sürdü. Bu makineler, her şeyin grafik olarak çözümlenmesinden dolayı bilişimle kolay uygulanabilirliğin bağrlaştırılabileceğini kanıtladı. Kullanılan küçük ikonlar yardımıyla istediği işlemi yapabilen kullanıcılar, ekran üzerindeki imleci, üzerinde küçük bir düğme bulunan 'fare' yardımıyla ikonlara ulaşabiliyorlardı. 1988 yılından itibaren IBM marka bilgisayarlar da benzer bir işletim sistemi olan Windows ve Presentation Manager gibi programlarla donatıldı.
1985
Paul Crutzen, Mario Molina ve Sherwood Rowlan ozon tabakasında delik olduğunu ortaya koydu. Güneşten gelen zararlı morötesi ışınları süzen ozon tabakası, deodorant yapımında ve soğutma sistemlerinde de kullanılan kloroflorokarbon gazlarının atmosfere karışması yüzünden en ince olduğu kuzey kutbu üzerinde delindi.
1987
Philips firması ilk kompakt diski (CD) tanıttı. Aslında 1979 yılından beri var olan diskler, başlangıçta yalnızca müzik ve diğer sesler için tasarlanmıştı. Günümüzdeyse CD'ler bilgisayar oyunları, filmler, müzik albümleri ya da bilgisayar programları gibi birçok değişik amaç için kulanılmaktalar.
1989
Amerikan uzay sondası Galileo, uzay mekiği Atlantis tarafından Jüpiter'i incelemek üzere uzaya gönderildi.
1989
Montreal Mc Gill Üniversitesi'nden Peter Deutsch, interneti indekslemek için ARCHI adında bir arşiv yarattı. Bu arşiv net üzerindeki FTP sitelerini kapsıyordu. Bir süre sonra Tim Berners internet üzerinde bilgiyi daha rahat dağıtma, kulanıcılara farklı yerlerde bulunan bir belgeden diğerine geçmede büyük kolaylıklar sağlayan World Wide Web'i (WWW) geliştirdi.
1990
Hubble Uzay Teleskopu uzaya gönderildi. İngiliz gökbilimci Edwin Hubble'ın adını taşıyan bu dev teleskop, NASA ve ESA'nın ortak projesi olarak yürütülmüştü. Teleskopun 15 milyar ışık yılı öteyi gözlemleyebilmesi hesaplanmıştı.


1992 - 1999






1992
Büyük patlama kuramının kanıtları bulundu. Lawrence Berkeley Laboratuvarları ve California Üniversitesi'nin ortak yürüttüğü bir projede, George Smoot başkanlığındaki bir grup araştırmacı, COBE (Cosmic Backround Explorer) uydusunun evrendeki fon ışımasındaki ısı dalgalanmalarının büyük patlamadan kaldığını keşfettiler.
1993
En yaşlı dinozor bulundu. Arjantin'de And Dağları eteğindeki Ischigualsto doğal parkında bulunan bu dinozorun bir evoraptor olduğu açıklandı. 1 metre boyunda, 11 kilo ağırlığında olduğu anlaşılan bu dinozorun yaklaşık 225 milyon önce yaşadığı açıklandı. Arka ayakları üzerinde yürüyen evoraptorlar, etobur canlılardı.
1994
Jüpiter'e kuyrukluyıldız çarpışı gözlendi. 4.8 milyon kilometre uzunluğundaki kozmik dev kuyrukluyıldızın adı, onu keşfeden gökbilimcilere atfen Shoemaker-Levy 9'du. 16 Temmuz'da başlayan çarpışma günlerce sürmüş ve 21 Temmuz'da sona ermişti.
1994
Karadeliklerin varlığına ilişkin kanıtlar bulundu. Hubble uzay teleskopunun verilerine göre 52 milyon ışık yılı ötede bir karadelik gözlendi. Kardeliklerin varlıgı Albert Einstein tarafından genel görelik kuramı kapsamında öngörülmüştü. M87 adı verilen bu karadelik, Einstein'ın öngörüsünün bir kanıtı niteliği taşıyor.
1995
Bilim adamları gezegen sistemine sahip güneş benzeri yıldızlar keşfetti. İki grup gökbilimci üç ay arayla çevresinde gezegenler olan yıldızlar buldular. Aslında 1994 yılında Güneş sistemi dışında da gezegenler bulunmuştu. Ne var ki bunlar ölü yıldızların, pulsarların çevresinde dönüyorlardı. Dünya'dan 42 ışık yılı uzaklıkta bulunan yeni gezegenlerse güneşimiz benzeri yıldızların çevresinde dönüyorlar.
1995
İki ayağı üzerinde yürüyebilen insansıların en eski örneği bulundu. Prof. Mealakey ve çalışma arkadaşları Kenya'nın kuzeyinde yürüttükleri çalışmalarda Austrolopithecus anemensis adını verdikleri bir insansı kalıntısı buldular. 4,2 ile 3,9 milyon yıl önce yaşamış olan bu insansı, türün bilinenden 500000 yıl önce ayağa kalktığını gösteriyordu.
1996
Uzay Teleskopu milyarlarca yeni gökada keşfetti. Her gökadanın yaklaşık 50-100 milyar yıldız içerdiğini söyleyen gökbilimciler bunların bilinen gökada biçimlerinden farklı olduğunu da açığa çıkardılar. Bu bulgularda spiral ya da eliptik olmayan, daha önce görülmemiş şekillerde yeni gökadalar da vardı.
1997
Viking uzay sondalarından yıllar sonra Pathfinder, Mars'a inen ilk araç oldu. Dünya'dan 1996 yılında fırlatılan araç, yaklaşık 500 milyon kilomtre yol aldıktan sonra Mars'a 'düşürüldü.' Pathfinder, Vikinglerin kaldığı yerden Mars hakkında bilgiler iletti dünyaya
1997
İlk genetik kopyalama gerçekleştirildi. Bir grup İskoç bilim adamı Şubat ayında ergen bir memelinin genetik kopyasını yarattıklarını duyurdular. Bu, genetik alanındaki birçok uzmanın gerçekleştirilmesine olanaksız gözüyle baktıgı bir işlemdi. Dolly adlı koyunun kopyalanmasının başarıyla sonuçlandığının duyurulması beraberinde yeni tartışmaları da getirdi. Bunların en başta geleni de kopyalamanın ahlaki yanıydı. Bu teknikle insan kopyalamanın zararları üzerinde duruldu ve bunun yalnızca tarımsal ve tıbbi amaçlarla kullanılması gerektiği vurgulandı.
1997
Güneş sisteminde Dünya dışında bir yaşam olasılığı, Jüpiter'in 16 uydusundan biri olan Europa'da olabileceği bulundu. Galileo uzay sondasının gönderdiği ayrıntılı Europa yüzey görüntülerinde gezegende buz tutmuş bir okyanus gözlemlendi. Bu da yaşam için gerekli olan suyun varlığını gösteriyordu.
1999
Galileo uzay aracı Jüpiter'in uydusu lo'da bir volkan patlaması görüntüledi. Güneş sisteminde görülen en büyük volkan olduğu belirtilen dev volkan, 1,5 km yüksekliğinde lav püskürtüyordu.





 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

6.TOPLUM İÇİN ÇALIŞANLAR



SOSYAL TOPLUM ÖRGÜTLERİ

SOSYAL YARDIM KURUMLARI




Yurdumuzun her köşesinde birçok sosyal yardım kurumu hizmet vermektedir. Bu kurumların başlıcaları şunlardır:
Kızılay
11 Haziran 1868 tarihinde İstanbul'da kurulmuş bir sosyal yardım kurumudur. Geçmişte çeşitli adlarla anılmış olan bu kurum, 1935 yılında Kızılay Derneği adını almıştır. Derneğin amacı, savaşta ve barışta, yurt içinde, dışında, doğal afet ve felâketlere uğrayanlara yardım etmek, sağlık ve sosyal dayanışmayı desteklemektir. Ayrıca bu konudaki uluslar arası derneklerle iş ve amaç birliği yapmaktır. Kızılay, savaşta ve hükümetin ilân ettiği olağanüstü durumlarda silâhlı kuvvetlere yardımcı olur. Bulaşıcı hastalıklara karşı açılan mücadeleye katılır. Ülkemizde ve yabancı ülkelerde meydana gelen doğal afetlerde zarar görenlere yardım elini uzatır. Hükümetlerin belirttiği yerlerde hastahaneler açar. Barış döneminde, hemşire ve ilk yardım elemanı yetiştirir. Kan bulma hizmetlerini düzenler ve yürütür. Yoksullara yardım eder. Bu alanlarda çalışmak için gönüllü kuruluşlar oluşturur. Gerekli yerlerde aş evleri açarak yoksul ve öksüz çocuklara yardım eder. Kızılay'ın gelir kaynaklan, üyelerden topladığı aidatlar, dernek yayınları, pul ve rozetlerdir. Düzenlenen piyango, balo ile daha başka eğlencelerden elde edilen gelirler de kaynakları arasında yer alır. Ayrıca, vatandaşlar tarafından yapılan bağış ve yardımlar, bazı malların satışından ve kiralardan sağlanan gelirler Kızılay'ın, gelir kaynaklan arasındadır. Toplum içinde mutlu, huzurlu ve güvenli yaşayan insanların çeşitli konularda birbirlerinin yardımlarına ihtiyaçları vardır. Bu kadar yararlı hizmetler veren Kızılay'a yardım etmek, her vatandaşın en kutsal görevlerinden biridir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Temeli, Mithat Paşanın Tuna valiliği sırasında atılan bir yardım kurumudur. Bu kurum, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1935 yılında 'Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu ' adını almıştır. Bugün, derneğin adı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu dur. Bu kurumun amacı, korunmaya, bakıma, yardıma muhtaç çocuklara, özürlü ve yaşlılara bakmak ve onları topluma kazandırmaktır. Toplum olarak bize ihtiyacı olanlara ilgi göstermeli, onlara yardım etmeliyiz. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, yurdun birçok yerinde bakım evi, çocuk yuvası, hastahane ve dispanser açar. Şehitlerin eş ve çocuklarını, malûl ve gazileri korur. Onların toplumda, kendilerine yakışır bir hayat sürmelerini sağlar. Bu kurumun gelir kaynakları, halktan topladığı bağışlar ve devletin yaptığı yardımlardır.
Yeşilay
1920 yılında, İstanbul'da kurulmuştur. Amacı, Türkiye sınırları içinde, sigara, alkol ve bütün uyuşturucu alışkanlıklarını önlemektir. Alkollü içkiler, uyuşturucu maddeler ve sigara insan sağlığı için çok tehlikeli olan maddelerdir. Bunları kullanan kişilerde zararlı maddelerin etkisi kan ve solunum yolu ile bütün vücuda yayılır. Zamanla insan iradesini zayıflatır. İnsanı çok genç yaşta hasta eder. Gençleri içkiden ve benzeri zararlı alışkanlıklardan koruyan bu derneğin çalışmalarına yardımcı olmak başta gelen görevlerimizdendir.
Türk Hava Kurumu
Yurdumuzun kurtarıcısı, Büyük Önder Atatürk, 'İstikbâl göklerdedir.'diyerek havacılığa verdiği önemi belirtmiştir. 1925 yılında Atatürk tarafından kurulan bu kurumun başta gelen amacı, Türk gençlerine havacılığı sevdirmektir. Havacılığın sivil ve askerî alanlardaki önemini kavratmak ve gelişmesi için çalışmaktır. Türk Hava Kurumu, amacı doğrultusunda Türkkuşu Genel Müdürlüğüne bağlı olarak gençleri, havacılığın çeşitli dallarında yetiştirir. Uçak, planör, paraşüt ve model uçak kursları açar. Gençler arasında yarışmalar düzenler. Türk Hava Kurumu, gelirini vatandaşların bağış, fitre ve zekâtlarından sağlar. Yurt savunmasında büyük önemi olan bu kuruma gönülden yardım etmek görevlerimiz arasındadır.
Millî Eğitim Vakfı
Yurdumuzun kalkınmasında, çağdaş ve ileri ülkeler seviyesine yükselmesinde eğitimin rolü büyüktür. Yurdumuzda yaşayan vatandaşlarımızın en iyi eğitimi alması, millî eğitimin hedefleri arasındadır. Ancak, büyük yatırımlar gerektiren bu hizmetlerin tümünü devlet bütçesinden beklememek gerekir. 'Kendi okulunu kendin yap' kampanyası ile yurdumuzun her köşesinde olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Millî Eğitim Vakfı, hayırsever vatandaşların, kamu kurum ve kuruluşlarının katkılarım en iyi şekilde değerlendirmek için kurulmuştur (19 Şubat 1981). Vakıf, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulların her türlü eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Millî eğitimin gelişmesi için sosyal ve kültürel tedbirler alır.



GÖNÜLLÜ YARDIM KURULUŞLARI




Toplumların hayatında dayanışma ve yardımlaşmanın çok büyük önemi vardır. Yurdumuzda bu amaçla kurulmuş gönüllü yardım kuruluşlarının sayısı pek çoktur. Bu yardım kuruluşları, insan hakları, kimsesiz çocuklar ve yardıma muhtaç yaşlılar, özürlüler, doğal afetler vb. konularda mağdur olmuş vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapmaktadırlar. Böylece bu durumdaki vatandaşlarımızın sorunlarının kısa sürede çözülmesine önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bu kurumların çalışmasına bizler de maddî ve manevî yardımda bulunmalı, çalışmalarına her zaman destek olmalıyız. Unutmamalıyız ki bir gün yardıma muhtaç duruma gelmemiz hâlinde en büyük desteği bizler de bu kuruluşlardan göreceğiz.
Ülkemizde bu amaçla çalışmalar yapan başlıca gönüllü yardım kuruluşları şunlardır:
Türkiye Deprem Vakfı: Bu kuruluşların temel amacı, deprem öncesi ve sonrasında alınması gereken önlemler konusunda, ülke içinde ve dışındaki ilgili kuruluşlar ile iş birliği yapmak ve etkinliklerini desteklemektir. Ayrıca depreme karşı koruyucu önlemler konusunda topluma eğitim vermek, bu amaçla kurslar açmak, konferanslar düzenlemek, bilimsel araştırmalar yapmak ve depreme dayanıklı binaların yapımında danışmanlık hizmeti vermek de amaçları arasındadır. Arama Kurtarma Derneği (AKUT): Temel amacı, dağ ve doğa koşullarında meydana gelen kaza ve kaybolma olaylarında vatandaşlara yardımcı olmaktır. AKUT, deprem, sel gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda doğru arama ve kurtarma çalışmalarıyla başı dertte olan kişilere en kısa sürede ulaşmakta ve can kaybını en aza indirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalarını gönüllü olarak profesyonel bir yaklaşımla sürdürmekte ve kazazedelere temel ilk yardım desteğini de sağladıktan sonra onların emniyetli ortam koşullarına nakillerini de gerçekleştirmektedir. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı: Temel amacı, terkedilmiş, ihmâl edilmiş veya başka nedenlerle sokakta yaşayan çocuklara sahip çıkmaktır. Çalışmalarını bu çocukları, kötü alışkanlıklara veya suçluluğa itilme ve davranış bozukluklarına kapılma tehlikesine karşı koruma, onları barındırma, eğitme ve tedavi etme, ayrıca iş sahibi yaparak topluma kazandırma çerçevesinde yürütmektedir. İhtiyar Huzur Köşeleri Derneği: Amacı, kimsesi olsun olmasın, maddî ve manevî bakıma muhtaç yaşlıların insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Bu amaçla onların bakım ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarının son dönemlerini rahat ve huzurlu geçirmeleri ile ilgili çalışmaları gönüllü olarak sürdürmektedir. Türkiye Sağır ve Dilsizler Cemiyeti: Amacı, yurdumuzdaki duyma ve konuşma özürlü vatandaşlarımızı ülkeye yararlı birer kişi durumuna getirmektir. Bu amaçla bunlara yardımcı olacak kurslar açar, barındırma yurtları ve rehabilitasyon merkezleri kurar. Ayrıca onlara sosyal yardım ve destekte bulunur. Çocuk Sevenler Derneği: Amacı, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları vb. kurumlarda korunan veya buralarda korunamayan bütün yardıma muhtaç çocuklara çeşitli sosyal yardımlarda bulunmaktır. Ayrıca çocuk ıslah evlerinden çıkıp çeşitli nedenlerle çevresine dönemeyen, öğrenimlerini başarıyla sürdüren ve korunması gereken çocukları barındırmak, bunların yetişmelerini sağlamak da kuruluşun amaçları arasındadır. Bundan başka, yüksek öğrenim çabasında olup maddî olanakları olmayan gençlere burs vererek öğrenimlerini desteklemek, gerekirse bunları dernek evinde barındırmak da kurulusun amaçları arasında yer almaktadır. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı: Amacı, yurdumuzun iyi eğitilmiş vatandaşlara daha çok sahip olmasını sağlamaktır. Temel hedefi, eğitimde teknolojinin, bilgisayar vb. araçların daha yoğun kullanılması ve bilginin daha kalıcı olmasını sağlamaktır. Bu amaçla çeşitli çalışmalar yapmakta, eğitim parkları oluşturmaktadır



SOSYAL YARDIM KURUMLARI






Yurdumuzun her köşesinde birçok sosyal yardım kurumu hizmet vermektedir. Bu kurumların başlıcaları şunlardır:
Kızılay
11 Haziran 1868 tarihinde İstanbul'da kurulmuş bir sosyal yardım kurumudur. Geçmişte çeşitli adlarla anılmış olan bu kurum, 1935 yılında Kızılay Derneği adını almıştır. Derneğin amacı, savaşta ve barışta, yurt içinde, dışında, doğal afet ve felâketlere uğrayanlara yardım etmek, sağlık ve sosyal dayanışmayı desteklemektir. Ayrıca bu konudaki uluslar arası derneklerle iş ve amaç birliği yapmaktır. Kızılay, savaşta ve hükümetin ilân ettiği olağanüstü durumlarda silâhlı kuvvetlere yardımcı olur. Bulaşıcı hastalıklara karşı açılan mücadeleye katılır. Ülkemizde ve yabancı ülkelerde meydana gelen doğal afetlerde zarar görenlere yardım elini uzatır. Hükümetlerin belirttiği yerlerde hastahaneler açar. Barış döneminde, hemşire ve ilk yardım elemanı yetiştirir. Kan bulma hizmetlerini düzenler ve yürütür. Yoksullara yardım eder. Bu alanlarda çalışmak için gönüllü kuruluşlar oluşturur. Gerekli yerlerde aş evleri açarak yoksul ve öksüz çocuklara yardım eder. Kızılay'ın gelir kaynaklan, üyelerden topladığı aidatlar, dernek yayınları, pul ve rozetlerdir. Düzenlenen piyango, balo ile daha başka eğlencelerden elde edilen gelirler de kaynakları arasında yer alır. Ayrıca, vatandaşlar tarafından yapılan bağış ve yardımlar, bazı malların satışından ve kiralardan sağlanan gelirler Kızılay'ın, gelir kaynaklan arasındadır. Toplum içinde mutlu, huzurlu ve güvenli yaşayan insanların çeşitli konularda birbirlerinin yardımlarına ihtiyaçları vardır. Bu kadar yararlı hizmetler veren Kızılay'a yardım etmek, her vatandaşın en kutsal görevlerinden biridir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Temeli, Mithat Paşanın Tuna valiliği sırasında atılan bir yardım kurumudur. Bu kurum, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1935 yılında 'Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu ' adını almıştır. Bugün, derneğin adı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu dur. Bu kurumun amacı, korunmaya, bakıma, yardıma muhtaç çocuklara, özürlü ve yaşlılara bakmak ve onları topluma kazandırmaktır. Toplum olarak bize ihtiyacı olanlara ilgi göstermeli, onlara yardım etmeliyiz. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, yurdun birçok yerinde bakım evi, çocuk yuvası, hastahane ve dispanser açar. Şehitlerin eş ve çocuklarını, malûl ve gazileri korur. Onların toplumda, kendilerine yakışır bir hayat sürmelerini sağlar. Bu kurumun gelir kaynakları, halktan topladığı bağışlar ve devletin yaptığı yardımlardır.
Yeşilay
1920 yılında, İstanbul'da kurulmuştur. Amacı, Türkiye sınırları içinde, sigara, alkol ve bütün uyuşturucu alışkanlıklarını önlemektir. Alkollü içkiler, uyuşturucu maddeler ve sigara insan sağlığı için çok tehlikeli olan maddelerdir. Bunları kullanan kişilerde zararlı maddelerin etkisi kan ve solunum yolu ile bütün vücuda yayılır. Zamanla insan iradesini zayıflatır. İnsanı çok genç yaşta hasta eder. Gençleri içkiden ve benzeri zararlı alışkanlıklardan koruyan bu derneğin çalışmalarına yardımcı olmak başta gelen görevlerimizdendir.
Türk Hava Kurumu
Yurdumuzun kurtarıcısı, Büyük Önder Atatürk, 'İstikbâl göklerdedir.'diyerek havacılığa verdiği önemi belirtmiştir. 1925 yılında Atatürk tarafından kurulan bu kurumun başta gelen amacı, Türk gençlerine havacılığı sevdirmektir. Havacılığın sivil ve askerî alanlardaki önemini kavratmak ve gelişmesi için çalışmaktır. Türk Hava Kurumu, amacı doğrultusunda Türkkuşu Genel Müdürlüğüne bağlı olarak gençleri, havacılığın çeşitli dallarında yetiştirir. Uçak, planör, paraşüt ve model uçak kursları açar. Gençler arasında yarışmalar düzenler. Türk Hava Kurumu, gelirini vatandaşların bağış, fitre ve zekâtlarından sağlar. Yurt savunmasında büyük önemi olan bu kuruma gönülden yardım etmek görevlerimiz arasındadır.
Millî Eğitim Vakfı
Yurdumuzun kalkınmasında, çağdaş ve ileri ülkeler seviyesine yükselmesinde eğitimin rolü büyüktür. Yurdumuzda yaşayan vatandaşlarımızın en iyi eğitimi alması, millî eğitimin hedefleri arasındadır. Ancak, büyük yatırımlar gerektiren bu hizmetlerin tümünü devlet bütçesinden beklememek gerekir. 'Kendi okulunu kendin yap' kampanyası ile yurdumuzun her köşesinde olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Millî Eğitim Vakfı, hayırsever vatandaşların, kamu kurum ve kuruluşlarının katkılarım en iyi şekilde değerlendirmek için kurulmuştur (19 Şubat 1981). Vakıf, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulların her türlü eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Millî eğitimin gelişmesi için sosyal ve kültürel tedbirler alır.



GÖNÜLLÜ YARDIM KURULUŞLARI






Toplumların hayatında dayanışma ve yardımlaşmanın çok büyük önemi vardır. Yurdumuzda bu amaçla kurulmuş gönüllü yardım kuruluşlarının sayısı pek çoktur. Bu yardım kuruluşları, insan hakları, kimsesiz çocuklar ve yardıma muhtaç yaşlılar, özürlüler, doğal afetler vb. konularda mağdur olmuş vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapmaktadırlar. Böylece bu durumdaki vatandaşlarımızın sorunlarının kısa sürede çözülmesine önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bu kurumların çalışmasına bizler de maddî ve manevî yardımda bulunmalı, çalışmalarına her zaman destek olmalıyız. Unutmamalıyız ki bir gün yardıma muhtaç duruma gelmemiz hâlinde en büyük desteği bizler de bu kuruluşlardan göreceğiz.
Ülkemizde bu amaçla çalışmalar yapan başlıca gönüllü yardım kuruluşları şunlardır:
Türkiye Deprem Vakfı: Bu kuruluşların temel amacı, deprem öncesi ve sonrasında alınması gereken önlemler konusunda, ülke içinde ve dışındaki ilgili kuruluşlar ile iş birliği yapmak ve etkinliklerini desteklemektir. Ayrıca depreme karşı koruyucu önlemler konusunda topluma eğitim vermek, bu amaçla kurslar açmak, konferanslar düzenlemek, bilimsel araştırmalar yapmak ve depreme dayanıklı binaların yapımında danışmanlık hizmeti vermek de amaçları arasındadır. Arama Kurtarma Derneği (AKUT): Temel amacı, dağ ve doğa koşullarında meydana gelen kaza ve kaybolma olaylarında vatandaşlara yardımcı olmaktır. AKUT, deprem, sel gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda doğru arama ve kurtarma çalışmalarıyla başı dertte olan kişilere en kısa sürede ulaşmakta ve can kaybını en aza indirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalarını gönüllü olarak profesyonel bir yaklaşımla sürdürmekte ve kazazedelere temel ilk yardım desteğini de sağladıktan sonra onların emniyetli ortam koşullarına nakillerini de gerçekleştirmektedir. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı: Temel amacı, terkedilmiş, ihmâl edilmiş veya başka nedenlerle sokakta yaşayan çocuklara sahip çıkmaktır. Çalışmalarını bu çocukları, kötü alışkanlıklara veya suçluluğa itilme ve davranış bozukluklarına kapılma tehlikesine karşı koruma, onları barındırma, eğitme ve tedavi etme, ayrıca iş sahibi yaparak topluma kazandırma çerçevesinde yürütmektedir. İhtiyar Huzur Köşeleri Derneği: Amacı, kimsesi olsun olmasın, maddî ve manevî bakıma muhtaç yaşlıların insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Bu amaçla onların bakım ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarının son dönemlerini rahat ve huzurlu geçirmeleri ile ilgili çalışmaları gönüllü olarak sürdürmektedir. Türkiye Sağır ve Dilsizler Cemiyeti: Amacı, yurdumuzdaki duyma ve konuşma özürlü vatandaşlarımızı ülkeye yararlı birer kişi durumuna getirmektir. Bu amaçla bunlara yardımcı olacak kurslar açar, barındırma yurtları ve rehabilitasyon merkezleri kurar. Ayrıca onlara sosyal yardım ve destekte bulunur. Çocuk Sevenler Derneği: Amacı, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları vb. kurumlarda korunan veya buralarda korunamayan bütün yardıma muhtaç çocuklara çeşitli sosyal yardımlarda bulunmaktır. Ayrıca çocuk ıslah evlerinden çıkıp çeşitli nedenlerle çevresine dönemeyen, öğrenimlerini başarıyla sürdüren ve korunması gereken çocukları barındırmak, bunların yetişmelerini sağlamak da kuruluşun amaçları arasındadır. Bundan başka, yüksek öğrenim çabasında olup maddî olanakları olmayan gençlere burs vererek öğrenimlerini desteklemek, gerekirse bunları dernek evinde barındırmak da kurulusun amaçları arasında yer almaktadır. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı: Amacı, yurdumuzun iyi eğitilmiş vatandaşlara daha çok sahip olmasını sağlamaktır. Temel hedefi, eğitimde teknolojinin, bilgisayar vb. araçların daha yoğun kullanılması ve bilginin daha kalıcı olmasını sağlamaktır. Bu amaçla çeşitli çalışmalar yapmakta, eğitim parkları oluşturmaktadı





 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

7.BİR ÜLKE BİR BAYRAK




DEMOKRASİ VE DEMOKRASİNİN TÜRK TOPLUMU İÇİN ÖNEMİ





1. Demokrasi: Halkın kendi kendini yönetmesine denir. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçer. 2. Demokrasinin Temel İlkeleri: Milli egemenlik, hürriyet ve eşitlik, siyasi partiler. a. Milli Egemenlik: Demokraside egemenlik millete aittir. Millet bu hakkını temsilcilerini kullanarak seçer. Yönetenler, gücünü milletten alır. b. Hürriyet ve Eşitlik: Hürriyet , başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilmektir. Eşitlik, hiçbir ayrım yapmaksızın herkesin kanun önünde eşit olmasıdır. c. Siyasi Partiler: Siyasi partilerin çok olması demokrasinin daha iyi işlemesini sağlar. Farklı düşüncedeki insanlar kendi fikirlerine uygun partilere üye olabilir. Ve istedikleri partiyi destekleyebilirler. Atatürk demokrasinin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için çok partili hayata geçilmesinin şart olduğunu belirtmiştir.
DEMOKRASİNİN KORUNMASINDA BİREYE DÜŞEN GÖREVLER
Tarih boyunca, yönetimin bir kişide veya bir zümrede olduğu, baskıya dayalı yönetim biçimleri vardı. İnsanların yönetimde söz sahibi olmak için verdiği mücadele yüzyıllarca sürmüştür. Uzun mücadeleler sonucunda elde edilen demokrasiyi, birey olarak korumamız rahat ve huzurlu yaşamamıza imkan sağlar. Demokrasiyi korumak için öncelikle iyi bir vatandaş olmalıyız. Kendi haklarımıza sahip çıktığımız gibi, ödevlerimizi de yerine getirmeliyiz. Demokrasinin hoşgörü kuralına bağlı kalarak farklı düşüncelere de saygılı olmalıyız. Kısacası demokrasinin korunmasında birey olarak bize düşen en önemli görev demokrasinin kurallarına uymaktır.
DEMOKRASİDE KAMUOYU VE BASININ ÖNEMİ
Kamuoyu : Toplumu ilgilendiren her hangi bir konu hakkında halkın benimsediği ortak görüştür. Kamuoyunu Oluşturan Etkenler: a- Yapılan yollar (Ulaşım) b- Sinema ve Tiyatrolar (Bakış açısı kazandırır) c- Sivil Toplum örgütleri (dernekler, vakıflar, kulüpler, okul koruma derneği .. vs. ) Kamuoyunun Toplumdaki Yeri: Kamuoyu toplumun sorunlarının çözümünde önemli bir etkiye sahip olduğundan dolayı önemlidir. (Toplumun yaralarını sarar örnek Deprem felaketinde kamuoyunun etkisi)

Basın ve Yayının Önemi : Basın: gazete kitap ve her türlü neşriyattır. Yayın: Bu yazılan eserlerin duyurulması olayıdır. Toplumdaki aksaklıkları dile getirdiği için basın ve yayın kamuoyunun oluşmasında önemli etkiye sahiptir. (Örnek: Depremin nerede kaç şiddetinde olduğunu neler yapılması gerektiğini bize bildirmesi .. vs. ) Kamuoyu Basın ilişkisi: Basın ve kamuoyu bir birine muhtaçtır. Basın, vermiş olduğu haberler vasıtasıyla kamuoyunu oluşturur, Kamuoyu da sorunlarının çözümü için basını kullanır.
EĞİTİM VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
Eğitim vasıtasıyla demokrasinin gereklerini öğreniriz, demokrasi vasıtasıyla da eğitimimizi her zaman daha modern ve anlaşılır ve bir o kadar da kolay hale getiririz.
MESLEK VE MESLEK SEÇİMİ
Meslek Sahibi Olmanın Birey ve Toplum Hayatı için Önemi: Meslek: Bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığı, belli bir eğitimle kazanılan bilgi ve becerilere dayanılan etkinlikler bütünüdür. Meslek dalları insanın vücudundaki organlar gibidir.
Nitelikli Eleman Yetiştirmenin Ülke Ekonomisi Açısından Yararları
Nitelikli insanlar okullarda yetiştirilir. Ancak yaptığı işin de kalitesi bakımından, insanların yetenekli ve istekli olduğu dallarda eğitim almaları gerekir. Alanında uzman olmak zamandan, enerjiden ve malzemeden tasarruf sağlar. Bu durum, bizim gibi çok zengin olmayan ülkelerin ekonomilerine olumlu katkıda bulunur. Nitelikli eleman çalışma hayatındaki verimi artırır.

DEVLET VE VATANDAŞ İLİŞKİSİ






Devlet ve Devleti Meydana Getiren Öğeler:
Devlet: Belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun bağımsız ve düzen içerisinde yaşamak için oluşturmuş olduğu siyasi örgütlenmedir. Ulus: Aynı toprak üzerinde yaşayan insanların aynı dil, tarih, duygu , ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur. Yurt: Ulusun üzerinde yaşadığı toprak parçasıdır. Egemenlik: Devletin yönetebilme gücüdür. Devletin olabilmesi için Ulus, Yurt ve Egemenlik olması gereklidir. Devletin Temel Amaç ve Görevleri : Devletin Temel Amaçları: Türk devletinin temel amacı, Türk ulusunun bağımsızlığını, bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumaktır. Ayrıca Kamu düzenini korur, Toplumun huzur ve mutluluğunu sağlar.
DEVLETİN VATANDAŞA KARŞI GÖREVLERİ
Sosyal ve Ekonomik Haklar
Sosyal devletin temel görevlerinin başında ailenin korunması gelir. Ailenin sağlıklı olması ve korunması toplumun huzuru bakımından önemlidir. Bu bakımdan devlet, ailenin huzur ve refahı, aile planlamasının öğretilmesi ve uygulanması için gerekli önlemleri alır. Devlet, milletlerarası çalışma standartlarına göre çalışma şartlarını düzenler. Anayasamızın çalışma ile ilgili hükümlerinde çalışma hakkı, çalışma şartları ve dinlenme hakkı, sendika kurma ve sendikal faaliyetler düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler şunlardır: A. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemek için ekonomik tedbirler alır. B. Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. C. İşçiler ve işverenler sendika kurma ve sendikalara üye olma hakkına sahiptir. Toplu iş sözleşmelerinin nasıl yapılacağı kanunla düzenlenmiştir. Çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletli ücret almaları ve asgari ücretin tespitinde devlet görevlidir.
Siyasi Haklar
Anayasa, Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkesin Türk olduğunu belirtir. Hiç kimse vatan hainliği yapmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Türk vatandaşı olan herkes 18 yaşına girdiğinde seçme, 30 yaşına girdiğinde ise milletvekili seçilme hakkına sahiptir. Ancak bu durumu da sınırIayan kanunlar vardır. Ayrıca her Türk vatandaşı kamu hizmetlerine girme ile istek ve şikayetlerini bildiren dilekçe verme hakkına sahiptir.
Eğitim ve Sağlık Hakkı
Devlet, ülkedeki tüm bireylerin günün ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda eğitim almalarını sağlar. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapIarı doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devlet denetiminde yapılır.İlköğretim zorunlu ve devlet okullarında parasızdır. Yoksul öğrencilere burs yardımı yapılır. Devlet ayrıca, herkesin hayatını ruh ve beden sağlığı içinde sürdürmesi amacıyla sağlık kuruluşIarını tek elden planlayıp hizmet vermesini sağlar. Sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması için gerekli çalışmaları düzenler.
Tüketicinin Korunması
Gelişmiş ülkelerdeki yaygın görüşe göre, tüketiciyi korumanın en iyi yolu bireyleri iyi bir tüketici olmaları için eğitmektir. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı okullardaki eğitici kollara ''Tüketicileri Koruma Kolu''nu ilave etmiştir. Üretimde standardı belirlemek ve kaliteyi artırıcı araştırma, kurs ve seminerler düzenlemek amacıyla Türk Standartları Enstitüsü kurulmuştur. Ayrıca üyeleri Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca seçiIen Tüketici Konseyi ve Tüketici Mahkemeleri de tüketiciyi koruyan teşkilatlardandır.
ANAYASAMIZIN DEĞİŞTİRİLEMEYECEK MADDELERİ
1924 Anayasası'nda ''Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir'' maddesinin değiştirilmesinin veya kaldırılmasının teklif dahi edilemeyeceği belirtilmiştir. 1961 Anayasası'nda ise ''Devlet biçiminin Cumhuriyet olduğu değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez'' denilmektedir. 1982 Anayasası ise değiştirilemeyecek, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek maddelerin kapsamını genişletmiştir. Anayasa'nın ilk 3. maddesi olan aşağıdaki maddelerin değiştirilmeyeceği 4. madde ile belirtilmiştir. Madde 1. ''Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir.'' Madde 2. ''Türkiye Cumhuriyeti toplumun, huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, -Atatürk Milliyetçiliğine bağlı -Anayasa'nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan -Demokratik -Laik ve sosyal bir hukuk devletidir.'' Madde 3. Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunla belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı istiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır.
VATANDAŞLIK HAK VE ÖDEVLERİ
a. Seçme ve seçilme hakkı : Demokrasinin temelini seçim oluşturur. Halk kendini yönetecek insanları kendisi seçer, eğer uygun şartları taşıyorsa seçilmek için aday olur. Türkiye Cumhuriyeti yasaları gereği 18 yaşına giren her Türk vatandaşı seçme hakkına sahiptir. Ancak silah altında bulunan erbaş ve erler, askeri öğrenciler, tutuklular ve hükümlüler, akıl hastaları oy kullanamazlar. 30 yaşını dolduran ve kanunlarla belirlenen mahkumiyetlerinden dolayı siyaset yasağı olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişiIer seçilme hakkına sahiptir. b. Kanunlara uymak : Vatandaş olarak toplumun huzuru için düzenlenmiş kanunlara uymak mecburiyetindeyiz. Kanunlara uyulmaması durumunda yasalarla belirtilmiş cezalar verilir. c. Vergi vermek : Vergi, devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, vatandaşların devlete ödedikleri paradır. Vergi verilmemesi halinde devIet görevlerini yerine getiremez. Devletin en önemli gelir kaynağı vergidir. DevIet tarafından toplanan vergiler eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri olarak vatandaşa geri döner. Kamu giderlerinin karşılanması için, herkes maddi gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. d. Askerlik yapmak : Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek kanunda belirtilen şartları taşıyorsa askerlik görevini yapmakla yükümlü- dür. Askerlik çağı, 20 yaşına girilen ocak ayının birinci gününde başlar, 41 yaşına girilen ocak ayının birinci günü sona erer. Askerlik çağı yoklama, muvazzaflık ve ihtiyatIık olmak üzere üçe ayrılır.


DEVLET, DEMOKRASİ, ANAYASA, VATANDAŞLIK, VATANDAŞLIK HAKLARI VE SORUMLULUKLARI





İnsan, toplum içinde doğar, yaşar ve ölür. Tek başına yaşayamaz. Topluluk halinde yaşarken, karışıklıkları önlemek için bir otoriteye ihtiyaç duyulmuştur. Bu otorite devlettir. Devlet, toprak bütünlüğüne dayalı, siyasal bakımdan örgütlenmiş, millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu hukuksal bir varlıktır. Toplum yaşamı, örgütlenmeyi gerektirir. Örgütsüz toplumlar dağınıktır. Demokrasi halk iktidarı, halkın egemenliğine dayanan yönetim şeklidir. Kısaca, halkın kendi kendini yönetmesidir. Egemenliğin sahibi ulustur. Millet kendini yönetenleri seçerek, egemenliği kendi eliyle kullanır. Demokrasi, uygulama biçimlerine göre, Doğrudan Demokrasi, Yarı Doğrudan Demokrasi, Temsili Demokrasi olarak üç çeşittir. Anayasa temel kanundur. Anayasa toplumların en üst düzeyde ve siyasal nitelikte örgütlenmiş biçimi olan, kuruluşunu, yapısını, temel organlarının görev ve yetkilerini, sivil ve askeri örgütlenmeyi, iktidarın işleyiş ve el değiştirmesini, devlet iktidarı karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini, bunların güvencelerini sağlamayı amaçlayan ilke ve kurallar bütünüdür. Anayasa devletin özüdür. Anayasamızda, 'Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür.' denilmektedir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde vatandaşlıktan çıkma, veya vatandaşlığa girme yasalarca düzenlenmiştir. Kamu kavramı, toplumun tümünü ifade eden bir kavramdır. Devletlerin vatandaşlarına tanıdığı, sınır çerçevesini anayasa ve yasalarla çizdiği haklar da kamu haklarıdır. Devletler, kamu haklarının sınırlarını çizerken, sınırsız bir yetkiye de sahip değildir. Özellikle yaşama hakkı, devletler üstü haklardandır. Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim yapısı, merkezi yönetim, il yönetimi ve yerel yönetimler olmak üzere üçe ayrılır. Yönetim örgütleri, anayasaya göre, yasa ya da yasanın verdiği yetkiye dayanılarak kurulur. Sosyal haklar oldukça geniş kapsamlıdır. Ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının, sanatın ve sanatçının korunması hakları başlıca sosyal haklardandır. Türk kadını bugünkü yerine, cumhuriyetten sonra kavuşmuştur. Atatürk'ün önderliğinde yapılan inkılaplar, Türk kadınına yeni ufuklar açmıştır. Ekonomik haklar,devlete bir takım ödevler yükler. Devletin vatandaşlarına karşı görevlerini yerine getirebilmesi için, ekonomik yönden gelişmiş ve mali kaynakları yeterli olmalıdır. Kişilerin, insanca yaşamaları için devletten gerekli tedbirleri almasını isteme hakkı vardır. Kişiler bunu isterken, kendileri de devlete karşı görevleri ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmelidirler. Kadınlar, çalışma hayatındaki başarıları ile Türk toplumunun üretimine, gelişmişliğine ve mutluluğuna katkıda bulunmaktadırlar. Bilim, sanat, kültür ve spor alanlarında da çağdaş dünyada Türkiye'yi temsil etmektedirler. İnsanların sosyal ve ekonomik haklarının yanında vatandaşlıktan doğan hak ve ödevleri vardır. Bu haklardan en önemlisi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. insanlar bu hak sayesinde yönetime katılır ve yönetimde söz sahibi olurlar. Günümüzde vatandaşlık, siyasal hakları kullanabilmenin ön koşuludur. Vatandaş olma bilincinde olan insanlar' sorumluluklarının farkında olarak davranırlar. Seçme ve seçilme, demokrasinin en önemli hak ve özgürlüklerindendir. Seçimler ve halk oylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargının gözetim ve denetimi altında yapılır. Vergi vermek vatandaşlık görevidir. Vergi, vatandaşların karşılığında, kişisel bir çıkar beklemeden, önceden belirlenmiş kurallara göre, devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, devlete verdikleri paradır. Kanun ve kurallar, toplum içinde insanların rahat ve huzurlu yaşaması için düzenlenmiştir. Kanun ve kurallara uymak her vatandaşın görevidir. Özgürlükler sınırsız değildir. Görev ve sorumlulukların yerine getirildiği toplumlarda, huzur ve adalet vardır. Yurt sevgisi, sevgilerin en güzelidir. Biz Türkler yurdumuzu canımızdan çok severiz. Her karış toprağı atalarımızın kanı ile ıslanmış vatanımız için canımızı veririz de, bir karış parçasını vermeyiz. Dayanışmanın temelinde de sevgi ve saygı vardır. Bir aileyi, bir milleti bir arada tutan güç, baskı ya da zorlama değil, sevgidir, saygıdır. insanlar sevdikleri oranda sevilmekte, saygı gösterdikleri oranda saygı görmektedir. İnsanların oluşturdukları birliklerin sürekli olabilmesi için, karşılıklı sevgi ve saygının olması gerekmektedir. İnsanlar birbirlerine karşı hoşgörülü olmalıdır.




 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

8.HEPİMİZİN DÜNYASI




DÜNYA'NIN HARİKALARI


Abu Simbel





Eski Mısır firavunlarından Ramses II (M.Ö. 1301-1235) devrine ait en önemli eser olan Abu Simbel Tapınakları, Nil Nehri kıyısında, Nübya Çölü kenarındaki Abu Simbel Dağı'nın kayaları oyularak yapılmış biri büyük, diğeri daha küçük olan yeraltı tapınaklarıdır. Büyük tapınak, 55 metre kaya içine uzanır. Eski Mısır'ın üç büyük tanrısı Ra, Amon, Harakhkes'e ve firavunun kendisine sunulmuştur. Tapınak girişindeki kapının iki yanında, yükseklikleri 20 metre olan dört heykel vardır. Kaideleriyle birlikte yükseklikleri 33 metreyi bulur. Firavunu, firavunun annesini, eşi Nefertari'yi temsil eder. Ayrıca, firavunun çocuklarını temsil eden küçük heykeller de bulunmaktadır. Tapınağın girişinde 18 metre genişlikte büyük bir yeraltı salonu bulunmaktadır. Tavanı tutan sütunlara sırtını dayamış, hepsi de Ramses II'yi temsil eden ve tanrı Osiris'e benzetilerek yapılmış 8 adet heykel vardır. Büyük salondan hemen sonra daha küçük olan ikinci salona geçilir. Bu salonun en dibinde en büyük Mısır tanrısı ile karşılaşılır. Küçük tapınak, diğerinin yakınındadır. Tanrıça Hathor ve Kraliçe Nefertari'ye sunulmuştur. Cephede firavunu ve kraliçeyi temsil eden 6 büyük heykel vardır. Ayrıca Ramses II'yi at üstünde gösteren 10 metre yüksekliğinde bir heykel daha vardır. Her iki tapınağın duvarlarında ve heykellerin kaidelerinde, Ramses II'nin zaferlerini ve meziyetlerini anlatan hiyeroglif yazıları yazılıdır. Mısır tarafından yapılan Assuan Barajı'nın suları yükseltmesi sebebiyle, yaklaşık 300.000 ton ağırlığındaki Abu Simbel tapınakları 1970 yılında yerinden sökülerek, suların erişemeyeceği daha yüksek bir yere taşınarak yeniden kurulmuştur.



cogabusim21e6.jpg


Shwedagon (Altın Mabet)





Birmanya'nın başkenti Rangun'da bulunan yüzlerce pagodanın (budist tapınağı) en büyüğü ve en ihtişamlısı Shwedagon (Şivdagon) adlı Altın Mabet'tir. Altın Mabet'in inşaasına 588 yılında başlanmıştır. Çevresine yapıların, bahçelerin ve heykellerin ilave edilmesi suretiyle inşaa işlemi yüzyıllarca sürmüştür. Mabet, 1871'de onarılmıştır. Ana pagodanın kalınlığı 113 metre, taban çevresi ise 433 metredir. Mabetin tümü 62.709 metrekarelik bir alanı kaplar. Dünyanın en yüksek mabedi olan Shwedagon, 3 mm kalınlığında altın levhalarla kaplıdır. Ana pagodayı bütünleyen yapılar da altınla kaplıdır. Mabetin kapılarında ve avlusunda Budha'nın heykelleri dışında büyük aslan heykelleri, yarı insan, yarı hayvan görünümlü olan ve 18 metre yükseklikleri olan heykeller de bulunmaktadır. Bunlara 'Kötü Ruhları Uzaklaştıran Muhafızlar' denir. Bu heykellerin bazıları ve Budha heykelleri de altınla kaplıdır. Büyük pagodanın muazzam kubbesinde eskiden saf altın kaplamanın dışında gerçek zümrüt, elmas, yakut gibi değerli taşlar da çoktu. Halkın refahının yüksek olduğu zamanlarda burayı ziyarete gelen halk buralara altın ve değerli taşlar yapıştırıp giderlerdi. Yeryüzünde gerçek altınla kaplı tek tapınak budur. Diğer yapılarda altın yaldız kullanılmasına rağmen Shwedagon'da gerçek altın kullanılmıştır. Çünkü Birmanya'da pagoda yaptıranın gerçek Nirvana'ya yani cennete ulaşacağına inanılır. Bu nedenle pagoda yapmak için hiçbir masraftan ve fedakarlıktan kaçınılmaz.



Angkor Wat





Kamboçya'nın kuzeybatısında bulunan ve Güneydoğu Asya'nın en önemli anıtı olan Angkor Wat, muazzam bir tapınak, türbe ve saraydır. Tapınağın tamamı 3 kilometrekarelik alanı kaplamaktadır. Eskiden bu bölgede hüküm süren Khmer krallarından Suryavarman II (1131-1150) tarafından, Hindu tanrısı Vishnu (Vişnu) adına yaptırılmıştır. Eski Khmer İmparatorluğu'nun başkenti olan ve Jayavarman VII tarafından kurulan Angkor-Thom'un yakınındaki bu tapınağın, içiçe kareler şeklinde üç büyük avlusu vardır. Her avlu yüksek ve kalın duvarlarla çevrilmiştir. Orta avluda yüksek bir piramit ve köşelerde daha küçük piramitler yeralmaktadır. Avlularda yapay göller de bulunmaktadır. 81 hektarlık bir alanı kaplayan tapınağın duvarları Khmer ve Hindu sanatının en güzel eserleriyle doludur. Duvarlar, piramitler ve dehlizler heykellerle, kabartmalarla ve Vişnu, Şiva ve Brahma'nın efsanelerini anlatan yazılarla süslüdür. Angkor-Thom ve tapınak, 3 asır sonra bilinmeyen bir sebeple terkedildi. Zamanla şehir yıkılıp yokoldu, tapınak ise gür ormanlar arasında kayboldu. Tapınak, 1858'de Fransız doğa bilimcisi Henry Mouhot tarafından tesadüfen bulunmuş ve böylece Khmer medeniyetinin ve Güneydoğu Asya'nın en önemli şaheseri meydana çıkarılmıştır. 1992 yılında tapınakla birlikte tüm Angkor şehri, UNESCO tarafından dünya mirası kabul edilmiştir.

Artemis Tapınağı





Bizanslı Philon 'Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim.' diye yazmıştı. Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık tanrıçasıydı. Bu eski tapınakta muhtemelen Jüpiterden düşen bir meteorit olduğu düşünülen kutsal birtaş vardı. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti. Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus, mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş sütunla destekleniyordu M.Ö. 356'da Herostratus adlı biri tarafından çıkarılan bir yangında yanarak tahrip oldu. Bundan kısa bir süre sonra o günün en ünlü heykeltraşı olan Scopas'lı Paros tarafından yeni bir mabet yapıldı. Romalı tarihçi Pliny'ye göre yeni tapınak, 130 metre uzunlukta ve 68 metre genişlikteydi. Tavanı, yükseklikleri 18 metre olan 127 adet sütun destekliyordu. İnşaat 120 yıl sürmüştü. Büyük İskender M.Ö.333'de Efes'e geldiğinde tapınağın inşaası hala devam ediyordu. M.S. 57'de St. Paul hristiyanlığı yaymak için Efes'e geldi. O kadar başarılı oldu ki bundan, şehrin demircisi ve tapınaktaki heykellerin sahiplerinden birisi olan Demetrius büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü Demetrius tapınaktaki heykellerin bir kısmının sahibiydi ve her yıl tapınağa hacca gelenlerden iyi bir geliri vardı ve insanların dinini değiştirmesi demek onun geçimini kaybetmesi anlamına geliyordu. Birlikte ticaret yaptığı diğer kişileri de yanına alan Demetrius heyecan verici ve 'Yaşasın Efesliler'in Artemisi' diye biten bir söylev yaptı ve halkı galeyana getirdi. Hemen sonra St. Paul'un yardımcılarından ikisini tutukladılar. Bunu bir isyan takip etti. Sonuçta St. Paul, tutuklanan yardımcılarıyla şehri terketti ve Makedonya'ya geri döndü. 262'de Gotların bir akını sırasında büyük Artemis tapınağı yakılıp yıkıldı. Bir yüzyıl sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden inşaa ettirdi. Fakat hristiyan olduğu için tapınağı restore ettirmedi.Constantin'in çabalarına rağmen Efes eski günlerine dönemedi. Çünkü gemilerin demirlediği liman yokolmuştu. Nehrin taşıdığı alüvyonlar tarafından deniz şehirden uzaklaşmıştı. Zamanla şehir sakinleri kenti terkettiler. Mabetin kalıntıları başka yapıların ve heykellerin yapılmasında kullanıldı. British Museum'dan John Turtle Wood 1863'de tapınağı araştırmaya başladı. 1869'da 6 metre derinlikte, çamurların içinde tapınağın temellerini buldu. Bulduğu heykelleri ve bazı kalıntıları British Museum'a götürdü. 1904'de yine aynı müzeden D.G. Hograth'ın liderliğindeki bir ekip kazılara devam ettiler ve sitede birbirinin üzerine inşaa edilen 5 tapınak olduğunu keşfettiler. Bugün gelen ziyaretçilere tapınağın yerini belli etmek için, bataklık halinde olan bölgeye sadece bir tek sütun dikilmiştir.



Ayasofya





İstanbul'da bulunan ve 918 yıl kilise, 482 yıl cami ve 1935'den bu yana müze olarak kullanılan Ayasofya, 537 yılında Bizans İmparatoru Justinyan tarafından yaptırılmıştır. Bugünkü Ayasofya'nın bulunduğu yerde ilk kilise 12.05.360 yılında yapılmıştı. O zamanki Bizans'ın en büyük mabedi olan bu yapı 44 yıl sonra bir yangında yokoldu. 415 yılında onun yerine yapılan yeni kilise de 532'de yine bir yangında yokoldu. Bundan sonra İmparator Justinyan (M.S. 527-565), Hz. Adem'den beri görülmemiş ihtişamda, yangınlara ve depremlere direnebilecek, gelecek çağlara ulaşabilecek sağlamlıkta bir eser yaptırmaya karar verir. Bu büyük yapının inşaasına Aydın'lı Antonius ve Milet'li İsodoros adlı mimarları tayin eder. Eski mabedlerin en güzel malzemeleri toplanarak İstanbul'a getirilir. 8 sütun Efes'teki Artemis tapınağından, diğer sütunlar da Atina, Roma, Delf ve öteki şehirlerdeki mabedlerden toplanarak hepsinden ayrı bir yücelik kazandırılmak istendi. O zamanın meşhur mermer ocakları olan Prokonez'den beyaz mermerler, Eğriboz adasından açık yeşil mermerler, Karia'dan beyaz-kırmızı mermerler, Mısır'dan porfirler, Teselya ve Lakonya'dan yeşil mermerler ve Siga'dan damarlı pembe mermerler getirildi. Her gün 1.000 işçi çalıştırılarak 5 yıl süren inşaat 27.12.537'de açıldı. Ayasofya 77 metre uzunlukta, 71,70 metre genişlikte bir alanı kaplar. Mabede 9 büyük kapıdan girilmektedir. Kubbesi 33 metre çapında ve 55,60 metre yüksekliğindedir. Kubbenin kendi yüksekliği 13,80 metre, bütün binanın yüksekliğiyse 81 metredir. Kubbe hafif tuğlalardan yapılmıştır. Kubbe kasnağında 40 tane pencere vardır. Bunlardan dördü kapalı durur. Yapıyı ayakta tutan 107 sütundan 40 tanesi alt, 67 tanesi de üst kısımdadır. Bina zemininin altına geniş sarnıçlar yapılmış ve içine büyük fil ayakları dikilmiş, bu şekilde depremlere karşı esneklik ve mukavemet kazandırılmıştır. 2. Haçlı seferlerine kadar Ayasofya'nın içi benzersiz mozaikler, renkli mermerler, fildişi levhalar, altın, gümüş ve diğer değerli taşlarla, ağır işlemeli kumaşlarla süslüydü. Kubbenin altında, orta yerde fildişinden yapılmış ve değerli taşlarla bir kürsü vardı. Mihrabın önünde de altın yaldızlı gümüş bir bölme bulunuyordu. Tarihçilere göre Ayasofya'da bulunan gümüş kaplamalar ve süsler 20.000 kilo civarındaydı. 1204'te İstanbul'u işgal eden Haçlılar mozaiklerin çoğunu, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olan herşeyi yağma ettiler. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in emriyle camiye çevrilen Ayasofya'daki bazı freskler ve haçlar bozulmayacak şekilde badana ile örtüldü. Mabedin güneydoğu tarafı iki payanda ile takviye edildi ve aynı köşeye bir minare yapıldı. Mabede II. Beyazıt bir, Kanuni Sultan Süleyman da 2 adet minare daha ilave ettirmiştir. 1453'ten itibaren cami olarak kullanılan Ayasofya, 1 Şubat 1935'de müze haline getirilmiştir.

Babil'in Asma Bahçeleri





M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot 'Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar.' demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu. Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810 yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından yapılmıştır. Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı. Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeydi. Ninova'daki Asurbanipal kitaplığında bulunan çivi yazısı tabletlere göre Babil'de 53'ü büyük, 650'si küçük olan toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal vardı. Şehir dörtgen bir plana göre kurulmuştu. Biri iç, diğeri dış olmak üzere 16,5 kilometre uzunluğunda 2 surla çevriliydi. Surların dışında bütün şehri çevreleyen su hendekleri de vardı. İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6. yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.


Babil Kulesi





Eski çağların yedi harikasından biri sayılan Babil'in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Dağlık bölgelerden gelen Sümerliler, yükseklere taparlar ve yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına da inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5.000 yıl kadar önce yapmışlardır. Tevrat'a göre Babil Kulesi'ni Hz. Nuh'un torunları gökyüzüne ulaşmak, tanrının oturduğu yere varmak için yapmışlardır. Bu sebeple kule, Tevrat'ta insan gururunun utanç kaynağı olarak gösterilir. Babil Kulesi'nin temelleri 90 metre genişlikteydi. Kule, 90 metre yüksekliğinde ve 7 katlı idi. Birinci katı 33, ikinci katı 18, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı katları 6, en üst katı ise 15 metre yüksekliğindeydi. 85 milyon tuğladan yapılan kulenin çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila'ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardı. Esagila 20 metre yüksekliğinde, 450 metre eninde ve 550 metre boyundaydı. Babil'i işgal eden Tikulti-Ninurta, Sargon, Sanherip ve Asurbanipal kuleyi yıkmışlardı. Babil Kralları Nabopollasor ve Nabukadnasor ise yeniden yaptılar. Ancak M.Ö. 479'da Babil'i fetheden Pers kralı Xerkes kuleyi yıktıktan sonra tekrar onaran olmadı. Yalnız, Büyük İskender Babil'e geldiğinde harap haldeki kuleye hayran kalmış ve onu eski haline getirmeye karar vermişti. Bu sebeple 10.000 kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti. Fakat Büyük İskender ölünce kulenin onarımından vazgeçildi. Bugün, Tevrat ve İncil'de de bahsedilen Babil Kulesi'nden geriye birşey kalmamıştır.


Çin Seddi





Uzaydan bakıldığında ince, uzun bir dere gibi görülebilen, insan eliyle yapılmış tek eser olan Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan dünyanın en uzun savunma duvardır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder. İlk set, M.Ö.7. yüzyılda Chu Krallığı tarafından, günümüzdeki Henan eyaletinde yapılmış olup fazla uzun değildir. M.Ö.3. yüzyılda Hun, Tunguz ve Moğolların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını korumak için İmparator Qin Shin Huang (Çe-Huang-Ti), burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. M.Ö.221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirek uzattı. M.Ö.3. yüzyıldan M.S.17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur. Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 10.000 kilometreyi bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 3.000 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M.Ö.221 ile M.S.608 yılları arasında yapılmıştır. Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Genellikle duvarın yüksekliği 7-10 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Duvar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya imkan verecek şekilde bir kaç sıra halinde yapılmıştır. Çin Seddi, en uzun sürede yapılan ve en çok insan çalıştırılan yapıdır. M.S.555'te Beijing ile Datong arasındaki 500 km.lik duvarın yapımında 1.800.000 kişi çalıştırılmıştır. Badaling dağınınüzerinden geçen seddin sadece 200 metrelik kısmını yapmak için bile binlerce kişi çalıştırılmış ve bu kişilerin isimleri bir taşa yazılmıştır.



Roma'daki Colosseum






Colosseum, Roma'nın sembolü haline gelmiş bir anfitiyatrodur. Asıl adı Flavium Amfitiyatrosu'dur. Colosseum adı eskiden bu eserin yakınında bulunan Nero'nun çok büyük bir heykelinden dolayı verilmiştir. Colosse 'çok büyük' anlamına gelir. 70 yılında imparator Vespanianus tarafından başlatılan inşaa işlemi, 82 yılında Titus tarafından bitirilmiştir. Amfitiyatro, çevresi 527 metre olan bir elips şeklindedir. 4 katlı olan yapının yüksekliği 50 metredir. En alt katı yerden 4 metre yüksektir. Yapının, imparator için ayrılan ve diğerlerinden daha geniş olan dört ana giriş haricinde 80 adet girişi vardır. Colosseum 50 - 55.000 kişi alabiliyordu. Girişler bu kalabalığı 5 dakikada boşaltabilecek şekilde dizayn edilmiştir. Yapının dışında traverten, iç kesimindeyse tüf ve tuğla kullanılmıştır. İçerisi üç ana kısma ayrılmıştır. Bunlar, arena, podyum ve mahzen kısımlarıdır. Roma İmparatorluğu devrinde sirk oyunları, araba yarışları ve gladyatör gösterileri yapılan Colosseum, 19. yüzyıla kadar dünyanın en büyük anfitiyatrosu idi. Günümüzde bile modern stadyumların mimarilerinde örnek olarak alınmaktadır.


Eiffel Kulesi





Fransa'nın olduğu kadar Paris şehrinin de sembolü olan Eiffel Kulesi, 1889 Dünya Fuarının Paris'te yapılmasına karar verilmesi üzerine Gustave Eiffel tarafından 1887-1889 yılları arasında yapılmıştır. Fransız hükümeti fuarın sembolü olacak ve demir-çelik mimarisinin meziyetlerini gösterecek bir eser yapılmasını istemişti. Eiffel, bunu en iyi belirtecek eserin bir çelik kule olacağına karar verdi. Bu amaçla Seine Nehri yakınlarındaki Askeri okulun karşısında kaya temeller atıldı. Kulenin çeşitli parçalarının planları 40 desinatör tarafından hazırlandı . Planlar, Clichy'de bu amaçla kurulan fabrikaya gönderilerek imal ettirildi. Önce kulenin 4 büyük ayağı, sonra bunların üzerine birinci kat platformu yapıldı. Daha sonra da ikinci, üçüncü platformlar yapıldı. Üçüncü platform üzerine madeni bir kubbe oturtularak kule tamamlandı. Kulenin birinci platformu 57,63 metre, ikinci platformu 115,73 metre üçüncü platformu ise 276,13 metre yüksekliktedir. Kubbenin yüksekliği ise 300,51 metredir. 1959'da eklenen radyo - televizyon vericileriyle birlikte kulenin yüksekliği 320,75 metre olmuştur. Kulenin yapımında kullanılan demirlerin ağırlığı 7175 tondur. Tepesinden bütün Paris'in ayaklar altında görülebildiği Eiffel Kulesi'nin katlarında turistler için lokantalar ve hediyelik eşya dükkanları bulunmaktadır.


Elhamra Sarayı





İspanya'da Araplar tarafından kurulan Endülüs İslam Devleti'nin 13. yüzyıldan itibaren gerilemeye başlamasıyla birlikte Muhammed İbn'ül Ahmer adlı kumandan, devletin idare merkezini Kurtuba'dan (Cordoba) Gırnata'ya (Granada) nakletti ve 1232 yılında burada 'Beni Ahmer Devleti'ni kurdu. Bu devlete 'Beni Nasr Devleti' de denir. Bu devlet zamanında Endülüs'te yapılan en güzel eser Elhamra Sarayı'dır. Elhamra, Gırnata'ya hakim bir tepe üzerindeki düzlükte, savunma kalesi ve saray olarak yapılmıştır. Bu yüzden dışarıdan biraz hantal görünür. Fakat hantal kale duvarlarının içinde eşsiz güzellikte bir sarayla karşılaşılır. Duvarlarında kırmızı tuğla, damında kırmızı kiremit kullanıldığı için adına da Elhamra, yani 'Kırmızı' denmiştir. Nasri hükümdarları yeni yapılarla kaleyi büyüttüler. Böylece Elhamra, saray ve köşklerden kurulmuş bir topluluk haline geldi. Sarayların içi kadar avluları da güzeldir. Bunlardan en güzelleri uzun bir havuzla süslü olan El-Bürke Avlusu, döşemesi mermer kaplı Meksuar Avlusu ve Arslanlı Avlu'dur. Arslanlı Avlu, 1354-1359 yılları arasında hüküm süren V. Muhammed zamanında yapılmıştır. Avlunun ortasındaki 12 arslan, ağır ve yuvarlak bir havuz yalağını destekler. Havuzun ortasındaki fıskiyeden fışkıran sular, çevredeki revakların kemerlerine benzer kıvrımlar yaparak dökülürler. Birbirine dik olan Arslanlı Avlu ile El-Bürke Avlusu'nun etrafındaki salonlar eşsiz güzelliktedir. Birinci avlu 36 metre uzunluktadır. Bu avlunun iki büyük kenarı üzerine açılmış karşılıklı kapılardan yan salonlara geçilir. Avlunun kuzey ve güneyinde bulunan yedi kemerli galerinin süslemeleri gözkamaştırıcı güzelliktedir. Avlunun kuzey kenarındaki kapısından bir dehlize ve oradan da Elçiler Divanhanesine geçilir. Bu salonun kenarları 11,24 metre, yüksekliği 18 metre, duvarlarının kalınlığı ise 3 metredir. Bu kalınlık yüzünden pencereler birer oda görünüşündedir. Elhamra Sarayı, zarif ve zengin süslemeleri, bahçeleri ve havuzlarıyla bir şiir gibidir. Fakat Charles-Quint (Şarlken) Endülüs'ü zaptedince sarayın bir bölümünü yıktırdı ve yerine Rönesans üslubunda bir saray yaptırmak istedi. 1522'deki bir depremde, 1590'daki bir patlamada saray bir miktar daha hasar görmüştür. Ancak, 19. yüzyıl ortalarından itibaren korunmaya alınmış ve günümüze dek gelebilmiştir


Empire State Building





New York'ta bulunan 102 katlı bu bina dünyanın en ünlü gökdelenidir. Üzerindeki televizyon kulesi ile birlikte yüksekliği 448 metredir. İçinde her gün en az 25.000 kişinin bulunduğu bu bina, bankaların, satış merkezlerinin, her çeşit büroların, gazinoların, lokantaların olduğu bir ticaret merkezidir. En üst katında gözlem evleri ile televizyonların alıcı ve verici istasyonları bulunmaktadır. En alt katından en üst katına kadar 1860 basamaklı merdiveni vardır. Merdivenden iniş yarım saati bulur! Bazıları ekspres olan, 74 adet asansörü vardır. Bazen alt katların hizasına yağmur yağarken üst katların hizasına kar yağar. Gökdelenin inşaasına 1929 yılında başlanmış ve 18 ay kadar kısa bir sürede, 1931 Mayıs ayında bitirilmiştir. Yapının inşaasında 60.000 ton çelik kullanılmıştır. 1961 yılında bir avukat, 65 milyon dolar ödeyerek yapıyı 99 yıllığına kiraladı. O zamanki geliri yaklaşık 12 milyon dolar civarındaydı. Gökdelene 1945'te bir bombardıman uçağı çarpmış ve 13 kişinin ölümüne sebep olmuştu. 1960'da tepeye bir fener yerleştirilmiş ve gökdelenin 160 kilometre uzaktan görülmesi sağlanmıştır. İnşaası 18 ayda tamamlanan bu harika eser, günümüzdeki en yüksek bina değildir. Ancak çağımız inşaat teknolojisinin güzel bir örneği olarak hala ününü devam ettirmektedir.



İshak Paşa Sarayı






Ağrı Dağı'nın yakınında, Doğubeyazıt'ın 5 kilometre uzağında eski Doğubeyazıt yanında sarp kayalar üzerine kurulmuş, kartal yuvasını andıran 116 odalı bu saray aslında türbesi, camii, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, koğuşları ile bir bey kalesidir. Sarayın yapımını 1685'de Doğubeyazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatmış, oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve onun oğlu Mehmet Paşatarafından 1784'te bitirilmiştir. 7.600 metrekarelik bir sahada yapılan sarayın inşaası 99 yıl sürmüştür. Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan İshakpaşa Sarayı, Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini birleştiren bir yapıdır. Camiinin kubbeleri Türkistan kubbeleri gibidir. Sarayı Topkapı Sarayı'nı andırır, kapıları ise Selçuklu stilindedir. 50x115 metre alanı kapsayan sarayın Harem Dairesi iki katlı, diğer bölümleri tek katlı idi. Günümüzde ikinci kat tamamen yıkılmış durumdadır. Saraya ancak doğudaki tepeden açılan bir kapıdan girilir. Diğer tarafları 20-30 metre yükseklikte sağlam duvarlarla çevrilidir. Kapıdan, önce dış avluya girilir. Dış avlunun etrafında uşak ve seyis odaları ve tavlalar vardı. Dış avludan iç avluya kemerli tak şeklinde büyük bir kapıdan girilir. İç avluda çeşitli odalar ve koğuşlar vardı. Ortadaki harem dairesinin duvarlarında İshak Paşa'yı öven yazılar bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki aslan heykeli vardır. Divan odası (toplantı salonu) ise 20 metre genişlik ve 30 metre uzunluktadır. Ruslar, Doğubeyazıt'ı işgal ettiklerinde, burasını karargah olarak kullanmış ve saraya ait kıymetli eşyaları yanlarında götürmüşlerdir. Bugün, sarayın 13x6,5 metre ebatlarındaki som altından yapılan kapısı Moskova Müzesi'ndedir. Eskiden sarayın olduğu yer, sarayın tam ortada bulunduğu bir yerleşim merkeziydi. Ova tarafında evler, diğer yanlarda camiler, mezarlık ve diğer yapılar vardı. Fakat bu yapıların hepsi yıkılmıştır. Saray son yıllarda yapılan tamirat ile tamamen yıkılmaktan kurtarılmıştır.

Paskalya Adası Heykelleri






Okyanusya'da, Şili kıyılarının 3200 km. açığında, Polinezya adalarının doğusunda, 179 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip küçük bir ada olan Paskalya Adası'nda tarihçileri zorlayan, turistleri hayran bırakan, ne zaman, kimler tarafından ve niçin yapıldığı bilinemeyen dev heykeller vardır. Ada, 1722 yılında Hollandalı denizci Jacop Roggeveen tarafından Paskalya gününde keşfedildiği için bu isimle anılmaktadır. 1888 yılından beri Şili'ye aittir. Bu adada çok sayıda bulunan, bazıları ayakta bazıları da yere yatmış şekilde duran, 12-25 metre yükseklikte, 50 ton ağırlıkta dev heykeller vardır. Volkanik kayalardan yontulmuşlardır. Bu heykellerin bazıları dövmeli insan büstleridir. Uzun kulaklı başların üzerinde ayrı taşlardan yapılmış silindir şeklindeki başlıklara rastlanmaktadır. Heykellerin hemen hepsi deniz ufkuna, boşluğa meraklı ve endişe dolu gözlerle bakmakta ve sanki meçhul bir şeyi beklemektedir. Fakat tarihçiler bu dev heykellerin sırrını hala çözememişlerdir. Bir varsayıma göre Polinezya kökenli bir kavim 4. yüzyılda buraya yerlemiş ve büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Yerlilerin ada için kullandıkları 'Papa Nui' adı o eski devletin ve milletin adı idi. Bunlar 10. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar burada yaşamışlar ve bu dev heykelleri yapmışlardır. Başka bir görüş ise yerliler arasında anlatılan bir efsaneye dayanır. Buna göre adada biri uzun kulaklı, diğeri kısa kulaklı insanlardan oluşan iki ayrı kabile vardı. Bunlar arasında bilinmeyen bir sebepten dolayı amansız bir savaş başladı ve buradaki medeniyet çöktü. Bu teorilere rağmen buradaki medeniyete ne olduğu, bu dev heykelleri kimin, ne zaman ve niçin diktikleri tam olarak bilinemiyor. Paskalya Adası'na 1960 yılına kadar yılda sadece bir gemi uğrardı. Ancak dev heykeller artık turistlerin de ilgisini çekmekte ve uçaklar dolusu turist bu adaya akın etmektedir.




İskenderiye Feneri





Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine yapılmıştı. Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios (Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası M.Ö. 285-246 yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı. Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu. Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi. Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı. İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam için kullanılan tek eserdir. Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir. Üst kısmı M.S. 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar tamamen yokoldu. Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek olmuştur.


Chitchen Itza (Şişen İtza)





M.Ö. 1000 yıllarında Meksika'nın kuzey kıyılarından Orta Amerika'daki Yucatan yarımadasına gelerek yerleşen Mayalar, burada çok parlak bir medeniyet kurmuşlardır. Yucatan'da bulunan ölü şehir Chitchen Itza, 11.-13. yüzyıllarda Maya-Toltek İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur. Bu şehir, Kukulkan piramidi, Chac Mol tapınağı gibi büyük anıtların harabeleriyle doludur. Bu şehirde bulunan, gözlemevi ve tapınak olarak kullanılan Kukulkan piramidi 24 metre yüksekliktedir. Tepesindeki sunak yerinde yağmur ilahı Tlaloc için insan kurban edilirdi. Mayalar, Toltekler ve İnkalar demir medeniyetini bilmiyolardı. Kılıç ve kazmalarını camsı çok sert bir volkanik taştan, obsidiyenden yapıyorlardı. Tekerlekli araçları da yoktu. Buna rağmen, yüksek dağların tepelerine kurdukları tapınakların taşlarını uzaklardan getirmişler ve bunları taştan yaptıkları aletleriyle meydana getirmişlerdir. Bazı Maya eserlerinin harika olarak kabul edilmesinin sebeplerinden biri de budur.


Keops Piramidi






Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser, Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır. Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir. Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de 'Dünyanın Birinci Harikası' olma niteliğine hak kazanmıştır. Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini, kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır. Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır. Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür. Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.





Köln Katedrali






Almanya'nın Köln şehrinde, Ren nehri kıyısında yeralan Köln Katedrali, dünyanın en önemli yapılarından biridir. 1248 yılında inşasına başlanan katedral 632 yıl sonra, 1880'de tamamlanmıştır. Katedralin uzunluğu 144, genişliği 86 metredir. Ana salon 43 metre yüksekliktedir. Cephedeki iki kule 157 metredir. Bunlardan daha yüksek katedral kulesi yoktur. Üst kısımdaki galeriye 509 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Çan kulesinde 9 büyük çan vardır. Çanların biri 24 ton, bir diğeri 11,2 ton, bir diğeri de 6 ton ağırlıktadır. Katedral 8000 metrekarelik bir alanı kaplar. Kullanılan iç alan 6166 metrekaredir. Çatısının yüzölçümü 12.500 metrekareyi aşar. Gotik stilin bir harikası sayılan bu katedraldaki vitrayların yüzölçümü 10.000 metrekareyi aşmaktadır. Hepsi anlamlı desenlerle kaplı olan vitrayların bir kısmı Ortaçağa, bir kısmı Yeniçağa aittir. Fakat katedral bütünüyle bir ortaçağ eseri sayılmaktadır. Dünyanın en büyük katedrali olan eseri korumak için Almanlar devamlı olarak çalışan 70 kişilik bir ekip kurmuşlardır. Bunlardan 36'sı heykeltıraş ve mermer ustası, 10'u vitray ustası, 6'sı idareci, diğerleri de çeşitli uzmanlardır. Köln Katedrali her gece projektörlerle aydınlatılmaktadır.

Karyalı Kral Mausoleus'un Mezarı





Bu mezar, Kraliçe Artemis tarafından kocası Mausoleus (Mozoles) için yaptırılmıştır. Karia Kralı Mausoleus, o zamanki adı Halikarnas olan Bodrum (O zamanlar bu bölge Karia olarak anılıyordu) bölgesinde, M.Ö. 377-353 yılları arasında hüküm sürmüştür. Pythea adlı bir mimarın eseri olan bu mezar bugün ayakta değildir. Ancak, tarihçi Plinius'un anlattıklarına göre yapılan bir resmi vardır. Karia krallığından kalma bazı sikkelerin üzerinde de bu anıtın kabartmalarına rastlanmıştır. Mezarın kaidesi 25 x 30 metre idi ve İyon stilinde sütunlarla süslenmişti. Tepesinde 4 atlı bir zafer arabası bulunuyordu. Basamaklı bir piramit görünümündeydi. Anıtın tepesindeki savaş arabasında, Kral Mousoleus ve karısının yanyana oturmuş heykelleri vardı. Dörtnala sürdükleri atların çektiği o arabayla unutulmazlığa doğru yol alıyor gibiydiler. Anıtın, araba heykeliyle birlikte yüksekliği 45 metreyi geçiyordu. Duvarları kabartmalarla süslüydü. Sütunlar arasında birçok güzel heykel vardı. 150 yıl kadar önce Mozoleyi meydana çıkaran İngiliz arkeologları heykel ve kabartmaları alıp gitmişlerdir. Bu yüzden anıtın yeri bile zor belli olmaktadır. Şimdi bunlar British Museum'da sergilenmektedir. Bugün Batıda sanat değeri olan ve anıt niteliğinde bulunan mezarlara Karia kralı Mousoleus'un adı verilmektedir. Bu anıt bir depremde yıkılmıştır. Yıkılan sütun ve taşların bir kısmını, Rodos şövalyeleri başka bir yapıda kullandılar.


Kremlin Sarayı ve Saint Basile






Moskova'daki Kızıl Meydan'da bulunan ve Moskova'nın sembolü olan Kremlin Sarayı, Çar Korkunç İvan tarafından 1155'te yaptırılmıştır. Eski bir savunma kalesi olan Kremlin, 19 metre yükseklikte kırmızı bir duvarla çevrilidir. Bu duvarın çevre uzunluğu 2250 metredir. Duvarın giriş yerlerinde ve köşelerinde büyük kuleler vardır. En büyük kule 72 metre yüksekliktedir. Burada ilk yapı 14. yüzyılda yapılmış, daha sonra yeni ilavelerle büyümüştür. Kremlin'in içinde harika saray ve kiliseler vardır. Fakat bunların hepsi İtalyan ve Alman mimarları tarafından yapılmıştır ve Rus mimarlık sanatını yansıtmazlar. Kremlin Sarayı'nın hemen yakınında bulunan ve Aziz Basileios adına Korkunç İvan tarafından yaptırılan Saint-Basile Katedrali, yalnız Moskova'nın değil bütün Rusya'nın en orijinal eseridir ve dünyada buna benzeyen başka bir kilise yoktur. Çünkü bu yapı şark stilinde bir kilisedir. Kubbeleri İslami eserlerin kubbelerine benzer. Katedralin inşaatına 1555'de başlanmış, 1560'da bitirilmiştir. Yapının mimarı Barma adlı bir Rus'tur. 11 bölümü ve 8 kubbesi vardır. Kubbelerin yükseklik, süsleme ve renkleri birbirlerinden farklıdır. Fakat hepsi soğan başı gibi yuvarlak ve sarmal dilimlidir. Düz, gofre veya prizmatik çinilerle kaplanmışlardır. En yüksek kulenin kubbesi altın yaldızlıdır. Kremlin sarayı Rus hükümetinin residansı olarak hala kullanılmaktadır. Müze haline getirilmiş olan diğer saraylarda, çarlara ait mücevherler, mobilyalar ve diğer eşyalar sergilenmektedir ve bunlar hem sanat hem de maddi değer bakımından bir hazine sayılmaktadır.









 
---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI





A. KAVRAMLAR
*İnsan Kavramı
İnsan kavramının tanımı değişik şekillerde yapılabilir:
*İnsan, doğan, büyüyen ve ölen canlı bir varlıktır.
*İnsan, düşünme yeteneği olan akıllı bir varlıktır.
*İnsan, duygusal yanı olan, bir tarihi olan ve geçmişini bilen bir varlıktır.
*İnsan alet yapan, kullanan, bilim, sanat, düşünce ve edebiyatla uğraşan varlıktır. İnsanın, diğer canlılarla benzer tarafları da vardır: Doğmak, beslenmek, yaşlanmak ve ölmek gibi. İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özellikler ise: çevreyi kendine uydurması, aklını kullanması, duygusal değerlerinin (sevinç, üzüntü, barış, özgürlük, eşitlik, hak vb.) olmasıdır.
*İnsanlık Kavramı
İnsanlık, tüm insanları içine alan bir kavramdır. Bu kavramın içine, geçmişte yaşamış, bugün var olan ve gelecekte de yaşayacak bütün insanlar girmektedir.
İnsanlık, bütün insanlar tarafından ortaklaşa paylaşılan bir niteliktir. İnsanlık kavramı, barış, hoşgörü, kardeşlik, dayanışma, özgürlük, yardımlaşma gibi düşüncelerin ortaya çıkışına temel olmuştur. İnsanlık, bütün insanların, insana yaraşır bir yaşam sürdürmeleri için ulaşılmak istenen bir amaçtır.
*Ortak Miras Kavramı
Miras, bir neslin kendisinden sonra gelecek kuşaklara bıraktığı her şeydir. Bu miras bir ev, bir sanat eseri olabileceği gibi: 'demokrasi' ve 'özgürlük' gibi bir düşünce ürünü ya da doğal güzellikler de olabilir.
Ortak miras ise daha kapsamlıdır. Ortak miras, geçmişteki bütün insanlık tarihini ve geleceği de içine alan maddi ve manevi değerlerin tümüdür. Bilim, teknoloji, sanat ve edebiyat ürünleri ve düşünceler sadece üretildikleri toplumlarda değil, tüm toplumlarda bir değer taşır. Bu ürünler bütün insanlar için anlamlıdır ve bu nedenle de insanlığın ortak mirası olarak kabul edilir.
B. İNSANLIĞIN SANAT, DÜŞÜNCE, EDEBİYAT VE BİLİM MİRASI
İnsanlığın Sanat Mirası
Bir duygunun, düşüncenin, doğal güzelliğin, yaratıcılık katılarak anlatılmasına sanat denir. Örneğin: mimarlık, heykel, müzik, tiyatro, roman, öykü vb. çeşitli sanat dallarıdır. İlk çağlarda insanların mağara duvarlarına yapmış oldukları resimler de ilk sanat ürünü olan eserlerdir. Çin, Hindistan, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da kurulan uygarlıklar, bütün insanlık tarihi üzerinde etkili olan yeni uygarlıkların ortaya çıkışını hızlandırdı. İnsanlığın sanat mirasının temellerini bu eski uygarlıklar oluşturmuştur. Ayrıca, Amerika kıtasındaki İnka ve Aztek uygarlıklarının varlıkları da bilinmektedir. Bugün yurdumuzda örneklerini gördüğümüz bazı sanat eserleri, yüzyıllarca süren çabalar sonucu oluşturulmuştur. Bu eserleri korumak hem yurdumuz için, hem de insanlık için bir görevdir. Farklı kültürlerin sanat alanında ortaya koyduğu bütün eserler, insanlığın sanat mirasını oluşturmaktadır.

İnsanlığın Düşünce Mirası
İlk insanlar, başlangıçta çevrelerindeki olaylardan etkilenir ve bunlara bir anlam veremezken zamanla düşünmeye, doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışmak, olaylar arasında ilişki kurmak, insan düşüncesini geliştirmiştir. İnsanlar, duygu ve düşüncelerini önceleri el, kol hareketleri, sesler ve yüz ifadeleriyle anlatmışlardır. Böylelikle 'dil' oluşmuş ve zamanla sözlü ifadeler yerini 'yazı'ya bırakmıştır. İlk Çağ'ın dünyaca ünlü başlıca düşünürleri: Kofüçyüs, Buda, Tales, Heraklit, Sokrat, Eflatun ve Aristo'dur. Orta Çağ'da ise Avrupa, karanlık bir dönem geçirirken, İslam dünyasında bilim ve düşünce alanında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Biruni, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd, Harezmi, Cabir, İmam Gazali, Uluğ Bey, Nasreddin Tusi gibi bir çok bilim adamı ve düşünür çağa ışık tutmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa'da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri insan düşüncesine yeni boyutlar kazandırmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda Hümanizm (insancıllık) fikri ön plana çıkmış, 1789 Fransız İhtilali ise özgürlük, eşitlik hareketleri tüm insanlığı etkilemiştir. J.J. Ruso, Makyavel Volter ve Monteskiyö fikirleriyle bu hareketlere hız kazandırmışlardır.

İnsanlığın Edebiyat Mirası
Olayların, düşüncelerin, duyguların ve hayallerin yazı dili aracılığıyla şekillendirilmesine edebiyat denir. Şiir, öykü, roman, tiyatro oyunları vb. edebiyat ürünleridir. Geçmişten günümüze dek uzanan ilk edbiyat ürünleri destanlardır. Gılgamış Destanı, Oğuz Kağan Destanı, İlyada ve Odesa gibi... Dünyaca ünlü bazı edebiyat eserleri şunlardır: William Shakespeare (Şekspir)'in Romeo ve Juliette, Servantes'in Don Kişot, Viktor Hugo'nun Sefiller, Balzac'ın Vadideki Zambak, Dante'nin Suç ve Ceza.... Tarih boyunca, nesillerden nesillere aktarılan bir kültür mirası vardır.Bu miras içinde edebiyattan sanata, bilimden müziğe dek herşey bulunur. Tüm bunlar ortak mirası oluşturur. Bize düşen görev bu mirası koruyup, bir sonraki nesle aktarmaktır.

İnsanlığın Bilim Mirası
Evreni ve evrende olan olayları konu edinen, deney ve gözleme dayanan, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurarak yasalara ulaşmaya çalışan, sistemli bilgiler topluluğuna bilim denir. İlk Çağ'da Babilliler, bilimsel çalışmaların ilk örneklerini vermişlerdir. Matematik ve astronomiyle uğraşmışlardır. Daha sonra bu bilgiler, tüm dünyaya yayılmıştır. İlk Çağ'ın ünlü matematikçisi Arşimet'tir. Yeni Çağ'da ise, Paskal, Dekart (matematik), Kopernik, Kepler, Galile (astronomi), Nevton (yer çekimi) ünlü bilim adamları olarak adlarından söz ettirmişlerdir. Tabi, İslam dünyasında da daha önce isimlerini verdiğimiz, Biruni, Harezmi, Cabir, İbni Sina, Farabi gibi pek çok alimden de burada bahsetmek gerekir. Günümüzde ise bilimsel alanda çok daha büyük ilerlemeler kaydedilmiş durumdadır. Bu gelişmeler sayesinde dünya sanki küçülmüş, herhangi bir yerde ortaya çıkan olay bir kaç dakika sonra tüm dünya insanlarınca duyulacak hale gelmiştir. Bizler, bizden önce yaşamış insanlardan daha çok bilgiye sahibiz. Bizden sonra gelecekler de daha fazla bilgiye sahip olacaklar.

C. İNSANLIĞIN ORTAK MİRASININ ÖNEMİ
1.Ortak miras, günümüz insanının çevre şartlarına egemen olmasını sağlamıştır.
2.Ortak miras ürünleri, insan yaşamını kolaylaştırır.
3.İnsanlar, ortak miras olarak kabul edilen doğal güzellikleri gezerek, görme, dinlenme, zevk alma ve güzel bir ortamda bulunma ihtiyaçlarını gidermiş olurlar.

Ortak Mirasın Özellikleri
1.Ortak miras, insanların yüzyıllar boyu süren birikimleri sonucu oluşmuştur.
2.Ortak miras, tek bir ulusa ait değildir.
3.Ortak mirasa katkıda bulunmak, tüm insanlığın yararınadır.
4.Bütün insanlar, ortak mirasın ürünlerinden yararlanma hakkına sahiptirler.
5.Ortak mirası korumak ve geliştirmek tüm insanların ve toplumların görevidir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst