Son Bahar AkŞaminda....

ToLeRaNS

Kayıtlı Üye
Bir sonbahar akşamıydı... Gökyüzü simsiyah,bulutlar hızla bir yerden bir yere kayarcasına göç halindeydiler.Tren uçsuz bucaksız yaylaların içinden yılan gibi kıvrılarak yol alıyordu.Rayların iki tarafı çeşit çeşit ağaçlarla süslüydü,yerdeki kuru yapraklar trenin sebep olduğu rüzgarın etkisiyle havalanıyor ve boşlukta dans edercesine savrulup tekrar yere düşüyordu.Hava çok soğuk değildi, fakat gökyüzü gri bulutlarla kaplı ve hava bunaltıcıydı.Raylardan gelen tıkırtılar beyninde uğultular yaratıyor, sinirlerini altüst ediyordu. Tam üç gündür yoldaydılar. Uyumaya çalışıyor,fakat bir türlü başaramıyordu. Çocuklar yorgunluktan bitap düşmüş, derin bir uykunun içinde rüyalarda yol alıyordular. Aklı karmakarışıktı,çare ararcasına trenin penceresinden ufuklara bakıyordu.Adeta biran önce hedefine varmak bu cendereden kurtulmak ister gibi... Elini cebine attı.Tütün tabakasını çıkarıp ağırdan ağıra bir sigara sarmaya başladı. Sigarasını yaktı ve derin bir nefes çekti.Öylesine derinden çekmişti ki sigara nerdeyse yarıya indi. Sonra üflediği dumanla beraber hülyalara dalıp gitti.
Üç beş kuruş denkleştirmiş üçüncü sınıf bir kompartımandan tam yedi bilet almıştı.Trenin altıncı vagonunda seyahat ediyorlardı.Birden düşüncelerin girdabında, gelgitlerde buldu kendini.Acaba köyünden çıkmakla hatamı etmişti?Yoksa bir maceraya mı atılmıştı sonunu hiç
düşünmeden! Annesi ve babası hakkın rahmetine kavuşalı çok olmuştu. Gerçi sağ olsalardı asla köyünü terk etmesine izin vermezlerdi.Daha önceleri de böyle bir şeye teşebbüs etmiş, fakat babası şiddetle karşı çıkmıştı.’Ben sağ olduğum sürece bu aileden kimse köyden ayrılmayacak!Babalık hakkımı helal etmem!’ demişti.
Onlar öldükten sonra ailedeki maya çözülmüş,herkes bir tarafa gitmişti.Musa da köyde kalırsa çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayamama endişesiyle köyünden İstanbul’a göç kararı almıştı.
Neden sonra kendine geldi, yeni uyanmış gibi etrafına bakındı.Sonra birden yüzü gerildi, dişlerini sıktı, kaşlarını çattı ve düşmanına karşı saldırıya hazır bir komutan edasıyla kendi kendine artık bunları düşünmemesi gerektiğini mırıldandı. Zaten bir şey de değişmeyecekti, bir kere karar verilmiş, tas tarak toplanmıştı. Geriye bakmanın hiçbir anlamı yoktu!O bu düşüncelerin atmosferinde demlenirken kulakları tırmalayan bir siren sesiyle irkildi.Tren Haydarpaşa’ya gelmişti. Bir karmaşadır aldı başını gitti. Vagonlarda çocuk sesleri, yakınlarını karşılayanların sesleri, birbirini kaybedenler.. Bütün bunlar adeta bir Haydarpaşa karşılama senfonisini oluşturuyordu.
Genç adam da harekete geçti, eşini uyandırdı.Derken çocuklar da kalkmış şaşkın şaşkın etrafa bakınıyorlardı!Uykudan gözleri şişmiş, fakat yol yorgunluğu kendini hala iyiden iyiye hissettiriyordu.
Nihayet onlar da bu arbedenin içinde kendilerini trenden inmiş buldular.Bavullar üst üste konmuş, yorgan ,yatak, yastık çarşaflara sarılı olarak ortada duruyordu.Birkaç kap, kaşık biraz da erzak vardı yanlarında. Musa etrafına bakınıyor birilerini arıyordu!Köyden çıkmadan önce İstanbul’daki amcasıyla görüşmüş, ona verdiği karardan söz etmişti.Amcası da kendisine yardımcı olabileceğini söylemişti.Trene bindikleri gün amcasına telgraf çekmiş yola çıktığını haber vermişti. Oysa ortalarda kimse görünmüyordu!Acaba telgraf henüz amcasının eline ulaşmamış mıydı?Ancak bu imkansızdı, tam tamına üç gün olmuştu telgraf çekeli! Muhakkak ulaşmış olmalıydı.
Musa bavulların üzerine oturup tabakasını çıkardı ağırdan ağıra bir sigara daha sarmaya başladı.Çocuklar hala şaşkındı. Tedirgin, meraklı gözlerle etrafa bakınıyorlardı.Zira burası geldikleri yere hiç mi hiç benzemiyordu. Kocaman bir şehir!Onlar adeta akvaryumdan okyanusa bırakılmış balıklar gibiydi.Etraf tehlikelerle dolu..
Bunlardan habersiz hayallerle karışık şaşkınlık ve hayranlık duygusuyla etrafı seyrediyorlardı.Münevver Hanım ise huzursuz ve temkinli gözlerle etrafı incelemekteydi.Burası köylerine hiç benzemiyordu.Bir süre sonra Musa’ya dönerek:
‘Herif Hason emice neriyedur? diye çıkıştı. Musa sigarasından efkarlı bir nefes daha aldıktan sonra başını kaldırdı ve Münevver’in gözlerine baktı! Gözlerinde çaresizlikle karışık öfke, yorgunluk, şaşkınlık vardı.Bunu hissettirmemeye çalışsa da Münevver Hanım’dan saklayamamıştı.
Münevver Hanım çok badireler atlatmış, çile dolu bir hayat yaşamıştı. Hemen korkup panikleyecek bir kadın değildi! Tam otuz beş kişilik kalabalık bir ailenin geliniydi.Gerektiğinde parmaklarını toprağa tırpan gibi geçirip tohum ekmiş, ekin biçmiş, rençberlik yapmıştı.Yaylalarda oba kurmuş, sırtında bebeğiyle tarla biçmiş, eski toprak bir Osmanlı kadınıydı!
O da Musa’nın yanına oturdu! Beyini teselli etme adına ‘Allah kerim!’ diyebilmişti.Çocuklar bu diyalogdan habersiz merakla seyrettikleri çevrelerine dalmış, yeni hayaller kurmakta hiç gecikmemişlerdi!
Ailenin en büyük oğlu Osman biraz tedirgin bir şekilde babasına yaklaştı!Musa Bey çok disiplinli, sert, heybetli bir adamdı.Çok çabuk öfkelenir, fakat çabuk yatışırdı.Hatta köyünde ona deli Musa derlerdi.Tepesi attı mı kimse yanında olmak istemezdi, çünkü yapacaklarını kestirmek pek mümkün olmazdı.En iyisi onu kızdırmamaktı. Bunun yanında mert, yardımsever ve çok merhametliydi. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı bir insandı.
Osman da babasını kızdırmaktan şiddetle kaçınırdı. Aynı zamanda babasını çok sever ve hayranlıkla karışık derin bir saygı duyardı. Osman şaşkınlığını çabuk atmış ve bundan sonra olacakları merak etmeye başlamıştı.Henüz on beşinde, fakat zeki,cesur ve kabiliyetli bir çocuktu. Babasının ilk göz ağrısıydı, babası onu bir başka sever düşüncelerine değer verir ve onunla bol bol sohbet ederdi.
Osman bundan da cesaret alarak ‘Baba!’ diyebilmişti. Genç adam yorgunluk ve uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözlerlerini Osman’a çevirdi. Gözleri adeta başı dumanlı dağlar gibi heybetle yalın alevler saçıyor, yağmur öncesi şimşekler çakan gökyüzünü andırıyordu!Bu bakışlar karşısında Osman’ın nutku tutuldu, yüzünden kan çekilmişti.Söylemek istediği kelimeler boğazında düğüm düğüm birikti ve boğulacak gibi oldu,zira babasını daha önce hiç bu kadar karmaşık ve dehşetli görmemişti.
Bir süre sonra Musa bakışlarının oğlu üzerindeki tesirini fark etti. Bu tesiri yok etmek istercesine şefkatli bir ses tonuyla ‘ Söyle evladum!’ dedi. Osman biraz olsun rahatlamıştı ve merak ettiği soruyu sordu.’Nereye gidicez baba?’ Lakin bu soru sessizliğin ortasında dalıp gitmiş zihinlerde bomba tesiri yaratmıştı.Sorunun karşısında babası çaresizlikle yüzünü buruşturdu. Yılların yüzünde oluşturduğu çatlaklar derinleşti ve bir çaresizlik portresi çizdi. Musa Bey başını öne eğmiş Osman’ın sorusu cevapsız kalmıştı.
Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu! Etraf boşalmış çevrede kimseler kalmamıştı. Herkes bir yakını tarafından karşılanmış ve hep beraber gidecekleri yerin yolunu tutmuşlardı. Saat hızla ilerliyordu, hava da iyiden iyiye kararmıştı.Diğer çocuklar da huzursuzlanmaya başlamış, açlıkları meraklarının önüne geçmişti. Annelerine sokulmuş mızmızlanıyorlardı.
Münevver Hanım biraz olsun çocukları teskin edebilmek için yanında getirdiği çıkını kucağına açıp çocukların ellerine bir şeyler tutuşturdu ve onları başından savdı. Çocuklar ellerinde ekmekler olduğu halde hiçbir şeyden habersiz kendi dünyalarına geri dönmüşlerdi bile!Fakat Osman annesinin verdiği ekmeği yiyememişti.Babasının durumu onu etkiliyor,
adeta babasıyla o da dertleniyordu.
Derken gür bir nida sessizliğin suratına bir şamar gibi iniverdi.Hepsi birden derin bir uykunun koynundan fırlarcasına başlarını sesin sahibine çevirdiler.Çocuklar şaşkın fakat ilgisizce baktılar! Musa’nın gözlerindeki o bulutlar dağılmış, gözleri güneş gibi pırıltılar saçıyordu.Osman da babasının sevincini paylaşıp amcasına doğru koşmaya başladı, zira Osman babasının amcasını daha önceden tanıyordu.Hasan Bey çocuklar çok ufakken köyden ayrıldığı için çocuklar onu tanımıyordu.Musa Bey ‘Hasan Amca!!’ diyebilmişti. Tam da ümitlerinin tükenmeye yüz tuttuğu bir anda Hızır gibi gelmişti Hasan Amcası. Minnet ve saygıyla karışık duygular içersinde eline kapandı, öpmek istedi, fakat Hasan Bey müsaade etmedi. Ardından Osman Hasan Bey’in elini öptü. Hasan Bey Osman’ı omuzlarından tutup ‘Maşallah sen artık delikanlı olmuşsun yav, en son gördüğümde sekiz yaşında ancak vardın!’ diyerek şefkatle başını okşadı.
Bir süre sonra diğer çocuklar yaklaşmaya başladı, onlar da Hasan Bey’in elini öptü.Hasan Bey Münevver Hanım’a dönerek ‘Hoşgeldin gelin!’ dedi. Münevver Hanım da elini öptü. Hasan Bey’in gür sesiyle merasim bitiverdi. ‘Ee, ne duruyorsunuz hadi gidelim bizim fakirhaneye!’
Toparlandılar. Bir kamyonetin arkasına eşyalar ve çocuklar bindirildi ve hareket ettiler.Bu arada Hasan Bey geç kalmasının sebebini anlatmaya başlamıştı.
‘Evladım, tam hazırlandım sizi karşılamak üzere yola çıkıyordum. Nefes nefese bir çocuk yolumu kesti! Hasan amca, Hasan amca! Yetiş Yılmaz Abi kahvede balcılarla kavga ediyor!
demesin mi? Ayağım hiç varmıyor ama ne yaparsın evlat işte içer içer adalet bekçiliğine soyunur! Neymiş bala şeker, yağa patates karıştırıyorlarmış! Ee sanane ...Almazsın olur biter. Yok efendim halkı aldatıyorlarmış da haksız kazanç elde ediyorlarmış ! Böyle değildi oğlum arkadaşları onu çok değiştirdi. Neyse seninde kafanı karıştırmayayım sadece geç kalmamın sebebini anlatayım istedim.’
Nihayet eve geldiler. Eşyaları taşıyıp evin büyük salonuna geçtiler!Herkes derin bir ‘ohh’ çekti.Biraz olsun soluklanmışlardı.
Evin gelini Meryem Hanım,Münevver Hanımla eski dosttu.Köydeki yakınlarından havadisler aldıktan sonra sofralar geldi, yemekler yendi ve çaylar içildi.Üç gündür yollarda perişan olan yolculara bu çay şerbet gibi gelmişti ve yorgunluklarını bir nebze olsun almıştı.Nihayet misafirler evin bir odasında kendileri için hazırlanmış yataklara kıvrıldılar ve derin bir uykuya daldılar...
Ertesi gün sabah Hasan Bey’in bir komşusunun kiralık evini görmeye gittiler.Üç odası bir salonu olan müstakil bir gecekondu.Önce nüfus kalabalık diye mızmızlanan ev sahibi, Hasan Bey’in de ısrarıyla ‘Olur!’ dedi. Anlaştılar ve o akşam hemen taşındılar.Münevver Hanım yeni evinden memnundu, komşular da onu çok sevmişti!

*************

Yıllar akıp gidiyordu.Bir süre sonra Musa Bey biraz para biriktirip bir lokanta açmıştı.
Osman da bir terzinin yanında kalfa olmuş, baya tecrübe kazanmıştı.
Münevver Hanım hiç istemediği halde altıncı çocuğuna hamileydi!Hatta birkaç kere düşürme teşebbüsünde bulunduysa da bir gün gördüğü rüya onu korkutup bu teşebbüsünden vazgeçirdi.Karnındaki çocuk rüyasında dile gelmiş kendisinden ne istediğini sormuştu. Allah’ın vücuda getirmek istediği cana sen mi mani olacaksın, diyordu.Münevver Hanım ertesi güne korkuyla ve kararı kesinleşmiş olarak uyandı.Evet bu çocuğu da dünyaya getirecekti.Madem Allah verdi buna da boyun eğecekti! Günler haftaları, haftalar ayları takip etmişti.Nihayet ailenin yeni ferdi de dünyaya teşrif etti. Simsiyah saçlı, tombul ağzı oraya buraya yamulan bir erkek çocuğuydu bu! Musa Bey’e müjdeyi Hasan Amcası verdi.O da amcasına pilav üstü bol döner ısmarlayarak müjdesi karşısındaki sevincini dile getirdi.Akşam evine dönen Musa Bey’in kucağına evin yeni minik ferdini isim koyması için verdiler.Musa Bey çocuğu kucağına aldı koyacağı isimden emin bir şekilde kulağına ezan okumaya başladı.’Allahuekber, Allahuekber, Allahu ekber!’ Sonra üç defa ‘Tevfik, Tevfik, Tevfik!’ diyerek oğluna dedesinin ismini verdi. Şimdiden ona ayrı bir muhabbet besliyor en çok onunla ilgileniyordu.
Bu ilgi evin diğer fertlerinin dikkatinden kaçmamıştı. Onlar da çok sevinmişti, fakat içten içe kıskanmaktan da kendilerini alamıyorlardı.
*****************
Böylece yıllar akıp gidiyordu. Osman mesleğinde ilerlemiş babası ona bir terzihane açmıştı.Sanatından söz edilir bir sanatkar olmuştu. Hatta o kadar ustalaşmıştı ki artık çevredeki terziler ceketin en zor kısmı olan kol takma işini Osman ustaya yaptırıyorlardı.
Aylardan Haziran’dı,güneş adeta ortalığı kavuruyor etrafta yaprak dahi kımıldamıyordu. Sıcaktan dolayı işler de hayli durgundu.Musa Bey zor günler geçiriyor, çareler düşünüyordu. Zira lokantanın borçları, evin kirası, Osman’ın terzihanesi derken bir hayli açılmıştı.Bütün bu sorunlarla tek başına nasıl mücadele edecekti. Lokanta ancak kendi masrafını karşılıyor, dükkanın kirasını ödemekte bile zorluk çekiyordu.Ayrıca evde yedi nüfus vardı, onlara aş gerekiyordu. Osman hariç hepsi okula gidiyordu.
Birden ezanın sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı.’Aziz Allah!Sen büyüksün Rabbim!’ dedi ve karşıdaki caminin yolunu tuttu. Vakit öğlendi, Musa Bey namazını kılmış tezgahının başına geçmişti. Kapıdan içeriye bir adam girdi. İçeri doğru ilerlerken göz ucuyla da yemek tezgahına bakıyordu.Orta masalardan birine oturdu. Biraz göbekli, orta boylu biriydi.Lacivert şık bir takım elbise giymişti. Bir iş adamı görünümü sergiliyordu.
Garson yanına gitti. ‘Ne arzu edersiniz efendim?’ diye sordu. Adam hiç düşünmeden ‘Pilav üstü döner, çoban salata ve buz gibi ayran!’ dedi.Beş dakika içinde siparişler geldi.Adam büyük bir iştahla yemeye başladı. Musa Bey beyaz önlüklerini giymiş tezgahının başındaydı. İşinin erbabı iyi bir aşçıydı, bu yüzden tezgahın başında da bizzat kendisi duruyordu. Adam yemeğini bitirdikten sonra garsonu yanına çağırdı, birde kadayıf istedi. Garson kadayıfı getirdiğinde ‘ Patronunla görüşebilir miyim?’diye sordu. Garson tedirgin bir edayla ‘Bir sorun mu var efendim?’ dedi. Adam, ‘Hayır!Hayııır! Bilakis çok memnun oldum, memnuniyetimi iletip kendisiyle özel bir konu hakkında görüşmek istiyorum.’ Garson rahatlamış bir şekilde konuyu Musa Bey’e aktardı.
Musa bey merakla adamın olduğu yöne baktı.Kendisini hiç tanımıyordu daha önce onunla buralarda hiç karşılaşmamıştı. Bu adamın kendisiyle görüşecek neyi olabilirdi ki? Sonra ‘Hayır ola inşallah!’ dedi ve adamın masasına yöneldi. Adam Musa Bey’i ayakta karşıladı.
Elini uzattı.’ Adım Kemal, Hacı Kemal!’ ‘Bende Musa!’ dedi ve memnuniyetlerini ifade ettikten sonra birlikte oturdular. Hacı Kemal hemen söze başladı.’Efendim ben simsarlık yaparım.Arabistan’daki şirketlere işçi temin eder geçimimi bu yolla sağlarım.Daha fazla uzatıp sizi merak içinde bırakmayacağım .Yemeklerinizi yedim.Çok beğendiğimi ifade etmek isterim.Kabul ederseniz size bir teklifte bulunacağım!Arabistan’da anlaşmamız olan bir şirket orada çalıştırmak üzere bizden işçiler istiyor.Bu işçilerden biri de lüks bir otele yerleştirilecek. On aşçıyı idare edebilecek, işinin ehli, otoriter ve titiz bir aşçı başı. Bence siz bu iş için biçilmiş kaftansınız. İki bin dolar maaş,sosyal güvenlik, kalacak yer ve diğer masraflarınız şirket tarafından karşılanacak. Hemen karar vermeyin!Size telefonumu bırakacağım, iyice düşünüp kararınızı bildirirsiniz!’
Kemal Bey çantasından bir kart çıkardı.Musa Bey’e uzattı ve müsaade isteyerek lokantadan ayrıldı.Çok ısrar etmesine rağmen Musa Bey kendisinden yemek parası almadı. ‘İkramımız olsun!’ diyerek misafirini uğurladı.
Hasan Bey,oğlu Yılmaz ve gelini Meryem Hanım akşam Musa Beylere oturmaya gelmişlerdi.Evin bahçesinde oturup çaylarını yudumluyorlardı.Musa bey bugün aldığı teklifi onlara açmış, fikirlerini alıyordu.Hasan Bey ‘Gayet güzel bir teklif!Para cazip,sosyal hakları da var daha ne olsun oğlum?’dedi.Yılmaz da babasını destekler biçimde konuştu.
Münevver Hanım biraz tedirgindi.Musa Bey giderse kendini yalnız hissedecek ve daha zor günler yaşayacaktı. Aklı gitmesinden yanaydı, fakat yüreği...?
Misafirler uğurlandı, herkes odasına çekildi. Musa Bey Münevver Hanımla da konuyu değerlendirdi.Bunca borç, kalabalık nüfus,geçim sıkıntısı, işlerin durgunluğu Musa Bey’e başka seçenek bırakmıyordu. Hem hiçte fena bir teklif değildi.
Bu düşünceler içerisinde uykuya daldılar. Gece bütün ihtişamıyla dünyayı kuşatmış, berrak gökyüzünü yıldızlar donatmıştı.Cırcır böceklerinin sesleri deredeki kurbağa
sesleriyle karışıyor uyumlu bir orkestra misali konser veriyorlardı.
Birden gecenin bütün sessizliği silah sesleriyle bozuldu.Cırcır böcekleri ötmüyor kurbağalar da onlara eşlik etmiyordu.Gökyüzünün maviliği namlulardan fışkıran alevin rengine bürünmüştü.Makineli tüfek sesleri gittikçe artıyor, gecenin sessizliğinde daha bir gür çıkıyordu.Bağırtılar... ‘Yakalayın!Sakın kaçırmayın!Ateş edin! Duvardan atladı!’ Ardından yine silah sesleri...
Musa Bey uyanmış, yastığının altındaki silahının haznesine mermiyi sürmüştü. Çocuklar da korku dolu güzlerle perdenin kenarından sokağa bakıyorlardı.Musa Bey çocuklara derhal yatmalarını ve hiç ses çıkarmamalarını emretti.
Kapının arkasına yaklaştı.Bir elinde silahı olduğu halde kapıyı araladı.Bahçeyi kontrol etti,bahçe duvarının dibinde bir karartı fark etti. Silah sesleri kesilmiş bağırtılar da zor işitiliyordu.
Musa Bey dışarı çıktı.Elindeki silahı karartının olduğu yere çevirdi. Sert bir ses tonuyla sordu:’Kim var orda?’ Adam etrafına bakındı.Kendisini kovalayanların gittiğinden emin olunca ayağa kalktı. Ay ışığında yüzü belli belirsiz fark ediliyordu. Musa Bey tehditkar bir ifadeyle sorusunu tekrarladı. Adam bir adım daha atarak yorgun ve hırıltılı bir sesle cevap verdi:’Benim amca oğlu!Yılmaz!’Musa’nın şaşkınlığı büsbütün artmış, tedirgin olmuştu.’Yaa sen miydin?Yılmaz gel hele,içeri gir de anlat!’
Yıl 1979, ortalık karışık. Dış mihraklı şer odakları savaşarak parçalayamadıkları bu insanları, fitne ve fesat silahlarıyla bölmeye çalışıyordu.Kısmen başarılı olmuşlardı. Aynı evdeki iki kardeşin birine ‘Sen sağcısın!’, öbürüne ‘Sen de solcusun!’ diyerek ellerine silah verip birbirine kırdırıyorlardı. Tam otuz binden fazla vatan evladı bir hiç uğruna bu fitne kuyusuna düşmüş, geride gözü yaşlı analar,yetim evlatlar ve dul eşler bırakıyorlardı.
Musa Yılmaz’ı da alarak evin salonuna geçti.Yılmaz da bu örgütlerden birine bulaşmış, bir takım eylemlere karışmıştı.Polis onu arıyordu. Evinin etrafı kuşatılmış Yılmaz’a teslim olması emrediliyordu. Yılmaz bir yolunu bulup polislere görünmeden evinden çıkmış, fakat az ileride devriye gezen bekçiler kendisini fark etmişti.Dur ihtarına uymadığı için peşine düşüp ateş etmeye başlamışlardı.Bekçileri atlatıp Musa Beyin bahçesine girmişti.Durumunu kısaca böyle özetledi Yılmaz.Evine sığınmıştı.Büyüklerinden kendisine sığınanı koruması gerektiğini duymuştu. Hem babasının hatırı da büyüktü.
Yılmaz’ı o gece misafir ettiler.Gece yavaş yavaş yerini aydınlığa bırakıyordu.Adeta kuşlar yeni günü müjdeliyordu.Kuş cıvıltıları eşliğinde tatlı bir meltem esiyordu. Minarelerden gelen ahenkli ezan sesleri namaza davet ediyordu. Musa Bey abdest alıyor, Münevver Hanım çay koymuş kahvaltı hazırlıyordu. Çocuklar babalarının gür sesiyle yerlerinden sıçradılar.’Esselah,esselah!Haydi namaza, haydi namaza!’ Bu dirilişten Yılmaz da nasibini alıyor, namaz kılmasa da kendisini kalkmak zorunda hissediyordu.
Çocukları arkasına alan Musa Bey namazı kıldırdı. Münevver Hanım da namazını kılmış, sofrayı hazırlamıştı. Herkes sofranın başına geçti, besmele çekerek yemeğe başladılar.Yılmaz olan biteni dışardan izliyor, bir yandan da gıpta ediyordu.’Ne güzel bir yaşam!Herkes bir asker disiplininde vazifesini yerine getiriyor,bense firari asi bir nefer gibi korku ve kargaşa içinde önümü görmeden karanlıklar içinde yol almaya çalışıyorum.’ diye mırıldandı.
Musa Bey’in gür sesi Yılmaz’ı bu düşüncelerin girdabından söküp aldı.’ Ee hadi emmoğlu!Kahvaltını et, birlikte çıkalım dükkana gider bir çare düşünürüz. Allah kerim!’ Kahvaltı ettikten sonra çocuklar okulun yolunu tuttular, Musa ve Yılmaz da lokantaya doğru yola koyuldular.
Evin en ufak oğlu da büyüyordu.İlkokulu bitirmiş, yaz tatilinde Osman abisinin yanında çalışmaya başlamıştı.Çok yaramaz, dik başlı, asi ruhlu bir çocuktu.Zaman zaman Osman abisi kendine hakim olamıyor bu başı eğilmez arsızı dayakla yola getirmeye çalışıyor, fakat muvaffak olamıyordu.
Tevfik her gün eve bir vukuatla geliyor, her gün birisi onu şikayet ediyordu. Bir gün kafası yarılıyor, bir gün komşunun çocuğunu dövüyor, bir gün birinin camını kırıyordu. Evde küçük abisiyle kavga ediyor, ablalarına kan kusturuyor, yemek beğenmeyip sofrayı birbirine katıyordu.Zaptedilmez bir çocuk oluvermişti.Osman zaman zaman bu çocuğun geleceğinden endişelenir ve daha da üstüne gider adeta her hareketinin hesabını sorardı……….

Yılmaz, bir müddet lokantada kaldı.Ortalık sakindi.Arada bir gizlice eve gidiyor, ihtiyaçlarını karşılayıp tekrar lokantaya dönüyordu.Genelde mutfakta olmaya özen gösteriyordu. Musa bey kararını vermiş, Kemal’i arayarak teklifini kabul ettiğini bildirmişti.Kemal’de pasaportunu çıkarmasını, vize işlemlerini kendisinin halledeceğini söylemişti.Musa Bey hazırlıklarını tamamladı.Vize işlemlerinin tamamlanması için bekliyordu. Bu arada lokantayı çalıştıracak yada satın alacak birini arıyordu.
Günler birbirini kovalıyordu, siyasi kargaşa bütün hızıyla devam ediyor, o günkü hükümet istikrar sağlayamıyordu.Gün geçmiyordu ki, birinin dükkanı taranmamış, birisi vurulmamış olsun. Her gün çeşitli bildiriler dağıtılıyor esnaftan kepenk açmamaları isteniyordu. Aksi halde dükkanları makineli tüfeklerle tarayacaklarını söylüyorlardı.
Osman da bir guruba dahil olmuş, sakal bırakmış, sarık sarmış ve cüppe giyiyordu. Musa Bey bu durumu pek takdir etmiyordu, fakat müdahale etmek de istemiyordu. Nasıl olsa kötü bir şey yapmadığını düşünüyordu.
Osman’ın yanında Yusuf adında bir kalfası vardı Rizeli, kendi halinde, saygılı, kimseye karışmayan işinde gücünde bir delikanlıydı.Boks sporuyla ilgileniyordu. Tevfik de onun sayesinde sporla tanışmış, boks çalışıyordu.Önceleri abisi izin vermese de,Yusuf’un ısrarıyla müsaade etmişti.En azından enerjisini orada tüketir, başkasına bulaşmaz, diye düşünüyordu.
Bir gün Yusuf’un önünü bir grup kesmiş, sağcı mısın solcu musun diye sıkıştırıyorlar, ısrarla cevap almak istiyorlardı. Yusuf ‘Ne sağcıyım, ne solcuyum.Ben ekmek davasındayım!’ dedi. Fakat gruptakiler ısrarla Yusuf’un bir yön seçmesi için dayatıyorlardı. Aralarında arbede çıktı.Yusuf’u itip kakıyorlardı.Bir anda olan oldu.Yusuf’un tepesi atmış, bir iki tanesine kroşeyi patlatıp yere sermişti.Onlar bunun şaşkınlığı içindeyken oradan hızla uzaklaştı.Soluk soluğa terzihaneye ulaşmıştı ki ardından gruptakiler de girdi. Yusuf’u almak istediler, fakat Osman buna müsaade etmedi.
Grup üyeleri bir dernek adı altında tam terzihanenin karşısında faaliyet gösteriyorlardı. Osman’ı tanıyor, onun da bir gruba dahil olduğunu biliyor, bundan dolayı da biraz çekiniyorlardı.Fakat bu durum onur meselesi olmuş, grup üyelerinden ikisi fena benzetilmişti.Bu yenilir yutulur bir şey değildi. Tartışma devam ediyor, Yusuf’u almak için ısrar ediyorlardı.
Osman’ın dükkan sahibi lokantaya koşmuş durumu Musa Bey’e arz etmişti bile. Musa Bey’in bir anda kan beynine fırladı, babalık içgüdüsüyle döner bıçağını kaptığı gibi dışarı fırladı. Gözleri yerinden oynamış, burun delikleri açılmış, gerçekten dehşet saçan bir hale bürünmüştü.Osman’ın yerini basan gruptan dışarıda bekleyenler Musa Bey’i gürünce dehşete kapılarak diğerlerini de alıp derhal derneğe kaçıştılar. Zira Musa Bey’in gelişi hiç hayra alamet gözükmüyordu. Musa terzihaneye daldı.İçerdekiler onun halini görünce daha da büyük bir dehşet yaşadılar. Sakinleştirmeye çalışsalar da bir işe yaramıyordu.Musa Bey soluğu dernekte almıştı. Onlarda ardından gitmek zorunda kaldı.İçerdeki herkesi hizaya sokmuş, elindeki koca bıçağı sallayarak ‘Bir daha böyle bir hataya düştüğünüz taktirde Azrail’iniz olurum!’ diyordu. Gerçekten yüreklere dehşet saçan bir görünüme bürünmüştü Musa Bey. Köyündekiler ona ‘Deli Musa’ adını boş yere takmamışlardı. Nihayet polis de geldi.Dernektekiler Musa’nın hışmından hiç sevmedikleri polise sığındılar.Ancak polis de Musa Bey’i zapt edemiyor, hatta yanına bile yaklaşamıyordu. Osman’ın da araya girmesiyle Musa dışarı çıkmaya ikna olmuştu.Karakola gittiler.Komiser Musa Bey’i tanırdı, ahbaplıkları da vardı.Odasına aldı, birer çay içtiler, konuyu dinledi.Musa da bu arada iyice sakinleşmişti.Şikayetçi olup olmadığını sordular.O da ‘Değilim!’ dedi ve konu kapandı.Karakoldan ayrıldılar.
Aylardan eylüldü… Musa’nın beklediği vize nihayet gelmişti.Hazırlıkları da tamamdı, artık yolculuk ufukta görünüyordu.Bir yandan da kutsal topraklara gidecek olmanın heyecanı içerisindeydi.Münevver Hanım yolda azık olması için Musa Bey’e bir şeyler hazırlamıştı. Musa Bey evden uğurlandı. Ardından sular döküldü, hayır dualar edildi.Musa Bey Osman’ı yanına çağırdı.’ Oğlum ben gidiyorum ve biliyorum ki bu gidişim senin cılız omuzlarına çok ağır yük olacak. Sizleri önce Allah’a emanet ediyor sonra da sana güveniyorum.Artık ailenin reisi sensin!’ Herkesle ayrı ayrı kucaklaştı ve yola koyuldu……………..


***

İlkokul bittiğinde bir akşam abisi Tevfik’e ‘Okumak mı yoksa çalışmak mı istiyorsun?’ diye sordu.Tevfik çalışmayı tercih etmişti.’Neden?’ diye sordu abisi. Bu soru Tevfik’i alıp geçmiş, trenine bindirmiş, seyri sefere daldırmıştı.
Evet kalabalık bir aileydiler.Osman’ın dışındakiler ufak olduklarından aileye bir katkıları olamıyordu.Bu durum doğal olarak geçim sıkıntısını da beraberinde getiriyor, hayatı zorlaştırıyordu.Diğerleri gibi Tevfik’te yetersiz donanımla okula gitmek zorunda kalıyordu.
Bir keresinde öğretmeni sözlü için Tevfik’i tahtaya kaldırmıştı. Tevfik tedirgin ve ezgindi, çünkü ayağındaki ayakkabının burnu patlamış, çorabı da dil gibi dışarıya çıkıyordu!Tevfik ayağa kalktı. Sol ayağını sürüyerek tahtaya doğru ilerliyordu, çorabını ayağının altına almış gizlemeye çalışıyordu. Ama ne mümkün! Sınıftaki herkes ayağına bakıyor alaycı gülümsemelerle birbirleriyle göz göze geliyorlardı.O an bunu fark eden Tevfik eziliyor, kızarıyor, adeta yerin dibine geçmek istiyordu ! Adımlıyor, fakat mesafeyi kapatamıyordu.Sanki sahrayı geçiyordu Tevfik.Tahtanın dibinde durdu, önlüğünün eteklerini avuçlarına almış çekiştiriyor, sol ayağını sağ ayağının arkasında tutmaya çalışıyor başı öne eğik olduğu halde duruyordu.Öğretmen göz ucuyla tepeden tırnağa bir ucubeye bakar gibi göz gezdirdikten sonra cırtlak bir sesle ’Dersini çalıştın mı?’ diye sordu. ‘Hayır, öğretmenim!’ ‘Neden çalışmadın?’ ‘Elektrikler kesildi.’ ‘Mum yaksaydın!’
‘Mum alacak paramız yok öğretmenim!’ Öğretmenin zaten çirkin olan suratı buruşmuştu, başından savar gibi yüzeysel bir tavırla ‘Hadi, otur otur!’ dedi.
Tevfik arenada feci şekilde hırpalanmış bir boğa gibi sırasına yönelmiş, gözlerindeki ışık sönmüş, yanaklarındaki allık gitmiş onuru feci bir şekilde incinmişti. Yerine oturdu, adeta sıraya çivilenmiş gibi kalakaldı, kimseye bakamıyor nefes almadan duruyordu.
Göz pınarlarına daha fazla hakim olamamıştı.Gözlerinden yağmur gibi yaş boşalıyor, hıçkırıkları sınıfın duvarlarından sekip vicdanlara saplanıyordu. Bu duruma öğretmeni daha fazla tahammül edemedi. Tevfik’i eve yolladı. Hıçkırıklar içten içe bütün bedenini sarstığı halde ayağa kalktı. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerinde öfkeyle karışık çaresizlik ve hüzün okunuyordu. Çantasını omuzlamıştı.Artık ayakkabısının yırtık olmasını da umursamıyordu. Gözleri bir hedefe kilitlenmiş şekilde sınıfı terk etti. Henüz hıçkırıkları kesilmemişti.Topraktan dar yollarda ilerliyordu.Nereye gittiğinin bilincinde olmaksızın sadece adım atıyordu.
Bulunduğu durumun nedenini anlamaya çalışıyordu. Onun için pek kolay değildi. Neden o da arkadaşları gibi güzel ayakkabılar giyemiyor, renkli çantası olamıyordu.Neden bir tek kalem bile alırken sıkıntı yaşıyordu, neden? Neden?.Beyninde bu sorular binlerce kez yankılandı. Ancak bir türlü cevap bulamıyordu. O kararını vermiş, kendince bir çözüm bulmuştu.‘Evet, çalışmam gerek!’ dedi kendi kendine. ‘O zaman param olur, bende her şeyi alabilirim!’
Kendince bulduğu çözüm biraz olsun üzüntüsünü unutturmuş, karnının acıktığını hatırlamıştı. Hava neredeyse kararmak üzereydi.Evden bir hayli uzakta olduğunu fark etti. Adımlarını sıklaştırdı ve eve yöneldi.Çorabı ayağından iyice sıyrılmış, neredeyse ayakkabının burun kısmından çıkmak üzereydi.Yoldaki insanlar ona bakıyor, fakat o bunu artık umursamıyordu.Zaten evin kapısı da görünmüştü.

***
Tevfik, korkunç bir kabusun içinden çıkmış gibi avazı çıktığı kadar bağırıyordu.’Okuldan nefret ediyoruuuuum! Öğretmenden nefret ediyoruuuum!Okumak istemiyoruuum!’Abisinin sorusu yüreğindeki yaraları kanatmış, onu adeta geçmişe götürmüştü.
Osman durumun farkındaydı, fakat çaresizdi.Tevfik’in başını okşadı, sırtını sıvazladı.’Tamam, oğlum beraber çalışırız!Sen eve git, biraz kendine gel!Yarın benimle gelir işe başlarsın!’Tevfik sessiz bir şekilde abisinden ayrıldı.Rahatlamıştı.Okul kabusundan kurtulmak için ağabeyinin de onayını almıştı.Yeni hayaller kurmaya başlamıştı bile...

***

Büyük bir sarsıntıyla uçak piste indi.Hostesler yolculara seferin bittiğini haber verdiler.Nihayet mukaddes topraklara ayak basmıştı.Burası ona başka bir dünya gibi gözüktü, fakat fazla yabancılık çekmedi.Vakit ikindi vaktiydi.Minarelerden ezan sesleri yükseliyor, sanki ilahi ses ona ‘Hoş geldin!’ diyordu.
Musa Bey Mekke sokaklarında ilerliyor, etrafı keşfetmek için meraklı gözlerle tarıyor, çevresini inceliyordu.Sokağın başındaki camiye geldiğinde namazını eda etmek için içeri girdi.Adımını içeri attığı anda genzini hoş bir koku doldurdu.Bu koku ona hiç de yabancı gelmemişti.’Demek ki bütün camiler aynı kokuyor!’ diye mırıldandı.Huzur içinde namazını eda etti ve ellerini semaya kaldırdı.
‘Allah’ım, beni ve neslimi her türlü fenalıktan koru!Sapkınlık ve azgınlıktan sana sığınırım!Geride bıraktığım hanımımı ve evlatlarımı da sana emanet ettim.Onları koru ve gözet! Amin!’
Elleriyle yüzünü sıvazladı ve yavaşça ayağa kalkarak camiyi terk etti.

***

Münevver Hanım evin sokağa bakan penceresinden dışarıda oyun oynayan oğluna
seslendi.’Tefik, Tefiiiikk!’ Tevfik fazla umursamaz bir edayla göz ucuyla annesine baktı.
Annesi kovaları alıp su doldurmasını istiyordu.
Tevfik kendini oyuna öyle kaptırmıştı ki annesine bakmadan ‘Tamaaam!’ diye seslendi.
Aradan bir hayli zaman geçti.Tevfik ensesinde patlayan tokatla kendine geldi.Annesi baş ucunda bitivermişti.’Ben sağa su getur demedummi?Haydida al doğri suya!’Tevfik çaresiz bu emre itaat ederek kovaları aldı ve meydandaki çeşmenin yolunu tuttu…..
Dişlerini tırnaklarına takıp bir gecekondu inşa etmişlerdi.Fakat henüz eve su bağlattıramamışlardı.Bu yüzden suyu evden hayli uzakta olan taş ocaklarındaki dağdan gelen bir çeşmeden dolduruyorlardı.Bu da zaman zaman evdekiler arasında kavgaya neden oluyordu.Hiç kimse oradan su getirmek istemiyordu, ama şimdilik başka çareleri de yoktu.

***

Ülkede huzur kalmamış, kavga kargaşa ve istikrarsızlık kol geziyordu.Akşamları sokağa çıkmak bir yana, neredeyse gündüzleri bile insanlar kendini tehlikede hissediyor ve korkuyorlardı.Üniversiteler kasıtlı karıştırılıyor, eylemler yapılıyordu.Protesto yürüyüşleri, kundaklamalar, cinayetler almış başını gidiyordu. Ülkenin refahını düşündüklerini söyleyen çeşitli guruplar gün be gün ülkeyi bir çıkmaza sürüklüyor, ülke insanına da cehennemi yaşatıyorlardı.
Tarih, 12 eylül 1980.Nihayet ordu bu gidişe son vermek için kışlasından meydana iner.Gece olmasına rağmen kavurucu bir sıcak, derin uykuya dalan Yılmaz’ın yorganı şuursuzca üstünden atmasına neden olur. Sanki başına gelecekleri hissetmiş gibi huzursuz, uykusunda bir sağa bir sola dönüyor ve homurtular çıkarıyordu.Sıtmaya tutulmuş gibi suratından ter boşalıyordu.
Gece bütün sessizliğiyle hüküm sürüyor, zaman zaman bu sessizlik uzaklardan gelen silah sesleriyle bozuluyordu. Ve yine sessizlik...
Sabah saat 04.00.İnsanlar derin uykularından büyük bir gürültüyle uyandılar.Dışarıda neler olup bittiğini anlamaya çalışanlar gözlerini ovuşturarak pencerelerine koştular.’Aman Allah’ım!İnşallah gördüklerim bir kabustur!Aksi halde yandığımın resmidir!’ diye mırıldandı Yılmaz’ Gözlerini bir daha ovuşturdu, ama bu bir rüya değildi, gerçeğin ta kendisiydi.Evet, evet bu bir ihtilaldi.Yılmaz bunu anlamakta çok gecikmemişti
Mahalle meydanında tanklar konuşlanmış, bütün sokakların giriş ve çıkışları askerler tarafından tutulmuştu.Artık gecenin sessizliği tamamen yerini tank motorlarının homurtularına ve askerlerin postal seslerine terk etmişti.Kapının şiddetle çalması, Yılmaz’ı öylesine korkuttu ki bütün bedeni sıtmaya tutulmuşcasına zangır zangır sarsıldı.Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi açıldı.Göğsü daraldı, nefes almakta güçlük çekiyordu.Bir anda bütün vücudu kan ter içinde kalmış, sanki kilometrelerce koşmuştu.
Pencereye yanaştı, perdeyi araladı ve kapıya baktı.Kapıda, ellerinde uzun namlulu silahlar,
başlarında miğfer, ayaklarında postallar olan iri yarı iki tane inzibat duruyordu.Yılmaz’ın korktuğu başına gelmiş, inzibatlar kendisini almaya gelmişti.
Sarsıntısı büsbütün artmış, şaşkın şaşkın bir oraya bir buraya gidiyordu. Odanın ortasında köşe kapmaca oynuyordu adeta.Bir anda durdu, elini alnına götürdü, ‘Ne yapmalıyım!’ diye düşünmeye başladı. ‘Evet, evet kaçmalıyım!Ama nereye?’ dedi kendi kendine.Çıldırmış gibi kendi kendine homurtular çıkartarak söylendi. Her taraf sarılmış, tanklar, askerler, inzibatlar her yerde kol geziyordu. Diğerleri köyde olduğundan evde yılmaz tek’ti
Yılmaz bir anda kapının tekrar vurulmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı.Kapı sanki yıkılacak gibi sallanıyordu.Asker gür sesle bağırdı. ‘Kapıyı açın yoksa kıracağız!’ Yılmaz olduğu yerde donmuş kalmıştı.Ne kaçacak bir yeri, ne sığınacak köşesi kalmıştı. Asker tekrar bağırdı. ‘Sizi son kez uyarıyorum, kapıyı açmazsanız kırarız!’ Evet tek çıkış yolu teslim olmaktı.Yılmaz da bunu artık idrak etmiş,kapıyı açmak için adım atmıştı ki kapı büyük bir gürültüyle odanın ortasına yıkılıverdi.
Diğeri çevik bir hareketle silahını Yılmaz’a çevirdi ve avazı çıktığı kadar bağırdı.’Yere yat, yere yat!Ellerini başının üstüne koy!Ayaklarını aç!Aç dedim sana! Çabuk, çabuk, çabuk!’
Öbür asker Yılmaz’ı arkadan kelepçeledi ve üst araması yaptı.Evde birde silah buldular. Jitem büyük bir istihbarat yapmış, olaylara karışan herkesi buna benzer operasyonlarla tutukluyordu.Yılmaz da ceza evinin yolunu tutmuştu.
Ömür sahnesinde bir yaz daha bitmiş, yerini kara kışa terk etmişti.Artık gökyüzünü siyah bulutlar kaplamış, her bacadan gökyüzüne simsiyah duman yükseliyordu.
Münevver Hanım kuzine sobasının başında akşama yemek yetiştirme telaşı içindeydi.Hamsi bulamasını kuzinenin fırınına sürdü, bu arada kapı çaldı.Kadın, bezgin bir sesle ‘Kimdur o?’ dedi.’Posta!’ diye bir cevap geldi.Bu cevap Münevver Hanım’ı heyecanlandırmıştı.Derhal kapıyı açtı, heyecanını gizleyerek
‘Buyrun!’ dedi.Postacı, ‘Bir mektubunuz var, şurayı imzalar mısınız?’ Yanıt olumsuzdu.’Ben imza atmayı bilmem!’ Postacı çantasından stampayı çıkardı.Münevver Hanım’a uzattı.’Parmağınızı buna batırın, sonra buraya basın!’ diye tarif etti.
Münevver Hanım söylenenleri aynen yaptı ve mektubu alıp içeri girdi.Mektubu evirdi, çevirdi.Okuma yazması olmadığından tam olarak nerden geldiğini anlayamadı.Merakla akşamı bekledi.’Nasılsa çocuklardan biri gelir, okur.’ diye düşündü.

***

Abisi Tevfik’e para verdi.Eve giderken kömür almasını söyledi. Yeterince paraları olmadığından günü birlik kömürlerini alıyorlardı.
Tevfik, kömürcüden kırk kilo kömür almış, sırtına vurmuştu. Kah dinleniyor, kah sırtlanıyordu. Bir sağa, bir sola sendeleyerek neredeyse kendi ağırlığında kömürü taşımaya çalışıyordu.Avuçlarının içi feci şekilde acımış ellerli de neredeyse donmak üzereydi.Yolu yarılamıştı.Bir an evvel eve ulaşmak için var gücüyle yürüyor, bir omuzu ağrıdıkça diğer omzuna alıyordu.
Çuval gitgide daha da ağırlaşıyor neredeyse elleri tutmuyordu.Yine de kendisinden beklenenin üzerinde bir direnç gösteriyor, çamurlara bata çıka ilerliyordu.Nihayet evlerinin bulunduğu sokak görünmüş, biraz olsun acıları dinmişti.’Ha gayret!’ dedi içinden.Dişlerini sıktı ve kapıya geldi.Çuvalı omuzundan atar gibi kapının önüne bıraktı. Kapıyı tekmelemeye başladı,zira elleri tutmuyor ,feci şekilde acıyordu.
Kapıyı ablası açtı ve açmasıyla ‘Hiii!!Ne oldu üstüne başına? Çamurlara mı yattın?Bu ne hal?Bekle, üstünü dışarıda bırak, içeri öyle gel!Böyle seni içeri sokmam!’ dedi.
Ablasının bu sözleri Tevfik’i çileden çıkarmaya yetmiş de artmıştı bile.O söylenenlere inat paldır küldür içeri daldı.Adeta isyan edercesine bağırdı.’Ne diyorsunuz ulan!Ben sırtımda kömür çuvalıyla ta nerelerden geliyorum, sen evi kirletmekten bahsediyorsun!Temizleyin işiniz ne!’


Bölüm. (2)


Yıl. 16.03.1984
Soğuk bütün koğuşları kuşatmış. Mahkumlar battaniyelerine sarılmış derin bir uykunun içinde. Bazıları sayıklıyor bazıları horluyor.
Gardiyanın gür nidasıyla herkez olduğu yerden sıçrıyor.. koouuuuş kaaaaalk…
Yataklarından inen mahkumlar bezgin bir edayla koridorda hizaya geçiyorlar
İriyarı bir gardiyan isimleri okuyor ve yoklama alıyor.
Ali atak. Burada hamza mert. Buradaa. Hüseyin kıvrak. Buradaa. Yılmaz polat. Burada. Bedrettin kıraççakalı. Burada…
Ve yoklama tamamlanıyor. Mahkumlar yerlerine dağılıyorlar.
Yılmaz’ metrisi’te 14 düncü koğuşa düşmüştür aynı koğuşta karşıt gürüşlü mahkumlarda var birbirilrrine içten içe diş biliyor düştükleri durumdan birbirilrini sorumlu tutuyordular.zaman
Zaman kapışıyorlar ama asker araya girip ayırıyordu.. bir gün karşıt görüşlü mahkumlar toplanarak yılmazın infazını kestiler.
Gece herkez yattıktan sonra aralarından seçtikleri Bedrettin çay kaşığından yaptıkları emanet diye adlandırılan arkasına çakmak takılı bir bıçakla yılmazın şah damarını
Keserek öldürülmesi planlanmıştı.
Bu olaydan yılmazın haberi yoktu. Gecenin karanlığı çökmüş kapılar sıkı sıkıya kapatılmıştı.
Yat emri verilmiş ışıklar karartılmıştı. Matladan sızan ışık koğuşta loş bir aydınlık yaratıyordu
Herkez yatağına çekilmiş uyumaya çalışıyordu.
Yılmaz’ ellerini ensesine koymuş geçmişin muhasebesini yapıyor kendisi hakkında alınan karardan habersiz…


Nihayet herkez kendini derin bir uykunun içersine bırakıyor.
Kimisi horluyor. kimisi sayıklıyor.
Ama ‘bedrettin’..! o, uyumuyor. alınan kararı uygulamakta kararlı!!
Elini zulaya atıyor çay kaşığından taşlara sürterek keskinleştirip bir bıçak haline getirdiği
Emanet denen aleti çıkartıyor.
Bir tilki sinsiliğinde yataktan süzülerek aşağı iniyor. Parmaklarının üzerinde yürüyerek yılmazın ranzasına yaklaşıyor.
Ve yılmazın nefesini duyacak kadar sokuluyor bir müddet yılmaza bakıyor içinden!! İşin bitti yılmaz efendi biletini kesiyorum diyerek hamlesini yapmak için elini kaldırıyor ve derin bir nefes alarak bütün kuvvetiyle indiriyor.!!!



Münevver hanım kızı nurdaneyi çağırıp aldığı mektubu uzatıyor.
Habuğa bakbakayum kimdendur.
Mektup açılıyor ilk satırda ‘bismillahirrahmanirrahim’ esselamun aleyküm .
Öncelikle hepinizi selamlar gözlerinizden öperim sizleri şimdiden çok özledim.
İnşallah iysinizdir. Benden soracak olursanız hamd olsun rahatım yerinde tek düşüncem sizlersiniz .
Size biraz para gönderdim bugün yarın elinize ulaşır
İhtiyaçlarınızı giderirsiniz. Beni havadislerden haberdar edin. Çok yakında kavuşmak üzere. allaha emanet olun.. musa polat….


Münevver hanımın yüzünde bir rahatlık ve huzur hasıl olmuştu.
Hiç belli etmemeye çalışsada musa beye çok değer verir ve severdi. Uzun zamandır çocuklar annelerinin gözlerinin böyle parladığını hiç görmemiştiler.


Tevfik’ sabah kalkmış annesinin hazırladığı sefer tasıyla dükkanın yolunu tutmuştu
Artık delikanlı adayı bir çocuktu boy atmış serpilmiş emsallerinden daha heybetli görünüyordu.
Karakter olarak babasının kopyası denecek kadar benziyordu fizik olarakta babasına en çok benzeyen oydu.
Bu yüzden babası tevfiğe diğerlerinden birazdaha fazla ilgi gösterirdi
Zira onda sanki kendisini görüyordu deli dolu
Ama merhametliydi. Zayıfı korur haksızlığa tahammül edemezdi…..

“Bikeresinde”okulda çocuklar tevfiği öğretmene şikayet ettiler.
Aslında haksızdılar fakat birlik olup onu haksız duruma düşürdüler. Tevfik konunun aslını anlatmak istediysede öğretmen hemen hüküm verip onu hiçdinlemeden
Kulağını çekerek tokat atmaya başladı.. bunu hazmedemiyen tevfik’ öğrtmenini bacaklarından kavrayıp kaldırdı ve yere bıraktı. Hızını alamadı ve çocuklara girişti ve okulu terk etti,”

Tevfik’ spor,a devam ediyordu kulüpler arası musabakada birinci olmuştu. Rakiplerine öylesine hınçla vuruyordu ki adeta bütün ezginliğinin acısını onlardan çıkarıyordu. Bazen geceleride kalkar antreman yapardı. Hocası tevfik’i çok başarılı ve azimli buluyordu onu –diğer talebelerden ayrı çalıştırırdı. Türkiye şampiyonasına hazırlıyordu. Zira ondan ümitliydi onunkadar hırsla vuran ve acıya dayanıklı başka bir çocuga raslamamıştı ve onu şampiyonluğa hazırlıyordu..


Ramazan ayının beşinci günüydü. Güneş batmamak için direniyor fakat muaffak olamıyordu ilahi kanun işliyor ve zaman akıp gidiyordu.
İnsanlar sofralarının başında camdaki çocuklardan ezanın müjdesini bekliyorlar …..
Allahu ekber’ allahu ekber’ rüştü’ heyecanla bağırdı. Okunduuu okunduuu.
Yüzlerde ilahi emrin yerine getirilişinin eşsiz huzur ifadesi.gönullerdeki huzur tebessüm olarak dudaklara yansıyordu..
Osman ellerini semaya açtı ve diğreleri.. yarabbi bizleri nefsimizin eline düşürme
Zira o hep kötülüğü emreder. Nefsimizden ve seytandan sana sığındık. Yarabbi
Babamıza güç ve kuvvet ver ve bizi ona kavuştur.
Senin için tuttuğumuz orucu kabulet bizi Salih kullarından eyle.. amin.
Ve besmeleyle herkez orucunu açtı.
İftardan sonra teravi kılmak için caminin yolu tutuldu….

Yıldızlar gök yüzünü bezemiş ay tam bir hilal şeklini almıştı çırçır böceklerinin sesi bütün geceyi kaplamış etrafta ateş böcekleri adeta görsel şov halindeydiler.
Osman’ çayını karıştırıyordu.. dalgındı zira çocuklar okula başlıyacak dükkan kirası ev masrafları
Yeni aldığı kumaş ödemeleri vs osmanı bunaltıyordu gerçi babasıda para gönderiyordu ama kafi gelmiyordu gider gelirden fazlaydı. Bakkala borç birikmiş mırım kırım ediyordu çocuklar bu yüzden bakkaldan alış veriş yapmak istemiyordular.
Osmanda veresiye almayı hiç sevmiyordu fakat çaresi yoktu…
Osman bu düşünce labrentinde yol bulmaya çalışırken kapı çalınmaya başladı.
Evdekiler birbirine bakarak.. hayırdır inşallah..
Münevver’ hanım- ruşti kapiyi aç bakayim kimdur…
Rüştü’ kapıya koştu…
Babaaaa… babam geldi babam geldiiiii…
Herkez oturduğu yerden adeta fırlarcasına ayaklandı. Musa bey çocuklara bavulları almalarını söyledi.ve içeri ğirdi herkez sırayla elini öptü ve hasret giderdi…musa’ bey herkeze çam sakızı çoban armağanı hediyelerini dağıttı.
Tevfik’e de bi saat getirmişti.bu hediye tevfiğin şimdiye kadar aldığı en kıymetli hediyeydi.

(Ceza evi)
Bir anda beyaz çarşaflar kana bulanmış ve yılmaz’ suratına sıçrayan kanla yatağından dehşet içinde fırladı.!! Büyük bir şaşkınlık içinde olup biteni anlamaya çalışıyordu…
Genç adamın gırlağından hırıltılar çıkartarak yere serilmesini hayretle izledi..
Bu arada hamzayla göz göze geldiler.
Hazma’… yılmaz’ın çok eski dostuydu.ayrıca dava arkadaşıydı.
Yılmaz’ın infazını verenlere kulak misafiri olmuş,ve olayı izlemeye almıştı
Herkez uyurken o’ uyumayarak arkadaşını kollamaya başladı..bedrettin’..! yılmaz’ın
Biletini kesmek üzereyken arkasından sessizce yaklaşarak hamlesini kesmiş ve bedrettin’in kolunu kıvırarak elindeki bıçakla şaş damarını kesti. Bedrettinin işini-
o’ bitirmişti..yılmaz’ın olayı anlaması çok sürmedi. Vay alçaklar..!!
Demek ben uyurken biletimi kesecektiniz..!!
Ama olmadı işte..
Sonra hamzaya dönerek.. kardaşım.! hayatımı kurtardın..
Dedi ve hamza’yla sarıldılar..
Hamza’ malta kapısından gardiyana seslendi..
Gardiyaaaaan. Gardiyaaaaan.. alın bu köpeğin leşini. buranın havasını bozuyor.!!
Gardiyan kapıdan uzaklaşmasını istedi ve diğrleriyle içeri daldılar..
Ranzaların dibinde boylu boyunca kanlar içinde yatan bedrettin’i
Gören gardiyan düdüğüne asıldı. bu düdükle herkez yataklarından fırladı..korku dolu gözlerle etraflarına bakınanlar çok geçmeden bedrettin’in yerde adeta kan gölü içinde yattığını dehşete kapılarak gördüler..bir kargaşa başladı.. aaa.. neoldu..!!! kim yaptı bunu..!! zavallı gencecikti daha.. vesaire…!!
Bu arbede kulakları tırmalayan bir düdükle bir anda duruverdi..
Gardiyan- gür sesiile.. herkez koridora çabuk çabuk..
Mahkumlaş şaşkınlık ve korku içinde koridorda tek sıra yaptılar..
Nihayet askerlerde geldi..
Baş çavuş tehditkar…! kim yaptı bunu? çabuk ortaya çıksın yoksa ben onu çıkarmasını bilirim…hazma’ destursuz.. ben yaptım..!! evet ben yaptım.!!
Bu herkeze ibret olsun kalleşlerin sonu budur…
Herkez hayret ve dehşetle hamzaya baktı hamza iri yarı babayiğit,ve çatal yürekli
Biriydi, dosta güven düşmana korku salan yiğit biriydi…
Yılmazın infazını verenler, olanlar karşısında adeta dillerini yutmuş, süt dökmüş kedi misali
Hiç kıpırdamadan duruyordular..
Başçavuş hamzaya dönerek bunu neden yaptın?dedi.hamza’ben vurmasaydım o’ (parmağıyla yılmaz’ı göstererek)kardaşımı vuracaktı..
Hamza’ve yılmaz’ sorgulanmak üzere askerlerce götürüldü..
Komutan askerlere kaldırın şu cesedi emrini verdi. Çeşitli işkencelerle alınan ifadelerin ardından, ikiside dört yıl ağırlaştırılmış hücre cezasına çarptırıldı)…………

Nihayet bir ramazan ayı daha bereket ve fazilet tireniyle gelip geçmişti…
Çocuklar en güzel elbiselerini giymiş buyük bir coşkuyla bayramın mutluluğunu yaşıyordular
Şeker toplayanlar el öpenler akraba ziyaretine gidenler hasta ziyaret edenler..vs.
Tevfik’te abisinin diktiği takım elbiseleri giymiş ve tam bir delikanlı olmuştu
Hatta ufak çocuklara haşlık veriyordu.

Akşam herkez evde hazır bulunduğu halde çay içiyordular kapı çalındı
Tevfik kapıya koştu daha önce hiç görmediği akrabalarıyla karşılaştı
Bunlar köyden istanbula para kazanmak için gelen musa beyin amcasının çocuklarıydı
Gelen misafirler sevinçle karşılandı yemek, çay, havadisler, derken vakit bir hayli ilerlemişti
Misafirler alt katta olan misafir odasına yerleştirildi…

Tevfik’ büyük bir hırsla iki gün sonra yapılacak tükiye tai box şampiyonasına katılmak için hazırlık yapıyordu.
Kum torbasına öyle sert darbeler indiriyorki nerdeyse torba bağlı bulunduğu yerden kopup yere inecek. İp atlıyor,gölge boksu yapıyor,şinav,mekik çekiyor ,
Ter kan içinde adeta dünyadan kopmuş,bütün benliğiyle antreman yapıyor..
Nihayet beklenen an gelmiş spor’cu lar heyecanla rakiplerinin kim olacağını bekliyordu.
Tevfik’te heyecanlıydı ama ama çok karalıydı mutlaka rakiplerini yenecek ve şampiyon olacaktı buna öylesine inanmıştıki rakipleri bunu anlasa dövüşmeden çekilirdiler.
Ayrıca ağabeyleri ve akrabalarıda kendisini desteklemeye gelmişti.
Ring’te maç tüm şiddetiyle sürüyordu tevfik’rakiplerini dikkatle izliyor zayıf ve güçlü yönlerini tesbit edip taktik geliştiriyordu.
Tevfik’in finale kalabilmesi için tam altı maç yapması ve hepsini kazanması gerekiyordu.
Rigdeki maç devam ediyordu murat’rakibinin attığı yumruğu üstüne aldı ve şiddetle cevap verdi evet tam isabet rakibini kontraya düşürmüş ve nakkavut etmişti seyirciler coşkuyla alkışladı.
Tevfik’in adı anons edildi ringe çıkan tevfik hakemleri selamladı ve rakibini bekledi.
Rakibide anons edildi oda hakemleri selamladı ve köşesine geçti
Hakem sporcuları kontrol etti ve maçı başlattı. Tevfik ringte dans etmeye başladı.
Temelinde düz boks olduğu için çok güzel dan ediyordu.
Rakibi saldırdığı anda tevfik’in çok seri bir döner teme çıkarması ve tam çenesine gelmesi
Onu yere serdi. Seyirciler buyük bir coşkuyla alkışladılar ağabeyleri yerlerinden fırlamış gururla alkışlamaya başladılar.
Hakem saymaya başladı. 6.7.8.9.10. ve nakkavut evet maç başladıktan 20 saniye sonra tevfik’
Rakibini nakkavut etmişti. Hakem yerdekini kaldırdı tevfik’in elini kaldırdı.
Tevfik ringden yeni inmiştiki tekrar adı anons edilmişti. Ve geri döndü.
Köşesinden hakemleri ve seyirciyi selamladı. Rakibide ringe çıktı. Bu murat’tı
İyi bir musabıktı çeşitli dereceleride vardı. Tevfik’kendisin daha önceden tanıyordu.
Misafir olarak gittiği bir salonda görmüştü.
Hakem kontrollerini tamamladı ve maçı başlattı.
Tevfik dans ederek ringin etrafında gteziniyordu. Bir açık yakaladı ve üst üste sol direklerle rakibine saldırdı. Onu köşeye sıkıştırdı krokıra başladı. Soldirek, sa kroşe,sol aparkat,sağ diz.
Rakibi sarıldı hakem araya girdi ayırdı tekrar maç başladı tevfik’rakibine ringi dar ediyor,saldırıyor,vuruyor adeta nefes aldırmıyordu. Ve maçı uzatmadan bir an önce sonuca ulaşmak için var gücüyle saldırıyordu.
Rakibi soldan tekme çıktı. Tevfik’sağ koluyla blok yaparak aynı anda ön tekme çıkardı
Rakibinin çenesine isabet eden tekme onu yere sermeye yetmştide artmıştı bile.
Bir anda ağzından kanlar boşalmaya başladı.
Hakem ringe doktor çağırdı. Doktor maça devam edemiyeceğini söyledi.
Seyirciler ayaklanmış avuçlarını patlatırcasına alkışlıyor ve bağırarak tezahurat yapıyordular.
Ağabeyleride kaendilerinden geçmiş kardeşlerinin başarısına ortak oluyordular.
Maçları seyreden diğer rakipleri endişelenmeye başladılar keza bu çocuk karşısında kendilerinin çok fazla şansları bulunmuyordu.
Öylesine hırçın ve saldırgan dövüşüyorduki sanki geçmişinde yaşadığı bütün olumsuzlukların
Acısını rakiplerinden çıkarıyordu.
Tevfik’ringten aşağı indiğinde ağabeyleri onu kucakladı aslanım dağıttın onları çok iyi gidiyorsun böyle devam et.
Tevfik’bu ilgiden memnun ve gurur duyuyordu ama daha hedefe çok ve çetin geçecek maçlar vardı.
Tevfik’oturduğu yerden hem dinleniyor hemde rakiplerinin maçlarını seyrediyordu.
Ringte dövüşen cemal rakibinin bacaklarına sürekli lovking vuruyor ve onun dengesini bozarak arkasından yumruklarını indiriyordu.
Bu darbelere daha fazla dayanamayan rakibi yere iniverdi.
Cemal havaya sıçrayarak boşlukta sevinç yumruğunu savurdu. hakem cemal’in elini kaldırarak maçın galibini ilan etti.
Cemal tevfik’in oturduğu yere dönerek seninde işini böle bitireceğim anlamında işaret yaptı.
Bu işarete tevfik yarım dudak gülümseyerek göreceğiz anlamında kafasını salladı.
Artık yavaş yavaş final yaklaşıyordu.
Tevfik ‘4.ve 5, inci maçıda nakkavutla kazanmıştı. Finale cemal,murat,ve,tevfik’kalmıştı.
Hakem muratı ve cemali ringe davet etti.
Maç başladı. Şampiyonanın en şiddetli maçları yapılıyordu.
Artık sporcular şampiyonluk içn dövüşüyor bütün güçlerini bunun için harcıyordular.
Cemal çok teknik dövüşüyor rakibinin en zayıf noktalarına amansız saldırıyordu
Artık maçın 3 raundunun son dakikalarıydı ve gonka vuruldu cemal maçı sayı tuşuyla
Aldı ve yumruklarını havaya kaldırarak zafer çığlıkları attı neden sonra tevfikle göz göze geldi tevfik’ in gözlerinde kararlılık ve kendinden emin bir ifade vardı cemali kale almaz bir tavırla eldivenlerini kontrol etti ve dişliğini taktı.
Yarım saatlik bir aradan sonra hakem finale kalan tevfik’ve cemal’i ringe davet etti.
Hakem kontrollerini yaptıktan sonra kuralları hatırlattı ve maçı başlattı.
Tevfik o’muhteşem dansıyla adeta şov yapıyordu rakibinin ataklarını boşa çıkarıyor ve onu deli ediyordu onu iyice sinirlendirip cıldırtmak istiyordu
 
hepsini okuyamadım bi nevi gözüm korktu belkide ben ama bi göz geççirdim paylaşımın için teşk.
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
Geri
Üst