Siyah Beyaz Öyküler...

---> Siyah Beyaz Öyküler...

bir gece olurda göz yaşı dökersen herhangi bir şey için, eğer ben de yakınında bir yerde olursam, eğer yüreğimin yastığı mis gibi bahar kokarsa teninden tenime yığılan; sakın aldırma, sokulabilirsin gözlerime gözyaşlarınla, tadını bilmek istiyorum özünün
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Benzemedin,hiçbir şeyin anlamında yoksun, türetemedim seni, gözlerinin el değmemiş ayrıntılarını sana sunarken, hiçbir şeye benzeyemedin sen.
Ne bileyim, boynu bükük bir yol hikayesiyim sadece, kapıların ardında başlayan ve biten, herkes gibi...

"Bir gece olur da göz yaşı dökersen herhangi bir şey için, eğer ben de yakınında bir yerde olursam, eğer yüreğimin yastığı mis gibi bahar kokarsa teninden tenime yığılan; sakın aldırma, sokulabilirsin gözlerime gözyaşlarınla,tadınla yaşamak istiyorum özünü..."

yazmıştım geceye gelmeden, uyumamıştın daha, yağmur yağıyordu gerçekten, sokağın başındaki sarhoşun naraları taciz etmiyordu üst komşuyu, ağlamaklı bir kadın geçmiyordu evin önünden,
ve ben seni bekliyordum...
masum gece kucağını açmadan gelirdin oysa...


Kusursuz bir düştü alnıma dayadığım, geldiğinde okuyacaktın dudaklarınla, beğenmediğin yerlerini değiştirirsin diye de kurşun kalemle yazmıştım hepsini, olur ya; üç beş yıl değil, bir ömür yazarsın oraya diye. Sonra deniz kenarında oturduğumuz karanlık yüzlü kentleri mum alevinde seyredeceğimizi de yazmıştım, değiştirirsin de aşkla dünyamızı aydınlatırım seninle yazarsın diye.
Bekledim ben.
Gelmedin


Gittiğin günleri bir bir yazıyorum beyazlığa, herkes gülüyor buna, anlam veremiyorlar, dalgasında çoğu, ayrılığın ölümdende beter günlerini kanımla yazdığımı bilmiyorlar, herkes siyah bir rakamı okurken, gözümden damla damla akan yaşla seni haykırdığımı görmüyorlar. Bir Ömrün Özlemi gibi, bıraktıklarının koca bir kenti yıkıp da özgürlüğün marşını dağlara ezberlettiğini duymuyorlar...
Beklemek yüzümün güneşli yanı, seninle tanrıyı yeniden görmek;
oysa hiçbiri; dilimden düşen harflerin yıldızları vura vura göğü kana buladıklarını, oysa hiçbiri maviye boyanmış bir denizin nefesinde ağlayan çocuk sesini, oysa hiçbiri, her gün fırtınadan kopupda ömrümün tam ortasından beni paramparça eden aydınlığını...
ama her gün... ama her gün, ama her gün tekrar tekrar binlerce kez aynı aşkla yaşamıyorlar...

...




Bende bıraktıklarını uçurumun kenarından seriyorum dünyama... Her şey tutundu yine hayatın dallarına,
tek sen,
yalnızca kızıl saçlarınla sen gelmedin ölümün kıyısından...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Bir gece bir damla sızarsa yüzünden ve irkilirsen bu beklenmedik dokunuştan…
Bil ki…bir yerlerde yağmur yağıyor. Ve özünü bırakıyor bir bahar toprağa…

çiçek çiçek koksun diye…

Uyumamıştım daha, henüz ninniye yaslanmamıştı başım… usulca geçtim kapından, sokağında kaldı gözyaşım.
Gördüm… yazıyordun karanlığa ve ışıldıyordu sözlerin.


Gelip yaslandım geceye…

Okudu dudaklarım kurşunlanmış düşlerini… nasıl da güzeldi. Bir ömür yetmezdi değiştirmeye…
Dokunamadım…kıyamadım silmeye
Görmedin seyrettiğimi ordaydım


Geldim…

gelmediğinde yazıyorum karanlığa bir bir…kimse anlamıyor
Ben bilirim kaç gece birikir hasret zulamda…kaç saat demlenir
Sen bilirsin


Biliyorum…
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Uyumuşum.


Uyandım,
çoktan sabah olmuş,
hatta gün yarısı.



yüzümü yıkama vakti gelmiş de kapıma dayanmış.
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Yanımda yürü, ben nereye gidersem sen de gel, eksilme gölgemin önünden.
Zaman ***** bir yüz gibi görünmesin bize, gece gündüz sen ol yanımda. Kim bana baksa seni görsün, kim sana baksa da beni...




Ç sende kalsın, K bende. Aramızdaki mesafenin her bir noktasına da O koy.
Biliyor musun, ben seni o kadar ÇOK seviyorum işte...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Sensizliğin seyrine daldığım gecelerde sarıldığım kuş tüyü bir yastıkla avunuyorum... umudumun kanatları da sanki o yastığın içinde... nefesimi yastığa gömüyorum,tam boğulmak üzereyken göğüs kafesimde bir kuş kanat çırpmaya başlıyor,onun nefesiyle soluk alıyorum... kokunla doluyor içim.. seni arıyorum...
sol yanım kanıyor... sağım,solum sobe!... saklanmayan ebe!... yılmadan ölü umutlar doğuruyorum her gece... yoksun!... yoksul bir yolcuyum!.. içim dışım sen...
hasretinle kanıyorum... geleceksin diye kanıyorum kendi kendime!..

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


düşlerini çiz yüzüme,
siyah koyu bir tualin alnına özlemi çiz örneğin. Günün her hangi bir saati kulağıma gelen o tatlı sesin adım adım gülümsediğini,
sonra,
neden damarlarında akan sıvının mahkumluğunu bana...

düşlerini çiz yüzüme,
gözlerime, sarı sonbaharın mavi desenli yollarında hayata ve aşka nasıl baktığını çiz. Dudaklarımın rengini koyma, öptükçe şekillensin, öptükçe sana benzesin...



düşlerini çiz yüzüme,
bir sabah uyandığında, o sabahtan sana gelen her şeyi koy ellerine, başla, bitirme, sil bazen, yeniden çiz, sil, kendine göre şekiller olsun yüzümde, yıldızlar olsun mesela, senden dökülen şarabı yudumlarken seyret ülkende olan biten ne varsa...




Boş bir tualim sende...
doldur ve yaşa sadece.
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Kalır gibi gidişlerini izledim önce, sonra gider gibi kalışlarını…
Ve anladım ki ne sen gidebiliyorsun ne ben kalabiliyorum. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki şimdi; ağlamak gülmenin mahkumu, gülmek ağlamanın gardiyanı gibi sanki…
Ve anladım ki ne seninle ağlayabiliyorum, ne de sensiz gülebiliyorum.
Belki de sen aşka aşıktın, ben üstüme alındım bilmiyorum. Bir gün gerçekten seni terk edebilecek miyim on...u da bilmiyorum. Üzerine sinen benin kokusunu duymadan yaşayabilecek misin?.. Çünkü, senden geriye sadece sen kalana dek terk edilmiş olmuyorsun.
İnsan yaşadığı anın değerini yaşadıklarından ötürü değil, neler yaşayacağını bilmediğinden ötürü bilmez. Seni çok seviyorum; bir gün seni terk etme gücümü kendimde bulup bulamayacağımı bilmeye bilmeye... Anlıyor musun?
Gel “biz” olalım demek kolay… Benimle hiç olur musun?

Önce ayrılık derler
Sonra aşk.

Her terk edişlerde yaşayacak yürek kalmadı
Önce aşk gitti, ardından her şey.
Ve sonra acıyan yanımın yangınında sakladım bütün kalışları.
Bırak ellerimi sev(e)miyorum!


sayfanızı ziyaret ettim umarım rahatsızlık vermemişimdir
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


sayfanızı ziyaret ettim umarım rahatsızlık vermemişimdir

Estağfurullah Sevdaseli... Aksine eşlik ettiğiniz için ben teşekkür ediyorum...



yatağın ben koksun istiyorum her gece, korktuğun ne varsa seviden yana, onlara sus istiyorum ben de Söyle, vazgeçme, dilinin kilidindedir aşkın nefesi, şifresi yüreğimde, titrek adımlarla gelme, bastığın yer coşsun istiyorum

Düğümü çöz nehrinin, çağla bana, çağılda, içimde ne varsa yeniden kur, adına hapsolmuş bir aşkı bırakma, yakma artık...



zaman dediğin sende kalsın, ben dinlemen için ağıtsız ezgiler yollarım, sana seni sana kendimi, sana bizi tutup getirene kadar iknasız bir yüreğin mabedinde ezanlarına dalarım İncelmiş bir dilin bam teli; sana ait olmak için ben, zamansız yaşarım...




bana sarıl


sarıldığın sürece kaybolmam ben

düş değil ama, gerçeğimi iste

erken ya da geç, buldun aslında

saçlarını okşayacağım sen uyurken, tenine dokunup usul usul, güleceğim sana.

Gülümseyerek uyan diye

gül diye

korkma diye

yaşa diye

gerçeksin

gerçeğim diye



bu gece de yalnız uyumayacaksın sevgili;

öp, sarıl, dokun, seninim bu gece

Yalnızca senin..
.
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Bugünlerde ne vakit yağmur yağsa şehrime, koşuyorum sokaklara. Islanmak istiyorum, keşfedemediğim dudak kıvrımların dokunuyor tenime,

öpüyorum...

Usulca sokuluyorum içine, damla damla, bir dirhem nefes üstüne yeminler içiyorum sonra; sana...

Usulca seviyorum seni, sessiz sedasız gri sularına kapatıyorum kendimi, yüzümü asıyorum yokluğundan bana dokunan her yeni meleğin kanadına. Hasretler tutsak kalıyor ansızın, hasretse bana... Bu günlerde ne vakit sen yağsan yüreğime, sarılıyorum, bulutlar Leyla olmuş, Mecnun'luk bir aşkı sahipleniyorum.

Usulca seviyorum seni, usulca.

Dilimde bir Leyla tadı, nereye yağsan orada Mecnun'nun oluyorum...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Yüreğim kendi şarkısını söylüyor şimdi...

Arıyorum cevabı, bulamıyorum... Gerçeklerin yüz kızartıcı hali bu, galiba... Sarhoş olmalıyım, dökemediğim cümle alem ne varsa yüzsüz geceye inat, sana vurmalıyım, kıyılarına, şehir şehir dolaşan gözlerinden hesap sormalıyım ya da. Bir imla değildir aşk, bir yalnızlık ya da susma payı yoktur onda...

Nicedir debelenip duran devrimin ilk kurşunu sıksın artık ellerime. Ya yaz beni, ya da yırt at yüreğinde açtığın yaralardan birine...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Göğüs uçlarına iliştirilmiş vatansız bir melodiyim ben, adım yok, sanısız bir yüreğin tuhaf bir ezgisinden doğup da düşmüşüm bedenime. Sorgusuz bir düzen, sorgulu bir meyhane kapısı gibi gıcırdayarak yol alıyorum hayatın anlamsızlığında. Fakirim bu yüzden, kitapsız bir ulemanın sol cebindeki muska gibi bir yerden bir yere gidiyorum, sahipsizim... Dardayım, dinim dilim yok, tensiz tuhaf bir firardayım, kime satsan ona zarar, zamansız bir yardayım.
Durgun yüz hatlarımın kıvrımsız geçmişi karanlık, sobelenmeyen bir el gibi asılı duruyorum ağacın dibinde, kimsesiz bir yaprağın yorgun düşmesi bile anlamsız halimi anlatmaya, zordayım, bazen her şeyi yerli yerine oturtunca, uzun zamandır gelmeyen bir yağmur gibi yağacak toprak arıyorum, korkuyorum, bu can can değil, bu dilin altında uçurtma uçuran çocukların kahkahaları yok, zordayım, yüzüme asılan körlüğümle adım başı öksüzlüğe kanat çırpmaktayım...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Bulutlarının altında duruyorum, hiç kımıldamadan, öylesine duru, ve biraz sessiz. Bekliyorum. Yüzüme asacağın anlamları bekliyorum, dağların eteğinde benim için güneşe yatırdığın çiçekleri okşayarak geliniyor sana, hiç düşünmeden koşa koşa geliyorum.


Taş bir plağın gramofondaki ahengi sallanırken pencere kenarında, yoldan gelen geçene bakıyorum sadece, düşlerim var, yaslandığım koltukta geçen onca yıldan sonra benim de düşlerim var artık, denizden, maviden, siyah saçlı bir kadından da öte, benim düşlerim bunlar, oturduğum yerden bana bakan, oturduğum yerden sancılı büyüyen düşler… Pazar ayinlerinde kulaktan kulağa fısıldanan acı düşler… Tam on dokuz kez düşlüyorum eylül renginde seni, tam iki kez çocuk oluyorum hayatına, gözlerinin ak pak olmuş korkuluğundan düşen yaprakları topluyorum tam sana düşler kurarken, hep sen oluyorum, eskiden yazdığım gibi değil ama, şimdi ben olduğumu anlıyorum sende. Geceden kalma örtündüğüm yalnızlık dağılıyor bedenimde, çok uzakta nefes alan bir sevda türküsü takılıyor dilime, ben sana bu ezgilerle nasıl gelineceğini öğreniyorum, eskizi çiziliyor sanki göğüme yüzünün, bulutlar sansürsüz tutku gibi sahneleniyor seni, ve bir yıldızın eteklerinden dökülen sesinle aşka doluyor çatlamış ellerim.


Bulutlarının altında duruyorum, hiç kımıldamadan, öylesine duru, ve biraz sessiz.
Seni bekliyorum.
Kendime tutunduğum her an sana adımla geliyorum...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Yüreğim kendi şarkısını söylüyor şimdi...

Arıyorum cevabı, bulamıyorum... Gerçeklerin yüz kızartıcı hali bu, galiba... Sarhoş olmalıyım, dökemediğim cümle alem ne varsa yüzsüz geceye inat, sana vurmalıyım, kıyılarına, şehir şehir dolaşan gözlerinden hesap sormalıyım ya da. Bir imla değildir aşk, bir yalnızlık ya da susma payı yoktur onda...

Nicedir debelenip duran devrimin ilk kurşunu sıksın artık ellerime. Ya yaz beni, ya da yırt at yüreğinde açtığın yaralardan birine...

Harikasınız bir imza alabilirmiyim :)

Yüreğinize Sağlık
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


yan çizgileri silinmiş bir yolda yürüyorum, yerini yadırgamayan bir ayrılık eteklerindeki taşları döküyor bir bir,

sen şimdi
ipek yolu kervanlarında unutulan
eski bir türk masalı ol.

ben ise
göğüs uçlarından masalına giren
kısacık bir şiir,
ve hangi tanrının göğsü çatlarsa oradan akalım aşka...


birçok şey gibi kapanmalı gün,
ve yeniden açabilmeli geceyi.
ellerin
aklımdan geçen bir yolcuydu
ayak bileklerinden asılan bir durakta kaybetmiştim ben seni ilk
geç kaldığın güne
erken geldiğin geceye
benim yalnızlık bahçeme bir bir düşüyordun
ve ben şimdi yağmurları
ve ben şimdi adım başı söylenen türküleri
avuçlarına bırakıyorum ölümün...


Lambasında kaybolmuş bir cin kadar sahipsizim çünkü
sensiz...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Bizimle dönen dünyanın son günü,
cennet uzaktaki bir ada,
ulu orta idamlık anılar yüzmeye çalışıyorlar bütün güçleriyle, adının geçtiği her kulaç bir intihar öyküsü aslında,
ya da mutlu bir masalın son sayfası...
farksız evet, boynumdaki izlerden biliyorum ılık ellerini, bir ipin ölümcül sessizliği gibi asılıyorsun gözlerime.
şimdi...

Bir sana ağladım ben, bir sana düştüm bunca vakit. Geçtiğin yerleri öpüp öpüp alnıma astım,
bir sana eğildi tanrıdan sonra başım. Hiç kimsemin bir yerden bir yere gidemediği, nemlenmiş yüzümdü sensizlik oysa.
Cinayetlerinden sıyrılan saplantılı bir katilin, arsız istihzalarıydı pas tutmayan hoyrat gece.
Yüzü gülmez yaralarımı isli gülüşlerimle dağlasamda, onulmaz artık gözlerim.
Kahrı bitmez serzenişlerimin...
Kanı durmaz intiharlarımın... Ben, bir sana yaktım bütün seslenişlerimin meşalesini...
Bilmezsin hala,
ruhsatsız bir şiir artığıyım şimdi...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? “İlk bakışta aşık oldum” der kimisi... Hiç yaşamadım bilemem. Doğrusu inanmam da... Kim böyle söylese ya da nerede okusam bu cümleyi, olsa olsa etkilenmektir bunun adı, aşk değil diye düşünürüm. Böyle bir cümleden sonra şartlanılmış bir aşk yaşanır ve biter. Anıldığında geçici bir hevesmiş aslında diye düşünülür belki de... Neyse asıl konumuz bu değil. Düşsel bir aşkın hikayesi anlatacağım ben size, ya da isterseniz yaşanmış bir aşk deyin siz bu aşka... Bu hikayede, ilk bakışta aşk yok, arkadaşlıktan aşka dönüşen bir hikaye de değil bu! Bir yasak aşk öyküsü hiç değil! İçinde biraz hüzün, biraz mutluluk gözyaşı, birkaç şiir ve şarkı, yaralı iki yürek, kaygılar ve tabii ki uykusuz saatler var. Bu hikayenin içinde en çok ümit var. Merkezde ise aşk...

Birbirine uzak iki şehir... Biri taş binalarla çevrilmiş, sokaklarında asık yüzlü insanların dolaştığı, kuru ayazların kol gezdiği bir şehir... Diğeri deniz kokusu iliklerine kadar sinen... Bu birbirinden çok farklı iki ayrı şehirde, birbirine çok benzeyen iki insan... Birbirlerinden habersizken, aynı gecede aynı yıldızlara bakıp aynı dileği tutuyorlar belki bir gün... Sonrasına siz masal deyin, ben hikaye... ya da bir düş... Dedim ya hikayede en çok ümit var diye; bir ümitle başlıyor işte her şey...

Aşka en çok bahar yakışır değil mi? Oysa bir kış mevsiminde başlıyor bu düşsel aşk. Dışarıda kış, yüreklerde bahar... Kırlar yerine, yüreklerde açıyor papatyalar... Dışarısı soğukmuş, buz gibiymiş, ne gam? Yüreklerde güneş...

Kadın taş binalı, kuru ayazlı şehirde yaşıyor. Sahteliklerden, yalanlardan bıkmışlığıyla bir uçurumun kenarındayken, bir ümit tutuyor elinden... Yani deniz kokan kentten gelen adam! Onun ne işi vardı o uçurumun başında diye soracaksınız şimdi? O da aynı sebeple oradaydı. Belki adam çevresindeki tüm sahteliklerin ve yalan sevdaların içinde adamlığından utanmıştı da , onu uçurumdan atıp rahatlamak istiyordu. Yüreğini de fırlatıp atacaktı; böylece kimse acıtamayacaktı onu bir daha... Ama karşılaşmayı hiç beklemediği o yer de kadınla karşılaşmıştı işte... Adam ve kadın elele verip vazgeçtiler yüreklerini atmaktan... Ne de olsa bir ümit vardı içlerinde hala... Aslında onların yürekleri elele tutuştu... O ikisi birbirlerinin gözüne kaşına değil, boyuna posuna değil, yüreklerine aşık oldular... Ve ilk sözleri “Yüreğine aşığım” oldu aşka ilk adımı atarken. En çok kelimeler yardım etti onlara, birbirlerinin yüreğine dokunmaları için.
Bir gece vaktinde kadın adamı düşünürken güncesine şöyle yazdı:

“ Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? Belki bir şarkıyla, belki bir şiirle gelir. Belki de bir yıldız olarak düşer avucunuza, dilek tuttuğunuz bir gecede... Uzak bir kentte bir yürek şiirler yazar adınıza... Her dizede onu bulursunuz, her dizede kendinizi... 160 karaktere sığdırmaya çalışırsınız içinizden taşan her duyguyu... Sığdıramazsınız... Sonra beceremeseniz de şiir yazmayı onun kadar güzel, bir şiir dökülür kaleminizden...

Sesini hiç duymadığım,
Hiç dokunmadığım ellerine,
Bir şaire vurgunum şimdi.
Ben hiç oldum, o herşey!
Yaşadığı kentte,
Bir gece olsun uyumadım,
Gezmedim sokaklarında,
Duymadım o kentin gürültüsünü
Ve koklamadım denizinin kokusunu...
Ben onun avucundaki yıldız oldum,
O benim içimde ümit..
İşte bu yüzden;
Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk! ”

Adamsa bir hikaye yazdı ve anlattı bir aşkın başlangıcını... Sordu: “ Bir ümit üzerine aşk yazılabilir mi? ” diye. Kimi onaylayarak ümit üzerine aşk yazılır dedi, kimi vazgeç dedi aşkın aleviyle kırmızıya dönmekten... Bir başkası bu hikayenin sonu sadece hüsran diyerek ümitleri kırdı ve bir dost destek verdi, kadın ve adamın mutluluğuna katılarak... Sonu ne olur? Ne kadın biliyor, ne adam, ne de diğerleri... Tek bilen var sonunun ne olacağını, gözle görülmeyen varlığı en derinde hissedilen tek bilen...

Şimdi iki ayrı kentte, birbirlerinin yaralarını kelimelerle sarmaya çalışan, iki yaralı yürek avuç içlerinde bir yıldız tutarak, birbirlerini düşünüyorlar. Ağlamanın ne kadar güzel olduğunu keşfediyorlar yeniden... Büyük bir mutlulukla yaşarken aşkı, hatta mutluluğu içlerine daha fazla çakmak için uykularını feda ederken hep ‘bir ümit’ içlerinde... Ve bir taraftan kaygılanıyorlar, korkuyorlar gün gelir bu büyü bozulur diye...Kelimelere, şiirlere, şarkılara sığınıyorlar birbirlerini daha çok hissetmek için... Sonuç olarak düşsel bir aşka ‘merhaba’ diyen iki ayrı yürek, tek yürek olup açtılar kapılarını mutluluğa... Ve göze aldılar ne zaman geleceği meçhul olan hüznü... yani bir ümidin üstüne aşk yazıldı, ve daha bitmedi hikaye... İçinizden geliyorsa devam edin hadi yazmaya ve bir isim daha verin aşka...

Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk..
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst