Siyah Beyaz Öyküler...

---> Siyah Beyaz Öyküler...


Önce oklavayla vurdular tavana
sonra çıkıp
kapıyı çaldılar...
İmza topladılar verdiğin kalıcı rahatsızlık için yalnızlıklarım...

sonra da beni
bedenimden dışarı attılar
işte böyle bir
mazeretle yüreğine taşındım...

tapusunu
sana verdim kalbimin
şimdi
ben yeni kiracınım...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Sarımsı bir ışık yanıyor... Bir el feneri olsa gerek, karanlığın gözü kamaşıyor...


Tozlu, nemli ve ağır bir kokusu var burdaki karanlığın... Karanlığın teni sadece bir oda görünümü. Işığın yansımadığı her yanına bulaşmış bir izbelik. Uzun zaman önce terkedilmiş, aradan nice kimlikler yitmiş, bir ara kaybedilmiş ve sonra tekrar bulunmuş...

Kapısı tekmelenerek açılmış, anahtarı içerde unutulmuş bir yalnızlığın...


Yollar da yetmedi. Kaybettiğim bir dini arıyordum, inançlarımı körükleyen felsefeler. Geniş camın bir yüzünde ışıkta yansıyan ben, diğer yanında her ışığını başka bir yıldıza benzettiğim şehirler geçiyordu. Muavin ara sıra uyandırıyordu düşsel ihtiyaçlar için yarım saatlik molalarda. Bir gözleme, ılık bir çayla geçiştiriliyordu cümlelerimin açlığı...

Bir şekilde o karanlık odaya geri dönüyordum. El yordamıyla ışığın yerini arıyor, duvarın üzerinde gizlendiğin yeri bulmaya çalışıyordum. Dört duvarın dokunmadığım hiç bir noktası kalmıyordu. "lüzumsuzsa söndür" dediğinde zaman, çocuktum belki de. Yavaş yavaş göz bebeklerim karanlığa alıştığında aslında ışığa da gerek yok diyordum içimden. Odanın içindeki neme bulanmış eşyaların silüetleri, dokunduğumda gerçek oluyordu.

Arayışlardan da vazgeçilir günü gelince. Umutların üzerindeki alev üfleyerek söndürülür. Erimiş ne kadar yaşam varsa özüne karışmıştır...


Sonra karanlık dedi ki; " Sorularını sakladığın sandığı aç, kara kalem çizilmiş zamanını çıkar içinden. Gölgelerin ardına bak..."

Saat çalıyor... Uyanacaksın...


Gözlerimi ovuştururken farkettim sarı bir ışıktı... Bir el feneri olsa gerek diye düşündüm... O feneri hangi elin tuttuğunu karanlık olsa dahi görebiliyordum...


"Vazgeçilenler arasından çıkar gelir bir gün... Valizlerini bırakır kapı eşiğine. Hiçbir şey sormadan sadece sarılırsın... Piyano deli gibi çalmaya başlar, saksıdaki çiçekler, bulduğu ilk güneşe çevirirler yüzülerini sonra kapıyı sıkıca kapatırsın, anahtarı bir kaç kez çevirerek kilitlersin kendini başka bir aşka daha..."
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Olsun...

Yargılayın beni de... Onlarla birlikte kelepçeleyin, zincirleyin, parçalayın, kaybedin faili meçhul gezegenlerinizde...

Sessizlik için yaratılmış adımlar önünüzde dururken, algıyı reddeden özlerinizde tüm saksıları susuz bıraktınız.

"Kulaklarımda uğuldayan, uzaklığındaki bayram şarkıları, çocukların gülümsemeyi bilen dudaklarından çıkan... Onların arasındasın... Saçına taktığın benekli tokadan farkediyorum tüm olanları... Rüzgarı bileyen, ve yüzümü kesikler içinde bırakan tüm suni ayrılıkların anlamı da böyle bir şey olsa gerek..."

Olsun...

Yine de parmaklıkların hezimetini yaşatan Tanrı'ya verilecek cevapları gecenin kör bir yarısında toparlayabilecek kadar nefesimi tutabiliyorum içimde...

Sıfatsız bir karşılaşmanın ıslak dokunuşlarında dudaklarınla verdin hayatı... O gün geldiğinde, paylaştığın tüm sonsuzluğu Tanrı değil, yine sen almalısın...

Nem hücrelerimi yorarken,
ayağımdaki zincirler
pas tutmaya sözlenmişken,
aşkla beslediğin sancılarımı kollarında uyutuyorum...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Sonra geldi ve yarın sabah işe gidemeyeceğini söyledi... Gözlerinin altı biraz kararmış, suratı da asıktı... Aslında ona birşeyler sormam gerektiğini düşündüm ama hemen vazgeçtim... Nedenlerin sonu yoktu... Eğer içindekileri dökme gereği hissediyorsa, çoktan anlatırdı değil mi...

"Tamam nasıl istiyorsan öyle yap, ben birazdan ararım, senin yerine o yardım eder bana" dedim...

Gecenin bir yarısı kalktım, odasının ışığı hala yanıyordu. Dalmıştır yine kitaplarına diye düşündüm. Yatağın kenarındaki abajuru yaktım, komidinin üzerinde küçük bir zarf duruyordu... İçinden itinayla katlanmış bir not çıktı, onun elleriydi yan yana dizilen kelimeleri kaleminin yazgısıyla kağıdın üzerine serpiştiren;

" Bana dokunduğun anlarda kötü oluyorum... Dokunmadığın zamanlarsa deliriyorum. Alışkanlıklarımdan öte birşeysin sen. Karşında neden konuşamadığımı az çok bilirsin. Belki bu da bir alışkanlıktır suskunluğa dair. Biriktirmelerimin başladığı yerdir. Bana garip geliyor yan odadaki sevgilime böylesi kelimeleri sıralamak...

Her tartışmanın kafa karıştıran zamansızlıkları olur, belki aklından geçen o kelime, stresin boğazını sıkacaktır. Yüksek sesli konuşmalar olacaktır yine. Hak aranmayacak, galibiyet beklentisi içine girilmeyecek, sadece tartışılacak çoklu desibellerde. Bir kelime, başka bir kalbi tokatlayacak, sonra tüm kızarmışlıklar öpülecek...

Bir kaç gecedir, sen uyurken fotoğraflarını çekiyorum... Tam uyanacağın sırada da odama koşuyorum parmak uçlarımda... Bir kaç tane kaldı sadece çerçeveletmediğim, onlar da bitince dükkanın duvarlarından bakacaksın uykulu gözlerle... Uykusuzluğum ve kalp altı kararmışlığım bundan...

Yarın istediğin saatte uyandır beni yada düşünün yarısını bırak öyle git..."


Aynı şekilde katlayıp koydum kelimelerini... Işığı kapattım... Düşümün yarım kalan kısmına başka yaşamlar bulmalıydım...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Barınağından çıktı gece, tozlarını silkti ilk önce, yıldız dedi görenler;"Gecenin tozları umuttur..."

Öyle güzel bakıyordu ki, soramadım. Kelimeler dilimin bir tarafına yapıştı, çıkamadı...

"Gördüğünü zannettiğin aslında ona ait değil biliyorsun. O gözlerin içinden yansıyanlar aslında aitliği kabul etmeyen, herhangi bir hacimde düşünülemeyen, bardağın içine şırıldayarak koyduktan sonra içilemeyen bir derinlik. Sen aydınlığını doldurmuşsun, yükün ağır, yolun uzun... Dirençli olmalısın, zira havadaki ufak kıpırtılar bile teninde tuhaf yaralar açabilir..."

Her hoşçakal başka bir dehlizin anahtarıdır... Dudağının üzerinde kalan kelime artıklarını yüreğinle silerken farketmezsin hangi elin o anahtarı cebine koyduğunu. Sonra usulca dalarsın yine o bakışlara. Dehlizin kenarındasındır, kapının açılmasını beklersin. Gıcırtıları duymaya başladığın anda kalp atışların hızlanır. Önce yüzünü hafifçe okşayarak uzaklaşan rüzgarı hissedersin, yarısına kadar açılmıştır kapı, rüzgar sana başka bir kapının daha açılmış olduğunu anımsatır. Okyanusu gördüğünde artık eminsindir artık, çünkü o büyük dalgalar parmak uçlarına değmektedir.

O sabah uyandığında, öyle mahmur gülümsüyordu ki gözleri, bu gece büyük bir okyanusun içinde boğulurken,azgın dalgaların derinlerindeki kimsesizliğimi onun çıkardığını anlatamadım... Ellerimden tutan aşktı ve aşk kadar ıslaktım...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

uzun zamandır böylesi okumaya değer yazılarla karşılaşmıyordum..gerçekten güzeller..
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

uzun zamandır böylesi okumaya değer yazılarla karşılaşmıyordum..gerçekten güzeller..

teşekkürler kaff... sizinde imzanız dolu olduğunuza işaret... " gözyaşlarım yelkenliğe, kalbim gider sevgiye, bir güneş bir de ay... Aşkı dünya yay.. " :) sevgi ile...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Bir kelebeği öldürdüm bugün
Ne kasıt, ne taksir
İkimizin de yok bir günahı
Ben önümü göremeyecek kadar kördüm,
Onunsa uçamayacak kadar ağırdı kanatları...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


En yalın halimle anlaşılmak dururken, ve varken içimi gözlerimden okuyan bir sen...
Neden hüznü toprak gibi yoğurmak ellerimle, yokluğuna mersiyeler düzmek...
Ve susuşumdan içeri bir bıçak yarası varken, neden, dökmek içimi içimden...
Vurgun tadında bu nefessiz sancı ve bu katıksız acı tek bir sözcüğün gölgesinde kendine yer bulurken...


"Dön, dön, dön..."
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Okurken bir rüyaya dalar gibi soyutlaşırdı yüzün, yüzünün arkasındakileri görürdüm.
İlginç bulurdun yazdıklarımı, beğenirdin, fakat anlayamazdın.
Çünkü dilimi bilmiyordun henüz, suskunluklarıma anlam veremiyordun...
Satır aralarındaki 'es' lerle sesleniyordum ben sana, yüreğimdeki çatlakları,
ruhuma açılan kapıları gör diye çabalıyordum, sen ise sözcüklere takılıp kalıyordun.
Yazılmışların içinde bir şifre, bir anahtar arıyordun; öyle ki yazılmayanları gözden kaçırıyordun.
Ben seni içimdeki boşluğa, içindeki boşluklarla alıyordum, sen ise boşluğu yokluk sanıyordun.
Belki de bu yüzden suskunlukla sessizliği ayıramıyordun birbirinden, bu yüzden gerçekten
susuyordun sessizken...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Senden önce hüznü sevmiştim ben...
Ve ah Mavi! Hüzün sende yatağını bulan bir ırmak gibiydi...
İçinin o saklı atlasında henüz vaktini doldurmamış bir güz yangını,
bir yanında umut diye biriktirdiğin o yağmur sevdası...
Belki de; sende en çok hüznü sevmiştim ben...
Koynumda kumu tükenmiş bir kum saati boşluğu,
bir yanımda sevda diye tutunduğum masallar...
Geceleri, toprağına küsmüş filbahrilere susuzluğu anlatıyordum, kendimi hatırlamak için...
Eski zaman masallarından kalma o soylu hüznü yeniden tadabilmek için...
Yağmur biriktiren o dilsiz masalcı bendim işte...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Bir acı diğerini unutturur derler...
Yalan!
Bak, ben her yanımla kanıyorum
İçim ayrık otu,
İçim bir yalana aşılı fidan...
İçim ki, ateşle su arasında, yanmaya yanan...
Yanmaz yerlerimle yanıyorum.
Bir yanım İstanbul, bir yanım Fizan
Bir şehir gibi yağmalanıyorum...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Gün batımı kızıla boyuyordu düşlerimizi. Ne keyifliydi ılık bir rüzgarda kendimizi denize benzetmek, gözeri kapayıp rüzgarın içimizde bir şeyleri titrettiğini hissetmek, bir şehri dost edinmek… An, ne de çok yakışıyordu yüzümüze, nasıl da coşkuyla omuzluyorduk yaşamayı. Hüznün bile tadı başkaydı sanki, gözyaşında içimizin derinliğine açılan bir yol buluyorduk. Nasıl da tutkuyla sahipleniyorduk sızlayan yerlerimizi. Yağmurda, damlaların öyküsünü anlatıyor, geceleri yıldızlarla konuşuyorduk. Yakamoz, karanlığımıza çizilen umudun adıydı ve Ay’ı seviyorduk… Aydınlığı hatırlattığı için…
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Acıların katline kurulu, saatli bomba...

Ne vakit bir gülümseme düşse dudağıma ,burukluk öte yanına ilişirdi aynı hızla...Ne vakit bir umut şaşırıpta yolunu düşse kapıma ,umutsuzluk ondan önce çoktan bağdaş kurmuş olurdu kapımda...

İnsan tenine acı değdiğinde bir melhemi bulunurda hep ,yüreğine ,ruhuna değen acılara ne melhem sürülebilir ne de şefkati bilen bir göz değer en derinde kalmışlara...

Zamanları aşmış acılar ,en yakıcı olanlardı elbet ...yarası en derinde ,en zor kapananlardı onlar ki ;ya çok sevildiler yada git dedikçe büyüdüler...

Sevilen acı olur mu hiç deme sakın!

Sevilen sevildiğince derinlerde yer bulurken kendine ,yitirilişleride derinliğince acıtır insanı...Sevilmemişler sadece incitir ve unutulur zaman aşımlarını haketmeyen önemsizlikleriyle...

Yanında "çok" eki olan sevilerdir ,acıyı çokluklara katlayan...

Oysa ne kadar "çok" ekli sevilenler olmuş olsa da yaşamda ,yitirilişler kaçınılmaz oldukça zamana kurulu saatli bombalar hazır olmalı hep ,acılarını havaya uçurmaya...

İsyan değil,öfke değil ,kin değil ,nefret değil bombayı hazırda tutan...Gereklilik sadece...Olması gerektiği gibi yaşanması gerekenlerin ilk uyarı ateşidir patlayan bombayla us'u harekete geçiren...

Düşün ey acıya bulanmış insan!...
Düşün...

Düşüncesizlikten acıyacak canına kıymadan ,acıların katline kur saatlik bombayı ki ;sen değil acılar can versin ,gülümseyişlerinin hırsından...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

İnsan ömrünü uzatan en iyi ilaçtır (herşeye rağmen) gülümsemek.
Keyifle okudum Yüreğinize sağlık
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

İnsan ömrünü uzatan en iyi ilaçtır (herşeye rağmen) gülümsemek.
Keyifle okudum Yüreğinize sağlık

:) herşeye rağmen değil mi..? Allah tebessümden ayrı koymasın sizleri...





Sus payı verdi dudakların az önce.
Sustum, sana…

Uykundayım. Yoklama alıyor en güzel gülüşlerin, kayıp anıları görüyorum az ileride, beraber yaşadıklarımızı. Vapur iskelesinde mahzun bir çocuk elinden şekerini düşürüyor, ağlarken uzatıyorsun yüzünü ona, gülümsüyor, adı deniz, ilk nefesim sana düşen, ter kokum bir de… İki adımlık uzunluğu var karanlığının, sadece iki ömürlük adım, aynı yerde açan papatyaların benden haberi yok bile, olsun, uykundayım yine de…
Tamamlayamadıklarımızı bekliyorum aslında, sabah olmadan biterse bana bakmayan gülüşlerin, yıldız yıldız olmuş göğüme çıkmak istiyorum yeniden, dokunduğun yüzüme yeniden bakıp yeniden görmek istiyorum kendimi, tekrar tekrar, yeniden…
Her şey yeniden
Değil mi?
Bir yerlerde beklediğimi ve hiç susmayacağımı biliyorsun, her kapı açıldığında bana geleceğini de.
Değil mi?

Üşüyorum uykunda, bana sıra gelene kadar dünümü yakıyorum sana, yo, ben üşüyeyim, sen ısın diye…


Göğsünde üşümem nasılsa

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...



Bir ninni yazıyorum, benden, sana…

Denize dökülen bir halim var, yüreğimin yastığında kalan saçlarını sensiz okşamak, sana baka baka bir yudum terinden tenime bulaştırmak için bekledim bu gece, gelmedin. Sana ne desem sendin, beklentilerim olmadan, yeşile bulanmış gözlerini ben mavi görsem de, bilmedin nedenini, olsun, bilme de.
Bir kuşun kanadında geldin önce, bir kuşun kanadındaydın çünkü, eksenime bulaşan düşlerimi, seni, kendimi, ve kısacık bir bizi yaşarken, yaşatırken, şarkılarının sınırını çizdin ansızın içimde. Koca bir boşluğa akar gibi aktın, koca bir zaman gibi. Hesapsızdık, hesabını bilemedik ya da, ne dersen de, ömre erken başlamışsın sadece, hepsi bu. Evet gerçekten bu, ne çocuk kahkahası bekledim senden ne de yarın, bugünü istedim ben senin denize bakan gözlerinden.

Verdin, sarıldın bir gece,

Sabah uyandığımda yoktun.



Kör talihin son kurşununu sıkıp son ninnimi ezberliyorum senin için, gelmediğin geceler adına, görüp de bakmadıkların hatrına, sana…



Bir sayfayı boş bıraktın işte…
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Sen yokken kaç bahar yaşadım ben... Bahara açtım diye gözlerimi, kaç baharı bekledim özlemle...
Kaç kez özlemle ürperdim, bahar sandığım canlarda...

Ben koşmak istedim özlenen gelmeyince, koşarsam tez geçer belki zaman diye... Bahara kavuşmayı ne çok istedim...

Gece bekleniyor da, beklenmedik engeller getiriyor bazen...Kıvrandırıyor
Bağlanıyor elin ayağın... Gidemiyorsun, gelemiyorsun...
Çok istiyorsun...ama hiç bir şey yapamıyorsun.
O zaman bir ateş düşüyor göğsüne... közlü bir el sıkıyor sol yanını. Boğuluyorsun...
sabır diyorsun, geçer diyorsun...bekliyorsun
Biliyorsun beklendiğini, üzülüyorsun...
Olsun...
Gönüller bir, umutlar aynı... aynı anda aynı özlemler yaşanan.
Umut kesilmedikçe yine kavuşur satırlarımız gecenin sessizliğinde...yine yeşil maviye döner..bir kuş kanat çırpar türkü türkü...
boşluğa bir ışık akar. Işıldar yüzün, diz çöker hüzün gülümsemende...
Sitem etme çocuk...incinme...
Hadi sen yine bana bir ninni söyle... Talihin gözü açılsın, ben dinlenirken ninninde
Kurşun yolunu şaşırsın...
……………

Kılavuzum aşktır, ninniler biliyor bunu.


kaç bahar geçerse geçsin,
özlediğim serçe kanadındaki yazdır...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...



Öptüğüm dudaklarındaki ıslaklık esir etsin beni...

Sonsuza kadar firarsız kalayım sende

 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst