Siyah Beyaz Öyküler...

---> Siyah Beyaz Öyküler...



düşüş zerafeti...

ince belli kollardaki sıcaklık...

bir utanç daha istiyorum kendime, şöyle ucuzluktan, pazardan... Gösterişi dil yaksın, geçmiş uykularımda. Piyano yine hafiten çalsın ki uyanışlarım rahatlasın...

Sen gerçek bir deliydin beni severken... Aşkı mahmuzlayıp gidişleri severdin. Ben de az deli değildim seni severken...
İşte o atın yelelerinden tutarken rüzgara karışmayı özledim...

Tabağımdaki prinç taneleri kadar beyaz, ve öylesine bitmeyecekmiş gibi duran bir doygunluksun... Tane tane bakıyorsun uzaklara...

Sen...Hiç perdelerini çekmez misin...
Düş
gecede kaç kez girer koynuna...
ve
bir düşü kıskanacak kadar olmuş muyumdur acaba?

Bir utanç daha istiyorum kendime ucuzluktan, salaş bir gömleği, ve renkli düğmeleri olsun ve hep uzak hayatları böylesine sıkı bağlasın birbirine. İlik yerlerini aşk aralasın...

Daha dokunaklı bir söz veriyorum kendime, ambulans gürültüleri taşımayan. Gürültü ve patırtıların eksik olmadığı sokaklara sessizliği afişlemek ve sonra tüymek...

hepsi bu kadar...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Ses kandırmacası, densizliğinin biyografisinde alınganlıklar var...

Bir sabah tüm kuşların havalandığını göreceksin. Tüm pencerelerinin bir boşluğa açıldığını ve yaşadığına dair her kanıtın yaşam tarafından yok edildiğini görüp şaşıracaksın. Gecenin kabullenmişliğinde mışıl mışıl uyuyan çaresizliklerin bunlar...

Şşşş...
Daha sessiz..
Uyanacaklar...


Benim masallarımda kahramanlar olmaz. Kırk gün kırk gece yalanlar, saçlarını pencereden aşağı sarkıtıp histerikliğine deva arayan balyajlı prenseslerde. Benim uykularımda sessizlik olmaz, her düşüm gürültülü ve yürek komşumu uyandıracak sesli harflerle doludur. Gecenin kabullenmişliğinde oraya buraya sızan alkolik yalnızlıklarım bunlar...

ŞŞşşş...
Daha kimsesiz...
Yaşayacaklar...


" Dudaklarının ilmeklediği cümleleri giydiğimden beri, gidişinle kaldırdığın her toz zerresi hapşırtıyor imlalarımı... Boşver gitsin, bakışlı gecelerim yıldızlarını peşkeş çekiyor aşka. Bir hecenin mantarı açılıyor, sonrası lıkır lıkır boşluklar..."

Ses ver...
damarlarıma kan...
Vücudunun diri hücrelerinde
bir parça
yaşam...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

boşluklardan arta kalan , soru işaretlerinin aralığına sızan bir bakıştın önceleri...hangi kapının altına bıraksam kağıtlarımı, hain bir rüzgara yenik düştü düşlemler...

düşsüzlüğümde düşünerek, düşüncesizce düşüncene daldım...
üzgünüm....
düşüyorum...
gecenden..
takılıp kaldığım teninden...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Uyanana kadar bekle... Önce kalksın kendisine gelsin... Yüzünü yıkasın, saçını tarasın... yanına geldiğinde ona ne yemek istediğini sor. "Canım bir şey yemek istemiyor" dese bile ısrar et... Yumurtayı çok sever, tereyağın cızırtısında kır bir kaç tane. Güzel bir çay demle, içine bergamut tomurcukları da kat. Poşet çay sevmez o, illa çayının içinde küçük şeyler yüzecek... Alışverişe çıktığınızda sıkılıyormuş gibi davranma, sana hangi elbisenin daha çok üzerine yakıştığını sıklıkla soracaktır. En canlı renkleri beğendiğini söyle, özellikle de maviyi... Akşam yemeğinden önce mutlaka bir kadeh şarap ikram et. Onun ince kadehini yarısına kadar doldur. Güzel şeylerden konuşmaya çalış, son izlediğin filmlerden bahset, sevdiğin albümleri dinlet ona...

Sen onu benim edemediğim kadar mutlu et...

Çoktan seçmeli hayatının, itinalya karaladığı şıkkısın...
dikkat
et...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Avuçlarımda ürkek sözler,
dokundukça sessizlik diyorsun...
geliyorum,
ince bir aralıktan sana (b)akıyorum...
kokun...
hiç bilmediğim bir şehrin ara bir sokağında saklı gibi...
inatçılık oyununda geri kalmıyorum...
adımlarımı sayıyorum...
sonbahara bir kala...
Ağustos böceklerinin sesini dinlerken tatil yerleri,

ben sana...

ve belki başlangıçlı bir cümleye

geleceğim....
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


çam sessizliğinin arasından giriyor rüzgar,
yağmur nerdeyse yağmak üzere...

Dün gece sevişmiştim...
Bugünse unuttum
gözlerini...


Yürüyüş yolu bir hayli uzun. Şarkının sözleri kısa

"şimdi artık...seni toplar yalnızlığım
seni arar...seni sorar sevda çiçeği..."


Adımlarımın ritme uyduğunu farkediyorum

bir gece daha bitecek
ve yarın
seni yine unutacağım...


Bu zamanlarda böyle yalnızlıklar yetişmez. Kalabalıklar insan yutar, sesin canavar elleri kulaklarını bozguna uğratır. Sigaradan ve sevişmekten tat alamazsın, gecenin sıcak üfleyişini durduramazsın.

Üç şişe efes Sebahattin abi... boşları bıraktım dışarı...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


dokunmak gibi
hem de karanlıkta...

sıcağa inat sevişmek, ter havuzunun ne zaman dolacağını hesap etmemek... kalp atış kapasitesini zorlamak ve sonra pencere dibine çöreklenip bir sigara tüttürmek...

"baksana bu gece dolunay var..."

İşte... farkettikten sonra başlıyor. Yıldızları biraz daha sönük ve kıskanç yapan; sarartısıyla geceye dokunan da dolunay değil mi... Böyle gecelerde dilek tutamazsın, kayan yıldızın yönünü göremezsin, çünkü dolunay bozar tüm ruhların pusulasını...

Yolumuzun nerde kesiştiğini bilmemek gibi,
hem de karanlıkta...

" baksana gecenin içinde tek bir fısıltı bile yok"

Zifiri bir gecenin içinde papatya gibi açan, yıldızların kokulu kelimeleri. Onlardan bir demet demet yapıp dileklerinin yanına koyuyorum. Sen derin uykularının düşleriyle oyalanırken, yine bir sabahın güneşi beklediği yerde seni izliyorum...

gidişini hiç bir şekilde umursamamak gibi...
hem de karanlıkta...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Dündü...
Sinirleri alınmış bir küçük çocuk edasıyla, karalanan cümlelere bakıyordum...
Oysa bana ait olan hiçbir şey yoktu...
Duyguma çarpan nice duygusuzluk...
Artık ağlamak bile sahte diyorlar; sus ağlama...

Tuhaf demek istemediğim, yalnızca bir yerlerden tanıdığımı çok iyi bildiğim kıvranmalar var, katlarını henüz dolduramadığım bahçemde...
Tohum atmışlar haberim olmadan...
Yabancı bir duygu, yıllardan sonra...

Böyle zamanlarda dönüp izliyorum duvarları, donmuş bir bakışla..
Baktıkça içime dolan, doldukça izlerini bugüne taşıdığım yığınla karmaşık, çoğu artık neredeyse anlamsız, ruh kavgalarını izliyorum...
Solumda saati durmuş, kurmak için yerimden doğrulmamı bekleyen ufak bir kıpırtıyla..


Zaman ne de çabuk gelip kuruluyor her yere...
Gelmek istiyorum... "dur" diyor..
Dur ve GİTme...

Ben hiç durduramadım ki olumsuz eklerin boşluğa düşüren ezgisini...

(d)üşüyorum sözlerinden
SARma
beni uzaklara...
Kalkmak istemiyorum kollarından...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Sıcak bir iklimin cam kenarında sıçrıyorum hafifçe... Yanımda oturan kıvırcık saçlı kadın tuhaf tuhaf bakıyor mahmurluğuma... Aslında yarım saat önce kalmıştım yataktan... Uyurgezer bir şekilde üzerimi değiştirip, sabah esintisine bırakmıştım kendimi... Bu otobüse ne zaman bindim, sabah güneşi ne zaman üzerimi örttü, farkında değilim...

Hala bakıyor kadın;
"kalkta yerine yat" der gibi...

Üst geçite çıkan iki merdivenden hep soldakini kullandığımı farkettim. En fazla kaç basamak farkeder ki ömürde, bir yaşamın karşı kıyısına geçmek için... Sorularım yolun diğer tarafında kaldı...

Sonra, bir perdesiz gitar ninnisinde öğüttüm kendimi
un ufak oldum...
rüzgar geldi
ve bir üfleyişte...

Sıcak bir iklimin cam kenarında sıçradım...
kıvırcık saçlı kadın bir önceki durakta inmiş anlaşılan...
bir geçit düşlerken sorulardan, muavinin kaygısız seslenişine kulak verdim;


"uyan abi...metro son durak..."
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


I

Sağa doğru verdi sinyali... Kaldırımın kenarına yanaştı, el frenini çekti... Sağ omzunun üzerinde uyuyakalan başak saçlı yüreğin sahibesi mırıltılarla uyandı.
"Geldik mi?" diye sordu, rolantideki bir aşk daha bitiyordu...

"Evet... Geldik... Buradan sonrasını taksiyle giderim" dedi diğeri sol kapıyı açarken... Başak saçlı sağ kapıdan indi, karşı karşıya gelen gecenin uykusuz gözleri oracıkta sarıldı birbirine...


II

Güneş hala esniyordu evden çıkarlarken. Başak saçlı; "Sen kullanır mısın" dedi.Kontak anahtarı motora can verdiğinde uykusuzluğun sızısı yeni yeni demleniyordu ikisinin gözlerinde. Yol çizgileri birer birer arabanın altında kaybolmaya başladığında, başak saçlı, radyonun cızırtılı frekanslarında dolaşıyordu. "senden uzakta hep bir şeyler eksik" diyen adamın sesinde durdu. Direksiyonu sol eliyle sıkıca tutan yürek, sağ omzunun üzerinde bir ağırlık hissetti ve sonra geçmişe doğru bir vites daha değiştirdi...

III

Yer yatağının geniş ovasında iki beden yanyana fısıldaşıyorlardı gecenin karanlığında... Başak saçlı; "Sadece uyuyalım olur mu? Hani ilk gecemizdeki gibi, ben sana dokunurken utanayım ve sende bunda utanılacak hiç bir şey yok ki derken sarıl yine... " dedi. Gözbebeklerindeki sızıları susturmaya çalışan yürek sıkıca sarıldı ipek geceliğinde teninin sıcaklığını gizleyemeyen başak saçlıya... Odadaki hiç bir canlı gözlerini kırpmadı, taa ki perdenin arkasındaki güneş esneyerek yatağın içine girene dek...

IV

"Bu gece görüşecek miyiz" diye sordu başak saçlı, telefonun diğer ucundaki yüreğe...

V

Başa sarıldı... Tekrar izlendi...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


saat 7.12
sol şerit boş...
tek tük arabaların arasından ilerliyorum
hızım saatte 85 km...


Kahvaltı bile yaptım. Sabah dizilerinden biri seyrettim,sigaralarımdan birini daha hiç ettim...

şerit hala boş
solladığım otobüslerin birinde, cama yapışmış bir eski yüz
bana bakarken yakaladığım
eski bir düş
hızım saatte 80 km...

yol-suzların birleştiği bir kavşakta
vites küçültecek hayat
yüzler daha bir görülesi, daha bir inanılası olacak sakin bir gayrette...
çoktan verilmiş sinyallerin içinde
makas atan anılara küfredilecek
"ne gereği vardı ki İstanbul dağınıklığımı hatırlatmaya"
denilecek...

Sol şerit boş
kalbim
ve
endişelerimde...

Biraz sonra gereksiz bir şekilde tartıştığmız kadınla anlaşıp, araba için bir çekici çağıracağım polislerin vızıltısı duyulmadan

yalnızlığın sekizde sekiz suçlu olduğu şeritten, taksinin birine ıslık çalıp
uzaklaşacağım...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Çamaşır makinesinin ayrık bölmelerine gerekli malzemeler konulduktan sonra başlanır. Renkliler ve beyazlar... Deterjan, yumuşatıcı, biraz da çamaşır suyu.

Yaşamın bir hortumundan sıcak kareler dolmaya başlar...


Ön Yıkama;
" Bak yine mesaj göndermiş... Sana demiştim benden hoşlanıyor diye."


Kısa program;

"O gece tanıştık ve yattık. Ne var ki bunda. Tamam aldığımız alkole biraz aşk karışmış olabilir. Hem bu sabah bindi arabasına ve gitti. Telefonu da var ama tekrar ararmıyım bilmiyorum..."

Yoğun Yıkama Programı;

"Ne gündüzüm kaldı ne de gecem. Korkum bir şeyleri yitiriyor olmaktan değil anlıyor musun. Sadece olmadığın zamanları yaşadığım anların içinde sindirmeye çalışıyorum. Ağrı veren bir hazımsızlık bu. Birazdan gideceksin ve yine başlayacak..."

Sıkma ve durulama programı;

" Yine haklı çıktın. Sadece tanıyana kadar olabilir mi herşey ? Neyine aşık oluyoruz o zaman biz karşımızdaki insanın. Bir anlık gülümseyişine mi, hareketlerine mi, tavırlarına mı? Aradaki giz perdesinin, merakların ortadan kalkmasıyla mı son buluyor. Bir anlık güdülenme, kan akışının hızlanması, konuşma zorluğu çektiren karşılaşma anlarının bu kadar gündelik olması mı yıpratıyor. Sonrası da hep böyle mi olacak merak ediyorum aslında. Yüzler ve bedenler değişirken, kaderler değişmeyecek. Bittiği yere kadar dediğimiz an hep başlangıçlarımız olacak..."

Çamaşır makinesinin kapağı bir makine durduktan bir kaç dakika sonra açılır. Çamaşır sepetine ıslak anılar gelişi güzel konulur... İki yaşamın arasına bir ip gerilir ve tek tek mandallanır yaşananlar...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Gecenin yorgun basamaklarını kötürüm adımlarla çıkarken;

" Nedenleri bellidir. Gözlerin buğulanmasına sebep, inceden yükselen sigara dumanı değildir. Hep bir bekleyişe bıraktığın umutlarını bir kaç dizede yitirmek gibidir. Sadece vokalin sesi yayılmaktadır boşluğa, enstrumanlara dair hiç bir kanıt yoktur ortada..."


"Issızlığımın baş köşesinde otururken, uzaklardan gelen toz bulutunu farkedip kuşandım. Hızla yaklaşan kelimeleri anlayabilmek, niyetini belirleyebilmek çok güçtü. Kapıyı kilitledim, perdelerini çektim gecemin..."


"Dur demek sadece geciktirecekti yaşananları. Aşkın peltek sessizliğini bozan cümlelerimdi. Ne umursayış vardı nede kaybedilmeye dair ufak bir şeyler... Sarıldığımız ilk anda alevler göğe yükselecek ve yeni yetme bir gün acıların küle dönüştüğü bu mevsimi terk edecekti.."

" Uzaklaşmak, camın üzerine parmaklarınla çizdiğin kalbinin ve o camı paramparça eden ufak bir taş parçasının kaderiydi. Nefes nefese yüreğinin önüne gelmiş, sokakların ıssızlığına bulanmış tekerlemeleri bir bir haykırmıştım geçmişime. Duymadığını farkettiğim an yerde duran o küçük taşı aldım ve hızla fırlatarak aşkın zamanından uzaklaştım..."


Gecenin yorgun basamaklarını çıkarken kötürüm ellerimle topladım yere döktüğün harflerini...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

:) teşekkür ederim leylmira... Herkes benzer hayatlar yaşamıyor değil mi... Çok eskiden aldığım hazzı, şimdilerde yabancısı olduğum bir yerde sessizce paylaşıyorum işte... tarzımın faklı olması sorun değildir umarım...

Hayır tabiki sorun değil, Farklılık her zaman güzeldir önemli olan kendin olmaktır.Takipteyim ;)
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


kelimelerimin ellerindeki zincirleri çözmeme yardımcı olduğun için...

kalbimin dikenli tellerini ayıkladığın için

yüzümdeki tuvale kendi gülümsemeni fırçaladıgın için

yalnız gecelerimin pırıltılı ortağı olduğun için

içimdeki en tuhaf şeyin aşk olduğunu bana hatırlattığın için..

seni yüreğinden öpüyorum
...sana sarılamadığım bu gecede de...

....göz yaşın değilsem de

şişmiş göz altı torbalarında
kalbim
ıslık
çalıyor...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


"Şunu da kırılacakların yanına koyar mısınız lütfen..."


Acemice bir evi taşımanın telaşı düştü bir kaç gündür. Hemen her şeyi toparladım sayılır. Aslında diğer taşınmalarıma göre biraz daha tecrübeli olduğum söylenebilir. Annem sağolsun; "oğlum bir kaç tane daha koli getir, bardakları gazete kağıtlarına sar, hadi ama üşenme..." Sesi hala eski evimin duvarlarında yankılanıyor mudur bilmem. Her burukluk gibi bunun da içimde varklı bir yeri olduğuna karar verdim, toparlama eylemine başladığım andan itibaren. Kolilerin içine eşyaları yerleştirirken bir bakıyorsunuz dolabın çekmecelerinin birinden zamansızlığa dair bir kaç parça kağıt çıkıyor. Bir fotoğraf, güzel günlerin birinde verilmiş bir hediye ve binlerce unutkanlık. En tuhaf yanı da uzun bir süre sonra ortaya çıkan bu eşyaların suratınıza en hüzünlü bakışlarını fırlatması.

" Birazdan demlenir, vaktin var mı?... Aslında uzun süredir bu şekilde konuşmamıştık seninle ama sakin olmalısın biraz. Her şeyi paylaşmanın anlamı, zamanında karşılıklı olarak verilmiş onca sözün tutulduğu an değil mi bu söylesene. İçimizdeki dolunay parçalansın ne çıkar, biraz daha karanlık olur odamız ama daha parlak görünür o zaman yıldızlar."

Bir kartpostalı tozlanmış halinden kurtardım az önce. O da bana teşekkür etti sanki o yazıları hala üzerinde taşıdığını göstererek; " Burası o kadar güzel ki canım, insanın o karmaşaya hiç dönesi gelmiyor. İşlerini ayarla, atla gel olmaz mı..."

Evet, iş dünyası, koşuşturmacalar, saçmalıklar silsilesinin bana düşen payları. Ömür harcıyoruz, vazgeçişlerle süslüyoruz sonra, bir daveti geri çevirebiliyoruz mesela... Seni orada yitireceğimi bilsem gelmez miydim sanıyorsun...

"Kim yardım edecek sana? Toparlanabilecek misin. Ben dün birkaç parça birşeyi ayırdım dolabın kenarına. Seninkilerle karışmasın. Aslında burada yaşamaya devam etmelisin, ben gidiyorum diye gitmek zorunda değilsin...."

Belli bir zaman sonra rahat edemediğim her yerden taşınmaya başladım. Rahatlığın battığı anlardı belki de. Her yere aynı heyecanla yerleşiyordum, aklımdan pembe düşünceler cımbızlıyordum günüme. En fazla bir kaç ay yetiyordu. Tekrarlar, boşluklar, sancılar başladığında gitme zamanım geldiğini anlıyordum. Küçük bir not defterinin kırışmış yapraklarını gözlerimle arşınlayıp, tanıdık emlakçılara haber bırakıyordum. Evler ve şehirler birbirini takip ediyordu. yeni komşular, yeni dedikodular, yeni kavgalar türedikçe, içimde eskittiğin yerler de bir şekilde beraberimde geliyordu.

"Artık anladığını düşünüyorum. Her insanın parmak izi çıkmayacak yüreğinde, uzun zamanlar boyunca karşılaştırmalarla telafi etmeye çalışacaksın ömrünü. Sıkılacaksın, boğulacaksın, yeter artık dediğin yerde bile kalamayacaksın. Bir kahinin zavallı direnişi değil bu, içimden geçtiğin her yerde kulağıma fısıldadığın yokluklar sadece... Hoşça kal dillenişim..."

Acemice bir taşınmaya bu kadar ara verdiğim yeter sanırım. Bir kaç koli daha var boşluklarının anılarla dolmasını bekleyen...

ve bir de yüreğim;

" Bunu da kırılmışların yanına koyar mısınız lütfen..."
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


"Şunu da kırılacakların yanına koyar mısınız lütfen..."


Acemice bir evi taşımanın telaşı düştü bir kaç gündür. Hemen her şeyi toparladım sayılır. Aslında diğer taşınmalarıma göre biraz daha tecrübeli olduğum söylenebilir. Annem sağolsun; "oğlum bir kaç tane daha koli getir, bardakları gazete kağıtlarına sar, hadi ama üşenme..." Sesi hala eski evimin duvarlarında yankılanıyor mudur bilmem. Her burukluk gibi bunun da içimde varklı bir yeri olduğuna karar verdim, toparlama eylemine başladığım andan itibaren. Kolilerin içine eşyaları yerleştirirken bir bakıyorsunuz dolabın çekmecelerinin birinden zamansızlığa dair bir kaç parça kağıt çıkıyor. Bir fotoğraf, güzel günlerin birinde verilmiş bir hediye ve binlerce unutkanlık. En tuhaf yanı da uzun bir süre sonra ortaya çıkan bu eşyaların suratınıza en hüzünlü bakışlarını fırlatması.

" Birazdan demlenir, vaktin var mı?... Aslında uzun süredir bu şekilde konuşmamıştık seninle ama sakin olmalısın biraz. Her şeyi paylaşmanın anlamı, zamanında karşılıklı olarak verilmiş onca sözün tutulduğu an değil mi bu söylesene. İçimizdeki dolunay parçalansın ne çıkar, biraz daha karanlık olur odamız ama daha parlak görünür o zaman yıldızlar."

Bir kartpostalı tozlanmış halinden kurtardım az önce. O da bana teşekkür etti sanki o yazıları hala üzerinde taşıdığını göstererek; " Burası o kadar güzel ki canım, insanın o karmaşaya hiç dönesi gelmiyor. İşlerini ayarla, atla gel olmaz mı..."

Evet, iş dünyası, koşuşturmacalar, saçmalıklar silsilesinin bana düşen payları. Ömür harcıyoruz, vazgeçişlerle süslüyoruz sonra, bir daveti geri çevirebiliyoruz mesela... Seni orada yitireceğimi bilsem gelmez miydim sanıyorsun...

"Kim yardım edecek sana? Toparlanabilecek misin. Ben dün birkaç parça birşeyi ayırdım dolabın kenarına. Seninkilerle karışmasın. Aslında burada yaşamaya devam etmelisin, ben gidiyorum diye gitmek zorunda değilsin...."

Belli bir zaman sonra rahat edemediğim her yerden taşınmaya başladım. Rahatlığın battığı anlardı belki de. Her yere aynı heyecanla yerleşiyordum, aklımdan pembe düşünceler cımbızlıyordum günüme. En fazla bir kaç ay yetiyordu. Tekrarlar, boşluklar, sancılar başladığında gitme zamanım geldiğini anlıyordum. Küçük bir not defterinin kırışmış yapraklarını gözlerimle arşınlayıp, tanıdık emlakçılara haber bırakıyordum. Evler ve şehirler birbirini takip ediyordu. yeni komşular, yeni dedikodular, yeni kavgalar türedikçe, içimde eskittiğin yerler de bir şekilde beraberimde geliyordu.

"Artık anladığını düşünüyorum. Her insanın parmak izi çıkmayacak yüreğinde, uzun zamanlar boyunca karşılaştırmalarla telafi etmeye çalışacaksın ömrünü. Sıkılacaksın, boğulacaksın, yeter artık dediğin yerde bile kalamayacaksın. Bir kahinin zavallı direnişi değil bu, içimden geçtiğin her yerde kulağıma fısıldadığın yokluklar sadece... Hoşça kal dillenişim..."

Acemice bir taşınmaya bu kadar ara verdiğim yeter sanırım. Bir kaç koli daha var boşluklarının anılarla dolmasını bekleyen...

ve bir de yüreğim;

" Bunu da kırılmışların yanına koyar mısınız lütfen..."
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst