Siyah Beyaz Öyküler...

telaslipenguen

Kayıtlı Üye
Karşılaştığım ilk yerde, tenine kaldırım taşları diziyordum iki elimle... Susuz ilerleyişinin ardından gelecekleri bilmiyordum, belki herkes kadar ben de umursamıyordum...

Sus dediğin ilk yerde, duvarlara bardakların fırlatıldığı bir savaş alanının toprağa uzanmış yaralılarından biriydim. Sesler her yanı sarmaya başladığında kan kaybetmeye devam ediyordum.
.. " Bırak beni ve git..." deyişimin anlamsızlığını tokatlıyordun yüzüme... Bıraktın... Ama gidemiyordun...

İçimden tuhaf şeyler geçiyordu...

Anlamı, bir yokluğu öksürtüp, bir yalnızlığı sırtından kaşıyordu..
.
 
Son düzenleme:
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Kapıyı kapattım...
Anahtarları da üzerinde bıraktım...

Geleceksin az sonra; " yine anahtarlarını kapıda unutmuşsun" diye çıkışacak, paltonu düzgün bir şekilde askıladıktan sonra mutfağa dalacaksın. Bir yandan da günün yorumlarını salonun ortasına doğru savuracaksın görmediğim el kol hareketleriyle...

Senin konuşman için sebepler yaratan, tek kişilik bir yumruyum ben dudaklarında. Aynaya bakınca
"off..yine mi çıkmış bu"
dediğin zamansız uçuklarındanım...
Sevme beni...

Kapı...

Anahtar...

Unutkanlık...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Nara atarak girdi içeri yalnızlık... Kapıları çarptı, sandalyeleri devirdi, elindeki şişeyi zamanın duvarında parçaladı...

Ayaklarımı uzatmış ve bir filmin kareleri arasındaki karakterlerin yaşamına sızmıştım. Ne atılan naraları nede havada uçuşan cam parçacıklarını umursamadım... Yalnızlıktı bu ve her aşkın çıkmazında sarhoş olmuyor muydu...

"Saçları iki yandan örgülenmiş minik bir kız elindeki kırmızı topu zıplata zıplata ilerledi. Sonra yanıma yaklaştı, kulağıma usulca fısıldadı...

-hala uyanmayı düşünmüyor musun?...

Örgüler bir bir açıldı, saçları uzadı, küçük kızın yüz şekilleri değişti. Gözümün önünde büyüyen, büyüdükçe korkutan bir güzelliği yaşamın üzerine boylu boyunca serdi... Yanında küçük kalan sadece bir aşk ve elindeki kırmızı toptu..."



Az sonra yalnızlığı sızdığı yerden kaldırıp, yerine yatıracağım...,
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

" Önce yazı karakterini bul...sonra kendi karakterini..."

Gecenin ıslak tekerlemesinde bunlar okunuyordu... Sen düş dedin... Ben de düştüm... Sonra "çok yorgunum, uyumalıyım" dedin. Yorganla yastık arasında dağılan saçlarını tel tel ayırdım yalnızlığımdan... "iyi ki varsın" larla dolu gecemin en uyuyan hücresiydin...

Geceye sızışın sabah dokunuşu dudaklarımdaydı.. Gözlerim güne her ne kadar açılmak istemese de sesinin kulaklarımdan girip sinirlerle, beynime ulaşan rica dokusu ne kadar da kadifeydi...."Hadi" dedin..."kahvaltımızı yapalım...sonra ölene kadar sevişiriz hayatla..."

Her şeyi bir sona bağlamak gibi mantıklı başlangıçlarımın olmadığı kadar benimleydin...

Başlamıştın ve nereye kadardın...

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

İnce bellinin içindeki o kırmızı sıcaklığın üzerinde, tek başına bir çay tanesi yüzüyor... Demleme çayın kifayeti... Ya bir yola gidilecek diyorum içimden, ya da bir misafir gelecek... Oysa, ne birbiri ardına çalan telefona bakarım, ne kapının ısrarla çalınan ziline... Çünkü ne arayan bilir kimsesizliğimi o saatte, ne de kapıma gelen. Olsa olsa kapıcı çöpleri almaya gelir, yada annem aylarının merakını bir kaç dakikada giderir...

Neyse ki... Bu akşam o çayı kendi ellerinle demledin...

Geceme iki şeker attın ...

ve karıştırdın...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Sarı...
Yeşil...

Ee...geçsene...

Karşı karşıya bakışan gözler, karşılıklı ışıkların yeşile dönmesiyle kenetlendiği yerden kopuyor... Kalabalık gidiş gelişlerde, sadece bir caddeden karşıya geçmek göz bağlarımı yoruyor...

Tut ki, böyle kalabalık bir bekleyişin ortasında karşılaşmışız. Işığın yeşile dönmesine daha kırk küsür saniye var. Sen bir arkadaşının yanında kıkırdıyorsun gözlerinle. Bense öyle bir kıkırdanmayı farketmenin ilk göz kaçırışını yaşatıyorum kendime. Saniyeler aşağıya doğru ilerliyor. otuz sekiz...otuz yedi... Bir bakış daha, hala gülümsüyorsun... Yirmi dokuz...Yirmi sekiz... Arkadaşının kulağına birşeyler fısıldadın...Gözlerimi kaçırmıyorum bile. Tam gözbebeklerinin içindeyim. On altı...On beş... On dört... Gözlerinin hafifçe kıstın, gülümseyişin biraz perdelendi... Arkadaşın benden hoşlanmadı demek...Dokuz...Sekiz....Yedi... Işık yanmak üzere... Kalbim saniyeden hızlı atıyor, çoktan yeşile döndü belki de... Üç ...İki... Bir...


Öylece kaldım...Kalabalık sanki içimden geçiyor...

Sarı...
Yeşil...


"Kardeşim...Ee...geçsene..." diyen sesle irkiliyorum ama nafile... Sen de o kalabalığın içine çoktan karışmışsın bile...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

"Tramvayın peşine takılıp giden çuf çuf böceği vızıldar... İnce bedeninin narin kılcallarının içinde aşk oynar... Aklının ucuna takılmıştır sabah ayazının üşüttüğü elleri. İşine yetişebilmek için devamlı çuf çuflar..."

Bu yokuşu çıkmak, masamın üzerini temizlemek, sonra kalkıp çay almak, sigara yakmak ne kadar zor gelir oldu bu günlerde....

Bu yokuştan inmek, aradığın ses tonu olmamak, çaya attığın üç şekeri iki yapmak, paltonu vestiyere asmak yerine bulduğun bir yere fırlatmak kolay gibi görünüyor bu günlerde...

Yalnız başıma yapıyorum ya...Belki ondandır.

Şüphelerin dantelli dikenleri gece oluyor, ön yargılarımı aldırmamış mıydım yoksa... Sus dediğin yeri kazıyorum, ses fışkırıyor... Akşam üzeri eve dönüş kavgaları başlıyor, içimin boyasız duvarlarına fırlattığın şişeler, ekşi bir üzüm tadına dönüyor...


" Tramvayın peşine takılıp giden çuf çuf böceğini bir kaç durak sonra yakaldılar ve attılar kaldırımın soğuk kenarına... 'Neyse' dedi çuf çuf böceği... mahalleme gelmişim nasıl olsa..."
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Baktım ki, nerdeyse inecek yer kalmamış aşkta...

Her durak kalabalık...
Her durak daha yalnız...

Baktım ki, nerdeyse inecek tek bir düş bile kalmamış...

Her durak karabasan...
Her durak başka bir uykusuzluk gecede...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Dur
atma bir adım daha…
ben yokluğunu geri vereyim…
sen sızını al içimden…
dur…
girme gözeneklerinden içime
şıkır şıkır yağmurlar dolsun
sen oluklarını al…ben bulutlarımı…
geri geri adımlarımda
tereddütüm olsun bir aşk
koktuğu…
korktuğu kadar yalnızlıkta…
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Ne oldu diye sorma...
nasıl olamadığını sor bu iklimin...
Dudaklarımı üşüt...
Kalbimi çıkar buzdolabının herhangi bir rafından
Dizlerini titret...
Başımı ağrıt...

En kıyak ölümüdür aşk
En dipsiz uykusudur...

Dünümü rendele ellerinle...
Bu günüme kat...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Sen, anlamadığım her yaşayışın vitrin mankenisin...
Üzerine hangi aşkı giysen, soğuk durur...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Görebiliyor musun ay parçası...? Fikrinin engebelerini aşabiliyor musun?....

Tadımlık huzurunun, eti ezik yörüngesinde dolaşıyor anlamlar... Az önce düştün ve dizlerin kanadı, derin soyuldu... Oysa gecenin taa derinlerinde görmez mi insan kendi çukurlarını... Düşeceksin elbet, kanayacak, ağaracaksın kıl olduğun bu yaşamın erozyonlu kafatasında...

Görebiliyor musun ay parçası? Fikrimin acı gölünde yüzebiliyor musun?

Bağlanır insan elbet, çözümlemeye çalışır kendini bir başka bedende.Düş, yüreğinin taş hanına konuk olur bir gece vakti. Tanrının ininden kaçmış ve parçalanmıştır. Bu yüzden düşlerimiz karmaşık ve eşi bulunmazdır. Sözlerini hançerle demiyorum, sadece farkına var artık bu yoksulluğun. Aşk deminde elbet boşalacaktır kulplu kadehin. İnanmadığını gözlerinle göreceksin...

Görebiliyor musun ay parçası;
"zihnim, düş önüme" diyebiliyor musun?

İnsan da kirlenir, tuzunu eksiltirsin düzeninin, rahatlığa erersin. Huzuru kaynatırsın karmaşalarının kazanında, kokusunu seversin. Hepsi, kuru bir tütün yaprağının, yanan kağıdın çıtırtısıyla birlikte içine girmesidir. Dağılması ve içinin özüyle birlikte dışarı çıkması. Sen abartılarını koyarsın kahvaltına, biraz korkaklık sürersin ekmeğine ve demli bir yalnızlık içersin üzerine.
Gerçeklerini inkar etmeye, gerçeklerin yetmez...
Zihnim düşsün peşine, zihnin düşümün peşinde...

Görebiliyor musun ay parçası...
Görüp de diyebiliyor musun,
"işte şimdi yanındayım" diye...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Bir güvercin gibi...
Sol ayağımın ucuna bağlamışım haberleri...
Götürdüğüm yer yokluk...
Döneceğim yer kimsesizlik...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...

Baktım ki, nerdeyse inecek yer kalmamış aşkta...

Her durak kalabalık...
Her durak daha yalnız...

Baktım ki, nerdeyse inecek tek bir düş bile kalmamış...

Her durak karabasan...
Her durak başka bir uykusuzluk gecede...

Kemirgen hüzünler; hep hazır bir halde, cömertçe çöküntüleri parlak, göz alıcı bir ışık yaparak


(karanlığın karanlıkları kendi bünyesinde olumsuzlukları eriterek iç dünyaya barışı ilan etmesine rağmen, her şey gönül gözleriyle izlemelerine aldırış etmeden)


hükmetmenin gururuyla o nadir elde edilen zevki alkışlamak için dimdik ayakta bekliyor


ve hüznün yakıcı sıcaklığında ruh arzuyla kavruluyor....Ve hararet her yanı sarıyor, hüzne bir türlü doyulmuyor....Bazen sevgiyle ayrı bir güzelliğe bürünebilen o kalp, kırgınlığı her zerresinde özenle yaşıyor, bitiyor, tükeniyor sanıyorsun ki hüzün kıskacında can çekişen duyumlar artık hüznün adımlarını geriye doğru attıracaklar o da ne?
kalpte bir darbe daha.....
Hiç soluk almak yok hüzün tüm renkleri birbirine böldürerek tek renk olmayı başarıyor...ve bazen bir yudum huzur serpiştirilmek istenirken gönül gülümsemeye başladığında.. hemen hüzün ruhu gerebiliyor ve sevgi hep hüzne sürükleniyor


AŞK,

Adı duyulduğunda muhteşem bir cazibe iliklere kadar hissedilen heyecan ve ona tutuklu kelimleler varlığı objektif olarak hissedilmeyen sadece belirli bir zaman diliminde düşlerin dürtüsüyle ziyadeleşen tanımsızlıklar ki eğer aşk kendi gözlerinden seyredilebilseydi, duraksayan göz yaşlarına köprü olan; : ihanet- bakışlarda oynaşan kırılganlıklar ve tutarsız hareketlerin kurnaz yansımaları önceden kestirilmiş olurdu …Ama o zaman yüreğin o soruların cevapların inadına kurduğu yeni dünyada; böylesine güzel böylesine etkili kelime ağını bulamayacaktık ki ………bu kelimeler her şeye değer onlar bir ilham ışığı ne de olsa!

yürek tutkuyu izafe olmuşsa ayrılık onda aykırılaşır..

 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Şehrin insanları ufalıyor...
Ufaldıkça dökülüyor ellerinin arasından.
Bir yandan büyümüşlüğün kaprisi,
bir yandan da kaybolmuşluğun boyundan aşağıya asılan heybesi...
Dur diyene kadar ölmeye
Gel diyene kadar gitmeye değmeyecek yine yaşam...
Her yükseltide kimliksizliğin tapınakları yükselirken
Hücrelerimizin toprağında savrulmaya mahkumuz...
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


vazgeçişlerimle ünlüyüm
içimin kasabalarında...
ölü veya diri
aranıyorum...

kirli sakallarıma
havada uçuşan kelimeler
yapışıyor..
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...



ŞİMDİ DİNLEYİN BENİ; hışırtılarıma kulak verin...


...dikenleri sardım içine...bir kaç tane kağıt mendildi altı üstü...kat yerlerinden açtım...dikenleri içine doldurdum...sonra işaret parmağımın iç kısmında kanayan deliği dudaklarımla somurdum. tuzlu sepken bir tat. kağıt mendile leke bırakmamaya dikkat ettim...sonra kapısının önüne geldim bir gece yarısı...kağıt mendile sardığım dikenleri sağ tarafa, ayıklanmış gül demetini sol tarafa bıraktım... Fakat ısrarla basıp kaçmam gereken zile dokunmadım bile...Sadece giderken arabasına bastım güzel bir tekme ve alarmı, yeni doğmuş bir bebek kadar ciyaklamaya başladı....

Sabah ofise geldi...

Parmağımdaki yara bandını gördüğünde terlemeye başladım...

Yanıma yaklaştı...ve

!!!!!?????!!!!!????.............

uzaklaştığında aynı kanın tadını öpüşüyle bırakmıştı....
 
---> Siyah Beyaz Öyküler...


Birazdan düşecekti gözyaşı. Tutunacak hiçbir yeri yok gibiydi.

Hey! Nereye gidiyorsun?

Bilmem, sadece gitmek istiyorum.

Düşersen öleceksin, yapma bunu...

Düş olmamam için bir sebep söyle öyleyse...

... Seni seviyorum desem...


Yetse keşke...

Hoşça kal!

Dur, sen hoşça kal demeyi sevmezsin...

Görüşmek üzre o vakit...

Yal....

Değil, kes sesini ve bakma artık bana...

Düş/me...


Üzgünüm, Yer çekimi...
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst