Rockßottom
Bayan Üye
Genç kız hıçkırarak ağlıyordu. Sersefil, umarsızca, dış dünyadan soyutlanmışçasına ağlıyordu. Hastanenin dar koridorlarında balık istifi gibi duran insanlar ona bakıyor, bir yakınını kaybetti herhalde diyordu.
Kız başını kaldırdı, gözlerini silerek yürümeye başladı. Hala derinden gelen hıçkırıklar boğazına dayanıyor, tekrar ağlamamak için çok çaba sarf ediyordu. Hastanenin bahçesine çıktı, temiz havanın ciğerlerini yakışını hissedince birazda olsun kendine geldi. Hastaneden uzaklaştı, salıncakları kırılmış bir çocuk parkında bir banka oturdu. Neydi bu hayatta çektikleri. Ailesini kaybetmişti, erkek arkadaşı Eray onu terk etmişti. Bir akrabasının yanında sığıntı gibi yaşıyordu. Bütün çabası üniversiteyi kazanıp, kendi hayatı kurmaktı ama olmuyordu, olmayacaktı. Bir saat öncesini düşündü, bir doktorun karşısında lenf kanseri olduğunu öğreniyordu. Doktor elindeki kalemi çevirerek, çok rahat bir ifade ile kanser olduğunu söylüyordu. Evre 3b, artık yapabileceğimiz pek bir şey diyordu. Kemiklerine sıçramıştır, bundan sonrası ancak onu durdurmaya veya senin acılarını azaltmamıza yarar diyordu. Doktor acıyan gözlerle, “Nasıl bu kadar geç kaldın be yavrum, bu kadar ilerlemesine rağmen nasıl farkına varamadın.” diyordu. Ama bütün halsizliğini, ağrılarını hep sınav stresine bağlamıştı, çok yorulduğunu, düzgün beslenemediğini düşünmüştü.
Şimdi hayatta yalnızdı, sevdikleri göçmüştü. Bir tek Eray vardı onun için. Eskimeyen sevgilisi, hayatının kocaman bir parçası olan ve bir gece ansızın attığı mesajla giderken o parçayı alıp giden Eray. Sessizce yaşadığı yere doğru yürürken yolda hep Eray’ı düşünmüştü.
Eve gidince arkadaşlarını aradı uzun uzun ağlaştı onlarla. Eray’ın numarasını eline aldı, arayamadı. Eray’ın çok üzüleceğine, hemen onu arayacağına o kadar çok inanıyordu ki. Gelip elimden tutacak, benimle ağlayacak, bana destek olacak diyordu. Eray’a nasıl haber vereceğini bilmiyordu, kendisi söyleyemezdi ama bir arkadaşına söylettirebilirdi. Arkadaşından rica etti, Eray’a haber verdirdi. Ama Eray onu aramadı. Herhalde çok üzüldü, ne diyeceğini bilemiyor dedi. Kabullenmek istemiyordu onu aramak ihtiyacı duymamış olabileceğini. Yinede hep gözü telefondaydı. Her kapı zilinde, her telefon çalışında yüreği yerinden oynuyordu. Bu Eray kesinlikle diyordu her seferinde ve her seferinde başkaları oluyordu. Ummadığı insanlar onun acılarını paylaşmak için yüreklerini açıyorlardı. Ama Eray aramıyordu.
Böyle sürüp giderken hayat, kemoterapi zamanı gelmişti, 2. kemoterapisini alırken saçlarının döküleceğini öğrenmişti. Avuç avuç eline saçlarının gelmesine dayanamazdı, gidip kazıttı kafasını. Berber koltuğunda saçlarından daha fazlasını kaybederken, Eray içinde onu aramaya dair bir şeyler varken yeni sevgilisi kızar diye aramıyordu. Eray onu unutmaya, yadsımaya çalışıyordu sürekli. Sırf yeni ilişkisine zarar gelmesin diye. İşte yalan sevgi sanırım bu oluyordu, çok seviyormuş gibi yapmak bu oluyordu. Çok yüksek duygular yaşadığını iddia edip, bu durumda aramamak yalan sevginin en büyük kanıtı oluyordu. Yeni sevgilisinde mi suç var, Eray’da mı yoksa bizim kızda mı ben söylemek istemiyorum.
Kız başını kaldırdı, gözlerini silerek yürümeye başladı. Hala derinden gelen hıçkırıklar boğazına dayanıyor, tekrar ağlamamak için çok çaba sarf ediyordu. Hastanenin bahçesine çıktı, temiz havanın ciğerlerini yakışını hissedince birazda olsun kendine geldi. Hastaneden uzaklaştı, salıncakları kırılmış bir çocuk parkında bir banka oturdu. Neydi bu hayatta çektikleri. Ailesini kaybetmişti, erkek arkadaşı Eray onu terk etmişti. Bir akrabasının yanında sığıntı gibi yaşıyordu. Bütün çabası üniversiteyi kazanıp, kendi hayatı kurmaktı ama olmuyordu, olmayacaktı. Bir saat öncesini düşündü, bir doktorun karşısında lenf kanseri olduğunu öğreniyordu. Doktor elindeki kalemi çevirerek, çok rahat bir ifade ile kanser olduğunu söylüyordu. Evre 3b, artık yapabileceğimiz pek bir şey diyordu. Kemiklerine sıçramıştır, bundan sonrası ancak onu durdurmaya veya senin acılarını azaltmamıza yarar diyordu. Doktor acıyan gözlerle, “Nasıl bu kadar geç kaldın be yavrum, bu kadar ilerlemesine rağmen nasıl farkına varamadın.” diyordu. Ama bütün halsizliğini, ağrılarını hep sınav stresine bağlamıştı, çok yorulduğunu, düzgün beslenemediğini düşünmüştü.
Şimdi hayatta yalnızdı, sevdikleri göçmüştü. Bir tek Eray vardı onun için. Eskimeyen sevgilisi, hayatının kocaman bir parçası olan ve bir gece ansızın attığı mesajla giderken o parçayı alıp giden Eray. Sessizce yaşadığı yere doğru yürürken yolda hep Eray’ı düşünmüştü.
Eve gidince arkadaşlarını aradı uzun uzun ağlaştı onlarla. Eray’ın numarasını eline aldı, arayamadı. Eray’ın çok üzüleceğine, hemen onu arayacağına o kadar çok inanıyordu ki. Gelip elimden tutacak, benimle ağlayacak, bana destek olacak diyordu. Eray’a nasıl haber vereceğini bilmiyordu, kendisi söyleyemezdi ama bir arkadaşına söylettirebilirdi. Arkadaşından rica etti, Eray’a haber verdirdi. Ama Eray onu aramadı. Herhalde çok üzüldü, ne diyeceğini bilemiyor dedi. Kabullenmek istemiyordu onu aramak ihtiyacı duymamış olabileceğini. Yinede hep gözü telefondaydı. Her kapı zilinde, her telefon çalışında yüreği yerinden oynuyordu. Bu Eray kesinlikle diyordu her seferinde ve her seferinde başkaları oluyordu. Ummadığı insanlar onun acılarını paylaşmak için yüreklerini açıyorlardı. Ama Eray aramıyordu.
Böyle sürüp giderken hayat, kemoterapi zamanı gelmişti, 2. kemoterapisini alırken saçlarının döküleceğini öğrenmişti. Avuç avuç eline saçlarının gelmesine dayanamazdı, gidip kazıttı kafasını. Berber koltuğunda saçlarından daha fazlasını kaybederken, Eray içinde onu aramaya dair bir şeyler varken yeni sevgilisi kızar diye aramıyordu. Eray onu unutmaya, yadsımaya çalışıyordu sürekli. Sırf yeni ilişkisine zarar gelmesin diye. İşte yalan sevgi sanırım bu oluyordu, çok seviyormuş gibi yapmak bu oluyordu. Çok yüksek duygular yaşadığını iddia edip, bu durumda aramamak yalan sevginin en büyük kanıtı oluyordu. Yeni sevgilisinde mi suç var, Eray’da mı yoksa bizim kızda mı ben söylemek istemiyorum.