Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Balkan Savaşları
İngiltere Rusya ile Tallin'de gizli bir anlaşma yaparak Rusya'yı İstanbul ve Boğazlar üzerinde serbest bıraktı. Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan Bulgaristan Sırbistan ve Karadağ Rusya'nın aracılığıyla aralarında anlaşarak Türkleri Balkanlardan atmak istediler. Trablusgarp Savaşı da onları cesaretlendirdi. Balkan Ulusları Osmanlı Devleti'nden Makedonya'da ıslahat yapmasını istediler. Bu istekleri reddedilince savaş ilan ettiler.
Birinci Balkan Savaşı 1912
Deneyimli subay ve askerlerin terhis edilmesi parti çekişmeleri nedeniyle komutanlar arasındaki anlaşmazlıklar silahyiyecek araç-gereç gibi konularda ek***liklerin olması Osmanlı Ordusu'nun cephelerde yenilmesine neden oldu.
Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelerek İstanbul'u tehdit etmeye başladılar. Sırp Karadağ ve Yunanlılar Makedonya'yı tamamen işgal ettiler. Durumdan yararlanan Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti. Yunanlılar İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki adaları işgal etti.
Aralık 1912'de Balkan Yarımadası'nın yeni siyasal haritası belirlenmek üzere Londra Konferansı toplandı. Konferans sonunda Balkan Devletleriyle Osmanlı Devleti arasında Londra Antlaşması imzalandı.
Midye-Enez çizgisinin batısındaki bütün Balkan Toprakları kaybedildi. Midye-Enez çizgisi Osmanlı Devleti'yle Bulgaristan arasında sınır kabul edildi. İmroz ve Bozcaada dışında kalan tüm Ege Adaları Yunanistan'a verildi.
İkinci Balkan Savaşı 1913
Bulgaristan'ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan Karadağ Sırbistan ve 1. Balkan Savaşı'na katılmayan Romanya birleşerek Bulgaristan'a karşı savaş açtılar. Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu Midye-Enez çizgisini aşarak Edirne ve Kırklareli'ni geri aldı.
Bulgarların barış istemesi üzerine 1913'te İstanbul Antlaşması yapıldı. Edirne Kırklareli ve Dimetoka Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Batı Trakya ve Dedeağaç Bulgaristan'da kaldı.
Yunanistan'la ise Atina Antlaşması yapıldı. Girit ve Ege Adaları Yunanistan'a verildi. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi. Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'yle sınırı kalmadığı için antlaşma imzalanmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı
Birinci Dünya Savaşı Sonunda Osmanlı Devletinin Durumu ve Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)
Savaş devam ederken İtil226;f Devletleri aralarındaki gizli antlaşmalarla Os- manlı Devleti 'ni paylaşmışlardı. Mondros Ateşkes Antlaşması'da bunların deva- mı olduğundan şartları çok ağırdı. Antlaşmada alınan kararlar kısaca şöyleydi:
1) İtil226;f Devletlerinin boğazlardan serbestçe geçişi sağlanacak ve boğazların tünellerin demiryollarının ve haberleşme ağlarının askeri kontrolü İtil226;f Devletlerine bırakılacak.
2) İtil226;f Devletlerinin fazla gördüğü Osmanlı askerleri terhis edilecek.
3) İtil226;f Devletleri Osmanlı Devleti 'nin liman ve tersanelerinden yararlanacak.
4) Osmanlı Devleti 'nin savaş gemileri zincirlenecek.
5) İtil226;f Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri yerleri işgal edebilecek.
6) Erzurum Elazığ Bitlis Van Diyarbakır ve Sivas 'ta karışıklık çıkarsa bölge işgal edilecek.
Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti fiilen sona ermişti. Boğazların işgaliyle Anadolu ve Rumeli bağlantısı kopmuştu ; ayrıca 7. ve 24. Maddelere göre ülke- nin tamamının işgali kabul edilmiş oluyordu.
Antlaşmadan sonra İngilizler Fransızlar İtalyanlar Yunanlılar yurdun büyük bir bölümünü işgal ettiler.
Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919) ve İzmir 'in İşgali
Savaş sonunda İtil226;f Devletleri yenilenlerin durumunu görüşmek üzere Paris'te toplandı. Konferansta Yunanistan sahte belgelerle Anadolu'ya sahip çıktı ve bu İngiltere 'nin işine gelince Yunanistan 'ın İzmir 'i işgaline karar verildi.
Yunanlılar İzmir'e girmeden "Türkler Rumlar'ı katlediyor." Diyerek Mon- dros Ateşkes antlaşmasına göre haklı hale geldiler ve tüm dünyayı kandırdılar. Yunanlılar'ın İzmir'e girince taşkınlıklar yapması üzerine Kurtuluş Savaşı başladı
Milli Mücadelede Cemiyetler
Mondros Ateşkesi 'nden sonra yurtta bir çok cemiyet kuruldu. Bunlar ikiye ayrılır :
1. Yararlı Cemiyetler :
Ülkenin kötü durumu bölgesel cemiyetlerin kurulmasına neden oldu. Bu cemiyetler sadece kuruldukları bölgeyi ve çevresini koruyabiliyordu. Bunlara örnek verirsek :
Edirne ve İstanbul 'da Trakya Paşaeli cemiyeti İzmir 'de İzmir Müdafaa-i Hukuk cemiyeti doğuda Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Ayrıca halka yardım etmek amacıyla bir çok cemiyet kurulmuştur.
2. Zararlı Cemiyetler :
a-) Azınlıkların kurduğu zararlı cemiyetler :
Mavri mira cemiyeti Rumların Yunanistan 'a yardım için kurduğu bir cemiyettir. Pontus Rum cemiyeti de bu cemiyetin bir kolunu oluşturur.
b-) Türklerin kurduğu zararlı cemiyetler :
Padişahlığı geri isteyenlerin kurduğu Te226;li İsl226;m Cemiyeti bu cemiyetlere örnektir. Ayrıca İngiliz sevenler Cemiyeti İngiliz mandalığı isteyenlerin padişa- hında yardımlarıyla kurduğu bir cemiyetti. Bu cemiyete padişah ve Osmanlı Devleti hükümetinden pek çok kişi üyeydi.
KURTULU350 SAVA350I
Savaş 'tan önce kurulan yararlı cemiyetler bir çatı altında toplandı. Buna Kuvayı Milliye hareketi denir. Bu birlikler Anadolu'nun işgali Osmanlı orduları- nın terhis edilmesi ve İstanbul hükümetinin otoritesini kaybetmesi nedenleriyle kuruldu. Birlikler düşmanın ilerleyişini yavaşlatmış meclis toplanana kadar askerlik yapmış ve çıkan ayaklanmaları bastırmışlardır. Ancak halktan zorla para topladıkları ve düşmanı tamamen durduramadıkları için kaldırıldılar.
Atatürk ülkenin ancak Anadolu 'da yapılacak bir örgütlenmeyle
kurtulabileceğine kesin olarak karar verdikten sonra Samsun 'a gitmek için yola çıktı. 19 Mayıs 1919 'da Samsun 'a çıktı ve faaliyetlerine başladı. Buradan Amasya 'ya geçerek Amasya genelgesini yayınlayan Atatürk Osmanlı Devleti- 'ndeki görevinden de istifa etti.
Amasya Genelgesi
Genelge bağımsızlık hareketinin ilk adımı ve Milli mücadelenin başlangıcı olması nedeniyle çok önemlidir. İlk kez bu genelgede hakimiyet halka verilmiştir ve yurdun tümü bağımsızlık kaps***** alınmıştır. Atatürk Anadolu'da bu genel- geyi yayınlarken Osmanlı padişahı ve hükümeti Atatürk'ü ve yandaşlarını vatan haini ilan etmişlerdi. Fakat halk asıl vatan haininin kim olduğunu biliyordu. Bu genelgede alınan kararların başlıcaları şunlardır :
1) Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlık tehlikededir.
2) Osmanlı hükümeti iyi çalışmamakta ve milleti iyi temsil edememektedir.
3) Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı belirleyecektir.
4) Bağımsızlığın sağlanması için bir heyetin toplanması lazımdır. Bu heyet için illerden üç kişinin Sivas 'a yollanması gerekmektedir.
Erzurum Kongresi ( 23 Temmuz - 6 Ağustos 1919 )
Kongre halk arasında birliği koru***** azınlıkların çalışmalarını etkisizleş- tirmek için toplandı. Burada Amasya genelgesinde alınan kararlar tekrar gözden geçirilerek herkesin görüşü alındı. Bu arada İstanbul hükümeti h226;l226; İngiltere'nin himayesine girmek istiyordu. Kongre toplanış yönünden bölgesel kararları yönünden ise ulusal bir kongredir. Kapitülasyonlara ilk kez burada karşı çıkılmış ve yeni bir devlet kurma fikri ilk kez burada ortaya atılmıştır. Ayrıca kongrede alınan kararların uygulanabilmesi için bir temsil heyeti oluşturuldu.
Sivas Kongresi ( 4 - 11 Eylül 1919 )
Erzurum'dan sonra Sivas 'ta da bir kongre toplandı. Bu kongrede Erzurum kongresinde alınan kararlar halka mal edildi ve başka bir ülkenin himayesine girmek kesin olarak reddedildi. Temsil heyetinin artık bütün milleti temsil edeceğine karar verildi. Osmanlı hükümeti bu kongrenin toplanmasına karşı çıktı fakat kongreyi dağıtacak gücünün olmaması nedeniyle bir şey yapamadı ve İngiltere'den yardım istedi. İngiltere bu kongreyi küçük bir ayaklanma olarak gördü ve önemsemeyip yardım etmedi.
Bu sırada Osmanlı Devleti 'nde hükümet değişikliği oldu. Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümeti ve temsil heyeti arasında Amasya 'da bir görüşme oldu. Gö- rüşme sonucunda ilk kez bir İstanbul hükümeti milli mücadeleyi kabul etmiş oldu.
Misak-ı Milli
Atatürk 'ün Misak-ı Millide yayınladığı kararlar şöyledir :
8226; Çoğunluğu Türk olan topraklar vatanın bölünmez bir bütünüdür.
8226; Boğazların güvenliği sağlanırsa o bölge dünya ticaretine açılabilir.
8226; Azınlıklara önceden tanınmış olan fazla haklar kaldırılmalıdır.
8226; Kapitülasyonlar hiçbir şekilde kabul edilmez.
Bu kararlar sonrasında İtil226;f Devletleri 16 Mart 1921 'de İstanbul 'u işgal ettiler. Osmanlı Devleti ve hükümeti de olanları seyretti ve hatta İtil226;f Devletleri 'ni destekledi. Halk çeşitli protestolarla İtil226;f Devletleri'nin subaylarının tutuklanmasıyla ve bunun gibi daha bir çok şekilde işgale tepki gösterdi.
T.B.M.M. 'nin Açılması ( 23 Nisan 1920 )
Mustafa Kemal 'in 16 Mart 1921 'de yayınladığı bildirge ile yeni seçimler yapıldı. Seçimler sonunda Mustafa Kemal'in ilkeleri doğrultusunda yeni meclis dolayısıyla yeni devlet kurulmuş oldu. Meclisin açılmasının ikinci gününde Mustafa Kemal bir önerge yayınladı. Buna göre :
1) T.B.M.M. en üstün güçtür ve yasama yürütme erklerine sahiptir.
2) Hükümet kurmak mecburidir meclis başkanı aynı zamanda hükümet başkanı olacaktır.
Bu mecliste farklı düşüncelerin oluşu meclisin en üstün güç oluşu ve sürekli oluşu meclis için büyük avantaj oluşturmuştur.
T.B.M.M. 'ye Karşı Yapılan İsyanlar
Anadolu 'nun işgalinin devlet otoritesini zayıflatması halkın devletten daha güçlü olmasına neden oldu. İstanbul hükümeti İngilizlerin ve Yunanlıların da baskısıyla bizzat isyanlar çıkardığı gibi çıkan isyanları da destekledi. Ayrıca Kuvayı Milliye birliklerinin halka kötü davranması halkın ayaklanmasına neden oldu. Bunların sonucunda ülkenin her yerinde bir çok isyanlar çıktı.
İsyanlar sonunda meclisin yıpranmasına rağmen devlet otoritesi korundu. İtil226;f Devletleri ile Osmanlı hükümetinin meclisi yıkma çabaları sonuçsuz kaldı.
Sevr Barış Antlaşması ( 10 Ağustos 1920 )
Bu antlaşmanın asıl sebebi İtil226;f Devletleri 'nin kendi aralarında Osmanlı Devleti 'ni paylaşma konusunda çıkan anlaşmazlıktır. İtil226;f Devletleri Antlaşma-yı Osmanlı Devleti 'ne gönderdiklerinde hiç bir itiraz kabul etmeyeceklerdizaten Osmanlı padişahının veya hükümetin itiraz etmeye niyetleri yoktu. İşgalciler antlaşmayı bir an önce yapabilmek için Yunanistan'ı destekledi. Yunanlı askerler yurdun içlerine kadar rahatça girdi.
Damat Ferit başkanlığındaki bir heyet bu antlaşmayı imzaladı. T.B.M.M. Sevr antlaşmasını kabul etmediğini ve kabul edenleri vatan haini ilan ettiğini açıkladı. Çünkü bu antlaşma tamamen bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğünü engelliyordu ve devleti bir sömürge devleti durumuna düşürüyordu.
Düzenli Orduya Geçiş
Mondros 'tan sonra Osmanlı orduları terhis edilmişti. Kurulan kuvvetler düşmanı ancak yavaşlatabiliyordu. Batı cephesine getirilen İsmet Paşa 1920 'de düzenli orduya geçişi başlattı. İsyanların da bastırılmasından sonra batıda tama- men düzenli orduya geçilmiş oldu. T.B.M.M. işgallerden kurtulmak için üç cephede savaşmıştır.
Vietnam Savaşı Vietnam Savaşı denen ve 1965'de başlayıp 1973 yılı başlarına kadar sekiz yıl devam eden Amerika'nın Kuzey Vietnam'la mücadelesi Amerikan tarihi bakımından olduğu kadar savaş sonrası milletlerarası münasebetlerin gelişmesi açısından son derece enteresan ve mühim bir hadise teşkil eder.
Vietnam savaşı bir süper-devlet'in 17 milyonluk bir küçücük ülkede bataklığa nasıl saplandığının da bir hikayesidir. Buaynı zamanda ağır tabiat şartlarından iyi yararlanan bir gerilla taktiğinin en mükemmel konvansiyonel silahlar karşısındaki zaferinin de bir ifadesidir.
Nihayet 1861-1865'den beri yani son yüz yıl içerisinde ilk defa Amerikan halkı manasız ve amaçsız bulduğu bu savaş dolayısıyla federal hükümete karşı başkaldırmıştır. Amerika'nın Vietnam'a bulaşması birdenbire olmamış yavaş yavaş gelişen bir politikanın neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
1954 Temmuzundaki Cenevre anlaşmaları ile Laos Kamboçya Kuzey ve Güney Vietnam bağımsız devletler olmuşlardı. Yalnız 17'nci enlemin kuzeyinde bulunan Kuzey Vietnam'da Ho Chi Minh liderliğinde bir komünist rejim bulunuyordu. Bu rejimin daha kuzeyinde ise Çin gibi bir komünist dev vardı. Onun da kuzeyinde Sovyet Rusya gibi bir komünist süper-devlet bulunmaktaydı. Meseleye bu açıdan bakınca Kuzey Vietnam Asya'daki büyük komünist blokun bir ileri ucu bir ileri karakolu idi ve bu hali ile de bütün Hindiçini kıtası için muhtemel bir tehdit ve tehlike idi.
Bu sebeple Amerika 1954'den sonra Vietnam'da ve genel olarak Hindiçini'de Fransa'nın yerine geçti ve Asya komünist bloku ile SEATO üyelerinin meydana getirdiği anti-komünist güney-doğu Asya arasında bir tampon teşkil eden Güney Vietnam ile yakından ilgilenmeye başladı.
Güney Vietnam'da 23 Ekim 1955'de yapılan bir referandumda İmparator Bao Dai düşürüldü ve Vietnam'ın başına Ngo Dinh Diem geçti. Koyu bir komünist aleyhtarı olan Diem'i Amerika hemen 26 Ekimde tanıdı ve Diem de ilk günden itibaren Amerika'ya dayanma yoluna gitti. Diem 8-10 Mayıs 1957'de Amerika'yı ziyaret etti ve yayınlanan ortak demeçte Çin'in de adı zikredilerek bölgede komünizmin yıkıcı faaliyetlerini gittikçe arttırmakta olduğuna dikkat çekildi.
Diğer taraftan 1954 Cenevre anlaşmalarına göre Kuzey ve Güney Vietnam seçimler yoluyla birleştirilecekti. Seçimler 1956 yılında yapılacaktı. O zamanki genel kanaat odur ki eğer 1956 yılında seçimler yapılmış olsaydı Ho Chi Minh Güney Vietnam'da da seçimleri kazanabilirdi. Bunu bildiği içindir ki Güney Vietnam diktatörü Katolik ve anti-komünist Diem bu seçimlere yanaşmadı. Amerika da Diem'i destekledi. Ho Chi Minh 1957 yılına kadar bekledi. Diem'in seçime yanaşmadığını görünce Diem hükümetini devirmek için Güney Vietnam'daki Viet Cong vasıtasıyla yoğun terörist faaliyetlerine ve gerilla mücadelelerine girişti.
Viet Cong'un Güney Vietnam'da yarattığı huzursuzluk o derece ciddi bir hal aldı ki Başkan Eisenhower 4 Nisan 1959'da yaptığı bir konuşmada 12 milyon nüfuslu Güney Vietnam'ın komünist kontrolü altına düşmesinin 150 milyonluk bir bölgeyi tehlikeye sokacağını Amerika için ve "hürriyet için" yıkıcı bir gelişmeyi başlatacağını bundan dolayı Amerika'nın güvenliği ve milli menfaatleri için Güney Vietnam'a ekonomik ve askeri yardımın yapılması gerektiğini söylüyordu. Amerika'nın Vietnam'a bulaşması böyle başladı.
Başkan Eisenhower 1960 Kasımında görevden ayrıldığında ve Kennedy Başkanlık seçimlerini kazandığında Amerika'nın Güney Vietnam'da 1000 "askeri danışman"ı bulunuyordu. Başkan Kennedy 22 Kasım 1963 günü öldürüldüğünde isebu danışmanların sayısı 17.000 olacaktır. Bu arada 70 danışman da öldürülmüştü. Amerika ilk kayıpları vermeye başlamıştı.
Amerika'nın yeni Başkanı John F. Kennedy 20 Ocak 1961'de görevine resmen başladığı zaman Viet Cong'un faaliyetleri ile Güney Vietnam'da durum daha da kötüleşmişti. Bu sebeple Kennedy Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson'ıdurumu yerinde incelemek üzere; 1961 Mayısında Güney Vietnam'a gönderdi. Johnson ve Diem arasında yapılan görüşmeler sonunda 13 Mayıs 1961'de yayınlanan ortak bildiride Güney Vietnam'da mevcut olan gerilla savaşı ve "Komünist İmparatorluğu'nun" "Hür Vietnam"a yaptığı baskı karşısında alınması gereken tedbirler 8 madde halinde belirtiliyordu ki bu tedbirler arasında Amerika'nın askeri yardımı ile uzman yani danışman yardımı başta geliyordu.
Bu durum karşısında Kennedy iki baskı arasında kalmıştır. Askerlere göre Güney Vietnam'a Amerikan askeri gönderilmeliydi. Dışişleri Bakanlığı ise bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ve Amerika'yı Vietnam'da Fransa'nın durumuna düşürebileceği görüşünü ileri sürdü. Başkan Kennedy bu iki görüşün arasında yer aldı ve Güney Vietnam'daki Amerikan askeri danışmanlarının sayısını arttırdı.
1963 Kasımında bir suikaste kurban gittiğinde danışmanların sayısı 17.000'i bulmuştu. Fakat bu meseleye çare olmadı. Öte yandan Güney Vietnam'da Diem'in diktatörlüğü her geçen gün halk için çekilmez hale gelmeye başlamıştı. Bu sebeple siyasi reformlar yapabilecek bir idareyi işbaşına getirmek amacı ile ve Amerika'nın desteklediği bir darbe ileDiem 1963 Aralık ayında iktidardan düşürüldü ve yerine General Duong Van Minh başkanlığında bir Askeri İhtilal Konseyi geçti.
Kennedy'nin öldürülmesinden sonra Anayasa gereği başkanlığa Başkan Yardımcısı Johnson geçti. Johnson'la beraber Amerika'nın Vietnam politikası da yeni bir safhaya girdi. Daha doğrusu Amerika Vietnam savaşına fiilen bulaştı. Zira 2 Ağustos 1964 günü Tonkin Körfezinde Amerikan donanmasına ait Maddox destroyeri Viet Minh (Kuzey Vietnam) gemilerinin saldırısına uğradı. 4 Ağustos günü bu saldırılar diğer Amerikan gemilerine de yöneldi.
Amerikan donanması bu saldırıları püskürtmekle ve iki Viet Minh gemisini batırmakla beraber hukuken Viet Minh Amerika'ya saldırıda bulunmuş olmaktaydı. Bu sebeple Başkan Johnson 5 Ağustos'ta Kongre'ye gönderdiği mesajdakomünizmin saldırılarına karşı Amerika'nın kararlılığını göstermesini ve bu saldırılara karşı koymada asker kullanma da dahil; Başkana yetki verilmesini istedi. Kongre ise 10 Ağustosta aldığı ortak kararında Başkana Amerikan silahlı kuvvetlerine karşı vuku bulacak her türlü saldırıyı defetmek ve Amerika'nın SEATO antlaşması çerçevesi içindeki taahhütlerini yerine getirmek için Amerikan askerlerinin kullanılması da dahil her türlü tedbiri alma yetkisini verdi.
Karar Senato'da 2'ye karşı 88 ve Temsilciler Meclisinde de sıfıra karşı 416 oyla kabul edilmişti. Amerika'nın bu kararlılığıViet Minh'in cesaretini kıracağı yerde güneydeki faaliyetlerini daha da arttırdı. Bunun üzerine Başkan Johnson Kuzey Vietnam'ı müzakere masasına oturtabilmek amacı ile 1965 Şubatından itibaren Kuzey Vietnam'ı bombalatmaya başladı. Maksat Viet Minh gerillalarının gücünü kaynağında yok etmekti. Bu sebeple askeri hedefler bombardıman ediliyordu.
Bu bombardımanlar üç yıl sürecektir. Fakat bombardımanlar istenen neticeyi vermedi. Zira Ho Chi Minh Amerika'nın havadan yaptığı baskıya karada kendi baskısını arttırarak cevap verdi. Yani Güney Vietnam'a sızmalar ve gerilla faaliyetleri büsbütün arttı. Bu ise Amerika'yı Vietnam'ı Amerikan askeri ile savunmaya sevketti. 1965 Mayısında Güney Vietnam'a 80.000 asker gönderildi. Bu sayı giderek artacak ve 600 bine yaklaşacaktır.
Vietnam'a asker gönderilmesi Amerika'nın kendi içinde büyük çalkantıya sebep oldu. Zira Amerikan askeri ölmeye başlayınca Amerikan kamu oyunda tepkiler artmaya başladı. Büyük şehirlerde ve bilhassa üniversitelerde Vietnam savaşına karşı protesto gösterilerine girişti.
Gençlik Vietnam savaşının ve orada ölme gereğinin sebebini anlayamıyordu. Vietnam savaşı Amerikan kamu oyu için sebebi anlaşılamayan manasız ve amaçsız bir savaş haline gelmişti. O kadar ki Amerikan Kongresi de Başkan Johnson'ın aleyhine bir tutum almaya ve Johnson'ın yanlış değerlendirme ile kendilerini yanılttığını söylemeye başladı. Amerika'nın Avrupalı müttefikleri de Amerika'nın Vietnam macerasını tasvip etmediler.
Batı ittifakı Vietnam'da bir prestij yarası alırken öte yandan Amerika kendi müttefiklerine yeteri kadar danışmadan bir maceraya girmişti ki bu maceranın sonu Batı Avrupa'yı da işin içine çekebilirdi. Bu konuda en fazla tepki gösteren de Fransa oldu. Halbuki Amerika'nın bu savaşı değerlendirmesindeki faktörler şöyle idi. Amerika Güney-Doğu Asya ile Pasifiği kendi milli menfaatlerinin ve güvenliğinin hayati bir bölgesi olarak telakki ediyordu.
II. Dünya Savaşında Japonya ile çatışmaya sürüklenmesinin sebebi de Çin'i korumaktan ziyade Japonya'nın güneye sarkıp Güney-Doğu Asya ve Pasifiği tehdit etmesiydi. Kuzey Vietnam'a da bu sefer Çin açısından bakıyor ve Kuzey Vietnam'ı Çin'in bir uzantısı olarak görüyordu. Bilhassa Çin'in 1959 da Tibet'i işgali ve 1962'de de Hindistan'a saldırması1964'de Çin'in kendi atom bombasını yapması ve nihayet 1965'de Savunma Bakanı Lin Piao'nun Güney-Doğu Asya'dan söz etmesi Amerika'nın bu konudaki endişelerini arttıran gelişmeler olmuştur.
Bütün bunlardan başka Vietnam'ın yüzlerce yıl Çin hakimiyeti altında yaşamış olmasını ve ayrıca Çin Vietnam'a hakim olduğu takdirde bölgede yaşayan geniş Çin azınlıklarını da harekete geçirebileceğini de unutmamak gerekir. Bununla beraber Başkan Johnson bir yandan Vietnam savaşında tırmanmaya giderken öte yandan da çeşitli kanallardan barış için teşebbüslerini de ek*** etmedi. Bu teşebbüsler 1966-1967'de yoğunlaştı. Bu gelişmelerin neticesi olarak 1968 Mayısında Paris'te Kuzey Vietnam ve Amerika arasında barış görüşmeleri başladı ve görüşmeler biraz ilerleyince deBaşkan Johnson 31 Ekim 1968 tarihinden itibaren Vietnam'ın bombardımanını durdurdu.
Bu arada Johnson 31 Mart 1968'de yaptığı bir konuşmada Vietnam savaşı karşısında Amerikalıları birlik ve bütünlüğe davet etti ve bu birlik ve bütünlüğün korunması için kendisinin 1968 Kasımındaki başkanlık seçimlerine adaylığını koymayacağını bildirdi.
1968 Kasımında yapılan Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Partiden Richard Nixon kazandı. Nixon 20 Ocak 1969'da Başbakanlık görevine başladığında Vietnam'da 540.000 Amerikan askeri bulunuyordu ve 31.000 Amerikan askeri de Vietnam'da ölmüştü. Bu sebeple Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Vietnam politikasına yeni bir şekil verdiler. Buna göre Amerika bir yandan Vietnam'daki askerini yavaş yavaş geriye çekerken bir yandan Kuzey Vietnam'ın bombalanması daha da arttırılacaktı. Bunun da sebebi Kuzey Vietnam'ı barışa zorlamaktı. Nitekim Nixon idaresi bütün bunları yaparken Paris'te devam etmekte olan barış görüşmelerini de hızlandırmaya çalıştı.
Nixon Amerika'yı Vietnam bataklığından çekip çıkarmaya kararlı idi. Bundan dolayı 1969 Haziranında 25.000 Amerikan askerini Vietnam'dan çekti. 1971 yılı sonlarında geri çekilen asker sayısı 200.000'i bulacaktır. Bu arada da Nixon 1969 Temmuzunda Pasifik bölgesinde yaptığı bir gezi sırasında 25 Temmuzda Guam adasında yaptığı basın toplantısındaGuam Doktrini veya Nixon Doktrini denen görüşlerini ortaya attı.
"İşbirliği yolu ile barış" (peace through partnership) prensibine dayanan bu görüşlere göre Amerika bundan böyle dünyanın neresinde olursa olsun Vietnam örneği savaşlara girmeyip müttefiklerine Amerikan askerini kullanarak değilekonomik ve askeri yardım suretiyle destek olacaktı.
Nixon Doktrini bir bakıma 1957 Ocak tarihli Eisenhower Doktrinin tersi oluyordu. Çünkü Eisenhower Doktrini Amerikan askerinin kullanılması esasına dayanmaktaydı. Paris'te sürmekte olan barış görüşmeleri ancak 1973 yılı başında bir neticeye ulaşabildi. Bunda 1972 yılında Amerika'nın Çin'le münasebetlerini düzeltmesi ve ayrıca Sovyet Rusya ile Amerika arasında 1972 Mayısında SALT-İ antlaşmasının imzası büyük rol oynamıştır. Çünkü Kuzey Vietnam'ın iki destekçisi olan hem Sovyetlerin ve hem de Çin Halk Cumhuriyeti'nin Amerika'nın Vietnam'da sıkışık bir durumda bulunduğu bir sırada bu ülke ile münasebetlerini yumuşatması Kuzey Vietnam için müspet bir gelişme değildi.
Ho Chi Minh bir yalnızlık ihtimalinden endişe etti. Kaldı ki Amerikan bombardımanlarının Kuzey Vietnam'da yaptığı tahribat da öyle kolay onarılacak cinsten değildi. Ülke gerçekten harap bir duruma girmişti. Bu faktörler Ho Chi Minh'i savaşı sona erdirmeye sevketti. Amerika'ya 55.000 Amerikan askerinin ölümüne malolan Vietnam barışı Paris'te 27 Ocak 1973'de imzalandı.
Esas metni 23 maddeden ibaret olan bu barış ile 1954 Cenevre anlaşmalarına dönülüyor yani 17'nci enlem yine Kuzey ve Güney Vietnam arasında sınır oluyordu. Amerika altmış gün içinde Vietnam'daki bütün askerini ve malzemesini geri çekecek ve mevcut üslerini de tasfiye edecekti. Buna mukabil Kuzey Vietnam da Güney Vietnam halkının kendi kaderini kendisinin tayin etmesine ve istediği siyasi rejime kendisinin karar vermesine müdahale etmeyecekti.
Kuzey ve Güney Vietnam'ın birleştirilmesi kuvvet ve zor yoluyla değil iki tarafın aralarında yapacakları müzakerelerkarşılıklı anlaşma ve barış yoluyla gerçekleştirilecekti. Bundan başka Kamboçya ve Laos'un tarafsızlığına ve bağımsızlığına taraflar tam saygı göstereceklerdi. Nihayet Kuzey Vietnam ile Amerika arasında meydana gelen bu yeni münasebet düzeni dolayısıyla savaş yaralarının sarılmasında ve kalkınmasında Amerika Kuzey Vietnam'a yardım edecekti.
Amerika bu barış ile nihayet yakasını Vietnam'dan kurtarmaya muvaffak olmuştu. Lakin Vietnam meselesi bu barış ile kapanmadı. Barış ancak 22 ay devam edebildi. Bu sürenin sonunda Güney Vietnam komünistlerin eline geçti. AmerikaVietnam'dan çekildikten sonra Güney Vietnam'ın yaklaşık 1 milyon kadar askeri 1.600 uçağı ve 600 tankı vardı. FakatViet Cong gerillalarının faaliyeti dolayısıyla bu asker sabit mevkileri savunmakta idi. Saldırı gücü yoktu.
Diğer taraftan Vietnam savaşının Amerikan kamu oyunda uyandırdığı tepki dolayısıyla barıştan hemen sonra Amerikan Kongresi de Güney Vietnam'a yapılan yardımları azaltmaya başladı. Askeri yardım 1 milyar Dolardan 700 milyona ve ekonomik yardım da 750 milyon Dolardan 425 milyona indirildi. Buna karşılık Güney Vietnam'daki askeri durum da iyi değildi.
Saygon rejimine karşı savaşan Vietnam Halk Ordusunun güneyde 200.000 askeri bulunuyordu. Viet Cong gerillalarının kuvveti de 100.000 civarında idi. Bütün bunlara bir de Saygon hükümeti içindeki suistimalleri ilave etmek gerekiyordu. Bu şartlardan yararlanan Kuzey Vietnam 1974 Aralık ayı başlarında Kamboçya'dan Mekong Nehri deltasından Güney Vietnam'a doğru saldırılara geçti. Bu saldırıları Kuzeyden ve diğer yerlerden de yapılan bir çok saldırılar takip etti. Bu saldırılar o kadar çabuk gelişti ki Güney Vietnam başlıca birer birer komünistlerin eline geçmeye başladı. Güney Vietnam ordusu bu saldırılar karşısında çabucak çöktü.
En son 30 Nisan 1975'de başkent Saygon'un komünistlere teslim olması ile bütün Vietnam otuz yıllık bir mücadeleden sonra komünistlerin kontrolü altına girmiş oluyordu. Bu ise Güney-Doğu Asya bölgesindeki kuvvet münasebetlerinin yapısında mühim değişiklikler meydana getirerek yeni bir dönemi açacaktır.
Vietnam Savaşından Sonra
Kuzey Vietnam'ın Güneyi ele geçirmesi ve bu suretle II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölünmüş olan bu ülkeyi kendi kontrolu altında birleştirmiş olması bir diğer bölünmüş ülkenin kuzeyi olan Kuzey Kore'yi de harekete geçirdi. Komünist Kuzey Kore'nin lideri Kim II Sung 1975 Nisanında Peking'i ziyaret ederek Güney Kore'ye karşı girişeceği hareket için Çin'den destek istedi. Halbuki şimdi Çin'in güney-doğu Asya gelişmelerine bakışı çok farklı idi ve Çin'in değerlendirmelerinde Sovyet faktörü ağır basıyordu. Bu sebeple Çin Kuzey Kore'nin girişmek istediği teşebbüsü desteklemeye yanaşmadı. Kaldı ki Kuzey Kore'nin niyetini sezinleyen Birleşik Amerika hemen ağırlığını Güney Kore'nin yanına koydu ve Güney Kore'ye herhangi bir saldırı halinde Amerika'nın her türlü yardımı yapacağını bildirdi.
Bu durum karşısında Kim İİ Sung hevesinden vazgeçmek zorunda kaldı. Kuzey Vietnam'ın Güney Vietnam'ı işgaligüney-doğu Asya'nın diğer ülkelerinde büyük bir telaş ve korkuya sebep oldu ve tarafsızlık eğilimlerini kuvvetlendirdi. Bunun birinci sebebi gerilla savaşı ve yıkıcı faaliyetlerde Kuzey Vietnam'ın gerçekten yetenekli olduğunun ortaya çıkması idi. İkincisi ise Güney Vietnam'ın teslim olması çok miktarda Amerikan silah ve askeri malzemesinin komünistlerin eline geçmiş olmasıydı.
O zaman Amerikan Savunma Bakanlığının tahminlerine göre 2 milyar Dolarlık Amerikan silahı komünistlerin eline geçmişti. Gerçekte Vietnam'ın hemen yeni bir saldırıya geçecek hali yoktu. Fakat bölge ülkeleri belirttiğimiz sebeplerden dolayı korkuya kapıldılar.
1967'de kurulan ASEAN (Güney-Doğu Asya Devletleri Birliği- Association of South-East Asian Nations) üyelerinden Malaysia Tayland ve Filipinler hemen Çin'le diplomatik münasebetler kurdular. Vietnam'a karşı Çin'de bir denge unsuru arıyorlardı. Zira biraz aşağıda açıklayacağımız üzere Vietnam meselesi Sovyet Rusya ile Çin arasında daha 1975 Mayısından itibaren yeni bir mücadele konusu olduğu gibi eski adı ile Kamboçya fakat 1975'den itibaren yeni adı ile Kampuchea'nın Vietnam ile arası bozulacak ve Vietnam Sovyet Rusya'ya dayanma yoluna giderken Kampuchea da güvenliğini Çin'in kanadının altında bulacaktır.
Diğer taraftan Vietnam'ın tepkisini çekmemek için Malaysia Güney-Doğu Asya'nın bir "tarafsızlık bölgesi" olmasını teklif ederken Tayland ve Filipinler ülkelerindeki Amerikan askerlerinin çekilmesini istediler. Bunun neticesi olarak 24 Eylül 1975'de SEATO dağıtıldı. Bu ülkelerin içinde en fazla korkuya kapılanı Laos ve Kamboçya'ya karadan ve Vietnam'a da denizden komşu olan Tayland idi. Hatta Tayland güney-doğu Asya'da kurulacak yeni bir gruplaşmaya Kamboçya Laos ve Vietnam'ı da katmak gibi bazı tasarıların peşinde oldu ise de bu sırada Hanoi'nin meseleleri ve tasarıları bambaşka idi.
Mamafih 1975 yılı sonlarına doğru ortalık sakinleşmeye başlayınca güney-doğu Asya bölgesinin heyecanı da geçmeye başladı ve bu bölge ülkeleri yine güvenliklerini Amerika'nın bölgeye olan alakasına bağlamaya başladılar. Çin yine bu ülkeler için bir dayanak unsuru olmaya devam etti. Zira Vietnam'ın 1978 Aralık ayı sonundan itibaren Kampuchea'yı işgale başlaması Çin ile bölge ülkeleri arasında dolaylı bir menfaat ortaklığı ortaya çıkardı.
Vietnam'ın Kampuchea'yı İşgali
Eski adı ile Kamboçya yeni adı ile Kampuchea 1954 Cenevre anlaşmaları ile bağımsız olmakla beraber 1941-1970 arasında Prens Sihanouk'un idaresinde kalmış ve 1970 yılında da Mareşal Lon Nol'un yaptığı bir darbe ile Sihanouk iktidardan düşürülmüştür. Fakat Lon Nol'un diktatörlüğüne karşı ordunun içinden de olmak üzere çeşitli çevrelerden muhalefet ortaya çıkmakla beraber Kızıl Khmer'ler (Khmer Rouge) denen Komboçya komünistlerinin mücadelesi daha müessir olmuştur. Çünkü Kızıl Khmer'leri Kuzey Vietnam desteklemekteydi.
Yani Kuzey Vietnam Güney Vietnam'a karşı mücadele ederken Kamboçya'da da Kızıl Khmer'ler Lon Nol'rejimine karşı mücadele etmekte idiler. Fakat Kızıl Khmerlerin en büyük destekçisi Çin Halk Cumhuriyeti idi. Çin Kızıl Khmer'lere silah ve malzeme yardımı yaparken Kuzey Vietnam da Vietnam Halk Ordusundan 30.000 kişilik bir kuvvetle Kızıl Khmer'lere yardım etmekteydi.
1973 Ocak ayında Kuzey Vietnam'ın Amerika ile barış yapması Kızıl Khmer'lerin hoşuna gitmese ise de; mücadelelerine devam ettiler ve 17 Nisan 1975'de başkent Phnom Penh'in Kızıl Khmerlerin eline geçmesi ile Kamboçya da komünistlerin kontrolü altına giriyor ve ülkenin yeni adı Kampuchea oluyordu. Çünkü Kamboçya Komünist Partisi 1973'de Kampuchen Komünist Partisi adını almıştı.
Kampuchea komünistlerinin 1975'te ülkeye hakim olmasından sonra Kampuchea ile Vietnam'ın münasebetleri gittikçe bozularak 1977'den itibaren çatışmalara dönüşmeye başladı. Bu gelişmede iki sebep mühim rol oynamıştır. Birincisi daha 1950'lerden itibaren Vietnam komünistlerinin Kamboçya komünist partisi üzerinde kurduğu hakimiyettir. Bu iseKamboçya komünistlerini Kamboçyo'nın menfaatlerini bir tarafa bırakarak Vietnam Komünist Partisi'nin kendi çıkarlarına göre çizdiği çizgiye uyma zorunluluğunda bırakmıştır. Yani bu işbirliği Kamboçya'nın değil Kuzey Vietnam'ın menfaatlerine göre şekillenmiştir. Bu ise Kamboçya komünistlerini memnun etmemiştir. Burada ikinci faktör ortaya çıkmaktadır.
Vietnam'ın menfaatlerinin Kamboçya'nın menfaatlerinin üstünde tutulması Kamboçya komünistlerini memnun etmemiştir; çünkü 17'inci yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar Kamboçya'daki Khmer Krallığı ile Vietnam Krallığı arasında daima rekabet ve mücadeleler olmuş ve bu sebepten de Khmer'lerin Vietnamlılara karşı bir sempatisi mevcut olmamıştır.
Khmerlerin Vietnamlılara karşı bu tarihi düşmanlığı iki ülke komünist partileri arasındaki münasebetleri de tesir altına almaktan geri kalmamıştır. Ayrıca Kuzey Vietnam Güney Vietnam'a karşı yürüttüğü mücadele sırasında Kamboçya topraklarını da kullanmış daha önce de belirttiğimiz gibi buraya asker sokmuş ve 1975'den sonra da bu askerlerini Kamboçya topraklarından çekmediği için bu sınır topraklarında Kampuchea ile Vietnam kuvvetleri arasında üç yıl sürecek bir çatışmalar dönemi başlamıştır.
Çatışmaların şiddetlenmesi 1977 Aralık ayının son günlerinde olmuştur. Vietnam bu çatışmalarda Kampuchea kuvvetlerine 8 bin kişilik bir kayıp verdirmiştir. Bu sebeple Vietnam 1978 Şubatında Kampuchea'ya çatışmaları durdurmayı sınırın her iki tarafında 5 Km. genişliğinde askerden arınmış bölge tesisini ve birbirlerinin içişlerine karışmamayı öngören bir antlaşma yapmayı teklif etmiş ise de bu tekiif Kampuchea tarafından reddedildiği gibiVietnam topraklarına Kampuchea saldırıları devam etti.
Bu sırada Çin'in sahneye girdiğini görmekteyiz. Çünkü Vietnam'ın Sovyet Rusya'ya kaymaya başlaması üzerineKampuchea da Çin'e yanaşmaya başladı. Çin başlangıçta Kampuchea'yı yatıştırarak bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını önlemek istedi. Çin'in baskısı üzerine Kampuchea 1978 Mayısında Vietnam'a çatışmaların durdurulmasını ve Vietnam'ın Kampuchea'nın toprak bütünlüğü ile bağımsızlığına saygı göstermeyi taahhüt etmesini öngören bir anlaşma teklif etti. Bunu da Vietnam reddetti. Reddettiği gibi Kampuchea'dan kaçan halkı eğiterek Aralık 1978 başında Kamboçun Milli Selameti İçin Birleşik Cephe adı ile bir teşkilat kurdu.
Ayrıca Vietnam Kampuchea sınırlarına 12 tümenlik yani 200.000 kişilik bir kuvvet yığmış bulunuyordu. Kampuchea ile Vietnam'ın münasebetleri bu şekilde kötüleşirken Çin-Vietnam münasebetleri de giderek bozulmakta idi. Vietnam Kampuchea sınırına asker yığarken Çin de Vietnam sınırına asker yığmaya başladı. Bu durum Vietnam'ı Sovyetler Birliğine daha çok yaklaştırdı ve 3 Kasım 1978'de Vietnam ile Sovyetler Birliği arasında bir Barış Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı.
Bu antlaşmanın 6'ncı maddesi ittifaka yakın bir hüküm taşımaktaydı. Çünkü bu maddeye göre taraflardan biri saldırı veya saldırı tehdidi ile karşılaşırsa taraflar gerekli tedbirleri almak amacı ile derhal birbirlerine danışacaklardı. Bu suretle Vietnam Çin'in karşısına Sovyetleri çıkarmak suretiyle dengeyi sağlıyor ve arkasından emin bir duruma geliyordu.
Vietnam 27 Aralık 1978 günü tanklarla ve zırhlı araçlarla desteklenen 120.000 kişilik bir kuvvetle Kampuchea'ya karşı saldırıya geçti. 1975'ten beri ülkeyi diktatörlüğün ötesinde tam bir zulüm ve işkence ile idare eden Pol Pot rejimi Vietnam'ın saldırısına fazla dayanamadı.
7 Ocak 1979 günü başkent Phnom Penh Vietnam kuvvetleri tarafından işgal edildi ve Pol Pot da yanına aldığı bir kısım kuvvetle Tayland sınırı yakınlarındaki dağlık ve ormanlık bölgelere kaçtı. Pol Pot'un komutasındaki 30 bin kadar Khmer Rouge (Kızıl Khmer) kuvveti bundan sonra gerilla muharebelerine başlayacaktır ki Tayland ve Çin Pol Pot'u destekleyeceklerdir. Başkent Phnom Penh'in düştüğünün ertesi günü 8 Ocak 1979 da Pol Pot'un muhaliflerinden Heng Samrin kendi başkanlığında bir Kampuchea Halk İhtilal Konseyi kurdu ve Kampuchea Halk Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ilan etti. Bununla beraber Vietnam'ın Kampuchea'yı istila ve işgali dünyada o kadar tepki uyandırdı kiSovyetlerin bütün çabalarına rağmen Kampuchea'yı Birleşmiş Milletlerde Heng Samrin değil Pol Pot rejimi temsil etmeye devam etti.
Çin'in Vietnam'a Saldırısı
Vietnam'ın Kampuchea'yı işgali Çin-Vietnam münasebetlerinde bardağı taşıran damla oldu. Vietnam'ın 1978 Kasımında Sovyetlerle ittifaka yakın bir antlaşma imzalaması ve arkasından da Kampuchea'yı işgali Çin'i son derece sinirlendirdi. Çünkü Vietnam şimdi bütün güney-doğu Asya'ya hakim olma yolundaydı. Şu halde Çin'e göre meydanın boş olmadığını ve Sovyetlere dayanmanın da pek işe yaramayacağını Vietnam'a göstermek gerekliydi. Yani Vietnam'a bir "ders" verilmeliydi.
Çin 17 Şubat 1979 günü 100 bin kişilik bir kuvvetle Vietnam sınırlarından içeri girmeye başladı. Kuzey Vietnam'da bir kısım toprakları işgal ettikten sonra bu askeri harekatla tasarlanan amacın gerçekleşmiş olduğunu bildirerek 16 Martta kuvvetlerini geri çekti. Çin'in Vietnam'a yaptığı saldırının Vietnam üzerinde çok fazla müessir olduğu söylenemez. Belki Vietnam'a bir Çin faktörünün varlığını gösterdi lakin Vietnam'ın politikasında mühim değişiklik meydana getirmedi. Aksine Vietnam'ın dış politikası Çin'e rağmen iki istikamette gelişme gösterdi. Bunlardan biri Vietnam ile Sovyetler Birliği arasındaki münasebetlerin daha da sıkılaşmasıdır.
Çin-Vietnam savaşı sırasında bir tanesi füze taşıyıcısı olmak üzere 14 Sovyet savaş gemisi Vietnam'ın Cam Ranh körfezine geldi. 1979 Mayısında da bir Sovyet denizaltısı yine aynı körfeze geldi ki ilk defa bu sularda bir Sovyet denizaltısı görünmekteydi.
Vietnam Sovyetlere bu kıyılarda resmen herhangi bir deniz üssü vermemekle beraber Sovyet savaş gemileri bilhassa Danang deniz üssünün kolaylıklarından yararlanmaya başlamışlardı. Vietnam-Sovyet münasebetlerinin gelişmesi bu kadarla da kalmadı. Vietnam ekonomik bakımdan da her geçen gün Sovyetlere dayanmak zorunda kaldı. Daha önce de belirttiğimiz gibi; Vietnam savaşı 1975'de sona erdiği zaman bilhassa Kuzey Vietnam bir harabe halinde idi.
Savaşın yıkıntılarını tamir etmek ve ülkenin kalkınmasını hızlandırabilmek için Sovyetlerden yardım aldı. Kampuchea'nın işgali ise Vietnam'a yeni ekonomik dertler çıkardı. Çünkü üç yıldır iktidarı elinde tutan Pol Pot ve rejimi ülkede tam bir zulüm idaresi tatbik etti. Bu zulüm bilhassa aydınlara yönelmişti. Bir çok aydın öldürüldüğü gibi bir çoğu da kırsal alanlarda çok güç şartlarda çalışmaya zorlanmıştı. Daktilo televizyon otomobil gibi medeni vasıtalar yozlaşmış bir hayatın unsurları olarak yasaklanmıştı.
Kısacası Vietnam'ın Kampuchea'ya saldırısı ne kadar gayri insani ve medeniyetten uzak bir hareket olmuş ise Pol Pot rejimi de o kadar gayri insani ve gayri medeni idi. dolayısıyla Vietnam Kampuchea'yı tam bir perişanlık içinde buldu. Yeni lider Vietnam'ın kuklası Heng Samrin ve Vietnam Kampuchea'nın ekonomik problemlerinin çözümü için de sırtını Sovyet Rusya'ya dayamak zorunda kaldı.
Bütün bu sıkıntılara rağmen Vietnam Hindiçini bölgesindeki yayılma ve genişlemesini arttırmaktan da geri kalmadı. Dış politikasındaki ikinci mühim gelişme buydu. Bu gelişme de iki istikamette oldu. Laos'ta da bir komünist rejim olmakla ve bu rejim de Sovyet Rusya'ya dayanmakla beraber Laos'un içinde de mevcut rejime karşı bir hareket başlamıştı. Bu sebeple Vietnam 1979 yılında Laos'a 50.000 kişilik bir kuvvet sevketmiş bulunuyordu. Yani Laos da Vietnam'ın kontrolü altına girmişti.
Mamafih 1980 Eylülünde Laos'un Champassak eyaletinde Laos Halkının Milli Kurtuluş Birleşik Cephesi kurulmuş ise debu kuruluş kuvvetli ve müessir bir organizasyon olamamıştır. Diğer taraftan Vietnam Pol Pot'un Tayland'dan ve Tayland vasıtasıyla Çin'den devamlı yardım alması sebebiyle 1979 yılından itibaren Tayland üzerindeki baskısını arttırdı. ZiraTayland 1975 Vietnam şokunu atlattıktan ve bilhassa Vietnam'ın Kampuchea'yı işgalinden sonra üç istikamette faaliyette bulundu. Birincisi Pol Pot'un Kızıl Khmerlerine yardım ettiği gibi Çin'den gelen yardımları da Kızıl Khmer'lere geçirdi. İkincisi Çin'le olan münasebetlerini geliştirdi. Üçüncüsü ASEAN ülkeleri Tayland'ı destekledikleri gibi aynı zamanda Amerika ile de tekrar eski münasebetlere dönme zaruretini hissettiler.
Bilhassa Amerika Tayland'a askeri yardımını arttırdı. Zira Tayland'ın Kızıl Khmer'lere yardım etmesi Vietnam'ı büsbütün sinirlendirdi. Bu sebeple Vietnam Tayland sınırlarına asker yığdığı gibi bilhassa 1980 yılında Tayland sınırlarından içeri girmeye başlamıştı.
Vietnam'ın amacı Kızıl Khmer'leri Kampuchea topraklarından tamamen sürmek ve aynı zamanda da Tayland'daki rejimi devirmekti. Kampuchea'daki Heng Samrin rejimi ülkeye Vietnam tarafından yani dışardan zorla kabul ettirilmiş bir rejim olduğu için Birleşmiş Milletler tarafından tanınmadığı gibi gerek Batılılar ve gerek ASEAN ülkeleri Heng Samrin rejimine karşı mücadele eden grupları ve kuruluşları biraraya getirip birleştirmek suretiyle güçlü bir mücadele yaratmaya çalışmışlardır.
Bunlar Pol Pot'un liderliğindeki Kızıl Khmer'ler Son Sann liderliğindeki Khmer Halkının Milli Kurtuluş Cephesi ve Prens Sihanouk taraftarlarıdır. Lakin bugüne kadar Heng Samrin rejimine ve Vietnam'a meydan okuyacak kadar güçlü bir kuvvetin ortaya çıktığı söylenemez.
Mora yarım adasını Balkanlar'a bağlayan geçidin ismi. Termopil Antik Yunandan itibaren savaşlarada sahne olmuştur.Termopildeki en meşhur ve önemli savaş Spartalılar ve Persler arasında yaşamıştır.
Termopil Savaşı
M.Ö 480 yılında Pers kralı Kserkses(Serhas) babası Darius un Atinalılara yenilmesinin öcünü almak için Hellespontos'u geçerek Yunanistan'ı istila etmek üzere yola çıktı.Herodot'un belirttiğine göre iki milyondan oluşan Pers ordusunun vatanları üzerine yürüdüğü haberi bütün Yunanistan'ı dehşete düşürdü.Atina'nın en zayıf günlerini yaşıyor olması bütün ümitlerin Spartalılara bağlanmasına sebeb oldu.Spartalılar tarihin gördüğü en savaşçı milletlerdendir.Kökenleri Dorlara dayanır.2 milyon asker karşısında çaresiz kalan Spartalılar bir oyalama taktiği olarak Termopil geçidine üç yüz seçilmiş asker gönderdiler.Spartalılar müttefik de topla***** M.Ö 486 yılında Termopil geçidinde Perslerle karşı karşıya geldi.Persleri burada olabildiğince oyala***** geride kalanlara ordu hazırlamaları için süre kazandırmış olacaklardı.7 gün boyunca küçük yunan ordusu 2 milyon Persliyi geçitlerin öte tarafında tutmayı başardı.Ancak 7. günün sonunda bir hain sayesinde Persler geçidi arkadan sarabilecek bir yol öğrendiler.Bunun üzerine Sparta kralı Leonidas müttefiklerine geri çekil emri verdi.Kendisi ise 300 askeriyle ülkesinin kanunları gereğince burada savaşarak ölecekti.Ancak Spartalıların Thespia lı müttefikleri geri çekilemediler ve Spartalılarla birlikte şerefle ölmeyi tercih ettiler.Son muharebenin bitimine doğru ölen Leonidas ın cesedini korumak için kalan son Spartalıların tırnak ve dişleriyle mücadele ettiği Herodot'un kayıtlarında belirtiliyor.Burada kahramanca ölen askerler sayesinde güç toplayan Yunan siteleri bu savaşın ardından Persleri Salamis ve Plataiai de mağlub ederek tarihin ilk demokratik düzenini korumuşlardır.
Bilgiler
Bugün termopilde iki anıt kalmıştır.Sonradan yapılan anıtta Kral Leonidas'ın kendisinden silahlarını isteyen Serhas'a söylediği sözler yazılıdır:"MOLON LABE" - "GEL VE KENDİN AL" ikincisinde ise Şair Simonides in sözleri vardır.Bu sözler tüm savaş yazıtlarının en ünlülerindendir: "Yoldan geçen yabancı git Spartalılara söyleki; burada onlara sadık kalan bizler yatmaktayız."
Tüm Spartalı ve Thespialı askerler cesurca savaşmışlarsada hepsinin en cesuru olarak Spartalı Diekenes gösterilir.Savaş arifesinde bir Trakya yerlisi pers okçularının sayısını anlatmak için Perslerin attığı okların güneşin yüzünü örttüğünü söylemiştir.Diekenes ise buna yanıt olarak gülmüş ve şöyle cevap vermiştir:"İyi.Öyleyse biz de gölgede savaşırız
amerika bağımsızlık savaşı
Bu savaş aslında bir bağımsızlık savaşı olarak ortaya çıkmamıştır. Tam tersine 13 İngiliz Kolonisi'nin İngiltere'ye karşı ayaklanmasında vergi meselesi temel sebep olmuştur. Zira 1756-1763 Yedi Yıl Savaşları sonucunda İngiltere Fransa'dan Hindistan sömürgesini kapmış olsa da bu savaş esnasında oldukça çok para harcamış ve bu açığı gidermek için Amerika'daki kolonilerine ağır vergiler dayatmıştır.
1765'te vergi meselesinden çıkan sürtüşme 1775'lerde iyice dallanıp budaklandı. 1776'ya gelindiğinde Thomas Jefferson'ın kaleminden çıkan Bağımsızlık Beyannamesi'nin ilanı ile 13 Koloni ve İngiltere arasında çıkan çatışma "Bağımsızlık Savaşı" haline gelmiştir.
İnsanların doğuştan yaşama hakkı hürriyet hakkı ve saadetini temin etme gibi başkasına devredilemez hakları vardır. Devletler bu hakları sağlamak için kurulmuştur ve yönetenler her türlü iktidarı yönetilenlerin rızasından alırlar. Eğer herhangi bir hükümet şekli bu gayelere aykırı hareket ederse bu hükümeti değiştirip yerine bir yenisini getirmek milletin hakkıdır. Bu içeriğe sahip Bağımsızlık Beyannamesi demokrasi ve siyaset bilimi açısından ilk defa olarak insanların doğuştan sahip oldukları hak ve hürriyetleri ve demokrasinin temel ilkelerini belirlemesi nedeniyle çok önemlidir.
Bu arada savaşın bağımsızlık mücadelesine dönüşmesi üzerine Sevil Berberi ve Figaro'nun Düğünü operalarının yazarı Beaumarchais'in ileri sürdüğü fikirler çevresinde Fransa askeri siyasi ve ekonomik açılardan Amerikalılara yardım etmeye başladı. Fransa bu şekilde İngiltere'den 7 Yıl Savaşları'nın hıncını çıkarmaya çalışıyordu.
1778'de Amerika ve Fransa arasında bir ittifak yapıldı. Bu arada Fransız General Lafayette 1777'den beri yanındaki gönüllü gruplar ile Amerika'da İngilizlere karşı çarpışmakta ve oradaki bağımsızlığa gidişi adım adım gözlemektedir. Amerika'ya yaptığı yardımlar Fransız bütçesini ve ekonomisini altüst etmişse de Amerika 1783 yılında bağımsızlığına kavuşacaktır.
İnebahtı SavaşıKıbrıs'ın alınması Avrupa'da bir Haçlı donanmasının hazırlanmasına neden oldu. Don Juan komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik İspanya Malta Papalık ve diğer İtalya hükümetlerine ait gemiler bulunuyordu. Osmanlı Donanmasının değerli komutanları Pertev Paşa ve Uluç Ali Paşa bu karşılaşma sırasında savunma yapılmasını istedilerse de Kaptan-ı Derya Ali Paşa saldırıda bulunulmasını istedi.
İki donanma Mora'nın kuzey Orta-Yunanistan ile Karlıeli'nin güney kapılarında bulunan İnebahtı körfezinde karşılaştı (7 Ekim 1571). Şiddetli çarpışmalardan sonra Kaptan-ı Derya Ali Paşa ve beraberindekiler şehit düştü.
Osmanlı donanması beklemediği bir darbe aldı ve çok sayıda gemisi batırıldı. Savaşta büyük başarılar göstererek gemilerini kurtarmayı başaran Uluç Ali Paşa Sokullu Mehmed Paşa tarafından Kaptan-ı Deryalığa getirildi.
Sokullu Mehmed Paşa yeni bir donanma hazırlamasını istedi. Bunun için çok sayıda malzemeye ihtiyaç olduğunu kısa süre içinde böyle bir donanmanın hazırlanmasının zor olduğunu söyleyen Uluç Ali Paşa'ya Sokullu; "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten halatlarını ibrişimden yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al." demesi Osmanlı Devletinin o dönemdeki gücünü göstermesi açısından önemlidir.
Sokullu Mehmed Paşa gönderilen Venedik elçisine İnebahtı Deniz Savaşıyla ilgili olarak
"Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik siz İnebahtı'nda bizi yenmekle sakalımızı traş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar."
Bununla beraber İnebahtı faciasından sonra kaybedilen binlerce denizciyi yerrine getirmek kolay olmamış ve tecrübesiz leventlerden teşkil edilen yeni donanma Osmanlı'ya Akdeniz'de eski kudretini kazandıramamıştır. Artık Avrupa siyasetini yönlendirecek ve ticaret yollarını hakimiyet altına alacak Hint Seferleri gibi büyük projelere de edilmemiştir.
Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi.
29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı.
Macaristan Osmanlı Devleti'ne bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.
Yavuz Sultan Selim babası Sultan İkinci Bayezid ve kardeşleri ile taht mücadeleleri vererek tahta çıktığındaOsmanlı Devleti sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük sebebi Doğu'daki Şii-Safevi Devletiydi. Bu devletin ortadan kalkmasıyla huzur sağlanacak ve Türkistan yolu Osmanlılara açılacaktı.
Yavuz Sultan Selim'in en büyük amacı doğudaki bütün Türk İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Yavuz Sultan Selim 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı. Osmanlı kuvvetleriErzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşüne devam etti.
Çaldıran'da 23 Ağustos 1514'te yapılan savaşta Osmanlı kuvvetleri büyük bir zafer kazanırken Safeviler bozguna uğradılar. Şah kaçarak hayatını zor kurtardı.
Yavuz yoluna devam ederek Tebriz'e girdi. Şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Bu zafer sonucunda Şah İsmail eski prestijini kaybetti. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamış oldu.
15 Eylül 1514'te de Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz'un amacı kışı orada geçirip baharda İran'ı tümüyle almaktı. Ancak şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gidildi. Çaldıran Zaferi'nden sonra Erzincan Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Kemah kalesi alındı. 12 Haziran 1515'de kazanılan Turnadağ zaferi ile Dulkadiroğlu beyliğine son verildi. Diyarbakır Mardin ve Bitlis Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Anadolu'da Türk birliği sağlanmış oldu.
İstanbul'un alınmasıyla ekonomik alanda en çok zarar gören devlet Venedik olmuştu. Fatih Sultan Mehmed zamanında kendilerine kapitülasyonlar verilmiş ve bu sayede Haçlı birliğinden ayrılmışlardı. Fakat Venedik her zaman için Osmanlı aleyhtarı bir politika izleyerek zaman zaman Mora halkını kışkırtıyordu. Sultan İkinci Bayezid bu sorunu kökünden çözmeye ve Venediklilerin ellerinde kalan yerleri de almaya karar verdi.
Karadan ve denizden yapılan kuşatmayla İnebahtı (1499) ardından Moron Koron ve Navarin kaleleri ele geçirildi. Yunan adalarının da fethedilmesi üzerine Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayan Venedikliler barış istediler. Yapılan barış antlaşmaları sonunda Osmanlı'nın fethettiği yerler tekrar Venediklilere verildi.
Edirne'nin fethi Türklere Balkan fetihlerinin yolunu açtı. Lala Şahin Paşa Bulgaristan'a girerek Filibe'yikomutanlarından Evrenos Bey ise Serez'i aldılar (1363). Yeni fethedilen yerlere Türkler yerleştirildi. Edirne ve Filibe'nin fethi bir haçlı seferinin düzenlenmesine neden oldu.
Papa V. Urban'ın teşvikiyle Sırplar ve Bulgarlar başta olmak üzere Macar Bosna ve Eflaklılar büyük bir haçlı ordusu hazırlayarak Edirne üzerine harekete geçtiler. Osmanlı komutanlarından Hacı İlbey ordusu ile beraber Meriç vadisi boyunca düzensiz bir şekilde ilerleyen düşmanların bu durumundan yararlandı. Kuvvetlerini üçe ayırarak bir gece baskını düzenleyen Hacı İlbey büyük bir zafer elde etti (1364).
Tarihe 'Sırp Sındığı Savaşı' olarak geçen bu zaferle Rumeli'deki Türk hakimiyeti kesinleşti ve ilk Haçlı Ordusu etkisiz hale getirildi. Osmanlı birlikleri Sırp Sındığı Savaşından sonra Bulgaristan'a girdiler ve yukarı Bulgaristan'ı fethettiler. Karşı koyamayacağını anlayan Bulgar Kralı Yuvan Şişman Osmanlı Hakimiyetini kabul etti ve kız kardeşi Maria'yı Murad Hüdavendigar'a verdi (1369).
Osmanlı Ordusu Makedonya üzerine yürüdü. 1371 yılında kazanılan Çirmen Zaferi ile Makedonya Osmanlı topraklarına katıldı.
Sırp Kralı Lazar da Bulgaristan Kralı gibi Osmanlı hakimiyetini kabul etti ve yıllık vergiye bağlandı.
Çandarlı Hayreddin Paşa komutasındaki Türk birlikleri Selanik Zaferini kazandı (1374) Niş (1375) İştip ManastırPirlepe (1382) fethedildi. Osmanlı birlikleri Arnavutluk ve Bosna-Hersek içlerine akınlar düzenledi. 1385 yılında Ohri fethedildi. Aynı yıl Arnavutluk'da Savra zaferi kazanıldı. Bir yıl sonra Sofya'nın fethi gerçekleştirildi.
1381 yılında Şehzade Bayezid'ın Germiyan Hükümdarı Süleyman Şah'ın Kızı Devlet Hatun'la evlenmesi dolayısıylaKütahya Simav Eğrigöz ve Tavşanlı Osmanlılara verildi.
Aynı yıl Hamidoğulları Beyliği'nden altı şehir parayla satın alındı. Balkanlardaki fetihler devam ederken Murad Hüdavendigar bir yandan da Anadolu taraflarına yöneldi. 1386 yılında Konya Ovası'nda ilk Osmanlı Karaman Savaşı yapıldı.
İstanbul'un alınmasıyla ekonomik alanda en çok zarar gören devlet Venedik olmuştu. Fatih Sultan Mehmed zamanında kendilerine kapitülasyonlar verilmiş ve bu sayede Haçlı birliğinden ayrılmışlardı. Fakat Venedik her zaman için Osmanlı aleyhtarı bir politika izleyerek zaman zaman Mora halkını kışkırtıyordu. Sultan İkinci Bayezid bu sorunu kökünden çözmeye ve Venediklilerin ellerinde kalan yerleri de almaya karar verdi.
Karadan ve denizden yapılan kuşatmayla İnebahtı (1499) ardından Moron Koron ve Navarin kaleleri ele geçirildi. Yunan adalarının da fethedilmesi üzerine Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayan Venedikliler barış istediler. Yapılan barış antlaşmaları sonunda Osmanlı'nın fethettiği yerler tekrar Venediklilere verildi.
Karamanoğlu İbrahim'in 1464'te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey Fatih Sultan Mehmed'den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed Karaman Seferi'ne çıkmaya karar verdi.
Konya ve Karaman alınarak Osmanlı'ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul'a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu.
Osmanlılar Avrupa ve Anadolu'daki topraklarını genişletirken Akkoyunlular Devleti'de Doğu Anadolu Kafkasyaİran ve Irak üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473'de yapılan savaşta devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu Uzun Hasan'ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı.
Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engellemiş oldu. Anadolu'da ve Rumeli'de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştı.
Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı
Varna Savaşı'nın üzerinden dört yıl geçmişti ki Macar Kralı Jan Hunyad; Macar Eflak Leh ve Almanlardan oluşan ordusuyla Sırbistan'ı işgal etti.
Osmanlı topraklarına girerek Kosova'ya kadar geldi. Savaş Jan Hunyad'ın saldırısıyla başladı. Savaşın üçüncü günü sahte bir geri çekilmeyle çember içine alınan Jan Hunyad ve ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı (19 Ekim 1448).
İkinci Kosova Savaşı sonunda Balkanlar kesin olarak Türk yurdu haline geldi. Haçlılar bir daha Osmanlılara saldırma cesareti gösteremediler.
smanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında Ankara'nın Çubuk Ovası'nda yapılan savaş. Geç ortaçağ tarihinin en kanlı meydan savaşlarından biri olan ve Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan Ankara Savaşı Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına ve Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına yol açtı.
Nedenleri
Türkistan ve İran'da güçlü bir devlet kuran Timur kendini İlhanlıların varisi sayarak Anadolu üzerinde hak ileri sürmekteydi. Bayezid döneminde Osmanlıların erken bir aşamada Ön Asya'ya dayandırması Timur'un dikkatini çekti. Timur'un saldırılarıyla topraklarını yitiren Celayir sultanı Ahmed ile Karakoyunlu Kara Yusuf Osmanlılara sığınıncaBayezid ile Timur arasında mektuplaşma başladı. Bayezid Timur'un Kara Yusuf ile Sultan Ahmed'in geri verilmesi yolundaki isteğini kabul etmedi. Osmanlılara gözdağı vermek isteyen Timur Bayezid tarafından toprakları ellerinden alınan ve Timur'un yarı-kabilesel devletinde kendilerine daha yakın bir sosyal düzen bulan Anadolu beylerinin de kışkırtmasıyla Sivas Halep ve Şam'ı ele geçirdi . Timur'un Bağdat'a yönelmesi üzerine Bayezid 'de doğuya ilerleyerek Timur'a bağlı Mutahharten'in egemenliğindeki Erzincan ve Kemah'ı istila etti. Bu gelişme iki hükümdarın arasını iyice açtı. Bayezid'e bir elçi gönderen Timur Kemah'ın Mutahharten'e Anadolu Beyliklerinden alınan yerlerin de sahiplerine geri verilmesini Kara Yusuf'un teslim edilmesini ve Osmanlıların kendisine bağlanmasını istedi. Bayezid'in Timur'un yerine getirilmesi zaten imkânsız bu isteklerinin hiçbirini kabul etmemesi savaşın gerekçesi oldu.
Savaş
Hem Balkanlar'da hem de Anadolu'da yayılmış bulunan Osmanlıların Harekat inisiyatifini ele alan Timur 1402 başlarında Gürcistan'da yeniden büyük bir ordu topladı; Erzincan Kemah ve Sivas üzerinden Ankara'ya gelerek kenti kuşattı. Ama Bayezid'in Tokat üzerinden Ankara'ya doğru yaklaştığını haber alınca kuşatmayı kaldırarak Çubuk Ovasına çekildi.Fillerle desteklenen ordusu Bayezid'inkinden daha kalabalık ve askeri malzeme bakımından daha güçlüydü. On dört saat süren savaşın başlarında üstün görülen Osmanlı ordusu Kara Tatarlarla eski Anadolu beyliklerine bağlı askerlerin Timur'un saflarına katılmasıyla güç durumda kaldı. Bir tek Sırp müttefikleri Bayezid'i sonuna kadar terk etmediler. Savaş Timur'un lehine döndüğü sırada I. Bayezid'in oğullarından Süleyman ÇelebiMehmed Çelebi ve Sadrazam Çandarlı Ali Paşa kuşatmayı yararak kaçmayı başardılar. Üç yüz kişi kalıncaya kadar çarpışan I. Bayezid ise sonunda tutsak düştü.
Sonuçları
Ankara Savaşı yenilgisi Osmanlı Devleti'nin parçalanarak devletin imparatorluk aşamasına geçmesinin 50 yıl kadar geçikmesine Anadolu beyliklerinin yeniden kurulmasına ve Osmanlı tarihinde Fetret Devri olarak bilinen 11 yıllık bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına neden oldu.
Miryakefalon Savaşı Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Bizans imparatoru I. Manuel Komnenos arasındaDenizli Çivril- Gümüşsu Kasabası yakınlarında Miryakefalon'da (Myriokephalon) yapılan savaş (17 Eylül 1176 Salı günü)(Denizli yakınlarında)
Zengi Hanedanının Suriye ve Musul hükümdarı Atabeg Nureddin Mahmud'un ölümü üzerine (1174) büyük bir rakipten kurtulan II. Kılıç Arslan ertesi yıl Sivas ve Tokat bölgelerine hâkim olan Danişmendli Beyliğine son verdi.
Manuel Papaya bir mektup yazarak zamanın yeni bir haçlı seferi için elverişli olduğunu ve "Anadolu'dan geçen yolun artık güven altına alınacağını" bildirdi.
Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos Bizans sınırlarında özellikle Eskişehir yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalan Türkmenlerin Denizli Kırkağaç Bergama ve Edremit'e değin Bizans yörelerine akınlarda bulunmaları üzerine bu akınları önlemek amacıyla Anadoluya yeni kuvvetler göndermekle birlikte düzenleyeceği bir sefer için de askeri hazırlıklara başladı.
Onun bu hazırlıklarını haber alan II. Kılıç Arslan bir elçi heyeti göndererek daha önce yapılan barış antlaşmasının yenilenmesini önerdi. Fakat İmparator Manuel Bizansa yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması Bizansa sığınan Danişmendliler emiri Zünnun ile şehzade Şahinşah'ın daha önce yönetiminde bulunan ülkelerinin Bizansa bırakılması şartıyla buna razı olacağını sultana bildirdi. Bu şartları kabule yanaşmayan sultan atlı kuvvetler sevkedip Denizli yörelerine kadar olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip etti. İmparator Bizans kuvvetleri eşliğinde önce şehzade Şahinşahı daha sonra da Zünnunu Anadoluya gönderme girişiminde bulundu ise de II. Kılıç Arslan'ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamadı; Şahinşah ve Zünnun yeniden Bizans'a kaçmak zorunda bırakıldılar. Kılıç Arslanimparatora elçiler göndererek barış isteğinde bulundu. Sultanın ikinci barış önerisini de reddeden Manuel 1176 yazında amcasının oğlu Andronikos Batatzes'i bir orduyla Paphlagonia'ya doğru yola çıkardı. İmparator'un kendisi de içinde Frank Peçenek Macar ve Sırp kuvvetleri bulunduğu orduyla Anadolu Seçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya üstüne yöneldi.
Pahlagonia'yaya gönderilen Andronikos Batatzes'in ordusu Eylül ayı başlarında Niksar surları önünde yapılan meydan savaşında Selçuklu ordusu tarafından yenildi. Batatzes'in kesilen başı bir zafer nişanesi olarak II. Kılıç Arslan'a gönderildi.
Uçlarda bulunan kalabalık Türkmen kuvvetleri Konya'ya yönelik Manuel idaresindeki Bizans ordusuna ufak ama yıpratıcı hücumlarla mukavemet gösterdiler. Manuel'in ordusu Denizli yakinlarinda Laodicea'dan gecerekMenderes vadisinden geçerek Eğridir Gölü ucundaki Sultandağı dizisine giden dağlık bölgeye girdi. Kuşatma araçlarıerzak fazlalığı ve ağır arabalar ordunun ilerlemesini yavaşlatıyordu. Ayrıca geçmek zorunda oldukları bölge Selçuklu tarafında tahrip edilmişti. Bizans ordusunun ilerlediği yol üzerinde Tribritze denilen ve çıkış yerinde tahrip edilen Miryokefalon kalesinin bulunduğu bir geçit vardı. Kılıç Arslan idaresindaki Selçuklu ordusu Bizans ordusunu bu dar ve sarp Miryokefalon yıkık kalesinin bulunduğu Düzbel geçidinde karşılamaya hazırlanmıştı. Selçuklu ordusu bu dar dağ geçitinin dağ yamac ve doruklarinda toplu olarak bulunuyordu. Manuel'in ileri görüşlü subayları bu ağır hareketli orduyu geçitin içindeki dar ve çukur yolundan geçirmemesi için imparatoru uyardılar. Fakat ordudaki genç ve tecrübesiz prensler kendilerine güveniyor şan ve şöhret kazanmak istiyorlardı. Bunlar imparatora baskı yaparak onu bu yolda ilerlemeğe zorladılar.
Kendine bağlı küçük beyliklerden yardımcı kuvvetler alan Kılıç Arslan'ın ordusu hemen hemen Manuel'in ordusuna eşit ancak daha kötü teçhizatlıydı. Fakat Selçuklu ordusunun daha fazla hareket imkânı vardı. Bizans öncü kuvvetleri zor kullanarak geçide girdiler (17 Eylül 1176). Selçuklular önce geri çekilerek dağlara saptılar. Sonra imparatorluk ordusu dar yola girdiği sırada Bizans ordusu ve ağırlıkları ile geçitte 15 kilometre uzunlukta bir sira halindeydi. Geçitin her iki yamaç ve doruklarında bulunan Selçuk ordusu önce yamaçlardan aşağı inerek geçit içine saldırdılar. Özellikle taşıt araçlarına arabalara ve araba atlarına hücum edip geçiti geçirmez hale getirdiler. Sonra geçitte bulunan Bizans ordusunu eritme hücumlarına başladlar. İmparatorun kayınbiraderi (Antioch'lu Baldwin) bir süvari alayı başında Selçuklulara karşı saldırıya geçti. Fakat bütün adamlarıyla birlikte kılıçtan geçirildi. Geçidin aşağısında bulunan askerler onun durumunu görüyorlar fakat sıkışık durumda oldukları için yardım edemiyorlardı. Manuel cesaretini kaybederek paniğe kapıldı ve geçitten çıkmak için geriye kaçtı. Bunun üzerine bütün ordu onu takip etti. Fakat ağırlıklar yolu kapamıştı. Askerlerden çok azı kurtuldu.
Akşama kadar süren savaş sonunda II. Kılıç Arslan Manuel'e bir haberci göndererek derhal geri dönmesiEskişehir (Dorylaion) ve Gümüşsu (Sublaion) kalelerini yıkması şartıyla ona barış teklif etti ve kalan ordusuyla geçitten çıktı. Manuel Bizans'a dönerken yolda Türkmenlerin sürekli saldırılarına uğradı.
Bu savaş Denizli ili'nin Çivril ilçesinde Düzbel geçidinde vukuu bulmuştur. Aynı ilçede (Çivril ilçesinde) Küfi boğazında geçtiğini iddia edenler varsa da sağlam bir kanıt sunamamaktadırlar. [2].
Malazgirt Savaşı 26 Ağustos 1071 tarihindeBüyük Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen savaş. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt SavaşıTürklere Anadolu'nun kapılarını açan savaş" olarak bilinir.
1060'lar süresince Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Türkler(Alp Arslan komutanlığında) günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Manzikert(Bizans dilinde Malazgirt) ve Erciş kalelerini ele geçirdi. Daha sonra Türk ordusu Diyarbakır'ı(Amid) aldı ve bizans yönetimindeki Urfa'yı kuşattı.Ancak alamadı.Türk Beylerinden Afşin Beyide güçleri arasına katıp Halep'i aldı.Alparslan Halep'de konaklarken Türk atlı birliklerinin bir kısmına ve Akıncı Beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi.Bu sıradada Türk akınlarından ve son gelen Türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan Romen Diyojeni çıkardılar.Romen Diyojen'de büyük bir ordu kurup Constantinople'den (İstanbul) ayrıldı(13 mart 1071).Ordunun mevcudu 40000 ile 50000 arası tahmin edilir.
Bizans ordusu düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında ücretli slavgotfrankgürcüuzpeçenekkıpçak askerlerinden oluşuyordu. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi.Burda halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi.Şikayetler üzerinede şehrin ermeni mahallesini yıktırıpbir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.
Diyojen Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi.Öncü kuvvetlerini Malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı.Bu sıradada Halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi.Elçileri Halepte karşılayan Sultan teklifi reddetti.Mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip Malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı.Casuslarının verdiği bilgiyle Bizans ordusunun büyüklüğünü bilen Alp Arslan Bizans İmparatorunun gerçek hedefinin İsfahan'a (Bugünkü İran) girmek ve Büyük Selçuklu Devletini yıkmak olduğunu sezdi.
Ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt'e varan Alparslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için Savaş Meclisini topladı.Romen Diyojen ise savaş planını hazırlamıştı.İlk saldırı Türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumundada karşı saldırıya geçeceklerdi.Alp Arslan ise Hilal Taktiği konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı.
26 Ağustus Cuma sabahı çadırından kalkan Alp Arslan Malazgirt'le Ahlat arasındaki malazgirt ovasında kendi ordugahının 7-8 km uzağında ovaya yayılmış durumdaki düşman birliklerini gördü. Savaşı önlemek için imparatora elçiler göndererek Sultan barış önerisinde bulundu. İmparator Sultanın bu önerisini ordusunun büyüklüğü karşısında bir korkaklık olarak yorumladı ve öneriyi reddetti. Gelen elçileride kovdu.
Düşman ordusunun büyüklüğünün kendi ordusunun 3-4 katı büyüklüğünde olduğunu gören Sultan Alp Arslan savaştan sağ çıkma ihtimalinin düşük olduğunu sezdi. Askerlerininde hasımlarının sayı fazlalığı karşısında tedirginliğe düştüğünü farkeden Sultan eski bir Türk töresi uyarınca kefene benzeyen beyaz kıyafetler giydi. Atının da kuyruğunu bağlattı. Yanındakilere Şehit olduğu taktirde vurulduğu yere gömülmesini vasiyet etti. Komutanlarının savaş alanından kaçmayacağını anlayan askerlerin maneviyatı arttı. Askerlerinin Cuma namazına İmamlık eden Sultan atına binip ordusunun önüne çıkıp moral yükseltici ve maneviyat artırıcı kısa ve etkili bir konuşma yaptı.Allah'ın (C.C.)Kur'an'da zafer vaadettiği ayetleri okudu. Şehitlik ve Gazilik makamlarına erişileneceğini söyledi. Tamamı Müslüman olan ve büyük çoğunluğu Türklerden oluşan Selçuklu ordusu savaş pozisyonuna geçti.
Bu sırada da Bizans ordusunda dinsel ayinler yapılmakta ve Papazlar askerleri kutsamaktaydı. Romen Diyojende eğer bu savaşı kazanması durumunda(ki buna inancı tamdı) ününün ve saygınlığının artacağından emindi.Bizansın eski ihtişamlı günlerine döneceğini hayal ediyordu. En ihtişamlı zırhını giydi ve inci beyazı atına bindi. Ordusuna zafer durumunda büyük vaatlerde bulundu. Tanrı tarafından şeref şanonur ve kutsal savaş sevapları verileceğini duyurdu. Alp Arslan savaşı kaybetmesi durumunda her şeyini ve atalarından miras kalan Selçuklu devletini de kaybedeceğini çok iyi biliyordu. Romen Diyojende savaşı kaybetmesi halinde devletinin çok büyük güç prestij ve toprak kaybedeceğini biliyordu. Her iki komutan da kaybetmeleri durumunda öleceklerinden emindi.
Romen Diyojen ordusunu geleneksel Bizans askerî kaidelerine göre düzenlemişti. Ortada birkaç sıra derinlikte be çoğu zırhlı piyade birlikleri ve bunların sağ ve sol kollarında atlı süvari birlikleri yerleştirilmişti. Romen Diyojen merkeze; general Bryennius sol kanata ve Kapodokya'yalı general Alyattes ise sağ kanata komuta ediyordu. Bizans ordusunun gerisinda büyük bir rezerv bulunuyordu ve bu özellikle taşra eyaletlerinde nüfuzlu kişilerin özel ordularının mensuplarından oluşuyordu. Geri rezerv ordusunun komutanı olarak genç Andronikas Dukas seçilmişdi. Romen Diyojen'in bu tercihi biraz şaşırtıcı idi; çünkü bu genç komutan eski imparatorun yeğeni ve Yannis Dukas'in oğlu olup bu kişiler açıkca Romen Diyojen'in imparator olmasının aleyhindeydiler. [4]
Savaş öğle saatlerinde Türk atlılarının toplu ok saldırısına geçmesiyle başladı. Türk ordusunun çok büyük bir çoğunluğu atlı birliklerden oluştuğundan ve nerdeyse hepsindede ok olduğundan bu saldırı Bizanslılarda önemli miktarda asker kaybına neden olmuştu. Ama yine de Bizans Ordusu saflarını bozmaksızın korudu. Bunun üzerine ordusuna yanıltıcı bir çekilme buyruğu veren Alp Arslan gerilerde gizlediği küçük birliklerinin tarafına doğru çekilmeye başladı. Bu gizlediği birlikler az miktarda organize olmuş askerlerden oluşuyordu. Türk ordusunun arka saflarında bir Hilal biçiminde yayılmışlardı. Türklerin hızlıca çekildiğini gören Romen Diyojen Türklerin saldırı gücünü yitirdiğini ve sayıca fazla olan Bizans ordusundan korktukları için kaçtıklarını düşündü. En baştan beri Türkleri yeneceğine inanmış imparator bu bozkır taktiğine kanıp kaçan Türkleri yakalamak için ordusuna Saldır buyruğu verdi. Çok az zırhları olduğu için hızlıca geri çekilebilen Türkler zırh yığınına dönmüş Bizans süvarileri tarafından yakalanamıyacak kadar hızlıydı. Ancak buna rağmen Bizans ordusu Türkleri kovalamaya başladı. Yan geçitlerde pusu kurmuş Türk okçuları tarafından ustaca vurulan ama buna aldırmayan Bizans ordusu saldırıya devam etti. Türkleri iyice kovalayıp yakalayamayan üstüne bir de çok yorulan (üstlerindeki ağır zırhların etkisi büyüktü) bizans ordusunun hızı durma noktasına geldi. Türkleri büyük bir hırsla kovalayan ve ordusunun yorulduğunu anlayamayan Romen Diyojen yine de takip etmeye çalıştı. Ancak bulundukları mevziden çok ileri gittiklerini ve çevreden saldıran Türk okçularını görüp kuşatıldığını çok geç zamanda anlayan Diyojen geri çekilme buyruğu verme ikilimindeydi. Tam da bu ikilimdeyken geri çekilen Türk süvarilerinin yönlerini tam Bizans ordusu üzerine geçip hücuma kalkmaları ve geri çekilme yollarının da Türkler tarafından kapatıldığını gören Diyojen paniğe kapılarak 'Çekil' buyruğu verdi. Ancak ordusu çevrelerindeki Türk hatlarını yarıncaya kadar yetişen Türk ordusunun ana kuvvetleri Bizans ordusunda tam bir panik başlattı. Kaçmaya kalkan generalleri görüp daha da paniğe kapılan Bizans askerleri en büyük savunma güçleri olan zırhlarını da atıp kaçmaya çalıştı. Bu sefer de ustaca kılıç kullanan Türk kuvvetleriyle eşit duruma düşüp büyük çoğunluğu yok oldu.
Türk Soyundan gelen Uzlar Peçenekler ve Kıpçaklar; Afşin Bey Artuk BeyKutalmışoğlu Süleyman Şah gibi Selçuklu komutanları tarafından verilen Türkçe emirlerden etkilenen bu süvari birlikleride soydaşlarının yanına katılınca Bizans ordusu süvari gücününde önemli bir kısmını kaybetti.Sivas'ta soydaşlarına yaptıklarının acısını çıkartmak isteyen Ermeni askerleri herşeylerini bırakıp savaş alanından kaçınca Bizans ordusu için durumun vahameti arttı.
Ordusunun dağıldığını ve komuta etme olanağının kalmadığını gören Romen Diyojen yakın birlikleriyle kaçmaya kalktıysa da artık bunun imkânsız olduğunu gördü. Sonuçta tam bir bozgun havasına giren Bizans ordusunun büyük bölümü akşam hava kararıncaya kadar yok edildi. Kaçamayıp sağ kalanlar teslim oldular. En sonuna kadar mertçe savaşan imparator omzundan yaralı olarak ele geçirildi.
Tüm dünya tarihi için büyük bir dönüm noktası niteliğinde olan bu savaş zafer kazanan komutan Alp Arslan'ın yenik İmparator IV. Romen Diyojen'le antlaşma yapmasıyla son buldu. İmparatoru bğışlayan ve ona iyi davranan Sultan antlaşmaya göre İmparatoru serbest bıraktı. Antlaşmaya göre imparator kendi fidyesi için 100.000 dinar vergi olarak da her yıl 360.000 dinar ödeyecek ayrıca Antakya Urfa Ahlat ve Malazgirt'ide Selçukluya bırakacaktı. Tokat'a kadar kendisine verilen Türk birliği eşliğinde Konstantinopolis'e (İstanbul) doğru yola çıkan imparator Tokat'ta toplayabilidiği 200.000 kadar dinarı kendisiyle birlikte gelen Türk birliğine verip Sultan'a doğru yola çıkardı. Tahta kendi yerine VII. Mikhail Dukas' n çıktığını öğrendi.
Bir Ermeni prensi tarafından gözlerine mil çekilerek öldürüldü.
Sonuç
Michael DukasRomenes Diyojen'in imzaladığı antlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etti.Bunu haber alan Alparslan'da ordusuna ve Türk Beylerine anadolunun fethi emrini verdi.Bu emir doğrultusunda Türkler anadoluyu fethe başladılar.Bu saldırılarda sonu Haçlı Seferleri ve Osmanlı İmparatorluğuna varacak bir tarihi süreci başlatacaktı.
Bu savaş Anadolu'nun Türklerin eline geçmesi durumunu doğurdu. Bu da İslam savaşçısı olan Türklerin eski Cihad Akınlarını tekrar başlatacağını gösteriyordu. Abbasiler döneminde biten bu akınlar Avrupayı İslam tehdidinden kurtarmıştı. Ancak Anadolu'yu ele geçiren ve Hıristiyan Avrupa ile Müslüman Ortadoğu arasında tampon bölge oluşturan Bizans devletinin çok büyük bir güç ve toprak kaybı sağlayan Türkler aradaki bu bölgeyi ele geçirerek Avrupa'ya başlayacak yeni akınların habercisi oluyordu. Ayrıca İslam dünyasında büyük bir birlik sağlamış olan Türkler bu birlikteliği Hıristiyan Avrupaya karşı kullanacaktı. Bütün İslam dünyasının Türklerin önderliğinde Avrupa'ya akın başlatmalarını önceden gören Papa önlem olarak Haçlı Seferlerini başlatacak ve bu da kısmi olarak işe yarayacaktı. Ancak yine de İslam Dünyasının Avrupa'ya yaptığı akınları durduramayacaktı.
Dandanakan Savaşı (1040) Selçuklu Devleti'nin Gazne Devletini yendiği ve Gazne Devleti'nin çözülmesine yol açan savaştır. Bu savaşta Gazne Devleti yıkılış dönemine girmiş Selçuklu Devleti resmen kurulmuştur.
Tuğrul ve Çağrı Bey'lerin gittikçe büyüyen Türkmen kuvvetleri Gazne şehirlerini tehdit edip yağmalamaya başlamıştı.Gazne hükümdarı Sultan Mesud Selçuklu tehlikesine son vermek için çoğunlukla zırhlı askerlerden oluşan büyük bir ordu ile Selçuklular'ın üzerine sefere çıktı.
Gazne Ordusu Serah'a yürüyüş sırasında Selçuklu vur-kaçları ile yıpranmış su ve yiyecek kaynakları da Selçuklu askerleri tarafından kesilmişti.Sonunda 23 Mayıs 1040'ta Merv ve Serah arasındaki Dandanakan'da iki ordu çatışmaya başladı.
Üç gün süren savaş Selçukluların büyük galibiyeti ile sona ererken Sultan Mesud 100 süvarisi ile canını zor kurtardı.Savaş Selçuklular'ın bölgede hakimiyetinin başlangıcı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu olarak kabul edilir. Büyük Selçuklu Devleti Anadolu yolundaki ilk adımdır.Sultan Mesud Askerleri tarafından öldürülür.