Elma kokusunu sever misiniz?
Ya da şöyle sorayım. Hiç elma yerken aslında boğazınızda bir yanma hissettiniz mi?
Hayır mı? O halde size bir olay anlatayım..
Bundan 26 yıl önce, 16 Mart 1988 sabahı, elma kokusuyla uyandı Halepçeliler.
Sevinçle mutfağa yöneldiler önce. Kokunun mutfaktan gelmediğini görünce
camlarını açtılar. Baktılar ki koku dışarıdan daha çok hissediliyor, hemen dışarı
akın ettiler merak ve heyecanla. Çıktıklarında gördüler ki herkes aynı merak ve
heyecanla dışarı çıkmış. Hızlı hızlı yürümeye başladılar; kokunun kaynağını
aramaya başladılar. Gittikçe şiddetlendi elma kokusu. Ama bir yandan da
derilerinde bir yanma hissettiler sanki. Aldırmadılar ve yürümeye devam ettiler.
Bu sefer daha hızlı koşmaya başladı bir çoğu. Ancak zamanla o yanma gittikçe
şiddetlendi. Koşuyorlardı; ama yanıyorlardı da. Bu sefer de dönüp eve doğru
koşmaya başladılar. Yanma iyice artıyordu. Zamanla derilerinin morarmaya ve
büzülmeye başladığını gördüler korkuyla. Bir an önce suya ulaşmalılardı.
Kendilerini can havliyle suya attıklarında ise bedenleri kavruldu bu sefer, asit
dolu bir havuza girmişler gibi. Artık ölmüşlerdi, ölümün nereden geldiğini
anlayamadan. Yanarak ölmüşlerdi, üstelik ateşsiz ve dumansızdı buyanma
çığlıklarla bağırışlarla çağırışlarla. Bir avuç kül oluvermişlerdi aniden, ne olduğunu
anlayamadan
"Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı, kavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu.
Kimyasal zehir öyle bir şeydir ki; vücudunuza temas ettiği anda yakar sizi,
nefes almak için çırpınırsınız; alamazsınız. Deriniz büzülüp çürür. Yavaş yavaş,
acı çeke çeke ölürsünüz. Öyle ki başınıza silah vurularak öldürülmeyi buna
tercih edebilirsiniz.
Bu zehir de elma kokuluydu. Güzel kokulu zehir, Zekice planlanmış bir katliamdı.
Hedeflerinde çocuklar vardı, geleceği hedeflemişlerdi..
En çok da çocuklar öldü Halepçede. Tıpkı diğer katliamlardaki gibi. yıllar sonra
ülkelerine demokrasi getirecek olan o uzak memleketteki adamlar, kendi
memleketlerindeki o diktatöre hediye etmişlerdi bu elma kokulu zehri. Ölmeden
önce, ölürken, yanarken Halepçelilerin attıkları çığlıkları duyamadılar o
özgürlükçü ve demokrat adamlar. Çünkü o sırada başka ülkelerde başka
hayatları mahvetmekle meşgullerdi. Başka soykırım planları vardı.
Onlardı zaten, Hiroşimada küçük gözlü onlarca küçük çocukları yakan. Onlardı
Vietnamda yüzlercesini, binlercesini katleden. Onlardı Ruandada 100 gün içinde
800 bin kişinin katledilmesini sessizce destekleyen. Duyamadılar o çığlıkları
Şimdi Halepçeli çocuklar el ele tutuşmuş Hiroşimalı, Ruandalı, Vietnamlı
kardeşleriyle dünyaya barış mesajı veriyorlar, insanlığa sesleniyorlar:
Halepçede 16 mart 1988de insanlık nefessiz bırakıldı, yakıldı. Hatırlamak,
anmak, onurumuzdur. İnsanlık için onurdur.
Şair,mütercim,hafız,vaiz ve milletvekili Mehmed Akif Ersoy'u sevgi,muhabbet ve dua ile anıyorum.
[MENTION=156636]mavikalem34[/MENTION] konuyla ilgili yorumunu beklerim.
1945 yılında 145 Azerbaycanlı aydın Stalin zulmünden kaçar.
Aras nehri üzerinden Boraltan köprüsünü geçip Türkiyeye sığınırlar.......
Şeytan ayrıntıda mı gizlidir,yoksa içimizde mi (?)
Öncelikle,olaya ideolojik olarak yorumlama getirmeyeceğimi
bilmenizi isterim.O sebeble iki gözümle,aklımla,vicdan ve kalbimle
taraf tutmadan değerlendiriyorum.Bundan şüpheniz olmasın.
Şimdi,Stalin nasıl Stalin olduysa,Lenin nasıl Lenin olduysa,
Hitler nasıl Hitler olduysa İnönü de İnönü olmuştur.
Muhyiddini Arabi nasıl zalim kişvesi ile dövülen en mazlum insansa,
kendi toplumu için güzellikler dağıtan Konfüçyüs de ona tapanlar için
o kadar zalim olmuştur.
Bazen toplumda kendinden sonraki bir neslin bir kısmı tarafından
saygınlık gören kişiler,doğrularından çok yanlışları olabiliyor.
Konstantin'in,Diyojen'in yaptıkları onların iyi insanlar olduğu hükmünü
çıkarmaz.Hitlerin Kavgam kitabını 2 cilt okudum.
Onun gözüyle bakınca,o da ülkesi ve vatanseverliği adına savaşmıştır.
Konunun gerçeklik payına gelirse,elbette çeşitli kaynaklar araştırılabilir
ama biliyoruz ki ne kadar araştırsak da tarih,kaynaklarını okuduklarımızın
yönlendirmleri sonucudur.
Konunun gerçekliği kanısına varmam,Başbakanın bir kürsüden bunu açıklaması,
gazetelerin bunu aynı şekilde değerlendirmesi ve ayrıca solcu denebilecek kaynakların
bile bunu yalanlamamasıdır.
Vel hasıl,ordaki sitemkar şiiri yazan da Azeri şair Almas Yıldırım'dır.(Dönek adlı şiiri)
Yani olayın gerçekliği konusunda sizi temin edebilirim.
Not:Tabi ki ben bu olaya İnönü'nün şahsi yanlışı gözüyle bakmadım.
Şimdi kendisi toprakta,sevabı ve günahıyla sorgulayacak Münker-Nekir dir.
İki gözle bakalım demişsiniz ya.İnanın ikiden fazla hatta Azeri kardeşlerimizin
gözüyle de bakıyorum.
Olay,biz Türk(iye) toplumu için son derece elem verici olmalıdır.Geçmişten
ders almadan gelecek inşa edilemez.
Dediğim gibi ne sen iyi diyebilirsin ne ben kötü diyebilirim.
Konu hakkındaki yorumlarınız için çok teşekkür ederim.Şeref verdiniz.
Bu konulardaki yorumlardan önce,araştırmanızı öneririm.Çünkü iftira atan birine
şirke girmiş derseniz,en büyük günahı siz işlemiş olursunuz.
Not:Madem müslüman olmayan herkes cehenneme,ha müşrik ha munafık ne
farkı var derseniz,Cehennemin azabının derecesi de elbette buna göre değişir.
Bu sitenin çalışması için temel çerezleri ve deneyiminizi geliştirmek için isteğe bağlı çerezleri kullanıyoruz.