Mavi Sevdam

aSiiLorD

Kayıtlı Üye
Mavi Mavi Sevdim Seni


Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kalbim şimdi bir sokak çocuğu
Kelebekleri göç etti gönlümün
Issızlaştı hayat sanki
Sanki, sabahı eksik şiirlerimin.
Sanki, gecesi hep kanayan bir yara
Ve sanki, artık hep kanayacak...
Ağlanacak bir aşkın kıyısına vurduysa gözlerim
Çare yok, ağlayacak.
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kapıları kendime ben açamadım
Ya da yanlış saatlerde bekledim gelmeni
Düşünüyorum da sen gideli ne çok yalnızım..
Sarmaşık aşkın sarısında kaldım, sarılamadım.
Savunamadım seni kimselere
Anlatamadım seni kimselere
Kimsesiz kaldım,En çok da sensiz...
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben..
Sana uyumak,Sana uyanmaktı hayat.
Sıratını geçtim yaşarken korkmadan
Korkumu geçtim cesaretle, ihanetle
Berduş bir yalan masumiyeti öptüm bile bile
Tek sen gitme diye
Sonbahar oldum yaprak yaprak
Ağaç oldum köklerimi unutarak
Tesellisiz bir geceye fırlatıldım
Kalbimi dar kafese kapatarak
İçimdeki bir kanarya
Hiç susmadan ağlayacak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yakamozlarında yıkadım sevdamı çırılçıplak
Seni sevdiğimi bağırdım mehtabına
Beyazında akladım bulutunun
Mavi mavi sevdim seni içim kan ağlayarak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak..
 
Sensizlik çöktü içime, ta şurama kalbimin her köşesine,

Sensizlik??
Hiç te hoş değil, kahretsin, yazılışı bile kötü sensizlik?
Başkasında bile duymak kötü, sensizlik??
Gözüm gibi sevmiştim ben seni,
Irmak gibi, durulmuş su gibi, sevmiştim,
Dağ gibi yüreğimle senin karşına çıkıp seviyorum demiştim,
Ama sensizliği hiç düşünmemiştim?
Ve şimdi sensizim,
Ne tuhaf,
Belki sensizliği düşünsem,
Sensizliğin bu kadar kalleş olduğunu bilsem,
Sevmezdim??
Ama yine de seni sevmek,
Yine de sana tutunmak,
Sana bakakalmak,
Resmine dalmak,
Sensizlikte olsa bile?
Acı çekmek olsa bile,
Kahretsin seni çok seviyorum?
Pınarlar gibi oluyorum seni düşününce,
Dalıyorum deryalara?
Kapılıyorum ırmaklara, dağlara
Sana bakakalmak ne güzel?
Donup kalmak gibi birşey? ne tuhaf?
Sensizim?
Acı çekmekte güzel deyip avunuyorum,
Ama sensiz acı çekmek varya,
Herşeyden daha acı,
Artık sensizlik şarkıları dilimde,
Sensizlik şiirleri okuyorum artık,
Kahretsin, sensiz kalmak olsun, ama,
Sensiz acı çekmek olmasın diyorum,
Sensizim?
Ama sen heryerimdesin, bu da yetiyor bana
 
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,
beni yaktırırsın,
odanda ocağın
üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf,
beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sende ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
 
yedi iklim geçer,
ağarıp solan güz ışıklarından
yalan pencerelere doğru...

uykularda olur ne olursa
yangınlar,
takvim ziyanları,
gömülü sevdalar...

iksir gibi yayılır
hücrelerimin rehavetine ıslaklığın
düş tüccarları ağır mesaidedir...

uykularda olur ne olursa,
talanlar
ve beton serinliği
inşaat halindeki aşkların...

uykularda ölür ne ölürse,
kıpırdayan su
gülümseyen yel...

yedi iklimin oralarda
kavalını kırmış bir çobandır
gökyüzü,
aklında new orleans
heybesinde caz!

yedi iklimin
bar olduğu yerdedir uykunun
alkol imparatorluğu
kalabalık avındadır bakışlar...

uykularda olur ne olursa,
bitmez efkar kırları
bazı saçlarda
ve ölüm gibi suskunluklar açar
derin kuyularda...

ve şaka gibi
ve sarsak sarsak
ve kımıl kımıl
bir yaşamaktır
MAVİLERE UYANMAK
en kesif karanlıklara kafa tutan
gözlerinin mavisine kuşanmak...

senin kanatların var,
benim köylü yüreğim...
operada tezek kokusu
bu şehirdeki varlığım! ..
beni taşıyacak vesaitim yok
bu caddeüstü sevdada
ellerinden gayrı..
'gayrı dayanamam ben bu hasrete'
ya beni de yitir
ya sen de git
beni götürdüğün yere...
türküleri sev
yalan kahkahalardan uzak dur
canımın suyuyla yıka ellerini..
aklımın maharetiyle giydir
en mavi yerlerini...

senin adın
buzul mavisi!
çünkü mavilerde uyur,
benden sana geçen
sende beni kalkındıran ne varsa!
sevdiğim, açlığımın uzak ufku,
her sabah;
güneşten ne zaman işaret alırsan
ne zaman dar gelirse soluğun
böyle uzun sarılmaklara,
fikrini kurcalarsa eğer
açık korkular,
işte o zaman
mavilere,
mavilere
uyandır beni...
 
iyileşmez hiçbir yara bilirsin
tortusu kalır
hangi ses unutturabilir
ilk bıçağın yankısını
sende rehin kalmıştır
gecenin saplantısı

hiçbir yara
hiçbir zaman iyileşmez bilirsin
saklısı kalır
yel esince sızılanır
su susunca ikindilerde
herşey vakitsizce gelişir
birine sevişirsin
ötekini düşünürken

sabahları zordur korsan sevişmelerin
eski yaraların ağrır
oysa ne bir iz görünür teninde
ne şiiri ses verir orta kulağında
yalnız bir yürüme isteği vardır
eski yaraların eski yerinde

kahvaltısı zordur olmasaydı bir sevişmenin
ve hep ten tuzu basmaktır
eski yaraların eski yerlerine
hiçbir yara
tam olarak iyileşmez bilirsin
hangi bakış unutturabilir
ilk bıçağın ışıltısını
karanlıktaki

şairden bir b.k olmaz sabaha karşı
sebepsiz hüzünler yazar ehliyetinde
ve ne söylese yalandır
alkol kontrolünde
sevmek bizahiti yaralanmaktır
ve yaralar hiçbir zaman iyileşmez teninde
yanlış vurulmuş bir aşıdan sızar da
diriltir solgun baharları
şiire sebep istemez
şairden bir b.k olmaz ve
hiçbir yara
hiçbir zaman tam olarak iyileşmez

bardaklarda dudak izleri birikir
sahnede eğri büğrü sesler
ve sade bir yürümek isteği tek başına
eski bir yaranın artık gözle görülmeyen izinde...

çünkü hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez
çünkü en hızlı hatırlanandır
en eski unutulan
ondan gelen ıtırlar olur yellerde
her esinti bir acılı kokuyu taşır hassas burunlara
savrulur gidersin
çok eski çok acıtan bir ağustosa
nasıl kıyısında kalmıştık
yapış yapış bir yazın
daha başkaydı hani yüzünde
herkese aynı oranda bulaşan tuz
yolların açmazıydı enginlikle kabaran
ve bütün yanlışları dalga dalga saklayan
şarkılıktan usanmış deniz
ve denizi herşeye benzeten şiirler
ve kıstırılmış istridyelerde kullanılmış inci taneleri...

çünkü bilirsin
hiçbir yara hiçbir zaman
tam olarak iyileşmez!
 
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki hep okşansın
Diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi.
Zaman sensin, uyuyan sen
Şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi...
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi
Durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler
Asıl demek istediğim bu.

Hazzın ötesinde sevgim
Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün
Sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.
......

Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.

Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim
 
yine aşığım
asiyim
fırtınayım
eğme başını
ürkmesin ilkyaz
artık bıraktım
düşlerimi gölgene
kefeni yok özgürlüğün
yeni başlangıçlar için
günkan nerhir
durmadan taş basmamızı istiyor
özlemlerimize
ve kendimizle
bu günü yakmamızı istiyor
gel gör ki
yine aşığım
diri yürek iri
ah biliyorum
yakışmıyor bana
dağlarda barut kokusu
sokaklarda pir sultan
yavrularının yarasını yalayan
dişi bir köpek kadar
duyarlı olamıyorum
ama aşığım işte
ince, içten
kaynıyor kalbim
kollarım, dudaklarım
dilim, ellerim
alev salkımı
yeri değil yeri olmaya
nafile
artık ne işe gidebilirim
ne de
bir mitin için afiş asmaya
....................................
kırlangıç yumurtasının sarısı gibi
bogazımdan akmadıkça
o dudaklarının tadı
ve o yumuşak tenin
tarfisiz çağrısı
uçurmadıkça beni
o dipsiz yardan
keremin
mecnunum
ferhatım
ne dağ dinler
ne çöl
yanarım
böyle uzak kaldıkça

oysa bilirim
onun coğrafyasındaki
kırmızı çizgiler üstünde
daha
tekerleğin ilk devridaiminde
tükenmeye başlar
asla bitmez sandığım
bir tren gibi daldığım
o aşk
 
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hala koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hala koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın 'merhaba' demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hala koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hala koynumda kesmin

Ve hala sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve yaylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin
 
İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.

Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan çocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına, daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucakksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış gögüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, önleri bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmatan, seni bir boşluk gibi saran hüzne yerleştir
Yerleştir onu bir kentin parça parça alında tutuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine.

Ekledim ben tattığım her seyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kaderi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken
 
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam.....!

Mükemmel şiirler yüreğine sağlık!
 
Gidişin değil bir umutla dönersin diye beklemek öldürdü beni..
Bir hoşcakalı çok gördün...

Zor geldi hoşcakal demek sana böyle gitmek daha kolaydı çünkü arkada kalanı düşünmeden çekip gitmek yakıştı mı sana? Yakıştı mı gidiyorum demeden gitmek? Yakıştı mı veda etmemek ve çekip gitmek? Yakıştı mı ayrılıkla yüzleşmemek? Gittiğini bile söylememek..

Bir hoşcakalı çok gördün.. Bu kolay olanı idi bunu seçtin...
Bencildin gene kendin için en iyi olanı seçtin başkasının duyguları seni yine hiç ilgilendirmedi..
Hoşçakal demek zordu çünkü vedasız gittin sanki geri gelecekmiş gibi gittin ayrılıkla yüzleşmeden gittin.
Ayrılık acı verir çünkü sanki ayrılmıyormuşuz gibi terk ettin. Oysa beni gidisin değil bir umutla gelirsin diye beklemek öldürdü...

Hoşcakal dememiştik ayrılmamıştık öyle ise dönecektin bir umut vardı hala rüzgarda savrulan bir mum alevi gibi cılız ama ısrarla yanan bir umut vardı.. İşte beni o umut öldürdü... Gidişin değil...

Bir gün dönecek diye beklemeler öldürdü beni başka gölgeleri sana benzetmek eritti bedenimi ayak sesleri merdiven çıkışlarını dinledim sen misin diye... Kapı çalındığında ben koştum telefon çaldığında ilk çalışta elim telefondaydı ilk aylar da... Gelmedin... Ama hoşçakal da dememiştin... Gitmiştin... Ama veda etmemiştin...

Gidişin değil beni döneceksin umudu ile beklemek öldürdü...
Çok geç anladım bencildin. Artık hiçbir gölge sen değilsin hiç telefon etmeyeceksin dudakların adımı söylemeyi unutmuştur artık çalan kapılar ve telefonlara ben bakmıyorum kaç zamandır. Hoşçakal demeden gittin. Kolayı seçtin... Dönmeyeceksin...

Yüreğimde artık ne sevgi var ne umut ne de bir ağrı...
Yüreğimde taşlaşmış bir HOŞCAKAL var... sana ait...
Onu bir söyleyebilsem sana veda edeceğim... Bunca yıl benden çaldığın hayatımı geri isteyeceğim.
Ve sen Hiç anlamayacaksın hiç bilmeyeceksin... Beni gidişinin değil dönersin umudu ile yaşamanın öldürdüğünü...

Hoşçakal demek ölmekten daha mı zordu?
 
Bir kadeh kırmızı… bir damla kırmızı …



Kırmızının asıllıgınden mı ateşin sıcaklığından mı yoksa şarabın sarhoşluğundan mı bilmiyorum baş dönmelerim…


Acım kadar büyük mü mutluluğun…
Nefretım kadar asil mi sevdan…
Ve ben kadar kanarmı yüreğin biten bır sevdanın ardında…


Neleri yazmak ister yüreğim neleri unutmak…
Oysa ben her daim ayaktayım..
Sana inat…
Senın yıkmak ıstemene inat…
Hayata inat..


Bitmemiş bir masalım var daha sonunu yazmadığım..
Hüsran değil acı değil…
Cocuk düşlerim var..
Oyun bahcemde sakladığım oyuncak kovalarım var ve kumdan kalelerim var benim…


Sessizliğim var benım suskunluğum… Karanlık gecelerde saklanan cığlıklarım var…
Bir nefes dumanda gizlediğim düşlerim var..



Anlamsız anlamlı sözlerim zamanlı zamansız zamanlarım var benım…
Her defasında yenilendiğim güçlendiğim acılarım var…
Her defasında kırılsada kurmaktan korkmadığım gizli düşlerim var..


Düşlerden düşüşlerim var benim. Akan her bir damlada sana uzanan yollarım var…
Ve her defasında senden vazgeçişlerim var..


Gittiğinden beri ne çok olmuş..
Ne çok ben olmuşsun ve ben ne çok senin olmuşum..


Gitmeliyim…
Ve sen gitmelisin..
Sonu yok…
Düş’ü bile yok…


Her bir zerrede ben oluyorsun akıyorsun damarlarıma…
Oysa ben seni çoktan akıttım damarlarımdan hayata…


Git...
Masalımda yer yok sana…
Ve yer yok hayatımda senin gibi bir Aşk’a



Birinci damla kadehe…
İkincisi gözlerime…
Üçüncüsü kağıda…
Dördüncüsü düştü yere…


Yerle bir oldun sende bende
 
Gelişin gidişin gibi birdenbire oldu
Yüreğim kanatlandı uçtukça uçtum
Alçaklara konmak haddimize mi?
Başım bulutlarda açık pencerelerde gözlerim
O bildik balkona inivereceğim...

Demek kırk yıl oldu ha? Demek kırk yıl oldu?..
Ne seslendin ne seslendim...
Kader deyip bağrımıza sapladık hançerlerimizi
Sonsuz kanayışlara yatırdık yüreklerimizi.
Tutma tutma bırak beni
O bildik balkona inivereceğim
Başım bulutlarda açık pencerelerde gözlerim...

Yıllar önce Veysel'in dediği kulaklarımda:
"Senin yüreğin delik be hoca.. Senin yüreğin delik!"
Bu delik yürekle uzun yıllar yaşadım
İlkbahar çiçeklerini gördükçe yeniden
Umut yüklü şarkılara başladım.
Yüce dağlara karlar düştükçe
Nice kuytu köşelerde saklanıp ağladım.
Damar damar kanıma işledi sensizliğim
Yıllar devrildikçe meleğimi özledim.
Veysel'in dediği kulaklarımda:
"Senin yüreğin delik be hoca.."
"Senin yüreğin delik!"

Bu delik yüreğim ve anılarımla birlikte ben
O dağ senin şu dağ benim diye diye
Kaç yol kavşağında durup bekledim
Güne gün aya ay yıla yıl ekledim...
Belki dönersin belki gelirsin diye
Civan ömrümü tükettim.

Mevsimler döndükçe sanki daha da dirileşti papatyalar
Güller soldukça demlendi hatıralar
Şimdi şu benim delik yüreğim
Özlemden mi heyecandan mı nedendir?
Yeni baştan sızım sızım kanıyor.
Umuda kilitlenmiş bir yol kavşağında
Anılarından beslenmiş bir papatya
Yollarımı bekliyor.
Saçlarında aklar
Saçlarımda aklar...

Demek kırk yıl oldu ha? İnanamıyorum.
Demek koca kırk yıl gelip geçti.
Sensizliğimiz uçuştukça gözlerimizde;
Kafdağlarını aşamayan umutlarımızın yıldırımları
Hasret kesmiş fırtınalarla birlikte
El ele verip üstümüze geldikçe;
Yüreklerimiz delindi.

Havada bulut mulut yoktu nerden çıktı bu yağmur?
Anılar kaynaşıyor yüreğimizde
Geçen günlerimizle hesaplaşmak adına;
Islandıkça ıslanıyoruz.

Hayatımızın en zor dönemecinde
Dediğin yolun tam ortasındayız
Sağdan soldan su gibi akıp gidiyor zaman
Peşimizde torunlarımızın elinden tutmuş çocuklarımız
Yeni sevdalara kapılar açıyor...

Zor bir hayatı yaşadık biz oldukça zor bir hayatı yaşadık
Hasret sularında bandırıla bandırıla
Nice eski yeni aynaların karşısında sergilendik
Gözlerimizde yaralı bir ceylanın hüznü
Ürkek sevdalara bel bağladık...

Ben adam olmam ben adam olmam
Hâlâ seninle dolu bu delişmen yüreğim
Hâlâ on sekizinde bir gencim
Gözlerim yollarda
Seni bekliyorum...

Desene be gülüm
Haydi söylesene be gülüm:
"Saçlarımıza aklar düştü
Nice mevsimler geçti.
Papatyalar güller soldu
Uzadıkça uzadı yollar...
Ben seni unutamadım
Ben seni unutamadım!
Mevsimlik çiçekler gibi solsam da
Genç anılarımın şafağında:
Seninle yaşıyorum.
Seninle yaşıyorum!"

Ah ömrümüz ah ömrümüz
Birbirine bağlayamadığımız ömrümüz
Gelecek zamanlara damgasını vuracak...
"Belki de bir varmış bir yokmuş" diye başlayacak
Yeniden yeniden anlatılacak
Melek ve Şehzade'nin hikâyesi...
Destan destan yazılacak
Yaprak yaprak bütün çiçeklere
Seven yüreklere kazınacak
Sevda öykümüz.

Merhaba ömrümün özeti
Merhaba delişmen yüreğimin sızısı
Öyküm şiirim her şeyim
Merhaba bahtımın yıldızı
Efsane aşkım!
 
Biliyordum...
Suskunluğuna öyle alışmış ki zemheri yüreğim
Sen söylemesen degetirmesen de dile ve anlam getiremesem de;buralara ait olmadığını kabullenebiliyorum...

Kimlere uzanıyordu ellerin?
Benimkilere dokunmama nedenine nasıl da uzaktı gözlerim...
Oysa tenim bir nefes uzağındaydı
Sense sadece soluksuzluğunu verirdin bana...

Cayır cayır sana yanan ve bir o kadar susuz
Bir o kadar ıssız
Sanavarlığına bana kattıklarına ve belki daha da fazla aldıklarına rağmen hâlâ masum bir bekleyiştir bu...

Ekmekle katık edecek kadar bile değildir umudum
Olsun da... doyurmasa da olur
Bir bak yeter...konuşmasan da olur

Karmakarışıkderbeder bir yerlerdeyim ben
Kendimi kaybettim bulamıyorum... (Bulsana beni...)

Sonu gelmeyen bekleyişlerdengecelerin bitimsizliğindeniçimdeki sancıların canımı yakmasından öyle yoruldum ki...
Ve sıkıldım...
Bunları tek başıma aşacak gücü kendimde bulamamak çok koyuyor bana

Yokluğun vurdu zayıflığımın ortasındayken ben
Yediremedim gururuma... dudaklarda sus kaldım
Yağmurlar yağdırdım gittiğin şehre
Sen olmayınca... gözlerde yaş kaldım
 
Umuda gülümseyen heceler ---

“ Türkülerle büyüttüğüm çocuğun
Acılara serilmiş
Dilsiz umudun imkansız sevdasıydın sen… “

Rüyaları çalınmış gecelerde sevdim seni. Yetim cocukların kirlenmemiş düşlerinde büyüttüm seni. Her gülüşün acılarıma sürülmüş bir merhem gibiydi. Lacivert okyanuslara uzanan umuttu gözlerin.Korkularımı yüreğinde emziren bir imkansız sevdaydın sen.Yeni doğmuş bir bebeğin kundağında uyuttum hasretimi. Kirpiklerin papatyaların avuçlarına uzanmış uyurken ben yüreğimi közledim acılarında. Sen umuda gülümserken ben bedenimi közledim bir günahına. Ne olur sus bitanem. Kaybettiğim güneşi senin gözlerinde bulmuşken ezilmiş goncalarımın yaşlarını gülüşlerinin sıcaklığında kuruturken onca fedakarlığımı ne olur büyütme. Her şey senin yüregin ve sevdan için.

Yenilgiyi kuşanmış yılların umuda gülümseyen takvim yapraklarında sevdim seni. Geceleri avuç içlerime uzanıp kirpiklerimle sildim irine bulaşmış yüreğini. Her sabah alnının cayırlarında susuz gezinen çardak kuşlarını gözbebeklerimde emzirdim.Gökyüzüne yıldızları sererken gül kokulu Melek’ler ben gözlerine mutlulukları motifledim..

Rabbimden hep seni diledim alnımın seccadeyle öpüştüğü zamanlarda. Güneş huylu çocukların gözlerinde büyüttüm seni. Aldırmadım uzaklarda oluşuna boyun bükmedim arsız yokluğuna. Yüreğimin suskun kelimelerinde sevdim seni. Hasretinde kaç kez öpüştüm sen diye katransı geceyle kaç kez iç geçirdim güneşin avuçlarından yüreğimi süzülüp dudaklarıma inmeni yanık türkülerle. Sen tutacaksın diye yüreğimi ipsiz uçurumlara saldım. Gözyaşların söndürür diye bedenimi senin günahların için güllerin koynunda yaktım. Kanasa da bedenim hasretinde ne olur içinde yaşat beni. Yüreğinin sıcak hücrelerinde büyüt beni.

Uzaklardan bir çağırsan beni kirpiklerinden düşen gözyaşlarını dudaklarımla emmez miyim ? Göçmen kuşlarla haber yollasan karları üzerime giydirip kanayan yaralarını bedenimle örtmez miyim ? Haydi ağlama sen gül yüreklim. İmkansızlığın içinde yürüt beni. Kavuşmamız yasak olsa da yüreğinde büyüt beni..

Aldırma yalnız gecelerde suskunluğuma. Aldırma gözyaşlarıma. Sırtlarımız ayrılık duvarlarına dayansa da sevgimizi imkansızlığın içinde yaşatmadık mı ? Ayaklarımız karların altında yanarken bir avuç güneşle “ sevdamızı “ kurak topraklarda zamansız yeşertmeyi ummadık mı ? Karanlığa inat yüreğimi yıldızlara yaslayıp sevda bozkırlarda “ umuda “ kök salmadık mı ? Haydi sil gözyaşlarını. Eğdiğin başını “ gökkuşağına “ kaldır. Bu aşka hasretin prangaları vurulsa da bir gün vuslatın şerbetini içeceğiz Zümrüd- ü Anka’nın avuçlarından. Güneş küsse de tenimize gözlerimizin aydınlığında büyüteceğiz sevdayı dilenen çiceklerimizi

Nerde olursan ol sevdaya gülümse. Sıcak nefesinle karanlığa yakılmış kandilleri üfle. Dudaklarıma süracılarının katransı zehrini. Haydi umuda tutunmuşken avuçlarından ben içeyim zemzem kokan sevda nehirlerini. Ve mutluluğu solurken gecenin karanlığında kirpiklerinde uyut beni.
 
Etrafı ceset kokuları sarmışken ölümden bahsetmek hakkım değildi.Zaten bu verilmiş bi hak değildi.Lakin beni yolda bırakıyor tuttuğum dümen işte.Düşünceye saplandık kara bir gecede yetemedi ışıklar dağıtmaya karanlığı gecede.

Batıyorum...

Beni ağlatan çocuksu sebepleri özlüyorum şimdiki bahaneler o kadar ağır ki!
Susuyorum... olmuyor; başımı ağrıtıyor sessizlik.
Konuşuyorum... olmuyor; çığlıkları boğuyor sesimi.

Ne olurdu gitmeseydin biraz.Varsın yansaydı elinde biletler.Varsın sana ait herşeyi götürseydi vagonlar.Ne olurdu az daha bana kalsaydın.

Aynı odada saatlerce uğraştık birbirimize sesimizi duyurabilmek için ben senden bahsediyormuşum sen gitmelerden...
Anlamıyormuşuz neden anlaşamadığımızı...

Ve sen bana rağmen gidince...
Çaresiz yokluğunaki geceler üşüşüyor yarasalar pencerelerime...
Çığlık çığlık karanlıklar...

Düşünüyorum sen yokken artık...
 
Sevgimi eğitmeyi öğrendim gidişinle.
Sevgim; sana karşı hırçın bir çocuk gibiydi ya hani
Eğittim onu uslandı şimdi.
Sevgi nasıl eğitilir?
Nasıl uslanır bu hırçın yürek?
Zaman denen ilaçmı yoksa hasretmi?
Hangisi öğretmen olur bu dilsiz yüreğe...



Gittiğin günden sonra değişmeye başladım.
Senin dayanılmaz özlemin ve birde buna eklenen sevgin
İyice dinginleştirdi olgunlaştırdı beni.
Hatta inanırmısın seni anlamaya başladım.
Ve anlıyorum.
Yaşananlara birde senin tarafından bakarsam haklısın.
İnsanı acıları olgunlaştırırmış.
Gidişinle ne sevginden birşey eksildi
Nede beni aynı şekilde bulabilirsin döndüğünde.
Umudum kaldımı?
Dönecekmisin birgün?
Bunları soruyorum kendime...
Cevabını alamadığım sorularla


Hergün yürüyorum karanlık gecelere.
Yine de dua ediyorum ellerim havada
Ne olur birgün dön diye...


Radyoyu açıp şarkılar tutuyorum ikimize.
Senli benli şarkılar dinlerken
Ben hayal kuruyorum belki gelirsin diye...
Çalan şarkı Özdemir Erdoğan'ın.
''Sevdim seni bir kere başkasını sevemem.'' derken
Bende senden başkasını sevemeyeceğimi mırıldanıyorum kendime
Sadece kendime söylemek
İçimdeki senle paylaşmak acıtıyor içimi.
Sanada diyebilsem.
Ben...ben eski ben değilim diye.
Uzatsam elimi
Yalnızken tuttuğum bu şarkıları beraber tutsak senle.Beraber söyelesek yine...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol puff
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst