kuran ve hz peygamberin (sa.v) hayatımızdaki yeri‏

DiReNiS

Bayan Üye
İslam dininin başlıca unsurlarından ikisi peygamber ve kitaptır. İslam'ın doğru anlaşılması ve yaşanması bu ikisine karşı olan yaklaşıma bağlıdır. Peygamber (sav)'in bize gönderilişi, onunla birlikte Kitab'ın indirilmesinin sebepleri nelerdir. Bununla inananların ve insanlığın nasıl bir noktaya ulaşmaları murad edilmiştir. Elbette ki Kitap ve Peygamber'le ilgili bu soruların en doğru cevaplarını bize verecek olan yine Kitap ve Peygamber (sav)'in hadisleridir.

Ümmet-i Muhammed'in ilk neslinden günümüze çağlar geçti. Bu zaman boyunca müslümanların anlayışlarında, inançlarında, İslam kaynaklarına yaklaşım şekillerinde çok büyük farklılıklar ortaya çıktı. Bizler her şeyden önce yaşantımızın, anlayışlarımızın ilk dönem müslümanlarına benziyor olup olmadığını kontrol etmek durumundayız. Özelde de Kitap ve Peygamber (sav)'e bakışımızın doğruluğunu ilk dönem müslümanlarıyla kıyaslayarak ölçebiliriz. Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde ve ilk dönem müslümanlarının yaşantı ve düşüncelerinde Kitap ve Peygamber (sav)'in önemi ve fonksiyonu nedir? Bugün bizlerin Allah rızasına uygun bir hayat sürmemiz bu konuyu düzgün anlamamıza bağlıdır.

Herşeyden önce bütün peygamberlerin ve Hz. Muhammed (sav)'in kavimlerinin karşısında ortaya koydukları gerçek; kendilerinin de onlar gibi bir beşer-insan olduğu idi. Yani peygamberler de sıradan insanlar gibi beşeri yönden aynı özelliklere, aynı ihtiyaçlara, aynı güçlü ve zayıf yönlere sahipti. Onlar gibi yemek yiyor, uyuyor, evleniyor, hastalanıyordu. Bütün peygamberlerin bu özelliklere sahip olması ve bunun yanında da ilahi buyrukları insanlara tebliğ edip kendi hayatlarında sergilemeleri; Allah'ın emir ve yasaklarını günlük hayatın içinde yaşanabilir kılmış oluyordu. Ve peygamberler de insanlar için birer örnek konumuna geliyordu. Yani Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamak ve Allah rızasına uygun bir hayat sürdürmek insanüstü özellikler gerektirmiyordu. Ya da dini yaşayabilmek için toplumun içinden soyutlanmak, kendi halinde bir kenara çekilip dünya işlerinden uzak durmak da gerekmiyordu. Peygamberler hayatın her anında, toplumun içinde veya dışında, yalnız başilarına kaldıklarında ya da insanlarla ilişkilerini süürdürürken de Allah rızasına uygun olan en üstün hayatı yaşayabiliyorlardı. İşte burdan anlıyoruz ki Allah tamamen insan tabiatına uygun bir din indirmiş ve bu dini uygulanabilir kılmak için de "insan peygamberler" göndermişti.

Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşer mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir. (İsra - 94)

Kendilerine gönderilen elçilerin sözlerini geçersiz kılmak isteyen, Allah'ın hayatlarına karışmasını istemeyen müşrik ve kafirler bahane olarak kendilerine "melek-peygamber" gönderilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Onlar bunu söylerken hem dini yaşamak için insan olmanın yetersiz olduğunu; melekler gibi kusursuz olmak gerektiğini savunuyor, hem de dini hayatın dışına çıkarmış oluyorlardı. Halbuki Allah sadece insanların uygulayabilecekleri bir din indirmişti. Eğer yeryüzünde yaşayanlar melekler olsaydı Allah o zaman elçi olarak bir melek gönderirdi.

De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." (İsra - 95)


Peygamberlerin de bizler gibi insan olmalarının en önemli hikmetlerinden bir diğeri günlük olayların tamamının din tarafından düzenlenmesidir. Peygamberlerin örneklikleri sadece mescitle ya da halka vaaz verdikleri vakitlerle sınırlı değildi. Onların peygamberlikleri ve dolayısıyla örneklikleri hayatın en dışında oldukları uykularında bile devam ediyordu. En göz önünde oldukları anlardan en özel anlarına kadar hayatlarının her alanında dini temsil ediyorlar ve insanlara da hayatlarının her alanında dini nasıl yaşayabileceklerini öğretiyorlardı. Allah'ın rızasını kazanmak için peygamberlerin vaazlarını dinlemek, günlük ibadetleri yapmak yetmiyordu. Nasıl ki peygamberler uykularına varıncaya kadar her anlarını Allah rızası doğrultusunda düzenliyorlarsa ümmetleri de aynı şeyle sorumluydu.

Suraka bin Malik (r.a.)'dan, dedi ki :

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana şunu şunu öğretti..." Böyle anlatırken adamın biri alaylı bir ifade ile: "Size Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, (nasıl) def-i hacette bulunacağınızı öğretmedi mi?" diye sordu.

"Evet; O'nu hakla Peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, bize (o işi yaparken) sol ayağımıza yaslanmamızı, sağ ayağımızı dikmemizi emretti" dedi.

(Taberani, Mu'cemu'l-Kebir'inde.)

Cahil bir insan, bir peygamberin ya da bir toplum önderinin kendisini örnek alan insanlara tuvalet adabına varıncaya kadar öğütlerde bulunmasını idrak edemez. Hatta yukarıdaki hadis-i şerifte olduğu gibi bununla alay etmeye kalkabilir. Ancak bu durumda yalnızca İslam Dini'ne has bir incelik vardır. İslam peygamberleri hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmayarak ve her alanda "insanca" örneklikler göstererek canlı-pratik bir din ortaya koymuşlardır. Eğer aksi olsaydı adı olup kendisi olmayan, yalnızca belli vakitlerde ibadethanelerde ihya edilen bir din ortaya çıkmış olurdu. Tıpkı Hıristiyanlıkta, Yahudilikte ya da diğer dinlerde olduğu gibi. İslam'ın peygamberi (s.a.v.) aile içi ilişkilerden toplumla olan ilişkilere kadar, yemeden içmeden uykuya ve hatta tuvalete kadar, bayramlardan savaş zamanlarına kadar, bir tabiat olayına ya da gözümüzün önünde gerçekleşen herhangi bir olaya nasıl bakmamız gerektiğine kadar hayatın her alanında düzenlemeler, hükümler ve öğütlerde bulunmuştur. O hiç boş bir alan bırakmamıştır.

Bu duruma göre her müslümanın kendisini bir hesaba çekmesi gerekir. Bizim düşüncemizde Peygamber (s.a.v.), gerçekten hayatın her alanında örnek alınan olan bir peygamber mi, yoksa sadece kandillerde, Kutlu Doğum Programlarında, kendisi hakkında bir şiir, bir ilahi okunduğu esnada hatırlanan bir peygamber mi? Kendilerine imrendiğimiz ilk dönem müslümanları için Peygamber (s.a.v.) her an yanlarında görmek istedikleri, her şeyleriyle kendisine teslim oldukları bir peygamberdi. Onlar hayatlarının her anını O'na açmışlardı. Her anlarını O'nun düzenlemesine izin vermişlerdi. Ancak bu şekilde mükemmel insanlar haline geldiler. Bizlerin de Allah rızasına uygun bir hayat sürmek için o yolu takip etmekten başka çaremiz yoktur.

Bunların yanında bütün peygamberlerin ve Peygamber Efendimiz (sav)' in gönderildikleri Kitap'la bir bütün oldukları gerçeği vardır. Peygamberler Kitab'ın yaşayan halidir. Nitekim Hz. Aişe (r.a.)'ya, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sorulduğunda: "Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlakı Kur'an idi." cevabını vermiştir. Gönderilen ayetler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de hayat buluyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in davranışlarının temelini Kur'an oluşturuyordu. O, Kur'an'da ayrıntılarına girilmemiş konuların açılımlarını davranışlarıyla gösteriyordu. Nitekim Kur'an'da: "... Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye." (Nahl - 44) buyurulmuştur.

Bu duruma göre Allah rızasına uygun bir hayat sürmenin yolu; Peygamber (s.a.v.)'in yolunu takip etmekten geçmektedir. Başka hiçbir kimseyi, başka hiçbir kaynağı değil; öncelikli olarak Peygamber (s.a.v.)'i tanımak ve sünnetini hayatımıza tatbik etmek zorundayız. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i tanımadan, O'nun sünnetinden haberdar olmadan doğruyu yanlıştan ayırdetmemiz mümkün değildir. Günlük hayatın içinde, günümüz şartlarına hitap eden, yaşayan örneklere ihtiyaç duymamız kaçınılmazdır. Ancak dediğimiz gibi temel olarak Peygamber (s.a.v.)'in sünnetinden haberdar olmadan kimlerin örnekliğe ve önderliğe layık olduğuna karar vermemiz imkansızdır.

Babaları uyarılmamış; böylece kendileri de gafil kalmış bir topluluğu uyarman için (gönderildin).
(Yasin - 6)

Peygamber (s.a.v.) bugün aramızda yaşamıyor olabilir. Ancak gafletten kurtulmanın yolu O'nun öğütlerine muhatap olmaktan geçiyor. Bizler, O hayatta olmadığı halde her anımızda O'nu yaşatamıyorsak, günlük işlerimize O'nu dahil etmiyorsak, tavsiye ettiklerini uygulamıyor, sakındırdığı şeyleri yapmaktan çekinmiyorsak, hatta ve hatta bunlardan habersizsek bizlerin İslam Dini üzere olduğumuz söylenemez. Nasıl ki geçmiş kavimler peygambersiz kaldıklarında gaflete düşmüşlerse biz de gaflete düşmüşüz demektir. Bizler de peygambersiz kalmışız demektir. Kendisi hayatta olmayabilir, ama O'na ulaşmak bizim gayretimize ve isteğimize bağlıdır. Gerçekten biz O'nunla yaşamak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Eğer istiyorsak hayatımıza dahil olan herkesin önüne O'nu geçirmeliyiz. Herkesin tavsiye ve öğütlerinin önüne O'nun tavsiyelerini ve öğütlerini geçirmeliyiz. Kısacası herşeyden önce kalbimizde O'nun sevgisinden ve hatırından daha büyük bir sevgi ve hatır bırakmamalıyız. Ancak bunu yapabilirsek bizim bir peygamberimiz olabilir. Aksi halde kendimizi aldatmış oluruz.

 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
Geri
Üst