oLimbera
Bayan Üye
"birini ay çağırır, öbürünü denizler, bir diğerini uçurumlar… iyiler hisseder önce, iyiliklerine bu hayatta yer olmadığını. bu hayatın kötülere, çıkarcı ve acımasız olanlara göre düzenlendiğini hissederler… acı verir onlara iyi kalplerini karanlık bir yerde gizlice terketmek… ne kadar acı verse de onlara ait olmayan bu dünyayı herkesten daha çok ciddiye alırlar bu yüzden.. geride kalanlar bilmeseler de iyilerin incitilmiş kalpleri sayesinde yaşadıklarını… sonunda iyiler erken ölür…
belki gizlice farkeder, belki hemen unutmak isteriz. çünkü onlar gözlerimize bakarlar. gözlerimizde gözlerimizi aralar. hiç umut yok mu, der gibi bakarlar. kanayan bir özlemle bakarlar… çünkü onlar için en kötüsü herşeyi bile bile yaşamaktır. ve asıl acısı kendilerine yar olmayan bir dünyada yaşıyor gibi yapmaktır onlar için… yaşamadan yaşıyor gibi yapmak…
erken ölmüşler gibi görünseler de, bu dünyada en çok bekleyenler iyilerdir.. en derinlerinde, "yaşamak beklemektir" onlar için. çevrelerinde hep acele eden insanlar vardır oysa. hep isteyen, hep arzulayan, hep başarmak derdinde olan... soluk soluğa, telaşlı, hoyrat...
oysa iyiler kendilerinden ne istenirse karşılıksız verirler. sessiz ve dingindirler böyle anlarda… dostluklarını, zamanlarını, ışıklarını, gerekirse bedenlerini, enerjilerini… ne isteniyorsa, hemen o an verirler. bu dünyanın kendilerine yar olmadığını ve olmayacağını anladıkça hesap sorarcasına, karşısındakini biraz olsun sarsabilmek için ve çoğu kez hayatlarını yok sayarcasına verirler… ama ne yapsalar horlanmaktan kurtulamazlar. küçümsenmekten.
bu dünyanın en zavallı, en güçsüz kötüsü bile iyilerin kokusunu alır. hisseder onun başka yere ait sonsuz bir misafir olduğunu. hissedince izin verir içindeki cellada.
oysa iyilerin kurbanı başkaları değil, sadece kendileridir. içlerindeki o dinmek bilmeyen acı işte buradan gelir. bu dünya onlara yar olmuyordur… hissettiklerinin, sevgilerinin, hayallerinin bu hayatta hiçbir karşılığı yoktur… herkesin kurbanıdırlar… onların kurbanı ise yine içlerindeki o en dilsiz, o en kanayan, o en çıplak kendileridir… herkes tarafından horlananları öyle çok severler ki çoğu kez kendilerini bile kimsesiz bırakırlar... kendilerini en çok derin ve öksüz bir acıyla hatırlarlar bu yüzden.. bir gönül yıpranmasıyla…
en büyük günahın içlerindeki o en çıplak, o en kanayan, o en dilsiz acıyı kimsesiz bırakmak olduğunu bilseler de, yine de hep yaparlar bunu. Bir kez bu dünyaya gelmişlerdir, birkez görmüşlerdir göreceklerini.
başkalarının acılarını öylesine sahiplenirler ki kendi acılarını, o dilsiz, o çıplak yaralarını bile kimsesiz bırakırlar… bu onların en büyük günahıdır. bu günahla yaşarlar, bu acıyla.. işte bu günahtır onları ait olmadıkları bu hayata bağlayan… bu günah yüzünden sorumlu hissederler kendilerini yabancısı oldukları bu dünyaya. gitmeden, veda etmeden bir şeyler yapmak isterler. iyi ve güzel şeyler…
yaptıklarına bir yankı beklerler. bir umut. uzanacak sahici bir el. bu dünyaya ait olmadıkları halde kimselerin almadığı kadar ciddiye alırlar bu hasta dünyayı, bu hasta insanları.
yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün onları biraz daha kirlettiği, biraz daha aşağı çektiğini bildikleri halde bilmezlikten gelirler… bu dünyaya, bu hayata duydukları her umudun; yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün içlerindeki acıyı biraz daha dilsiz, biraz daha kimsesiz ve çıplak bıraktığını bildikleri halde bilmemezlikten gelirler…
bu boşuna inanış kendilerine duydukları o derin kırgınlık olarak geri döner sonunda. Hayat değildir suçlu olan; bu binlerce yıl önce konmuş insanlık yasaları değildir.. bir suçlu varsa, olması gerekiyorsa bu yine kendileridir… böyle hissetmeye ikna ederler kendilerini.
çünkü iyiler erken ölür…
birini ay çağırır yanına, öbürünü uçurumlar, bir diğerini denizler…
iyiler hisseder önce iyiliklerine bu hayatta yer olmadığını…
ama acı verir onlara iyiliklerini karanlık bir yerde gizlice terketmek…
bu yüzden ne kadar acı verse de, ait olmadıkları bu dünyayı herkesten daha çok ciddiye alırlar…
geride kalanlar bilmeseler de onların incitilmiş kalpleri sayesinde yaşadıklarını…
sonunda iyiler erken ölür…
cezmi ersöz.. "
belki gizlice farkeder, belki hemen unutmak isteriz. çünkü onlar gözlerimize bakarlar. gözlerimizde gözlerimizi aralar. hiç umut yok mu, der gibi bakarlar. kanayan bir özlemle bakarlar… çünkü onlar için en kötüsü herşeyi bile bile yaşamaktır. ve asıl acısı kendilerine yar olmayan bir dünyada yaşıyor gibi yapmaktır onlar için… yaşamadan yaşıyor gibi yapmak…
erken ölmüşler gibi görünseler de, bu dünyada en çok bekleyenler iyilerdir.. en derinlerinde, "yaşamak beklemektir" onlar için. çevrelerinde hep acele eden insanlar vardır oysa. hep isteyen, hep arzulayan, hep başarmak derdinde olan... soluk soluğa, telaşlı, hoyrat...
oysa iyiler kendilerinden ne istenirse karşılıksız verirler. sessiz ve dingindirler böyle anlarda… dostluklarını, zamanlarını, ışıklarını, gerekirse bedenlerini, enerjilerini… ne isteniyorsa, hemen o an verirler. bu dünyanın kendilerine yar olmadığını ve olmayacağını anladıkça hesap sorarcasına, karşısındakini biraz olsun sarsabilmek için ve çoğu kez hayatlarını yok sayarcasına verirler… ama ne yapsalar horlanmaktan kurtulamazlar. küçümsenmekten.
bu dünyanın en zavallı, en güçsüz kötüsü bile iyilerin kokusunu alır. hisseder onun başka yere ait sonsuz bir misafir olduğunu. hissedince izin verir içindeki cellada.
oysa iyilerin kurbanı başkaları değil, sadece kendileridir. içlerindeki o dinmek bilmeyen acı işte buradan gelir. bu dünya onlara yar olmuyordur… hissettiklerinin, sevgilerinin, hayallerinin bu hayatta hiçbir karşılığı yoktur… herkesin kurbanıdırlar… onların kurbanı ise yine içlerindeki o en dilsiz, o en kanayan, o en çıplak kendileridir… herkes tarafından horlananları öyle çok severler ki çoğu kez kendilerini bile kimsesiz bırakırlar... kendilerini en çok derin ve öksüz bir acıyla hatırlarlar bu yüzden.. bir gönül yıpranmasıyla…
en büyük günahın içlerindeki o en çıplak, o en kanayan, o en dilsiz acıyı kimsesiz bırakmak olduğunu bilseler de, yine de hep yaparlar bunu. Bir kez bu dünyaya gelmişlerdir, birkez görmüşlerdir göreceklerini.
başkalarının acılarını öylesine sahiplenirler ki kendi acılarını, o dilsiz, o çıplak yaralarını bile kimsesiz bırakırlar… bu onların en büyük günahıdır. bu günahla yaşarlar, bu acıyla.. işte bu günahtır onları ait olmadıkları bu hayata bağlayan… bu günah yüzünden sorumlu hissederler kendilerini yabancısı oldukları bu dünyaya. gitmeden, veda etmeden bir şeyler yapmak isterler. iyi ve güzel şeyler…
yaptıklarına bir yankı beklerler. bir umut. uzanacak sahici bir el. bu dünyaya ait olmadıkları halde kimselerin almadığı kadar ciddiye alırlar bu hasta dünyayı, bu hasta insanları.
yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün onları biraz daha kirlettiği, biraz daha aşağı çektiğini bildikleri halde bilmezlikten gelirler… bu dünyaya, bu hayata duydukları her umudun; yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün içlerindeki acıyı biraz daha dilsiz, biraz daha kimsesiz ve çıplak bıraktığını bildikleri halde bilmemezlikten gelirler…
bu boşuna inanış kendilerine duydukları o derin kırgınlık olarak geri döner sonunda. Hayat değildir suçlu olan; bu binlerce yıl önce konmuş insanlık yasaları değildir.. bir suçlu varsa, olması gerekiyorsa bu yine kendileridir… böyle hissetmeye ikna ederler kendilerini.
çünkü iyiler erken ölür…
birini ay çağırır yanına, öbürünü uçurumlar, bir diğerini denizler…
iyiler hisseder önce iyiliklerine bu hayatta yer olmadığını…
ama acı verir onlara iyiliklerini karanlık bir yerde gizlice terketmek…
bu yüzden ne kadar acı verse de, ait olmadıkları bu dünyayı herkesten daha çok ciddiye alırlar…
geride kalanlar bilmeseler de onların incitilmiş kalpleri sayesinde yaşadıklarını…
sonunda iyiler erken ölür…
cezmi ersöz.. "